26 Eylül 2001
1921 yılı başlarında kendi boğazını keserek intihar etmek
isteyen orta yaşlı bir adam, birkaç yıl sonra dünyanın en büyük yazarlarından
birisi olacaktır...
Özer AKDEMİR
Giysileri kir pas içinde orta yaşlı bir adam, Nice kentinin
parklarından birinde usturayla kendi boğazını kesmiş olarak bulunup hastaneye
kaldırıldığında üzerinde ünlü Fransız Yazar Romain Roland'a yazılmış uzun bir
mektup çıkar. 1921 yılının başlarında meydana gelen bu intihar girişimi yerel
gazetelerde yayınlanır ve ölümden kıl payı kurtulan adamın, yine kendi gibi
serseri ruhlu bir arkadaşı tarafından okunur. Adı Panait İstrati olan bu adamın
cebinden çıkan mektup, daha önce de Roland'a gönderilmiş, fakat alıcısı adreste
bulunamadığı için aynen iade edilmişti. İstrati hastanede acılarla boğuşurken,
bu serseri kılıklı adamın serseri ruhlu arkadaşı, mektubu yeniden postaya
verir. Mektup bu sefer yerine ulaşır. Romain Roland ilerleyen yıllarda o
mektuptan şöyle bahsedecektir: "Bu mektup kendini boğazlamış bir ümitsizin
üstünde bulunmuştu. Aldığı yaradan sonra yaşaması için pek az umut vardı.
Mektubu okudum ve deha uğultularından hayrete düştüm. Ovada yakıcı bir rüzgâr.
Bu, Balkan ülkelerinden yeni bir Gorki'nin itiraflarıydı. Hayatını kurtarmayı
başardılar. Kendisini tanımak istedim. Mektuplaşmaya başladık. Dost olduk. Adı
İstrati'dir..."
Arap ezgileri...
Arap ezgileri...
1884 yılında Tuna'nın liman kentlerinden İbrail'de hiç
tanımadığı Rum kaçakçısı bir baba ve çamaşırcılık yapan Rumen anneden doğan
İstrati, on iki yaşından sonra çok sevdiği annesinden ayrılıp, kendini yaşamın,
maceranın, özgürlüğün kollarına atmakta tereddüt etmedi. Çünkü daha çocuk
yaştaki İstrati o zamanlarda bile "Bütün yeryüzünü sevenler için olduğu
yerde çürümekten daha kötü ne vardır" diye düşünenlerdendir. Ana evinden
ayrılıp çoğu zaman aç, susuz, evsiz, hasta, sefalet içinde geçen bu serserilik
dönemleri, tam 20 yıl sürer. Bu 20 yıllık zaman içinde İstrati'nin yapmadığı
iş, Ortadoğu ve Akdeniz'de gezip görmediği ülke kalmaz. Garsonluk, börekçilik,
amelelik, makinistlik, kazmacılık, hamallık, tabelacılık, çilingirlik,
fotoğrafçılık... gibi hemen her işi yapan İstrati, çoğu zaman beş parasız
bindiği gemilerle Suriye'yi, Şam'ı, Lübnan'ı, Yunanistan'ı, Mısır'ı, İtalya'yı,
Beyrut'u gezer. Yüzyılın başlarında değişik kültürler, değişik diller ve yüzler
arasındaki aç, çıplak ve sefil de olsa yaşanan bu maceralar, İstrati'ye birçok
ulustan dostlar kazandırır. Ekmeğini paylaşan yoksul insanları, kendisi gibi
"bir lokma, bir hırka" gezen Rum, Yahudi, Romen, Rus göçmenleri,
yaptıkları basit işlere rağmen kendilerine uğrayan yolcuları aç bırakmayan
küçük esnafları ve büyülü şehirleri tanır. Yıldızların altında bir başına ya da
kaçak bindiği bir geminin küf ve rutubet kokan ambarında kendisi gibi kaçak
gezgin arkadaşlarıyla geçirdiği gecelerin öyküleri dağarcığında birikirken, o,
kendini rastlantıların dayanılmaz çekiciliğine bırakmadan hiç vazgeçmez. Henüz
12 yaşlarında, acımasız bir bozkır olan Baragan'da sonbaharın soğuk ve sert
rüzgârlarının sürüklediği dikenlerin peşi sıra, ardına bakmadan koşturan çocuk
ne ise, Suriye'nin bir limanından kalkmak üzere olan gemiye gizlice binmeye
çalışan otuzunu aşmış Panait de oydu.
Savruluş
Savruluş
Yaşamını yoksul insanlarla geçiren, emeğiyle, onuruyla çalışan bu küçük
insanlarla her şeyini paylaşan, daha doğrusu bu küçük insanların bir lokma
ekmeğini kendisiyle paylaşmaktan kaçınmadığı İstrati, onların verdiği insanca
yaşam, daha fazla ekmek ve özgürlük mücadelesine de yabancı kalamazdı. Ama,
karakterindeki bütün yaşamına yön veren serserilik ve bir yere bağlanamama
olgusu, bir dönem içinde yer aldığı sosyalist hareketlerin odağında yer
almasını engellediği gibi, sınıfsal bakış açısından yoksun olan muhalifliği de
önünde sonunda gideceği noktaya, bir savruluşa sürükleyecekti onu. Ömrünün son
demlerine doğru bu yanılsama burjuvazinin insanlık için iyi şeyler de
yapabileceği, "en iyide karanlık, en kötüde de aydınlık" yanların
olabileceği hümanizmasını doğurur İstrati de. Bu burjuva hümanizması son
eserlerinden olan Uşak'ta şöyle yazdıracaktır İstrati'ye: "Neden insanlar
kendilerini fakir, zengin diye kısımlara ayırarak birbirine diş biliyorlardı,
ortak düşman olan sefalete, yoksulluğa karşı hepsinin el ele vermesi gerekmiyor
muydu?" Sosyalistlerin ve proletaryanın belli ön yargılara ve kalıplara
sahip olduğunu düşünen İstratiye göre, bu kalıplar olmasaydı eğer sınıfların
ortak düşmana; açlık ve sefalete karşı birlikte mücadele etmeleri pekâlâ mümkün
olabilirdi. Ona göre burjuvazi belki doymak bilmiyordu ve varlığını süngülerin
gölgesine borçluydu, ama yine de insanlık için yapabileceği güzel şeyler de
vardı. İstrati'nin bu yanılsaması yaşamının son dönemlerinde arkadaşlarıyla ve
çok sevdiği Romain Roland'la aralarının bozulmasının en önemli nedeni olmuştur.
Bozkır şiirsiz anlatılmaz
İstrati biraz da Roland'ın ısrarlarıyla yazmaya
başladığı ilk kitabı Kira Kiralina'yı 1924'te yayınlar yayınlamaz ünlüler
arasındaki yerini almıştı. Sonra devam etti eserleri. Kodin, Sokak Kızı, Minka
Abla, Baragan'ın Dikenleri, Arkadaş, Akdeniz, Perlmutter Ailesi... Bütün
eserlerinde yoğun bir şekilde kendini gösteren şiirsellik Baragan'ın
Dikenleri'nde doruk noktasına ulaşır. Acımasızlığı, ıssızlığı, soğuk ayazı,
sarı dikenleri ve kırçıl sonsuzluğuyla uzanıp giden bozkır -Baragan- şiirsiz
anlatılamazdı zaten. "Tanrı'nın Romanyalı rahat rahat hayal kursun diye
Eflak'a armağan ettiği yer" diye tanımladığı Baragan'ı ve orada
yaşayanları şöyle anlatır İstrati: "Hayal, düşünce, kuruntu ve boş karın.
İşte Baragan'da doğanı ağır başlı eden bunlardır. Yeryüzü ademoğluna sadece
karnını doyursun diye verilmiş değildir. Tanrı'yla baş başa kalmak için
yaratılmış köşeler de vardır. Baragan işte böyle bir yerdir." Karlar erir
erimez küçük bir topak biçiminde ortaya çıkan ve bir hafta içinde bütün toprağı
kaplayan dikenler Baragan'ın üzerinde taşımaya katlandığı tek şeydir. Yaz bitip
buzlu nefesiyle "Moskof Rüzgârı" esmeye başladığı eylül günlerinde
Baragan'da "Krivatz" zamanı yaklaşmış demektir. "Krivatz,
bindiği atın bütün hızıyla dikenler ülkesinde dolu dizgin gider, har vurup
harman savurur, tozu dumana katar, kuşları yok eder ve o zaman dikenler de
yerlerinden sökülüp giderler!.. Dikenli topaklar, binlercesi bir arada,
yuvarlanmaya başlar. Bu, pencereden bakan ihtiyarların 'kimbilir nereden gelip
nereye giderler' dedikleri dikenlerin büyük göçüdür."
Dikenlerin peşi sıra...
Dikenlerin peşi sıra...
Issız, fakir, acımasız Baragan, çocukların gözünde ise
tüm dünya demektir. Ve Baragan'da bütün çocuklar eylüldeki dikenlerin göçü
sırasında, rüzgârla birlikte bir daha geri dönmemek üzere yola çıkmanın düşünü
kurarlar. İşte bu çocuklardan ikisinin rüzgârın sürüklediği dikenlerin peşi
sıra bozkırın ortasına doğru yaptıkları koşu, onları yeni topraklara ve
maceralara sürükleyecektir. Bırakıp geldikleri yerlerdeki yoksulluk, gittikleri
yerde de aynen devam etmektedir. Toprakların çoğunun sahibi ve yörenin
milletvekili olan "Boyar", sırça konağında zenginlik içinde yaşarken,
köylüler açlıktan Baragan'ın dikenleri gibi ordan oraya savrulmaktadırlar. Bu
açlık ve sefalet öylesine dayanılmaz bir hal alır ki, aynı günlerde, ülkenin
birçok yerinde insanlar toprak sahiplerine, Boyarlara karşı başkaldırırlar.
Baragan'ın bir köşesinde yanmaya başlayan isyan ateşi, kısa sürede her yana yayılır...
Bu isyana çok sert tepki gösteren toprak sahipleri ve jandarma, köyleri top
ateşine tutarlar, yakaladıklarını oracıkta kurşuna dizerler. Bir zamanlar
ellerinde sopa, dikenlerin peşi sıra koşturan iki çocuk, şimdi hayatta kalmak
için askerlerin önünde kaçmaktadır. Dikenler onların peşindedir bu sefer...