1 Haziran 2023 Perşembe

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

 

01 Haziran 2023 07:00


Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma gıda enflasyonunun şiddetlenebileceği uyarısı yapıyor.

 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR

Çevre ve iklim ekonomisti Dr. Oğuz Tutal tarafından yapılan bir araştırmaya göre iklim değişikliği tarımı vurdu. İklim değişikliğinin Türkiye için önemli beş tarımsal ürünü nasıl etkilendiğinin incelendiği araştırmada üretimde en büyük tehlikenin kuraklık ve aşırı sıcaklar olduğu belirtiliyor. Araştırmada gıda enflasyonunun şiddetlenebileceği uyarısı yapılıyor.

EN ÖNEMLİ 5 ÜRÜNDE 50 YILLIK DEĞİŞİM

CERA Europe ve European Development Institute (EDI) bünyelerinde kıdemli uzman olarak görev yapan Dr. Oğuz Tutal, iklim değişikliğinin 1968-2018 yılları arasındaki 50 yıllık süreçte, Türkiye için önemli beş tarım bitkisinin (ekili alanların %80'ine denk gelen buğday, arpa, ayçiçeği, pamuk ve çay) iklim değişikliğinden ne şekilde etkilendiğini değerlendirdi. Konuya ilişkin yazısında iklim değişikliğinin tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkilerinin, bu konuda orta-yüksek riskli ülkeler arasında bulunan Türkiye’de de gözlemlendiğine dikkat çekilen araştırmaya göre, kuraklık, Güneydoğu Anadolu bölgesinde buğday, arpa, Antep fıstığı, pamuk gibi önemli ürünlerin verimini düşürdü.

AŞIRI SICAKLAR KAÇINILMAZ!

Benzer şekilde, Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde zeytin ve zeytinyağı üretiminin de olumsuz etkilendiğinin altını çizen Tutal’ın araştırmasında sıcak hava şoklarının, zeytin sineği gibi zararlıların hızla yayılmasına sebep olurken, dolu fırtınalarının da ürünlere ciddi fiziksel zararlar verdiği ifade ediliyor. Yine İç Anadolu’da yeraltı sularının azalması ve kuraklığın, üretimde dalgalanmalara ve gıda güvenliği, göç gibi konularda uzun vadeli tehditlerin oluşmasına neden olduğuna dikkat çekilen yazıda, üreticilerin ekonomik ve teknik sorunlarına iklim değişikliğinin de eklenmesi ile bunlarla mücadele etmekte zorlandıkları dile getiriliyor. Aşırı sıcaklıkların ve kuraklık riskinin Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Ege bölgeleri için kaçınılmaz olduğunun yapılan birçok çalışmanın ortak vurgusu olduğuna dikkat çeken Tutal’ın incelediği beş üründen öncelikle pamuk, ardından ayçiçeği ve buğday için önemli riskler olduğu belirtiliyor.

EN BÜYÜK DARBE PAMUK ÜRETİMİNE

2022 yılında yayınlanan Tutal’ın akademik çalışmasına göre en büyük darbeyi Güneydoğu’da pamuk üretimi yedi. Pamuk, özellikle tekstil sektöründeki kullanımı nedeniyle ülkemiz için oldukça önemli bir ürün iken Türkiye dünyanın en büyük yedinci pamuk üreticisi olmasına karşın yılda yaklaşık 1,5 milyar dolar vererek dışarıdan pamuk alıyor. Türkiye’de üretilmesi büyük ekonomik önem taşıyan pamuğun yetiştirildiği bölgelerin, aynı zamanda iklim değişikliğinin kuraklık gibi olumsuz etkilerine en açık alanlar arasında olduğuna dikkat çeken Tutal, "Şanlıurfa ve Diyarbakır, toplam üretimin neredeyse yarısını gerçekleştiriyor. Oysa hem sıcağı hem de suyu seven pamuk için yağış ve sulama olanakları kritik önem taşıyor. Dolayısıyla Güneydoğu Anadolu’da gözlenen normalin üzerinde sıcaklıklar ve düşük yağışlar, üretimi olumsuz etkiliyor. Güneydoğu Anadolu’da ve Akdeniz bölgesinde pamuk üretiminin sürdürülebilmesi için sulama sistemlerinin verimli hale getirilmesi ve kuraklığa dirençli tohumların tercih edilmesi büyük önem taşıyor” diyor.

AYÇİÇEĞİ ÜRETİMİ VAN VE BİTLİS’E KAYABİLİR

Tutal, İç Anadolu bölgesinde ülkenin en az yağış alan bazı illeri olmasına rağmen bu bölgelerde yüksek su talebi olan ürünler yetiştirildiğine dikkat çekerek, bunun yer altı suları üzerinde de büyük bir baskı oluşturduğunu belirtiyor. Yağışların giderek azalacağını aktaran Tutal, bu nedenle bölgede birçok ürünü yetiştirmenin giderek zorlaşacağını öngörüyor. Bu ürünler arasında buğday üretimi de var. Tutal’ın araştırmasının sonuçları, özellikle ayçiçeği tarımının İç Anadolu’da terk edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Tutal’a göre ılımanlaşan iklim nedeniyle İç Anadolu - Karadeniz geçiş kuşağı ile birlikte Van ve Bitlis gibi Doğu Anadolu illerinde ayçiçeği yetiştirilmesi, uygun bir alternatif olabileceği ifade ediliyor.

BUĞDAY VE ARPA DA YER DEĞİŞTİREBİLİR

Türkiye’de tarımsal üretimde çok önemli bir yeri olan, kayıtlı çiftçilerin yüzde 40’ının ürettiği buğdayda da temel sorun, kuraklık. Tahminlere göre 2050 yılında tarımsal kuraklığın yüzde 37, sıcak hava dalgalarının ise yüzde 40 ila yüzde 100 arasında artacağı öngörülüyor. Kuraklık sorunu önümüzdeki yıllarda buğday üretimini olumsuz yönde etkileyeceği gibi Tutal, Akdeniz ve Ege bölgesindeki ılıman koşullar ve don olaylarının azalması nedeniyle bu bölgenin iç kısımlarında buğday veriminin artabileceği öngörüsünde de bulunuyor. Aynı şekilde bir diğer önemli tarım bitkisi olan arpada da bazı yerlerde verim düşerken bazı yerlerde ise (Erzurum, Kars ve Ağrı) ılımanlaşma bu bölgeleri arpa ve buğday tarımı için daha uygun hale getirebilecek.

ÇAY ÜRETİMİ ARTACAK AMA…

Araştırmaya göre iklim değişikliği Karadeniz’de çay verimini arttırabilir ancak yüksek sıcaklıklar ve nem bitki zararlılarının hızla yayılmasına neden olacak. Bununla birlikte çay üretimini asıl tehdit eden şey ise çok düzensiz ve bol miktarda yağışın toprak yapısını ve bitkiyi etkilemesi.

GIDA FİYATLARINDA SIÇRAMA!

Tutal’ın araştırmasında iklim değişikliğinin tarımsal açıdan en temel olumsuz etkilerinin gıda güvenliği ve gıda fiyatları üzerindeki olacak. Türkiye’de tarımın ekonomik, teknik ve sosyal birçok başka sorunları iklim değişikliğiyle birleştiğinde, kartopu etkisi yaratabilecek. Çiftçinin düşük verimle üretim yapması, maliyetleri de yukarıya çekiyor ki bu da ayçiçeği, pamuk, buğday gibi ürünlerin yurtdışı fiyatlarının daha ucuz olmasına neden oluyor. Haliyle bu yerel üretim yerine dış alımı körüklerken, üreticilerin de tarımı terk etmesine yol açıyor. Bu nedenle toplam ekili alan son 50 yılda iki milyon hektar azalarak 16 milyon hektardan 14 milyon hektara geriledi. Ekimi en fazla daralan ürünler ise buğday, çavdar, üzüm, yulaf, pamuk ve tütün oldu. Tutal’a göre Aralık 2022 itibarıyla gıda enflasyonunda Zimbabwe, Lübnan, Venezuela ve Arjantin’in ardından dünyada beşinci sırada olan Türkiye’de gıda fiyatlarında yeniden bir sıçrama yaşanabilir.

ÖNERİLER

Tutal’ın iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirmek için önerileri ise şöyle:

  • İklim kaynaklı ürün kayıp sigortası mekanizmalarının yaygınlaştırılması ve çiftçilerin girdi maliyetlerini düşürecek teşvik ve desteklerin sağlanması
  • Tarımsal ekipmanların yenilenmesi
  • Kuraklık odaklı su yönetimi
  • Akıllı tarım uygulamaları yaygınlaştırılması
  • Bölgesel ve ulusal politikalar geliştirilmesi
  • Bölgesel ve ulusal ürün desen haritalarının çıkarılması
  • Havza bazlı su yönetimi ve tarımsal ürün deseni

 https://www.evrensel.net/haber/491312/iklim-degisikligi-tarimi-vuruyor-gida-fiyatlarinda-sicrama-uyarisi

31 Mayıs 2023 Çarşamba

Danıştay “Çeşme Talan Projesi”nin önünü açtı!

 

31 Mayıs 2023 14:39

Danıştay “Çeşme Talan Projesi”nin önünü açtı!

Danıştay, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesinin sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararının iptali için açılan davayı reddetti.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAYLAŞ

Özer AKDEMİR
İzmir

Danıştay, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesinin sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararının iptali için açılan davayı reddetti. Danıştay kararında projenin turizme ilişkin yönüne dikkat çekti. Karar Çeşme yarımadasında hızlı bir yapılaşma olacağına yönelik endişeleri arttırdı.

İZMİR’İN ‘KANAL İSTANBUL’U!.. 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Yurttaşların “İzmir’in Kanal İstanbul’u” ve “Çeşme Talan Projesi” olarak adlandırdıkları projeye karşı birçok kurum ve yurttaş dava açmıştı.  Projenin kamu yararına aykırı odluna yönelik iddialar dava sürecinde yapılan bilirkişi raporunda da yer almasına rağmen Danıştay 6. Dairesi projenin yürütmesinin durdurulması talebini reddetmişti. Bu talebe yapılan itirazlar sonrası ise Danıştayın en üst organı olan DİDDK  "hidrolik" santrallerin nitelikli ve sürdürülebilir alanlarda yapılmasına izin veren düzenlemeye ilişkin yürütmeyi durdurmayı red kararını kaldırırken diğer yapılaşma ve faaliyetlere izin veren düzenlemeleri ise uygun bulmuştu.

“EVET, BİRÇOK KORUNAN ALAN VAR ANCAK…”

Danıştay kararında “Çeşme 16.000 hektarın üzerinde bir alanı kapsayacak şekilde yeniden belirlenen Çeşme KTKGB sınırları incelendiğinde; alanda, 1. 2. ve 3. derece Arkeolojik Sit Alanlarının, Alaçatı Kutlu Aktaş Barajı İçme-Kullanma Suyu Havzasının, Kesin Korunacak Hassas Alanlar, Nitelikli Doğal Koruma Alanları ve Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanlarından oluşan Doğal Sit Alanlarının, Akdeniz Foku Yaşam Alanları gibi alanların ve çeşitli ekosistemlerin bulunduğu ve mevzuat düzenlemeleri ile korunan yapılaşma yasağı ya da kısıtlı yapılaşma olanağı bulunan söz konusu alanların birçoğunun dava konusu işlemle belirlenen sınır üzerinde yer aldığı” belirtiliyor. Karar buna rağmen projenin gerekçe raporunda, bölgedeki turizm imkanları ve koruma gereklilikleri yönünden yeterli tespitlerin olduğu, sınırlanın genişletilmesi ve değiştirilmesine ilişkin gerekliliklerin ortaya konulduğu ileri sürülüyor.


DOĞAYI DEĞİL TURİZMİ KORUMAK DAHA ÖNEMLİ!

Kararda; “korunan alanların KTKGB içerisinde yer almalarının gerekçesinin turizm gelişimine yönelik bütüncül planlama kararlarının geliştirilmesine olanak sağlayacak bir bölge sağlanması olarak açıklandığı, söz konusu tespitlerin ilgili mevzuatta aranan hususlar yönünden yeterli olduğu, korunan alanlar ile turizm türlerinin bölgeye entegrasyonuna yönelik genel stratejilere ilişkin değerlendirmelerin bölgeye ilişkin yapılacak -koruma planlan da dahil olmak üzere diğer planlamalara esas olacak detaylı raporlama çalışmalarının konusu olduğu sonucuna ulaşılmıştır” ifadelerine yer veriliyor. Danıştay kararında; “bu gerekçelerle 12/02/2020 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesinin sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Karanında hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Deniliyor.

BİRÇOK KARŞI OY VAR

Danıştay’ın bu kararına karşı davacı kurumların ortak bir basın açıklaması yapacağı belirtilirken, aynı Danıştay kararından İzmir Barosu ve Tabip Odası’nın bu konudaki dava  yönünden ehliyeti de reddedildi. Kurumların ehliyetinin yanı sıra uluslar arası sözleşmelere de atıf yapılan birçok karşı oyların olduğu Danıştay kararını hukukçular doğal sit alanlarına ilişkin hiç bir koruyucu düzenlemenin artık mevcut olmadığının tescili olarak yorumladılar.

 https://www.evrensel.net/haber/491263/danistay-cesme-talan-projesi-nin-onunu-acti

29 Mayıs 2023 Pazartesi

AKP'nin 21 yıllık çevre karnesi (Artı TV)

 



Artı TV de

'in sunduğu #EkonomikOdak programında meslektaşlarım Özgür Gürbüz ve ile AKP'nin 21 yılında ekolojik tahribatlar ve mücadeleleri konuştuk. Seçim yasaklarının başladığı gün yasaklara takılmadan da diyeceklerimizi dedik


28 Mayıs 2023 Pazar

Ayvalık çemeni nerede yaşasın? (Pazar yazısı)

 

28 Mayıs 2023 04:26


 


Fotoğraflar: Günerkenayvalık

 Balıkesir Ayvalık’ın dünyaca ünlü Sarımsaklı Plajı ciddi bir yıkımla karşı karşıya. Ayvalık’ı dünya markası yapmak ve turizmi geliştirmek adı altında ne yazık ki güzelim Sarımsaklı Plajı’nın kumsallarına beton dökülüyor. Üstelik 2017 yılında Sarımsaklı Plajı’nda keşfedilen ve dünya üzerinde sadece bu plajda yetiştiği için “Ayvalıkensis” adıyla literatüre kazandırılan Ayvalık çemeninin çiçekleri üzerine dökülüyor betonlar! Bu kadarı da olmaz mı diyorsun? Oluyor, maalesef!..

BİTKİLERİN İSİM ANASI

2017 yılında Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gülendam Tümen, Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Satıl ve Altınoluk Meslek Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Selami Selvi tarafından başlatılan ‘Balıkesir’in biyolojik çeşitliliği, biyolojik zenginliği’ projesinde keşfedilen bir bitkinin o güne kadar bilinen hiçbir türe ait olmadığı ortaya çıktı. Bitkiye “Ayvalıkensis” (Ayvalık çemeni) adı verilirken bitkinin Latince adı ise litratüre ‘Trigonella coerulescens ayvalikensis’ olarak kaydedildi.

Prof. Dr. Gülendam Tümen neredeyse yarım asrı bulan (46 yıl) akademik yaşamı boyunca yaptığı araştırmalar ve buluşlarla “bitkiler isim anası” olarak anılan bir bilim insanı. Yaptığı çalışmalar ve keşfettiği türler nedeniyle Tümen’in adı birçok bitkiye verildi. Nepeta argolica subsp. tumeniana (Gülnanesi), Sideritis gulendamiae (Hanımçayı), Stachys gulendamii ve Taurocletodes tumenae sp. Nov bunlardan sadece birkaçı. Tümen ve ekibinin son buluşu ise dünya literatürüne  “Ayvalıkensis” (Ayvalık çemeni) adı ile geçti.

2020 yılında emekli olan Tümen’in de içinde bulunduğu öğretim üyeleri tarafından keşfedilen bu bitki dünyada sadece Ayvalık’ın Sarımsaklı Plajı’nda, çok dar bir alanda yetişiyor. Yaşam alanı son derece kısıtlı olduğu için nesli tehlike altında olan bu nadir bitkinin fotoğrafı 2018 yılında basılan “Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Çiçekli Bitkileri” kitabının da kapak resmi olarak kullanıldı. Türünü devam ettirebilmesi için gözümüz gibi korumamız gereken bu bitkinin tam da yayılım gösterdiği alanlara ne acıdır ki “Turizmi geliştirme” adı altında bir süredir beton yollar, parke taşları döşeniyor!..

 

Fotoğraf: Günerkenayvalık

SAHİL YAPILAŞMAYA NASIL AÇILDI?

Endemik bitkinin yaşam alanını tehdit eden bu süreç 2014 yılında, yerel seçimlerinden hemen sonra başladı. Sarımsaklı Plajı’nda 230 dönümlük alanın Balıkesir Büyükşehir Belediyesine kiralanması sonrası belediyenin plajda yapılacağını duyurduğu proje Ayvalıklıların yoğun tepkisi ile karşılaşınca geri çekilmişti. Yine de sermaye açısından rantı son derece iştah kabartıcı olan bu projeden vazgeçilmedi.

Bölgenin statüsünün “Doğal Sit-Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” olarak tescil edilmesinin ardından da düğmeye basıldı. Bu statü değişikliği bölgeyi “Niteliğini Kaybetmiş Kumsal Alan” olarak yapılaşmaya açık hale getirdi ve “rekreasyon alanı” adı altında, ÇED muafiyetinin de arkasına sığınılarak sahilde betonlaşma ve yapılaşmayı başlatan proje uygulanmaya başlandı.

Bu proje öncesi Ayvalık halkı, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve üniversitelerin hiçbirinden görüş alınmış değil. Hal böyle olunca proje kapalı kapılar arkasında, halkın çıkarı değil bir grup sermayedarın çıkarı için pişirildi. Dolayısıyla Ayvalıklıların kıyı yasası, planlama, şehircilik ilkeleri ve kamu yararına aykırı olduğu yönünde ciddi eleştirileriyle birlikte tepkilerin de odağı oldu.

 

Fotoğraf: Günerkenayvalık

MİLYON YILDA OLUŞAN KUMSALA TAŞ VE BETON DÖKÜLÜYOR

17 Mayıs’ta Sarımsaklı Plajı’nda bir araya gelen Ayvalıklılar Türkiye’nin en uzun kumul ekosistemleri arasında yer alan kumsalın Madra Çayı’nın Kozak’tan taşıdığı granit kumuyla milyonlarca yılda oluştuğuna dikkat çektiler. Yurttaşlar Sarımsaklı kumsallarının taş ve betonla kaplanarak şantiye alanına çevrilmesinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler.

Bu rahatsızlıklardan bazıları şöyleydi;

  • Halka ait olması gereken Sarımsaklı Plajı’nda sahil şezlongculara, işletmelere kiraya verilerek halkın olması gereken plaj yok edilecek
  • Nicedir işgal altında olan, kavgaların, hak ihlallerinin yaşandığı Sarımsaklı Plajı’nda artık para ödenmeden havlu bile serilemeyecek, bir sonraki aşamada denize bile girilemeyecek
  • Temel ihtiyaç olan duş, tuvalet, soyunma kabini gibi yapılar da parayla kullanılacak
  • Güya halkın yararı için yapılan bisiklet yolu, yürüyüş yolu, konser alanı gibi alanlar rantiyenin elinde ticaret malzemesi haline gelecektir.

ULUSLARARASI SKANDAL!

Gelelim işin belki de tüm dünyada tepki uyandıracak boyutuna. Kendine has florasıyla, endemik türlerin yaşam alanı olan plajda 2017 yılında keşfedilen endemik “Ayvalıkensis” bitkisinin dünyada tehlike altındaki türlerin kırmızı listesine (IUCN) göre, “Zarar görebilir” türler içerisinde yer alması sahildeki yıkımı uluslararası bir tartışmanın konusu da yapabilir. Dünya üzerinde türü tehdit altında olan ya da zarar görebilir notuyla koruma listesine eklenen türler, bu özellikleriyle sadece bizleri değil tüm dünyayı ilgilendiren bir niteliğe bürünürler. Türkiye de, bu koruma altına alınan türlerle ilgili Basel ve Bern Sözleşmeleri gibi uluslararası sözleşmelere taraf olduğu için söz verdiği şekilde bu türleri korumakla mükellef. Bununla birlikte, sadece Sarımsaklı Plajı’nda yaşayabilen “Ayvalıkensis” bitkisinin sahile turistik tesis, duş, spor alanı, gezi yolu yapılacağı gibi gerekçelerle kamyonlar altında ezilmesi, yaşam alanlarına beton dökülmesi Türkiye’nin imza attığı bu uluslararası anlaşmalara tamamen aykırı davrandığı anlamına gelir.

 

Fotoğraflar: Günerkenayvalık

DÜNYA İNSANLARIN BABASININ ÇİFTLİĞİ DEĞİL!

Dünya insanların babasının çiftliği değil! Tüm canlı türlerinin en az insanlar kadar yaşama, soylarını devam ettirme hakları var. İnsanlar, kendi yaşam koşullarını iyileştirmek ya da Sarımsaklı Plajı’nda yapılan projede olduğu gibi küçük bir grubun kasasına para akıtmak için endemik bir türün yaşam alanını yok edemez, türe zarar veremez.

Bu, deprem ve seçimler nedeniyle ikinci planda kalan ancak şu sıralarda yeniden gündeme gelen “ekokırım yasası” kapsamında tartışılması gereken bir konu aslında. Bir türün yaşam hakkını yok etmenin insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına alınması ve ekokırım olarak nitelenerek en ağır şekilde cezalandırılmasını öngören yasa teklifi önümüzdeki günlerde kamuoyunda daha çok tartışılacaktır. Bu açıdan da gerek Balıkesir Büyükşehir Belediyesini, gerekse bu yıkım projesinin altında imzası olan ya da yetkisi olduğu halde bu yıkıma karşı koymayan tüm kurum-kuruluş ve hatta bizleri, yani yurttaşları ilgilendiren bir durum söz konusu.

Adımızın gelecekte “ekokırımcı” olarak anılmasını istemiyorsak “Ayvalıkensis”i mutlaka korumak zorundayız. Bu, bizim gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz ve dünya üzerindeki tüm türlerin yaşam hakkı için bugünden yapmamız gereken bir ödevdir…

 https://www.evrensel.net/yazi/93062/ayvalik-cemeni-nerede-yasasin

27 Mayıs 2023 Cumartesi

Hablemitoğlu davasından tahliye edilen Bozkır başka bir davadan tutuklandı

 

27 Mayıs 2023 12:56


Hablemitoğlu davasından tahliye edilen eski ÖKK yüzbaşısı Nuri Gökhan Bozkır'a "Soğan tırları" davasından 21 yıl 9 ay hapis ceza verildi. Bozkır tutuklanarak cezaevine konuldu.




Özer AKDEMİR

18 Aralık 2001 tarihinde Ankara'da ki evinin önünde öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu suikasti davasında geçtiğimiz günlerde tahliye edilen tutuklu 6 sandıktan Nuri Gökhan Bozkır'a kamuoyunda "Soğan Tırları Davası" olarak bilinen dosyadan 21 yıl 9 ay hapis ceza verildi. Bozkır tutuklanarak cezaevine konuldu.

IŞİD'E PATLAYICI GÖTÜRÜYORLARDI

Şanlıurfa Akçakale’de 2015 yılı Eylül ayında  soğan kamuflajıyla IŞİD’e bomba yapımında kullanılan infilaklı fitil taşıyan TIR ile ilgili açılan dava basına Soğan TIR'ları Davası olarak yansımıştı. Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce  9 şüpheli hakkında IŞİD’e silah sağlama, örgüt üyeliği, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçlarından dava açılmıştı.

Hakkında açılan bu davadan sonra eski Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) yüzbaşısı Nuri Gökhan Bozkır Ukrayna'ya kaçmıştı. Bozkır 2006 yılında eski kamuoyunda "Sauna Çetesi" olarak bilinen mafya grubu ile ilişkisi ortaya çıktıktan sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilmişti.

HABLEMİTOĞLU SUİKASTİ İTİRAFLARI

Soğan TIR'ları davası devam ederken Ukrayna'ya kaçan Bozkır, burada Necip Hablemitoğlu suikasti ile ilgili Gazeteci Zihni Çakır’a itiraflarda bulunmuştu. Bozkır'ın bu bu itiraflarandan sonra suikastle ilgili olarak ÖKK içinde görev yapmış askerler, Gülen Cemaati yöneticileri ve silah ticareti yaptığı ileri sürülen kişiler hakkında soruşturma açılarak tutuklama kararları verilmişti.

Bozkır, suikasti o dönem ÖKK Muharebe Arama Kurtarma (MAK) Komutanı Albay Levent Göktaş'ın emri ile ÖKK'dan bir ekibin gerçekleştirdiğini, kendisinin de gözcülük yaptığını ileri sürmüştü. Bozkır suikastta tetiği ise ÖKK yüzbaşısı Tarkan Mumcuoğlu’nun çektiğini iddia etmişti.

MİT'İN İŞKENCESİ VE GERİ ALINAN İTİRAFLAR

Suikast davası açıldıktan sonra hakkında kırmızı bülten çıkarılan Bozkır bulunduğu Ukrayna'dan iade edilmişti. MİT tarafından bir tabutun içinde getirildiğini ve 20 gün çok ağır işkenceler gördüğünü ileri süren Bozkır, mahkeme aşamasında Hablemitoğlu suikasti ile ilgili ifadelerinin hepsini geri almıştı. Bozkır, ifadelerini gazeteci Zihni Çakır’ın yönlendirmesi ile oluşturduğunu iddia etmişti.

TAHLİYELER NASIL OLDU?

Bozkır'la birlikte aralarında L. Göktaş ve T. Mumcuoğlu’nun da bulunduğu ÖKK subayları ile FETÖ yöneticilerinin bulunduğu 6 kişinin tutuklandığı dava 14 Şubat 2023 tarihinde görülmeye başlanmıştı. Davanın Mayıs ayında yapılan 3. celsesinde tetikçi olduğu ileri sürülen Mumcuoğlu’nun o dönemde Kazakistan'da olduğuna dair mahkemeye yeni kanıtlar sunuldu. Bu yeni kanıtların ardından mahkeme Mumcuoğlu’nun tetikçi olmayabileceğine yönelik kanının güçlendiği gerekçesiyle tüm tutuklu sanıkları tahliye etmişti.

Bozkır'ın dün tutuklandığı Soğan TIR'ları davası ise IŞİD'e yasadışı silah satışı ile ilgili.

 https://www.evrensel.net/haber/490967/hablemitoglu-davasindan-tahliye-edilen-bozkir-baska-bir-davadan-tutuklandi

26 Mayıs 2023 Cuma

Lapseki’de altın madeninde bilirkişi keşfi | “Bir doğa parçası sonsuza kadar yok olacaktır”

 

 26 Mayıs 2023 13:00


Lapseki'de Nurol Holding'in TÜMAD Altın Madeni Projesine karşı açılan davada bilirkişi keşfi yapılıyor. Dr. Enver Yaşar Küçükgül “Maden işletilirse bir doğa parçası sonsuza kadar yok olacaktır" dedi.



Fotoğraf: Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği


Özer AKDEMİR

Çanakkale Lapseki ilçesinde Nurol Holding'e ait Tümad Altın Madeni Projesine karşı açılan davada bilirkişi keşfi yapılıyor. Dün maden sahasında davacı kurum temsilcileri  ve uzmanlar tarafından yapılan ön keşifte ise maden alanının yöredeki su kaynaklarına yakınlığı ve bölgenin tarıma açısından büyük risk taşıdığı yerinde gözlemlendi.

MADEN İÇME VE TARIMSAL SULAMA SUYU BARAJINA SADEC 1 KM!


Fotoğraf: Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

Maden alanında dün yapılan ön incelemeye Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan, Avukat Cem Altıparmak ve TEMA Vakfı Çevre Politikaları Proje Koordinatörü Onur Küçük’ün yanı sıra Dokuz Eylül Çevre Mühendisliği Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Dr. Enver Yaşar Küçükgül ve yöreden yurttaşlar katıldı. Nurol Holding’e ait maden alanının ormanlık arazide ve bölgenin can damarı olan barajlar havzasında olduğunu söyleyen Lâpseki Çevre Koruma, Üretim ve Dayanışma Derneği (LAPSEKİDER) Başkanı Muammer Şimşek bulunulan alandan görülen barajlar hakkında bilgi verdi. Bayramdere Barajının hem içme hem de tarımda kullandıklarını ”Bayramdere boyunca şeftali kiraz, hurma ve erik yetiştiriyoruz. Hemen altında Adatepe köyü var ve Kovanlıkdere’den alınan su ile arazilerini suluyorlar. İddialara göre maden tahliye suyunu Kovanlıkdere’ye veriyormuş” dedi.

“BURADA HİÇBİR FAALİYETE İZİN VERİLMEMESİ GEREKİYOR”


Fotoğraf: Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

Bu söylenenlerin olayın görünen yüzü olduğunu söyleyen Dr. Enver Yaşar Küçükgül, Türkiye’deki mevzuata göre her içme suyu barajının kısa-orta-uzak koruma mesafeleri olması gerektiğini belirtti. Maden pasalarının yığılacağı söylenen yerden Bayramdere Barajının kuş uçuşu 1 km olduğuna dikkat çeken Küçükgül, “Yani barajın orta koruma mesafesi. Burada hiçbir surette hiçbir faaliyete izin verilmemesi lazım mevcut yönetmeliğe göre. Çünkü burada ne yaparsanız yapın, (maden 10 yıl çalışıp gideceğini söylüyor ama gitmezler) beş yılda dahi yer altı sularına karışma olması söz konusu. Ayrıca yüzey akışları ile gelen her su akışı bu barajı imha edecektir” dedi.

“SULAR KİRLENECEK, BİTKİ DE YETİŞMEYECEK”

Altın madeni cevherinin yanı sıra bölgede toplam 36 milyon tonu bulan, 100 ve 150 metre yüksekliğinde iki pasa tepesinin meydana geleceğini belirten Küçükgül, “Bu pasalar zehirli ağır metalleri içerdikleri gibi içerisindeki kükürt içeriği yüksek olduğu için hiçbir işlem yapılmasa bile havının nemi ile asit üretecektir. Bu asit önüne gelecek tüm mineralleri çözecektir. Bu ise tüm yeraltı sularının kirlenmesi ve bu suların kullanılmaması demektir. Yani bitki de yetiştiremeyeceksiniz” diye konuştu.

“BİR DOĞA PARÇASI SONSUZA KADAR YOK OLACAK”

Madenden iki kilometre uzaklıkta bulunan Çanakkale Boğazı’nın da kirlilik tehdidi ile karşı karşıya olduğunu kaydeden Küçükgül, şöyle konuştu; “Buradan bin ton altın elde edilse bu atıkların arıtımı için çok daha fazla para harcanması gerekiyor. Bu maden işletilirse bir doğa parçası sonsuza kadar yok olacaktır. Dünyanın hiçbir yerinde eski haline getirilmiş bir tane bile altın madeni sahası yok. Birileri birkaç ton altın sahibi olsun diye, bütün bu güzelliklerin ortadan kaldırılması söz konusu. Bu topraklar bizim dedelerimizin kanı ile alındı. Bu toprakları bir daha kullanılamayacak hale getirme hakkı hiçbir kanunda yoktur”.

ECZACIBAŞI MADENİ NUROL HOLDİNG’E SATTI


Fotoğraf: Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

2021 yılında Eczacıbaşı Holding’den Nurol Holding (TÜMAD A.Ş.) tarafından devir alınan işletme ruhsatı kapsamında açılmak istenen altın-gümüş madeni projesi için 2013 yılında 34 hektar alan için “ÇED Olumlu” kararı alınmıştı. Yeni ÇED Raporu ile bu 34 hektarlık alan 429 hektara çıkarılmak isteniyor. Proje kapsamında Şahinli'de elde edilecek cevher, şirketin 1,5 kilometre yanındaki mevcut Lapseki Altın Madeni Projesi alanındaki zenginleştirme tesisine taşınacak ve proses atıkları da aynı proje kapsamındaki katı atık depolama alanına konulacak. Proje ömrü boyunca 8.270.825 ton cevher, 35.901.341 ton pasa olmak üzere toplam 44.172.166 ton kazı yapılacak.


8 bin 500 yıllık kaya resimlerine yeni tehdit!


26 Mayıs 2023 04:34


Antik çağdaki adı ile Latmos olan Beşparmak Dağları, aynı dönemin söylencelerinde Prehistorik taş kültü hava ve yağmur tanrısının evinde, yeni bir maden işletmesi için ÇED süreci başlatıldı.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Aydın’a bağlı Söke ilçesi sınırları içerisinde yer alan antik çağdaki adı Latmos olan Beşparmak Dağlarında yeni bir maden işletmesi için ÇED süreci başlatıldı. Tarih öncesi kaya resimlerinin yoğun olarak bulunduğu Karakaya köyü yakınlarında, Kormad Madencilik tarafından işletilmek istenen feldspat madeni binlerce zeytin ve kızılçam ağacının yanı sıra 8 bin 500 yıl öncesine tarihlenen kaya resimlerini de tehdit ediyor. Bölgenin milli park ilan edilmesi için 2015 yılında yapılan başvuru ise 8 yıldır bakanlıkta sonuçlanmayı bekliyor.

MİLLİ PARK BAŞVURUSU SÜMEN ALTI

Dünyadaki ender jeolojik oluşumlara ev sahipliği yapan bölge, tarihi ve bitki örtüsünün yanı sıra değişik şekillerdeki kaya yapıları ile de jeopark olmayı hak eden bir yer. Bölgenin öncelikli olarak jeopark ilan edilmesi ve milli park koruma statüsüne alınması ile ilgili başvurular bakanlıkta sümen altı edilip yıllardır sonuçlandırılmazken, böylesine önemli bir bölgede madencilik işletmeleri ise birbiri ardına üretime geçmeye ya da kapasite arttırmaya devam ediyor.

MADENİN TAMAMI ÖNEMLİ DOĞA ALANI İÇERİSİNDE

Kormad Madencilik tarafından Karakaya Mahallesi Söğütözü mevkiinde 39 bin metrekarelik bir alanda yapılmak istenen madene en yakın konut ise 300 metre mesafede. Proje sahasının tamamı “orman alanı” ve “önemli doğa alanı” olarak geçiyor. Bölgede kızılçamla birlikte zeytin ağaçları da baskın ağaç türleri arasında. Bu nedenle il tarım müdürlüğü madene yakın tarım arazilerindeki zeytin ağaçlarının vejetatif ve generatif gelişmelerine engel olmayacak şekilde tedbirlerin alınması şartı ile faaliyete ‘olur’ vermiş.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

‘HAVA VE YAĞMUR TANRISININ EVİ’NE MADEN OCAĞI

Antik dönem söylencelerinden Latmos (Beşparmak) Dağı’ndaki taş kültü hava ve yağmur tanrısının evi olarak geçiyor. Dağın dört bir yanı ise neolitik dönemde bölgede yaşamış insanların bıraktığı izler ile dolu. Anadolu’nun kutsal dağlarından birisi olarak bilinen Latmos’da (Beşparmak) günümüze kadar 180’e yakın kaya resmi tespit edilerek kayıt altına alındı. Bu kaya resimlerine her geçen gün bir yenisi eklenirken, kaya resimlerinin en yoğun olduğu Karakaya bölgesinde bu madencilik faaliyetleri nedeniyle çok sayıda kaya resminin yok edilmiş olma olasılığı var. Kaya resimleri, konu ve üslup açısından “Dünyada bir benzeri yok” diye tanımlanıyor.

TARİH ÖNCESİ KAYA RESİMLERİ ŞENLİĞİ NEDEN YAPILMIYOR?

Maden işletmesinin bulunduğu bölge yakınlarında 2015 yılına kadar “Karakaya Tarih Öncesi Kaya Resimleri Şenliği” yapılırken, bu tarihten sonra festivallerin yapılmaması dikkat çekici. Şenlik alanına çok yakın olan maden işletmelerinin yarattığı doğa yıkımı ve madenlerin tarih öncesi kaya resimlerine zarar verme olasılığının görülmemesi nedeniyle bu festivalin iptal edildiği ileri sürülürken, ne gariptir ki madenin ÇED raporunda ne kaya resimlerinden ne de festivalden tek satır söz ediliyor!

KORUMA ALTINDA OLAN CANLI TÜRLERİ DE TEHLİKEDE

Maden projesi yaşama geçerse yılda toplam kapasite 1 milyon 320 bin ton olacak. ÇED raporunda proje alanı ve etki alanında 22 familyaya ait 32 tür tespit edilirken bu türlerden 2 familyaya ait 3 amfibi türden birisi olan gece kurbağası, (bufo viridis ) Bern Sözleşmesi Ek-2 listesinde (Kesin olarak koruma altına alınan fauna türleri), diğer 2 tanesi ise Bern Sözleşmesi Ek-3 listesinde (Korunan fauna türleri) arasında bulunuyor.

EKODOSD: BİLİNMEDİK RESİMLER OLABİLİR

Bölgenin koruma altına alınması ve milli park ilan edilmesi için başvuran  Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Başkanı Bahattin Sürücü bölgede bilinen kaya resimlerinin hepsinin tescil edildiğini ancak bilinmeyen bir kayanın altında da resmin olabileceğini dile getirdi. Bunun uzun yıllar içerisinde yapılacak araştırmalarla ortaya çıkabileceğini belirten Sürücü, “Bununla birlikte bölgenin tüm doğal peyzajı yok oluyor” dedi. Ankara’dan Doğa Koruma Milli Parklar genel müdür yardımcısı ve daire başkanları ile birlikte Tabiat Varlıklarını Koruma genel müdürüne de bölgeyi gezdirdiklerini aktaran Sürücü, “Bunlardan hariç Aydın vali yardımcısı ve bölgedeki diğer kurumlarla birlikte bir AKP milletvekilini gezdirmiştik. Tüm bu gezilerin sonuçlarından hazırlanan bir raporun Ankara’ya, bakanlığa gönderildiğini kaydeden Sürücü, buna dair henüz bir gelişme olmadığını söyledi.

 https://www.evrensel.net/haber/490835/8-bin-500-yillik-kaya-resimlerine-yeni-tehdit?a=dEAT

21 Mayıs 2023 Pazar

Bir tetikçi aranıyor! (Pazar yazısı)

 

 




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel 



Tüm yazıları

18 Aralık 2002 tarihinde Ankara’da bir suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu davasında tutuklu 6 sanık da tahliye edildi. Gelinen aşamaya ve son mahkeme kararına baktığımızda mahkeme heyetinin en azından suikastta tetiği çektiği ileri sürülen Eski Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) Yüzbaşısı Tarkan Mumcuoğlu’nun tetikçi olmadığına ikna olduğu görülüyor. Heyet, bütün sanıkların tahliyesine karar verdiği duruşmada aynı zamanda Ankara Cumhuriyet Savcılığına asıl tetikçinin bulunması ile ilgili de suç duyurusunda bulundu.

DAVA ÇÖKTÜ!

T. Mumcuoğlu’nun suikastın tetikçisi olduğunu ilk ortaya atan kişi, Eski ÖKK Yüzbaşısı Nuri Gökhan Bozkır’dı. Bozkır, MİT tarafından Ukrayna’dan Türkiye’ye getirildikten sonra ağır işkenceler gördüğünü ileri sürerek tüm iddialarını geri aldı. Böylece davanın en önemli tanıklığı çöktü. Savcı Zafer Ergün’ün 364 sayfalık iddianamesindeki suikast kurgusunun en kilit noktası T. Mumcuoğlu’nun Kazakistan’da görevli iken (Hatta sırf bu suikast için kamuflaj olması amacıyla Mumcuoğlu’nun Kazakistan’a bilinçli olarak gönderildiğini ileri sürüyor savcı) gizlice Türkiye’ye geldiği ve suikastı gerçekleştirip yeniden aynı yolla Kazakistan’a döndüğüydü. İddia, 20 yıl öncesinin HTS kayıtları, Mumcuoğlu’nun Türkiye’ye gelmeden önce Kıbrıs’a geldiği ve buradan Türkiye’ye geçtiği, bu süreçte eşiyle Kıbrıs hatları üzerinden görüştüğü, suikast için Türkiye’de bulunduğu iddia edilen günlerde eşi ve babası ile Kazakistan’dan hiçbir görüşme yapmamasının şüpheleri güçlendirdiği gibi bir dizi delille birlikte sunuluyordu. Şimdi, davanın 18 Mayıs 2023’teki duruşmasında mahkemeye sunulan yeni delil ve tanıklar bir anlamda tüm bu kurguyu ve delilleri “çöp” etmiş görünüyor.

MUMCUOĞLU’NUN KAZAKİSTAN’DA OLDUĞU KANITLANDI MI?

Avukatları mahkemeye Mumcuoğlu’nun görevde bulunduğu 6 aylık dönemde Türkiye’ye hiç gelmediği, bu kişiyle Kazakistan’a giden askeri personel ve yine aynı askeri personelden eğitim alan Kazak askeri personelin tanıklıklarının belgelerini sundular. Bu deliller arasında suikastın işlendiği tarih olan 2002 aralık  ayı içerisinde Kazakistan’da, kazak askeri personelle çekilen fotoğrafları da yer aldı! Haliyle eğer Mumcuoğlu Kazakistan’da ise tetiği çeken kişi o olamazdı.


Fotoğraf: DHA

TETİĞİ KİM ÇEKTİ?

Son deliller mahkeme heyetinin işte bu olasılığa daha çok ikna olduğunu gösteriyor. Heyet bu nedenle Mumcuoğlu ve diğer sanıkları tahliye ederken, “Tetiği kim çekti o halde” sorusuna yoğunlaşılması gerektiğine işaret ediyor. Mahkeme “Tetiği çeken failin T. Mumcuoğlu olmayabileceği anlaşılmakla, olayda tetiği çeken asıl failin kim olduğunun tespiti için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına” karar verdi. Bununla birlikte tahliye edilen diğer sanıklar gibi yurt dışına çıkışı yasaklanan Mumcuoğlu diğerlerinden farklı olarak her ayın 1. günü adli kontrol için ikametine en yakın kolluk birimine imza atacak. Mahkeme buna gerekçe olarak ise T. Mumcuoğlu’nun N. Hablemitoğlu’na Alman Vakıfları ile ilgili belgeleri veren kişi olabileceğine dair kuvvetli şüpheleri gösterdi.N. Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu, sonrasında mahkeme aşamasında, Mumcuoğlu ile yüzleşmiş ve T. Mumcuoğlu’na çok benzettiği bir kişinin eşi ile öldürülmeden kısa bir süre önce üniversitedeki odasında görüştüğünü söylemişti. Duruşmada Mumcuoğlu’nun Şengül Hablemitoğlu’na dönerek “Tüm masumiyetim ile gözlerinize bakarak söylüyorum ki sizi ve eşinizi hiç görmedim” demesine karşın, aradan 20 yıl geçtikten sonra kesin bir teşhis yapamayacağını söyleyen Ş. Hablemitoğlu ise “Ben sizin gülüşünüzü çok benzetiyorum oysa” yanıtını vermişti. İşte mahkeme heyeti, bu tanıklığıT. Mumcuoğlu’nun N. Hablemitoğlu’yla öldürülmeden önce görüştüğüne dair kuvvetli şüphe olarak değerlendirdi anlaşıldığı kadarıyla.

GELİNEN NOKTADA...

Suikast davasını başından bu yana izleyen, Hablemitoğlu’nu, öldürülmeden önce yazdığı “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabından bu yana takip eden, öldürülmesinin ardından hem yazdığı bu kitap hem de suikastın izini süren, tüm bu fikri takibini de 2011 yılında yazdığı “Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama gerçeği” kitabında aktaran bir gazeteci olarak gelinen noktada düşüncelerim şöyle;

Davada başa dönüldü! Dava dosyasını ilk okuduğumda var olan delillerle bu suikastın kanıtlanamayacağını,

Dava sürecini başlatan N. Gökhan Bozkır’ın çelişkili ifadelerinin bu kişinin itiraflarını gölgelediğini, bu itiraflara itibar edilmeyeceğini,

Yine Bozkır’ın Ukrayna’dan Türkiye’ye getirildikten sonra kameralar karşısındaki görüntüsünün bu kişiye işkence yapılmış izlenimi verdiğini, işkence altında alınan ifadelerin geçerli olmayacağını yazmıştık.

Her ne kadar mahkeme heyeti, Ankara Barosunun Bozkır’a işkence iddialarını güçlü bir şekilde aktardığı raporunu “işkence ile ilgili suç duyurusu” için yeterli görmese de bu olasılığı yok saymadığı, buna rağmen belki de işkence ile suçlanan MİT’i korumak için böylesi bir yola başvurduğu güçlü bir olasılık. Mahkemenin Bozkır’ın ifadelerinin işkence altında alındığını kabul etmesi bu kişinin tüm ifadelerini “hukuk dışı” yapacağı gibi, AKP hükümetini de işkenceye göz yuman bir iktidar durumuna düşürecek uluslararası sonuçlara yol açabilirdi.

Sanık avukatlarından Vural Ergül’e göre ise MİT, Bozkır’a işkenceyi tam da bu nedenle, itirafları hukuk dışı bırakmak için yapmıştı. Yani MİT aslında Bozkır’ın samimi itiraflarını “mundar edip” delil karartmıştı.

Bir yazıda “T. Mumcuoğlu’nun Kazakistan-Türkiye arasındaki iddia edilen seyahati bu iddianamenin en güçlü ve aynı zamanda en zayıf halkası! T. Mumcuoğlu’nun suikast tarihinde Kazakistan’da olduğu kanıtlanırsa iddianame çöker! KKTC’de olduğu ve buradan Türkiye’ye geldiği kanıtlanırsa suikastle bu kişiler arasındaki en somut delile ulaşılmış olur!” diye yazmıştım. Son celsede sunulan deliller, mahkeme heyetini Mumcuoğlu’nun suikast tarihinde Kazakistan’da olduğuna dair ikna etmiş görünüyor. Yani iddianame bu anlamda çökmüş durumda.

Yine de bu meseleye dair hâlâ bazı karanlık noktalar da yok değil. T. Mumcuoğlu’nun eşi Z. Mumcuoğlu’nun suikast öncesi ve sonrasında Kıbrıs’taki bir sabit numaradan kimle görüştüğü hâlâ sır. Z. Mumcuoğlu’nun ifadesi önümüzdeki günlerde alınacak.

Konu çok derin ve boyutlu. Şu kadarını söyleyerek bitireyim;

Bir yazıda “N. Hablemitoğlu’na Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabını kimler yazdırmışsa tetiği de onlar çekti” demiştim. Bugün aynı iddiayı yineliyorum. Bu konuda da hâlâ en şüpheli kesimin F. Gülen Cemaati ve onlarla iş tutan yerli-yabancı derin yapılar olduğunu düşünüyorum.

Yeni bir tetikçi arayan Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesine Kandıra F Tipi Cezaevine bir bakmalarını öneriyorum. Belki aradıkları tetikçi 2003 yılından bu yana oradadır! Hatta belki de suikastı yıllar öncesinden itiraf etmiş bile olabilir...


https://www.evrensel.net/yazi/93021/bir-tetikci-araniyor

Bakanın övündüğü tablonun ardındaki gerçek: Türkiye 20 yılda 500 ortalama puana bile ulaşamadı

 

 21 Mayıs 2023 17:34


Prof. Dr. Ali Şahin, Bakan Mahmut Özer'in PIRLS sonuçlarına göre Türkiye'nin puanını en çok arttıran ikinci ülke olduğu açıklamasının gerçeği yansıtmadığını, algı yaratmaya dönük olduğunu belirtti.



Arşiv | İzmir'de 3 okulun eğitim verdiği bina | Fotoğraf: MA


Özer AKDEMİR

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer geçtiğimiz gülerde yaptığı açıklamada Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Araştırması (PIRLS) sonuçlarına göre Türkiye'nin puanını en çok arttıran ikinci ülke olduğunu söyledi. Bu rakam gerçekten doğru mu? Durum gerçekten bakan dediği gibi mi?” diye sorduğumuz Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Şahin durumun aktarıldığı gibi olmadığını, bakanın başarı öyküsünün aslında algı yaratmaya dönük olduğunu söyledi.

PIRLS NEDİR?

Bakan Özer geçenlerde yaptığı açıklamada "Türkiye'nin PIRLS'te 2001 yılında 449 olan ortalama puanı, 2021 yılında 47 puanlık artışla 496'ya yükseldi. Bu sonuca göre Türkiye puanını en çok artıran 2. ülke oldu" dedi. Kısaca PIRLS (Progress in International Reading Literacy Study) olarak bilinen Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Araştırması Türkiye’nin de üyesi olduğu Uluslararası Eğitim Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu -IEA tarafından 5 yıllık döngülerle yapılıyor. Araştırma ilkokul 4. sınıf öğrencilerinin farklı metin türlerine göre okuduğunu anlama becerilerini ve okuma alışkanlıklarını değerlendiren bir çalışma.

TÜRKİYE 20 YILDIR KATILMIYORDU

Bakanın açıklamalarını ve PIRLS değerlendirmelerini sorduğumuz Prof. Dr. Ali Ekber Şahin, PIRLS kapsamında, dördüncü sınıf öğrencilerinin okuduğunu anlama ve okuma alışkanlıklarını değerlendirmenin yanında bunları etkileyen faktörleri ortaya çıkarmak için okul özelliklerini, öğretmen özelliklerini, program özelliklerini, öğrenci özelliklerini, anne-baba özelliklerini ve ev ortamlarını ortaya koyan anketlerin de uygulandığını aktardı. Ekber, öğrenci, öğretmen ve velilere uygulanan bu anketlerden elde edilen bilgilerin öğrencilerin sınav sonuçları ile ilişkilendirildiğini ifade etti. PIRLS’in 5 yıllık döngülerle yapılmasına rağmen Türkiye 2001 yılındaki ilk katılımından 20 yıl sonra, 2021 yılında bu araştırmada ikinci kez yer aldığını belirten Şahin, Türkiye’nin 2006, 2011 ve 2016 araştırmalarına niçin katılmadığına ilişkin herhangi bir açıklamanın da yapılmadığını dile getirdi.


Fotoğraf: Ali Şahin'in arşivinden

TÜRKİYE’NİN PUANI 20 YIL SONRA DA ORTALAMANIN ALTINDA

2001 yılında yapılan PIRLS’e 35 ülkenin katıldığını ve ortalaması 500 olan PIRLS projesinde en başarılı ülkenin 561 puan ile İsveç olduğunu kaydeden Şahin, Türkiye 449 standart puan ile 35 katılımcı ülke arasında 28. sırada yer aldığını vurguladı. Şahin’in verdiği bilgilere göre Türkiye’nin altında yer alan ülkeler Makedonya, Kolombiya, Arjantin, İran, Kuveyt, Fas ve Beliz. 2021 yılında yapılan PIRLS’e ise 57 ülkenin katıldığını sırasıyla 587 puanla Singapur, 573 puanla Hong Kong ve 567 puanla Rusya’nın ilk üç sırada yer alan ülkeler olduğunu aktaran Şahin, Türkiye ise 496 puan ile 2001 yılında olduğu gibi 500 ortalama puanın altında kalarak 39. sırada yer aldığını dile getirdi.



Grafik: pirls2021.org

"BU VAHİM TABLONUN NEYİYLE ÖVÜNÜYORSUNUZ?"

Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in Türkiye’nin 20 yıl sonra girdiği ve ortalama puanda 2001’e göre 47 puanlık artışı “Türkiye puanını en çok artıran 2. ülke oldu.” diyerek bir başarı öyküsüne dönüştürdüğünü belirten Şahin bakana, "Türkiye 20 yılda 500 ortalama puana dâhi ulaşamamış. Mısır, Türkiye’nin 20 yılda gerçekleştirdiği artışı 5 yılda gerçekleştirip puanını en fazla artıran 1. ülke olmuş. Bu vahim tablonun neyiyle övündüğünüzü açıklayabilir misiniz?” sorusunu yöneltti. 2001’den sonra yapılan tüm PIRLS değerlendirmelerine katılan Singapur’un sürekli daha iyi sonuçlar elde ederek son 20 yılda 59 puanlık bir artış gerçekleştirdiğine dikkat çeken Şahin, “Singapur’un durumu “sürekli iyileştirmelere”, “sürekli gelişmeye” gerçek bir örnektir. Sayın Bakan gerçek bir başarı öyküsünden söz etmek için PIRLS verilerini ve grafiklerini bir bilim insanı gözüyle analiz etmeli, siyasi hedeflerine yönelik algı yaratmaktan özellikle kaçınmalıdır” dedi.

DÜZENLİ KATILIM GEREKİYOR

Şahin, PIRLS, PISA, TIMSS gibi uluslararası öğrenci değerlendirme çalışmalarının sonuçlarının eğitim süreçlerinin iyileştirilmesi amacıyla kullanılması gerektiğine vurgu yaparak, "Türkiye 2001’de PIRLS’e katılıyor. 2006, 2011 ve 2016’da katılmış olsaydı nasıl bir tabloyla karşılaşabilirdik? Sürekli artış gösteren bir grafik mi olurdu, yoksa İran örneğindeki gibi 2011’den sonra hızlı bir düşüş mü yaşardık? Unutmayalım, 4+4+4 2012’de başlatıldı” diye konuştu. Şahin, iyileştirmelerde süreklilik sağlanabilmesinin ancak bu çalışmalara düzenli bir katılım ile mümkün olabileceğini söyledi.

 https://www.evrensel.net/haber/490520/bakanin-ovundugu-tablonun-ardindaki-gercek-turkiye-20-yilda-500-ortalama-puana-bile-ulasamadi

19 Mayıs 2023 Cuma

Hablemitoğlu davasındaki tahliyeleri değerlendiren Av. Ergül: MİT adeta delil kararttı!

 

19 Mayıs 2023 14:12



Hablemitoğlu cinayetinde tüm sanıkların tahliye edilerek yeni bir tetikçi için suç duyurusunda bulunmasını değerlendiren sanık avukatı, MİT’in adeta delil kararttığını öne sürdü.

Özer AKDEMİR

18 Aralık 2002’de Ankara’da ki evinin önünde bir suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu cinayeti ile ilgili açılan davada tüm tutuklu sanıklar tahliye edildi. Suikastten 20 yıl geçtikten sonra açılan davada eski Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) mensubu askerler ve Fethullah Gülen Cemaati’ne üye olmaktan ceza alan ya da aranan isimler yargılanıyordu.

14 Şubat 2022 tarihinde Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlayan davanın ikinci celsesinde mahkeme eski ÖKK MAK Alay Komutanı emekli Albay Levent Göktaş, suikastta yüzbaşı rütbesinde iken tetiği çekmekle suçlanan eski ÖKK’cı Tarkan Mumcuoğlu ile Ukrayna’da iken verdiği ifadelerle tüm bu davan açılması sürecini başlatan eski ÖKK yüzbaşısın Nuri Gökhan Bozkır’ın da aralarında bulunduğu 6 sanığın tahliyesine karar verdi. Bu kararla davada tutuklu sanık kalmadı.

"TAHLİYELER SÜPRİZ DEĞİL"

Suikast emrini vermekle suçlanan eski ÖKK MAK Alay Komutanı Albay Levent Göktaş’ın avukatı Ali Soykan davada gelinen noktanın sürpriz olmadığı görüşünde. Tutuklu sanıkların hepsinin tahliyesini ve davanın bundan sonraki seyrine dair sorularımızı yanıtlayan Soykan, şunları söyledi: “Dosyada Levent bey aleyhinde tek somut delil yoktu. Çarşamba günü yapılan 3. oturumda Levent Göktaş’ın olayı kamufle edebilmek amacıyla Kazakistan’a gönderdiği ve kendi inisiyatifi ile cinayet işlemek için Kazakistan’dan getirttiği iddia edilen Tarkan Mumcuoğlu’nun görevde bulunduğu 6 aylık dönemde Türkiye’ye gelmediği Kazak askeri personelin tanıklıkları ile ispat edildi” dedi. Dolayısıyla tetikçi olduğu iddia edilen T. Mumcuoğlu’nun suikast tarihinde Türkiye'de olmadığının ortaya çıktığını, böylece iddianamenin çatısının çöktüğünü iddia eden Soykan, bu süreçten sonra tahliyelerin hukuki bir zorunluluk olduğunu ileri sürdü. Soykan; "Soykan “Ayrıca duruşmalarda Nuri Gökhan Bokzır’ın ifadelerinin savcı ve MİT’e aktardığı ileri sürülen gazeteci Zihni Çakır’ın Bozkır’ı yönlendirdiğinin de ortaya çıktı. Tahliye kararında bu da gerekçelerden birisi oldu” dedi.

"MİT TEK DELİLİ İŞKENCEYLE HUKUK DIŞINA İTTİ!"

Davadaki sanık avukatlarından Vural Ergül ise bu dosyada Nuri Gökhan Bozkır ifadelerini geri almasaydı bile Bozkır’ın MİT’te gördüğü işkencelerin sabit olması itibariyle verdiği ifadelerin hükme esas alınmasının söz konusu olmayacağını söyledi.  “Bu iddianameyi mundar eden MİT oldu” ifadelerini kullanan Ergül “Savcının elindeki yegane delil olan Bozkır’ın samimi itiraflarını MİT işkence ile hukuk dışı delile dönüştürdü. Delil kararttı demek de söz konusu olabilir” dedi.  

"BÜTÜN OLAYI MİT’E BAĞLIYORUM"

Suikastin üzerinden 20 yıl geçtiğini hatırlatan Av. Ergül “Dolayısıyla tek başına silah, parmak izi, mermi çekirdeği gibi bir delille sonuca gitmesi söz konusu olmadığı için ancak civar delillerle yani HTS kayıtları, tanık beyanları vs, gibi tek başına herhangi bir suretle sonuca gitmeyecek ama ikisi üçü bir arada geldiğinde birbirine destekleyecek olan delillerle ancak sonuca gitmek söz konusu olabilecekti. Dolayısıyla savcının açtığı iddianameden yegane sonuç doğuracak beklentinin kaynağı N. G. Bozkır’ın samimi beyanlarıydı. Ancak onu da MİT işkence ile hukuk dışına taşıdı. Bozkır ifadesini çekince bütün iddianame çöktü. Dolayısıyla ben bütün olayı MİT'e bağlıyorum. MİT adeta delil kararttı” ifadelerini kullanarak

savcının mahkeme kararına itiraz edebileceğini ancak bunun bir sonuç doğurmayacağını düşündüğünü söyledi.

MAHKEMEDEN İŞKENCE İDDİALARINA RET

Mahkeme heyeti kararında Bozkır’la ilgili işkence iddialarını ve Ankara Barosunun konuya dair hazırladığı rapor ve işkenceye dair suç duyurusu taleplerini reddetti. Mahkeme kararında T. Mumcuoğlu ve  tahliye edilen diğer sanıklara da yurtdışına çıkış yasağı getirdi.

Mahkeme, T. Mumcuoğlu’nun suikastta tetiği çeken fail olmayabileceğine işaret ederek asıl failin kim olduğunun tespiti için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

ŞENGÜL HABLEMİTOĞLU: KARARI TOPLUMUN VİCDANINA BIRAKIYORUZ

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel 

Davada  tüm tutuklu sanıkların tahliye edilmesi kararını sosyal medya hesabından duyuran Necip Hablemitoğlu’nun eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu “Biz ne yaşadık 20 yıl” diye sorarak karara tepki gösterdi. Kendisinin ve evlatlarının eşine ne yapıldığının, nasıl yapıldığının ve şimdi ne yapıldığının farkında olduklarını dile getiren Hablemitoğlu “20 yıl sonra, her zamanki gibi ne yapmak istiyorlarsa onu yapmaya devam ediyorlar. İnsanların suçsuzken cezaevinde bulunmasına vicdanen rıza gösterecek, bunu isteyecek değiliz. Ancak duruşmalarda tanık olduklarımıza da bakınca daha 2. celsede alınan bu kararı toplumun vicdanına bırakıyoruz. Bizim için adaletin ne ‘onarıcı’ olanı, ne de ‘cezalandırıcı’ olanı nerede bilmiyoruz. Yaşayacak tek bir hayatı olan bir insanın hayatına birileri tarafından son verildi. Tek gerçek bu…” diye yazdı.  

Ailenin avukatı Ersan Barkın ise davanın devam ettiğini söylemekle yetindi.

 https://www.evrensel.net/haber/490380/hablemitoglu-davasindaki-tahliyeleri-degerlendiren-av-ergul-mit-adeta-delil-karartti

18 Mayıs 2023 Perşembe

Kazdağı’ndaki altın-bakır madeninin yeni ÇED’ine de dava açıldı

 

18 Mayıs 2023 14:14


Cengiz Holding’in Kazdağı’nda işletmek istediği altın-bakır madeni için Bakanlık tarafından verilen ÇED olumlu kararının iptali için dava açıldı.

 


Fotoğraf: Kazdağı Ekoloji Platformu

 

Özer AKDEMİR

Cengiz Holding’in Kazdağı’nda işletmek istediği altın-bakır madeni için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu kararının iptali için dava açıldı. Dört kurum, 91 yurttaş tarafından açılan davada madene verilen ÇED izninin yürütmesinin durdurulması da istendi.

Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi Hacıbekirler Köyü sınırları içerisinde Cengiz Holding’e ait Truva Bakır Maden İşletmeleri tarafından yapılması planlanan Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi için 2009/7 Genelgesi uyarınca ÇED olumlu kararı verilmişti. Bu karara karşı Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği, Ayvalık Tabiat Derneği ve Çan Çevre Derneğinin yanı sıra yörede yaşayan 91 yurttaş adına Çanakkale Nöbetçi İdare Mahkemesine dava dilekçesi verildi.

ÇED SÜRECİNİN BÜTÜN AŞAMALARI İŞLETİLSİN

Dava dilekçesinde proje için Bakanlık tarafından 26.07.2021 tarihinde verilen ÇED Olumlu kararına karşı açılan davalar sonrası Çanakkale İdare Mahkemelerinin önce projenin yürütmesinin durdurulmasına, daha sonra da iptaline karar verdiği aktarıldı. Madenci şirketin mahkeme tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararı sonrasında, ÇED Olumlu kararının da iptal edileceğini öngörerek ve iptal kararının sonuçlarını bertaraf etmek amacıyla 2009/7 genelgesi kapsamında yeniden ÇED raporu hazırladığı belirtilen dilekçede, Bakanlığın 2023 tarihinde bu raporla ilgili ÇED Olumlu kararı aldığı dile getirildi. Bu yeni ÇED raporunun 2009/7 genelgesi kapsamında revize bir proje değil yeni bir ÇED başvurusu olarak ele alınması gerektiğinin dile getirildiği dilekçede, bu ÇED başvurusu ile ruhsat sahalarında değişikliğe gidildiğinin belirtildi. Dilekçede, bu sebeple ÇED başvurusu hakkında sadece 2009/7 genelgesine göre değil, ÇED Yönetmeliğinin tüm süreçlerinin tüketilmesi sonucunda bir karar verilmesi gerektiği ileri sürülüyor.

 

Fotoğraf: Kazdağı Ekoloji Platformu

MADEN İÇİN YAPILACAK İKİ GÖLET PROJE DIŞINDA SAYILMIŞ

Ayrıca yapımı planlanan Hacıbekirler 1 ve 2 göletinin entegre projeler olduğuna vurgu yapılarak, bu projelerin tamamı için tek bir ÇED başvurusu yapılması gerektiği ifade edildi. Bakanlık gölet ve hazır beton tesisi projesini ÇED kapsamında görmemiş ve bu iki projenin maden projesi ile birlikte ortaya çıkaracağı kümülatif çevresel etkilerini denetim dışı bırakmıştı.

ARKEOLOJİK VARLIKLAR GEÇİŞTİRİLMİŞ

Maden işletmesi için verilen Nihai ÇED Raporunda yer alan arkeolojik varlıklara dair değerlendirmelerin son derece yetersiz olduğunun belirtildiği dilekçede, daha önceki projenin ÇED iptal gerekçelerinden olan bu durumun yeni ÇED raporuyla da giderilemediği ve aslında giderilmesinin de mümkün olmadığı kaydedildi. Dilekçede, projenin yer aldığı alanın arkeolojik açıdan Somut kültürel varlıklar ve somut olmayan kültür varlıkları olarak iki açıdan değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.

ÇED Alanına ilişkin yapılan arkeolojik tespitler tamamıyla parsel bazında ve tekil olarak ele alındığına dikkat çekilen dava dilekçesinde, “antik yerleşim kadar, yerleşimin orda olmasına neden olan çevresi ile korunması ve bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekirken, ÇED raporunda yalnızca arkeolojik tespitlerin parsel bazında değerlendirildiği bu konuya hiç değinilmediği görülmektedir” denildi. ÇED alanının en önemli unsuru olan Somut Olmayan Kültürel Miras açısından değerlendirilmesi gerekirken ÇED raporunda bu konuya hiç değinilmediğinin belirtildiği dilekçede, “Kaz Dağları antik dönemde “Tanrılara Layık” olarak nitelendirilmiş ve özellikle Anadolu’da geçen antik Yunan efsanelerinin yarısından fazlasına ev sahipliği yapmıştır. Kaz Dağı belki de tüm dünyadaki en önemli somut olmayan kültür varlığı özelliğine sahip iken ÇED raporunda bu durum geçiştirilmiştir” denildi.

ORMANLARA ZARARININ AZ OLDUĞU ALGISI YARATILMAK İSTENMİŞ

Revize ÇED Raporunda madencilik faaliyetinin ormanlara zararının az olduğu algısının yaratılmak istendiğine dikkat çekilen dilekçede, “Ülke genelinde 2021 yılı sonuna kadar 158.917 ha’ı madencilik izni olmak üzere 788.168 ha orman alanı başka kullanımlara tahsis edilmiştir. Ülkemiz genelinde orman alanları artsa da OGM verilerine göre 13 ilimizde orman alanları azalmaktadır. Çanakkale ilinde 2015-2021 yılları arasında orman alanları 522.105 ha’dan 480.465 ha’a gerilemiştir. 41.460 ha’lık bu azalma ile Çanakkale Diyarbakır’dan sonra orman varlığının en fazla azaldığı ikinci ildir” denildi. Firma tarafından kesilecek ağaçların 5 katı kadar ağaç dikileceği taahhüdünün de ekoloji bilimiyle bağdaşmadığına dikkat çekilen dilekçede, “kesilen alan bir orman ekosistemidir. Bu alanda sadece ağaçlar bulunmamakta çok sayıda diğer canlı da alanı kullanmaktadır” ifadelerine yer verildi.

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

ENDEMİK TÜR TOHUM TOPLAYARAK KORUNAMAZ

ÇED Raporunda alanda 5 endemik bitki türü belirlendiği ve bu türlerin korunması için tohumlarının toplandığı bilgisine yer verildiğine dikkat çekilen dava dilekçesinde Tohum toplamayla genetik çeşitliliğin korunmasının mümkün olmadığı belirtildi.

KÖYLER SUSUZ KALABİLİR!

Dava dilekçesinin sonuç kısmında projeye verilen ÇED olumlu kararının neden iptal edilmesi gerektiğine dair sıralanan bazı maddeler şunlar;

  • Faaliyet Hacıbekirler ve Muratlar Köylerine su temin eden kaynakları etkileyecektir.
  • Projenin başlangıcından etkinin son bulacağı açık ocak dolumunun sonlanacağı yaklaşık 50 yıllık süreç göz önüne alındığında, susuzlaştırma nedeniyle alansal yeraltısu seviyelerinde düşümler olacak, kuruyacabilecektir.
  • Havzada yeraltı sulamasının keson kuyularla yapıldığı, zayıf akifer niteliğindeki bölgede yapılan hidrojeolojik çalışmalarda kuyu verimlerinin çok zayıf,özgül verimin çok düşük olduğu, bu nedenle, bölgede pompajla sulama imkanı olamayacağı görülmüştür.
  • Oluşacak ocak alanındaki gölden yıllık yaklaşık 7x105 m3/yıl buharlaşma faaliyetin bitmesinden birkaç yıl sonra başlayacak bu kayıp doğal hidrolojik döngünün bir parçası haline gelecektir. Küresel iklim değişikliğinin yaşandığı günümüzde bu kayıplar önemlidir.
  • ADT de açık ocaktan toplam yaklaşık 105 milyon ton pasa 90 milyon ton proses atığı depolanacaktır. Milyonlarca m3 malzemenin nereden sağlanacağı, çevresel etkileri ÇED de bütüncül bir anlayıştan uzak olarak farklı bir faaliyet olarak ele alınmaktadır.

Dava dilekçesinde projenin ayrıca iklim değişikliği ile mücadele strateji ve eylem planlarına, yutak alanların korunmasına, sulak alanların korunmasına, tarımın, biyoçeşitliliğin korunmasına, halk sağlığının korunmasına yönelik Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve ulusal mevzuata aykırı olduğunun altı çizilerek, ÇED raporunun öncelikle yürütmesinin durdurulması, sonrasında ise iptali istendi.


15 Mayıs 2023 Pazartesi

Karaburun'da Yaylaköy’ün 15 katı alanda zeytinlikler sökülerek GES panelleri dikilecek

 

15 Mayıs 2023 15:36


RES'ler tarafından istila edilen Karaburun’un ortasında, Yaylaköy’ün tarım alanı ve meralarına GES tribünleri yapılması ile ilgili projeye “ÇED olumlu” kararı verildi. Yaylaköylüler projeye dava açtı.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

Uzun yıllardır rüzgar enerjisi santralleri (RES) tarafından adeta istila edilen Karaburun Yarımadası’na şimdi de güneş enerjisi santrali (GES) ekleniyor. RES direkleri tarafından adeta abluka altına alınan Karaburun’un ortasındaki Yaylaköy’ün tarım alanı ve meralarına GES tribünleri yapılması için hazırlanan projeye nisan ayında “ÇED olumlu” kararı verildi. GES yapılacak alanın köylerinin 15 katı büyüklüğünde olduğunu belirten Yaylaköylüler GES projesine karşı dava açtılar.

AFET BÖLGESİ İLAN EDİLMİŞTİ

Karaburun Yaylaköy’de kurulu bulunan 87 RES’e kapasite artışı ile 41 tribün daha eklendi. Bu da yetmezmiş gibi bu RES’lerin yakınlarına, köylülerin mera ve zeytin bahçelerine -toplam 118.9 hektarlık bir alana- Lodos Karaburun Elektrik AŞ Karaburun Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali projesi için ÇED süreci başlatıldı. Köylülerin tüm itirazlarına ve açılan davalara rağmen bu projenin ÇED raporu 12 Nisan 2023’te onaylandı. GES projesinin onaylanması ile ilgili bir açıklama yapan Karaburun Yerel Fok Komitesi, köyün neredeyse 15 katı büyüklüğüne ulaşan GES’lerin Yaylaköy’ü kuşatacağı uyarısı yapmıştı. Açıklamada, geçtiğimiz yıllarda “afet bölgesi” ilan edilen Yaylaköy, yerinden edilme kaygısı yaşarken şimdi de yaşam alanları ve geçim kaynaklarının gasbedildiği dile getirilmişti.

‘ÇED RAPORU GERİ ÇEKİLSİN’

Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içinde olan RES direklerinin ortasında kalan Yaylaköylüler, zeytinlik ve mera vasıflı bu alanı da kaybetmemek için GES projesine karşı dava açtılar. Karaburun Yerel Fok Komitesi, GES projesi için verilen “ÇED olumlu” kararının projenin hayvancılık ve tarım faaliyetlerini etkilemesi, biyoçeşitlilik araştırmalarının tamamlanmaması, kümülatif etkisinin değerlendirilmesinin yetersizliği ve Karaburun-Ildırı Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi için koruma planlarının yapılmadan bu kararın verilmesi sebebiyle yeniden değerlendirilmesi ve “ÇED olumlu” kararının geri çekilmesini istedi.

ALTIPARMAK: ZEYTİNLİKLER GES İÇİN FEDA EDİLİYOR

Davanın Avukatı Cem Altıparmak, GES proje sahası içinde zeytinlik sahaların olduğuna dikkat çekerek, “Bir zeytinliğin yenilenebilir enerji iddiasını taşısa dahi bir GES için feda edilmesi Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele taahhütlerine de aykırı. Sera gazı azaltımı için yenilenebilir enerji yatırımı olarak teşvik edilen GES projesinin, yer seçimindeki hata ve kamu idarelerinin umursamazlığı gibi sebeplerle, iklim değişikliği ile mücadelenin en önemli unsurlarından olan ve atmosferdeki sera gazlarını tutarak, karbon yutağı vazifesi gören bir zeytinlik alanı yok etmesi, iklim değişikliği ile mücadele prensiplerine aykırı. Bu noktadan sonra, böyle bir projeyi temiz enerji projesi olarak nitelendirmek mümkün değil” dedi.

KIL KEÇİSİ KORUNAMADI

GES projesinin, zeytinlikler dışında Karaburunlu keçi yetiştiricileri için oldukça önemli olan mera alanlarını da tahrip edeceğini belirten Altıparmak; “Karaburun’daki çayır ve mera alan oldukça sınırlı olmasına karşın,  Karaburun Yarımadası’nın önemli yerel geçim kaynaklarından birisi kıl keçisi yetiştiriciliğidir. Karaburun ilçesi İzmir’in keçi varlığında birinci sırada iken, on yılı aşkın bir süredir yarımadadaki RES ve GES yatırımlarının çayır ve mera alanlarını işgal etmiş olması sebebiyle keçi yetiştiriciliğinde önemli kayıplar yaşanmaktadır. Türkiye’nin en yüksek süt verimine sahip kıl keçisi olan Karaburun kıl keçisi, genetik özelliklerinin korunması ve yok olmaması için 2013 yılında Tarım Bakanlığı tarafından  “halk elinde ıslah” programına alınmış olmasına karşın kamu idarelerinin Karaburun keçisini koruyamamış ve yok olmasına göz yummuş olması da enerji yatırımlarının taşıdığı kamu yararının sorgulanmasını gerektirmektedir. Yerelin geçim ve kalkınma olanaklarını yok eden enerji projelerinin kamu yararı taşıdıklarını savunmak mümkün değil” diye konuştu.

HAZİNENİN ‘ZEYTİN DİKİLSİN’ DİYE KİRALADIĞI ALAN BİRDEN ‘ZEYTİNCİLİĞE UYGUN DEĞİL’ OLDU!

Karaburun GES projesinin ÇED raporunun sunulmasından hemen sonra, proje alanındaki arazilerde verimli zeytinlerin yanında kurumuş ve bakımsız zeytinlerin olduğu gerekçesiyle GES kurulumu için irtifak hakkı tahsisi istenmişti. Şirketin talep doğrultusunda “ÇED olumlu” kararı bile beklenmeden aralık 2022 tarihinde irtifak hakkı tahsisine karar verilmişti. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki yenilenebilir enerji yatırımları için yapılan istisna düzenleme, alandaki zeytinlerin bakımsız olduğu ve alanın zeytinciliğe uygun olmaması gerekçeleri ile birlikte bölgede GES projelerinin önü açıldı. Oysa “Zeytinciliğe uygun değil” denilen alan Hazine tarafından köylülere sadece zeytincilik faaliyeti yapılması koşuluyla kiralanmıştı. Üstelik alanda, Karaburun İlçe Tarım Müdürlüğü ekiplerince yerinde yapılan incelemeler sonucu 30 bine yakın zeytin ağacının hemen hepsinin bakımlarının yapıldığı, verimli ve sağlıklı olduğuna dair rapor hazırlanmıştı.

TARIM VE HAYVANCILIĞA BÜYÜK DARBE

Karaburun Yarımadası’nın halihazırda 7 RES proje sahasında 140 RES tribünü bulunuyor. Bu tribünler Karaburun Yarımadası’nın yüz ölçümünün yüzde 89’unu kapsıyor. RES’lerin bölgenin doğal ve çevresel değerlerinin yanında sosyal ve ekonomik yapısı üzerinde de olumsuz etkilerinin bulunduğu, bölgenin temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık üzerinde ciddi bir tahribata yol açtığı yöre halkının yıllardır dile getirdiği şikayetleri arasında.

 https://www.evrensel.net/haber/490075/karaburunda-yaylakoyun-15-kati-alanda-zeytinlikler-sokulerek-ges-panelleri-dikilecek?a=Lf0y

14 Mayıs 2023 Pazar

Doğanı koru, yaşamdan yana ol! (Pazar yazısı)

 

 14 Mayıs 2023 04:12


 


Fotoğraf: Ayhan Acar

 

İklim krizi, küresel ısınma, doğanın sermaye talanına açılmasının da hızlandırıcı etkisiyle aslında dünyadaki tüm canlılar için bir varoluş mücadelesi halini aldı. Dünya üzerindeki insan yaşamı hızla öyle bir noktaya doğru gidiyor ki ya doğasını koruyarak yaşamını sürdürecek, ya da bir zamanlar dinozorlar gibi yok olup gidecek tarih sahnesinden!..  Durum bu kadar vahim anlayacağınız…

Ülkemizde yaşanan doğa tahribatları ve buna karşı doğayı koruma mücadelesinden birkaç tanesini aktaracağım bu hafta.

ORDU’NUN DERELERİ VE DENİZİ

Ordu Büyükşehir Belediyesinin Melet Irmağı ağzında yapmaya başladığı mendirek ve balıkçı barınağı sonrası ortaya çıkan görüntüler çok çarpıcı. Derenin denize döküldüğü noktanın eski halini gösteren fotoğraflarla inşaat çalışmalarının başlamasından sonrakiler nasıl bir tahribat ile karşı karşıya olunduğunu gösteriyor. Ordu Çevre Derneği inşaat faaliyetine karşı “Ekolojik yıkım olacak” diye açtığı iki davayı da kazandı ancak kıyı kesimi bir daha eski haline asla gelemeyecek! Ünye-Fatsa arasındaki altın madeninin fındık ağaçları ile dolu tepeleri siyanür havuzlarına çevirmesinin ardından Ordu’nun kıyılarından ve derelerinden benzer yıkım görüntüleri geliyor. Melet Irmağı’na yapılan HES sonrası ırmakta suyun kalmamasını mı dersiniz, Perşembe ilçesi Selimiye köyünde yapılan HES ile dere yatağı ve şelalelerin zarar görmesini mi, Ünye Ereyurt Mahallesi’nde define arama çalışması sırasında şelalenin tahrip edilmesini mi!.. Say say bitmez! 2 bin 100 yıllık Ana Tanrıça Kibele heykelinin bulunduğu Kurul Kalesi bile bu tahribattan payını aldı. Tepeye yapılan taş ocağı ile bu eşsiz arkeolojik sit alanı tehdit altına girdi.

İKİZKÖYLÜLERİN SON KALESİ: AKBELEN ORMANI

Muğla Milas’a 16 km uzaklıktaki Akbelen Ormanı’nda İkizköyüler iki yılı aşkın bir zamandır nöbet tutuyorlar. Kırk yıldır Yeniköy/Kemerköy Termik Santralinin çevre, tarım, hava ve su üzerindeki olumsuz etkilerine karşı yaşamaya çalışan köylüler, termik santrale kömür temini için yüzyıllardır yaşadıkları köylerinin ellerinden alınmak istenmesine karşı direniyorlar. Yöredeki dokuz köyü yutarak ilerleyen termik santral yöredeki onuncu köy olan İkizköy’ün de iki mahallesini yıkıp kömür ocağına kattı. Köyün son kalan mahallesine gözünü diken şirket, bir yandan da köylülerin can damarı olan zeytinlikleri ve bir avuç kalan Akbelen Ormanı’nı yok ederek, altındaki kömürü almak için her türlü yolu deniyordu. İşte o süreçte karşılarına köyüler çıktı, bir avuç yaşam savunucusu ağaçlara gövdelerini siper etti. Bu ağaçlar adeta bir kurt gibi bölgedeki doğayı kemirerek ilerleyen, önüne ne gelirse yutan, orman, akarsu, tarih, dağ tepe dinlemeden ilerleyen termikçi şirketin doymak bilmeyen iştahı için bir lokmacıktı ama İkizköylüler için bu topraklarda barınıp geçinebilecekleri son tutamaklarıydı. Akbelen’in yanındaki zeytinlikler ve 30 bin zeytin ağacı İkizköylülerin tek geçim kaynağıydı. Bu ormanın altındaki sulardan başka suları kalmamış, şirket bütün kaynaklarını ellerinden alarak onları, musluğunu kendisinin tuttuğu bir avuç suya muhtaç etmişti. Köylüler canları pahasına direnmeye 3-4 yıl önce haftalarca susuz kaldıktan sonra karar verdiler. Su yoksa yaşam yoktu, Akbelen giderse zeytinlikleri de gidecekti ve kendilerinin gidecek hiçbir yerleri kalmamıştı…


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel 

NEREDE O EVLİYA ÇELEBİ’NİN AYDIN’I!

Aydın’ın ova köylüleri kadar dağ köylüleri de dertli ne zamandır. “Ovasından bal, dağından yağ akan kent” artık neredeyse anılarda kaldı. Ovada, yüzlerce JES kuyusu ve borusu yılan gibi kıvrım kıvrım dolanıyor. Boruların gelip içindeki sıcak akışkanı boşalttığı JES tesislerinden kocaman bir soba tüter gibi her zaman dumanlar yayılıyor. Bu dumanlar o kadar kötü kokuyor ki Aydın-İzmir otobanından geçen araçlar çürük yumurta kokusu içeriye girmesin diye pencerelerini kapatıyorlar. Artık, Evliya Çelebi’nin “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” dediği bu canım topraklar JES boruları ve işletmeleri tarafından delik deşik edildi. İlin dağlarında ise maden yaraları, RES, GES betonları göze çarpıyor. Milyon yıldır geçtiği topraklara can veren Menderes Irmağı ise artık o kadar kirli akıyor ki, çevresinde yetişen tarım ürünleri ve içinde hâlâ yaşayabilen balıkların bünyelerinde ağır metaller, zehirler bulunuyor. İncir ve zeytin doğduğu, yaşam bulduğu topraklarda adeta can çekişiyor. Ovadaki ve dağdaki Aydın köylülerinin geçmişte, Kurtuluş Savaşı sürecinde efelerin dağlara çıkması gibi bu talana başkaldırmaları bundan işte. Kızılcaköylüler, Dağyeni köylüleri, komşuları Tire’nin Başköyü ve Mezeköylüler kadın erkek yüzlerce-binlerce olarak yaşam haklarını korumak için dişle tırnakla direniyorlar.

EPIKUROS’UN BAHÇESİ

Kirazlı’daki 400 bin ağacın, Kanadalı altın firması tarafından katledilmesinin travmasını üzerinden atamayan Kaz Dağı yöresinde, başka başka birçok sorunlar var. Başka maden firmaları, termikçi şirketler, RES tesisleri dağın yanında yöresinde faaliyete geçti, ya da geçmek için gün sayıyor. “Türkiye’nin Hollanda’sı” diye tarif edilecek derecede bol ve kaliteli meyvecilik yapılan Lâpseki’de, hem de su havzasının üstünde ve antik kentlerin dibinde iki altın madeni işletilirken, şimdi bir de kurşun-çinko madeni için ÇED süreci başlatıldı. Boz ayının, karacanın, şeftalinin ve türlü meyvelerin yurdu Lâpseki aynı zamanda Yunanlı Filozof Epiküros’un da yaşadığı yer olarak biliniyor. Lâpseki’de “Bahçe” adını verdiği okulunda o günün kurallarına aykırı biçimde kadınlar ve kölelere de dersler veren filozof diyor ki; “Daha sonradan acı çekmemek için şu anki anlık hazdan vazgeçilmelidir.” Hayatı bir kâr-zarar hesabı olarak tanımlıyor mesela ve diyor ki “Yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.”

Tüm canlıların ortak yaşam alanı olan doğamıza, ölümün uğramaması için doğamızı korumak zorundayız! Çünkü doğamızı koruyabilirsek ancak bizler ve gelecek nesiller için huzurlu bir yaşam söz konusu olabilecek…

Tüm canlıların ortak yaşam alanı olan doğamıza ölümün uğramaması için onu korumak zorundayız! Sadece insanı değil bir bütün olarak doğanın korunmasına dönük politikaları öncelemeliyiz. Ekolojik felaketlerin nedeni olan kapitalist doğa ve emek sömürüsünü durdurmalıyız. Doğamızı ve emeğimizi koruyabilirsek ancak bizler ve gelecek nesiller için sürdürülebilir bir yaşam söz konusu olabilecek…


İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...