30 Nisan 2022 Cumartesi

Kültür ve sanat emekçileri talepleriyle meydanlarda (İzmir ART)

 


Kültür sanat emekçileri de 1 Mayıs'a katılacak, Uzun çalışma süreleri, güvencesi çalıştırma, mobbing ve taciz gibi pek çok konuya karşı verdikleri mücadeleleri yüksek sesle haykıracak.

30 Nisan 2022

  

İşçi Sınıfının Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü 1 Mayıs, yarın tüm dünyada kutlanacak. İşçi ve emekçiler, baskının, sansürün, ekonomik krizin, pandeminin devam ettiği bu dönemde taleplerini dile getirecek. 1 Mayıs alanlarına bu yıl da kültür sanat emekçileri katılacak, uzun çalışma süreleri, güvencesi çalıştırma, mobbing ve taciz gibi pek çok konuya karşı verdikleri mücadeleleri yüksek sesle haykıracak. Meslek örgütleri temsilcilerine kültür ve sanat emekçilerinin taleplerini sorduk.

 

Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Berfin Zenderlioğlu

 

'OYUNCU DA İŞÇİDİR'

Oyuncular Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Berfin Zenderlioğlu, 1 Mayıs'ta dile getirecekleri taleplerine ilişkin şunları söyledi: “Oyuncular Sendikası olarak set, sahne ve stüdyolarda çalışan performans sanatçılarının hakları için mücadele veriyoruz. Bu hak arayışında, diğer sendikalara göre oldukça gerideyiz. Çünkü en temel mücadelemizi oyuncuların işçi, yani bağlı çalışan olması üzerinden veriyoruz. Maalesef ülkemizde oyunculara Serbest Meslek Makbuzu açtırılıyor, yani sistemde bir işçi olarak değil de kendi nam ve hesabına çalışan bir tüccar gibi görünüyorlar. Gelişmiş ülkelerin hepsinde oyuncu işçi ya da çalışan olarak değerlendiriliyor. Oyuncuların sosyal güvenliği 4A üzerinden değil de, 4B üzerinden sağlandığı için maalesef meslektaşlarımız işçilikten doğan en temel haklarını dahi alamıyorlar. Dolayısıyla bu 1 Mayıs’ta en güçlü şekilde, en temel hakkımızı tekrar talep edeceğiz. Bu kök nedene bağlı olarak gelişen tüm sorunlar için de ayrıca bir mücadele veriyoruz. Uzun çalışma saatleri, tek taraflı sözleşmeler, iş yerlerimizde İSİG önlemlerinin alınmaması, kötü çalışma koşulları, emekli olamama gibi çok çeşitli sorunlar yaşanıyor. Yolumuz uzun ama bu sorunları çözünceye dek var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz”
 

 


 

'ŞİDDETE KARŞI REEL POLİTİKALAR GEREKİYOR'

Oyuncular Sendikası'nın “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği, İş Yerinde Taciz ve Şiddet” in önlenmesinin en temel çalışma alanlarından biri olduğunu söyleyen Zenderlioğlu, bu konuda politika geliştirebilmek için ülkemizdeki paydaşları ve yurtdışındaki oyuncu örgütleri ile çalışmalar yaptıklarını belirten Zenderlioğlu, Oyuncular Sendikası Kadın Çalışmaları Birimimiz, Yönetim Kurulu Üyemiz Ece Dizdar’ın önderliğinde aktif bir şekilde reel politikalar üretebilmek için çalıştığını aktardı. Bu konuda önemli yollar katedildiğini sözlerine ekleyen Zenderlioğlu, “İş yerinde tacize ve şiddete uğrayan meslektaşlarımıza hukuki ve psikolojik destek sağlıyoruz. Var olan davalar yakından takip edilerek, yargı sürecinde yaşanan eksikler ve olumsuz durumlar tek tek tespit ediliyor. Çünkü sektörümüzün işleyişi uzmanlar tarafından yeterince bilinmiyor. İş yeri ortamımızı bilmeyen, işin nasıl yapıldığı konusunda fikri olmayan uzmanların yanlış kararlar alabildiğini görüyoruz. Dolayısıyla çalışmalarımız sadece sahaya yönelik değil, idari ve hukuki süreçlerin doğru işlemesi için de yapılıyor” dedi.

 

'TÜRKİYE'DE MESLEK SENDİKACILIĞI YAPILAMIYOR'

Türkiye'de örgütlenme özgürlüğü ile ilgili sıkıntıların olduğunu ifade eden Zenderlioğlu, Sendikanın insan hakları çerçevesinde ve uluslararası anlaşmaların ışığında ilerlediğini ancak Sendikalar Kanununun işçilerin birçok ihtiyacını karşılayamadığını vurguladı. Türkiye'de meslek sendikacılığı yapılamamasının çok büyük bir sorun olduğuna dikkat çeken Zenderlioğlu, “Örneğin bizler ofis, büro çalışanları ile aynı iş kolundayız ve sadece iş kolu sendikacılığına müsaade verildiği için örgütlenme konusunda çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Ofis, büro çalışanlarının sorunları ile oyuncuların sorunları aynı olabilir mi! Toplu sözleşme yapabilmemiz için ofis, büro çalışanlarını da örgütlememiz bekleniyor. Kanunlar en temel örgütlenme özgürlüğünü engelleyecek şekilde değiştirildi. Bu sebeple İnsan Hakları ve bu konudaki uluslararası anlaşmaların rehberliğinde sendikacılık yapmaya çalışıyoruz. Bu çok üzücü bir durum. Ancak tüm çalışmalarımız temelde bu sorunun çözülmesine de hizmet ediyor. Biz işçilikten doğan haklarımızı alabildiğimizde, örgütlenme özgürlüğümüz için de büyük bir mücadele başlayacak” diye konuştu.


 
 

Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir Temsilcisi Özer Akdemir

 

'SÖZ VE YAZI ÖZGÜRLÜĞÜ İSTİYORUZ'

Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, bu yıl hangi taleplerde buluncaklarını anlattı. Ülkemizin yılladır çok ciddi bir siyasi, ekonomik, kültürel ve ekolojik krizin içinde olduğunu vurgulayan Akdemir, edebiyat, kültür ve sanat alanının da bu krizlerden üzerine düşen payı ciddi bir biçimde aldığını söyledi. Akdemir, “Her şeyden önce düşünce ve ifade özgürlüğünü üzerindeki tüm baskıların, anti-demokratik uygulamaların ve sansürün son bulmasını istiyoruz. Bunu biz en temel taleplerimizden birisi olarak yıllardır her platformda dile getiriyoruz. Bu yılki 1 Mayıs’ta da taleplerimizden birisi bu” dedi.

Çağdaş, demokratik, emeğin-emekçinin tüm haklarının verildiği, basın-edebiyat-sanat üzerindeki tüm sansür uygulamalarını son bulduğu, doğanın haklarına saygı gösterildiği, her türlü ayrımcılık ve ötekileştirmenin olmadığı bir ülke özlemini alanlarda dile getireceklerini belirten Akdemir, şunları kaydetti: “Yazar-şair, sanatçıların ekonomik koşullarının bu kriz ortamı ve pandemi sürecinde son derece geriye gittiğini biliyoruz. Toplumu aydınlatacak olan aydınlarımız, edebiyatçılarımız, sanatçılarımızın büyük çoğunluğu yoksulluk, hatta açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Herkes için olduğu gibi edebiyatçılar, sanatçılar için de insanca bir yaşamı sağlayacak ekonomik-sosyal-hukuksal düzenlemelerin acilen yaşama geçirilmesi gerekiyor.

Öte yandan, savaşa, yoksulluğa, işsizliğe, açlığa ve artan zamlara karşı da toplumdaki diğer emekçi kesimler gibi 1 Mayıs meydanlarında sesimizi yükselteceğiz. Bu 1 Mayıs, tek adam yönetiminin, adaletsizliğin, ötekileştirme ve her türlü eşitsizliğin ortadan kaldırılacağı bir direniş günü olacaktır.”

 

'SINIF SENDİKACILIĞINI SAVUNUYORUZ'

Son dönemde emekçilerin gündemlerinden biri de sendikal bürokrasi oldu. Örgütlü/örgütsüz pek çok eylemin devam ettiği günlerde TYS'nin nasıl bir sendikacılığı savunduğunu Akdemir şu sözlerle anlattı: “Sendikamız, amaç maddesinde yazan “Tam bir söz ve yazı özgürlüğünün gerçekleştirilmesi ve korunması için her türlü yasal mücadele yürütülerek hukuki, sosyal, kültürel, ekonomik temel hak ve özgürlükleri korumak” için çabalıyoruz. Türkiye Yazalar Sendikası (TYS) üyeleri birer yazı işçisidir. O nedenle işçi-emekçi sınıfının bir parçasıyız. İşçi sınıfının tüm talepleri bizlerin de talepleridir. Dolayısıyla sermaye sınıfının sömürüsüne, baskısına karşı işçi sınıfının ideolojisini ve sendikacılık olarak da sınıf sendikacılığını savunuyoruz. Sendikamız üyesi şair-yazar-aydın-gazetecilerin tabandan itibaren kararlara katılımını, demokratik bir örgüt işleyişini ve mücadele çizgisi olarak da sınıf mücadelesi ekseninde bir sendikal faaliyeti yaşama geçirmeye çalışıyoruz.”

  



'ALIM GÜCÜMÜZ YOK OLUYOR'

Kültür Sanat Sen İzmir Bölge Başkanı Nesrin Tatlıoğlu, tüm kamu emekçilerinin de istekleri olan güvenceli iş güvenli gelecek ve verilen emeğin karşılığı olacak ücretin ödenmesinin başlıca talepleri olduğunu söyledi. Kamu emekçilerinin, her geçen gün alım gücünün yok olduğunu vurgulayan Tatlıoğlu, taleplerini şöyle sıraladı: “Grev hakkımız olan gerçek bir toplu sözleşme, iş güvencesinin teminat altına alındığı, taşeron, sözleşmeli vb istihdam şekillerine son verilmesi, haksız hukuksuz olarak ihraç edilen KHK'lıların işlerine geri dönmesi, işe alım ve yülselmelerde liyakatın temel ölçü olarak alınması, mülakatların kaldırılması, kültür varlıklarımızın korunması ve geleceğe aktarılması,

sanata ve sanatçıya hak ettiği değerin verilmesi, barınmadan ulaşıma, eğitimden sağlığa, kültürden sanata tüm kamusal alanların ulaşılır olması, kentlerimizin ve doğamızın yağmaya ve talana terk edilmediği, evrensel hukuk kurallarının hiçe sayılmaması, İstanbul sözleşmesinin yürürlüğe girmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması, eşitliğin, özgürlüğün, demokrasinin, barışın laikliğin hakim olduğu bir ülke.”

 

Kültür Sanat Sen İzmir Bölge Başkanı Nesrin Tatlıoğlu

'İSTABUL SÖZLEŞMESİ'NDE ISRAR EDİYORUZ'

Kamu çalışanı kadınların, kadın olmaktan kaynaklanan sorunlar yaşadığını, mobbinge, tacize uğradığını söyleyen Tatlıoğlu, buna karşı kadınların ön saflarda mücadele ettiğini belirtti. Kadınların İstanbul sözleşmesi ve diğer kanunların uygulanması taleplerinde ısrar ettiğini ifade eden Tatlıoğlu, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi için hukuksal düzenlemelerin yapılmasının gerekli olduğunu söyledi.

Kültür Sanat Sen olarak sendikal bürokrasiye düşmeden kamu emekçilerinin hakkını her zaman önde tuttuklarını aktaran Tatlıoğlu, son olarak “Sendikalar sınıfsal olarak tavır alan bir konumda olmalı. Kamu çalışanlarının çalışma hayatında karşılaştıkları sorunlar dışında, toplumu etkileyen konularda, yapılan haksızlıklarda, yaşamı tehdit eden süreçlerde söz söylemeli ve mücadele etmelidir” dedi.
 

 

 

'İNSANLARI EVDE TUTMAK İÇİN ÇALIŞTIRILDIK'

Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) Genel Başkan H. Mehmet Esen de 1 Mayıs hazırlıklarını paylaştı. Sinema emekçilerinin pandemide herkesi evde tutmak için çalıştıklarını söyleyen Esen, setlerde yeterli önlemlerin alınmamasından dolayı pek çok kişinin salgına yakalandığını aktardı. Bu yıl başlıca taleplerini sıralayan Esen, “İlk talebimiz çalışma süresinin uzunluğuyla ilgili. Normal bir sektörde işçiler sekiz saat çalışırken, setlerde yapımcılar 16 saat çalıştırıyor, üstelik uzun mesailerin ücretleri de ödenmiyor. Buna itiraz edince işten kovulmayla tehdit ediliyorlar. Sekiz saatin üstü karşılıklı anlaşmayla olmalı ve ücreti de verilmek zorunda. Ödemelerde gecikmeler oluyor. İnsanlar mağdur oluyor, bunun haftalık verilmesi istiyoruz. Profesyonel sisteme bağlanması ve bir daha tartışılması gereken maddeler bunlar” dedi.

 

Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) Genel Başkan H. Mehmet Esen

 

'SET EMEKÇİLERİNİN SESİYİZ'

Uzun çalışma sürelerinin yanı sıra setlerde mobbing ve tehditlerin de yaşandığını söyleyen Esen, sözlerine şöyle devam etti: “Bu tehditlerle set emekçilerinin sesini kaybedilmek isteniyor. Sinema emekçilerinin sesi olmak için mücadeleye devam edeceğiz. Ayrıca Sendikamız, hukuksal olarak da bu tür süreçlere avukatlarımız aracılığıyla dahil oluyoruz. Bakanla ve yapımcılarla falan görüşerek taleplerini iletiyoruz. Patronların böl ve yönet taktiklerinin setlerde de sürdüğünü ve buna karşı örgütlenmesi gerektiğini söyleyen Esen, set emekçilerine örgütlenme çağrısında bulunarak, “İçinden geçtiğimiz dönem bakımından 1 Mayıs'ta alanlara çıkıp, taleplerimizi söylemek çok önemli. Tüm emekçileri 1 Mayıs'ta alanlara davet ediyorum” diye belirtti.

 

29 Nisan 2022 Cuma

Edebiyatta emeğin izleri konuşuldu

 

 29 Nisan 2022 14:10


Evrensel Gazetesi ve Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir Temsilciliği, 1 Mayıs'a giderken güncel gelişmeler ışığında "Emek ve Edebiyat" konulu söyleşi düzenledi.





Fotoğraf: Evrensel


Evrensel Gazetesi ve Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir Temsilciliği, Alsancak'ta bulunan Yakın Kitabevi'nde, 1 Mayıs'a giderken güncel gelişmeler ışığında "Emek ve Edebiyat" konulu söyleşi düzenledi.

Söyleşide moderatörlüğünü Evrensel Gazetesinin ve TYS'nin İzmir Temsilcisi Özer Akdemir yaparken, konuşmacılar ise Evrensel yazarı Nuray Sancar, yazar ve şair Özgür Zeybek ile yazar Aydemir Çimen oldu.

Söyleşide ilk sözü alan Özgür Zeybek, Türkiye ve dünya edebiyatından klasik eserlerde işlenen emek örneklerini anlattı.

Zeybek, Emile Zola'dan, Charles Dickens'a dünyanın farklı coğrafyalarında, zamanlarında ve farklı kültürlerinde yazılmış eserlerde yazılan insanların emek sermaye çelişkisi içerisindeki yerini anlattığını söyledi.

Türkiye'de Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılanlarda emek sermaye çelişkisini alan eserlerle sık karşılaşılmadığını ancak 50'li yıllara gelindiğinde emek sömürüsünü anlatan romanların yazıldığını söyleyen Zeybek, sanayi, maden ve tarım işçilerinin, yazılan eserlerde baş karakter olarak ortaya çıktığını belirtti. Bu yazılan eserlerde çalışan kadınların da olduğunu ancak emek mücadelesini veren erkeklerden ayrı olarak klasik kadın rolleriyle yazıldığını vurgulayan Zeybek, çoğu kitabın eril bir dille yazılmış olduğuna dikkat çekti.

Zeybek, günümüz edebiyatında ülkenin içinde bulunduğu baskı ortamının etkisiyle emeğin eksik kaldığını, emek ve sermaye çelişkisini yansıtalamadığını dile getirdi.

"KAPİTAL TAM BİR ANALOJİ DEPOSU"

Yazar Aydemir Çimen de Türkiye ve Dünya edebiyatında emeğin işleniş biçimlerine değinerek, yazılan eserlerin aynı zamanda geçmişi anlamamıza ve gelecekle ilgili umut kurmamıza katkı sağladığını söyledi.

Çimen, "Sanat bilimsel, siyasi ve etik düşüncelerin dile getirilişi değildir ama sanat sayesindedir ki en karmaşık ve en anlaşılmaz konuları bile edebiyat sayesinde kolayca anlaşılır hale sokabiliriz. Marks’ın başta “benim en büyük eserim” dediği ekonomi politiği anlattığı Kapital olmak üzere diğer bütün eserlerine şöyle bir göz atınca hemen fark edilebileceği gibi her biri aynı zaman da adeta birer sanatsal eseridir. Hele Kapital tam bir analoji deposu… Her paragrafında her sayfasında farklı bir edebiyat eseri çıkıyor karşımıza. İncil’den, Virgil’den, Juvenal’dan Horace’dan Eshilos, Ovid, Lukretius, Shakespeare, Cervantes, Goethe, Heine, Dante, Diderot, Cobbett, Balzac, Dickens, Defoe ve daha nice sanatçılardan ve eserlerinden balatlar, şarkılar, tekerlemeler, efsaneler, mitolojik hikayeler ve özdeyişlerle dolu. Bu eserlerdeki tipler ve basit modeller aracılığıyla toplumsal ilişkileri, kavranamayan ekonomik formülleri ve istatistikleri kolayca anlaşılır hale sokuyor. Sonuç olarak diyebilirim ki sanat insanoğlunun en büyük dehasıdır" diye konuştu. 

“İLK YAZILI METİNLERDEN GÜNÜMÜZE…”

Söyleşinin son konuşmacısı Nuray Sancar ise sözlerine sınıf ve sınıf mücadelesi kavramlarına değinerek başladı.

Gılgamış Destanı'na atıfta bulunarak konuşmasına devam eden Sancar, “Gılgamış Destanı, kadınla erkek arasında ki ataerkil ile anaerkil arasında ki eski sistemle yeni sistem arasında ki paylaşımcı ilkel demokrasi ile despotik yönetimlerle olan kavgasını anlatan bir geçiş dönemi anlatısıdır. Sümer medeniyetlerinden gelen günümüze Gılgamış destanı. Oradan başlattığımızda Sümerler kendi şehir devletlerinde yaşanan bütün bu çatışmaların sınıf mücadelesi olduğunu bilmiyorlardı. Orada emek yollarının kullanılmasıyla artık mülkiyet sistemine geçilmesi arasındaki bu çatışmayı yaşadıklarını bilmiyorlardı. Ama bu çivi yazısıyla yazdıkları bu tarihi belgelere geçiyorlardı. Sümer yazıtları önemli ölçüde okunmaya başlandığında, Sümerliler döneminde neler yaşanmış olduğunun bilgisini aldık. Ama bu hikaye sadece Sümerlere özgü bir hikaye değildir. Aynı zamanda Antik Yunan'ın da hikayesidir. Mesela Antik Yunan dendiğinde o döneme ait yazarlara örnek Sofakles vardır. Sofakles'in yazdığı Antigone vardır. Erkek kardeşinin cesedinin ortadan kaldırılmasını yasaklamışlardır. Ama bütün o kurallara karşı çıkarak erkek kardeşinin cenazesini kaldırmıştır. Bir taraftan Orest'in hikayesi vardır. Orest'te de anneyi öldürmek suçken Orest babayı öldürmüştür. Bir dava açılır ve orest orada babayı öldürmesine rağmen beraat eder. Engels der ki bu babalık hukukunun analık hukukunu yenmesidir. Dolayısıyla orda da bir sınıf mücadelesi vardır. Yani o eski antik demokrasinin ortadan kalktığı bir ana odaklanılmıştır.Bu hikaye oradan bir insanlık trajedisi çıkarır fakat bu trajedinin neye tekabül ettiğini o dönemin insanı bilmez” dedi.

Biz bu günden geriye dönerek gerçeğin işaretlerinden gerçeğe döneriz. Gerçeği bulmaya çalışırız” diye konuştu.

“HİKAYEYİ BİLİNÇ HALİNE GETİRMEK… ”

1848 Devrimi ve o dönemin sınıf mücadelesinin işçilerin yazma/okuma ve örgütlenmelerine yönelik etkilerinden de bahseden Sancar, sözlerine şöyle devam etti:

Reklam

“O dönemde çok sayıda işçi devrimleri var. İşçiler derneklerde örgütleniyorlar, dergilerini çıkarıyorlar. Bunun bir örneğini Fransa'da yaşadık. Almaya'da da Alman işçileri felsefeyle ilgilenirler, Hegel okurlar. En ağır metinler aslında işçiler tarafından tartışılır. David Harvey'in 'Paris Modernitenin Başkenti' diye bir kitabı var. Bu kitabında Flaubert'in Duygusal Eğitim romanından ve devrimin en önemli yazarlarından, aynı zamanda çizerlerinden Daumier'in bütün çıkar çatışmalarını vurucu bir şekilde anlatmıştır. Dolayısıyla onların eserlerinde yola çıkarak Paris'in o dönemki durumunu anlayabiliyoruz. Harvey bunu 20'nci yüzyılda yazıyor. 19'ncu yüzyılda Balzac kralcıydı ama o kadar realist bir adamdı ki tuttuğu tarafa rağmen o dönemin bütün görünümünü yazdı. Kendisine ben devrimciyim ya da Burjuvayım demiyordu. Hikayeyi bir bilinç haline getirmek konusundaki deneyimin 19'ncu yüzyılda bitmediğini, deneyimler arttıkça bunun hep devam ettiğini, Balzac'ın bizim konumladığımız yerde değil de onun kendi halinde konumladığını görüyoruz.”

Türkçe edebiyattan örnekler veren Sancar, “Ahmet Arif toprak işçilerini, Orhan Kemal kent işçisini anlatır. Nazım Hikmet ise kent işçisini örgütleyen dizeler yazar” diyerek yazarlardan alıntılar yaptı.

Sancar son olarak Şair Yaşar Nezihe Bükülmez'in 1 Mayıs şiiriyle konuşmasına son verdi. Bükülmez'in 1 Mayıs şiirini TYS üyesi Şair Dilek Özay okudu. (İzmir/EVRENSEL)

 https://www.evrensel.net/haber/460583/edebiyatta-emegin-izleri-konusuldu

28 Nisan 2022 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Bir silikozis hastası işçinin yaşadıkları. 2. bölüm


 Çepeçevre Yaşam

Silikozis hastası bir işçinin yaşadıkları
26 yıl boyunca seramik fabrikalarında çalışan ve silikozise yakalanan Hasan Hüseyin Karalar'ın mücadelesini konuşuyoruz
🕘 özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu #ÇepeçevreYaşam 21.00'de Evrensel'de



27 Nisan 2022 Çarşamba

Aliağa'da çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi tartışıldı

 

27 Nisan 2022 20:47


Aliağa Çevre Platformu ve Evrensel Gazetesi, “1 Mayıs’a giderken Aliağa'da ve ülkemizde çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi” konulu panel düzenledi.






Aliağa Çevre Platformu (ALÇEP) ve Evrensel Gazetesi, Aliağa Kültür Merkezi’nde “1 Mayıs’a giderken Aliağa'da ve ülkemizde çevre sorunları ve ekoloji mücadelesi” konulu panel düzenledi. 

ALÇEP Sözcüsü Zeki Küçükakyüz, Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet Soysal ve Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir'in konuşmacı olarak katıldığı panelde, Aliağa'daki asbest, cüruf gibi sanayinin yarattığı çevre sorunlarının boyutları ve ekoloji mücadelesi tartışıldı. 

“SANAYİ VARSA ÇEVRE SORUNLARI DA OLACAK YAKLAŞIMINI KABUL ETMİYORUZ”

Zeki Küçükakyüz, Aliağa halkının yıllardır yürüttüğü çevre mücadelelerini anlattığı konuşmasında, "İlçemizin neresine el atarsanız atın bir insan ve çevre sağlığı sorunları var. Sanayi varsa çevre sorunları da olacak yaklaşımını kabul etmiyoruz. Yıllardır yerel yönetimlerin çevre sorunlarına ilişkin tek bir önlemi yok. Tam tersine, Avrupa'nın sökemediği gemileri biz söküyoruz, diyerek övünen bir Belediye Başkanı tarafından yönetiliyoruz" dedi.

“HIZLI SAYANİLEŞME ÇEVRE SORUNLARINI ARTIRDI"

Dr. Ahmet Soysal sunumunda, bilimsel araştırmalarla Aliağa'nın çevre sorunlarına değindi.

Soysal, "Aliağa, '60’lı yıllarda tek derin limana sahip olması nedeniyle sanayi bölgesi ilan edildi. Bu yıllardan itibaren hızla sanayileşti ve bunun yarattığı çevre sorunları giderek arttı" diye konuştu.



Fotoğraf: Evrensel

ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN KANSERE ETKİLERİ

Direnişin bilimle desteklenmesi gerektiğine değinen Soysal, 2011 yılında ilçedeki ölüm nedenleri arasında bir araştırma yaptıklarını ve bu araştırmalarda kanser nedeniyle ölümün ikinci sırada geldiğini belirtti.

"Aliağalıların, İzmirlilere ve ülke geneline göre daha çok kanser nedeniyle hayatını kaybettiğini bu araştırmamız neticesinde tespit etmiş olduk" diyen Soysal, Aliağa'da 15 yıldan fazla ikamet etmenin de kanser riskini arttırdığını aktardı.

Hava kirliliğinin ilkokul çağındaki çocukların üzerindeki etkileri üzerine de çalışmalar yaptıklarını ancak pandemi nedeniyle çalışmalarının henüz tamamlanmadığını anlatan Soysal, "Çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite, bilişsel fonksiyonlarda azalma ve otizm gibi hastalıkların nedenler arasında hava kirliliğinin de etkileri olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır" diye konuştu. 

“GEZİ DAVASI KARARI HUKUKSUZDUR” 

Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir de ülkenin çeşitli yerlerindeki ekoloji mücadelesinin örneklerine değinerek konuşmasına başladı.

Gezi davasında verilen kararı da eleştiren Akdemir, "Ülkemizdeki en önemli çevre mücadelelerinden de biri olan Gezi direnişinin davasında arkadaşlarımız hukuksuzca tutuklanmıştır. Bu karar hukuksuzdur. Gezi eylemlerinin öncesinde de sonrasında da Türkiye halkları çevre ve yaşam haklarının ihlaline karşı mücadele vermeye devam edecektir" dedi. 

Akdemir, Sinop Gerze'deki termik santralden, İzmir Efem çukurundaki altın madenine ve Sivas'taki termik santrale karşı verilen mücadele örneklerini ve buralarda yaşanan çevre tahribatlarının boyutlarını anlattı. (İzmir/EVRENSEL) 

 https://www.evrensel.net/haber/460431/aliagada-cevre-sorunlari-ve-ekoloji-mucadelesi-tartisildi

26 Nisan 2022 Salı

Ekoloji örgütleri 1 Mayıs’a hangi taleplerle gidiyor?

 

26 Nisan 2022 21:08


Emek ve çevre mücadelesinin iç içe bir mücadele olduğunu vurgulayan Ekoloji örgütleri kendi talepleriyle 1 Mayıs’a katılacak.

 


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR

Emeğin, emekçinin, ezilenlerin bayramdan öte bir mücadele ve ses yükseltme günü olarak kutladığı 1 Mayıs’a bu yıl ekoloji örgütleri de kendi talepleriyle katılacak. Ülkenin dört bir yanında devam eden ekoloji mücadelelerinde her yerelin kendi mücadele alanları ile ilgili taleplerin yanı sıra ortaklaştıkları birçok talep de bu 1 Mayıs’ta alanlarda dile getirilecek.

Bu yıl ki 1 Mayıs’a ekoloji örgütlerinin nasıl hazırlandığı ve talepleri ile ilgili soruların yanıtları ilginç bir gerçekliği de ortaya koydu. Mücadelenin diri ve görece olarak bireysel çabalardan öte halkın mücadelesine yaslandığı yerlerde verilen ekoloji mücadeleleri 1 Mayıs’a daha bir önem veriyor ve talepleri ile eylemlere katılacaklarını söylüyorlar. Tersine mücadelenin durağan gittiği ya da dar bir kadro çerçevesinde sürdüğü yerlerde ise 1 Mayıs’a katılımla ilgili bir belirsizlik, sessizlik, umarsızlık var diyebiliriz.

EKOLOJİ BİRLİĞİ 1 MAYIS’A KATILIM ÇAĞRISI YAPACAK

Ülke genelinde mücadele veren 70’in üzerinde yerel ekoloji örgütünün birliği olan Ekoloji Birliği bu yıl da tüm bileşenlerine 1 Mayıs’a katılım çağrısı yapacak. Birlik eş sözcülerinden Süheyla Doğan, bileşenlerin bölgelerinin sorunları ile birlikte ulusal ve uluslararası ortak sorunları ve talepleri de dile getireceklerini belirtiyor. Doğan, Ekoloji Birliği’nin bu yıl 1 Mayıs’ta öne çıkardığı ekolojik sorunlar arasında şu ana başlıkları sayıyor; “iklim krizine yol açan metalik madencilik, termik santraller, taş ve mermer ocaklarına, kirli demir çelik ve kimya sanayine, rafinerilere, ekolojik yıkıma yol açacak Kanal İstanbul gibi mega projelere; denizlerimizin, derelerimizin, göllerimizin ölümüne yol açan tüm kirlilik kaynaklarına dikkat çekerek, tüm kamuoyunu iklim adaleti için mücadeleye davet edeceğiz” diyor.

Doğan, yerel mücadele örgütleri olan Kazdağları Ekoloji Platformu’nun ise 1 Mayıs’ta öncelikle bölgede çalışan 5 adet termik santralin yol açtığı çevre, sağlık sorunlarının yanı sıra altın madenciliğinin yarattığı yıkımları dile getireceğini söylüyor.

 

Fotoğraf: Evrensel

DOĞADER: BURSA’NIN SUYU KAYNAĞINDAN SU ŞİRKETLERİNİN KASASINA GİDİYOR 

Bursa’da yıllardır yürütülen ekoloji mücadelesinin önde gelen örgütlerinden olan DOĞADER kurulduğu 2005 yılından bu yana 1 Mayıs’ta alanlara çıkıyor. Bu yıl da alanlarda olacaklarını söyleyen Sedat Güler, Evliya Çelebi’nin “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” sözünün tarihe karışmak üzere olduğunu belirterek, Bursa’nın susuz kalma olasılığına dikkat çekti. Güler, “Bursa’nın artık havası kirli ve dereleri kimyasal atık olarak akıyor. Kent içi yeşil alanları neredeyse yok olmuş ve Yeşil Bursa özelliğini kaybetmiştir. Uludağ'ın dereleri daha kaynağından çıktığı gibi ya kirletiliyor ya da su şirketlerinin kasalarına ve depolarına gidiyor” diye konuşuyor. Bursa Su Platformundan Caner Gökbayrak da suyun ticarileşmesinin ve müsilaj sorununun bu yıl Bursa’nın öne çıkan sorunlarından olduğunu dile getiriyor.

 

Fotoğraf: Hasan Hüseyin Karalar

DOĞAYI TALAN EDEN MADEN ŞİRKETİ, İŞÇİYİ DE SİLİKOZİSE MAHKUM EDİYOR

 Balıkesir’den, Ayvalık Tabiat Platformu Sözcüsü Nebahat Dinler, gelinen noktada çevre mücadelesinin emek mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceğini belirterek bu nedenle her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs’ta alanlarda olacaklarını söylüyor. Emek ve ekoloji mücadelesinin ayrı verilemeyeceğinin altını çizen benzer sözler, Aydın Ekoloji Platformu (AYEP) Yürütme Kurulu Üyesi Hicran Danışman’dan da geldi. Danışman; “Bir yandan madenci şirketin dağları delik deşik edip doğayı katletmesine karşı çıkarken diğer yandan aynı şirketin aynı üretim politikalarıyla işçilerini silikozis gibi ölümcül bir hastalığa mahkum etmesine karşı çıkmamak mümkün mü?” sorusuyla bölgelerindeki ekoloji ve emek mücadelelerinin iç içe geçen bir örneğine dikkat çekiyor.  Danışman; “Doğanın fütursuzca katline karşı çıkmak bir yerde emeğine, geleceğine; gelecek kuşakların iş, emek, özgürlük alanlarına sahip çıkmaktır. Bu anlamda, ekoloji örgütlerinin işçi ve emekçilerin hak arama mücadelesiyle keskin bir kesişmesinin olduğu muhakkak. Ve evet, tabi ki tüm bu nedenlerle 1 Mayıs'ta alandaki yerimizi alacağız” diyor.

"ARTIK, ÖLENLERİN SAYISINI TUTAMAZ OLDUK"

Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu, madenlerde çalışan binlerce işçinin patronların insafına bırakıldığını dile getirirken, “Çine halkı işçisi, köylüsüyle maden patronlarının önünde diz çöktürülmek isteniyor. Yüzlerce işçi silikozis oldu, binlercesi silikozis hastası adayı. Artık ölenlerin sayısını tutamaz olduk” dedi. Uslu, “Topçam köyünde, Madran Dağı’nda, Gökbel’de yaşam için direnen köylülerle birlikte 1 Mayıs alanında olacağız” dedi.

"ÇEVRE DAVALARI KAMU DAVASI SAYILMALI"

Ekoloji mücadelesinin en diri olduğu yerlerden Aydın’da bir başka çevre örgütü olan Aydın Çevre Platformu (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili de 1 Mayıs’ın bütün emek ve demokrasi örgütleri tarafından ortak kutlanması için çağrı yaptıklarını belirterek, 1 Mayıs alanında havanın, suyun, toprağın yaşam alanlarının yağmalanmadığı bir dünya talebini dile getireceklerini söylüyor. Vergili; “Birinci sınıf tarım topraklarının ve sulak alanların     

yağmalanmadığı, yeni jeotermal, HES, GES, RES, maden sahalarını açılmadığı, Menderes nehrinin temizlendiği bir yıl istiyoruz. Ayrıca bir başka talebimiz de çevre davaları kamu davası olsun” dedi.

 

Fotoğraf: Evrensel

KAPİTALİZMİN AZGIN SALDIRISI EKOLOJİ MÜCADELESİNİ DE BÜYÜTÜYOR

Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Özbucak, ülke genelinde ekoloji mücadelesinin büyümesinin nedeninin kapitalist talanın dur durak bilmeyen saldırıları olduğunu söylüyor. Özbucak, “Ekolojik kırıma karşı mücadeleyi anayasal güvenceye alınması için mücadele edeceğiz. Mahkeme kararına uymayanlara karşı da her türlü mücadelemiz devam edecek. Ordu'da da 1 Mayıs’a denk gelen maden alanlarının büyütülmesi ve ihaleler dönemine girildi. 1 Mayıs nedeniyle alanda özellikle Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin deniz dolgusu ve maden işletmelerine karşı mücadeleyi öne çıkaracağız” dedi.

İKİZDERELİLER İKİ YERDE 1 MAYIS ALANINDA OLACAK

İkizdere'de taş ocağına karşı mücadele verenlerden Asuman Fazlıoğlu da İkizdereliler olarak bu yıl 1 Mayıs’a iki ayrı yerde katılacaklarını aktararak, “İkizdere’deki arkadaşlarımız Rize’de; İstanbul’daki arkadaşlarımız Maltepe’de katılmayı düşünüyor. “İkizdere direniyor” pankartıyla katılacağız. Yaşam alanlarımız için mücadele verdiğimiz yok ediciler aynı zamanda sınıf düşmanı bir karakter taşıyor. Biz, dayanışma gününde tüm yurtseverlere emekçi halkımızı, doğamızı yok edenlere karşı mücadeleye çağırıyoruz” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/460297/ekoloji-orgutleri-1-mayisa-hangi-taleplerle-gidiyor

24 Nisan 2022 Pazar

Madran’da mezarları bile... (Pazar yazısı)

 

24 Nisan 2022 00:42






Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel



Sırtını asırlık çamın gövdesine verip oturdu Mehmet amca. Bir iki dakika oturduğu yerden soluğunun düzelmesini bekledi. Önünden aşağıya doğru inen sarı çamlarla kaplı tepenin eteklerinde boğuk boğuk araç sesleri geliyordu. Bir mavzer atımı kadar bile yoktu kepçelerle aramızda. Oradan yükselen toz, sanki burnunun dibinde tütüyormuşçasına yüzünü ekşitti Mehmet Amca.

Omzumu Mehmet amcanın yaslandığı çama dayayıp aşağıdaki görüntüye dalmıştım ben de. “Ne yapacağız biz bunu?” sorusuyla daldığım hazin görüntüden sıyrıldım. Yüzünde sorunun yanıtını aramaktan çok çaresizliği anlatan bir ifade vardı.

“Valla Mehmet amca önce sizin köylüleri ikna etmek gerekiyor sanki. Yoksa dava açtınız, biz haberlerinizi yapıyoruz sürekli, Mecliste milletvekilleri çıkıp konuşuyor, sosyal medyada burası her hafta bir şekilde güdeme geliyor ama işte görüldüğü gibi şirketin tüm bunları taktığı yok” dedim.

Bizim o gün, orada çözüm üreteceğimiz bir mesele olmaktan çok uzaktı konu. Madran Dağı aylardır delik deşik ediliyor, ne köylünün, ne çevrecilerin, ne milletvekillerinin gücü yetiyordu bir şirkete. AKP’liydi patron. Çine Belediyesinde meclis üyesiydi. Hal böyle olunca arkasına iktidarın desteğini almış, ‘hak-hukuk her şey benim burada’ der gibi at oynatıyordu Madran'da. Köyde de bir iki cılız itirazın dışında herkes kaderine razı gibi görünüyordu. Kimisi zaten madende işe girmiş, kimi geçim kaynakları fıstık çamlarının yanına üç beş yan gelir diye madenin taşeronluğunu yapıyordu.

Şirket dağdaki ağaçları bile Topçam köylülerine kestiriyordu. Yüzlerce yıllık çamları doğrayan baltanın sapı bu ağaçlardandı. Baltayı tutan el de bu ormandan geçimini sağlayan köylülerin eliydi…

Yetmiş yaşını devirmişti Mehmet amca. 130 kiloyu aşkın iri gövdesini çam ağacına yaslayıp kesik kesik solurken bulutlanan gözlerini benden kaçırdı. Yüzünü öte yana, 30-40 adım aşağıdaki tarlaya doğru çevirdi. Tarlanın tam ortasında upuzun bir fıstık çamı vardı. Tarladaki arpa bir karışı geçmiş, yemyeşil bir halıya dönmüştü.

“Bu tarlayı 7-8 yıl önce kepçe getirip saatine dünyanın parasını sayarak yaptıktı. O zamanlarda beşi bir yerde bozdurdum bu tarlayı düzletmek için. Şimdi tam altını oyuyor maden. Tarla da akıp gidecek bir süre sonra” dedi Mehmet amca.

Oturduğu yerin aşağısında harıl harıl çalışan maden kepçeleri, kamyonları… Sağ tarafından bir süre sonra aşağıya akıp gideceğini söylediği tarlası… Mehmet amcaya gene bir offff çektirdi gördükleri.



 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

Biraz da konuyu değiştirmek için hemen yanımızdaki mezarı sordum.

“Kaç yıllık bu mezar Mehmet amca? Kimmiş içinde yatan biliniyor mu?”

Etrafı taşlarla bir metre kadar yükseltilmiş mezar hemen dibimizde, Mehmet amcanın altına oturduğu çamın sol yanında idi.

Elini yere dayayarak koca gövdesini güç bela doğrultup ayağa kalktı. Ucuna doğru sivrilen mezar taşının üzerine bağlanmış rengi solmuş bez parçasını okşayıp mezarın etrafında bir tur attı; “Mezarın yaşını, içinde kimin olduğunu bilen yok. Belki bin yıllıktır. Eskiden Yörükler oğlaklarını mezarın başına getirir etrafında döndürürlerdi. Mezarın üstüne çıkan oğlağı orada kurban ederler, etini obaya dağıtırlardı. Mezara 10 oğlak çıkmışsa onunu, 20 çıkmışsa yirmisini de keserlerdi. 'Kuvvet Yareni' deriz bu mezara. Bazı akşamlar gün doğusundan yeşil bir ışık gelip patlar mezarın üstünde. O gün bir şenlik, bir hareketlenme olur burada. Bak zaten belli yeri de” diye mezarın yanı başındaki düzlüğü gösterdi. Boyu üç dört metreye eni iki metreye yaklaşan mezarın etrafında türlü türlü kır çiçekleri, sütleğenler, ayrık otları ve ısırganlar göze çarpıyordu. İnce sırım gibi gövdeleri ile göğe yükselen sarıçamlar düzlüğü çevrelemişlerdi.

“Üç tane mezar var Madran da buna benzeyen. Yaren mezarları bunlar. Madenciler bu mezarları da yok edecekler” diye söylendi Mehmet amca…

Yangınların başladığı yere doğru giderken yollarda, iki karış tozun altında vızır vızır gidip gelen sarı maden kamyonlarının arasından geçtik. Aracımızın pencerelerini içeri toz girmesin diye sıkı sıkı kapattık.

“Eskiden bu yoldan geçerken arabamızın altında kozalaklar, çam dalları çıtır çıtır ederdi. Şimdi tekerler toza gömülüyor” dedi Ali Coşkun. Maden evinin 50 metre dibinde gün aşırı çalışıyor, haftada bir iki kere dinamit patlatıyordu. Başlarına yağan tozun, taşın arasında her hafta Coşkun ailesi feryat figan ağlayordu ama taş olsa çatlatacak çığlıkları ne bir devlet yetkilisi duyuyor, ne şirket umursuyordu!..

Hafta sonu, ramazan ayında, tam da köylülerin oruçlarını açtıkları akşam saatlerinde dağda çıkan yangınları göstermek için çağırmışlardı beni. "Yüzde bin madenciler çıkardı yangınları" diyorlardı.

Yangınlar, Madran kaynak suyunun çıktığı tepeye giden yola paralel, ormanın 20-30 metre iç tarafında başlamıştı. Üç yangın da birbirinden 200-300 metre uzaklıkta, ayrı ayrı yerlerdeydi. Orman şefinin “kesinlikle kasıt var” dediği yangınlar, her ne hikmetse tam da madenin ruhsat alanındaki ağaçları yakmıştı. Köylülerin ve kısa zamanda olay yerine gelen orman işletme şefliği ekiplerinin çabası ile üç yangın da kısa sürede söndürülmüş, bir iki futbol sahası kadar alanda ağaçlar zarar görmüştü. Köylüler yangınların olduğu bölgede yüzeyden bile görünen kuvars kayalarını işaret ederek, bölgenin maden yatağı olduğunu söylediler.

Mehmet amcanın oğlu Özgür, “Erken yaktılar biraz” dedi iddialı bir şekilde. “Bu mevsimde orman yaştır daha. Üstelik rüzgar da yoktu o gün. Zaten rüzgar olsa kimse tutamazdı bu yangını”. Yangınlardan, yağmayan yağmurdan, esmeyen rüzgardan, akmayan sulardan, kötü giden her şeyden madeni sorumlu tutuyorlardı köylüler. Haksız da sayılmazlardı...

Dönüşte, etrafı adeta maden tarafından kuşatılan köyü tepeden gören bir yerde durduk. Kamyonların yoğun bir şekilde gelip gittiği tozlu yolun kenarında, tepenin tam yamacında yan yana duran 4-5 mezarı işaret etti Özgür; “Bunlar burada kaldı, tam madenin ortasında. Mezarların sahibi bu mezarlara bir şey olursa vururum hepiniz diye tehdit etti şirketi. Onlar da dokunmayıp böyle bıraktılar mezarları” diye mezarların hikayesini anlattı ayak üstü. Taşlarında ucu sivri yeşil çam ağacı resimleri olan mezarların olduğu yere gittim. Aşağıda kalan köyün eteğinde kocaman bir maden çukuru vardı. Sarı bir kepçe gürültü patırtı ile etrafı kazıp duruyordu. Ocağın içinde çağla yeşili bir su görünüyordu. Burası Ali Coşkun’un evinin 50 metre üstündeki maden ocağıydı. Mezarların öbür başında ise başka bir maden ocağı tepenin yarısını üzerindeki çamları ile yutmuştu. Madran’da maden üzerinde çam resimleri bulunan mezarları bile yok ediyordu...

 https://www.evrensel.net/yazi/90797/madranda-mezarlari-bile

21 Nisan 2022 Perşembe

Madenci şirket yine patlatma yaptı, Topçam köyü savaş alanına döndü

 

 21 Nisan 2022 10:14  Güncelleme: 21 Nisan 2022 14:50


Aydın'ın Topçam köyünde Eysim Madencilik şirketi yine patlatma yaptı. Coşkun ailesi kaymakamlığa gitti, "Yerinde yok" denilerek görüştürülmedi.

 GÜNCELLENDİ



Ekran görüntüleri Zeynep Coşkun'un çektiği videodan alınmıştır


Özer AKDEMİR

Aydın Çine’ye bağlı Topçam köyünde Eysim Madencilik şirketi yine patlatma yaptı. Evleri patlatma yapılan madene 50 metre uzaklıkta olan Coşkun ailesi bir kez daha ölüm korkusu yaşarken, ailenin yaşadığı panik ve korku evin en küçük kızı Zeynep Coşkun’un çektiği videoya yansıdı.

JANDARMA TUTANAĞI: UFAK BİR TAŞ DÜŞTÜ

Patlatmanın ardından şikayet için Çine Kaymakamlığına giderken yolda görüştüğümüz Zeynep Coşkun, yaşadığı üzüntü, öfke ve korku nedeniyle göğsünde yumruk gibi bir şişlik meydana geldiğini söyledi. Coşkun, “Sabah patlatma aracını gördük biz. Şirket yetkilileri de patlatma yapılacağını söylediler bu sefer. Jandarma da geldi, güya önlem almak için. Önlem alma dedikleri patlatma sırasında biz şirket yetkilileri ile tartışmayalım diye bizi evimize hapsetmek. Patlatmanın ardından tutanak tutun diye yine ısrarcı olduk, 'Evin üstüne ufak bir taş düştü' diye tutanak tutmuşlar! En çok zorumuza giden de jandarma da maden yetkilileri de bizler korku ve panikle çığlık çığlığa bağırdıkça, sanki bir sirki izlermiş gibi bizi izlediler” diye konuştu.

"BİZLER VATANDAŞ DEĞİL MİYİZ?"

Jandarmanın şirketi koruduğunu belirten Coşkun, “Şirket sahipleri vatandaş da bizler değil miyiz? Hayvanlarımız bas bas bağırıyorlar. Hayvanları dışarı salamıyoruz. Bunu yapanların hiç mi vicdanı yok!” dedi.

AİLE KAYMAKAMLIĞA GİTTİ

Yaşam haklarının ellerinden alındığını belirten Zeynep Coşkun, "Kaymakam beyle görüşüp yaşadıklarımızı anlatacağım birer birer. Bizi dinler ya da dinlemez ama artık yeter! Madenciler bizi öldürecekler artık” diyerek isyan etti.

COŞKUN AİLESİ: KAYMAKAMLIKTAN RESMEN KOVULDUK!

Çine kaymakamı ile görüşmeye giden Coşkun ailesi kaymakam yerinde yok denilerek görüştürülmedi. “Kaymakamlıktan resmen kovulduk” diyen Cennet Coşkun, “CHP ilçe binasından da milletvekili Süleyman Bülbül tarafından kovulduk. Biz vatandaş değil miyiz? Kimliğimi kırıp atacağım artık” dedi.

"MİLLETVEKİLİ ŞİRKETİN MÜDÜRÜYLE BİRLİKTE"

CHP ilçe binasında Süleyman Bülbül ile tartıştıklarını söyleyen ÇİYAP Sözcüsü Ahmet Uslu şöyle konuştu:

"Milletvekili Süleyman Bülbül telefonlarımızı açmadı. CHP Çine ilçe binasında şirketin müdürüyle birlikteymiş meğer. Bize ‘Avukatınız benimle görüşsün. Gidin hakkınızı hukukla arayın’ diyor. Sanki memlekette hukukun işlemediğini bilmiyor! Biz de birçok dava açtığımızı ancak hukukun işlemediğini söyledik. CHP ilçe binasında bu patlatmaları yapan Eysim şirketinin müdürü Olgun Balcı da vardı. Süleyman Bülbül’e 'Madencilerle böyle içli dışlı olduğunuz için bu işe çözüm bulamıyorsunuz. Halktan yana olun madencilerden değil' dedik."

 https://www.evrensel.net/haber/459909/madenci-sirket-yine-patlatma-yapti-topcam-koyu-savas-alanina-dondu

20 Nisan 2022 Çarşamba

Büyüknohutçu cinayetinin üstü örtülmek isteniyor!

 

20 Nisan 2022 10:55


Antalya'da 2017 yılında kiralık bir katil tarafından katledilen yaşam savunucuları Büyüknohutçu çiftinin avukatı ve kızı, cinayetin üstünün örtülmek istendiğini belirtti.


Özer AKDEMİR

Finike’de 9 Mayıs 2017 tarihinde kiralık bir katil tarafından katledilen yaşam savunucuları Ali Ulvi ve Asin Büyüknohutçu çiftinin avukatı ve kızı açıklama yaparak cinayetin üstünün örtülmek istendiğini belirttiler. Cinayetin üzerinden beş yıl geçmişken azmettiriciler yönünden dosyanın genişletilmediğini aktaran Büyüknohutçu’ların avukatı Tuncay Koç, “Büyüknohutçular davasının üstü örtülmek istenmektedir. Baştan beri dosyada “gizli bir el”, delilleri karartamaya çalışmıştır” açıklaması yaptı.

KATİLİN MEKTUBU AZMETTİRİCİ OLARAK MERMER OCAĞI SAHİBİNİ İŞARET EDİYORDU

Ali Ulvi ve Aysin, Finike’de mermer ocakları için yok edilen sedir ormanlarını kamuoyuna duyurmuştu. Çift, yöre halkında çevre bilincini oluşturmaya çalışıyor, doğayı tahrip eden mermer ocaklarına karşı mücadele veriyordu. Açtıkları dava sonucunda da bir mermer ocağının kapatılmasını sağladılar.

9 Mayıs 2017’de ise Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti, Kızılcık Yaylası’ndaki evlerinde ölü bulundu. Bölgeye yeni taşınmış olan Ali Yamuç adlı kişi gözaltına alındı ve üç gün sonra tutuklandı. Yamuç cinayeti üstlenerek, “para için” yaptığını söyledi. Bir hafta sonra, katil Ali Yamuç’un eşine bir mektup yazdığı ortaya çıktı. Ali Yamuç’un adıyla yazılmış ve yine onun tarafından imzalanmış mektupta bir mermer ocağı sahibini suçlayarak “Bana vaat ettiğiniz ödemeyi yapın. ‘Öldür paranı hemen vereceğiz’ diye vaatlerde bulunup, neyi bekliyorsunuz? 10 gün içerisinde param gelmez ise görüşürüz. İpleriniz cebinizde haberiniz olsun” yazıyordu. Bu mektup nedeniyle Fatma Yamuç da cinayete iştirak suçuyla tutuklandı. Ancak, soruşturma derinleştirilmedi. Ali Yamuç, gerçekten katil ise kimlerle bağlantısı olduğu ortaya konulmadı, cep telefon kayıtları ayrıntılı araştırılmadı…


Fotoğraf: Büyüknohutçu ailesi

KATİL ZANLISI 'İNTİHAR ETTİ', DOSYA KAPATILDI

Zanlı Ali Yamuç, kaldığı Elmalı Cezaevinde can güvenliği olmadığı için naklini istedi ve isteği üzerine daha güvenli olduğu söylenen Alanya L tipi cezaevine nakledildi. 20 Eylül 2017’de, Alanya L Tipi Kapalı Cezaevi'nde Ali Yamuç ölü bulundu. Alanya Savcılığı'nın hazırladığı rapora göre, Ali Yamuç'un kaldığı koğuşun banyosunda havalandırma penceresine eşofman lastiğiyle kendini astığı belirtildi. Dosya “intihar” denilerek kapatıldı.

KATİLİN EŞİ BERAAT ETTİ

Büyüknohutçu çiftinin dava dosyasında katil zanlısı Ali Yamuç cezaevinde ölü bulunduğu için hakkındaki dava düşürüldü. Fatma Yamuç hakkında cinayete yardım etmek suçundan 17 Kasım 2017 tarihinde iddianame kabul edilerek yargılama safhası başladı. Ancak Fatma Yamuç, yargılandığı Elmalı Ağır Ceza Mahkemesinde cinayete yardım etmek suçundan beraat etti. Ancak Mahkeme, dosyanın durumuna göre, olası azmettiriciler hakkında ve Fatma Yamuç’un da delilleri kararttığı için suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

SAVCILIK SORUŞTURMAYI DERİNLEŞTİRMEDİ

Büyüknohutçu ailesinin soruşturmanın derinleştirilmesi için Finike Cumhuriyet Savcılığı’na yaptığı ihbar savcılık tarafından reddedildi. Savcılık soruşturmayı derinleştirmeyerek ve yeni delil toplamayarak azmettiriciler yönünden “kovuşturmaya yer olmadığına “ karar verdi. Ailenin itirazı üzerine dosya Elmalı Sulh Ceza Mahkemesine gitti. İtirazı değerlendiren mahkeme azmettiriciler yönünden hiçbir değerlendirme yapmadan bu kararı onadı ve itirazı reddetti. Bu ret kararı 18 Nisan 2022 tarihinde aileye tebliğ edildi.



Fotoğraf: Kuzey Ormanları Savunması

GİZLİ BİR EL BAŞTAN BERİ DELİLLERİ KARARTTI

Aile ve avukatları yaptıkları açıklamada cinayetler ile ilgili açılan davada gelinen nokta ile ilgili şunları dile getirdiler: “Maalesef azmettiriciler yönünden yeni soruşturma yapılmadı ve dosya tamamen kapatılmış oldu. Üstelik bu, mahkemenin suç duyurusu kararına rağmen yapıldı.


Cinayetlerin üstü baştan beri eksik soruşturmayla örtüldüğü gibi suç ihbarımız da sonuçsuz kalmıştır. Ali Yamuç’un cezaevinde ne şekilde öldüğü, ölümüne kimlerin yardım ettiği de belirlenmemiştir.

Kamuoyunda son yıllarda öne çıkan çoğu cinayet gibi Büyüknohutçular davasının üstü de örtülmek istenmektedir. Baştan beri dosyada 'gizli bir el', delilleri karartamaya çalışmıştır.”

Aile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle dosyayı Anayasa Mahkemesine taşıyacaklarını ve dosyanın peşini bırakmayacaklarını açıkladılar.

 https://www.evrensel.net/haber/459797/buyuknohutcu-cinayetinin-ustu-ortulmek-isteniyor

19 Nisan 2022 Salı

Madran Dağı’nda ‘orman yakma’ mevsimi erken başladı!

 

19 Nisan 2022 10:37


Madran Dağı'nda aynı anda çıkan üç yangın büyümeden söndürüldü. Yangınların olduğu yerlerin bölgede madencilik faaliyeti yürüten Eysim şirketinin ruhsat alanında olduğu ileri sürülüyor.





Özer AKDEMİR
Aydın

Geçtiğimiz cumartesi günü akşam saatlerinde Aydın Çine yakınlarındaki Madran Dağı’nın Topçam köyü civarında, birbirine yakın üç farklı yerde aynı zamanda orman yangını çıktı. Görüştüğümüz köylüler yangının kasıtlı olarak çıkarıldığını ileri sürerken yanan yerlerin bölgedeki faaliyetleri nedeniyle sık sık gündeme gelen Eysim şirketinin ruhsat alanında olduğunu iddia ediyorlar.

İddiaları sormak için telefonla görüştüğümüz Eysim Madencilik Genel Müdürü Olgun Balcı "Bu konuda görüş vermeye yetkili değilim" dedi.

Topçam köyünün kuzey yamaçlarında köyden kuş uçuşu 7-8 km uzaklıkta bulunan, köylülerin “Karışık” dedikleri yerde 16 Nisan Cumartesi akşam saatlerinde başlayan yangınlar köylülerin ve orman işletme şefliği ekiplerinin müdahalesi sonrası büyümeden söndürüldü. Dün, Topçam köylülerinden 3 kişi ve Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu ille yangın bölgesine gittik. Köylülerin yaylalarının, tarla ve meyve bahçelerinin bulunduğu, keçilerini otlattığı Tekir bölgesi yakınlarındaki yangın alanına giderken yol üzerinde Eysim Madencilik firmasının tartışmalı maden alanlarından geçtik. Şirket köylülerin tüm tepkisine rağmen Topçam köy evlerine ve köy camisine 50-100 metre uzaklıkta patlatmalı kuvars madenciliği yapıyor. Madenin açık ocağının her geçen gün daha da derinleştiğini söyleyen köylüler, taşeron firma eliyle yürütülen madencilik nedeniyle fıstık çamlarının, zeytinlerinin verimsizleştiğini, sularının kesilme tehdidi ile karşı karşıya olduğunu belirttiler.

YOLA PARALEL 2-3 YÜZ METRE ARALIKLARLA ÜÇ YANGIN!

Buradan arazi aracıyla hafif bir eğimle tırmandığımız yolun iki yanı da tamamen ormanlık ve karaçam, kızılçam, fıstık çamları ile kaplıydı. Yangınlarda köylülerin Topçam’ın ünlü kaynak sularının kaynağı olarak tarif ettikleri bölgeye giden bu yola paralel güzergahta, yoldan 20’şer 30’ar metre kadar ormanın içinde ve birbirinden 200-300 metre uzaklıkta çıkmıştı. Mevsim ve son dönemlerde yağan yağışlar nedeniyle nemli olan ormanlık alanda köylülerin ve orman işletme şefliği görevlilerinin müdahalesi sonrası üç yangın da çok fazla büyümeden söndürülmüştü.

YANAN YERLERDE KUVARS MADENLERİ YÜZEYDEN BİLE GÖRÜNÜYOR

Akşam hava karardıktan sonra yangının haberini aldıklarını ve söndürme çalışmalarına yardım için köylüleriyle birlikte bölgeye gittiklerini söyleyen Özgür Aslan, biz geldiğimizde Orman İşletme Şefliğinin yanı sıra Eysim şirketinin de elemanları vardı. Eysim şirketinin çalışanlarının “Yangın nerede, müdürümüz araç yansa da girin yangını söndürmeye” sözlerine orman şefi “Buraya şov yapmaya mı geldiniz?” diye tepki gösterdi. Bereket rüzgar yoktu yoksa yangını söndürmek çok zor olurdu” dedi. Yanan üç alanı da bize gösteren Özgür Aslan, “Bakın yanan alanların üçünde de kuvars madenleri yüzeyden görünecek kadar belirgin. Buraları maden ruhsat alanında kalıyor bildiğim kadarıyla. Şirket ileride buradaki ormanları ağaç bedellerini ödeyerek kesecek ve alttaki madeni alacak. Orman işletme şefi yangınlarda kesinlikle kasıt var dedi bize. Yangını şirket çıkardı diyemem, elimizde kanıt yok ama bu yangın eğer ormanı yaksaydı bundan en fazla kârlı çıkacak olan şirketti” dedi. Özgür, daha yangın duyulur duyulmaz şirket çalışanlarının bölgede olmasının da kendilerini şüphelendirdiğini söyledi.

KATİL CİNAYET MAHALLİNE GERİ DÖNERMİŞ!

Öte yandan yangınla ilgili açıklama yapan Köy Muhtarı Eyüp Yıldız da yangında kasıt olduğunu ve savcılığın gerekli soruşturmayı başlattığını söyledi. Yangın çıktığı gece Çine’nin yerel bir gazetesinde yangını Eysim şirketinin çalışanlarının ihbar ettiği ve söndürme çalışmalarına şirketin üç su tankeri ile müdahale ederek yangının söndürülmesinde önemli rol oynadıkları yönünde haberin çıkması da dikkat çekti. Çine Yaşam Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu, maden şirketlerinin Mardan Dağı’nı delik deşik ettiklerini belirterek, “Eysim şirketi Topçam’ın su kaynaklarının üstünde, fıstık çamlarını yok ederek, köylerin geçim kaynaklarını kirleterek çok vahşi bir madencilik faaliyeti sürdürüyor. Yangın alanına ilk önce şirket çalışanlarının gitmesi “Katil eninde sonunda cinayet mahalline döner” sözünü aklıma getirdi. Kimlerin bu yanan yerlerden menfaat sağladığını görmemiz gerekir” dedi. 

“DEVLET BİZİ SAHİPSİZ BIRAKTI”

Evi maden işletmesine sadece 60 m uzaklıkta olan Topçam Köylüsü Ali Coşkun, geçtiğimiz günlerde şirketin elemanları tarafından silahlı saldırıya uğramıştı. Jandarmanın görevi ilham ve delilleri toplamamakla suçlandığı saldırı dosyası kısa sürece takipsizlikle sonuçlanırken, Ali Coşkun devletin kendilerine sahip çıkmadığını dile getiriyor.

ASIRLIK ÇAMLAR KESİLİYOR

Yangın bölgesine yaklaşık 5-6 km uzaklıktaki madenin yeni açtığı alanda geçtiğimiz gün yapılmak istenen ağaç kesimini kesimcilerin önüne geçerek önlediklerini söyleyen Topçam köyü gençlerinden Özgür Aslan, “Biz yetişene kadar 8-10 çamı kesmişler. Her biri 200-300 yıllık çamlar bunlar. Yazık değil mi?” dedi. Eskiden köylülerin yaylaya çıkmak için kullandıkları yol 30-40 tonluk kamyonların vızır vızık işlediği bir alan haline getirilmiş. Şirket kepçeleri asırlık çam ağaçları ile kaplı tepeleri oyarak kuvars madenini çıkarırken, kamyonlar da iki karış tozun içerisinde birbiri ardında bu cevheri madenin kırma, işleme tesislerine taşıyorlardı.

TARLA DA YAREN MEZARI DA MADEN TEHDİDİ ALTINDA

Bu maden ocağının 30-40 metre üst tarafında, tepenin daha yukarısında yaklaşık 30-40 dönümlük bir araziyi 10-15 yıl kadar önce tarla haline getirdiklerini “O zamanlar beşi bir yerde bozdurarak düzleştirdik” diye anlatan Topçam Köylüsü Mehmet Aslan, şirketin maden ocağının çıkardığı toz yüzünden tarlaya ektikleri buğday ve arpadan verim alamadıklarını söyledi. Aslan, “Tarlanın çevresindeki fıstık çamlarımızı da işaretlemişler. Hepsini kesecekler. Ocak da zaten alttan alta tarlaya doğru genişliyor. Ne yapacağımızı şaşırdık” dedi.

Hemen tarlasının üst yamacında bulunan taşlarla çevrelenmiş yaklaşık 2 m’ye 4 m. boyutlarındaki mezarın köylüler tarafından “yaren mezarı” olarak kutsal sayıldığını söyleyen Mehmet Aslan, bu mezar da yok olacak böyle giderse” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/459699/madran-daginda-orman-yakma-mevsimi-erken-basladi

17 Nisan 2022 Pazar

H. Hüseyin Karalar’ın dünyası nasıl karardı? (Pazar yazısı)

 

16 Nisan 2022 23:10



Fotoğraf: Hasan Hüseyin Karalar


Silikozis hastası 55 yaşındaki Hasan Hüseyin Karalar, Bilecik Bozüyük’te seramik sektöründe 26 yıl çalışmış. Hemen herkesin evlerinde bulunan seramik banyo ve karo ürünlerini üreten, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birisine ait işyerine 55 yıllık ömrünün neredeyse yarısını vermiş. Çalışırken işyerinde alınmayan önlemler nedeniyle silikozis hastalığına yakalanan Karalar, hastalığına rağmen “Az üretim yapıyorsun” diye baskı görmüş. Baskılar nedeniyle psikolojisi bozulup artık nefes de alamayacak duruma gelince malulen emekli olmuş.

Üç kuruş daha çok kâr etmek için söndürülen ciğerler, tedavisi olmayan bir hastalıkla yaşamak durumunda bırakılan, para ile tüm hukuksal hakları ellerinden alınan, hatta konuşmaları bile yasaklanan işçilerin dramı var Karalar’ın yaşam öyküsünde. Dünyası karartılan işçilerin can bedelinin ne kadar ucuz olduğunun ve bu işte sorumluluğu bulunanların da yasalar karşısında nasıl korunduğunun en açık örneklerinden birisi onun yaşadıkları…

‘SİGARADAN RAHATSIZLANDIĞIMI DÜŞÜNÜP, SİGARAYI BIRAKTIM’

1989 ile 2015 tarihleri arasında Bozüyük’teki Eczacıbaşı Yapı Gereçleri firmasında çalışan H. Hüseyin Karalar’ın sağlığında ilk bozulmalar 2011 yılında başlamış.

Çalıştığı ortamın tozlu ve gürültülü olduğunu söyleyen Karalar, nefes almakta zorlanma ve kulaklarında duyma sorunları yaşamaya başlamış. Karalar ilk rahatsızlıkların başladığı süreci şöyle anlattı; “Kendimde bir efor kaybı, nefes almakta zorluk, güç kaybı yaşadım. İlk etapta doktora gitmedim, sigarayı bıraktım. Sigara içtiğimden ötürü rahatsızlandığımı düşündüm. Sigarayı bıraktıktan 2 ay sonra rahatsızlıklarımın hâlâ devam ettiğini gördüm”.

İş yerinde çekilen akciğer filminde bir anormallik görülmesi üzerine Sakarya Devlet Hastanesine sevk edilen Karalar’a burada “tüberküloz” teşhisi konulmuş. Daha sonra gittiği Bozüyük Devlet Hastanesinde göğüs doktoru ilk kez “Büyük olasılıkla mesleki bir hastalığınız var” demiş. İşyeri hekimine de Karalar’ın meslek hastalıkları hastanesine sevk edilmesi gerektiği yönünde görüş bildiren bir yazı göndermiş.



Fotoğraf: Hasan Hüseyin Karalar'ın kişisel arşivi

EMEKLİ OLDUKTAN SONRA SİLİKOZİS HASTASI OLDUĞUNU ÖĞRENDİ

Bundan sonra Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi ile Bozüyük arasında 2013-2014 yılları arasında gidiş gelişler başlamış. Sağlığının gittikçe bozulması ve buna bağlı olarak işyerindeki iş gücü kaybı nedeniyle gördüğü baskının artması sonucu Karalar 2014 yılında nefes darlığı ve işitme kaybı gerekçe gösterilerek malulen emekli edilmiş. Karalar’a silikozis teşhisi ise emekli olduktan sonra, 2017 yılının nisan ayında gittiği İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi tarafından konulmuş.

HASTA OLANA KADAR MASKE VERMEDİLER

Karalar, çalıştığı işyerinde kendisinin dışında da birçok arkadaşının silikozise yakalandığını söylüyor. “2010-2012 yıllarında işyerinden silikozis teşhisleri gelmeye başladı. Özellikle benim çalıştığım sırlama bölümünden. Çünkü sırlamada yüzde 30 civarında silika maddesi kullanılır. Hem topraktaki kimyasallara hem sırın içindeki kimyasallara maruz kaldık” diyor nasıl silikozis hastası olduklarını anlatırken.

‘2.5 YIL AYNI MASKEYİ KULLANDIM’

İşyerinde çalışırken maske ya da koruyucu elbise verilip verilmediğine dair sorumuzun yanıtı işçilerin yaşamının patronlar gözünde ne kadar ucuz olduğunun bir göstergesi; “2011 yılında tüberküloz teşhisi konulana kadar bana maske verilmedi. 2011 yılında maske verildiğinde ise sadece bana verildi. Benimle aynı işi yapan arkadaşlarıma verilmedi. Ondan sonra ilerleyen süreçlerde 2012 -2013’te meslek hastalıkları tanıları peş peşe gelmeye başlayınca, yani sayılarımız 100’lere dayanınca maske verilmeye başlandı. Ben iki buçuk yıl aynı maskeyi kullandım! Oysa bizim 3M dediğimiz maskelerin 6 ayda bir değiştirilmesi lazım. Maske ile çalışmak da sıcak ortamda çok zor bir şey. Yüzüm terliyor, nefes alamıyorum. Zaten nefes darlığım var!..”

‘HASTALIĞIMA RAĞMEN AZ ÜRETİYORSUN BASKISI GÖRDÜM’

Hastalığı nedeniyle güç kaybı yaşayan ve bu nedenle de eskisi kadar üretim yapamayan Karalar’a işyerindeki şef ve ustabaşından baskı yapılmaya başlamış. Karalar psikolojisinin bozulmasına yol açacak kadar ileri giden bu baskıları şöyle anlattı; “Yanımdaki insanlar 150 üretim yapıyor ben maske ile çalışıyorum, 140’ta, 135’te kalıyorum. Bu sefer de üretimi düşük yaptığım için baskı altına alındım. Ustabaşı, şef sürekli odaya çağırıyorlar, uyarıyorlar, ‘Seni verim komisyonuna sevk ederiz. Bak, bunlar insan da, sen insan değil misin?’ gibi sorulara muhatap oldum. O dönemde büyük bir ruhsal çöküntü de yaşadım. Çabalıyorum fakat gücüm yetmiyor. Beni bir yıl boyunca kameranın önünde çalıştırarak takip ettiler. İşi kasıtlı mı ihmal ediyorum diye? Fakat benim elimden gelen buydu. Hastalığımı defalarca söyledim ama sürekli baskı altına alındım. 2014 yılında psikolojik tedavi görmeye başladım. Tedavim 2015 yılında emekli olduktan sonra da devam etti”.

26 İŞÇİDEN 25’İ UZLAŞARAK DAVADAN VAZGEÇTİ

Silikozis teşhisi konduktan sonra avukat tutup maddi manevi tazminat ve sağlığının bozulmasından sorumlu tuttuğu şirket yöneticileri hakkında ceza davası açmış Karalar. “Ceza davası benden evvel diğer işçi arkadaşların açtığı davalarla birleştirildi. Benle beraber 26 kişi olduk. 100 civarında da maddi manevi tazminat davaları vardı. Şirket 2021 yılının sonlarına doğru uzlaşma uygulamasını başlattı. Uzlaşan işçilere alacaklarını, haklarını ödemeye başladı. Bunun üzerine 50-60 kişi uzlaşmadan yararlandı, dosyalarını geri çekti”.

UZLAŞAN İŞÇİLERE HER ŞEY YASAK!

Yıllarca sürecek hukuksal mücadeleyi göze alamayıp mecburen uzlaşmayı seçen işçilerin işveren avukatlarıyla teke tek görüştüklerini aktaran Karalar, kimin ne kadara uzlaştığının da bu görüşmelerde her işçi için ayrı ayrı belirlendiğini anlattı. “Rakamlar kimseye verilmiyor. Sadece avukatınız gidiyor, her kişi tek tek uzlaşıyor. Uzlaşmanın metinleri diğer kişilerle paylaşılmıyor. Kimisi 300 bin liraya, kimisi 200 bine, kimisi daha düşük miktara uzlaştı. Uzlaşmaya oturan silikozis hastalarına yürüyüş, toplantı, basına açıklama yapmak gibi konularda yasaklar getirildi. Bunun için bir protokol imzalattılar. Karşılığında maddi yükümlülükler konuldu.”

BEN DE AKCİĞER KANSERİNDEN ÖLECEĞİM

“Peki siz neden uzlaşmaya oturmadınız” sorumuza Karalar kendisi ile ilgili korkunç bir gelecek öngörüsünü de içeren şu yanıtı verdi; “Birinci sebebim, yaşamış olduğum iş yerindeki sıkıntılar ve haksızlıklar. İkincisi de bu silikozis hastalığından ve akciğer rahatsızlığından bir sürü arkadaşımı kaybettim. Onlara karşı manevi sorumluluğum vardı. Birinin bu işi yapması lazımdı. Çalıştığım bölümden birçok arkadaşımı kaybettim. 10 kişinin üzerinde vefat etti birkaç yıl içerisinde. 23 tane arkadaşım silikozis tanısı konmadan geçmiş yıllarda vefat ettiler. Hepsi akciğer kanserinden! Bende şu anda kanser yok fakat 17 kez tomografi çekildi. İleride ben de büyük olasılıkla akciğer kanserinden vefat edeceğim!..”

SORUMLU MÜDÜRE SADECE 10 AY CEZA!

Karalar’ın sürdürdüğü ceza davası açıldıktan beş yıl sonra sonuçlanmış. “Davanın fabrika müdürleri ve işyeri hekimini de içine alacak şekilde genişlemesini istedik. Kabul edilmedi. Oysa ki bunların da doğrudan sorumluluğu var tüm hastalıklarda. Mahkeme sonucunda bölümün sorumlu müdürü için 3 ay çalışma hak mahrumiyeti ve 1 yıl hapis cezası verildi. Sabıkasız oluşu, iyi hali dikkate alınarak 2 ay indirim uygulandı. Kalan 10 aylık hapis cezası için denetimli serbestlik hükümleri uygulanacak”.

SİLİKOZİSİ DUYAN KİMSE İŞ VERMİYOR BANA

Silikozis hastası olarak emekli olduktan sonraki yaşamını nasıl sürdürdüğünü ve yeni bir işe girme çabası olup olmadığını sorduğumuz Karalar’ın anlattıkları silikozis hastalarının sadece sağlık sorunu değil ekonomik olarak da çok zor bir yaşam sürdürdüklerini ve çalışma hayatından kopmak zorunda kaldıklarını gösteriyor. “Altı yıldır İŞKUR’a kayıtlıyım. İş görüşmelerine gidiyorum. Meslek hastası olduğumu öğrenince hiç kimse iş vermiyor. Köyde arazim vardı, satarak harçlığımı giderdim ilk etapta. Maaşım yetmediği için almış olduğum tazminat da bitti. Epey zor bir durumdayız. Yine de hastalığın ilerlemiş safhalarında, tekerlekli sandalyeye mahkum olan, solunum cihazıyla yaşayan arkadaşları gördükçe hamdolsun diyorum. Şu an için kendi ihtiyaçlarımı giderebiliyorum. Düz yolda yürüyebiliyor fakat rampa, merdiven çıkma veya efor gerektiren işlerin hiçbirini yapamıyorum. Bu da beni maddi yönden sıkıştırıyor. Evlenecek çocuklarım var. Elimden geldiğince kişisel harcamalardan temizlik, giyim kuşamdan kısıyoruz.”

PATRONLAR GEÇMİŞ OLSUN DEMEK İÇİN BİLE ARAMADILAR

Karalar, ömrünün 26 yılını verdiği işyerine ciğerlerini bırakarak ayrılmak durumunda kaldıktan sonra patronlar tarafından bir kere bile aranmadığını söylüyor; “Hiçbir şekilde işyerinden ‘Geçmiş olsun bir ihtiyacın var mı, bir sıkıntın var mı?’ denmedi. Muhatap alınmadık.”

Hasan Hüseyin Karalar şimdi Bozüyük’te bir yandan kendisini sakatlayan patronlardan hakkını arıyor öbür tarafta yaralanmış ciğerleriyle yaşama tutunmaya çalışıyor...

 https://www.evrensel.net/yazi/90754/h-huseyin-karalarin-dunyasi-nasil-karardi

14 Nisan 2022 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Slikozis hastası bir işçinin yaşadıkları


Çepeçevre Yaşam, bu bölümünde Bilecik'te 26 yıl boyunca seramik fabrikalarında çalışmasının ardından silkozise yakalanan Hasan Hüseyin Karalar'ın mücadelesini konu ediniyor.
Dün akşam yayınlanan #ÇepeçevreYaşam programının linki 👇
Çepeçevre Yaşam
Çepeçevre Yaşam, bu bölümünde Bilecik'te 26 yıl boyunca seramik fabrikalarında çalışmasının ardından silkozise yakalanan Hasan Hüseyin Karalar'ın mücadelesini konu ediniyor.
Dün akşam yayınlanan #ÇepeçevreYaşam programının linki 👇

13 Nisan 2022 Çarşamba

Karaburna köylülerinin taşocağı davasının reddedilmesi Danıştay’dan döndü

 

 13 Nisan 2022 09:48


Karaburna Köyü yakınlarında işletilen moloz bazalt ocağı ve maden arama projesi ile ilgili "ÇED Gerekli Değildir" kararının iptali istemini reddeden mahkeme kararı Danıştay’dan döndü.



Fotoğraf: Karaburna Köyü Sevdalıları Platformu

PAYLAŞ

Özer AKDEMİR

Nevşehir’in Hacıbektaş İlçesi, Karaburna Köyü yakınlarında işletilen moloz bazalt ocağı ve maden arama projesi ile ilgili Nevşehir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce verilen "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararının iptali istemini reddeden mahkeme kararı Danıştay’dan döndü. Kayseri 2. İdare Mahkemesi itiraz süresi içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı reddederken, köylülerin bu kararı temyiz etmesi sonrası dosyaya bakan Danıştay 6. Dairesi ÇED Gerekli Değildir kararının köyde usulüne uygun bir şekilde ilan edildiğine dair dosyada belge bulunmadığı gerekçesiyle bu kararı bozdu. Köylüler kararı sevinçle karşıladılar.

KARABURÇ KÖYLÜLERİNİN ARDINDAN KARABURNA DA DAVA AÇMIŞTI

Köylerinin dibinde işletilen taş ocağına karşı komşuları Karaburç köylülerini ardından Karaburna köylüleri de bazalt ocağının doğaya, ekolojik sisteme, kültürel ve tarihsel mirasa, ekonomiye ve canlı yaşamına zarar vereceği dile getirerek Mayıs 2021 tarihinde Kayseri Nöbetçi İdare Mahkemesine dava açmışlardı. Köylüler dava dilekçelerinde projenin kağıt üzerinde işletme alanı küçük gösterilerek ÇED sürecinden kaçırıldığını ve faaliyetin 1. derece arkeolojik sit alanını da kapsadığı için koruma altındaki kültür varlıklarına zarar vereceğini ileri sürüyorlardı.

DANIŞTAY YEREL MAHKEME KARARINI BOZDU

Köylülerin açtığı davaya bakan Kayseri 2. İdare Mahkemesi, taş ocağına verilen ÇED Gerekli Değildir kararına karşı askı tarihinden itibaren 30 gün içerisinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmişti. Mahkemenin bu kararını yüksek yargıda temyiz eden Karaburna köylüleri ise kararla ilgili köylerinde bir duyuru yapılmadığı ve kararı belirten bir metnin asılmadığını ileri sürmüşlerdi. Temyiz incelemesine bakan Danıştay 6.  Dairesi kararında “proje alanı olan Karaburna Köyünde ilanın yapıldığına, yapıldı ise hangi tarihler arasında askıda kaldığına ilişkin bir tutanak sunulamadığından "mahkemeye erişim hakkı" çerçevesinde, davanın öğrenme tarihinden itibaren 30 günlük yasal süre içerisinde açıldığının kabulü gerekmektedir” diyerek yerel mahkemenin kararını bozdu.

“TAŞ OCAĞINI KÖYÜMÜZDEN GÖNDERECEĞİZ”

Danıştay kararını sevinçle karşıladıklarını ve bundan sonra davanın esastan görüşülmesini beklediklerini belirten Karaburna Sevdalıları Platformu yaptığı açıklamada, “Karaburç Köyü’nden sonra şimdi sıra Karaburna Köyü’nde doğamızı ve yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğiz. Haksız ve hukuksuz şekilde doğamıza kasteden bu bazalt /moloz işletmesini köyümüzden göndereceğiz” ifadelerine yer verildi.

1800 YILLIK BİZANS KALESİ YAKININDA TAŞ OCAĞI!

Hacıbektaş Karaburna sınırları içerisinde Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun (KTVKK) kararıyla 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilen 2 bin 800 yıllık Hitit dönemine ait yazıtları barındıran Kaletepe Höyüğü ve son dönem çalışmalarla tespit edilen 2 adet Tümülüs bulunurken, bu tarihi eserler madenin ruhsat alanında kalıyordu. Sit alanının büyük bir çoğunluğunun bazalt ocağı ÇED alanı sınırları içinde yer almasına rağmen, firmanın ÇED sürecinde bu gerçeği gizlediği ortaya çıkmıştı.

SU KAYNAKLARININ ÜZERİNDEKİ MADEN ÇED’DEN NASIL KAÇIRILDI?

Develi Bazalt şirketi adlı firmanın her ikisi de Karaburna'da olan iki farklı ruhsat alanı ve iki ÇED alanı oluşturarak ÇED Gerekli Değildir kararı aldığı dava sürecinde ortaya konulmuştu. Köylülerin “suyun gözü” dedikleri içme suyu kaynağının bulunduğu alanda yapılmak istenen taş ocağının su kaynaklarına, tarım ve hayvancılığın yanında tarihi eserlere de zarar vereceği ileri sürülüyordu. Karaburç köylüleri tarafından benzer gerekçelerle açılan davada şirketin ÇED izni iptal edilmişti. Aynı coğrafyadaki kayalıklarla ilgili Karaburna köylülerini davasından da benzer bir kararın çıkması bekleniyor.

YÜRÜTMENİN DURDURULMASI KARARI DA VERİLMELİYDİ

Köylülerin avukatı Mevşir Tekin, "Karar son derece olumlu ve umut verici olmakla birlikte genel olarak bu tip çevresel davalarda öncelikle ”Yürütmenin Durdurulması” kararı verilmesinin  çok daha yerinde ve amaca matuf olacağını düşünüyorum. Nitekim geçen her an çevrede telafisi imkansız zararlara sebebiyet vermektedir. Esas hakkında karar verilinceye dek geçen süreçte yerinden oynatılan her bir “kayanın” sorumluluğunu taşıyorum. Bu bağlamda kesinleşmiş iptal kararını da paylaşacağımız güzel günlere." dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/459272/karaburna-koylulerinin-tasocagi-davasinin-reddedilmesi-danistaydan-dondu

12 Nisan 2022 Salı

Orman Genel Müdürlüğünden "kesim talimatı" | TOD: Amacınız yangınla mücadele mi odun üretimi mi

 

12 Nisan 2022 11:47


Orman Genel Müdürlüğünün yangın önleme çalışmaları başlıklı talimatı, yoğun ağaç kesimi içeriyor. Talimatı eleştiren Ormancılar Derneği, "Amacınız yangınla mücadele mi, odun üretimi mi?" diye sordu.





Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR
İzmir

Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) orman yangınları ve aşırı odun üretimiyle ilgili yaptığı açıklamada Orman Genel Müdürlüğünün (OGM) yangını önleme çalışmaları başlıklı talimatlarını eleştirdi. TOD, “Yapılan iş yangınla mücadele mi ormanla mücadele mi?” sorusunu yöneltti.

Orman Genel Müdürlüğü (OGM), Orman Yangınlarıyla Mücadele Dairesi Başkanlığı tarafından tüm merkez ve taşra birimlerine gönderilen “Yangın önleme çalışmaları” konulu talimat yazısında “Orman içi ve bitişiğinden geçen her türlü yolların kazı ve dolgu şevlerindeki ağaçların tamamının kesilmesi ve bu noktalardan itibaren her iki yönde topografik şartlar göz önüne alınarak 5 metre mesafede tamamen tıraşlama yapılarak yanıcı maddenin ortadan kaldırılması” ve “Her iki yönde 25-50 metre mesafede ara ve alt tabakanın temizlenmesi ve bakım müdahaleleri ile yanıcı maddenin azaltılmasının sağlanması, ...“ içerikli talimat eleştirildi.

ORMANSIZLAŞMA VE PARÇALANMA ARTACAK

OGM tarafından gönderilen bu talimatın bu şekliyle uygulanması durumunda ormanların daha fazla bozulacağı, ormansızlaşma ve parçalanmanın artacağı uyarısında bulunan TOD açıklamasında; "OGM sürdürülebilir orman yönetimi raporları ve Sayıştay raporlarına da yansıdığı üzere, ormanlardaki parçalanma mevcut uygulamalarla zaten aşırı derecede artmışken, bu yeni uygulama ile orman içi yolların çevreleri yaklaşık 100 m kadar genişlikte boşaltılarak bu kısımlardaki ağaçlar ve çalıların kesilmesi sonucu kapalılık neredeyse %10’lara kadar düşürülecektir" ifadeleri yer aldı.

“KUŞKU UYANDIRMAKTADIR”

Bu mücadele yönteminin binlerce kilometre yol ağı olan başta Ege ve Akdeniz bölgeleri olmak üzere yangına hassas denilen blok orman alanlarında çok ciddi bir orman tahribatı ve parçalanması anlamına geleceğinin ifade edildiği TOD açıklamasında şu görüşlere yer verildi:

Reklam

“OGM tarafından verilen bu talimat, orman ekosistemleri ve biyolojik çeşitliliğin devamlılığı açısından yanlış bir uygulamadır. 2021 yılında yaşanan ve en çok da yangına müdahale konusunda tartışmaların yaşandığı yangınların önemli zararlar verdiği Akdeniz ekosistemlerinde, bu denli geniş bir hat boyunca parçalanmanın yangınlara karşı bir mücadele yöntemi olarak açıklanması kuşku uyandırmaktadır.”


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

AKLA TAKILAN SORULAR

TOD “Akla takılan ve cevap verilmesi gereken sorular şunlardır” diyerek şu soruları ortaya attı:

Bu uygulama ile ne kadarlık bir orman alanı daha parçalanacak ve daha kaç milyon metreküp odun üretimi yapılacaktır? Bu hesap yapılmış mıdır?

Bu uygulamanın amacı yangına karşı mücadele midir? Yoksa odun üretimini arttırmak mıdır? Bilindiği gibi orman endüstrisi sektörü ve biyokütle enerji santrallerine ucuz hammadde sağlamak için, ülkedeki odun üretimi sadece son dört yıl içinde %69,5 oranında arttırılmış ve bu artışın devamını sağlamak için burada yapılmak istenene benzer şekilde ormancılık tekniğine aykırı uygulamalar icat edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle bu uygulama da yangına karşı önlem almaktan çok, aşırı odun üretimine kılıf uydurma girişimi olarak değerlendirilmektedir.”

 https://www.evrensel.net/haber/459200/orman-genel-mudurlugunden-kesim-talimati-tod-amaciniz-yanginla-mucadele-mi-odun-uretimi-mi

İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!

  01 Haziran 2023 07:00 Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma g...