17 Mayıs 2010 Pazartesi

Kyme ne söyleyim Kyme ne deyim?!

Özer AKDEMİR

 17 Mayıs 2010 00:00
    
“Burada korkunç şeyler oluyor!..
Foça’daki arkeolojik kazıların başkanı Prof. Dr. Ömer Özyiğit, Foça Çevre Platformu (FOÇEP) tarafından Reha Midilli Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bölgenin çevresel sorunları ile ilgili forumda yaptığı konuşmasını bu cümle ile bitirdi. Yürümesini güçleştiren dizlerindeki sorun nedeniyle “Hocam, mikrofonu getirelim bulunduğunuz yerden de konuşabilirsiniz” sözlerine rağmen, zorlukla çıkabildiği yüksekçe sahnede yapmayı tercih etti konuşmasını. Sözlerini, salondaki az sayıda da olsa herkesin yüzlerine bakarak söylemeyi tercih etti. Kısa konuştu, ama öyle sözler etti ki...
“Batı Anadolu’daki en eski yerleşim yeri yok ediliyor. Burasının sanayi bölgesi ilan edilmesi baştan yanlıştı zaten. Şimdi sanayi kuruluşlarına yer açabilmek için 3 bin yıllık antik Kyme kenti yok ediliyor. Kyme iyice sıkıştı. Buna hep birlikte karşı durmalıyız…”
Ömer Özyiğit hoca’nın çıkan buluntulardan tarihinin Yontma Taş Çağı’na kadar gittiğini söylediği Kyme antik kenti, 12 kentten oluşan Ailos birliği/ülkesinin en büyük antik kenti imiş bir zamanlar. Kazılarda çıkan onlarca mezardan kentin büyük bir nekropol (toplu mezar bölgesi) olduğunun görüldüğünü söylüyor Ömer Hoca. Bölgede gübre fabrikası ile başlayıp demir-çelik fabrikaları ile devam eden yapılaşma ve sanayi kirliliği, antik kenti yok oluşun eşiğine getirmiş. Şimdi bölgedeki birçok demir-çelik tesisi ve bunların cüruf döküm alanı Kyme antik kentinin sınırları içerisinde. Kyme’nin antik limanının uzandığı Nemrut körfezi’nde 1. derece SİT alanına yapılan iskeleler büyümüş, zamanla liman halini almış. Şu anda körfezde 7 iskele var. LPF dolum tesisleri, kömür kırma eleme tesis ve depolarının yanı sıra geçtiğimiz günlerde ÇED olumlu belgesini alan ENKA termik santral projesi de, ya Kyme’nin sınırları içerisinde ya da antik kente komşu sanayi işletmeleri. 

TARİH ÜZERİNE CÜRUF TEPESİ
Özellikle demir-çelik fabrikalarının yarattığı kirlilik artık trajikomik olaylar yaşanmasına yol açıyor. Habaş, İDÇ, Ege Çelik, Kocaer, Kardemir, Kılıçlar demir-çelik fabrikaları halen cüruf ve atıklarını Kyme’nin 2. ve 3. derece SİT alanına döküyorlar. Çoğu yerde 5-6 metreyi geçen bu curüf yığınlarının altında gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen 3 bin yıllık bir tarih yatmakta. Barbarlık boyutuna varan bu kıyıma nasıl izin verildiği hâlâ bilinmiyor. Kyme kazı heyetinin bu cürufların döküldüğü bölgede yapılmasını istediği kazı için geçtiğimiz günlerde Biçerova’da başlayan sondaj çalışmaları çok zor yürüyor. Çünkü 6 metreyi bulan cürufların altından toprağa ulaşmak için önce bu 6 metrelik cürufu kazmak gerekmiş! Toprağı bulduktan sonra yapılan 3 metrelik bir kazı sonrası antik kentin yapılarına ulaşılabilmiş! Yine antik kentin içinde kocaman bir liman depolama bölgesi inşa eden Nemport, her geçen gün alanını genişletmek için çalışıyor. Şirketin idari bina yapacağım diye izin almak için başvurduğu 10-20 dönümlük alanda üstünkörü yapılan bir kazıda bile çok önemli buluntular ortaya çıkınca, şirket bu sevdasından vazgeçmek durumunda kaldı.
KYME’DEN KURTULMA KAZILARI
Kyme’nin geniş bir alana yayılan 1. derece SİT koruması, geçtiğimiz aylarda küçültüldü. Kimi düzlükte kalan ve sanayi kuruluşu yapılmaya ya da tesisleri genişletmeye elverişli alanlar, 1. dereceden 2.-3. derecelere düşürüldü. Antik kent Nemrut limanı’nı gören tepeden, limana kadar olan kısma kadar sıkıştırıldı. Bu koruma derecesi düşüklüğünün hangi bilimsel ölçütlere göre alındığını bilen yok. Bilinen ise bölgede yapılan kazılara yine bölgedeki sanayi kuruluşlarının sponsorluk yaptıkları! Koruma dereceleri düşürülüp adeta sanayicilerin yağma sofrasına sürülen alanlardaki buluntuların geleceği belirsiz durumda. 26 yıldır bölgede kazılarını sürdüren İtalyan arkeologların çalışmaları da Türk meslektaşları dahil kimseyi tatmin etmemiş görünüyor. Büyük sanayi kuruluşlarının sponsorluğunda yapılan bu kazıların, Kyme’yi kurtarmak için değil sanayilerin gözünü diktiği alanların Kyme’den kurtulması için yapıldığı görüşü hakim bölgede. 

KİME NE SÖYLEYİM?..
Kyme’nin üzerine inşa edilen sanayi tesislerinin içerisinden geçtikten sonra, Nemrut Körfezi’ne sapan toprak yoldan denize ulaştığınızda antik limanın kalıntıları ile karşılaşırsınız. Devasa taşlarla örülü antik liman ve üzerini otlar bürümüş liman yolu, Ege’nin dalgalarına binlerce yıldır dayanmış. Antik liman yolunda otların arasında kaybolmuş devrik bir mermer, bir zamanlar burada önemli bir yapının olduğuna işaret ediyor. Kıyıya çekilmiş birkaç balıkçı teknesini geçtikten sonra antik limanın üzerindesiniz artık. Devasa taşlarla örülmüş antik limanın sahili ise kumlarla değil, adeta 7. yüzyıla kadar varlığını sürdüren Kyme’den kalan binlerce kırık dökük buluntularla örtülmüş sanki. Sahil, antik kentin merkezine yakın bir yerde, “Kazı alanında piknik yapmak yasaktır” yazan bir tabela ile ayrılmış. “Tabelanın bu yanı ile ötesi arasında ne fark var” diye soruluyor gezi grubuna katılan arkeologlardan birisine; yanıt sessizlik... Bu kırık-dökük tarihi buluntuları bile görmek, Kyme’de yaşanan talanı ve yıkımı gözler önüne sermeye yetiyor. Antik kentin otlarla örtülmüş merkezi de kaderine terk edilmiş izlenimi veriyor insana. Buradan çıkarılan eserlerin İzmir’in eski arkeoloji müzesindeki (Aya Vukla Kilisesi) depolarda unutulduğunu, bunların hırsızlar tarafından yağmalandığını; bir kısmının da çocukların, hayvanların ayakları altında kırıldığını yıllar öncesinden yazan bir gazeteci olarak (25.10.2002, Evrensel), Kyme’nin bu son hali, adını da çağrıştıracak şekilde bir halk türküsünün son mısralarını akla getiriyor: “Kime ne söyleyim, kime ne deyim?!.” 
(Aliağa/EVRENSEL)
Özer Akdemir

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...