Balıkesir’in Balya ilçesi kovboy filmlerinde gördüğümüz
terkedilmiş madenci kasabasına benziyor günümüzde. Bundan 80 yıl öncesine kadar
30 binin üzerinde nüfusu, Osmanlı Sarayından sonra ilk elektrik kullanan
yerleşim birimi olması, sosyo-kültürel yaşamı ile o günün koşullarına göre son
derece varlıklı bir kent olan Balya,
günümüzde 2000 nüfuslu bir belde halinde. Madenci şirketler Balya’daki kurşun
ve altınları aldıktan sonra, yöreyi kirletilmiş bir doğa ile baş başa bırakarak
gitmiş. Geride, binlerce işsiz insan, katledilmiş bir doğa ve yaşam alanları
kirletilmiş canlılar bırakarak….
100 yıl da geçse…
Zehirlenmiş topraklarda
Birkaç yıl önce Uşak Eşme’de
altın madeni açılacağı, buradaki madenin Bergama’dakinin 10 katı büyüklüğünde
olacağı, kullanılan “siyanür yığın liçi” yönteminin çöllerde uygulanan “en
ilkel madencilik tekniği” olduğu bilgisi ortaya çıktıktan sonra Eşme’liler bu
katliamı durdurmanın mücadelesine başladılar. Eşme’nin Güney Köyü’nden olan
yazar, belgeselci Uğur Sümer mücadeleyi ilk başlatan kişilerden birisi olmuş.
Geçtiğimiz haftalarda Danıştay tarafından madencilik faaliyetleri durdurulan madenin
kapatılmasına neden olan dava, Uğur Sümer ve Bergama Köylülerinin de avukatı olan
Senih Özay tarafından açılmış. Sümer, madencilik sonrası yaşanan çevre
felaketlerini yerinden görüp, kaydederek, kendi mücadelelerinin dayanağı
olabilmesi için Balya, Kütahya-Eti madenleri, Bergama, Kıbrıs Lefke’ye gidip
yine bir Eşme’li olan Yücel Can ile çekimler yapmış. Bu çekimler sonrasında
ülkedeki en çarpıcı örnek olarak nitelediği Balya ile ilgili ortaya çıkan 26
dakikalık belgesele “Diğer adı Zehirkent: Balya” adını vermiş. Çevreye
karşı olan duyarlığının özellikle kendi yöresi olan Eşme’de altın madenciliği
çalışmalarının başlamasından sonra arttığını belirten Uğur Sümer, bu duyarlılık
sonrasında ortaya çıkan Balya belgeselinin başta Eşme olmak üzere ülkenin her
tarafından altın madenlerine karşı mücadelede bir belge olması, halkın
bilinçlenmesinin aracı olarak kullanılması amacıyla yaptıklarını dile getirdi. Sümer,
hiçbir kişi ve kurumdan maddi destek almadan ortaya çıkan belgeselin imece
usulü ile finanse edildiğinin altını çizdi. Siyanürle yapılan altın madenciliği
ve zararları konusunda daha önceleri bilgi sahibi olmadığını açık yüreklilikle
belirten Sümer, bu konu ile ilgili bilgileri Eşme’de yürütülen mücadele
sırasında öğrendiğini söyledi. Bergama’nın ardından altın arama faaliyetlerinin
Eşme'ye, Efemçukuru’na, Kazdağları’na, Artvin’e, yurdun dört bir yanına sıçradığını
hatırlatan Sümer, "Ben bir Eşmeli ve çevresel duyarlılığı olan biri olarak
daha farklı bir mücadele tarzı geliştirmek istedim. Balya'da yaşanan ve hala
insan sağlığını tehdit eden zehir madenini çekmeye karar verdim" dedi. Belgeselin
çekim aşamasına gelmeden önce Bergama, Kütahya ve Kıbrıs Lefke'ye giderek araştırmalar
yaptığını söyleyen Sümer, "Bu gezilerimde gördüm ki, maden belası küçük
bir bela değil. Ben bunu başkalarına mutlaka göstermek zorundaydım!" diye
konuştu. Yaptığı gezilerde özellikle Kıbrıs Lefke’de gördüğü manzarayı asla
unutmadığını söyleyen Sümer, Türkiye’de ise madenciliğin yarattığı korkunç
kirliliğin en çarpıcı örneğinin ise Balya olduğunu kaydetti. Sümer, “Balya da madenin
kapatılmasından bu yana geçen 80 yıla rağmen hala ölümler devam ediyor. Biz de
olayın çarpıcılığını ortaya koyabilmek için Balya'yı seçtik" dedi.
Mücadele edenler
izliyor
Belgesel'in Türkiye'deki televizyon kanallarında
gösterilmediğini ancak Almanya'nın kendilerine İngilizce ve Almancaya çevrilmiş
haliyle gönderilmesi konusunda teklif geldiğini ifade belirten Sümer, "Biz
bu belgeseli tüm televizyon kanallarına yolladık ama yayınlamadılar ya da
yayınlatmadılar... Buna rağmen birçok çevre örgütü yaptıkları sunum sonunda
belgeselimizi göstererek, belli bir izleyici sayısına ulaştırdılar. Belgesel
bugün Kazdağlarından, Artvin’e kadar mücadelenin olduğu her yerde izleniyor"
diye konuştu. Sümer, önümüzdeki günlerde madencilik yapılan tüm yerleri
dolaşarak daha geniş bir belgesel yapma projelerinin olduğunu dile getirdi. Siyasi mücadelesi yüzünden 12 Eylül 1980’den birkaç gün önce
tutuklanıp 11 yıl cezaevinde kalan Sümer, çıktıktan sonra gözaltında yaşadığı
işkence deneyimini “Duymayan Kalmasın” adıyla kitaplaştırmış. Sümer’in ikinci
kitabı ise, Doğu-Güneydoğu’da yıllardır süren “düşük yoğunluklu savaşa” katılan
ve yaralanıp sakat kalan “gazi” askerlerin anlatımları üzerine kurulu. Sümer, şu
sıralar yaşamının cezaevi sürecini anlatan bir yeni kitap ve yine cezaevinde
başından geçen traji-komik öykülerden oluşan bir senaryo üzerinde de çalışıyor.
(İzmir/EVRENSEL)