DOSYA
23 Haziran 2010 00:00
Kapitalist yağma ve talana karşı yeni mücadeleler
filizleniyor. Çevre direnişleri, binlerce yıldır bu toprakların gerçek
sahipleri olduklarını gösteriyor. ...
ÇEVRE DiRENiŞLERi BULUŞUYOR
Kapitalist yağma ve talana karşı yeni mücadeleler filizleniyor. Çevre direnişleri, binlerce yıldır bu toprakların gerçek sahipleri olduklarını gösteriyor. Bu cümle Ankarada 26-27 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Çevre Direnişleri Buluşuyor etkinliğinin duyurusunda yer alıyor. Yıllardır havalarını, sularını, topraklarını, yaşam alanlarını korumak için mücadele edenler bu sefer Ankarada bir araya geliyorlar. Ülkenin dört bir yanından Toprağımıza, havamıza, suyumuza, geleceğimize sahip çıkıyoruz diye yola çıkan yaşam savunucuları, TMMOB-İKK tarafından gerçekleştirilecek olan Çevre Direnişleri Buluşuyor etkinliğine katılacak. Bergama köylülerinin siyanürlü altına karşı verdiği mücadelenin simge isimlerinden, son nefesine kadar mücadele etmeyi bırakmayan Bayram Kuzu (Bayram Çavuş), genç yaşta kanserden yaşamını yitiren sanatçı Kazım Koyuncu ve Sinopta Nükleersiz bir Yaşam Şenliğinde yaşamlarını yitiren, ve a adanan etkinlik, TMMOB İnşat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Konferans Salonunda yapılacak.
Etkinlikle ilgili TMMOB Ankara İKK tarafından yapılan açıklama da Bergama köylülerinin direnişi ile başlayan Türkiyedeki çevreci halk hareketlerine her geçen gün yeni halkalar eklendiğine dikkat çekildi. Açıklamada, 26-27 Haziran da gerçekleştirilecek etkinliğin daha önce yapılanlardan farkı ise şu sözlerle aktarıldı; Benzer toplantılara göre bu toplantıda; yaşanan ekolojik sorunların genel bir değerlendirmesi, bilimsel itirazlarımız, hukuksal yorumlar, akademik analizler yada sosyolojik tespitler yerine mücadele odaklı değerlendirmeler yapılması hedefleniyor. Toplumsal mücadeleler tarihimizde çevre mücadeleleriyle birlikte, emek ve demokrasi cephesinde yeni bir muhalif güç açığa çıkıyor. Bu toplumsal hareketlerin kendi yerel mücadeleleri ile birlikte doğrudan üreticisi oldukları bu büyük toplumsal güç hakkında da sözünü söyleyeceği bir kürsüye ihtiyaç var. Bu ölçekte gerçekleşecek bir deneyim paylaşımı ve ülke çapında bütünlüklü bir değerlendirme yapma olanağı, yürütülmekte olan mücadeleleri anlamak ve önümüzdeki dönem mücadele stratejilerine ışık tutmak bakımından yeterli ve önemli bir hedef olarak değerlendirilmelidir.
Gazetemiz ülkenin onlarca yöresinden gelen bu yerel direnişlerin sözcülerine bu önemli buluşma öncesi sayfalarını açıyor. Yerellerdeki bu direnişlerle ilgili bilgilerin, deneyimlerin paylaşılmasını hedefleyen dosyamız, aynı zamanda çoğunlukla kendi yerelleri ile sınırlı kalan bu mücadelelerin nasıl birleştirilebileceği ve başarıya ulaşabileceğinin yolları konusunda da tartışmalara yer verecek. Dosyanın ilk gününde Ankara TMMOB İKK Sekreteri Ramazan Pektaş ile Çevre Hukukçusu Avukat Arif Cangı sorularımızı cevapladılar.
Ramazan Pektaş (Ankara TMMOB-İKK Sekreteri):
Ülke genelindeki çevre odaklı direnişlerle ilgili kısaca genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Ülke gündeminde uzun bir süredir çevre direnişleri zaman zaman parlasa da önemli bir yer tutmaktadır. 80li yılların sonlarına doğru başlayan sivil inisiyatifler, ortak değerlerin korunmasına odaklı başlamıştı. İstanbulda Park Otele karşı çıkan semt sakinlerinin direnişleri belki bu konudaki ilk kıvılcımlardandır. Daha sonra Bergama köylülerinin siyanürlü altın direnişleri ve Akkuyu köylülerinin nükleer santral eylemleri ortak ekolojik değerlere karşı çıkma anlamında ilk ve uzun erimli mücadelelerdendir. Köylüler herkesi şaşırtan bir şekilde sıra dışı eylemleriyle hem azimli hem de ilginç direniş örnekleri sergilemişlerdi.
İnsan faktöründen tarihsel değerlere, çevresel etkilerden doğal kaynaklara kadar her şeyi kâr maksimizasyonu gözlüğü ile değerlendiren sermaye, büyük bir fütursuzlukla her şeyi talan etmeye başlamıştı. Bunun sonucunda daha fazla kâr uğruna soluduğumuz hava daha kirli, içtiğimiz su daha zehirli hale dönüştürülmeye, aynı bakış açısı ile derelerin şırıltısı yok edilerek yerine jeneratörlerin gürültüsü getirilmeye çalışılmaktadır.
Neoliberal sermaye ve işbirlikçilerinin yaşamın tümünü ticarileştiren uygulamalarının ufukta görünmesiyle birlikte çevre direnişçileri birçok alanda görülmeye başlandı. Tarihi değerlerin korunması dışında, çevresel etkileri nedeniyle toplum sağlığı üzerinde büyük risk oluşturan her türlü yönteme karşı aykırı bir ses mutlaka duyulur hale geldi ki zaten bu doğal ve kaçınılmaz bir durumdu. Neoliberal sermayenin her şeyi kâr gözlüğü ile değerlendirdiği bir dünyada, yerel yaşantının doğal parçası olan toplumun nasıl etkileneceği çok da önemli değildi. Ama bekledikleri kadar kolay bir süreç bulamadılar karşılarında. Her açıdan baskı altına alınan toplum, gözünün önünde yaşanan yolsuzluk ve talana tepki verdi.
Tam da bu noktada şunun daha net görülmeye başlandığını düşünüyorum. Artık eski gündelik siyaset tanımları ve kulvarları şekil değiştirmeye başlamıştır. Marjinal ya da kitlesel her siyasi oluşum çevresel değerler hakkında bir görüş sahibi olmak zorunda. Bu zorunluluk aynı zamanda inandırıcı argümanlarla beslenmek zorunda ve de günlük pratik ile eşleşmek zorunda. Bütün bunların tercümesi şu, sermaye gruplarına yaslanarak siyaset yapan oluşumlar bu türden ikili ve ikircikli yöntemleri terk etmek zorunda kalacaklar. Bu durumu çevre direnişlerinin siyasetin şeffaflaşması üzerine önemli bir katkısı olarak görmek mümkündür kanısındayım.
TMMOB İKK olarak böyle bir etkinliği örgütlemenizin gerekçeleri neler?
TMMOB Ankara İKK olarak böyle bir çalışmayı neden örgütlediğimiz aslında bizim yıllardır durduğumuz noktadaki tutarlılığımız. TMMOB insan odaklı bir örgüttür, bunu her kademedeki yöneticilerimiz her fırsatta dile getirmektedirler.
Çevre direnişleri daha önce belirttiğim gibi uzun bir süredir çubuğu insandan, doğadan, tarihsel değerlerden yana mı yoksa sermayeden yana mı bükeceğimizin denge noktası. Biz bu anlamda çevre direnişlerinin ana unsuru olan enerji/maden konularında önce insan ve yaşanabilir bir dünya diyerek tercihimizi belirtmiştik. Enerjiye ihtiyacımızın olduğu bir gerçek, ancak enerji insanlığın daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamak içindir, insanların daha kirli bir ortamda yaşamasına yol açıyorsa bu noktada durmak gerekir. Mühendislik, Eldeki ve doğadaki kaynakların insan ve toplum yararına optimum olarak kullanılması sürecidir diye bir tanımımız var. İnsan ve toplum yararını gözetmeyen bir yaklaşımın bizim tarafımızdan kabul edilmesi söz konusu olamaz.
İşte bu noktada, uzun bir süredir havasına, suyuna, toprağına yani geleceğine sahip çıkmak için direnenleri, yani direnişleri buluşturmak istedik. Dereler kardeştir diyorsak, kültürler kardeştir, topraklar kardeştir, su kardeştir, halklar kardeştir, direnişler de kardeştir diyoruz. İşte bu kardeşleri buluşturmayı, bu buluşmadan güç alarak her bir kardeşin daha güçlü olmasını sağlamayı hedefledik.
Etkinlikle ulaşmak istediğiniz hedefler neler?
Etkinlik sonunda öncelikle iki şeyi, direnişlerin birbirinden destek almasını ve ne kadar güçlü olduklarını göstermeyi hedefliyoruz. Bunun akabinde ise direnişlerin sonuçlarını direnenlerin istediği doğrultuda almak istiyoruz. İnanıyoruz ki, ilk iki hedefimiz gerçekleşirse üçüncüsü kendiliğinden gerçekleşecektir.
Toplumun geneli üzerinde hakim olan, sermaye çok güçlüdür ona karşı biz bireyler ya da örgütsüz toplum zayıf ve çaresizdir düşüncesini yıkarak, asıl güçlünün örgütlü toplum olduğunu göstermek istiyoruz.
Benzer etkinliklerden farkı var mı, varsa neler?
Benzer etkinliklerden temel olarak şöyle bir farkı var. Burada direnenler konuşacak burada halk konuşacak. Benzer etkinlik demek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama geçmişte toplumsal düzlemde bir yer sahibi olanlar konuşmuştu. Yani başkanlar, öğretim görevlileri, doktorlar, mühendisler, mimarlar, avukatlar, entelektüeller konuşmuştu. Şimdi ise direnenler konuşsun istiyoruz, çevresel katliamlardan doğrudan etkilenenlere, bu çevre talanının ilk mağdurlarına, direnenlere kürsü hazırlıyoruz, biz tuzu kurular konuşmayacağız. Bu yaklaşımın önemli bir fark olduğunu düşünüyoruz.
Etkili bir siyasi güç oluşturulmalı
Avukat Arif Ali Cangı (Çevre Hukukçusu)
Ülkemizde madencilikle ilgili son hukuki gelişmeleri özetleyebilir misiniz?
Maden Yasasında 10 Haziran 2010 tarihinde yine önemli değişiklikler oldu.
Yasa değişikliğinin hazırlanmasından bu yana, amacın Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını aşmak, madencilik faaliyetlerini denetimsiz hale getirmek, yer altı varlıklarını küresel şirketlere peşkeş çekmek olduğunu yazdık, söyledik. Ama siyasi iktidar, yaşam savunucularını değil, her zaman olduğu gibi küresel madenci şirketleri dinledi ve onların istediği yasa değişikliğini yaptı.
Değişikliğin en önemli yanı, yeni bir rejim yaratacak olan KURUL düzenlemesi. Maden işletme faaliyetleri ile diğer yatırımların kamu yararı açısından önceliğini ve önemini tespit ederek karar veren bir kurul oluşturuluyor. Kurul, Devlet Planlama Teşkilatının bağlı olduğu bakanın başkanlığında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, diğer yatırımcı kurum ya da kuruluşun bağlı olduğu bakan/bakanlar ve yatırım kararına onay veren kurumun ilgili olduğu bakan olmak üzere asgari üç kişiden oluşuyor.
Madencilik faaliyetleri ile kamu yararı niteliği taşıyan diğer yatırımların birbirlerini engellemesi ve bu yüzden maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar bu kurul tarafından verilecek. Görünür rezerv alanı ile diğer yatırımın çakışması halinde öncelikle madenin makul bir sürede üretilebilme imkanının olup olmadığı değerlendirilecek. Kurul tarafından alınan karar, kamu yararı kararı yerine geçecek. Yani bu kurulun vereceği karar ile izin verilen madencilik faaliyeti kamu hizmeti gibi değerlendirilecek, faaliyetin yürütülmesi için gereken her türlü kamusal yetki ve güç kullanılabilecek, kamulaştırma yapılabilecek. Kurul üyelerinin dokunulmazlığı olan bakanlar olması nedeniyle, kullandıkları yetkilerin denetlenmesi neredeyse imkansız olacak.
Kurula tanınan başka bir yetki var ki; Şimdi tamam oldu dedirtecek türden. Başka kamu yatırımları nedeniyle kurul kararı ile faaliyeti kısıtlanan maden işletmecisinin yatırım giderleri, lehine karar verilen tarafça karşılanacak. Yani artık madencilerin yatırımlarının tamamı güvence altında. Bundan önceki 5177 sayılı Yasa ile yapılan Maden Yasası değişikliğinden önce Eldorado Gold Şirketinin temsilcilerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğandan güvence istememişler miydi? Başbakan da işadamlarına Maden Kanunu Mecliste, yabancı yatırımın önünü açan yasa da çıkarıldı sorunlarınız çözülecek dememiş miydi? (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=77929) Bundan daha iyi güvence olur mu? Tipik bir neoliberal güvence, madencilerin yatırımları engellenmeyecek, şayet kısıtlanmak zorunda kalınırsa, yaptıkları harcamaların tamamı kendilerine ödenecek.
Yasa değişikliğinin dikkat çeken diğer yönleri neler?
ÇED olumlu kararı verilmiş madencilik faaliyetleri hiç bir şekilde kısıtlanamayacak, kısıtlamalar ancak yasayla yapılabilecek, kısıtlamaya gidilmesi halinde de maden ruhsat hakları korunacaktır.
Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, belli bir orandaki kapalı doğal olarak yetişmiş sedir ve ardıç ormanları, Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1. derece askeri yasak bölgelerde ruhsat başvurularının hak sağlaması halinde ilgili kurumlardan izin alınması ile ruhsat verilecek, orman idaresinin izni ile orman sayılan alanlarda yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için zorunlu geçici tesisler yapılabilecektir.
Maden işletme ruhsatı verildikten sonra, alanın başka yasalara göre izne tabi alan haline gelmesi halinde (SİT alanı vb.), ilgili yasaların öngördüğü yükümlülüklerin yerine getirilerek, ruhsat ile kazanılmış işletme hakkı korunacak, madencilik faaliyeti sürdürülecektir. Diğer yasalara göre, izin alınması gereken alan ilan edilmeden önce Madencilik İşleri Genel Müdürlüğünün görüşü alınacaktır.
Daha önce Danıştay tarafından hukuka aykırı bulunarak iptal edilen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği düzenlemesi, şimdi yasal kılıfla yeniden karşımıza çıktı; içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 1000-2000 metre mesafe
genişliğindeki şeritte maden arama ve işletme faaliyetine izin
verilebilecektir.
Değişiklikle, maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere dayalı ruhsat sahasındaki tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatlarını verme yetkisi il özel idarelerinde toplanmakta, belediyeler saf dışı edilmektedir. Aynı zamanda, imar planı ve yapı ruhsatı olmadan madencilik faaliyetlerine ve tesislerine izin verilecek, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için zorunlu olan planlamadan vazgeçilmektedir.
Çevre direnişlerinde önemli hukuki kazanımlar elde edilmesine rağmen sorunlar artarak devam ediyor. Neden?
İktidarı elinde bulunduran partilerin, hukukun üstünlüğü, ekoloji ve yaşamın korunması diye bir dertleri yok da ondan. Onların tek derdi, küresel sermayenin her türlü isteğini yerine getirmeye yönelik neoliberal politikaların en iyi uygulayıcısı olmak. Bu gün artık doğal varlıklar sermaye için çok cazip kâr alanları. Bunun için her türü yıkımı yapmaya hazırlar. Yıkımı önleyecek ya da frenleyecek koruma yasaları ve ekoloji hareketleri, yaşam savunucuları onları engelleyen faktörler. Bu faktörleri etkisiz hale getirmek için siyasi iktidarlardan her türlü desteği alıyorlar. Siyasi aktörler değişmediği sürece sorunların artarak devam edeceği ortada.
Çözüm nerede sizce ve buna ulaşmak için neler yapılmalı?
Tek başına toplumsal hareketler, sorunların daha da büyümesini önleyebilseler de kesin çözüme ulaşabilmek için siyasi iradenin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de emekten yana, yaşamdan yana siyasi partilerin toplumsal hareketlerden beslenerek ekoloji politikalarını ve programlarını netleştirmeleri gerekmektedir. Oluşturulan program çerçevesinde etkili bir siyasi güç oluşturmak gerekmektedir.
Hazırlayan: Özer Akdemir
Avukat Arif Ali Cangı (Çevre Hukukçusu)
Ülkemizde madencilikle ilgili son hukuki gelişmeleri özetleyebilir misiniz?
Maden Yasasında 10 Haziran 2010 tarihinde yine önemli değişiklikler oldu.
Yasa değişikliğinin hazırlanmasından bu yana, amacın Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını aşmak, madencilik faaliyetlerini denetimsiz hale getirmek, yer altı varlıklarını küresel şirketlere peşkeş çekmek olduğunu yazdık, söyledik. Ama siyasi iktidar, yaşam savunucularını değil, her zaman olduğu gibi küresel madenci şirketleri dinledi ve onların istediği yasa değişikliğini yaptı.
Değişikliğin en önemli yanı, yeni bir rejim yaratacak olan KURUL düzenlemesi. Maden işletme faaliyetleri ile diğer yatırımların kamu yararı açısından önceliğini ve önemini tespit ederek karar veren bir kurul oluşturuluyor. Kurul, Devlet Planlama Teşkilatının bağlı olduğu bakanın başkanlığında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, diğer yatırımcı kurum ya da kuruluşun bağlı olduğu bakan/bakanlar ve yatırım kararına onay veren kurumun ilgili olduğu bakan olmak üzere asgari üç kişiden oluşuyor.
Madencilik faaliyetleri ile kamu yararı niteliği taşıyan diğer yatırımların birbirlerini engellemesi ve bu yüzden maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar bu kurul tarafından verilecek. Görünür rezerv alanı ile diğer yatırımın çakışması halinde öncelikle madenin makul bir sürede üretilebilme imkanının olup olmadığı değerlendirilecek. Kurul tarafından alınan karar, kamu yararı kararı yerine geçecek. Yani bu kurulun vereceği karar ile izin verilen madencilik faaliyeti kamu hizmeti gibi değerlendirilecek, faaliyetin yürütülmesi için gereken her türlü kamusal yetki ve güç kullanılabilecek, kamulaştırma yapılabilecek. Kurul üyelerinin dokunulmazlığı olan bakanlar olması nedeniyle, kullandıkları yetkilerin denetlenmesi neredeyse imkansız olacak.
Kurula tanınan başka bir yetki var ki; Şimdi tamam oldu dedirtecek türden. Başka kamu yatırımları nedeniyle kurul kararı ile faaliyeti kısıtlanan maden işletmecisinin yatırım giderleri, lehine karar verilen tarafça karşılanacak. Yani artık madencilerin yatırımlarının tamamı güvence altında. Bundan önceki 5177 sayılı Yasa ile yapılan Maden Yasası değişikliğinden önce Eldorado Gold Şirketinin temsilcilerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğandan güvence istememişler miydi? Başbakan da işadamlarına Maden Kanunu Mecliste, yabancı yatırımın önünü açan yasa da çıkarıldı sorunlarınız çözülecek dememiş miydi? (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=77929) Bundan daha iyi güvence olur mu? Tipik bir neoliberal güvence, madencilerin yatırımları engellenmeyecek, şayet kısıtlanmak zorunda kalınırsa, yaptıkları harcamaların tamamı kendilerine ödenecek.
Yasa değişikliğinin dikkat çeken diğer yönleri neler?
ÇED olumlu kararı verilmiş madencilik faaliyetleri hiç bir şekilde kısıtlanamayacak, kısıtlamalar ancak yasayla yapılabilecek, kısıtlamaya gidilmesi halinde de maden ruhsat hakları korunacaktır.
Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, belli bir orandaki kapalı doğal olarak yetişmiş sedir ve ardıç ormanları, Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1. derece askeri yasak bölgelerde ruhsat başvurularının hak sağlaması halinde ilgili kurumlardan izin alınması ile ruhsat verilecek, orman idaresinin izni ile orman sayılan alanlarda yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için zorunlu geçici tesisler yapılabilecektir.
Maden işletme ruhsatı verildikten sonra, alanın başka yasalara göre izne tabi alan haline gelmesi halinde (SİT alanı vb.), ilgili yasaların öngördüğü yükümlülüklerin yerine getirilerek, ruhsat ile kazanılmış işletme hakkı korunacak, madencilik faaliyeti sürdürülecektir. Diğer yasalara göre, izin alınması gereken alan ilan edilmeden önce Madencilik İşleri Genel Müdürlüğünün görüşü alınacaktır.
Daha önce Danıştay tarafından hukuka aykırı bulunarak iptal edilen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği düzenlemesi, şimdi yasal kılıfla yeniden karşımıza çıktı; içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 1000-
Değişiklikle, maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere dayalı ruhsat sahasındaki tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatlarını verme yetkisi il özel idarelerinde toplanmakta, belediyeler saf dışı edilmektedir. Aynı zamanda, imar planı ve yapı ruhsatı olmadan madencilik faaliyetlerine ve tesislerine izin verilecek, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için zorunlu olan planlamadan vazgeçilmektedir.
Çevre direnişlerinde önemli hukuki kazanımlar elde edilmesine rağmen sorunlar artarak devam ediyor. Neden?
İktidarı elinde bulunduran partilerin, hukukun üstünlüğü, ekoloji ve yaşamın korunması diye bir dertleri yok da ondan. Onların tek derdi, küresel sermayenin her türlü isteğini yerine getirmeye yönelik neoliberal politikaların en iyi uygulayıcısı olmak. Bu gün artık doğal varlıklar sermaye için çok cazip kâr alanları. Bunun için her türü yıkımı yapmaya hazırlar. Yıkımı önleyecek ya da frenleyecek koruma yasaları ve ekoloji hareketleri, yaşam savunucuları onları engelleyen faktörler. Bu faktörleri etkisiz hale getirmek için siyasi iktidarlardan her türlü desteği alıyorlar. Siyasi aktörler değişmediği sürece sorunların artarak devam edeceği ortada.
Çözüm nerede sizce ve buna ulaşmak için neler yapılmalı?
Tek başına toplumsal hareketler, sorunların daha da büyümesini önleyebilseler de kesin çözüme ulaşabilmek için siyasi iradenin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de emekten yana, yaşamdan yana siyasi partilerin toplumsal hareketlerden beslenerek ekoloji politikalarını ve programlarını netleştirmeleri gerekmektedir. Oluşturulan program çerçevesinde etkili bir siyasi güç oluşturmak gerekmektedir.
Hazırlayan: Özer Akdemir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder