Allahtan korkmuyorsan kuldan utan!
Özer Akdemir
Önceki gün Çanakkale merkeze
bağlı Kirazlı Köyünde yapılan ÇED halkı bilgilendirme toplantısında konuşan
Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın kullandığı bir cümle ilginçti.
Kazdağlarının Allah’ın bir hikmeti olduğunu söyleyen Gökhan, “burada yapılacak altın madenciliğine izin
verenler kul hakkı yemiş olurlar” diyordu.
Kendini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan ve her fırsatta ülkemizin “yüzde 99’u müslüman bir ülke” olduğunu ileri
süren AKP iktidarının, Kazdağlarında altın madenciliğine izin veren
bürokratlarına böyle seslenilmesi anlaşılabilir bir şey aslında.
İslam inancında kul hakkı “başkasının bedenine, malına, kalp ve ruhuna
zarar verme” olarak tanımlanırken, en büyük kul hakkının ise insan yaşamına
son verme olduğu dile getiriliyor.
Kul hakkı aynı zamanda “Allahın hududuna tecavüz” olarak da
nitelendirilmekte. Öyle ki, üzerinde kul hakkı olan birisi “Allah yolunda üç kez şehit olsa dahi cennete giremeyecektir”.
Aynı zamanda tüm günahlar affedilebilirken kul hakkı bu affın dışında
tutulmuştur.
Şimdi, “tanrıların dağı”, oksijen ve gen kaynağı, yüzbinlerce insanın
geçim ve yaşam dayanağı Kazdağlarının onlarca yerinde yapılmak istenen altın
işletmeciliğinin nelere yol açacağı ile ilgili ÇOMÜ öğretim üyesi Prof. Dr.
Kenan Kaynaş ve diğer bilim insanlarının uyarılarına bir bakalım;
1- Doğal yerleşik ve endemik
türlerin yok edilmesi,
2- Maden çevresinde ekolojinin
olumsuz yönde etkilenerek bozulması,
3- Arazi kullanım kapasitesinin
azalması, çevre arazilerin gözle fark edilebilecek düzeyde ekonomik kayba
uğraması,
4-Rehabilitasyon, kapama, ve saha
düzeltme çalışmalarının yapılıp yapılamayacağı hususunun her zaman belirsizlik
taşıması,
5- Proses atıklarının etkilerinin
minimizasyonunda ve atık minimizasyonu prensiplerine uyulmamasının oluşturacağı
olumsuzluklar,
6- Katı, sıvı ve gaz atıkların
olumsuz etkileri yanı sıra işletme sonrası gözlemlenen kalıntıların ve harabe
görüntüsünün yarattığı estetik kayıplar,
7- Hava kirletici emisyonlar,
8- Yer altı sularında kalite
düşüşü ve/veya kirlilik artışı,
9- Tehlikeli ve zararlı
kimyasalların yarattığı riskler,
10- Tehlikeli ve zararlı
kimyasalların taşıma, depolama ve kazalar sonucu ortaya çıkartacağı sorunların
taşıdığı yüksek riskler,
11- Gürültü ve radyasyon,
12- İşyeri ve işçi sağlığı
açısından oluşacak riskler,
13- Kültürel varlıklara,
arkeolojik ve tarihi yerlere olan olumsuz etkiler,
14- İşletme bölgesinde ve çevrede
yaşayanların sağlık problemleri.
Yeter mi?
Bir de bu madenlerde
kullanılacak yüz binlerce ton siyanürün içilen su ya da hava yoluyla vücuda
girmesinin insan sağlığına etkilerini görelim isterseniz;
* Solunum merkezini
baskılar,
* Hücrelerde solunum
enzimlerini baskılar,
* Kısa süreli yüksek doz,
sinir, solunum, dolaşım sistemini etkilemektedir.
* Uzun süreli düşük doz,
ruhsal dengede bozulma, iştahsızlık, guatra neden olur.
* İnsan için öldürücü doz 1mg/kg
(beden ağırlığı) kadar olup, solunan havadaki 100-300 ppm siyanür öldürücü etki
yapmaktadır.
*Uzun dönemde ise, siyanür
zehirlenmesinin insan bedeninde saptanması neredeyse olanaksızdır.
Belki
yeri değil gibi görünecek ama, “Müslüman
gençlik” yetiştirmek ve sermayeye yeni kaynak alanları yaratmak için 4+4+4
eğitim sistemi ile “Tüm okulları imam
hatibe çevirme olanağına kavuşan” AKP’nin ‘inançlı’ bürokratları,
Çanakkale, Balıkesir ve hatta tüm ülkedeki insanları etkileyecek böylesi bir
tehdide nasıl izin verirler? Bu bir çelişki değil midir? Milyonlarca insanın
‘kul hakkı’nı üzerlerine alan bu iktidarın yetkilileri, inandıkları dine göre “şehit dahi olsalar”, hatta ağızlarıyla
kuş bile tutsalar cennete giremeyeceklerini bilmiyorlar mı? Emin olun,
hepimizden daha iyi biliyorlar…
Ama her şeye
bir gerekçe, kılıf bulunur ki inanç da bir yere kadardır. Onlar da ‘iyi
yaşamak’ zorundadırlar. Kılıfına uydurup iyi yaşıyorlar zaten!..
Ülkemizi
yerli-yabancı tekellerin yağmasına açan bu iktidara, talana izin veren
bürokratlarına, buna göz yumanlara, görmezden-duymazdan gelenlere kul hakkını
anımsatmanın yanı sıra “Allahtan
korkmuyorsan kuldan utan” demek yerinde olur sanırım.
Yukarıdaki
tanım içerisinde yer alanlardan ‘utanma’ beklemenin de saflık olacağı
bilinciyle, ilenmekten öte bir şeylerin yapılması gerek elbette. Bugünkü
siyasi, hukuki ve sosyal şartlarda Kazdağları ve ülkemizdeki doğa-emek talanını
halkın gücü durdurabilir ancak. Ben buna inanıyorum.
Bu nasıl
olacak peki? Daha çok çaba ve umutla. En büyük yangınlar bile hep bir
kıvılcımla başlar… Kazdağlarında bu direniş kıvılcımını yakmalıyız işte…
http://www.canakkaledesin.com/?p=1326