28 Ekim 2004 Perşembe

Antik kentler gömütlüğü



Antik çağdan günümüze kalan dünyanın üç önemli Asklepion(sağlık merkezi)’undan birisi olan Allianoi Kasım 2005 yılında su tutması planlanan Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak. Tıpkı Hasankeyf gibi Allianoi’nin de binlerce yıldır toprak altında kalan öyküsü, bu defa sulara gömülecek. Binlerce yıldır bu topraklar üzerinde kurulan uygarlıklardan geriye kalan değerlere karşı takınılan bu özensiz tavır ülkeyi adeta bir antik kentler gömütlüğüne döndürüyor.
 28 Ekim 2004
Özer Akdemir

İzmir/EVRENSEL
Bergama’nın 18 km kuzeyinde bulunan antik Allianoi kenti, ikinci bir Hasankeyf olma yolunda. Birinci derece Arkeolojik SİT olarak tescil edilen Allianoi Kasım 2005 yılında su tutması planlanan Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak. Antik çağdan günümüze kadar halen sıcaklığı 45-47 derece olan termal kaynağını koruyan Allianoi dünyadaki 3 Asklepion (Sağlık merkezi)dan birisi durumunda. 1998 yılından bu yana kurtarma kazı çalışmaları devam eden antik kentten bugüne kadar çıkarılan 10.000’in üzerinde tarihi buluntunun çok az bir kısmı Bergama Müzesi’nde sergilenebiliyor. Bunun gerekçesi ise müzedeki yer darlığı! Antik kentte sürdürülen kurtarma çalışmalarına geçtiğimiz günlerde son verildi. Kentin sular altında kalmasını önlemek amacıyla oluşturulan “Allianoi Girişim Grubu” ve konuya duyarlı diğer insanların çabaları sonuç vermezse, insanlığın ortak mirası sayılan çok önemli antik bir kent daha sulara gömülecek.

“Antik kentler sular altında kalmasın”
Alliaonoi de 1998 yılından bu yana kurtarma çalışmalarına katılan arkeologlar, aralarında öğretim üyeleri, mimarlar, hukukçular ve doktorların da olduğu çeşitli mesleklerden yurttaşlar geçtiğimiz günlerde “Allianoi Girişim Grubu”nu kurdular. Antik kentin sular altında kalmasını önlemeye yönelik girişimlerde bulunmayı amaç edinen grup çeşitli eylem ve etkinlikler yapmayı planlıyorlar. Yıllardır Allianoi’de kazı çalışmalarını yürüten arkeologlardan Daniş Baykan Alliaonoi’nin dünyada bulunan sağlık tanrısı Asklepios’a adanmış Asklepion (Sağlık Merkezi)’den birisi olduğunu dile getiriyor. Allianoi’nin yine Bergama da bulunan Bergama Asklepionu ile karıştırıldığını aktaran Baykan, “Yaptığımız kazılardan çıkardığımız önemli bir sonuç ta şu idi. Bergama Asklepionunda daha çok su ve müzikle ruhi tedavi yöntemi uygulanırken, Alliaoni’de yine aynı yöntemlerle fizik tedavi gerçekleştiriliyordu. Bu iki asklepionu birbirinden ayıran, çok önemli bir özelliktir” diye konuşuyor. Yaklaşık 6 yıldır sürdürülen kazı ve kurtarma çalışmalarında 10.000’e yakın tarihi buluntu ortaya çıkardıklarını belirten Baykan, müzede yer olmadığı gerekçesiyle bu buluntulardan sadece birisinin müzede sergilendiği bilgisini veriyor. Baykan, “Tek parça halinde bu güne kadar sağlam kalan son derece değerli bir Nypia(Su perisi) heykeli bu müzede sergileniyor. Diğer heykeller ve değerli buluntular depolarda tutuluyor” dedi. Kazı alanına astıkları “Antik kentler sular altında kalmasın” pankartıyla çalıştıklarını aktaran Baykan, kentin sular altında kalmasını önlemeye yönelik çeşitli projeler olmasına rağmen bunlarla ilgili bugüne kadar somut hiçbir adım atılmadığını söylüyor.

İş makinelerine karşı el arabaları
Yortanlı Barajı Kurtarma Kazası Heyet Başkanı Ahmet Yaraş, Haziran 2000 yılında kurulan Allianoi Kurtarma Derneği’nin çıkardığı “Su içinde: Allianoi” adlı kitapçığın girişinde kazının öyküsünü şöyle anlatıyor: “1998 yılında bir avuç idealist gençle Paşa Ilıcası Mevkii'nde kazıya başlandığında, vadi tümüyle sarı buğday başaklarıyla kaplıydı. Bugün, aynı topraklarda, buğday başaklarının yerini sütunlar almış durumda. Her gün en az birkaç otobüs yerli ve yabancı turist, ortaya çıkartılan eserleri görmeye geliyor. Ancak iş çok, zaman az. Dev iş makinelerine karşı, gıcırtılı el arabalarının mücadelesine sahne olan Kaikos Vadisi, yaman bir yarışın içinde.” Antik dönemde kale anlamına gelen Pergamon’dan gelen adıyla Bergama bir ilkler kentidir aynı zamanda. İlk parşömen, ilk Asya kütüphanesi (200 bin kitaplı), ilk büyük hastane (Asklepion), ilk psikoterapi, ilk doğal yöntemlerle tedavi (çamur, müzik, su), ilk tıp eczacılık simgesi, ilk afyon maddeli ilaç, ilk kent-çarşı Pazar yasası, ilk dört tiyatrolu kent, Bergama’nın ilklerinden bazıları. M.Ö. 248 yılında Bergama’da  1.Eugemenes’in eylem yapan ücretli askerlerine tanıdığı haklar ilk grev ve toplu sözleşme olarak kabul edilir. 14 yılı aşkın bir süredir siyanürlü altın şirketine karşı mücadelesini sürdüren ve madeni kapattıran Bergama Köylüsü’nün direnişi ilkler kenti yurttaşlarının geleneği devam ettirdiklerini de göstermektedir. Bergama Yunan işgalin karşısında ilk işgali kıran kent olma onuruna da sahiptir (Haziran 1919). Arkeolog Ahmet Yaraş “Su içinde: Allianoi” kitapçığının önsüzünü şöyle bitiriyor: “belki de, ilkler şehrinde bir ilk daha yaşanacak, dünyaya örnek olan; yanlışlar için artık Bağdat değil, Bergama dönüşü örnek gösterilecek.

“Taş yerinde ağırdır”
İzmir’li şair Halim Yazıcı Bergama'nın Allianoi'si ile Birecik'in Zeugma'sını iki kız kardeşe benzetir. “İki sevgili, iki ay parçası, iki ateş topu ortasından kesilen. Onlar, yüzyıllardır bir araya gelmeye çalışıyorlar. Ateşler yanyana geldiğinde tekrar tek bir sevgili ateştopu olacaklar, yeryüzünü aydınlatacak” diyen yazıcı, Allionoi Venüsü için yazdığı şiirini Zeugma’ya da adar aynı zamanda:
ALLIANOI VENÜSÜ
"taş yerinde ağırdır"
Bergama atasözü

bir taşı kaldırırsan eğer
ait olduğu topraktan

büyük bir yalnızlık düşer
taşın ait olduğu boşluktan

boşluktaki yalınayak ayak izleri
bu yüzden uyutmaz geceleri

taşın geleceği ile oynayan
yosunlu elleri.


15 Ağustos 2004 Pazar

'Eşme'deki siyanür; DUR'!..





  
 15 Ağustos 2004 21:00
   
TÜPRAG Eşme Kışladağı'nda altın madeni açma girişimlerinin sonuna gelindi. ÇED raporunu alan şirket, 2005 yılında işletmeyi üretime açmayı planlıyor.
Uşak'ın Eşme ilçesi Kışladağ mevkiindeki köylerde oturanlar ve ormanlarda avlanmaya gidenler, bundan 5-6 yıl önce ellerinde bir takım ölçüm aletleri ormanın kıyısında incelemeler yapan kişilere neyin ölçümünü yaptıklarını sorduklarında "orman"ın yanıtını alırlar. Ormanın nesinin ölçümünün yapıldığı sorusu ise yanıtsız bırakılır. Yıllarca süren bu çalışmaların altın madeni açılması için yapıldığı sonra anlaşılır. Söylentilere göre son on yıl içerisinde dünyada bulunan en büyük rezervli üçüncü altın madeni bulunmuştur bu ormanların kıyısında. Maden Bergama'dakinin 5-10 misli büyüklükte bir rezerve sahiptir.

Bergama'yı beklerken Hâlâ skandallar zincirlemesi olarak devam eden Bergama'daki altın madeni Türkiye'nin 560 yerinde altın madeni kurmak isteyenlerle, ülkenin 560 yerinin siyanür havuzlarıyla zehirlenmesini önlemek isteyenler arasında bir hesaplaşma alanına dönüştü. Son olarak Bergama da Danıştay'ın madenin çalışmasına dayanak yapılan Bakanlar Kurulu Prensip Kararını iptal etmesinin ardından yeni gelişmeler yaşandı. Mahkeme kararına uyarak madeni kapatması gereken Newmont, Ovacık altın madeninin tüm hisselerini Kanadalı küçük ölçekli Frontier Pasific'e sattı. Ardında da "Bu mahkeme kararı madeni kapatmamızı gerektirmiyor" diye topu yine taca atmayı seçti. Yaklaşık 14 yılı bulan Bergama süreci bazen hareketli, kimi zaman durgun, yargı kararları, köylülerin eylemleri, paneller, basın toplantıları, açıklamalar arasında ürüp giderken ülkenin diğer yerlerindeki altın madeni kurma çalışmaları da aralıksız devam etti. Gözleri kulakları Bergama da olan, buradaki sürecin lehlerine sonuçlanması için Newmont'a her türlü desteği sunan diğer altıncı şirketler sessiz sedasız kendi çalışmalarını sürdürdüler.

"Su verip altın alıyorlar" Bunlardan birisi de Uşak Eşme Kışladağ'da, İzmir Efem Çukuru'nda, Tunceli Ovcak'ta, Çanakkale Kaz Dağlarında ve daha birçok yerde altın işletmeleri açmak isteyen TÜPRAG şirketi. TÜPRAG'ın son çıkan maden kanununun kendi istedikleri yönde bir içerik taşıması için bakanlıklar nezdinde Newmont'la ortak kulis çalışması yürüttüğü, Newmont'un bir iç yazışmasına dayanılarak gazetemizde haberleştirilmişti. Bergama'da yaşanan olayların kendi açılarından olumlu-olumsuz yönlerinden ders alarak yıllardır çalışmalarını sürdüren TÜPRAG, yöre insanlarının anlatımlarına göre Eşme'de çok iyi bir halkla ilişkiler politikası yürütür. Yöredeki köylülerle iyi ilişkiler kurmak için elinden geleni yapan TÜPRAG halkla ilişkiler uzmanları, aynı iyi ilişkileri belediye başkanları, kaymakamlar ve İl valisiyle de kurmayı başarır. Şirket, Köy Hizmetleri tarafından ihale edilen köylere su götürme projesinin tamamlanmasına az bir çalışma kala durmasını fırsat bilip kalan kısmı tamamlar. Projenin tamamlanması iyi bir reklam malzemesi olarak pazarlanıp basın tarafından TÜPRAG'ın köylülere bir hizmeti gibi yansıtılır. O günün gazeteleri "300 yıllık su hasretini TÜPRAG bitirdi", "Su verip altın alıyorlar", "TÜPRAG köylere su getirdi" gibi geniş haberler yaparlar. Yine şirket köylere sağlık ocağı yapma sözü verir. Maden sahası için 2.5 milyon metrekarelik bir alanı değerinin çok üzerinde fiyatlarla satın alır. Eşmedeki kültürel etkinliklere sponsorluk yaparken, madene ilk başta karşı çıkan insanları bir şekilde susturmayı başarır. Tüm bu çalışmalar de fazla göze batmadan yapılır. Eşmedeki altın madeni çalışmaları konusunda basında çok az haber çıkar. Hatta madene olumlu yönde ÇED raporu verildiğinden bile konuyla ilgilenen kimselerin çok geç haberi olur.

Havran halkı kovunca… Bergama mücadelesinin başından beri sürecin içerisinde yer alarak köylülerin avukatlığını yapan Av. Senih Özay, TÜPRAG ve Eşme'deki altın madenine de müdahale edenlerin arasında. Özay bu konuda şunları anlatıyor: "Türkiye'de TÜPRAG firmasının Havran Küçükdere'ye, Gaziemir Efem Çukuru'na, Sivrihisar Kaymaz bucağına geldiği sırada Eurogold firması da Bergama'ya ve Gümüşhane'ye oturmuştu. İki parçalı götürdüler. Arkada Rio Tinto Tunceli Munzur bölgesindeki madenlerle ilgili zaten 20 yıldır varlığını sürdürüyormuş haberimiz yoktu onlardan. Bu koşullarda Havran Küçükdere'de halkın muhteşem bir tepkisiyle TÜPRAG geri çekilince Uşak'a önem verdi. Ama Bergama önde bir dosya olduğundan Bergama'yı da gizli olarak destekledi." Şirketin yörede tepkilerin cılız olmasını fırsat bilerek yavaş yavaş maden sahasını genişlettiğini aktaran Özay maden hakkında açtıkları dava ile ilgili şu bilgileri veriyor; "Biz Bergama ile uğraşırken tabii ki aklımızda hep buralar vardı. 560 yerde maden hedefleri olduğunu biliyorduk ama, bir ÇED raporu elde edemiyorduk. Vermiyorlardı. Nihayet bir yazışmada Uşak Eşme altın madeni için ÇED raporu verildiğini duyar duymaz hemen bir dilekçe yazıp ÇED raporunun verilip verilmediğini sordum. Onlar da "verdik" dediler. 60 gün içerisinde dava açmam gerekiyordu. Uğur Sümer isimli eski bir müvekkilim vardı o yöreli. Hem onun avukatı olarak, hem de kendi adıma dava açtım." Özay'ın kendi adına asaleten ve Uğur Sümer'i vekaleten Manisa İdare Mahkemesi'nde açtığı ÇED raporunun iptal edilmesi davası maden hakkında kısıtlı bilgiye sahip davacıları zor durumda bırakmış. Henüz içeriği görülmemiş bir ÇED raporuna karşı, Bergama örneğini ileri sürüp, mahkemelerin verdiği kararı örnek göstererek iptal başvurusu yapmışlar. Geçtiğimiz günlerde Çevre Bakanlığı'nın Özay ve Sümer'in açtıkları davayla ilgili mahkemeye gönderdikleri savunma, onların bu bilgi eksikliklerinden yararlanmayı ve böylece mahkemeyi "Bunlar bir şey bilmeden dava açıyorlar" diye etkilemeyi amaçlayan bir kurguyla sunulmuş. Özay ve Sümer'in Bakanlığın verdiği ÇED raporunun iptali dilekçesine yöredeki köylüler müdahil olarak katılırken, aynı davaya Bakanlığın yanında da müdahil olarak TÜPRAG şirketi yer almış. Mahkeme her iki taraftan gelen müdahil taleplerini de kabul etmiş. Eşme'deki maden için açtığı davada Bergama örneğini veren Özay, buradaki sürecin de otomatik olarak Bergama'ya dönüştüğünü belirtiyor. Özay, "Şimdi yörede insanlar Bergama örneğinden hareketle bir endişe içerisindeler. Olaylar otomatikman Bergama'ya dönüşüyor. Uşak'ta da hareketin yükselmeye başladığını,genişlediğini görüyoruz." diye konuşuyor. 

Madeni engelleme girişimi Avukat Senih Özay'la birlikte dava açan Uğur Sümer Eşme'li bir müteahhit. 1980 öncesi Uşak Eğitim Enstitüsü'nde staj yaparken tutuklanıp siyasi nedenlerle 11 yıl hapis yatan Sümer, çıktıktan sonra yaşamını sürdürebilmek için müteahhitliğe başladığını dile getiriyor. Sanatsal yönü ve araştırmacı bir kimliği de bulunan Sümer'in, Güneydoğu'da çatışmalarda sakat kalmış askerlerin askerlikten sonraki yaşamlarını inceleyen "Bir Savaş Bir İnsan" ve "12 Eylül dönemindeki tanık olduğu işkenceleri roman şeklinde anlattığı "Duymayan Kalmasın" adlı yayınlanmış iki kitabı bulunuyor. Senaryo yazarlığı da yapan Sümer'in yakında filme çekilecek bir senaryosu olduğunu öğreniyoruz. Yöreyi çok iyi bildiğini dile getiren Sümer, zümrüt yeşili ormanların bulunduğu bölgenin tam bir doğa katliamı ile karşı karşıya olduğunu söylüyor. Şirketin kullanabileceği resmi, sivil herkesi kullandığını aktaran Sümer, şunları anlatıyor; "Altına karşı mücadeleyi örgütlemek için kurulan derneğin yönetim kurulu üyeleri ve kurucuları şimdi bizim açtığımız davaya müdahil olmak istemiyorlar. Bunu anlamsız bir çaba olarak görüyorlar. Madene karşı yapılan imza kampanyasına imza dahi vermiyorlar. Bu durum bizi şüphelendiriyor, acaba madenle özel ilişkileri mi var diye." Açtıkları davanın haricinde mücadelenin resmi bir kimlik kazanabilmesi için kanunlar gereği 7 kişilik bir komite oluşturup "Eşme'de Siyanür'le altın çıkarılmasını engelleme halk girişimi" kurmak istediklerini dile getiren Sümer, bunun için kaymakamlığa vermek istedikleri dilekçeyi kaymakamın almadığını aktarıyor. Sümer, Kaymakam'ın olumsuz tavrına rağmen bu komiteyi kurmakta karalı olduklarını dile getiriyor. Madenin çevresinde 16-17 tane köyün olduğunu belirten Sümer şu bilgileri veriyor; "Bu köylerin madene uzaklıkları 10 kilometre yoktur. Ovacık köyü madenin içinde kalıyor. Şu anda Ovacık köyündeki evleri de satın alıp kazmaya başladılar. Diğer köyleri satın almıyorlar, nasıl olsa buralardan gitmek zorundalar diye. Bekişli, Söğütlü, Aydınlı köylerinin burnunun dibinde bunlar. Bu köylerin halkının yöreyi terk etmesini bekliyorlar." Sümer'in anlatımlarının ardından Eşmedeki altın madeni ile Bergama'daki arasında ilginç bir benzerlik dikkati çekiyor. Her ikisi de Ovacık adlı köylerin yanı başına kuruluyorlar. Her ikisi de köylerin bir kısmını maden sahası içine alarak buradaki evleri yok ediyor. Bir ilginç tesadüf daha; Tunceli'de de altın madeni işletmek için çalışmalarını sürdüren TÜPRAG'ın altın madeni kurmak istediği yer de Ovacık ilçesi sınırları içerisinde!.. Eşmedeki altın madenini engelleme girişimi içerisinde bulunan Servet Sümer, Uğur Sümer'in akrabası. 1985'ten bu yana İzmir'de yaşayan Servet Sümer,memleketi Eşmeyle ilişkisini hiç kesmediğini dile getirerek ekliyor; "Gerçi dünyanın neresinde olursa olsun böyle bir çevre katliamına karşı durmamak, insanlara bunu duyurmamak mümkün değil. Ben bu uyarı görevimi yerine getirmek istiyorum." TÜPRAG'ın Eşme Kışladağı'nda 2005 yılında faaliyete geçmeyi planladığını aktaran Engelleme Girişimi üyesi Ali Öztürk, "Siyanür bir kaza ya da felaket sonrasında Çınarlı Dere'den Gediz Nehrine, Alaşehir-Manisa Ovasına, Menemen'den Kuş Cennetine ve Ege Denizine ulaşacaktır. Eşme Birinci derecede deprem kuşağında kurulan bir yer." diyor.

https://www.evrensel.net/haber/153388/esme-deki-siyanur-dur
      

20 Mart 2004 Cumartesi

Kim celladına oy verir!



20 Mart 2004 22:00
     
Çine'deki özel madenler ölüm saçıyor. Madenlerde çalışan işçiler bir kaç yıl içinde akciğer hastalığına yakalanıyor. Altı ayda bir çekilen göğüs filmleri ile belirledikleri hasta işçileri işten atan maden patronları, şimdi, kaderlerine terk ettiği işçilerden oy istiyor. Onları, kendi cellatlarına oy vermeye çağırıyorlar...

Aydın il merkezine 38 km uzaklıkta bulunan Çine'de tam bir insanlık dramı yaşanıyor. İlçedeki taş madenlerinde çalışan işçilerin büyük bölümü 4-5 yıl içinde çalışma şartlarından kaynaklı akciğer hastalığına yakalanarak işten çıkarılıyor. Hastalandıktan sonra işlerine son verilen işçiler, sosyal güvenceleri ellerinden alınmış bir şekilde kaderlerine terk edilirken, birçok işçi de hastane kapılarında yıllarca süren tedavilere rağmen hastalığa yenik düşüyor.

Filmi kötü çıkan işten atılıyor İlçede Kaltun Madencilik, Polat Madencilik, Akmaden ve Kale Madencilik gibi büyük maden şirketlerinin yanı sıra irili ufaklı şirketler de var. Seramik, cam ve kompoze taş ürünlerinin üretimi için kullanılan kuvars, sodyum feldspat, potasyum felspad, kalsit gibi hammaddelerin üretildiği bu madenlerde bine yakın işçi çalışıyor. Madenlerin özellikle işçilerin deyimiyle "değirmen" adı verilen ve cevherin öğütülüp toz haline getirildiği bölümlerinde çalışan işçilerden büyük bir çoğunluğu birkaç yıl içerisinde soludukları toz nedeniyle akciğerlerinden hastalanıyor. Her 6 ayda bir çekilen göğüs filmi kötü çıkan işçiler, işveren tarafından çeşitli gerekçelerle işten çıkarılıyor. Çine ve madenlere yakın olan köyler şimdi akciğer hastalığına yakalandıktan sonra işten çıkarılan maden işçileri ile dolu. Yıllarca tedavi olmak için hastane hastane gezen bu işçilerden bir kısmı ise hastalığa daha fazla direnemiyor. Geçtiğimiz hafta içinde İzmir Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde 45 yaşında yaşamını yitiren İsmail Kuşaksız bunlardan sadece biri. Tabutunun yarısı boş gitti! Kaltun da 5 yıl çalıştıktan sonra hastalandığı için işine son verildi. Tedavi olabilmek için Yeşil Kart'la dört yıl boyunca Çine, Ankara, İzmir arasında mekik dokudu. Kuşaksız, geçtiğimiz hafta İzmir Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde daha fazla direnemedi ölüme. 45 yaşında ölen Kuşaksız, geride bir eş ve Tugay ile Yüksel adlarında iki küçük çocuk bıraktı. Eşinin ölümünden sonra iki çocuğuyla Çine'nin Karakollar köyündeki anne babasının yanına sığınan İsmail Kuşaksız'ın eşi Fatma Kuşaksız, madene girmeden önce eşinin son derece sağlıklı olduğunu anlatıyor: "Hiçbir şeyi yoktu eşimin. Madende çalışırken bu hastalığa yakalandı. Çalışırken doğru dürüst maske vermiyorlarmış. Değirmende tozun doldurulduğu çuvalın ağzını açıyordu. Kötü maske verdikleri için toz alıyormuş ciğerleri. Kilolu, babayiğitti İsmail. Hastalık onu eritti, küçücük kaldı. Tabutunun yarısı boş gitti."

'Değirmen' işçi öğütüyor Kaltun Madencilik'te 7.5 yıl çalıştıktan sonra akciğerlerinden hastalandığı için işten çıkarılan Erol Ateş, çalıştıkları süre içerisinde her 6 ayda bir çekilen ciğer filmlerinin kendilerine bildirilmediğini söyledi: "Doktorlar sözleşmeli oldukları için bize hiçbir şey söylemiyorlardı. Bizim filmler nasıl diye sorduğumuzda, 'normal' deyip geçiyorlardı. Birkaç arkadaş kendi istekleri ile bıraktılar işi. Ben oğlan askerden gelinceye kadar çalışayım diye düşündüm. Aradan bir ay geçince idareden Seyfettin bey çağırdı. '5 seneyi dolduranları çıkarıyoruz' dedi. Bıraktıktan bir ay sonra bizim hastalık meydana çıktı." Aydın, İzmir hastanelerinin ardından Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesine sevk edilen Ateş, "Geçen müfettişler gelip ifademi aldılar. Bana tozluk kullanıyor muydunuz diye sordular. Bize 20-25 günde bir tozluk veriyorlardı. Yıkayıp yıkayıp öyle kullanıyorduk. İki gün kurumasını bekliyorduk" diye anlatıyor. Madende "değirmen" bölümünde çalıştığını aktaran Ateş, sürekli toz püskürten değirmene bir çözüm üretilmediğini belirtiyor. 49 yaşındaki, üç çocuk babası Ateş, hâlâ tedavi olabilmek için uğraşıyor. 

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...