11 Kasım 2010 Perşembe

Çin’de olsa duyulurdu Çine'den ses gelmiyor

11/11/2010 
Özer Akdemir
İzmir Sağlıkçılar Lokali’nde gerçekleştirilen Egeçep Temsilciler Meclisi toplantısının Aydın Çine’den konukları vardı. Geçtiğimiz hafta içerisinde kurulan Çine Doğa Sevenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği yöneticileri yörelerinde yaşadıkları sorunları aktarmak ve birlikte mücadelenin koşullarını oluşturmak için EGEÇEP Temsilciler Kurulu toplantısına kaltıldılar.
Ülkenin en büyük maden şirketleri ve büyük çoğunluğu bu şirketlerle ilişkili su tekelleri Madran Dağı’nın altındaki zenginlikler kadar üstündekilerin de yağmasına girişmişler. Dağları maden şirketleri tarafından delik deşik edilen, meraları orman arazisi diye ellerinden alınarak su ve rüzgar santrali işi yapmak isteyen şirketlerine peşkeş çekilmek istenen Çineliler, seslerini kendilerinin dışına da duyurabilmenin yollarını arıyorlardı. Çineliler, bulundukları bölgelerde yapılan doğa ve kültür katliamının Çin’de dahi olsa duyulabilecekken Çine’nin dışına seslerini duyuramadıklarını söylüyorlar.
MAHKEMEYİ YOL EYLEDİK BU SENE
Çine Doğa Sevenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Süleyman Yıldız Topçam köyünün muhtarı iken yörelerinde yapılmak istenen talana karşı çıktığı için madenci şirketler tarafından seçtirilmediğini anlatıyor ilk önce. Su kaynaklarına el konulmasına ve madenlerin yarattığı tahribata karşı 2006 yılından bu yana mücadele verdiklerini aktaran Yıldız, hukuki boyuta taşıdıkları bu mücadele nedeniyle mahkemeleri yol eylediklerini anlattı. Yıldız, “Çine’de bizim bu davamızı yürütecek bir tane avukat bulamıyoruz. Hepsi sanki bu maden şirketlerinin paralı elemanları gibi bizim davalarımızı almıyorlar. Suyumuzu kaçak olarak şişeleyip satıyorlar. 27 kilometre yere kaçak su hattı döşendi. Bütün yetkililer göz yumuyor” dedi. Su şirketlerinin gerekli yerlerden izin almadan faaliyetlerini sürdürdüklerini dile getiren Yıldız’ın anlattıklarına göre ilçede iki büyük su şirketi var. Bu şirketlerden birisi Çine Belediyesinin şirketi iken, diğeri sudan önemli paralar geldiğini gören CHP’li belediye başkanı tarafından kurulmuş.


BİZİ HARİTADAN SİLECEKLER
Dernek Yöneticilerinden Kavşıt Köylüsü Mehmet Çoban ise köye ait merada hayvancılık yaptıklarını belirterek şu bilgileri verdi: “Meramızın bir bölümünü orman arazisi içine almışlar. Sularımızı almak istiyorlar. Orman da olsa buralar bizim. Önce biz faydalanmalıyız. Oysa buraları rüzgar santrallerine ve su şirketlerine vermek istiyorlar. Yatırların olduğu yerleri, piknik alanlarını bile yok edecekler. Bizi haritadan silecekler.”
DAĞLARIMIZ DELİK DEŞİK
İbrahim Kavağı Köyü Muhtarı Süleyman Emeksiz sık sık ad değiştiren bir şirketin köyünün sınırları içerisinde rüzgar santrali yapmak istediğini anlatıyor. 3000 dönümlük meralarının 1500 dönümünün orman arazisi diye gösterildiğini belirten Yıldız, “Rüzgar enerjisinin direkleri geldi dikilecek. Yöre köylerinin suyu Babadağı’ndan çıkıyor. 2006 yılında Kaltun Madencilik bazı kuyuları aldı. Bu su gider ise dağın dengesi bozulur” diyor.
Dernek yöneticilerinden, yerel Çine Uğur Gazetesi yazarlarından Ahmet Uslu Çine’nin üç tarafının Madran, Gökbel ve Beşparmak Dağları ile çevrili olduğunu aktararak, bu dağların özellikle kuvars ve felspat madenleri açısından son derece zengin olduğunu söyledi. Dağların madenci şirketlerin açtıkları binlerce çukur ile delik deşik olduğu bilgisini veren Uslu, şunları söyledi: “Madenciler bu çukurları açarken hiçbir önlem almıyorlar. Ön izin denen bir izinle çukurları açıp araziyi delik deşik ettikten sonra, çukuru kapatmadan gidiyorlar. Madenciler dinamit patlatıyor. Evler, damlar, duvarlar çatlak. Bölgemizde büyük 9 madencilik şirketi var. Küçükler biraz daha kurallara uyuyor. Kanunlar küçükleri biraz daha disiplin altına alabiliyor. Büyüklere işlemiyor.” 


CİĞERİ LEKELENEN İŞÇİ KAPI ÖNÜNE KONUYOR

Uslu’nun adlarını saydığı bu 9 şirket arasında Eczacıbaşı, Kaltun Madencilik, Polat Madencilik, Ak Maden gibi büyük madencilik şirketleri de var. Şirketlerin madencilik sırasında oluşan toz ve kimyasal kirlilik konusunda hiçbir önlem almadıklarını aktaran Uslu’nun anlattıkları arasında belki de en hüzünlüsü bu fabrikalarda çalışan işçilerin durumları; “Asgari ücretin üzerinde işçi çalıştırılmıyor. Fabrikalarda çalışan işçilerden birçoğunun silikosiz hastalığına yakalanıyor. Ciğer filmleri kötü çıkan işçiler kapı önüne konuyor. Bu işçiler bir zaman sonra yaşamlarını kaybediyorlar”!.. Maden fabrikalarının kimyasal maddelerle kirlettiği suları Çine Çayı’na boşalttıklarını, bunu defalarca görüntülediklerini belirten Uslu, zeytincilikle uğraşanların da çaya karasularını döktüklerini aktardı. Uslu, “Çine’nin nüfusu 20 bin. Bu fabrikalarda 3000 işçi çalışıyor. Yani her evden bir aile bağlanmış durumda. Bu nedenle mücadele edemiyorlar, ses çıkaramıyorlar. Bizimle konuşan işçileri işten atıyorlar. Bu zehirler Büyük Menderes’e gidiyor. B. Menderes bu gidişle asla temizlenmez. (İzmir/EVRENSEL)


16 Eylül 2010 Perşembe

Peşini bırakmayacağız



  siyanür kazası eÅŸme evrensel ile ilgili görsel sonucu
 16 Eylül 2010 00:00

2006 yılı haziranının sonlarında Eşme ve köylerinde meydana gelen zehirlenmelerle ilgili açılan dava yeniden görülmeye başlandı.

2006 yılı haziranının sonlarında Eşme ve köylerinde meydana gelen zehirlenmelerle ilgili açılan dava yeniden görülmeye başlandı.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi zehirlenmelerin Kışladağ Altın Madeni’nden yayılan siyanür gazı nedeniyle olduğu yönünde açılan davayı reddeden Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını, “eksik inceleme” gerekçesiyle bozmuştu. Önceki gün Eşme Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen duruşmada yerel mahkeme Yargıtayın bozma kararına uyularak, yeni bir bilirkişi heyeti oluşturulmasını ve zehirlenme olayının daha ayrıntılı incelenmesini kararlaştırdı.
SİYANÜR ZEHİRLENMESİNDE ARSENİK ARADILAR
Eşme’ye 20 kilometre uzaklıkta bulunan Kışladağ Altın Madeni’nden yayılan hidrojen siyanür gazı nedeniyle Eşme ve köylerinde yaşayan 1500’e yakın kişi zehirlenmişti. 26-28 Haziran tarihleri arasında görülen zehirlenmelerin siyanürlü altın işletmesinden kaynaklandığı ile ilgili iddialar üzerine İzmir’den giden aralarında Tabip Odası ve Kimya Mühendisleri Odası temsilcilerinin bulunduğu bir heyet Eşme’ye gelerek incelemelerde bulunmuş, gönüllülerden kan örnekleri almıştı. Heyetin incelemeleri “yetkisiz” oldukları gerekçesi ile Uşak Valiliği ve Eşme Kaymakamlığı tarafından engellenmiş, alınan kan örneklerine polis tarafından el konulmuştu. TTB ve diğer kurumların girişimlerine rağmen el konulan kanlar verilmeyince yeni gönüllülerden kanlar alınarak bunlarda siyanür olup olmadığını tespiti için Ankara’ya gönderilmişti. Ankara Düzen Laboratuarında yapılan kan tahlilleri sonrasında kanlarda yüksek oranda siyanür tespit edilerek zehirlenmelerin siyanürden kaynaklandığı kuşkusu kanıtlandı. 
siyanür kazası eşme evrensel ile ilgili görsel sonucu

Bu verilere rağmen Eşme ile ilgisi olmayan köylerde bile görülen zehirlenmeleri “Eşme şebeke suyuna kanalizasyon karışması” ile açıklamaya çalışan devlet kurumları ve madenci şirket, siyanür zehirlenmesi iddialarına başından itibaren karşı çıktı. Bu arada Eşme’de İzmir’den giden heyetin aldığı el konulan ve Ankara Hıfzısıhha’ya gönderilen kanlarda siyanür zehirlenmesi iddialarına rağmen “arsenik” tahlili yaptırıldığı ortaya çıkmıştı.
Uşak İl Sağlık Müdürlüğü gelen tepkiler sonrasında zehirlenmelerin üzerinden yaklaşık 20 gün geçtikten sonra aynı kanlarda bu sefer de siyanür analizi yaptırarak kanda siyanür olmadığı yönünde yeni bir açıklama yapmak durumunda kalmıştı. Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr Ali Asman Karababa, insan vücudundaki arsenik oranının ölçümü işleminin kanda değil saç ve tırnaklardan alınan örneklerde yapılabileceğini, siyanürün yarılanma süresi nedeniyle birkaç gün içerisinde vücutta yok olduğunun bilinmesine rağmen 17 gün sonra kanlarda siyanür aranmasının olayı geçiştirme çabasını bir ürünü olduğunu söylemişti. 
Ä°lgili resim

ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İSTİYORLAR
Zehirlenmelerin siyanürden kaynaklandığının kan analizleri ile ortaya konulmasının ardından zehirlenenler tarafından madenci şirket aleyhine açılan davada yerel mahkeme, su ve topraklarda inceleme yapan bilirkişi heyetinin raporlarını yeterli bularak (Bilirkişi sularda ve toprakta siyanür bulamamıştı!) davayı reddetmiş, davacılar dosyayı Yargıtaya götürmüşlerdi. Yargıtayın dosyayı bozmasının ardından önceki gün yerel mahkemeye yeniden gelen dosya yerel mahkemenin bozma kararına uyması üzerine yeniden açılmış oldu. Eşme Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıtayın bozma gerekçeleri arasında sıralanan üniversitelerin toksikoloji, patoloji, biyokimya, farmakoloji bilim dallarında görevli öğretim üyelerinden bir bilirkişi heyeti oluşturulmasına karar verirken, şirket avukatlarının bilirkişi heyetinde çevre ve maden mühendisinin de olması istemlerini reddetti. İzmir’den gelen EGEÇEP’lilerin ve Eşmelilerin yanı sıra İnay köylülerinin de izlediği duruşma 4 Ocak 2011 tarihine ertelendi.
Adliye önünde konuyla ilgili yapılan basın açıklamasında davayı yürüten Avukat Arif Ali Cangı, yerel mahkemenin Yargıtayın bozma kararına uymasının son derece olumlu olduğunu söyledi. İnay Vicdan Harekatı adına konuşan Muammer Sakaryalı ise 2006 yılı haziranında yaşanan zehirlenmelerin üstünün örtülmek istendiğini belirterek, mahkemenin bu kararı ile bu plana engel olduğunu söyledi. Olaydaki kuşkuların, soru işaretlerinin çokluğuna dikkat çeken Sakaryalı, “Eşme halkının yine zehirlenir miyiz kuşkularını kim kaldıracak. Bu zehirlenmelerin peşini bırakmayacağız” diye konuştu.
(Eşme/EVRENSEL)

https://www.evrensel.net/haber/182066/pesini-birakmayacagiz
Özer Akdemir

9 Eylül 2010 Perşembe

Yine aynı oyun!

06/09/2010 allianoi antik kenti ile ilgili görsel sonucu
Özer Akdemir

Allianoi Antik kentinin Yortanlı Barajı suları altında bırakılması girişimlerine karşı tepkilerin yükseldiği bir sırada, başını AKP’nin ve yöredeki büyük toprak sahiplerinin çektiği bir grup çiftçi devreye sokuldu. Daha önce de gerçekleştirilenlere benzeyen son eylemde AKP Bergama İlçe Başkanlığı ve Ziraat Odası tarafından toplanan köylüler bu sefer, Allianoi’ye destek vermek için gelen bisikletli grubun ve Bergamalı çevrecilerin karşısına dikildiler.
AKP VE BÜYÜK TOPRAK SAHİPLERİ BAŞROLDE
Allianoi’nin baraj suları altında bırakılmak için kumla örtme çalışmalarının başladığı bir dönemde yoğunlaşan eylemlere önceki gün bir yenisi daha eklendi. Çeşitli bölgelerden İzmir’e gelerek buradan Bergama’ya geçen Karşı Bisiklet Grubu tarafından gerçekleştirilen “Allianoi’yi Yaşatalım” eylemine Bergama’dan da 3 otobüs dolusu yurttaş katıldı.
Allianoi’ye hareketten önce özellikle AKP İlçe Başkanı ve Bergama Ziraat Odası Başkanı’nın çevre köyleri dolaşarak Allianoi’ye destek için yapılacak bu etkinliğe karşı “Baraj istiyoruz” içerikli bir karşı eylem örgütledikleri duyumunu aldıklarını belirten Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel, sonrasında yaşanan gelişmeleri şu sözlerle anlattı: “AKP’nin ve Ziraat Odası’nın örgütlediği bu olayda yöredeki büyük toprak sahipleri başrolü oynuyorlardı. 3 otobüs dolusu insanla birlikte Allianoi’ye doğru yola çıkmadan önce AKP İlçe Başkanını aradım. ‘Bizim köylü ile derdimiz yok, bize karşı kışkırtmayın. Bölgeden ayrılın öyle gelelim’ dedim. AKP İlçe Başkanının telefonunu verdiği Bergama Ziraat Odası Başkanı ise son derece saldırgan bir üslupla, ‘biz buradayız, gerekirse aylarca kalacağız’ dedi. Bu konuşmaların ardından yola çıktık. Jandarma antik kentin önünde yolu ikiye ayırmıştı. Baraj istiyoruz diye toplananların değişik sataşmalarına maruz kaldık ama kitleyi bu sataşmalara uymamaları doğrultusunda tutabildik. Dönüşte de zaman zaman yolu kesip taşlama girişimlerinde bulundular. Jandarma eskortu olduğu için bunu da yapamadılar.” Engel, Allianoi’nin baraj sularına gömülmesine karşı çeşitli proje önerilerinin olduğunu belirterek, son günlerde yeniden gündeme gelen Bulgaristan’daki Seuthopolis Antik Kenti projesi benzeri bir çözüm bulunabileceğini dile getirdi. Antik kenti kurtarma arayışlarına devam ettiklerini aktaran Engel, konuyla ilgili Bergama Belediyesi ile de görüşeceklerini söyledi.
BİZİMLE ELELE OLMALARINI İSTİYORUZ
Antik kenti koruyabilmek için çabalayanların karşısına yöre köylülerinin çıkarma girişimleri ile ilgili konuşan Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler, bunu demokratik bir tepki olarak gördüklerini söyledi. “Elbette insanlar karşımızda olacak ki gerçeği savunmaya devam edelim” diyen Diler, “Çiftçilerin, köylülerin bir gün Allianoi’nin değerini anlayacaklarını biliyoruz. Bizimle elele olmalarını istiyoruz. 2000 yıllık bir sağlık ören yerinin onlarla daha da güzelleşeceğine, geleceğe daha doğru taşınacağına inanıyoruz” diye konuştu. (İzmir/EVRENSEL)
allianoi antik kenti ile ilgili görsel sonucu
ALLİANOİ İÇİN ALTERNATİF PROJE

BULGARİSTAN 1948 yılında başladığı Filibe Barajı inşası sırasında Seuthopolis antik kentinde de kurtarma çalışmaları başlatıldı. Çok önemli eserlerle birlikte Odrissia Kralı Kral 3’üncü Seuthes’in MÖ. 4 yüzyılda 890 metrelik duvarlarla çevirdiği Seuthopolis antik kentinin tamamen ortaya çıkarılması antik kenti kurtarmaya yetmedi. Seuthopolis, 1954 yılında Koprinka Barajı’nın sularına gömüldü. 2002 yılında Jeko Tilev adlı bir Bulgar mimarın Seuthopolis antik kentini kurtarmaya dönük hazırladığı proje, 2006 yılında Sofya’da yapılan Dünya Mimarlık Triennali’nde UNESCO’dan ‘Büyük Ödül’ kazandı. Projeye göre barau suları altındaki antik kent 420 metre çember çapı olan bir duvar içine alınacak, suların boşaltılıp kurumasından sonra ziyarete açılacaktı. Baraj suları ortasındaki bu yapıya ziyaretçiler botlarla taşınacak, su seviyesinin 20 metre altında kalan antik kent asansörlerle inilerek gezilebilecekti. Proje ayrıca çemberin içinde bahçeler, teraslarla kafe, restoranlar ve kültür merkezleriyle donatılmasını öngörüyordu. Antik kent geceleri ise ışıklandırılacaktı. Bulgaristan hükümeti bu proje için kaynak arayışını sürdürürken AB’nin projeye 50 milyon Avro kaynak ayıracağı dile getiriliyor.


28 Haziran 2010 Pazartesi

Direnenler Konuşacak - 6



Hazırlayan: Özer Akdemir
  DOSYA
28 Haziran 2010 00:00
Şirket çalışanlarını derelerimize sokmuyoruz’

Ardanuç Derelerin Kardeşliği’nden Kamile Kaya, çevre katliamına karşı son yıllarda artan halk hareketlerinin, aralarındaki farkı en aza indirgeyerek birlikte hareket etmeyi öğrenmeleri gerektiğini vurgulayarak, “Doğru önderlikle sivil itaatsizlik, meşru savunma ve bu refleksin ülkede var olan siyasi partilerin tüzük ve gündemlerinde bu konunun sürdürülebilirlik anlayışını benimsemelerini sağlayabilmek, kısa sürede kesin başarıyı getirecektir” diyor.
Ardanuç Derelerin Kardeşliği Üyesi Kamile Kaya ile Karadeniz’de kurulmak istenen HES’leri ve mücadelenin başarıya ulaşmasında yapılması gerekenleri konuştuk

Yörenizde yapımı planlanan HES’lerle ilgili özet bir bilgi verebilir misiniz? 
Bildiğimiz kadarıyla Türkiye genelinde 1700, Karadeniz’de 700 ve Artvin ilinde de 162 HES projesi planlanıyor. Artvin’de inşasına başlanmış 24 HES projesi var. Ardanuç’ta henüz başlanan HES yok. Ardanuç ilçesinde kaç HES projesi var, net olarak bilgimiz de yok. Çünkü bazılarının uygulanabilirliği mümkün değil diye etüt aşamasında iptal edildiği söyleniyor. Dolayısıyla ne kadar elektrik üretileceği konusunda bir netlik yok. Ayrıca HES’lerin sayıları gün geçmiyor ki değişmesin. Sanırız ihaleyi yapanlar bile net sayıyı bilmiyor olmalılar.
Ancak, ÇED sürecine girilen Ardanuç 3-4 regülatörü ve HES projesi 16, 40 MW gücündedir. Şu an için elimizdeki en net bilgi budur.

Yörenizde HES karşıtı mücadele nasıl başladı ve şu anda ne durumda? 
Şavşat ilçesinde Meydancık Deresi üzerinde yapımına başlanan Diyoban HES’in doğaya ve çevreye geri dönüşümü mümkün olmayan zararlar verdiğini öğrenince, çevre ve doğa katliamına son vermek için yöredeki duyarlı insanlar harekete geçtiler. Bu zaman olarak 2009’un Temmuz ayına denk geliyor.
Şavşat ilçesinde yaşayan duyarlı insanlar olarak, HES’lerin tahribatları ve hukuksal boyutunun ele alındığı bir panele katıldıktan sonra irkildik. Çünkü konu zannettiğimizden de vahimdi. Öncelikle kendimiz nereden bilgi ediniriz diye akademisyenlere ve çevre örgütlerine başvurduk. Bu işle ilgili birçok çalışma, doküman ve bir sürü farklı bakış açısı olduğunu da bu süreçte fark ettik.
Kendimize en yakın bulduklarımızla irtibata geçip halkla birlikte öğrenmeye, öğrendiğimiz kadar karşı durmaya çalıştık. Bu arada gerek ülkemizde gerek bizim gibi ülkelerde bu tür sözde yatırımların -tahribatların- nasıl yapıldığı ve o yöre insanına yansıyan yaşamsal olumsuzlukları örnekleyerek, kendi yöre insanımıza anlattık. Amacımız kimsede korku yaratmak değildi, ama sahiplenme duygusunu geliştirerek öğrenme süreciyle birlikte sahiplenilsin diye bir öğrenme ve savunma süreci başlattık.
İlk başlarda bölgemizde, Trabzon ve Rize’de yapılan, çevre dernekleri ve yerel mücadeleyi sürdüren platformların düzenlediği toplantılarına katıldık. Buradan edindiğimiz en önemli beceri, yerelde 2 yıldır mücadeleyi sürdüren Derelerin Kardeşliği Platformu’nun çalışma taktik ve biçimini benimsemek oldu. Bize en yakın duruş buydu. Oraları, konuyla ilgili duyarlı akademisyenleri yöremizdeki insanların bilinçlenmesi amaçlı panellere davet ettik. Halk, panelist ve akademisyenleri ilgiyle ve dikkatle izledi. Bunun üzerine bu konuyu diğer iletişim araçlarıyla destekledik; değişik zamanlarda bildiri dağıttık, HES karşıtı afişleme yaptık, kahvehanelere ve çay bahçelerine konunun konuşulması için dikkat çekici yazılar bıraktık. En önemlisi 2009 sonu itibariyle toplumda farkındalık yaratmak için köy köy gezip bilgi aktarma kararı aldık. Bu işle ilgilenecek gönüllülerin bir araya getirilmesi zaten kendiliğinden olmuştur. İlçemize ve derelerimize gelen şirket çalışanlarını, köylerdeki gönüllü bekçiler olarak takip edip derelerimize sokmuyoruz.
14 Mart 2010 günü Yeşil Artvin Derneği ile Ardanuç ve Şavşat Derelerin Kardeşliği Platformu öncülüğünde; değişik sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve çevre illerin de katılımıyla, Tarihi Berta Köprüsü’nde yaklaşık 1000 kişiyle kitlesel bir basın açıklaması düzenledik. Mücadelemizin ulusal basına yansıması eksik kalıyor.
14 Haziran 2010 günü Ardanuç 3-4 regülatörü ve HES projesi ÇED bilgilendirme toplantısı için Bulanık köyüne gelen devlet ve özel sektör yetkililerini, HES karşıtı döviz ve pankartlarla, HES karşıtı sloganlarla karşılayan köylüler, toplantının gerçekleştirilmesine izin vermeyerek, toplantının yapılacağı kahvehaneyi de kapalı tutmuşlardır. Gelenleri yuhalayan köylüler, bilgilenmek istemediklerini ve HES’lere muhalif olduklarını göstererek, mahallelerinde “ÇED toplantısı yapılamamıştır” tutanağını tutturarak, görevlileri geri göndermişlerdir.

Şu anda toplum bizi su işleriyle görevli gibi algılamaya başladı. Belki yanlış ama böyle...
Suyun gerçek sahipleri olan yöre halkı hâlâ tehlikenin boyutunu anlamış sayılmaz. Ancak çok kötü şeylerin gelişmekte olduğunu hissetmektedir. Biz de bu direnç noktasını canlı tutmaya çalışıyor ve HES’lerin bütün hayatımızı tahrip edeceğini canla başla anlatıyoruz.
Yöre halkının karşı duruş anlamında şu anki moral durumu iyi. Ancak yanımızdakilerden de iş birliği yapabilecekler çıkar endişesiyle, karşımızdakilere dikkat ettiğimiz kadar yanımızdakilere de dikkat ediyoruz.

Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin birçok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı? 
Bu konuda oluşan sivil inisiyatifler; yerelde Derelerin Kardeşliği Platformu, Su Meclisi, Dereler Özgür Aksın Platformu, Yuvarlakçay direnişi, Allianoi vb. farklılıklarını en aza indirmek, bir arada hareket etmeyi becerebilecek bilinç, kapasite ve önderliklere ihtiyaç vardır. Bu yapılanmalar sistemin bu konularla ilgili yarattığı prosedür boşluklarından sistemi kendi kuralına, kendi hukukuna uymaya çağırabilir.
Mahkemelerin verdiği yürütmeyi durdurma kararları bizim moralimizi yükseltiyor, ancak uygulayıcılara da bu eksiklerinizi tamamlayın gelin demektir.
Yatırımcı adlı tahribatçıların mahkeme kakarlarına uymayışının esas sebebi, mahkemeyi reddettiği için değildir. Sadece en az maliyetle tahribata bakılmaksızın en çok parayı kazanmak içindir. Asıl ve en can alıcı nokta ise yukarıda adlandırdığımız sivil inisiyatiflerin kendi yöresinde yaşayan halkların meşru zeminde ulusal çıkar, bağımlılık-bağımsızlık gibi yönlendirici ve sersemletici yaklaşımlara takılmadan hep birlikte karşı duruşu sağlayabilmektir. Sözün özü; doğru önderlikle sivil itaatsizlik, meşru savunma ve bu refleksin ülkede var olan siyasi partilerin tüzük ve gündemlerinde bu konunun sürdürülebilirlik anlayışını benimsemelerini sağlayabilmek, kısa sürede kesin başarıyı getirecektir.



Mücadele tek başına düşünülmemeli


İsmail Küçük
(Meteoroloji Mühendisi) 


Ülkemizde yapılan ya da yapımı planlanan HES’lerle ilgili özet bir bilgi verebilir misiniz?
Şu an işletmede olan 158 adet HES’in kurulu gücü 13 bin 300 MW, inşa halindeki 24 adet HES’in kurulu gücü 9 bin 500 MW, projesi hazır olan 15 adet HES’in kurulu gücü 10 bin 800 MW, planlaması mevcut 175 HES’in kurulu gücü 26.700 MW, master planı hazır olan 95 adet HES’in kurulu gücü 5 bin 100 MW ve ilk etüt çalışması hazır olan 259 adet HES’in kurulu gücü 4 bin 800 MW olmak üzere toplamda yaklaşık olarak 729 HES tamamlandığında, 70 bin 200 MW kurulu güç elde edilmiş olacaktır. Bu projelere ilave olarak yapılmaya çalışılan diğer projeler de dikkate alındığında, en fazla 3 bin MW kurulu güçten söz edilebilir. Ancak burada üzerinde durulması gereken asıl konu, son yıllarda 4628 sayılı Kanun kapsamında geliştirilen yaklaşık 1200 projedir. Çünkü bu projeler genel bir havza planlamasından yoksun, ileride içme, kullanma ve sulama suyu paylaşımında sorun yaratacak projelerdir. Ayrıca bunların üreteceği enerji, sayılarının çokluğuna bağlı olarak doğaya vereceği zararla kıyaslanamayacak değerdedir. Bu projeler sayı olarak özellikle Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde yoğunlaşmıştır.

HES’lerin enerji üretiminden çok, sulara el konulması, suların özelleştirilmesi planının bir ayağı olduğu görüşü yaygın. Bu görüşle ilgili değerlendirmeleriniz neler? 
Demokratik kitle örgütleri, hidrolik enerjiden yararlanılması gerektiğini uzun yıllardır ülke gündeminde tutmuşlardır. Ancak gelinen süreç, suyun enerjisinden yararlanmaktan çok derelerin pazarlanması şeklinde bir uygulamayı göstermektedir. Çünkü suyun her görüldüğü yere HES kondurulması, bir anlamda bunun bir göstergesidir. 5. Dünya Su Forumu’nun ardından yapılan açıklama, önceki su forumlarında olduğu gibi suyun ticarileştirilmesinin önündeki bütün engellerin ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. Bu konu HES uygulamaları için kısaca ifade edilmek istenirse, HES’lerin üreteceği enerji doğrudan su miktarına bağlıdır. HES suyuna başka alanlardan (içme, sulama gibi) gelecek talepler enerji üretimini düşüreceğinden, derelerden alınacak sular için bedel ödenmesi gündeme gelecektir. Bu da dereden alacağınız bir bardak suya para ödeyeceksiniz demektir.

HES karşıtı mücadele son birkaç yıldır büyük bir ivme kazandı. Çoğu kendi yerelleriyle sınırlı kalan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir?
HES’lerle ilgili mücadeleyi tek başına düşünmemek gerekiyor. Bu bir süreçtir. Süreç, geçmişte altın madenciliği ve benzeri nedenlerle değişik yerlerde başlayan mücadelelerin devamı olarak değerlendirilmelidir. Taşına, toprağına, suyuna sahip çıkmak isteyenlerin mücadelesi olarak görülmelidir. Hiçbir şey yoktan var olmadı. Bu mücadelelerin gelişmesinde bir başka yerellerde bir başka nedenden dolayı yaşanan mücadeleler etkili olmuştur. HES’ler genel olarak Karadeniz Bölgesi’nde yoğun olduğundan, buradaki yerellerin birbirlerini etkilemeleri daha hızlı olmaktadır. Burada özellikle üzerinde durulması gereken konu, çimento fabrikaları, çöp alanları, maden alanları, kentsel dönüşüm gibi başka yerlerde yaşanan sorunların HES’ler için de benzer olduğudur. Yasa ve yönetmeliklere sığınılarak ülkenin dört bir yanında kamusal hizmetten uzak olarak doğal alanlar sistematik bir şekilde yok edilerek insanlar fakirleştirilmektedir. Bu mücadeleler birbirlerini etkilediği ve beslediği sürece birleşmeler kendiliğinde gerçekleşecektir.

Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin birçok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı?
Bir bölgede yapılmaya çalışılan “iş”, çevreye vereceği olumsuz etkileri sonucu mevcut yasa ve yönetmeliklerle yasal olarak durdurulmaya yaklaşıldığında, kanun koyucular mevcut yasa belgelerini değiştirme yolunu seçmektedirler. Bu durum, halk üzerinde bir başarısızlık gibi algılanmaktadır. “Ne yaparsak yapalım sonucunda yasaları şirketlerin lehine değiştirmekteler” diye moral bozukluklarının oluştuğu gerçeğini yadsıyamayız. Oysa halk hareketinin başarısı bilinçle ve bilinçlenmeyle ilgilidir. Yasa koyucuların bu konularda benzer işlere çokça başvurdukları gerçeği sürekli bilinmektedir. Mücadele edildiği ve mücadeleler birleştirildiği sürece başarısız olmak diye bir şeyden söz edilemez. Çözüm, mevcut yasaların sürekli şirketler lehine değiştirildiği ve yasal belgelerin (ÇED ve bilirkişi raporları) düzmece olduğu gerçeğinin bilinciyle, mücadeleye devam etmektedir. Yatırımlar(!) öncelikle halkın istemleri doğrultusunda değerlendirilmelidir. Halk istemiyorsa olmaz bilinci yeterlidir.
https://www.evrensel.net/haber/185784/direnenler-konusacak-6

27 Haziran 2010 Pazar

Direnenler konuşacak - 5

Hazırlayan: Özer Akdemir
  DOSYA
27 Haziran 2010 00:00
Başarılı bir direniş örneği sergileyerek, HES’çilere geri adım attıran Yuvarlakçay deneyimini Avukat Berna Babaoğlu ile değerlendirdik.

Yuvarlakçay’da başarılı karşı duruş
Başarılı bir direniş örneği sergileyerek, HES’çilere geri adım attıran Yuvarlakçay deneyimini Avukat Berna Babaoğlu ile değerlendirdik.

Bölgenizdeki HES projesi hakkında kısa bir bilgi verir misiniz? 
Muğla ili, Köyceğiz ilçesi, Beyobası beldesine bağlı Pınar köyü hudutları içinde doğan Yuvarlakçay Deresi’ne, 3.4 MW kurulu güce sahip bir hidroelektrik santralı (HES) kurulması planlanmaktadır. Devletin ilgili kurumları gereken izinleri vermiş, proje için düğmeye basılmıştır.
Proje alanının tamamı Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma Bölgesi içindedir. Ayrıca, kaynak bölgesi Topgözü mevkii ise Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından Anıt Ağaç Topluluğu koruma bölgesi olarak tescil edilmiştir.
Ama, devlet katında HES hiçbir koruma dinlemiyor. Burada da “enerji üretimi” sihirli sözcükleriyle tüm kapılar HES’e açıldı; yerel halkın düşünceleri, suyla olan ilişkisi göz ardı edildi; projenin yönetmelik gereği ÇED raporu kapsamı dışında tutulmasıyla doğa da zaten kimsesiz bırakıldığı için, projeye tüm izinler ardı ardına verildi.
Yerel halk olarak projeye tamamen karşıyız. Regülatörün yapılmasıyla su kaynağının, tıpkı 140 yıl önce olduğu gibi, geri kaçarak başka bir mecraya akması; kadimden gelen su haklarımızın verilmemesi ve bunun sonucunda tarımın ve gelirlerimizin olumsuz etkilenmesi; bölgede yapılacak inşaat ve kazı çalışmaları sebebiyle toprak kaymalarının yaşanması; doğanın geri dönülmez biçimde katledilmesi gibi ciddi endişelerimiz var.
Aslında izlenen bu süreç, DSİ’nin önceki projelerindekinden farklı değil. Tek fark, halk artık uyandı ve suyuna sahip çıkıyor.

Yuvarlakçay başarılı bir direniş örneği sergiledi. Bu nasıl başarıldı?
Yuvarlakçay’da hidroelektrik santralı yapılacağı 2009 yılı yazında kulağımıza çalınmıştı. Ancak çok az su olduğu için ihtimal bile vermeyip üzerinde durmamıştık. Daha sonra Pınarköylülerin aralık ayı başlarında ağaç kesimi aşamasına gelindiği bilgisini Dalyan Turizm, Kültür ve Çevre Koruma Derneği’ne (DTKÇKD) iletmesiyle projenin gerçek olduğunu anladık ve hemen harekete geçtik.
İlk toplu eylemimiz 12 Aralık’ta santralın yapılacağı alanda köylülerle toplanıp protesto yürüyüşü yapmak oldu. Aynı gün, bu eylemin ardından Çokmaşat Mahallesi’ne geçtik ve Köyceğiz Orman İşletme Müdürlüğü’nce kendilerine ağaç kesim işi verilen Pınarköy Tarım Kooperatifi Başkanı ile görüştük, ağaçların kesilmeyeceği yönünde söz aldık. Ne var ki, iki gün sonra bir gece yarısı suyun çıktığı ve halk tarafından mesire yeri olarak da kullanılan Topgözü mevkiindeki asırlık anıt çınar ağaçlarının, bir iki gün içinde de santral bina alanındaki sığla ağaçlarının ve proje alanındaki 900 kadar kızılçam ağacının kesildiğini öğrendik. 19 Aralık’ta bölgede tekrar toplandığımızda kimse gözlerine inanamadı. Bir hafta önceki Topgözü ve Yuvarlakçay gitmiş, ortalık bomba atılmış bir savaş alanına dönmüştü. Bu insanların isyan etmesine sebep oldu ve doğal bir içgüdü diye tarif edebileceğimiz bir duyguyla köylüler ve onlara destek veren yöre halkı ve sivil toplum kuruluşları projeye karşı direnişe geçti. Aradan geçen 5 aylık sürede, özellikle ilk 3 ay hemen hemen her gün olmak üzere projeye karşı bir etkinlik düzenlendi: protesto yürüyüşleri, bilgilendirme toplantıları, Yuvarlakçay’ı tanıma gezileri, flora ve faunaya yönelik araştırma yürüyüşleri, kesilen anıt ağaçların tespiti, piknikler, konserler, tiyatrolar, vs. Köylüler aralık ayının sonlarından itibaren kesilen ağaçları ve suyu korumak amacıyla kamp kurarak sürekli Topgözü’nde kalmaya başladılar; ve o günden beri de protestolar, HES’e karşı direniş devam ediyor.
Diğer taraftan, yöre halkınca kurulan Yuvarlakçay’ı Koruma Platformu hukuk sürecini başlattı ve projeye onay veren tüm kurumlara köylüler adına 14 dava açtı, 4 suç duyurusunda bulundu. Nisan ayı başında, açtığımız davalardan ikisinde yürütmeyi durdurma kararı verildi ve hepimiz biraz rahatladık. Son olarak da nisanın sonunda proje sahibi Akfen Holding projeyi yapmaktan vazgeçtiklerini açıkladı. Çok yerinde bir karar; ne var ki, firma EPDK’ya henüz yazılı bir başvuruda bulunmadığı ve müdahil olduğu davalardan çekilmediği için buna temkinli yaklaşıyoruz.
Bu zorlu süreçte yaptığımız en önemli hareket köylüyü dinlemek ve onlardan güç almak oldu. Davaları açmadan önce onlardan edindiğimiz bilginin en çarpıcı olanı, Yuvarlakçay’ın hayatlarında ne denli önemli olduğudur. Davalardan önce ve dava sürecinde elimize geçen bilgiler sorumlu kurumların görevlerini layıkıyla yapmadığını, koruma alanı olmasına rağmen burasının korunmadığını, projenin kabul görmesi için yanlış ve taraflı bilgiler içeren raporlara itibar edildiğini gördük. Ve tüm bu bilgileri, bazen adeta bir dedektif gibi sabırla değerlendirip bir araya getirerek karşı hareketi başlattık.
O günden bu yana Yuvarlakçay’da yapılan bu katliama, Yuvarlakçay’dan yararlanan halkın yok sayılmasına; çevreyi, ormanı, vatandaşların menfaatlerini koruma sorumluluğu olan devlet kurumlarının böyle bir projeye bir bir onay vererek, yapılanlara kayıtsız kalmalarına karşı çıkıyoruz; gece gündüz Topgözü’nde kalarak suyumuza, ağacımıza, geleceğimize sahip çıkıyoruz. 

YEREL MÜCADELENİN AVANTAJLARI
HES karşıtı mücadele son birkaç yıldır büyük bir ivme kazandı. Çoğu kendi yerelleri ile sınırlı kalan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir?
Yerelle sınırlı kalması belki de en azından iki sebepten dolayı iyi bir yol: Yerel mücadele hem fiilen doğrudan sizi sonuca ulaştırıyor, hem de çevre bilinci daha sağlam bir zemine oturmuş oluyor. Siz istediğiniz kadar masa başında kanunları, yönetmelikleri çıkarın, kararlar alın, yerelde halk onların yararını görmeyip benimsemezse, hiçbir işe yaramıyor.
Aslında mücadelelerin yerel kalması, Türkiye’nin enerji politikasındaki aksaklıkların farkına varılmasına ve uygun bir şekilde düzeltilmesine yetmeli; çünkü, her bölgeyi temsil eden milletvekilleri ve onların bu mücadeleleri birleştireceği bir de meclis var. Ama, pratikte -tıpkı birçok benzer problemde karşımıza çıktığı gibi- bu mekanizma işlemiyor.
Bize göre en doğrusu, yerelde mücadeleyi esas alan, ancak yerel mücadeleleri tek bir ses olarak meclise duyuracak güçlü bir yapılanma kurmaktır.
Gördüğümüz kadarıyla şu anda Türkiye’de bu yönde bir istek var; tek problem bu isteğin değişik gruplarca dile getirilmesi, ki bu da aşılmayacak gibi gözükmüyor. Bu grupların tek bir ses haline getirilebilmesi, basit birkaç şartlara bağlı:
* Zorunlu haller dışında hiyerarşiye izin verilmemesi;
* Herkesin siyasi de dahil tüm kişisel beklentilerini samimiyetle bir kenara bırakarak nihai hedefe odaklanması;
* Şartlar her ne kadar zor olursa olsun, kırıcı ve dışlayıcı tutuma karşın yapıcı ve birleştirici bir tutum sergilenmesi.

MÜCADELEDEKİ ÖNEMLİ UNSUR
Sizce Yuvarlakçay’da neler başarılabildi? 

Yuvarlakçay’daki yerel fiili mücadelede tek önemli unsur vardı: Köylünün kendisinin suyuna ve doğasına sahip çıkması ve bu amaçla suyun çıktığı ve regülatörün kurulacağı yere, yani Topgözü’ne sonuç alana kadar yerleşmesi, bir başka deyişle, suyun başının köylülerce tutulması. Eğer köylüler kendileri bu projeye karşı gelmeseler ve Topgözü’nde kamp kurmasalar, açtığımız davalarla bile çok zor sonuç alırız; bu sebeple yerel mücadele vazgeçilmez bir esastır.
Yuvarlakçay’ı Koruma Platformu ise, yerel mücadeleyi esas alarak, mücadelenin tek sesi oldu ve nihai sonuca ulaşmak için bir taraftan hukuk alanında uğraş verirken, diğer taraftan toplumsal ve siyasal alanda Yuvarlakçay sorununu gündemde tutarak yasal düzenlemelerdeki yanlışları duyurmaya ve düzeltilmesine yardımcı olmaya çalışıyor. 


Tonya’nın direnişi Karadeniz’i de kurtarır
Bekir Uzunoğlu
*

BU HES belasıyla tanışmamız, daha önceleri Karadeniz’in diğer taraflarında HES’ler ve bunların yapımına karşı çıkanların olduğunu okuyor, duyuyorduk. Ve bir gün Tonya derelerinin de satılmış olduğunu duyduk ve araştırmaya başladık. İlk duyumu aldığımız yaklaşık 5-6 ay gibi oluyor. Bu durum karşısında ilk olarak Özgürlük ve Dayanışma Partisi ilçede bulunan tüm siyasi partilere bir çağrı yaparak bu yağmalama karşısında ortak hareket edilmesi gerektiğini söyleyerek toplayabildiği bilgileri toplantıya katılan halk ve siyasi parti temsilcileriyle paylaştı. Daha önce Artvin ve Rize’de HES karşıtı mücadelenin içerisinde bulunan Derelerin Kardeşliği Platformu üyesi arkadaşlar ilçeye getirilerek gerçekleşen toplantıdan sonra iktidar partisi hariç tüm siyasi partilerle güç birliği yapma başarısı gösterildi. Ve Derelerin Kardeşliği Platformu Tonya’da da kurulmuş oldu. Platform öncülüğünde ilçede 2 Profesörün katılımıyla yaklaşık 500 kişinin katıldığı bir kapalı salon toplantısı gerçekleştirdik. Daha sonra kurulan platform el ilanı, afiş, sesli ilan şeklinde çalışmalarına devam etti ve Haziran 11 de ilçe meydanında çok güzel bir açık hava mitingi gerçekleştirdi.
Bu aşamadan sonra artık HES inşaatını durdurmaya kararlı bir halk kesiminin oluştuğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 150 gönüllünün telefon numaralarını toplayarak her an hazır durumda beklemeleri sağlanacak ve gerekli çalışmalar devam edecek. Açıkçası tam olarak bu gözü dönmüş şirketleri nasıl durduracağımızı da bilemiyoruz ama söylediğim gibi, Tonya halkı kararlıdır. Gösterecekleri direnişin tüm Karadeniz derelerini kurtaracağının bilincindedir.
Çözüm için öneride bulunmak için biraz erken ama bu kadar can alıcı bir konuda ve tüm siyasilerin ortak sorunu olan bir konuda siyaset üstü bir hat yakalanmalı. Sosyalist partiler bu konuyu parti içi çalışma grupları kurarak parti politikası haline getirmeli. Bu direnişte sosyalistler her zaman yol gösterici olmalı ama asla siyaset yapmamalı diye düşünüyorum.
Değerli Evrensel okurları. Tonya Fol Deresi üzerinde, 18 kilometrelik alanda 4 tane HES yapılacakmış. Bir tanesi için başlamaya gelenler protesto edilerek ilçede konuşturulmadı. Diğer 3 tanesi henüz girişimde bulunmamış. Platform olarak hukuki süreçte başlattık.
* Tonya Derelerin Kardeşliği Platformu
https://www.evrensel.net/haber/185804/direnenler-konusacak-5

26 Haziran 2010 Cumartesi

Direnenler Konuşacak - 4


Hazırlayan: Özer Akdemir
  DOSYA
26 Haziran 2010 00:00
Dersimli doğasına aşıktır

Haydar Çetinkaya
(Dersim Çevre Girişimi)


Dersim’deki altın işletmeciliği sürecini kısaca özetleyebilir misiniz? Madenle ilgili son gelişmeler neler?
Dersim’de altın madeni ve diğer yer altı madenleriyle ilgili çalışmaların tarihi 1930’lu yıllara dayanmaktadır. Uluslararası şirketler başta olmak üzere Türkiye’deki maden arama ve işletme şirketleri Dersim’de bulunan maden rezervlerinden pay almak için kolları sıvamış durumdalar. Dersim’de siyanürle altın arama çalışmaları özellikle merkez Sin köyü ile Ovacık ilçesi Kızılviran köyleri arasındaki bölgede sürdürülmektedir. 1990’lardan beri sürdürülen siyanürle altın arama yani sondaj çalışmaları tamamlanmıştır. Tüm bu faaliyetleri yürüten şirket ise Rio Tinto adlı İngiliz-Avustralyalı maden şirketidir. Tabii Rio-Tinto adlı şirket tüm bu faaliyetlerini taşeronu olan AMGL yani Anatolian Minerals Development Ltd. -Anadolu Madenleri Geliştirme Ltd. Aracılığıyla sürdürmektedir. Şuan itibariyle sondaj çalışmalarını tamamlayan şirket altın arama çalışmalarına uygun ortam ve yerelde halk desteği bulamadığı için başlayamamaktadır.
Şuan itibari ile Pülümür-Hasangazi ve Hozat ilçelerinde 2 maden şirketi ÇED olumlu raporu almış olup faaliyetlerini sürdürmektedir. Pülümür tarafındaki maden ocağının tüm zehirli suları Harçik Çayı’na karışmaktadır ve bu durum zamanla çok ciddi sonuçlar doğuracaktır.

Yörenizde altın madenciliğine karşı verilen mücadele ne durumda? Altın karşıtı direniş istenilen düzeyde mi? Değilse nedenleri neler?
Altın madenciliği ve Ovacık ilçesindeki siyanürle altın arama faaliyetlerine karşı hem Türkiye genelinde hem de Avrupa’da faaliyet yürüten çeşitli dernekler ve kuruluşlar bu konuda çeşitli girişim-kampanya ve eylemler sergileyerek karşı duruş sergilemişlerdi. Ancak özellikle siyanürle altın arama faaliyetlerine karşı geliştirilen tüm bu çabaların yeterli düzeyde sürdürüldüğünü söylemek doğru olmaz. Bergama köylülerinin yürüttüğü mücadelenin benzerinin Dersim’de yürütüldüğünü, altın karşıtı direnişin yeterli düzeyde olduğunu, en azından geçmiş açısından söyleyemeyiz. Şunu tekrar söylemek istiyorum, geçmişte ve günümüzde hem baraj karşıtı eylemlilikler yürüten hem de siyanürle altın arama faaliyetlerine karşı mücadele eden dernekler, kuruluşlar ve kişiler de olmuştur. Şuna inanıyoruz ki her Dersimli doğasına aşıktır ve bundan sonra yeri geldiğinde sürdürülen altın arama faaliyetlerine karşı olması gereken duruşu sergileyecektir. . Daha önceden Dersim’de hem baraj karşıtı eylemler hem de çevre eylemleri çoğu zaman düzensiz bir şekilde yürütülüyordu ve yapılan girişimler yetersiz kalıyordu. Bu sıkıntıları aşmak ve hem baraj karşıtı mücadeleyi hem de her türlü maden arama çalışmalarına dönük mücadeleyi tek elden yürütmek ve ortak hareket etmek amacıyla Dersim Çevre Girişimi kuruldu.

Sizin dışınızda ülkenin diğer yerlerindeki altın madeni karşıtı mücadeleleri izleyebiliyor musunuz? Çoğunlukla kendi yerelleri ile sınırlı kalan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir sizce?
Baraj ve HES karşıtı mücadele yürüten girişim ve platformlar birkaç yıldan beri ortak bir payda etrafında zaman zaman bir araya gelmektedirler. Altın madeni karşıtı mücadelenin henüz ortaklaştırıldığını söyleyemeyiz. TMMOB’un 26-27 Haziran’da Ankara’da yapacağı ‘‘Çevre Direnişleri Buluşuyor’’ buluşması sanırsam özellikle altın ve yer altı madeni arama çalışmalarına karşı bundan sonra ortak bir noktada buluşmaya da öncülük edecektir.

Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin birçok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı?.
Sadece altın madeni karşıtı değil derelerimizi yok edecek baraj projeleri ve nükleer santrallere karşı da çevreci halk hareketinin başarıya ulaşabilmesi için mücadelenin daha da yükseltilmesi gerekmektedir. Parlamentoda bulunan tüm çevreci parlamenterler parlamentoyu ayağa kaldırmalıdır. Çevreci ve doğasever bir çevre bakanının varlığına ihtiyaç duyulmaktadır bu ülkede. Bugün mahkemeler yürütülen hukuksuz girişimlere dur demektedir ve yürütmeyi durdurma ve iptal kararları vermektedir. Buna rağmen siyasi otoriteyi arkasına alarak her şeye rağmen faaliyetlerini yürüten ve bu faaliyetlerini durdurmayanlar da bulunmaktadır. Hukuksal mücadele ayağı eksik bırakılmamalı ve desteklenmelidir. Karadeniz’in derelerini, Küre Dağları Milli Parkı’nı, Hasankeyf’i ve Munzur Vadisi Milli Parkı’nı kurtarmak hâlâ elimizde. Bu çerçevede ülke genelinde faaliyet yürüten çevre girişimleri ve platformlar bir araya gelmeli ve mücadeleyi daha güçlü bir şekilde yürütmelidir. 


Çözüm halkın bilinçlendirilmesinde

Ecevit Bilgeç
(Silopi Çevre Platformu)


ŞIRNAK’ın Silopi ilçesinde Karkey ve Ceytaş adlı 2 tane devasa termik santral faaliyette bulunmaktadır. Karkey termik santrali 1999 yılında mobil santral olarak Silopi ilçesi Botaş mevkiinde tarım arazisi ve yerleşim alanları üzerine kuruldu. İlk başta 50 mw enerji üretirken kapasitesini yükselterek günde 270 mw elektrik üretmeye başladı. Santral de enerji üreten makineler ucuz yakıt olan fueloil ile çalışmakta, yakıtı Irak’tan ithal etmektedir. Kükürt oranı yüksektir. Kükürt özellikle zehirlenme ve oksitlenme yapmasından kaynaklı olarak hem insan sağlığı hem de tarım arazilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan toprak tahlillerinde Ni, Cu, Cr gibi ağır metallerin toprak kontrol yönetmenliğine göre sınır değerini aşırı derecede aştığı tespit edilmiştir. Ceytaş termik santrali ise Görümlü beldesinde faaliyette bulunmaktadır. Ceytaş termik santralinde kükürt oranı çok yüksek linyit kömürü kullanılarak enerji elde etmektedir. Başta 120 mw enerji üreten termik santral çevreyi ve insanları daha çok zehirlemek için kapasitesini daha çok arttırmak için çalışma içerisindedir. Silopi gibi küçük bir ilçede termik santral çalışmaları yapılmaktadır. Bunun akabinde 18 Ağustos 2009 da ÇED bilgilendirme toplantısı yapılmıştır. Halk şiddetle bunlara karşı çıktı. Bütün bunlar bölge halkına zerre kadar değer verilmediğinin bir kanıtıdır.
Karkey Karadeniz enerji yatırımları AŞ Şırnak ilinin Silopi ilçesi Botaş mevkiinde faaliyete başlar başlamaz çevreyi kirletmeye başlamış, buna ilişkin yapılan soruşturmalar neticesinde çevreyi kasten kirlettiği bilirkişi raporlarıyla belgelendirilmiştir. Silopi Cumhuriyet Baş Savcılığı’nca haklarında kamu davası açılması için talepte bulunulmuştur.
Ve kamu davası; Silopi Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2009/ 366 esas sayılı dosya üzerinden devam etmektedir.
Şirket hiçbir kural ve kayda bağlı kalmadan, hakkı olmayan yerlere tecavüz etmekte ve bu şekilde mülkiyet hakkına saygı duymamaktadır. Hak olmayan yere tecavüz suçlamasıyla bu defa Silopi Cumhuriyet Baş Savcılığı’nca Silopi 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne kamu davası açılması için talepte bulunulmuş ve iddianame kabul edilmiş ve kavuşturma 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2010/205 esas sayılı dosyası üzerinde devam etmektedir.
Bu davanın dışında açılan birçok dava da halen devam etmektedir.
Termik santrallere karşı verilen mücadelede Mahatma Gandi örnek alınarak mücadele edilebilir. Ayrıca ortak bir çatı altında bir örgütlenmeye gidilerek santrallere karşı etkin bir şekilde mücadeleler geliştirilebilir. Bu mücadelede sivil toplum kuruluşları etkin rol almalıdır. Bence bu mücadelede TMMOB gibi bir kurum öncülük edebilir. Termik santrallere karşı mücadelede başarılı olmak için kesinlikle halk desteğinin oluşturulması gerekir, halk doğru şekilde bilinçlendirilmeli ve yoğun bir çalışma içine girilmelidir. Çözüm halkın bilinçlendirilmesinde aranmalıdır, Halk bu konularda duyarlı olup gereken desteği verecektir. 


BÜYÜK BİR SİYASİ MÜCADELE GEREKLİ

Av. Hasan Namak (Turgutlu Çevre Platformu): 

Çaldağı nikel madeni için Sardes Nikel şirketine verilmiş olunan orman tahsis izninin iptali için açılan davada, Manisa İdare Mahkemesi iptal kararı verdi. Maden ruhsat sahasının yüzde 98.7’sinin orman alanı olması ve yapılacak yatırımların büyük bir kısmının da ormanlık alanda olması nedeniyle şirket yatırımlarına başlayamamaktadır.
ÇED olumlu kararının iptali davasının temyiz incelemesi Danıştay’da sürmektedir. Çok büyük ihtimalle lehimize bozulacaktır. Ayrıca şirketin hiç sermayesi yok. Avrupa, Avustralya ve Çin’den finans sağlamak peşinde. TEMA Vakfı, şirketin finans sağlamak için görüşmeler yaptığı kuruluşlara mektup yazarak uyarıda bulunacak.
Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP), Turgutlu’da halkı bilgilendirme faaliyetlerine devam etmektedir. Turgutlu halkında madene karşı bilinçlenme ve mücadele gücü büyüyerek devam etmektedir. Sardes Maden Şirketi’nin sahibi İngiliz EURO NİCKEL Şirketi’nin İnternet sitesinden borsa yatırımcılarına verilen bilgiye göre, orman tahsis izninin iptal edildiği ancak TBMM’nin çok yakında yeni maden yasasının çıkacağı ve yasa değişikliğinden sonra yeniden izin alınacağı çok kesin ifadelerle belirtiliyordu ve haklı çıktı. Turgutlu halkının yeni süreçte mücadelesi artarak sürecektir.
Çaldağı mücadelesine EGEÇEP’ten sonra TEMA Vakfı da büyük bir destek vermektedir. Bilim heyetinin raporu madenin sakıncalarını net bir şekilde ortaya koymuştur. ÇED iptali davasına Danıştay da müdahil oldu. Orman tahsis izninin iptali için ayrıca dava açtı. “Çaldağı’nı kaybedersek Ege bölgesini, Türkiye’yi ve dünyayı kaybederiz.” sloganı ile yeni eylemler planlıyor. Çaldağı dışındaki maden karşıtı mücadeleleri Turgutlu’da çok sınırlı sayıdaki kişi izlemektedir. Mücadelelerin ortaklaştırılması gerekmektedir. Çevre mücadelesi ağırlıklı olarak sermayeye ve iktidara karşı bir mücadele gerektirdiği için güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Günlük siyaset dışında daha büyük bir siyasi mücadeleyi gerektirmektedir. Bu bakımdan mücadeleyi mümkün olduğu kadar günlük siyasi partilere angaje etmeden yürütmek gerekmektedir. Belli bir partinin veya ideolojinin günlük siyasetine alet ettiği veya tekeline aldığı gibi görünümler, halkın kitlesel desteklerinin önüne engel olarak çıkmaktadır.
Yapılması gerekenler:
1- Çiftçinin, köylünün ve halkın dili ile doğrudan iletişim kurulması. Halkın kendi çıkarına aykırı işler yapıldığı anlatılmalıdır. Bu yapılırken uluslar üstü sermaye ile iktidarın ortak hareket ettiği daha doğrusu örnekleriyle anlatılmalıdır. Bunun da kendi çıkarlarıyla taban tabana zıt olduğu gösterilmelidir. Ancak, bu yapılırken mümkün olduğu kadar doğrudan felsefi, ekonomi politik, ideolojik söylemler kullanılmamalıdır. Çünkü, halk bunları hem anlamıyor.
2- Mücadelelerin yargı yoluyla yürütülmesi tek başına çok yetersizdir. Bunu çok kereler yaşadık. Bergama’daki onca yargı kararına, Kışladağ’daki yargı kararlarına rağmen iktidarların yargı kararlarını uygulamadığını hep yaşadık. Ayrıca, gerektiğinde yasal düzenlemelerle mücadelelerin boşa çıkarıldığı gerçeği de ortada. Yargı mücadelelerine tabii ki eksiksiz devam edilmelidir. Ama asıl başarının, mücadelelerin halklaştığı, kitleselleştiği zaman geleceği aşikar.
3- Mücadelelerin kitleselleşmesinin önündeki önemli diğer bir engel de gözlemlere göre şudur; Mücadelelerde bazı kişiler öne çıkmaktadır. Bu bazen doğal şekilde olmaktadır. Bazen de özel çabalarla yapılmaktadır. Bu kişi veya kişilerin siyasi kimlikleri çok ön planda olduğunda, o siyasi görüşe uzak olan kişiler mücadeleden de uzak durmaktadır.
5- Meslek odaları, esnaf odaları, ziraat odaları ile daha sıkı iletişim ve işbirlikleri sağlanırsa daha hızlı sonuçlar alınabilir.
Çevre mücadelesinde, mücadele edenlerin amaçlarında farklılıklar olduğunu bilmeliyiz. Kimisi ağaçları çok sevmek gibi romantik nedenlerle çevre mücadelesinde olabilir. Kimisi sosyal duyarlılığı olduğu için mücadelede olabilir. Mücadelede ortak paydamız olduğu sürece ortak yürütmeliyiz.
SONUÇ; Uygulanan politikaların, halk yararına olmadığını somutlandırarak, halkın dili ve kültürüyle anlatılmalı. Mümkün olduğu kadar kadınlara hitap edilmeli. Meslek örgütleri, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşlarıyla yakın işbirlikleri yapılmalı. İktidar partisi mensupları dahil olmak üzere, halkı dışlayıcı söz ve davranışlarda bulunulmamalı. Çevre mücadelesi içinde bulunan kişilerle düşülen fikir ayrılıklarında, işbirlikçi, mücadeleyi satan, yeterince mücadeleyi algılayamamış gibi yaftalarla dışlayıcı olunmamalı.
https://www.evrensel.net/haber/185854/direnenler-konusacak-4

25 Haziran 2010 Cuma

Direnenler konuşacak - 3

Hazırlayan:Özer Akdemir
  DOSYA
25 Haziran 2010 00:00
Birliğe şiddetle ihtiyaç var

Gülden Karabudak (Kozak Yaylası Çevre Koruma Derneği Basın Sözcüsü)


Kozak Yaylası’ndaki altın madenleriyle ilgili durum hakkında bilgi verir misiniz?
Kozak Yaylası’nda altın madeni sondaj çalışmaları ve bunun için ağaç kesimleri halen devam ediyor. Son iki ay içinde resmi rakamlarla 8 bin civarı, resmi olmayan rakamlarla (orada yaşayan insanların verdiği rakamlar) 27 bin ağaç kesilmiştir. Ve halen kesimler devam etmektedir.
Bu konuda açılan davalar halen devam ederken, hangi mantıkla bu çalışmaların devam ettiğini aklı başında hiç kimse zaten yorumlayamaz. Şöyle ki; ağaç kesiminin durması için kesim yapılan bölgede keşif yapılması lazım. Fakat keşif yapılmasını geciktirmek için şirket, ilgili davaya müdahil olmaları için çalışanlarını ikna ediyor. Neredeyse her hafta yapılan müracaatlar nedeniyle de davanın görüşülmesi gecikiyor ve böylece ağaç kesimlerinin önüne geçilemiyor. Yani hukuksal, sosyal, doğal, aklınıza gelebilecek her türlü yıkım, Kozak Yaylası’nda mevcut ve gelecek nesillere ibret olacak şekilde sergilenmeye devam ediyor. Bu kadar hileye, tuzağa gerek yok aslında. Madem ki demokratik bir ortamda yaşamıyoruz, madem ki tüm bu yıkımlar sadece birkaç kişinin keyfiyeti ve ağzından çıkacak üç beş cümleyle gerçekleşiyor, “Çıkarın fermanı, verin idam kararını Kozak Yaylası’nın, bu iş tek kalemde bitsin”... Bu konuda kendini parçalayan, ağaçlarını gözyaşlarıyla sulayan binlerce Kozak anası da bilsin ki, bu topraklar kendilerine verilmeyecek. Bilsin ki, vatandaşı olduğu devlet kendisini korumayacak ve bilsin ki, atalarından aldıkları kutsal emanet, topraklarına destursuz dalan bu insanlara teslim edilecek. En azından toplar pılısını pırtısını, kendini koruyacak, kendine sahip çıkacak bir yönetim, bir otorite, bir devlet arar ve bulur elbet! Dürüst davranarak, hiç olmazsa o değerli Yörük analarının hayatlarını çalmamış olurlar!..

Kozak köylülerinin altın işletmesine karşı verdikleri mücadele ne durumda? Madenci şirket direnişinizi kırabilmek için ne gibi yol ve yöntemler izledi? 
Kozak Yaylası’ndaki mücadele aslında tüm ülke insanına örnek olacak bir mücadeledir. Yapılan mücadele içinde siyasi veya başka ayrımlar olmadan tek vücut yürünürken, çözümün de bir şekilde siyasette olduğu bilinciyle hareket edilmektedir.
Bu bölgeyi savunan insanların hepsi Kozaklıdır. Sokağa çıkıp derdini anlatan da Kozaklıdır veya bir şekilde bağı vardır, gazeteye dergiye demeç veren de… Bu yüzden Kozak’ın direncini kırmak için önde gelen insanları yaftalamak ve saf dışı bırakmak amaçlı yaptıkları hiçbir kampanya sonuç vermemiştir. Tabii mücadeledeki en büyük sorun, şirket vaatlerine kanan o zavallı insanlardır. Kendilerine cami, okul, kahvehane gibi yapıları yenileme; belirli binaları tamir etme, ihtiyaçları giderme vaadi verilen muhtarlardır. “Kurulacak ocaktan bir şekilde siz de faydalanın” sözlerine hiç çekinmeden taşıma birliği kurarak cevap veren insanlardır. Onlara söylenebilecek bir şey zaten yok. İnsanlara toprak ve vatan sevgisini dışarıdan veremezsiniz. Kurtuluş Savaşı’nda savaş devam ederken bile İngilizlere, Amerika’ya veya Almanya’ya biat edip onlara kendi ülkesinde ajanlık yapıp destek veren insanların torunları kimler dersiniz? Türlü vaatlerle kendi geleceğinden vazgeçen birkaç kişiye sadece acınır, bundan gerisi fazladır. Çünkü oradaki halkın gerçeği ve en net ifade ettiği şey, “Kozak Yaylası bizimdir ve bizim altınımız çam fıstığımızdır” cümlesidir.

Sizin dışınızda ülkenin diğer yerlerindeki altın madeni karşıtı mücadeleleri izleyebiliyor musunuz? Kendi yerelleriyle sınırlı kalan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir sizce? 
Kozak Yaylası insanı, zaten körü körüne sadece altın madenciliğine karşıyız diye bir şey iddia etmiyor. Çünkü derdimiz, altın madenciliği değil tek başına. Derdimiz, böyle değerli bir yörede bırakın altın madenciliğini, herhangi bir bina yapmak için bile bin kere düşünülmesi gerektiğidir. Ekolojik olarak bir değer, bir denge unsuru olan yaylanın başına bugün altın madenciliği derdi gelmişse, yarın gümüş, öbür gün manganez gelir. Mücadelemizin kilit noktası, bu yöreyi, bize teslim edildiği gibi evlatlarımıza bırakmaktır. Yani amacımız TOPRAK’tır. O yüzden ülkemizdeki çevre mücadeleleri içinde sadece altın madenciliği için yapılan mücadeleleri değil termik santraller, okyanuslardaki yasak avlanmalar, sular altında kalacak tarihi yerler; bakır, nikel, kömür vs. işletmelerle ilgili tüm direnişleri bir şekilde takip ediyoruz. Bu mücadeleye başladığımız ilk andan itibaren iddia ettiğimiz bir şey vardı: Tek tek yerel mücadeleler karar vericiler için çok anlam ifade etmiyor ne yazık ki. O nedenle, kendi yağımızda kavrulmak mantığı yerine, bu konudaki tüm yerel ve ulus çapındaki doğa koruma derneklerinin bir araya gelmesini ve gerekirse bir konsorsiyum oluşturulmasını tavsiye etmiştik toplantılarımızda. Eğer böyle bir hareket başlarsa, tüm ülke insanı emin olsun ki, Kozak Yaylası bu konuda elinden gelenin en iyisini yapacaktır ve böyle bir birlikteliğe şiddetle ihtiyacımız olduğu ayan beyan ortadadır.
Yarın:Turgutlu, Dersim, Silopi

Bölgesel iletişim büroları kurulmalı

Bülent Erdem (Niğde Ulukışla Porsuk Köyü Halk Meclisi Derneği Başkanı): Ulukışla Porsuk Köy Meclisi Derneği’nden herkese selamlar. Şu an bölgemize yerleşmek isteyen Gümüştaş firması, önce Ulukışla Maden köyüne altın ayrıştırma tesisi kurmak istiyor. Köylüler ve çevreden gelen insanların direnişi sonrası buradan vazgeçip, yanlarına yerli iş birlikçileri de alıp Porsuk Göleti’nin yanına kurmak için arazi almaya başladılar. Esas mücadele burada başlıyor. 26 Temmuz 2009 da Porsuk Göleti için kamulaştırılan 27 dönümlük arazi, gölet tamamlanmadan satışa çıktı. Bu işlerde başı AKP İl Meclisi Üyesi Ali Uğurlu çekiyordu. Hasangazi ve Porsuk’tan alelacele toplanan köylüler, satışı engelledi ve hemen iki köyde köy meclisi dernekleri kurdu. Bundan sonraki mücadele dernekler bazında yürütüldü. Aksaray İdare Mahkemesi’ne satış iptali için dava açıldı. Bilirkişi gelmesi için 2000 TL para yatırıldı ve hukuk mücadelesi de başlatıldı. Bu arada bölgesel hareket başladı. Firma benim güvenliğimi sağla diyerek askerleri köylülerin üzerine saldı ve bunda da başarılı olamayınca, Porsuk Göleti’nin orayı terk edip Ulukışla’nın 8 kilometre uzağındaki Tepeköy’e kaydı. Bayrağı yine AKP İl Encümeni Ali Uğurlu aldı ve aynı taktikle; ‘Herkese iş, aş’ diyerek köylüleri ikna edip 320 dönüm arazi aldılar.
Bergama’ya götürüp havuzda ördek yüzdürüp halkı ikna ettiler ama çevre köyler rahatsız, yapılmasını istemiyorlar. Biz de dernek olarak onları bilgilendirmek amacıyla 19 Haziran’da Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Sayın Gökhan Günaydın’ı davet edip seminer düzenledik. Bu tür etkinlikleri artırıp oradaki halkı ayaklandırmamız, bu felaketi yaşayanların görüntülerini izlettirip oradaki firma yanlılarının direnişini kırmamız lazım. 16 Haziran 2010’da ÇED sürecini Maden köyünden resmen başlattılar. Halkı bilgilendirme toplantısını halk istemedi ve bakanlıktan gelen memurlar geri döndüler. Ama yine gelecekler. Şu an Porsuk, Hasangazi ve diğer çevre köyler aynı duyarlılık içinde ama Tepeköy tarafı biraz zayıf. O bölge Konya Ereğli sınırında. Biz köyleri dolaştık, köylülerden tepki var ama daha sık gidilip uzman kişilerle panel yapılmalı.
Bizim dışımızdaki bölgelerdeki mücadeleyi tam olarak takip edemiyoruz. Bu mücadeleyi Türkiye geneline yaymak için bölgesel iletişim ç evre büroları kurulup aylık bilgilendirme toplantıları düzenlenmeli.

En büyük sorun güç birliği eksikliği

Mehmet Akif Öznal (Gümçed, Edremit Körfez Şubesi ve Güzel Edremit Körfezi’nin Bekçileri Başkanı)


Kazdağları’nda yapılmak istenen altın işletmeciliğiyle ilgili son gelişmeleri kısaca özetleyebilir misiniz?
Kazdağları’nda ve onunla birlikte Edremit Körfezi’nin doğusunda yer alan Madra Dağı’nda son durum, ülkemiz genelinde yaşananlardan pek farklı değil. Son olarak TBMM’den geçen maden Yasası kapsamından, 4086 sayılı Zeytincilik Yasası’nın değiştirilmesine ve zeytinliklerin de maden alanlarına açılmasına yönelik düzenlemenin geri çekilmesi, yöreye nefes aldırdı elbette. Ancak bizim 100 bin imza ve sayısız eylemle gündemde tuttuğumuz bu talan girişimine, son dönemde ve sadece zeytinliklerin kurtarılması amacıyla tepki gösterenlerin birçoğu için konu kapanmış gibi. Oysa asıl tehlike şimdi başlıyor. Yasa değişikliği sonrası, özellikle ormanların maden alanına tekrar açılmasıyla Kazdağları ve Madra Dağı’nda, arama ruhsatı alınmış yüzlerce yerde, arama faaliyetlerinin hareketlenmesi, araması yapılmış yerlerde işletme faaliyetine geçebilme girişimlerinin hızlanması bekleniyor. Yani 5177’nin sağladığı yıkım ortamını oluşturmaya çalışıyorlar, ama biz de direnmekte kararlıyız. Yörede tek faal altın madeni, Havran Küçükdere’de Koza Altın’ın yürüttüğü çalışma. Bergama’ya cevheri taşıdılar, bitirdiler. Mayıs ayında Danıştay kararıyla bir kez daha madenin faaliyeti durduruldu. Artık taşınacak cevher de kalmadı. Rehabilitasyon adı altında gizlice çalışıyorlar, kapalı kapılar ardında ve denetimsizce.

Kazdağları’nda altın madenciliğine karşı verilen mücadele ne durumda? Altın karşıtı direniş istenilen düzeyde mi, değilse bunun nedenleri neler sizce?
Kazdağları ve Madra Dağı’nda altına karşı mücadelemiz 1992’den beri sürüyor. Gümçed olarak, sürekliliği olan tek örgütüz ne yazık ki. Güzel Edremit Körfezi’nin Bekçileri adıyla, tüm körfezi kapsayan örgütlenmeyle direnişi sürdürüyorlar. Geçen dönem; (2007-2009) Kazdağları ve Madra Dağı Çevre Platformu örgütlülüğü, büyük Çanakkale mitingi ile taçlanan önemli bir süreçti. Şu anda Kazdağları ve Madra Dağı Belediyeler Birliği’ne indirgenen örgütlülüğün, süratle yine çevre platformuna dönüştürülmesi gerekiyor. Sürekliliği olan, deneyimleri ve direniş azmiyle, bilinciyle sürecin omurgasını oluşturan örgüt olarak, inatla platformu zorluyoruz. Bakış açısının zeytinle sınırlı olmaktan çıkarılması ve Kazdağları’ndan daha büyük tehlikenin Madra Dağı’nda olduğunu anlatmak için uğraşıyoruz. Bir de maden faaliyetleri de askıda olduğundan konuya dikkat çekmek zor oluyor.

Sizin dışınızda ülkenin diğer yerlerindeki altın madeni karşıtı mücadeleleri izleyebiliyor musunuz? Kendi yerelleriyle sınırlı kalan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir sizce?
Bergama-Ovacık, Uşak-Kışladağ başta olmak üzere tüm mücadeleleri izliyoruz. Başta EGEÇEP olmak üzere mücadeleyi sürdürenlerle de dayanışma içinde olmaya çalışıyoruz. Bu mücadele çok önemli. Bugüne kadar planlanmış en büyük emperyalist talan dayatmasıyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin üçte biri, 45 bin maden ruhsatıyla kapatılmış durumda. Uygarlıklar ülkesi Anadolu, maden çöplüğüne dönüştürülmek isteniyor. Üstelik bütün yeraltı zenginliklerimiz alınarak ve onarılmaz çevre-doğa katliamları geride bırakılarak. İşte bu yüzden çok önemli bir mücadele sürdürüyoruz. Ülkemizin bu alanda yazgısını belirleyecek kadar önemli olan bu harekette en büyük sorun, elbette güç birliği eksikliği. Her gün yeni şeyler öğrenip yeni eylem yöntemleri geliştirilen bu süreçte, umuyorum bir arada ve daha güçlü olabilmenin yolunu da bulacağız. Bu da bir süreç meselesi.

Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin birçok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı?
Dediğim gibi, Bergama’da 1989’da başlayan ve ülkeyi kaplayan sivil itaatsizlikler, ama aynı zamanda anti-emperyalist çevreci halk hareketleri, bu ülkenin doğasıyla birlikte bağımsızlık değerlerinin korunması için de çok önemli. Başarı, karşımızdaki emperyalist güç ve iş birlikçilerini göz önüne alınca elbette kolay değil. Bir kere ülkenin, 5177’yi ve son maden kanununu yapan AKP’den kurtulması şart.
Daha yurtsever ve ulusal değerlerden yana bir parlamento gerekli. İdari yargıdaki kazanımlarımızın uygulanması için bu gerekli. Ama en önemlisi, bu halk hareketlerini sürdürmemiz, EGEÇEP ve Gümçed ve benzerleri gibi deneyimli örgütlerin çabalarıyla daha da yaygınlaştırmamız. Bunu yaparken de Evrensel gazetesi medya katkılarının artmasını da sağlamalıyız. Kısacası çözüm, yılmadan mücadelede aranmalı. 


Bizi kurtarın!

Yaşar Özçelik: (Efemçukuru köylüsü)


Efemçukuru’ndaki altın madeninin son durumu ne şu anda?
Yoğun olarak hazırlık çalışmalarına devam ediliyor. Bazı metal binaların ve prefabrik binaların yapıldığını gördüm. Ayrıca kapalı büyük bir havuz da var. Sondaj çalışmaları yapılıyor.

Madene karşı köylülerin mücadelesi ne durumda?
İlk başladıklarında yoğun biçimde halktan tepki vardı. Şimdilerde ise çok az kimse tepkili.

Madenci şirket köylünün direncini kırmak için neler yaptı?
Önceleri köylüye yardımcı olmaya çalıştılar. Köylü uzak kaldı. Daha sonra bazı kamu kurumlarıyla birlikte hareket ettiler. Karakol, kaymakamlık, önceleri Menderes Belediyesi. Köylüye karşı hep tavır aldı bu kurumlar. Zamanla direniş kırılıp hava köylünün aleyhine dönünce, kamu kurumları da tavırlarını yumuşattı. Kamulaştırılacak olan araziler konusunda ise ‘Ya pazarlık usulü satarsınız, ya bizim istediğimiz paraya kamulaşır’ diyerek köylüyü bir noktada mecbur bıraktılar. Köyde tapu çalışması yeni yapıldığı için 200-250 parsel yer mahkemelik oldu. Ya hazine el koydu ya da orman.

Sizin dışınızda sizlerin mücadelesine kimler destek verdi? 
Önceleri Bergamalılar 1-2 defa geldiler. Uşaklılar geldi, bu kadar. Yakın çevremiz ise yalnızca avuçlarını ovuşturup cebine ve midesine gidecekleri düşündü. Yalnızca İzmir Büyükşehir Belediyesi bizleri hiç yalnız bırakmadı. Ayrıca Güzelbahçe Belediyesi’nin de katkıları oldu. Sizin aracılığınızla her iki belediyeye teşekkür ederiz. Bizi kurtarın!
https://www.evrensel.net/haber/185901/direnenler-konusacak-3

24 Haziran 2010 Perşembe

Direnenler Konuşacak - 2

Hazırlayan:Özer Akdemir
  DOSYA
24 Haziran 2010 00:00
İşin merkezinde köylüler olmalı


Mehmet Gönenç (Bergama Belediye Başkanı): 


Yörenizdeki altın işletmeciliğinin geldiği son nokta hakkında kısa bir bilgi verir misiniz? Kozak’ta yeni gelişmeler var sanırım?
Bergama’da yıllarca süren direnişe ve ardından gelen yargı kararlarına rağmen Bergama-Ovacık’taki altın madeni ne yazık ki halen çalışmalarına devam ediyor. Mahkeme kararları uygulanmadı, Bergama’da alman ajanlığı ile suçlananlar aklandı, hatta dönemin yetkililerinden AİHM aracılığı ile tazminatlar da aldılar ama maden hiç durmadı. Şimdi Ovacık’ta cevher bitti deniliyor ama atık barajının kapasitesi arttırıldı. Yani işletme daha fazla cevher işleyip altın çıkarabilecek kapasiteye getirildi. Bu aynı zamanda daha fazla siyanür kullanımı demek. Bergama’ya en yakın, taşıması en kolay nerede altın içeren toprak varsa kazıp bu tesise taşıyacaklar şimdi. İlk hedef Kozak Yaylası, iki ay önce kesilen ağaç sayısı on binin üzerindeydi, şimdi nereye ulaştı kimse bilmiyor. Önce kızıl çamlardan başlandı sıra fıstık çamlarına da gelecek.

Bergama köylü direnişinin artık bittiği, köylülerin mücadelede yorgun düştükleri söyleniyor. Bu değerlendirmeye katılıyor musunuz? Bergama ve Kozak’taki direniş neden eski gücünde değil?
Yılgınlık değil belki ama eskisi kadar umutlu değil insanlar. Çünkü onca mücadeleye yargı kararlarına karşın çalışan bir şirket var. Şunu da söylemek gerekir ki maden karşıtı kamuoyunu kırma hatta lehte kamuoyu yaratma konusunda uzmanlaşmış bir yapı var karşımızda. Elinde televizyonu, gazetesi ve bolca parası var. Bu günümüz ekonomik koşullarıyla birleştiğinde şirketin işi daha da kolaylaşıyor. Kozak için durum aslında biraz daha farklı. Kozak bölgesinin ekonomik durumu ve istihdam oranı önceki yıllarda direnişe katılan köylerden çok çok daha iyi. Kozak henüz tehlikenin farkında değil, daha muhafazakar bir yapısı var ve sanırım bir çok kişi bunun bir çevre mücadelesi değil de kısır bir ideolojik önyargı çatışması olduğunu düşünüyor.

Bergama’nın bir siyanürle işlem merkezi haline getirilmeye çalışıldığı görülüyor. Buna karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli? Bergama Belediyesi bu noktada neler yapıyor?
Evet, ne yazık ki Ovacık bir “Siyanürle Altın Çıkarma Üssü” ne dönüştürülmek isteniyor, o nedenle kapasite arttırıldı. Çevre Bakanlığı buna göz yumuyor hatta buna karşı duranları bizzat Çevre Bakanı bir lobinin üyesi olmakla suçluyor. Bence yapılabilecek tek şey halkı bu işin içine katmak. Bu madenci şirketleri yalnızca halkın gücü durdurabilir. Yasaların gücünün yetmediğini, iktidarlarında halkın ve çevrenin değil şirketlerin yanında olduğunu gördük. Ama halkımız çekingen, ürkek ve tehlikenin farkında değil. Mücadele cephesi olabildiğince genişletilmeli. Öncelikle bunun siyasal ya da ideolojik bir duruştan öte bir çevre ve gelecek kuşakların yaşam hakkı mücadelesi olduğunu anlatabilmemiz gerekli. Bizim her kesimden her insana ihtiyacımız var çoğalamadığımız sürece şansımız azalacak. Bergama Belediyesi olaya böyle bakıyor ve bu nedenle önce Kozak’lı köylülerimizi bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Ben bu işin merkezinde belediyenin, çevre örgütlerinin ya da profesyonel sivil itaatsizlik önderlerinin değil köylülerin olması gerektiğini düşünüyorum. Onlar örgütlenmeli, kendi derneğini kendi liderini bulmalı.

Bir konuşmanızda (EGEÇEP Kurultayı) altıncı şirketin “Kasabanın Şerifi” gibi davrandığını söylemiştiniz? Bu cümleyi biraz açabilir misiniz?
Daha önce de söyledim. Ellerinde basın ve para gücü var. Sanki Bergama ve çevresine refah getirdiler, ekonomik açıdan kalkındırdılar. Kendilerini böyle pazarlayıp her yerde her şeyde söz hakları varmış gibi sunuyorlar.
Ne yazık ki bunlara çanak tutanlar da var. İki top fotokopi kağıdı, iki bilgisayar ekranı verdi diye bunları törenlere çıkarıp plaket veriyorlar. Şehrin hamisi rollerindeler. Şirket çalışanlarına bizleri şikayet edip “sizin ekmeğinizi elinizden almak istiyorlar” diyorlar. Oda seçimlerinden yerel seçimlere değin bir manipülasyonun peşindeler.

Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin birçok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı?
Halkın desteği şart, tek renkli bir çevre örgütlenmesi ile bunu başarabilmek zor diye düşünüyorum. Ortak paydada buluşabileceğimiz yeni aktörlere ihtiyacımız var. Bunu özgüven eksikliği diye yorumlamamak lazım. Kahvede oturup okey oynayanları 30 metre yürütemedik Kozak’ta. Ama 70 yaşında kadınlar en öndeydi. Demek ki bizi doğru referans olarak almayanlar var, ama bizim onlara da ihtiyacımız var, onlar için var, hepimiz için var…

Yarın: Kozak,Efemçukuru, Kazdağları, Kışladağ, Ulukışla 



Karıncanın kardeşi var…

Erol Engel (Bergama Çevre Platformu Sözcüsü):


Bergama’da ki altın işletmesinin son durumu hakkında bilgi verir misiniz ?
Ovacık altın madenini işletmekte olan Koza Madencilik, tüm yargı kararlarına rağmen AKP iktidarından almış olduğu güçle, üstelik kapasitesini de üç katına çıkararak ( 300 bin tondan 1 milyon tona çıkmıştır.) faaliyetine devam etmektedir. Kendi ifadelerine göre açık ocakta cevher bitmiş olup, kapalı ocaklarda da sonuna gelinmiştir. Yöre halkı, kapatılıp doğaya ve yöre köylülerine vermiş olduğu zararın giderilmesi için çalışmalar beklerken, “siyanürle işlem merkezi” haline getirilmiş olması; yöreye ve Bergama halkına yapılan büyük bir ihanettir. Ovacık’ta yapılan ikinci atık barajı ile bir “doğa mezarlığı” oluşturulmuştur. Buraya başta Kozak yaylası olmak üzere doğayı “diri diri” gömeceklerdir. Dikili Çukuralan da geçtiğimiz mart ayında 7 bin 743 ağaç kestiler, 17 Haziran’da da kimselere duyurmadan ÇED toplantısı yapmışlar. Kozak’ta da yöre muhtarları ve belediye başkanlarıyla açtığımız davalarla hukuk mücadelemizde devam ediyor.
Başta Narlıca köyü olmak üzere kanser vakalarında artış gözlenmektedir, kanser korkusuyla yatıp kalkmaktadırlar. Derhal yörede sağlık taraması yapılması için devleti göreve çağırıyoruz. Yöre de hızla gelişen seralarda 1000 kişiyi aşkın işçi istihdam edilmektedir, yarın ihraç edilen ürünler geri gelmeye başlarsa kaygısı duyulmaktadır. Bergama’nın turizmden beklentileri de karartılmıştır, tüm bunları Bergama hak etmiyor…

Bergama köylü direnişinin artık bittiği, köylülerin mücadelede yorgun düştükleri söyleniyor bu görüşe katılıyor musunuz ?
Uzun yıllar süren mücadele de yöre köylülerinin yorgun düştüğü doğrudur, bu yorgunlukta en büyük pay siyasi iktidarlarındır. Bugüne kadar 72 yargı kararının bir şekilde arkasına dolanarak sergilenen hukuk dışılık karşısında devlete güven kalmamış ve insanlar yılgınlığa düşmüşlerdir. Buna rağmen her köyde satın alınamayan, dik duran köylü önderlerimiz vardır, gelişmeleri yakından izlemektedirler. Bergama köylü mücadelesi, yeraltı kaynaklarımıza göz dikmiş emperyalist şirketlerin karşısında 10 yıllık bir barikat oluşturmuştur. Oluşturulan köy meclisleriyle söz, yetki ve karar aşamalarına doğrudan katılan köylünün, buralarda oluşturulan iradeyi, nasıl ete kemiğe bürünüp; binlerin katıldığı eylemlere dönüştüğünün öğretisi olmuştur Bergama.
Bu nedenle Bergama’dan ders çıkaran siyanürcüler, tekrar Bergama direnişi yaşanmasın diye AKP iktidarından güvenceler alarak ülkemize gelmektedirler. Bergama da mücadele bayrağını Bergama’nın bir başka yöresi olan Kozak yaylası köylüleri devralmışlardır.
Bir siyanürle işlem merkezi haline getirmeye çalıştığı görülüyor. Buna karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli ?
Öncelikle cevher getirilen yerlerde ki yöre halkını bilinçlendirmeliyiz, madenciler yöre halkına size zararımız olmayacak,”Sadece toprak alacağız, siyanürü burada kullanmayacağız” diyorlar. Oysa kestikleri ağaçlarla, aldıkları milyonlarca ton toprak ile yöreye telafisi olanaksız tahribat veriliyor, ekosistemi bozuyorlar. Geçtiğimiz günlerde Havran’daki ocak kapandı, yarattıkları tahribatı kamufle etmek için oraya Bergama’dan örtü toprağı götürdüler. Eurogold döneminde ki ÇED raporlarına bakılacak olursa alınan izinler maden işletmesi olarak alınmış 7-8 ömrü sonrasında yapılacak rehabilitasyonla kapatılıp gidilecekti.

Sizin dışınızda ülkenin diğer yerlerinde ki altın karşıtı mücadeleleri izleyebiliyor musunuz? Kendi yerelleriyle sınırlı olan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir sizce ?
İzlemeye çalışıyorum, zaman zaman dayanışma gösteriyoruz. Ancak yerellerdeki mücadelenin olanaksızlıklar içinde ayakları üzerinde durması çok zor ve yoğun emek isteyen bir iş. Altının gücüyle sesinizi soluğunuzu kesmek için her yola başvuruyorlar. Her gün dağıtılan binlerce gazete, TV ve radyolarında yaptıkları bombardıman ile insanlarımızı kuşatmış haldeler. Bu durumda “onsu 1250 dolara fırlayan “kirli altına” karşı Donkişot’luk yapmak kalıyor bizlere de.
Nasıl ki ülkemizde ki altın lobisi, yoğun faaliyetleriyle maden yasasını “halka rağmen” istedikleri şekilde çıkartıyorlarsa bizlerde merkezi bir bütünlük içinde hareket etmeliyiz ki sonuç alabilelim.
Örneğin bir Türkiye Meclisi kurarak yerelleri buluşturabiliriz. Bu buluşma ile oluşturulan organik bağla halkının yanında saf tutmuş TMMOB, Türk Tabipler Birliği gibi örgütlerle ve emek eksenli partilerle daha sağlıklı ilişkiler geliştirebiliriz. Meclis’teki siyasi partiler üzerinde de baskı oluşturabiliriz. Bu mücadele çevre mücadelesi boyutlarını çoktan aşmıştır, yer altı kaynaklarımız işgal eden emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı yıllar önce Anadolu da Kuvay-ı Milliye’nin yaptığı gibi ; “Hattı mücadele yoktur, sathı mücadele vardır. Bu satıh tüm vatan toprağıdır” diyerek yollara dökülmeliyiz.

Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin bir çok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı?
Karşınızda altının gücüyle hareket eden profesyoneller var, adeta doğaya, Anadolu’ya “Ons ons altın gözüyle bakıp iştah kabartan, yağmacılara karşı”, örgütlü duruşumuzu Greenpeace örneğinde olduğu gibi geliştirmeliyiz.
Nerede talan var orada bitmeliyiz. Bu anlamda ulusal ve uluslararası çapta bir mücadele yürütmeliyiz. Yerelleri kendi kaderlerine terk etmemeliyiz, yoksa Çamköylü Sebahat ablamızın dediği gibi “Yılanın ağzında çırçır çığıran kurbağalara döneriz”.
Vahşi kapitalizmin, yaşam alanlarımıza karşı açmış olduğu bu savaşta insanımızın da bu düzenle de hesaplaşmasını sağlamalıyız. Elbette kolay değil ama şunu hiç unutmayalım;
“Karıncanın kardeşi var, haydi kardeşler yollara dökülmeye…
https://www.evrensel.net/haber/185941/direnenler-konusacak-2

23 Haziran 2010 Çarşamba

Direnenler konuşacak - 1


  DOSYA
23 Haziran 2010 00:00
“Kapitalist yağma ve talana karşı yeni mücadeleler filizleniyor. Çevre direnişleri, binlerce yıldır bu toprakların gerçek sahipleri olduklarını gösteriyor.” ...


ÇEVRE DiRENiŞLERi BULUŞUYOR

“Kapitalist yağma ve talana karşı yeni mücadeleler filizleniyor. Çevre direnişleri, binlerce yıldır bu toprakların gerçek sahipleri olduklarını gösteriyor.” Bu cümle Ankara’da 26-27 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Çevre Direnişleri Buluşuyor etkinliğinin duyurusunda yer alıyor. Yıllardır havalarını, sularını, topraklarını, yaşam alanlarını korumak için mücadele edenler bu sefer Ankara’da bir araya geliyorlar. Ülkenin dört bir yanından “Toprağımıza, havamıza, suyumuza, geleceğimize sahip çıkıyoruz” diye yola çıkan yaşam savunucuları, TMMOB-İKK tarafından gerçekleştirilecek olan “Çevre Direnişleri Buluşuyor” etkinliğine katılacak. Bergama köylülerinin siyanürlü altına karşı verdiği mücadelenin simge isimlerinden, son nefesine kadar mücadele etmeyi bırakmayan Bayram Kuzu (Bayram Çavuş), genç yaşta kanserden yaşamını yitiren sanatçı Kazım Koyuncu ve Sinop’ta “Nükleersiz bir Yaşam Şenliğinde” yaşamlarını yitiren, ve ‘a adanan etkinlik, TMMOB İnşat Mühendisleri Odası Teoman Öztürk Konferans Salonu’nda yapılacak.
Etkinlikle ilgili TMMOB Ankara İKK tarafından yapılan açıklama da Bergama köylülerinin direnişi ile başlayan Türkiye’deki çevreci halk hareketlerine her geçen gün yeni halkalar eklendiğine dikkat çekildi. Açıklamada, 26-27 Haziran da gerçekleştirilecek etkinliğin daha önce yapılanlardan farkı ise şu sözlerle aktarıldı; “Benzer toplantılara göre bu toplantıda; yaşanan ekolojik sorunların genel bir değerlendirmesi, bilimsel itirazlarımız, hukuksal yorumlar, akademik analizler yada sosyolojik tespitler yerine mücadele odaklı değerlendirmeler yapılması hedefleniyor. Toplumsal mücadeleler tarihimizde çevre mücadeleleriyle birlikte, emek ve demokrasi cephesinde yeni bir muhalif güç açığa çıkıyor. Bu toplumsal hareketlerin kendi yerel mücadeleleri ile birlikte doğrudan üreticisi oldukları bu büyük toplumsal güç hakkında da sözünü söyleyeceği bir kürsüye ihtiyaç var. Bu ölçekte gerçekleşecek bir deneyim paylaşımı ve ülke çapında bütünlüklü bir değerlendirme yapma olanağı, yürütülmekte olan mücadeleleri anlamak ve önümüzdeki dönem mücadele stratejilerine ışık tutmak bakımından yeterli ve önemli bir hedef olarak değerlendirilmelidir.”
Gazetemiz ülkenin onlarca yöresinden gelen bu yerel direnişlerin sözcülerine bu önemli buluşma öncesi sayfalarını açıyor. Yerellerdeki bu direnişlerle ilgili bilgilerin, deneyimlerin paylaşılmasını hedefleyen dosyamız, aynı zamanda çoğunlukla kendi yerelleri ile sınırlı kalan bu mücadelelerin nasıl birleştirilebileceği ve başarıya ulaşabileceğinin yolları konusunda da tartışmalara yer verecek. Dosyanın ilk gününde Ankara TMMOB İKK Sekreteri Ramazan Pektaş ile Çevre Hukukçusu Avukat Arif Cangı sorularımızı cevapladılar.




Ramazan Pektaş (Ankara TMMOB-İKK Sekreteri):


Ülke genelindeki çevre odaklı direnişlerle ilgili kısaca genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Ülke gündeminde uzun bir süredir çevre direnişleri zaman zaman parlasa da önemli bir yer tutmaktadır. ‘80’li yılların sonlarına doğru başlayan sivil inisiyatifler, ortak değerlerin korunmasına odaklı başlamıştı. İstanbul’da Park Otel’e karşı çıkan semt sakinlerinin direnişleri belki bu konudaki ilk kıvılcımlardandır. Daha sonra Bergama köylülerinin siyanürlü altın direnişleri ve Akkuyu köylülerinin nükleer santral eylemleri ortak ekolojik değerlere karşı çıkma anlamında ilk ve uzun erimli mücadelelerdendir. Köylüler herkesi şaşırtan bir şekilde sıra dışı eylemleriyle hem azimli hem de ilginç direniş örnekleri sergilemişlerdi.
İnsan faktöründen tarihsel değerlere, çevresel etkilerden doğal kaynaklara kadar her şeyi kâr maksimizasyonu gözlüğü ile değerlendiren sermaye, büyük bir fütursuzlukla her şeyi talan etmeye başlamıştı. Bunun sonucunda daha fazla kâr uğruna soluduğumuz hava daha kirli, içtiğimiz su daha zehirli hale dönüştürülmeye, aynı bakış açısı ile derelerin şırıltısı yok edilerek yerine jeneratörlerin gürültüsü getirilmeye çalışılmaktadır.
Neoliberal sermaye ve işbirlikçilerinin yaşamın tümünü ticarileştiren uygulamalarının ufukta görünmesiyle birlikte çevre direnişçileri birçok alanda görülmeye başlandı. Tarihi değerlerin korunması dışında, çevresel etkileri nedeniyle toplum sağlığı üzerinde büyük risk oluşturan her türlü yönteme karşı aykırı bir ses mutlaka duyulur hale geldi ki zaten bu doğal ve kaçınılmaz bir durumdu. Neoliberal sermayenin her şeyi kâr gözlüğü ile değerlendirdiği bir dünyada, yerel yaşantının doğal parçası olan toplumun nasıl etkileneceği çok da önemli değildi. Ama bekledikleri kadar kolay bir süreç bulamadılar karşılarında. Her açıdan baskı altına alınan toplum, gözünün önünde yaşanan yolsuzluk ve talana tepki verdi.
Tam da bu noktada şunun daha net görülmeye başlandığını düşünüyorum. Artık eski gündelik siyaset tanımları ve kulvarları şekil değiştirmeye başlamıştır. Marjinal ya da kitlesel her siyasi oluşum çevresel değerler hakkında bir görüş sahibi olmak zorunda. Bu zorunluluk aynı zamanda inandırıcı argümanlarla beslenmek zorunda ve de günlük pratik ile eşleşmek zorunda. Bütün bunların tercümesi şu, sermaye gruplarına yaslanarak siyaset yapan oluşumlar bu türden ikili ve ikircikli yöntemleri terk etmek zorunda kalacaklar. Bu durumu çevre direnişlerinin siyasetin şeffaflaşması üzerine önemli bir katkısı olarak görmek mümkündür kanısındayım.

TMMOB İKK olarak böyle bir etkinliği örgütlemenizin gerekçeleri neler?
TMMOB Ankara İKK olarak böyle bir çalışmayı neden örgütlediğimiz aslında bizim yıllardır durduğumuz noktadaki tutarlılığımız. TMMOB insan odaklı bir örgüttür, bunu her kademedeki yöneticilerimiz her fırsatta dile getirmektedirler.
Çevre direnişleri daha önce belirttiğim gibi uzun bir süredir çubuğu insandan, doğadan, tarihsel değerlerden yana mı yoksa sermayeden yana mı bükeceğimizin denge noktası. Biz bu anlamda çevre direnişlerinin ana unsuru olan enerji/maden konularında önce insan ve yaşanabilir bir dünya diyerek tercihimizi belirtmiştik. Enerjiye ihtiyacımızın olduğu bir gerçek, ancak enerji insanlığın daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamak içindir, insanların daha kirli bir ortamda yaşamasına yol açıyorsa bu noktada durmak gerekir. Mühendislik, ‘Eldeki ve doğadaki kaynakların insan ve toplum yararına optimum olarak kullanılması sürecidir’ diye bir tanımımız var. İnsan ve toplum yararını gözetmeyen bir yaklaşımın bizim tarafımızdan kabul edilmesi söz konusu olamaz.
İşte bu noktada, uzun bir süredir havasına, suyuna, toprağına yani geleceğine sahip çıkmak için direnenleri, yani direnişleri buluşturmak istedik. Dereler kardeştir diyorsak, kültürler kardeştir, topraklar kardeştir, su kardeştir, halklar kardeştir, direnişler de kardeştir diyoruz. İşte bu kardeşleri buluşturmayı, bu buluşmadan güç alarak her bir kardeşin daha güçlü olmasını sağlamayı hedefledik.

Etkinlikle ulaşmak istediğiniz hedefler neler?
Etkinlik sonunda öncelikle iki şeyi, direnişlerin birbirinden destek almasını ve ne kadar güçlü olduklarını göstermeyi hedefliyoruz. Bunun akabinde ise direnişlerin sonuçlarını direnenlerin istediği doğrultuda almak istiyoruz. İnanıyoruz ki, ilk iki hedefimiz gerçekleşirse üçüncüsü kendiliğinden gerçekleşecektir.
Toplumun geneli üzerinde hakim olan, sermaye çok güçlüdür ona karşı biz bireyler ya da örgütsüz toplum zayıf ve çaresizdir düşüncesini yıkarak, asıl güçlünün örgütlü toplum olduğunu göstermek istiyoruz.

Benzer etkinliklerden farkı var mı, varsa neler?
Benzer etkinliklerden temel olarak şöyle bir farkı var. Burada direnenler konuşacak burada halk konuşacak. Benzer etkinlik demek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama geçmişte toplumsal düzlemde bir yer sahibi olanlar konuşmuştu. Yani başkanlar, öğretim görevlileri, doktorlar, mühendisler, mimarlar, avukatlar, entelektüeller konuşmuştu. Şimdi ise direnenler konuşsun istiyoruz, çevresel katliamlardan doğrudan etkilenenlere, bu çevre talanının ilk mağdurlarına, direnenlere kürsü hazırlıyoruz, biz “tuzu kurular” konuşmayacağız. Bu yaklaşımın önemli bir fark olduğunu düşünüyoruz.


Etkili bir siyasi güç oluşturulmalı

Avukat Arif Ali Cangı (Çevre Hukukçusu)


Ülkemizde madencilikle ilgili son hukuki gelişmeleri özetleyebilir misiniz?
Maden Yasası’nda 10 Haziran 2010 tarihinde yine önemli değişiklikler oldu.
Yasa değişikliğinin hazırlanmasından bu yana, amacın Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını aşmak, madencilik faaliyetlerini denetimsiz hale getirmek, yer altı varlıklarını küresel şirketlere peşkeş çekmek olduğunu yazdık, söyledik. Ama siyasi iktidar, yaşam savunucularını değil, her zaman olduğu gibi küresel madenci şirketleri dinledi ve onların istediği yasa değişikliğini yaptı.
Değişikliğin en önemli yanı, yeni bir rejim yaratacak olan “KURUL” düzenlemesi. Maden işletme faaliyetleri ile diğer yatırımların kamu yararı açısından önceliğini ve önemini tespit ederek karar veren bir kurul oluşturuluyor. Kurul, Devlet Planlama Teşkilatı’nın bağlı olduğu bakanın başkanlığında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, diğer yatırımcı kurum ya da kuruluşun bağlı olduğu bakan/bakanlar ve yatırım kararına onay veren kurumun ilgili olduğu bakan olmak üzere asgari üç kişiden oluşuyor.
Madencilik faaliyetleri ile kamu yararı niteliği taşıyan diğer yatırımların birbirlerini engellemesi ve bu yüzden maden işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi durumunda, madencilik faaliyeti ve yatırımla ilgili karar bu kurul tarafından verilecek. Görünür rezerv alanı ile diğer yatırımın çakışması halinde öncelikle madenin makul bir sürede üretilebilme imkanının olup olmadığı değerlendirilecek. Kurul tarafından alınan karar, kamu yararı kararı yerine geçecek. Yani bu kurulun vereceği karar ile izin verilen madencilik faaliyeti kamu hizmeti gibi değerlendirilecek, faaliyetin yürütülmesi için gereken her türlü kamusal yetki ve güç kullanılabilecek, kamulaştırma yapılabilecek. Kurul üyelerinin dokunulmazlığı olan bakanlar olması nedeniyle, kullandıkları yetkilerin denetlenmesi neredeyse imkansız olacak.
Kurula tanınan başka bir yetki var ki; ‘Şimdi tamam oldu’ dedirtecek türden. Başka kamu yatırımları nedeniyle kurul kararı ile faaliyeti kısıtlanan maden işletmecisinin yatırım giderleri, lehine karar verilen tarafça karşılanacak. Yani artık madencilerin yatırımlarının tamamı güvence altında. Bundan önceki 5177 sayılı Yasa ile yapılan Maden Yasası değişikliğinden önce Eldorado Gold Şirketi’nin temsilcilerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan güvence istememişler miydi? Başbakan da işadamlarına “…Maden Kanunu Meclis’te, yabancı yatırımın önünü açan yasa da çıkarıldı sorunlarınız çözülecek…” dememiş miydi? (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=77929) Bundan daha iyi güvence olur mu? Tipik bir neoliberal güvence, madencilerin yatırımları engellenmeyecek, şayet kısıtlanmak zorunda kalınırsa, yaptıkları harcamaların tamamı kendilerine ödenecek.

Yasa değişikliğinin dikkat çeken diğer yönleri neler?
ÇED olumlu kararı verilmiş madencilik faaliyetleri hiç bir şekilde kısıtlanamayacak, kısıtlamalar ancak yasayla yapılabilecek, kısıtlamaya gidilmesi halinde de maden ruhsat hakları korunacaktır.
Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, belli bir orandaki kapalı doğal olarak yetişmiş sedir ve ardıç ormanları, Kıyı Kanunu’na göre korunması gerekli alanlar, 1. derece askeri yasak bölgelerde ruhsat başvurularının hak sağlaması halinde ilgili kurumlardan izin alınması ile ruhsat verilecek, orman idaresinin izni ile orman sayılan alanlarda yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için zorunlu geçici tesisler yapılabilecektir.

Maden işletme ruhsatı verildikten sonra, alanın başka yasalara göre izne tabi alan haline gelmesi halinde (SİT alanı vb.), ilgili yasaların öngördüğü yükümlülüklerin yerine getirilerek, ruhsat ile kazanılmış işletme hakkı korunacak, madencilik faaliyeti sürdürülecektir. Diğer yasalara göre, izin alınması gereken alan ilan edilmeden önce Madencilik İşleri Genel Müdürlüğü’nün görüşü alınacaktır.
Daha önce Danıştay tarafından hukuka aykırı bulunarak iptal edilen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği düzenlemesi, şimdi yasal kılıfla yeniden karşımıza çıktı; içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 1000-2000 metre mesafe genişliğindeki şeritte maden arama ve işletme faaliyetine izin verilebilecektir.
Değişiklikle, maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere dayalı ruhsat sahasındaki tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatlarını verme yetkisi il özel idarelerinde toplanmakta, belediyeler saf dışı edilmektedir. Aynı zamanda, imar planı ve yapı ruhsatı olmadan madencilik faaliyetlerine ve tesislerine izin verilecek, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için zorunlu olan planlamadan vazgeçilmektedir.

Çevre direnişlerinde önemli hukuki kazanımlar elde edilmesine rağmen sorunlar artarak devam ediyor. Neden?
İktidarı elinde bulunduran partilerin, hukukun üstünlüğü, ekoloji ve yaşamın korunması diye bir dertleri yok da ondan. Onların tek derdi, küresel sermayenin her türlü isteğini yerine getirmeye yönelik neoliberal politikaların en iyi uygulayıcısı olmak. Bu gün artık doğal varlıklar sermaye için çok cazip kâr alanları. Bunun için her türü yıkımı yapmaya hazırlar. Yıkımı önleyecek ya da frenleyecek koruma yasaları ve ekoloji hareketleri, yaşam savunucuları onları engelleyen faktörler. Bu faktörleri etkisiz hale getirmek için siyasi iktidarlardan her türlü desteği alıyorlar. Siyasi aktörler değişmediği sürece sorunların artarak devam edeceği ortada.

Çözüm nerede sizce ve buna ulaşmak için neler yapılmalı?
Tek başına toplumsal hareketler, sorunların daha da büyümesini önleyebilseler de kesin çözüme ulaşabilmek için siyasi iradenin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de emekten yana, yaşamdan yana siyasi partilerin toplumsal hareketlerden beslenerek ekoloji politikalarını ve programlarını netleştirmeleri gerekmektedir. Oluşturulan program çerçevesinde etkili bir siyasi güç oluşturmak gerekmektedir.
Hazırlayan: Özer Akdemir

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...