30 Aralık 2013 Pazartesi

Çocuklarımız bu yüzden mi engelli doğdu?

Özer AKDEMİR
İzmir


İzmir’in Gaziemir ilçesinde nükleer atıkların çevrede yaşayanların sağlığına etkileri ve çocukların engelli doğmasına neden olduğu iddiaları cevap bekliyor. Çocukları ya da yakınları engelli olarak dünyaya gelen mahalleli ‘Bu çocukların engelli olması atıklar nedeniyle mi?’ diye soruyor. Hayvanlarının düşük yaptığını, tel örgüyle çevrili alana giren köpeklerin bir süre sonra öldüğünü belirten mahalleli nükleer atıklar nedeniyle korku ve endişe içinde yaşamını sürdürüyor.

Nükleer atıkların yanıbaşında yaşayan insanlar adeta kaderiyle baş başa kalmış durumdalar. Radyasyonlu atıkların kamuoyu tarafından öğrenilmesinin ardından yetkililer, alanı tel örgü ile çevirip, atıkların üzerine toprak atarak önlem aldılar! Bu ‘dahiyane’  önlemlere rağmen binlerce ton kimyasal ve nükleer atıktan etrafa zehir yayılmaya devam ediyor. Gaziemir ve Karabağlar ilçeleri sınırındaki Aktepe, Emrez ve Aydın Mahallesi halkı yanı başlarındaki kimyasal ve nükleer atıklarla yaşamaya devam ediyorlar.

KEÇİLER DÜŞÜK YAPIYOR

Tel örgülere bitişik olan evinin yanında görüştüğümüz Musa Taşan kimyasal madde kokusu nedeniyle evlerinde oturamaz hale geldiklerini söyledi. “Poyraz estiği zaman ben yaşıyorum, lodos eserse durulmuyor buralarda. Evin her tarafını kapatıyorum hava içeri girmesin diye” diyen Taşan şunları anlattı, “3 yıl önce arkası açık bir kamyon, bu çöp tenekeleri gibi üç tane makine getirdi. Şu ileriye gömüp hemen gittiler. Yerlerini biliyorum. Ben polisi aradım bana sen ne karışıyorsun dediler. O günden bu yana burası kokudan geçilmiyor.”

Kanserden ölen annesinin oturduğu evi gösteren Taşan, “Benim buralarda otlayan 15-20 tane keçim vardı. Keçiler gebe oluyor, 2-3 aylığına girdiğinde düşük yapıyordu. Keçi de yavrusu da ölüyordu. Atık alanına giren köpeklerin, sonra gelip düşüp öldüğünü gördüm. Burası zehir ve devlet buna göz yumuyor” dedi. Taşan, fabrikada sağlık sorunları nedeniyle çalışacak işçi bulunamayınca bir dönem cezaevinden mahkumların getirilip çalıştırıldığını anlattı.

AYNI KAREDE ÜÇ DRAM

Tel örgülerin ötesindeki atıkların gömüldüğü düz alana işaret eden Taşan, “Burası çoluk çocuğun top sahasıydı. Fabrika sahibi mahalleye engelli okulu yaptı, ağızları kapattılar. Fabrika devam etti. Aşağıdaki okulun müdürü müracaat etti, bu fabrikanın zararları ile ilgili dilekçe yazdı. Adamı yok ettiler.” 30 yaşında zihinsel engelli bir oğlu olduğunu belirten Taşan, hemen yanındaki komşusunun da engelli çocuğunun olduğunu söyledi. 25 yıldır bu mahallede oturduğunu kaydeden Lütfü Erşan da 22 yaşında olan engelli çocuğunun bu mahallede doğduğunu söyledi. “Çocuğum kendini bilmiyor. Neden böyle oldu, belki de bu fabrikadan” diyen Erşan, atıkların bir an önce kaldırılmasını istedi. 1973’de mahalleye geldiğini, 75’de de ev yaptığını anlatan Hasan Çoban’ın da torunu engelliymiş.

TEL ÖRGÜ RADYASYONU ÖNLER Mİ?
Ali Mert (Mahalle Muhtarı): Bu fabrikanın buradan kaldırılmasını istiyoruz. Şu anda bile kokuyu duyuyorsunuz. Geceleyin bu koku üçe katlanıyor. Bu yapılan tel örgülerle bu kokunun buraya gelmeyeceğini mi sanıyor yetkililer? 5.7 milyon lira ceza kesildi ve bir ay süre verildi atıkların kaldırılması için. Ne kaldıran var ne eden. Ben 47 yaşımdayım. 47 senedir bu mahallede yaşıyorum ve bu bacaların pisliğini, kokusunu çektik. Bizim şu anda engelli çocuğumuz çok. Düşük olayımız çok. nedenini bilmiyorduk, yeni yeni öğrendik. 6 tane raporlu kanser hastamız var sadece bu bölgede.

Nazmiye Akdağ: 25 yıldır bu mahallede yaşıyorum. Hastalıktan hiç kafamız kalkmıyor. Atıkların olduğu yer yanıyor sürekli.

Hatice Korkut: Çocuklarımızın temiz, sağlıklı bir havada yetişmesini istiyoruz. Ne hastalıklara sahibiz onu bile bilmiyoruz. Camlarımızı açamıyoruz, evlerimizi gönül rahatlığıyla havalandıramıyoruz. 29 senedir burada yaşıyorum, bu koku hep vardı. Biz de sağlıklı bir nefes almak istiyoruz. Burası eskiden kentin kıyısındaymış ama şimdi İzmir’in göbeğinde kaldı. Sadece biz değil bütün çevre etkileniyor bundan.

ÖNCE AİLE AĞACINA BAKMAK LAZIM
Atıkların yanı başında evleri bulunan bu üç mahallelinin üçünün de engelli yakının olmasının atıklarla bir ilişkisi olup olamayacağını sorduğumuz Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, böylesi bir ilişki kurulabilmesi için öncelikle bu üç kişinin de aile ağacına bakmak gerektiğini söyledi. Karababa, “Akraba evliliği ve benzeri genetik geçiş kodu yoksa böyle bir olasılık güçlenebilir. Radyoaktivite bebeğin anne karnındaki döneminde etki ederse genetik birtakım tahribatlar ve kanserler yaptığı biliniyor.  Çernobilden sonra Ukrayna’da anomali doğum oranın anlamlı bir şekilde arttığını gösteren bilimsel araştırmalar var. Ama buradaki durum daha farklı” dedi.
http://www.evrensel.net/haber/75234/cocuklarimiz-bu-yuzden-mi-engelli-dogdu.html#.UvsqePl_uSo
Eklenme Tarihi: 30 Aralık 2013

RES'ler ne kadar temiz enerji kaynağı? _ BİLDİRİ


“O YALANLARA İNANMAYIN” DEDİLER


İçten bir sesle başladı konuşmaya, ardından kelimeler hınca, sözler öfkeye dönüşmeye başladı. Hem kızıyor, hem anlatıyor, hem feryat ediyor, hem de “aman siz kanmayın bu yalanlara” diyordu. 1. Ege Çevre Kurultayı'nda konuşan bu öfkeli sesin sahibi Karaburun'un Yaylaköy'ünde oturan Mustafa Şenbahar'dan başkası değildi. Sonra kalktı tek başına Turgutlu'daki mitinge katıldı. Elindeki bir kartonun üstünde düzensiz bir yazıyla derdini anlatmaya çalışıyordu. Bizlere ısrarla “inanmayın yalanlarına” diye haykırıyordu.
O kadar yalın, o kadar sade ve o kadar inandırıcı anlatmıştı ki derdini, bu tavrı bizi çok etkilemişti. “Biz yaptık siz yapmayın” diyor, sonra aynı çoşku ve öfkeyle haykırıyordu “artık onlara kanmayacağız”. Aldatılmışlığın öfkesi vardı sözlerinde. Geleceğe dair daha kararlı bir biçimde sesleniyor ve bize mesaj veriyordu “ne olur izin vermeyin.”
Anlatmak istediği RES (Rüzgar Elektirik Santrali) gerçeği idi. Onlar yaşamış ve görmüşlerdi. Şimdi başkalarının bu yalanlara inanmasını istemiyorlardı. Bunun için ne gerekirse yapacağını söylüyor, istenirse gidip her yerde bu yaşadıklarını anlatabileceğini belirtiyordu.

CANINIZI VERİN DAĞLARINIZI VERMEYİN

Mustafa bizi çok etkilemişti. Sonra Karaburun Kent Konseyi Başkanı İpar Hanım konuştu. Bize RES gerçeğini anlattı. Bize anlatılmayanları anlattı..O yetmezmiş gibi Aydın Çine'den bir başka konuşmacı RES'lerin yarattığı olumsuzlukları dile getirdi. Ne oluyor yahu demeye kalmadan anlatılan RES gerçeği ile değil başka bir gerçekle karşılaşmıştık. Hani doğal enerji kaynağı idi, hani temiz ve yenilenebilir bir enerjiydi,kim doğruyu söylüyordu? Resmi ve yedirilmiş sözler mi doğruydu, yoksa yaşayanların anlattıkları mı?
“Temiz Enerji” yoksa anlatıldığı gibi temiz değil miydi? Tam bunları düşünürken Beyza Hoca'nın “enerji kimin için?” sözleri ve ardındaki gerçekler bilincimize atılmış son yumruk gibiydi. Abondone olmuştuk. Resmi yalanlarla kirletilmiş bilincimiz, yaşayanların ve akademisyelerin anlatımıyla yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı.
O gün karar vermiştik gerçeği yerinde görmeye.
İşte bu duygu ile Ayvalık Tabiat Platformu üyeleri olarak 33 kişi yola çıktık ve gerçeği yerinde görmek için Karaburun'a gittik. Yola çıkan yaşam savunucularının bir kısmı hala RES'ler konusunda net değildi. Ta ki Yaylaköy Muhtarının “Canınızı verin dağlarınızı vermeyin” sözüne kadar.

DOĞA MI? O ARTIK YOK OLMAYA BAŞLAMIŞTI

Saat 12.30 gibi Karaburun'a gelmiştik. Bizi bekleyen Kent Konseyi'nden dotlarımızın sıcak ilgisiyle karşılandık. Belediye Başkanı'nın pide ve ayran ikramının ardından çaylarımızı yudumlayıp yola çıktık. Karaburun'un sırtlarına doğru yol almaya başladık. Dar ve dik yolarda otobüsümüz biraz zorlansa da tepeyi aşıp Yaylaköy'e yaklaşmaya başladık.
Bir anda her yanımızda RES'ler görünmeye başladı. Dağ taş Rüzgar Türbinleri ile doluydu. Mustafa “daha devam edecek, yenileri de yapılacak” diye başladı söze. O kadar duygulanmıştı ki bazen ağlamaklı oluyor, bu durum ise sözlerini daha da inandırıcı kılıyordu. Feryat figan içinde hemen her şeyi bir anda anlatmak isteği ile, ardı ardına sözcükler dökülmeye başladı. Bizler şaşkın ve dikkatli gözlerle anlatılanla gördüklerimizi birleştirmeye çalışıyorduk.
Gördüğümüz manzara korkunçtu. Dağ taş açılmış yollarla talan edilmişti. Her yer inşaat alanı gibiydi. Doğa dikenli tellerle çevrilmişti. Köy merası yerine dikenli tellerle çevrilmiş alanlar ve bu meralarda köylülerden kimlik soran RES görevlileri türemişti. Kendi köylerinde, kendi meralarında, kimlik göstermek zorunda kaldıklarını anlattı Mustafa.
Her türbin için neredeyse 8 - 10 dönümlük bir yer betona boğulmuş, bağlantı yoları ile birlikte doğa yok edilmişti. Yolların tozu bitki örtüsünü örtmeye başlamış ve zeytinler artık tozdan sararmaya yüz tutmuştu. Her yer delik deşikti. Santral denen yer ise devasa bir alanı kaplıyordu. Ve Mustafa hala anlatıyordu : “Şurası falan şirketin, burası diğer şirketin alanı” diye. Böylece RES gerçeği ile ilk yüzleşmemiz başlamış oluyordu.

KEÇİLER BİLE O TARAFA GİTMİYOR

Yörüklerin köye ilk geliş öyküsünü anlattı bize İpar Hanım otobüste. Tam o öyküde anlatılan çeşmenin yanında durduk. Artık köye gelmiştik. Herkes öyküde anlatılan çeşmeye koştu. Suyu ilk keçiler bulmuştu. Arkadaşlarımız kana kana su içtiler yörük keçilerinin bulduğu kaynaktan. Keçilerin bulduğu bu kaynak, çeşmeye ve ardından yörüklerin yaşam alanına dönüşmüştü. Yaklaşık 500 yıl süren bir yaşam vardı bu köyde. İnsanlar hala geleneklerini koruyor, kısıtlı alanda doğal tarım yapıyor ve esas olarak keçi besleyerek geçiniyorlardı.
Az sonra Muhtarın evine konuk olduk. Bizi bekliyorlardı. Haber verilmişti onlara. Yörük misafirperverliğinin en saf ve duru halinde ve izzeti ikram bolluğunda karşıladılar 33 misafiri; bir de Karaburun'dan bizimle birlikte gelen yaşam savunucularını.
İlk önce Muhtar Yusuf Arıcı başladı anlatmaya. O kadar temiz bir yüzü vardı ki kim görse bu adam yalan söylemez derdi. O nedenle her söylediğine ayrı değer ve önem vermiştik. Ve biliyorduk ki Muhtar yalan söylemiyordu. O başladı anlatmaya: “Bizi kandırdılar” dedi ilk. “Aman sizi kanadırmasınlar” diye uyardı bizi. Madencilerin, RES ve HES'çilerin bildiğimiz klasik taktiği Yaylaköy'de de uygulanmıştı. “Köyden 2 kişiyi işe alıp önce köyü ikiye böldüler” dedikten sonra, içten anlatımıyla devam etti.
Kısaca şöyle diyordu muhtar: “Köyde 10.000'e yakın keçi vardı. Kadın erkek arasında bölüşülmüştü görevler. Arıcılık ise ek gelir kaynağı olmuştu köylülerin. Bu sessiz ve sakin yörük köyünde birden yaşam değişmeye başlamıştı. Keçiler sütten erken kesiliyor, düşük yapıyor, yavrulamıyordu. Keçileri RES'lerin bulunduğu alanların yakınına götüremiyorlardı. Keçiler bile kaçıyordu RES'lerden. Arıların yarısı köyü terketmişti. Bu yıl bal üretimi yarı yarıya azalmıştı. Zeytin sinekleriyle beslenen yarasalar yok olmuştu. Binlerce yarasa köyü terk etmiş ve gitmişti. İlk onlar anlamıştı RES gerçeğini.
Kadınlar artık keçi otlatmaya çıkamaz olmuştu. Köyün merası gitmiş yerine dikenli tellerle çevrilmiş RES alanları gelmişti. O kadar bağlantı yolu açılmıştı ki toz toprak içinde kalmıştı bitki örtüsü. Bu tozlu bitkilerden beslenen keçilerde akciğer hastalıkları başlamıştı. Şimdi köylülere bir de keçileri için veteriner ve antibiyotik masrafı çıkmıştı. Bu para artık binlerce liraya ulaşmıştı. Rüzgarlı havalarda köyde tozdan durulmaz oluyordu. Zetinler yavaş yavaş verimden düşmeye ve köyde kötü gidişat artık tüm acımasızlığı ile hüküm sürmeye başlamıştı.”

KÖYDE KAVGALAR BAŞLADI

Araya muhtarın eşi Nejla Hanım girdi, sonra genç bir gelin, sonra Leyla Teyze, sonra RES'lerde çalışmış bir elektrikçi, sonra Mustafa ve sözleri birbirlerinden devir alarak ve bitmez tükenmez sorularımıza yanıt verek bize RES gerçeğini anlattılar.
Gelin girdi söze “Gürültüden uyuyamaz olduk” dedi. Biz fazla ses hissetmediğimizi söyleyince gülerek başladı anlatmaya: “Buraya ne zaman bir Kaymakam, Belediye Başkanı gelse direkleri durduruyorlar. Aramızda bir ajanları var ama bulamadık” dedi. Sonra “köye ne zaman bir büyükbaş gelse hemen yakınlardaki direkleri durduruyorlar.” dedikten sonra “sizin de geleceğinizi duymuşlar, direği yavaşlattılar” diyerek bize bilgi verdi.
Daha önce RES'lerin kurulmasında çalışan bir köylü “bir RES için yaklaşık 8-10 dönüm alan yok edilmektedir. Buna en az 10- 12 metre genişliğinde açılan bağlantı yollarını da ekleyin”dedi. Aynı kişi devam etti anlatmaya: “1,5 – 2 megawatlık bir türbinde en az 4 ton bakır ve mıknatıs kullanılmaktadır, bu da çok ciddi bir manyetik alan yaratmaktadır. Bu manyetik alan insan ve hayvanlar için çok zararlı ama saklıyorlar bunları”dedi. İçinin yandığı belliydi. Heyecandan titriyordu. Verdiğimiz sudan birkaç yudum içtikten sonra tekrar devam etti “2,5 megawatlık bir türbin için 8 katlı bir bina için harcanan beton ve demir kullanılmaktadır” dedi. Söylediklerini türbin sayısıyla çarpınca ortaya korkunç bir doğa katliamı çıkıyordu. Hele bunun bir de Cunda'nın tepelerinde yapıldığını düşünecek olursak, durumun ne kadar vahim olacağını, katledilecek ağaç ve yaratılacak doğal tahribatın büyüklüğünü düşünmek bile istemedik.
“Aman” diyordu Nejla Hanım, “sakın” diyordu, dinç yüzünün sevecen bakışları ile “oğlum sakın vermeyin dağlarınızı, topraklarınızı” ve başladı nasıl eşiyle kavga ettiklerini anlatmaya. “Eskiden biz hiç kavga etmezdik, sonra bu RES'ler yapılınca sürekli bir uğultu ve gürültü başladı. Artık uyuyamaz olduk. Sinirlerimiz bozuluyor, başımız ağrıyordu. Başladık birbirimizle kavgaya. Eskiden ne baş ağrısı bilirdik ne uğultu, yaptılar köyümüzün yanına bu pervaneleri, artık huzurumuz kalmadı.” Çok şey anlattılar o temiz duyguları ve en yalın halleriyle. Ve hala da anlatmak istiyorlardı. Biz de dinlemek. Oysa fazla vaktimiz kalmamıştı. Ağır ağır Karaburun'a dönmemiz gerekiyordu. Orada Kent Konseyi bize ayrıca bir sunum yapacaktı.
Son soruyu aramızdan biri, Hüseyin sordu. “Bize sorarlarsa ne diyelim?” dedi. Muhtar net ve kesin bir yanıt verdi: “Yerleşim yerine yakın mı, canınızı verin, dağlarınızı vermeyin!”. Bu yanıt alkışlarla karşılık buldu. Mesaj alınmıştı.

KARABURUN VE CUNDA YOK OLMASIN


Kent Konseyi'nde yapılan sunumla bölgenin ekosistemini, fauna ve florasını öğrendik ilk. Sonra hala devam eden kültürel yapının özeliklerini ve Türkmen geleneklerini, Keçi Kırkım Şenliklerini öğrendik. Kuşarı, Fokları, dağları, doğayı ve neden korunması gerektiğini anlattılar bize. Sonra RES'lere karşı verdikleri mücadeleden bahsettiler ve çıkardıkları dersleri bizimle paylaştılar. Hatta samimice bir duyguyla “aman hata yapmayın ve bölünmeyin dediler” “bu mücadele egolara ve siyasal parti ve görüşlerin kavgalarına yenik düşmesin” dediler. Kısaca “birleşin, mücadele edin ve halktan kopmadan; onlarla birlikte yola devam edin.” dediler.
Karaburunlular aktardıkları deneyimleriyle ve sıcacık dostluklarıyla bizi yolcu ettiler. Biz Karaburun yok olmasın derken, Onlar “Cunda ve Ayvalık Yok Olmasın” dediler. Karar verdik bir kez daha, yaşam alanlarımızı birlikte ve daha güçlü korumaya...

AYVALIK TABİAT PLATFORMU
Dönem Sözcüsü
Şükrü KAYGISIZ

Bu neyin acelesi?..

Savaş mı çıktı afet mi var?

Özer AKDEMİR

Bakanlar Kurulu geçtiğimiz hafta yaptığı toplantıda Karadeniz'deki 5 Hidroelektrik santrali (HES) projesi için 'acele kamulaştırma kararı' aldı. Bakanlar Kurulu bir kez daha şirketlerin çıkarını halkın yararından ve doğanın dengesinden üstün tuttu. Hukuktaki 'Üstün kamu yararı' ilkesini, "üstünlerin yararı kamunun üstündedir" şeklinde ters yüz etti!..

RESMİ GAZETEDE YAYINLANDI


Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın talebi üzerine Bakanlar Kurulu toplantısında alınan kararlar, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onayının ardından Resmi Gazete'de yayımlandı. Kararlara göre Trabzon'da yapılacak Manahoz Regülatörü ve HES projesi, Trabzon'un Yomra İlçesi'nde yapılacak Seydioğlu HES projesi, Giresun'un Yağlıdere İlçesi Kanlıca köyü yakınlarında yapılacak HES projesi, Artvin'in Yusufeli İlçesi'nde yapılacak Cala HES projesi, Ordu'da yapılacak Piro Regülatörü ve HES projesi için belirlenen taşınmazlar, Hazine adına Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından acele kamulaştırılacak.

ŞİRKETLERİN ÇIKARI İÇİN 
Bakanlar Kurulu'nun maden, enerji gibi projeler için vatandaşın şirketlere taşınmazını satmaması ya da kamulaştırma işleminin uzaması durumlarında son dönemlerde çok sıkça başvurduğu Acele Kamulaştırma işlemi, şirketlerin çıkarı için çevre sağlığı ve canlı yaşamı açısında sakıncalı olan, ekolojik yıkıma yol açma potansiyeli taşıyan birçok yatırımın önünü açıyor. 25 yıl önce Aliağa termik santrali için alınan benzer karar, daha sonraları özellikle altın madenleri, HES projeleri ev kentsel dönüşüm uygulamaları için de gündeme getirildi.

Savaş ve doğal afetler gibi olağanüstü durumlar için düzenlenmiş bir yasanın, HES, termik santral, altın madenleri gibi sermaye kesiminin lehine kullanımdaki bu pervasızlığa karşı gerek hukukçular gerekse bilim insanları yıllardır karşı çıkıyorlar. Kamulaştırma kararlarını “2000’ler Türkiye’sinde Tarım Politikaları ve Toprak Mülkiyeti: Efemçukuru’nda “Mülkiyet Nedir?” başlıklı makalesinde değerlendiren Doç. Dr. Alp Yücel Kaya, “Kamulaştırma ilkesindeki bu radikal dönüşüm" ü "liberal mülkiyet anlayışının neoliberal mülkiyet anlayışına, kamulaştırmanın da piyasalaştırmaya dönüşümü" olarak değerlendiriyor. Dr. Gaye Yılmaz’da “Acele Kamulaştırma mı yoksa acele mülksüzleştirme mi?” başlığıyla konuya değinmiş ve bu yöntemin sadece Türkiye’de değil günümüzde bütün dünyada hızla uygulanmakta olan bir “mülksüzleştirme” pratiği olduğuna dikkat çekti.

YOKSULLARI MÜLKSÜZLEŞTİRİYOR

Hukukçular da bu acele kamulaştırma kararlarını yargıya müdahale ve etkileme olarak değerlendiriyorlar. Kamulaştırmanın kamu idaresinin, yasayla yapmakla yükümlü olduğu kamu hizmetlerini yerine getirebilmesini gerektiren özel mülkiyete konu taşınmazlara, bedelini ödeyerek kamu gücüyle el koyması olduğunu belirten Efemçukuru ve Kışladağ'daki acele kamulaştırma kararlarına karşı açılan davaların hukukçusu Av. Arif Ali Cangı, devletin zorla el koymasını haklı kılacak yegane gerekçenin, kamu yararı olduğunun altını çizdi. Cangı, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa ve Kamulaştırma Yasası’nda da belirtildiği gibi kamulaştırmanın ön koşulu kamu yararıdır. Acele kamulaştırma kararları, çoğunlukla yoksul köylülerin geçimini sağladığı arazisinin elinden zorla alınması sonucunu doğurmaktadır. Acele kamulaştırmalar yoksulları yerinden ederek, mülksüzleştirerek, sermayeye sömürü alanı yaratmaktadır" dedi. Cangı, bu uygulama ile kapitalizmce kutsanan mülkiyet hakkının da özüne dokunulduğunu belirterek, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK)'nın mülkiyet hakkının korunması ile ilgili aldığı kararlara rağmen hükümetin kendi ekonomik-politik hattında ısrar ettiğini belirtti.

DEVLET GÜCÜ ŞİRKETLERİN EMRİNDE

Acele kamulaştırma kararları ile ilgili açılan davalarda en üst yargı organı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, bu kararların hukuka uygun olmadığına hükmetmişti. Kurulun kararında özetle; “…Kamulaştırma Yasası’nın 27. maddesindeki acele kamulaştırma, istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş, üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir. Aceleciliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin söz konusu olması gerekmektedir.” denilmişti. Gerek son olarak 5 HES çin verilen acele kamulaştırma kararında, gerekse daha önceki onlarca benzer kararda hangi ‘üstün kamu yararı’nın bulunduğu kamuoyuna bir türlü açıklanmadı.

Bakanlar Kurulu kararı, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesine dayanıyor.

Söz konusu madde, yurt savunması ve olağanüstü durumlarda acele kamulaştırma yapılabileceğini belirtiyor. Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesi şöyle:
“3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılması…”

Bu kanun uygulamasında kamulaştırmayı bir bakanlık ya da kamu kurumu yaparken, kamulaştırma bedeli ile yargılama giderleri gibi masrafları şirketler karşılıyor. İdarenin başvurusu üzerine mahkemece yedi gün içinde değer tespiti yaptırılıp, belirlenen paranın ilgili kişi adına bankaya yatırılmasının ardından kamulaştırılan mala el konuyor. Kamu gücüyle el konulan mallar daha sonra şirketin kullanımına devrediliyor. Böylece şirketlerin önündeki büyük bir engel devletin gücü ile temizlenmiş oluyor.

İKİ ACELE KAMULAŞTIRMA ÖYKÜSÜ

Acele Kamulaştırma kararları daha önce de Uşak Eşme yakınlarındaki Kışladağ ve İzmir'e 20 km uzaklıktaki Efemçukuru Altın madenleri için alınmıştı. Kışladağ'da, İnay köylüleri altın madeninin topraklarından su hattı geçirmesine izin vermemesi üzerine Bakanlar Kurulu acele kamulaştırma yoluna gitmişti. Yurtdışında yaşayan Fadime Usta adlı köylünün tarlası ile ilgili acele kamulaştırma kararı alınmış, bunu koz olarak kullanan şirket Fadime Ustayı çocuklarına bile haber vermeden yurtdışından getirerek tarlasını noterden satın almıştı.

Benzer bir acele kamulaştırma öyküsü ise Efemçukuru köylülerinin başına geldi. İzmir’in içme suyunun yaklaşık % 40'ını sağlayan Tahtalı Barajı Havzası sınırında, 300 bin kişiye su sağlamak için yapılması planlan Çamlı Barajı'nın su toplama havzası içinde bulunan Efemçukuru köyü yakınlarında Eldorado Gold Tüprag A.Ş. tarafından işletilmek istenen altın madenine köylüler topraklarını satmayınca Bakanlar Kurulu devreye girmişti. 3 Ocak 2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan kararla, altın madeni sahası içinde yer alan toplam 35 parsel arazi için Tüprag Metal Madencilik A.Ş. yararına acele kamulaştırılma kararı verildi. Şirket, aynen Kışladağ'da olduğu gibi bu kararı şantaj aracı olarak kullanarak köylünün elindeki bu arazileri anlaşma yolu ile aldı.

(İzmir / EVRENSEL)

Özüren’e EGEÇEP ve Hayat TV desteği



Kurşunlu Köyü'nde açlık grevini 22 gün boyunca sürdüren ve hafta sonu bu grevine son veren Bülent Behçet Özüren, EGEÇEP'ten gelen konuklarını da ağırladı. Etkinliğe katılan Hayat TV Çepeçevre Yaşam Programı yapımcısı ve Evrensel Gazetesi İzmir Muhabiri Özer Akdemir de Özüren ile röportaj yaptı.

 

Kurşunlu Köyü'nde açlık grevi ile ülke genelindeki çevre örgütlerinin ve birçok aktivistin dikkatini çeken, Çanakkalelilerin büyük destek verdikleri Bülent Behçet Özüren'in hafta sonu İzmir'den de konukları vardı. Ege Çevre ve Kültür Platformu'ndan (EGEÇEP) gelen konuklar Özüren ile zaman geçirerek kendisine destek verdiklerini açıkladılar. Etkinliğe, Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, EGEÇEP Ege Çevre Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Av. Berrin Esin KAYA ve Evrensel Gazetesi İzmir Muhabiri, Hayat TV Çepe-çevre Yaşam programı yapımcısı gazeteci-yazar Özer Akdemir de katıldılar. Hayat Televizyonu'nda yayınlanan Çepeçevre Yaşam Programı için Özüren ile röportaj yapan Akdemir, Özüren'in verdiği mücadelenin önemli olduğunu ifade ederek, kendisine destek verdiğini de açıkladı. Akdemir, Türkiye genelinde büyük sermaye sahiplerini enerji yatırımları nedeni ile çevrenin katledildiğini, buna karşın birçok bölgede halk ciddi bir direniş içinde olduğunu söyledi. Akdemir, Özüren'in açlık grevini bitirmesini de değerlendirerek, “Bundan böyle sadece Kurşunlu halkı değil herkes Özüren'e verilen sözlerin takipçisi olmalıdır” dedi.

Yenice Vahşi Madencilik Paneli Düzenlendi


Çanakkale’nin Yenice ilçesine bağlı Kalkım Beldesinde park kahvesinde Kazdağlarında vahşi madenciliğin bölge tarımına, turizmine ve halk sağlığına etkileri konulu panel düzenlendi.
Çanakkale’nin Yenice ilçesine bağlı Kalkım Beldesinde park kahvesinde Kazdağlarında vahşi madenciliğin bölge tarımına, turizmine ve halk sağlığına etkilerikonulu panel düzenlendi.
YENİCE VAHŞİ MADENCİLİK PANELİ DÜZENLENDİ
Kalkım Çevre Platformunca Kalkım beldesinde park kahvesinde düzenlenen panele konuşmacı olarak Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa, EGEÇEP Ege Çevre Platformu Önceki Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya ile Gazeteci-Yazar Özer Akdemir katıldı.Konuşmacılar, slaytlar eşliğinde sunumda bulunarak vahşi madenciliğin zararlarını anlattılar.
Panelde slayt eşliğinde Yenice Kazdağlarındaki maden işletmelerinin bölgeye etkilerini anlatan Gazeteci-Yazar Özer Akdemir, “Kazdağlarında yapılmak istenilen madencilik özellikle altın madenciliği şimdi gördüğümüz Kalkımdaki kurşun madenciliği vahşi madenciliğin ta kendisidir. Hem doğa katlediliyor hem yer altı ve yer üstü suları kirletiyor. Hem de çevrede yaşayan çanlılara büyük zarar veriyor. Altın madenciliğinde toprağı siyanürle işlemden geçiriyorsunuz. Bu madencilik tabiri ile kimyasal bir işletmedir. Altın Kazdağlarının belası. Siyanür hem yer altı sularına hem havaya ve doğa zarar veren bir madde. Kazdağlarını 8-10 farklı şirket altını-üstüne getiriyor. Sondaj çalışmaları her tarafında devam ediyor” dedi. Çed aşamasını tamamlamış 8 tane altın maden işletmesi olduğunu belirten Akdemir, “Kurşun maden işletmelerinin bulunduğu Yenice Kalkım Beldesi Karaaydın köyünün iki deresinde şu an tek çanlı yok.Balık olmadığı gibi kurbağada kalmamış.Kazdağlarından doğan bu dereler Yenice-Gönen barajına ulaşıyor.Bu baraj suyu ile tarımsal faaliyette bulunuluyor. Ayrıca Bandırma ilçesinin içme suyu karşılanıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Kalkım’da İki tane kurşun madeni yan yana. Atık havuzları da yan yana. Bu bölgeden iki tane dere geçiyor. Bu maden işletmeleri bu derelerin sularını kullanıyorlar. Atık havuzlarından da bu derelere su boşaltıyorlar. Bu sular Yenice-Gönen barajına karışıyor. Sonra da tarımda sulama olarak ve Bandırma ilçesinde içme suyu olarak kullanılıyor. Böyle bir saçmalık. Türkiye de oluyor. Yenice’deki Madencilik faaliyeti bölgede üretilen 100 bin ton kapya biberinin de sonu getirecek. Bu zehirli sular ile sulanan tarımsal ürünlerde ağır metal kalıtımı mutlaka çıkacaktır. Bu kapya biberinin büyük orada ihracatı olduğundan, yapılacak analizlerde ağır metal kalıntıları çıkan Kapya biberini hiçbir ülke almaz. Bölgede üç tane kurşun işletmesi Yenice-Gönen baraj sularını tehdit ediyor” dedi.
YENİCE VAHŞİ MADENCİLİK PANELİ DÜZENLENDİ
Kazdağlarında vahşi madenciliğin bölge tarımına, turizmine ve halk sağlığına etkileri konulu paneline Kalkım Belediye Başkanı Ahmet Şahin,Yenice CHP ilçe Başkanı Mehmet Gerçek, çevre köy muhtarları ve köylüler ile Edremit, Gönen, Çan ilçelerinden gelen vatandaşlar katıldı.
YENİCE VAHŞİ MADENCİLİK PANELİ DÜZENLENDİ

Gün olaydı, Van olaydı...



Özer AKDEMİR


Bayram arefesi güneşi kentin üzerine vurduğunda Sanat Sokağı dolmaya başladı. Ellerinde koca koca karton kutular, çuvallar, bohçalar, tekerlekli uyduruk el arabalarıyla sokağa açılan bütün yollardan çıkıp geldi seyyar satıcılar. Alışkan hareketlerle, Kürtçe Türkçe küfürler, şakalar, gülüşmeler, sigara dumanları eşliğinde tezgahlar kuruldu ağır ağır. Güneş doğalı henüz bir iki saat olmuştu ama Anadolu’da günün ilk yüzünü gösterdiği kentti burası. Gün çabuk yükseliyor, tez ısıtıyor ve zaman doğunun efsunlu soluğunu Anadolu’ya yaymak için acele ediyordu...

KETE

Sanat Sokağı girişinde, depremin izlerini hala taşıyan Telekom binasının duvarı dibine vuran güneş, kafanızı kaldırıp karşınıza bakmanıza bile izin vermiyordu. Küçük hasır taburelere kurulmuş kaçak çay yudumluyorduk. Daracık sehpanın ayağının biri kilit taşlı kaldırımın boşluğuna geldiğinden havadaydı. Önümden dikkatlice geçip yan tabureye ilişen adam, az ötede tezgah kurmaya çalışan seyyar satıcılara doğru seslendi, “Kadir, gel ekmek ye”. Ekmek dediği, Van’ın meşhur ketesiydi. İrice bir ayçiçeği başı büyüklüğünde, nar gibi kızarmış, üzeri susamlı, dumanı buğulanan, sıcacık… Pantolon kemerlerini yan yana dizen Kadir, işini bırakıp adamın karşısına oturdu. İki çay istediler. Gırtlama yaptıkları şekerle sıcak keteyi bölüştüler.
Gün olaydı Van olaydı
TORUN TATLIDIR BİLİYOR MUSUN?

İlk lokmasını ağzına götürmeden keteyi uzattı bana adam; “Buyur”. Van’da, güneşin insanın alnını çatlattığı bir sabahta, işte böyle tanıştık Abdülaziz Yetkin’le.

Torunuymuş karşısında oturup, utangaçça ketesini yiyen delikanlı. 20 yaşlarında gösteriyor ama daha küçük olduğunu söylüyor dedesi, “17 yaşında. Ocakta 18 olacak. Büyük gösteriyor, boyundan posundan. Babası gırto, amcası uzun bunun”. Kerim Lise öğrencisiymiş ama bayram öncesi üç beş kuruş kazanmak için seyyar satıcılık yapıyormuş, onlarca yaşıtı gibi.

“Torun tatlıdır biliyor musun?” diyor Abdülaziz abi, “Tezgahını gece sabaha kadar ben bekledim, kıyamamışım ona. Şimdi o geldi ben eve gideceğim.” SGK’dan emekli olmuş Abdülaziz Yetkin. İki yıl önceki depremin yarasını sarmaya çalışan kentte, çoluk çocuk tutunmaya çalışan emekçilerden birisi.

DÖVÜŞ KAVGA OLMASIN

Bölgede silahların susmasından çok memnun; “Gece gündüz dua ediyorum. Rabbim tüm dünyaya barış koy, hiçbir dövüş kavga olmasın diye. Senin benim oğlum-kızım ölmediğinden başkasının çocuğunun ölmesine meraklıyız. Bu küçüklerin değil, büyüklerin kusuru”. Belediyeden de memnun Abdülaziz Yetkin, “ama bizim halkımız biraz ona yardımcı olsa, iş çıkarmasa…”

70-80 yaşlarında gösteren yaşlı bir kadın geliyor yanımıza. Avucunu açarak Kürtçe bir şeyler söylüyor. “Bayramdır, hayır zamanlarıdır, bize yardım edin” diyormuş. Abdülaziz abi biraz kete veriyor yaşlı kadına. Van sokaklarında, insanların iç içe geçtiği daracık çay içilen alanlarda ellerinde pasaportları, kucaklarında kundaktaki bebekleriyle dilenen Suriyeli göçmenlerden söz açılınca sesi kırılıyor; “Allah kimseye göstermesin. Onlara yardımcı olmazsak insanlığımızdan utanmamız lazım”.

Yarım saati anca bulan tanışlığımızdan, kırk yıllık ahbap gibi ayrılıyoruz Abdülaziz abi ve torunuyla. “Giderken hala bir emrin var mı?” diyor, kaçıncı defa…

Van’da gün daha da yükseliyor. Alnımızdaki ısısı yukarılara doğru yayılıyor. Sanat Sokağında tezgahlar kuruldu. Kaçak sigara, çay, ayakkabı, kemer, poşu, her türden giysi, oyuncak… Sokağı seyyar satıcıların sesleri dolduruyor.

20 Aralık 2013 Cuma

Aliağa’da son tarım alanları yok ediliyor

Çevresindeki topraklar petrokimya tesisleri, demir çelik fabrikaları, haddehaneler, denizinin kıyısı gemi söküm işletmeleri ve limanlarla kuşatılan  Aliağa’nın kalan son tarım topraklarına da hafriyat dolduruluyor. PETKİM’in Star Rafinerisi inşaatının binlerce ton hafriyatı, Aliağa’ya 7 kilometre uzaklıkta bulunan  Güzelhisar köyündeki tarım arazilerine dolduruluyor.
Bölgenin havasını, suyunu, denizini, toprağını her geçen gün daha da  kirleten ağır sanayi kuruluşlarının kuşatmasında adeta bir ölüm kalım mücadelesi veren Aliağalılar, son tarım arazilerinin termik santral hafriyatları ile doldurulmasına isyan ediyor. Güzelhisar köylüleri geçtiğimiz hafta içerisinde yaptıkları yol kapama eylemi ile seslerini duyurmaya çalıştı. Her gün köy yolundan geçen yüzlerce hafriyat kamyonunun yollarını çökerttiğini, etrafına tehlike saçtığını, ürünlerine zarar gördüğünü belirten köylüler yolu bir saat araç trafiğine kapattılar.
Aliağa’da son tarım alanları yok ediliyorALİAĞA YİNE BAŞARABİLİR

İzmir’den gelen EGEÇEP üyelerini ve Aliağalı yaşam savunucularını köy kahvesinde konuk eden Güzelhisarlılar, sorunlarına çare arayışındaydılar. Aliağa’dan çeşitli kurum temsilcilerinin ve belediye başkan aday adaylarının da ilgi gösterdiği toplantıya, Aliağa Kazım Dirik ve Şakran Sayfiye Mahallesi muhtarlarının yanı sına Güzelhisar, Çıtak, Uzunhasanlar, Hacıömerli, Çaltılıdere  köyleri muhtarları da katıldılar. Etkinlik sinevizyonda Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam Programı seçkisi gösterimi ile başladı. Tarsus Boğazpınar, Aliağa, Kütahya ve Gerze’deki çevreci halk direnişlerinin yer aldığı seçkinin ardından konuşan programın yapımcısı ve gazetemiz İzmir Muhabiri Özer Akdemir, Aliağa’nın kirliliğe doyduğu bir süreçte bölgede 7 termik santralin daha planlandığına dikkat çekerek, “Aliağalılar da, tıpkı günümüzde Gerzelilerin yaptığı gibi termik santralcileri topraklarından kovabilir. 25 yıl önce bunu ilk yapan da buranın halkıydı zaten” dedi.
BİZİM YAŞAM HAKKIMIZ NE OLACAK?  

Çepeçevre Yaşam Seçkisindeki Aliağa demir çeliklerde çalışırken kanser olup ölen işçiyi gözyaşları ile izlediğini söyleyen Aliağalı Emekli İşçi Emine Bozkan, “Yıllarca o fabrikalarda çalıştım. Birçok arkadaşımın oradaki kirlilikler nedeniyle hastalanıp öldüğünü gördüm. Aliağalılar buna yeteri kadar duyarlı davranmıyorlar. Yeter artık, bu ölümler, bu kirlilik dursun” diye konuştu. Güzelhisar Köyü Muhtarı Mustafa Erdeniz geçtiğimiz günlerde civar 5 köyün muhtarının da katıldığı yol kapama eylemini anlatarak, “Köyün yakınındaki 2 taş ocağına  ve Petkim’in Star Rafinerisi inşaatının hafriyatları için çalışan kamyonlar yolları kullanılamaz hale getirdi. Tarlalarımız, ürünlerimiz tozdan verimsizleşti. Bizim sesimizi duysunlar” dedi. Emekli Banka Müdürü Hasan Gültepeli ise yıllarca yaptığı birikimle Güzelhisar Ovası’nda meydana getirdiği çiftliğin önüne rafineri inşaatının hafriyatlarının döküldüğünü belirterek, “Şimdi ovanın ortasında bir koca tepe oluştu. Benim rüzgarımı, güneşimi kestiği gibi tozu toprağı da ürünlerini kurutuyor. Benim yaşam hakkım ne olacak?”

Toplantı da söz alan muhtarlar ve köylüler geçmişte bölgede yetişen ürünleri sıralayarak, tarım arazilerinin bu şekilde yok edilmesine tepki gösterdiler. Şirketlerin, yüksek paralarla köylülerin arazilerini, tarlalarını kiralayıp üzerine hafriyat döktüklerini anlatan köylüler, özellikle hafriyat kamyonları nedeniyle yaşamlarının çekilmez hale geldiğini söylediler. EGEÇEP  ve FOÇEP üyelerinin de konuştuğu toplantıda, tüm bu sorunlarla mücadele için bir araya gelinecek bir platformun kurulması konusunda hemfikir kalınırken, platformun oluşumu ve ilk toplantısının önümüzdeki günlerde Aliağa’da yapılmasına karar verildi.(İzmir/EVRENSEL)
http://www.evrensel.net/haber/74575/aliagada-son-tarim-alanlari-yok-ediliyor
Eklenme Tarihi: 20 Aralık 2013

17 Aralık 2013 Salı

Gün olaydı Van olaydı



Gün olaydı Van olaydı

Önümden dikkatlice geçip yan tabureye ilişen adam, az ötede tezgah kurmaya çalışan seyyar satıcılara doğru seslendi, "Kadir, gel ekmek ye". Ekmek dediği, Van'ın meşhur ketesiydi. İrice bir ayçiçeği başı büyüklüğünde, nar gibi kızarmış, üzeri susamlı, dumanı buğulanan, sıcacık…

Özer Akdemir

Bayram arifesi güneşi yarasını sağaltan kentin üzerine vurduğunda Sanat Sokağı dolmaya başladı. Ellerinde koca koca karton kutular, çuvallar, bohçalar, tekerlekli uyduruk el arabalarıyla sokağa açılan bütün yollardan çıkıp geldi seyyar satıcılar. Alışkan hareketlerle, Kürtçe Türkçe küfürler, şakalar, gülüşmeler, sigara dumanları eşliğinde tezgahlar kurulmaya başlandı. Güneş doğalı bir iki saat olmuştu ama Anadolu'da günün ilk yüzünü gösterdiği kentti burası. Gün çabuk yükseliyor, tez ısıtıyor ve zaman doğunun efsunlu soluğunu Anadolu'ya yaymak için acele ediyordu sanki.
KETE
Sanat Sokağı girişinde, depremin izlerini hala taşıyan Telekom binasının duvarı dibine vuran güneş, kafanızı kaldırıp karşınıza bakmanıza izin vermiyordu. Küçük hasır taburelere kurulmuş kaçak katkılı çay yudumluyorduk. Daracık sehpanın ayağının biri kilit taşlı kaldırımın boşluğuna geldiğinden havadaydı. Önümden dikkatlice geçip yan tabureye ilişen adam, az ötede tezgah kurmaya çalışan seyyar satıcılara doğru seslendi, "Kadir, gel ekmek ye". Ekmek dediği, Van'ın meşhur ketesiydi. İrice bir ayçiçeği başı büyüklüğünde, nar gibi kızarmış, üzeri susamlı, dumanı buğulanan, sıcacık… Pantolon kemerlerini yan yana dizen Kadir, işini bırakıp adamın karşısına oturdu. İki çay istediler. Gırtlama yaptıkları şekerle sıcak keteyi bölüştüler.

TORUN TATLIDIR BİLİYOR MUSUN?
İlk lokmasını ağzına götürmeden keteyi uzattı bana adam; "Buyur". Van'da, güneşin insanın alnını çatlattığı bir sabahta, işte böyle tanıştık Abdülaziz Yetkin'le.
Torunuymuş karşısında oturup, utangaçça ketesini yiyen delikanlı. 20 yaşlarında gösteriyor ama daha küçük olduğunu söylüyor dedesi, "17 yaşında. Ocakta 18 olacak. Büyük gösteriyor, boyundan posundan. Babası gırto, amcası uzun bunun". Kerim Lise öğrencisiymiş ama bayram öncesi üç beş kuruş kazanmak için seyyar satıcılık yapıyormuş, onlarca yaşıtı gibi.
"Torun tatlıdır biliyor musun?" diyor Abdülaziz abi, "Tezgahını gece sabaha kadar ben bekledim, kıyamamışım ona. Şimdi o geldi ben eve gideceğim." SGK'dan emekli olmuş Abdülaziz Yetkin. İki yıl önceki depremin yarasını sarmaya çalışan kentte, çoluk çocuk tutunmaya çalışan emekçilerden birisi. "Babam Rus göçmeni ama biz görmemişiz Rusya'yı. Az Rusça öğretti bana. Acemceyi serbest konuşurum, biraz da Arapça. Anadilim Kürtçe ama".

DÖVÜŞ KAVGA OLMASIN
Bölgede silahların susmasından çok memnun; "Gece gündüz dua ediyorum. Rabbim tüm dünyaya barış koy, hiçbir dövüş kavga olmasın diye. Senin benim oğlum-kızım ölmediğinden başkasının çocuğunun ölmesine meraklıyız. Bu küçüklerin değil, büyüklerin kusuru". Belediyeden memnun Abdülaziz Yetkin, "süper ama bizim halkımız biraz ona yardımcı olsa, iş çıkarmasa…"
70-80 yaşlarında gösteren yaşlı bir kadın geliyor yanımıza. Avucunu açarak Kürtçe bir şeyler söylüyor. "Bayramdır, hayır zamanlarıdır, bize yardım edin" diyormuş. Abdülaziz abi biraz kete veriyor yaşlı kadına. Van sokaklarında, insanların iç içe geçtiği daracık çay içilen alanlarda ellerinde pasaportları, kucaklarında kundaktaki bebekleriyle dilenen Suriyeli göçmenlerden söz açılınca sesi kırılıyor; "Allah kimseye göstermesin. Onlara yardımcı olmazsak insanlığımızdan utanmamız lazım". Yarım saati anca bulan tanışlığımızdan, kırk yıllık ahbap gibi ayrılıyoruz Abdülaziz abi ve torunuyla. "Giderken hala bir emrin var mı?" diyor, kaçıncı defa…
Van'da gün daha da yükseliyor. Alnımızdaki ısısı yukarılara doğru yayılıyor. Sanat Sokağında tezgahlar kuruldu. Kaçak sigara, çay, ayakkabı, kemer, poşu, her türden giysi, oyuncak… Sokağı seyyar satıcıların sesleri dolduruyor.

16 Aralık 2013 Pazartesi

Kıyı katliamını belediye de durduramıyor





Özer Akdemir

Balıkesir Ören’in mavi bayraklı plajlarına Bakanlık emriyle taş doldurulmasını, belediyenin mührü bile önleyemedi.

Türkiye’nin en ünlü 10 plajına sahip mavi bayraklı Ören Sahillerinde, Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan mahmuz inşaatı, Burhaniye belediyesinin yasal girişimlerine ve inşaat alanını mühürlemesine rağmen devam ediyor. Doğanın doğal dengesini bozacağı belirtilen, kıyı işgali olarak nitelenen proje konusunda yazılı bir açıklama yapan Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova, hukuka aykırılığı açık olan kıyı işgaline göz yummanın suç olduğunu, belediyenin de olaya bu çerçevede yaklaştığını belirtti.
Kıyı katliamını  belediye de  durduramıyor
KIYI KATLİAMI

Akova, bakanlıkların kıyı işgalleri ile ilgili “göz yumulmayacağı” açıklamalarının olduğu bir süreçte Ören sahillerinde yapılan mahmuz inşaatını “Üyesi olduğu hükümetin başbakanına karşı gelen ulaştırma bakanlığının yanlış bir işlemi” olarak niteledi. Ören kıyılarında yapılanın “kıyı katliamı” olduğunu belirten Akova “Kişisel hırslarıyla ve çıkarları için, bu katliama sebep olanların devlete hiçbir katkıları olmadığı gibi, kamu kaynakları yok edilmektedir” dedi. Yasal zorunluluk olduğu halde Burhaniye Belediyesine Uygulama İmar Planı gönderilmediğini aktaran Akova, “Kıyı Kenar çizgisini yok eden uygulamalar yargı kararlarını da hiçe saymak ve hukukun üstünlüğünü tanımamaktır. Burhaniye halkından yoğun tepki alan doğa katline ve gürültü kirliliğine sebep olan halkın gözünden kaçmak için geceleri yürütülen bu uygulamada çevresel etki değerlendirilmesi sürecinin de tamamlanmadığı, can güvenliğinin riske sokulduğu kıyının doğal yapısının bozulduğu, denizin kirletildiği kamu kaynaklarının gereksiz yere yok edildiği, Uluslararası sözleşmelerle koruma altında bulunan posidonyalara (deniz çayırlarına) zarar verildiği uzmanların raporları gereği kaldırılması gereken taş ve kayaların daha da çoğaltılarak telafisi güç zararlar verilmesine sessiz kalınamaz” denildi.
Eklenme Tarihi: 16 Aralık 2013
http://www.evrensel.net/haber/74271/kiyi-katliamini-belediye-de-durduramiyor.html#.UsGHk_RdWSp
(İzmir/EVRENSEL)
www.evrensel.net

13 Aralık 2013 Cuma

Peki bu insanlar niye yürüyor?

Peki bu insanlar niye yürüyor?
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Levent Tüzel’in RES ve HES projeleriyle ilgili soru önergesine çevre katliamına karşı direnen köylüleri kızdıracak bir yanıt verdi. Türkiye’nin hemen her yanında süren mücadelelere değinmeyen Bayraktar, RES ve HES yapım süreçlerini halkla birlikte işlettiklerini ileri sürdü.
2014 yılı bütçe görüşmeleri sırasında en fazla eleştirilen bakanlıklardan biri de çevreye verdiği tahribattan dolayı Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar oldu. Bayraktar, konuşmasında HDP Milletvekili Levent Tüzel’e yanıt verdi.
Tüzel, bütçenin Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri sırasında Dicle Hevsel, Uşak Eşme, Bergama, Mudanya, Akkuyu, İğneada ve Sinop’taki HES ve RES’leri gündeme getirmiş ve bu çalışmaların, arama ruhsat ve izinlerinin ne pahasına yapıldığını sormuştu.
Çevreye tahribat vermediklerini öne süren Bayraktar, projelerde tüm kurum ve kuruluşlar ile yöre halkının katılımıyla ÇED süreçleri işlettiklerini öne sürdü. Proje sahibine bölgeye has azami tedbirleri aldırdıklarını da savunan Bayraktar, “Her ÇED sürecinde proje kendi içinde münferit olarak değerlendirilirken, ülke ve bölge ölçeğinde önemi ve gerekliliği de araştırılarak çevresel fayda maliyet analizleri yaptırılmaktadır” dedi.
 ‘HEVSEL’İN HES’LE İLGİSİ YOKMUŞ’

Dicle nehrinde 1 adet HES için valiliğin verdiği, “ÇED Gereklidir” kararına istinaden ÇED süreci başlattıklarını aktaran Bayraktar, “Dicle I Regülatörü ve HES Projesi’nin Hevsel Bahçeleriyle ilgisinin bulunmadığını” iddia etti.

‘BERGAMA’DASAĞLIK BERKEMALMİŞ’

Bergama altın madeninde ve Uşak-Eşme’deki altın madenlerinde; ÇED sürecinde özellikle insan sağlığı için yeterli değerlendirme yapıldığını ileri süren Bakan Bayraktar, “ÇED raporlarında işletmelerin çevrede yaşayan insanlar üzerinde etkileri ile mevcut su, toprak ve havanın durumu irdelenmiş, sonrasında yine faaliyetten kaynaklanacak kirlilik yükü hesaplanmıştır” dedi.

GÜMÜŞHANE’DE KOZA

Bayraktar, Gümüşhane Merkez ilçesine bağlı Demirkaynak Mevkii civarında, Koza Altın İşletmeleri AŞ tarafından planlanan “Mastra Altın Madeni ADT-III” projesi hakkında da ÇED süreci başlatıldığını, ÇED sürecine halkın katılımını sağlamak üzere 5 Kasım ve 11 Kasım tarihlerinde toplantılar yapıldığı bilgisi verdi. (Ankara/EVRENSEL)

KULA HALKI SOKAKLARA DÖKÜLDÜ
Kula Sandal Esenyazı köylüleri, tarlalarının dibine kurulan tehlikeli atık bertaraf tesisinin çalışmaya başlamasından bir yıl bile geçmeden, sokaklara döküldüler. Ürünleri kurumaya başlamış, suları kahverengiye dönmüştü. Açılışını Bülent Arınç’ın yaptığı tesislerin tüm izinleri tamdı ve çevre kirliliğinin olmaması için kağıt üzerinde “gerekli tüm tedbirler” alınmıştı.
TURGUTLULULAR NİKEL MADENCİLİĞİNE KARŞI MİTİNG YAPMIŞTI
Turgutlu’lular Çaldağı’da sülfirik asit liçi yöntemiyle yapılan nikel madenciliğine karşı yürüyorlar. Yaşam alanları olan ve dünyanın en verimli 7 Ovası arasında sayılan Gediz Ovası’nın yok olmasını önlemek için. Çaldağı’nda nikel madeni aranmasına tepki gösteren Turgutlu halkı miting düzenlemişti.
İNAY KÖYLÜLERİ ALTIN MADENİNİ PROTESTO EDİYOR
Kışladağ da İnay köylüleri birçok mahkeme kararına karşı üretim izni verilen altın madenini protesto ediyorlar. Köylülerin eylemlerinde ne kadar haklı oldukları madenin resmi açılışından 15 gün önce meydana gelen siyanür kazasında 1500 kişinin zehirlenmesi sonrasında ortaya çıktı.
Eklenme Tarihi: 13 Aralık 2013

Gezegenin kahramanları



Özer AKDEMİR

4.54 MİLYAR yıl önce oluştuğu varsayılan dünyada ilk insansı canlının 2-3 milyon yıllık bir geçmişi var. Alg ve radilaria adı verilen ilk canlıların ortaya çıkışı ise 54 milyon yıl öncesine dayanıyor. İlk canlılardan günümüze kadar dünyaya en çok zarar veren canlı türü insan ırkından başkası değil. Dünyanın son 200 yılına hakim olan kapitalist sistemden kaynaklandığı artık bilimsel olarak da ortaya konan; küresel ısınma, binlerce türün yok olması gibi gerçekler, tüm bunlara karşı mücadele edenlerin yaşam öykülerinin bilinmesini öne çıkarıyor.

Gazeteci Kevin Desmond imzasını taşıyan “Planet Savers, 301 Extraordinary Environmentals” adlı kitap, yaşadığımız gezegeni kendi ırkından (insanlıktan) koruyabilmek için ünlerini, hatta yaşamlarını tehlikeye atmaktan çekinmeyen “kahramanları” konu ediniyor. Charles Darwin’den, Gandhi’ye, Budha’dan Kaptan Costeau’ya kadar dört kıtadan 301 bilim insanı, sanatçı, aktivist, avukat, şair, politikacıyı bir araya getiren kitabı The Environmentalist dergisi “Yüzyıllar boyunca çevre bilincine adanmışlık konusunda en ilginç ve ufuk açıcı yapıtlardan biri” olarak nitelemiş.
Gezegenin kahramanları
KİTAPTAKİ TEK TÜRKİYELİ

Üç yılda yazımı tamamlanan kitapta adları bulunan isimlerin bazıları Alternatif Nobel Ödülü alan kişiler. 301 kişi içerisinde Türkiyeli tek isim, işte bu Alternatif Nobel ödülünün de sahibi bir kadın; Birsel Lemke. Balıkesir Ören’de yaşayan bir turizmci Lemke. Kitapta Lemke’den “1990ların başında çokuluslu Eurogold şirketi tarafından Ege kıyılarında başlatılan yüzlerce maden arama projesine karşı çıkmak amacı ile bölge halkını örgütleyerek “Hayır!” girişimini başlatmıştır” diye bahsediliyor. Tarihin garip bir cilvesi olsa gerek, kızlık soyadı Altın olan Birsel Lemke, ülkemize altın madencilerinin ilk girmeye çalıştığı yer olan Küçükdere’de altın madeni karşıtı direniş kıvılcımını yakan isimlerden birisi.

YAŞAMI SAVUNMAKTA ISRAR


Kendisine 2000 yılında Alternatif Nobel’in verilmesi ve “301 gezegen kahramanı” arasında adı geçen tek Türkiyeli olması altın madenlerine karşı direnişlerdeki rolü ile ilişkilendirilse de, Lemke’nin yaşam savunusu mücadelesindeki rolü bunlarla sınırlı değil. Yaşam alanları Havran Barajının suları altında kalan yarasa kolonilerinin kurtarılması mücadelesinde, Yortanlı Barajına gömülen 2000 yıllık sağlık yurdu Allianoi’nin yok olmasının engellenmesi kampanyasında, Kışladağ’da, Kozak Yaylalarında, Kaz Dağlarında altın madeni karşıtı direniş örgütlenmelerinde ve Ören’de, Işıklar Sahilindeki Posediana çayırlarına taş dökülmesine karşı açılan davalarda Lemke’nin adı, emekleri vardır. Lemke, iktidarların ve sermaye kesiminin hiç de hoşuna gitmeyen bu çabaları yüzünden geçmişten günümüze hedefe konan, hakkında çok çeşitli karalama kampanyaları düzenlenen bir kişi olmasına rağmen düşüncesinden, eyleminden geri adım atmaması ile de tanınan bir isim. Adının, insanlık tarihinden günümüze gezegenin korunması için yaşamlarını bile tehlikeye atan 301 insanın arasında geçmesinin ana nedenlerinden birisi de inandıklarından geri adım atmayan, tüm olumsuzluklara rağmen yaşamı savunmaya ısrarla devam eden kişiliği ve tavrı olsa gerek.
http://www.evrensel.net/haber/74106/gezegenin-kahramanlari.html#.UsGHE_RdWSq
Eklenme Tarihi: 13 Aralık 2013

11 Aralık 2013 Çarşamba

Çevre katliamına bilirkişi incelemesi

Özer AKDEMİR
İzmir

İzmir Demir Çelik fabrikasının cüruf atık alanında önceki gün bilirkişi keşfi yapıldı. Yaşam savunucularının açtığı dava sonucu yapılan keşfe bölgedeki yaşam savunucuları da katıldı.
Aliağa Foça arasındaki daracık alana 9 tane termik santral birden yapılmak isteniyor. Bölge aynı zamanda, demir çelikler, gemi söküm tesisleri, gübre sanayi, petrokimya tesisleri gibi ağır ve kirli sanayinin yoğun olduğu da bir bölge. Foçalı, Aliağalı, İzmirli yaşam savunucularının uykusunu kaçıran bu gelişmelere karşı aylardır yörede bir kamuoyu duyarlılığı yaratılmaya çalışılıyor ve çevre kirliliklerine karşı mücadele ediliyor. En son Demir Çelik fabrikası cüruf atıklarıyla ilgili olarak dava açıldı ve bilirkişi bölgeye giderek incelemelerde bulundu.

İZMİR’İN ORMANLARI YOK EDİLİYOR

Termik santrallere karşıtı mücadelenin önde gelen isimlerinden Foça Çevre Platformu (FOÇEP)Üyesi Bahadır Doğutürk, bilirkişi keşfini “umutluyum” diye değerlendirdi. “Bilirkişi heyetiyle Ilıpınar’da buluştuk. Araçlarla güzelim ormanların içinden geçip cüruf alanına çıkmak, yüzünüze tokat yemekten farksız! Heyetin etkilendiğini düşünüyorum. Onların vicdanına seslendik, gezerken. Onlar ise ‘Vicdanen değil bilimsel gerçeklere göre karar vereceğiz’ dediler. Yine de cüruf alanlarının ormanlık alana tecavüzünü, zeytinlikleri ve cürufları birlikte görmeleri iyi oldu” dedi. Bahadır Doğutürk, eğimli bir vadide, bir plastik örtü üzerine dökülen demir çelik cüruf ve tufal atıklarının miktarının 50 milyon tonu bulduğu görüşünde: “Belki de iyimser bir rakam bu. Bu miktarı geçmiş bile olabilir” diyor. Durumu akıl tutulması olarak değerlendiren Doğutürk, “İzmir’in en önemli ormanlık alanları yok ediliyor. Curuf alanları daha termik santral yokken bu halde.”

23 yıl önce, aynı bölgede yapılmak istenen termik santralin Danıştay tarafından “Bölge bu kirliliği kaldıramaz” gerekçesiyle engellendiğini anımsatan Doğutürk, “Aliağa bir termik santral tarlası değildir. Elini kolunu sallayarak gelen istediği sanayiyi buraya yapamaz. Yine direnmeye devam edeceğiz” diye konuştu.
İNSANLIK AYIBI!
Çevre katliamına  bilirkişi incelemesi
Aliağa ve yöresindeki çevre sorunlarına karşı bir şeyler yapmak için haftalardır çırpınan Şennur Yüksel Bal da, önceki günkü bilirkişi keşfinin ardından yaşadığı şaşkınlık ve üzüntüyü hâlâ üzerinden atamamış. “Bu kadar olduğunu bilmiyordum. Aliağa’da herkese göstermeli burunlarının dibindeki bu doğa katliamını. Buradaki insanlık ayıbını, çevre katliamını anlamak için ille de konunun uzmanı olmaya gerek yok. İnsan olan ne böyle bir katliama izin verir ne de seyirci kalır” diyor.
İZMİR DE ETKİLENİYOR
Keşfe katılan Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ: Bölgedeki vahim durumu anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz zaten. Sadece Foça’nın meselesi değil bu. Özellikle İzmir metropolünü çok etkiliyor. Herkesi mücadelemize çağırıyoruz.
Foça Zeytin Üreticileri Birliği Başkanı Raşit Dirim: Buraya cüruf döküm sahası yapmalarının yanlışlığı yetmiyormuş gibi, orman alanlarını da işgal ediyorlar. Bölgede zeytin üreticilerinin elleri simsiyah kalıyor pislikten.
Eklenme Tarihi: 11 Aralık 2013


6 Aralık 2013 Cuma

Ören taş sahilleri!..


Özer Akdemir

Burhaniye Ören de mavi bayraklı kıyılara, uluslararası korumalı Poseidon çayırlarının üzerine taş ve beton dökümü yeniden başladı!...

Kazdağlarının Ege denizi ile birleştiği mitolojide “Işıklar Sahili” olarak geçen Burhaniye Ören kıyılarına taş dolduruluyor! Kumsalları erozyondan koruma adına kıyı katliamı yapıldığını söyleyen Burhaniye Ören’liler duruma tepkili.

Ören sahillerinde Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Bursa IV. Bölge Müdürlüğü tarafından 2011 yılında başlatılan “Burhaniye Kıyı Erozyonu Önleme Mahmuz İnşaatı” ile, denizin içine 65’er metre aralıklarla 25’er metre uzunluğunda kayalar döküldü. Yöre halkının ve turizm işletmelerinin bilgisi dışında başlayan çalışmanın kim tarafından ve niye yapıldığı uzun süre öğrenilemedi. Bakanlıkça yapıldığı anlaşılan projenin imar planlarına ve imar mevzuatına aykırı olduğunun ortaya çıkmasının ardından Ulaştırma Bakanlığı Bursa IV. Bölge Müdürlüğü’nün apar topar bir imar planı teklifi hazırlatıp ve mevzuat gereği 9 kuruma görüş için gönderdi.

ULUSLARARASI KORUMAYA RAĞMEN

Kaymakam ve Burhaniye belediyesinin bilgisi dışında gerçekleştirilen bu çalışmanın, yörenin denizinde bulunan ve uluslararası sözleşmelere göre korunması devlet güvencesinde olan Posidonia oceanica’ya da (deniz çayırı, deniz eriştesi) büyük zarar verileceği dile getirildi. Mahmuzların kaldırılması için yapılan başvurular ve davalar henüz sonuçlanmadan önceki gün Ulaştırma Bakanlığı’nın, denizin etkisiyle kısmen dağılan mahmuzları onarım çalışması başlatması tepki ve şaşkınlıkla karşılandı.

Yapılan çalışmaların ortada imar planı bile yokken, ÇED izni alınmadan tekrar başlatılmasına tepki gösteren Burhaniyeliler “sivri taşlardan oluşarak, denize giren insanlarımız için tehlike yaratan, denizimizi kirleten bu taş yığınlarının kaldırılması gerekirken, bu kadar zararlı bir projede Ulaştırma Bakanlığı’nın ısrar etmesine bir anlam veremiyoruz” diye konuştular.

TURİZME BÜYÜK ZARAR VERİYOR

Ören kıyalarının doğal yapısı gereği erozyondan uzak olduğunu dile getiren yurttaşlar, erozyonu önleme iddiasıyla yapılan bu mahmuzlardan sonra, var olan kumsal alanlarının da azaldığını belirttiler. Kıyılara ve denize yapılan bu müdahalenin bölge ekonomisinde büyük önem taşıyan turizm tesislerine ağır zarar verdiği, mahmuz görüntüleri ile çirkinleşen ve kirlenen Ören denizinin yabancı turistler açısından cazibesini yitirmeye başladığını dile getirdiler. Mavi bayrak taşıyan bir sahile yapılan bu müdahale sonrası denizin içinin deniz kestaneleri ve ahtapotlarla dolduğunu belirten turistik tesis işletmecileri, “Ve posidonialar gittiği için zehirli yosun geldi. Buradaki turizm tesisleri ülkeye önemli oranda döviz girdisi sağlıyorlar. Üstelik vatandaşın vergisiyle böyle şeyler yapılmasına anlam veremiyoruz” diye konuştular.

(Balıkesir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 06 Aralık 2013
http://www.evrensel.net/haber/73550/oren-tas-sahilleri

Kendilerine rant planı yapmışlar



Özer Akdemir

Bozcaada’nın güneyini yapılaşmaya açan imar planını da, aynı alandaki 38 konutluk “Bağ Evleri Projesi”ni de aynı şirketin hazırladığı ortaya çıktı.

1997 yılında Bozcaada Belediyesi tarafından onaylanan 1/5000 lik Nazım İmar Planı ve 2010 yılında onaylanan “Akvaryum Bağ Evleri” projesi “An Yapı ve Turizm Ltd. Şti. Global Mimarlık, Şehircilik İnş. ve Tic. Ltd. Şti.” isimli şirkete yaptırıldı. Şirketin İnternet sitesinde Bozcaada imar planı ile adanın güneyinde yapılan toplu konut projesi aynı sayfada görülüyor.

Akvaryum Koyu’nda planlanan 38 konutluk proje için ilk 8 konutun inşaat çalışmaları sürüyor. Bozcaada’nın Ayana, Çanak ve Akvaryum gibi doğal koyları için alınan yapılaşma kararlarının, bölgenin özelliğine ve niteliğine bakılmadan alındığı dile getiriliyor. Adını denizinin renginden ve temizliğinden alan Akvaryum Koyu’na bakan yamaçlar, birçok hayvana ve canlıya ev sahipliği yaparken, bölgede Bozcaada ekosisteminin bir parçası, adanın havasına, kokusunu veren 3 farklı türde geven bitkisi bulunuyor.

ÇİVİ BİLE ÇAKILMAMALI

Bozcaada’da sit alanlarının 2009’da yeniden belirlendiğini dile getiren Bozcaada Forumu, bu tarihten önce yapılan bütün planların geçerliliğini yitirdiğini belirtiyor. 1997’de Bozcaada Belediyesi tarafından hazırlanıp, onaylanan 1/1000 ve 1/5000’lik projelerin bu nedenle geçerliliği olamayacağı görüşünü aktaran Bozcaada Forumu, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunu da bu projeleri onaylayarak, yanlışa ortak olmakla suçladı. Bozcaada ile ilgili daha önce yapılan 1/25.000 lik planın genel olarak şehir merkezini kapsadığının altını çizen Forum, günümüzde yapılaşmanın başladığı Akvaryum Koyu’nun ise 1/25.000 lik planının olmadığını kaydetti. Forum açıklamasında; “Yeni 1/25.000’lik planda, bu alanlarının plana işlendiği ve adanın bağ ile tarım arazileri dahil, güneyinde daha büyük bir alanın yapılaşmaya açıldığı görülmektedir. Yeni 1/25.000’lik yürürlülüğe girmeden adanın hiçbir köşesine çivi bile çakılmaması erekmektedir” dedi.

SEÇİMLE DEĞİL AMA GEZİ’YLE İLGİMİZ VAR
Bozcaada Belediye Başkanı Mustafa Mutay’ın Bozcaada Forumu’na yönelik;”Buradan beni yıpratmaya çalışanlar, bu asılsız haberlerle oy bekleyenler yanılıyor” sözlerini eleştiren Bozcaada Forumu üyeleri, “Bizler, yaşamına, toprağına, kültürüne sahip çıkan, bunları korumak adına mücadele eden, adaya gönül vermiş kişileriz. Bizim ne kaçak inşaatımız, ne seçim hesaplarımız ne de başka hesaplarımız vardır. Mücadele duygumuzun daha da güçlenerek ortaya bir forum çıkmasının seçimle değil ama Gezi’yle ilgisi vardır. Adamızın geleceğine kastedecek her türlü uygulamayla, rant ve çıkar gruplarıyla sonuna kadar mücadele edeceğiz” açıklaması yaptı.

Eleştiriler karşısında bir açıklama yapan 4 dönemdir Belediye başkanlığını yürüten ANAP’lı Belediye Başkanı Mustafa Mutay, imara açılan alanın küçük bir alan olduğunu ve ‘bağcılığı korumak’ için böylesi bir uygulamaya gittiklerini ileri sürdü.
Eklenme Tarihi: 06 Aralık 2013 

Aliağa Toplantısı



6 Aralık 2013 Cuma
Saat18:00
Petrol İş Sendikası Toplantı Salonu Aliağa
EGEÇEP ( Ege Çevre ve Kültür Platformu'nun katkılarıyla )
Konuşmacılar :
Prof. Dr. Ali Osman KARABABA - Ege Üni. Tıp Fak. Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Bşk
Hüseyin YURTTAŞ - Emekli Öğretmen, yazar
Gazeteci, yazar Özer AKDEMİR' in sunumuyla sinevizyon gösterimi
ALİAĞA VE CİVARINDAKİ YAŞAM YERLERİNDE ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN BOYUTLARI, İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÇEVRE MÜCADELESİNDE YAŞANANLAR.

5 Aralık 2013 Perşembe

Memlekette ne cevherler var!

Memlekette ne cevherler var!
Özer AKDEMİR
İzmir

İzmir 2. Kent Sempozyumunda konuşan Yrd. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, Irak’tan getirilen savaş hurdalarındaki radyasyonun Sivas’a gömüldüğünü açıkladı. Bu gömü iznini veren yetkilinin söyledikleri ise ‘yok artık’ dedirten cinsten; “Sivas’ta cevher çok. Bunlar da orada dursun, ilerde cevher olur.”
Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, sempozyumda tehlikeli atıklar üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Sunumunda, Irak savaşında kullanılan radyoaktif izli mermiler ve diğer radyasyon bulaşıklı savaş araç gereçlerinin İzmir’deki demirçeliklere getirildiğini belirten Küçükgül, “Bu atıklarla ilgili üç ay sonra radyasyon şikayeti gelince atıkları Sivas yakınlarında bir vadiye gömdüler. Bu kararı veren yetkili, ‘Sivas’ta cevher çok, atıklar orada dursun ilerde cevher olur’ dedi” diye aktardı.  
Küçükgül, ülkemizde tehlikeli atık miktarı konusunda rakam vermenin çok da olanaklı olmadığını söyleyerek, “Çünkü resmi bir açıklama yok, tahminlerle hareket ediyoruz” dedi.
BİR KALEMDE ATIK MİKTARI NASIL DÜŞÜRÜLÜR?
Sunumunda, 2011 yılındaki atık üretimi ile ilgili firmalardan talep edilen bilginin sonuçlarını verdi Küçükgül; ülke genelinde beyan formu dolduran 18.428 tesisten gelen verilere göre 2011 yılı tehlikeli atık miktarı 938.498 ton. Bu atıklara siyanür, sülfirik asit gibi kimyasal maddelerle yapılan madencilik faaliyeti sonucu çıkan atıklar dahil değil. Tam bu noktada, ülkemizde “Tehlikeli Atık Kontrolü Yönetmeliği”nde son dönemde yapılan değişikliklerle, Maden Yasası’nda yapılan değişiklikler arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor Küçükgül.  Bakanlıklar, bir küçük kalem oynatmasıyla tehlikeli atık sınıfında olan birçok maddeyi “tehlikeli” olmaktan çıkarmışlar. Böylece hem atık miktarı azalmış, hem de özellikle madencilik gibi sektörlerin önündeki büyük bir engel temizlenmiş! Bu atıkların ne olacağı, doğaya, canlı yaşamına zararları ise bu kalem oynatmalarda çok da hesaba katılan ölçütler sınıfına girmemekte.
“GSM ruhsatı olmayan çok sayıda işletme var. AKSA kuruluşundan 12 yıl sonra izin aldı mesela. İskenderun kuruluşundan 30 sene sonra ruhsat aldı. PETKİM’in ruhsatı var mı? Demir-çeliklerin ruhsatı var mı?” diyen Küçükgül, Türkiye’nin en önemli sanayi kuruluşlarının hâlâ ruhsatsız olduğu gerçeğine de vurgu yaptı.
Küçükgül evlerde de çok sayıda tehlikeli atık sınıfına giren madde olduğunu, AB ülkelerinde ve ABD’de bununla ilgili ayrı yönetmelikler varken, bizde hâlâ atık yönetim stratejisinin bile belirlenmediğini söyledi. “Atıklar nasıl toplanır, nasıl toplanmalı, ne yapılmalı buna ait bir yönetmelik yok. Şehirlerdeki mafyavari organizasyonlar bu işi yapıyor. Türkiye genelinde örgütlü bu kesim. Patronların altında lüks araçta az oto yoktur. Bu adamlardan bir araştırma için peti camı kaça sattığını yalvar yakar öğrendik. Bakandan daha güç ulaştık ve bize “Siz gençsiniz bu işle uğraşmayın” diye nasihat ettiler!”
BİNLERCE ÇEVRE MÜHENDİSİ İŞSİZKEN...
Yrd. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, binlerce çevre mühendisinin işsiz gezerken, işletmelerin çevre mühendisi yerine “çevre görevlisi” adı altında, konu hakkında bilgisi olmayan kişileri istihdam etmesini de eleştirdi. İzmir’in içme suyundaki arsenik miktarını arıtmak için kurulan tesislerle ilgili de konuşan Küçükgül, bu tesislerde sudaki arseniğe ne yapıldığın sordu. Yılda 60 ton arsenik üretilmesi lazım bu tesislerde, ne oldu bu arsenik” diyen Küçükgül, “Arsenik gibi bir ağır metali siz yakma tesisinde yok edemezsiniz. Simyacılar o işi yapabilir” dedi.
Eklenme Tarihi: 05 Aralık 2013

2 Aralık 2013 Pazartesi

Kazdağlarında yaklaşan felaket

Kazdağlarında yaklaşan felaket
Özer Akdemir
İzmir


Bayramiç Barajını tepeden gören Kurşunlu köyünde yine iş makinelerinin sesleri yükseliyor. İş makineleri delik deşik ediyor köyün üzerindeki Killik Tepesini. Toz, gürültü, taş toprak köyün üzerine yağıyor her geçen gün. Eski köylerini baraja verip, daha yukarılara çekilen köylüler, topraklarının şimdi de felsdpat madeni için ellerinden alınmasına karşı direnmeye çalışıyor. Ağaçlara kendilerini bağladılar, iş makinelerinin önüne çıkarak ‘Duran Köylü’ eylemi yaptılar, Ankara’ya gidip mecliste dertlerini anlatmaya çalıştılar, maden alanına çadır kurup açlık grevine yattılar… Ama olmadı!...

ÇOK SAYIDA HASTALIK ORTAYA ÇIKACAK’

Madenin kirliliği yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki Bayramiç Barajına karışıyor. EGEÇEP tarafından Kurşunlu Köyü’ne yapılan destek ziyaretinde EGEÇEP Dönem Sözcüsü Prof. Dr. Ali Osman Karababa, köyün içme suyu havzasına yakınlığına dikkat çekmişti: “Burada yapılan faaliyetin, buradan başlayıp bu suyun gittiği her yere zehir taşıması söz konusu. O yüzden bunun mutlaka engellenmesi gerekiyor, aksi taktirde çok sayıda insanın, buradan çıkacak zehirlerle atıklarla hasta olması söz konusu. Ki çok sayıda hastalık bu bölgenin sorunu olarak yaşanmaya başlayacak. Bunların hemen hemen hepsi de ağır metallerden, toksik kimyasallardan kaynaklı sağlık riskleri olacak.”

UYUYAN CANAVAR UYANACAK

Felsdpat madenciliği yapmak isteyen Zafer Madencilik adlı şirket Killiktepe’ de günde 100 ton pasa stoklayacağını belirtiyor projesinde. Bölgenin yoğun yağış aldığı göz önünde bulundurulursa, pasa içindeki sülfürün sülfirik asit olarak pasadaki ağır metalleri çözeceği, uyuyan canavarı uyandıracağı yapılan bir diğer uyarı. Bu, başta arsenik olmak üzere ağır metallerin Kurşunlu halkının içtiği, kullandığı sulara ve ekim yaptığı topraklara karışacağı anlamına geliyor. Bu ağır metaller Bayramiç Barajı’na da karışacaktır ki, bu baraj yöre halkının hem içme suyu hem de tarımsal sulamada kullandığı en önemli kaynak durumunda.
Baraja bu kadar yakın bir konumda, üstelik son derece eğimli bir arazide yapılacak madenciliğin baraj sularını kirleteceği uyarıları şu ana kadar duymazdan gelindi.

VALİ YASAYI BİLMİYOR MU?

Geçtiğimiz günlerde köye giden Çanakkale Valisi, dünyanın her yerinde madencilik faaliyeti yapıldığını belirterek, yine de verilen izinlere bakacağını söylemekle yetindi. Madenin kapatılması talebiyle 22 gün açlık grevi yapan Kurşunlu Köylüsü Bülent Behçet Özüner’i arayan vali yardımcısının sözleri de aslında pek farklı değildi, “Sorunla ilgileneceğiz. Yasal sürece bakacağız”. Felsdpat madeninin Bayramiç Barajına 1.150 metre uzaklığı ile barajın orta mesafe koruma alanında olduğu dile getiriliyor. Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 19. Maddesi e fıkrasında içme ve kullanma suyu rezervuarlarının orta mesafeli koruma alanları için “Hiçbir şekilde maden ocağı açılmasına ve işletilmesine izin verilemez” hükmü var. Şimdi hem köylüler, hem de yaşam savunucuları valiliğin bu yasaya göre harekete geçmesini ve madene mühür vurmasını bekliyor.

KAZDAĞLARINI BEKLEYEN FELAKET SENARYOSU

Yerli-yabancı çok sayıda altın, kurşun, felspat, bakır ve molibden işletmecileri tarafından adeta kuşatılan Kazdağlarının bu ‘vahşi madencilik’ olarak tanımlanan faaliyetler sonrası yaşanmaz hale gelebileceği uyarısı, her geçen gün gerçekleşme olasılığı daha da yükselen bir felaket senaryosu haline geliyor.
MADEN ANTİK KENTE BİTİŞİK! 

Kurşunlu'da yapılan madencilin bir diğer yönü ise madencilik yapılan alanın Skepsis antik kentine bitişik olması. Çanakkale müze müdürlüğünün maden çalışmalarının sürdüğü Killiktepe’de çoban yerleşimleri diyerek küçümsediği alanın, antik kentin hinterlandı içinde bulunduğunu belirten köyde yaşayan Arkeolog Kağan Baraş, bu tepeninde 1. derece SİT içerisine alınması ve korunması gerektiğini söylüyor. Proje dosyasında 765 hektar olarak görülen ruhsat alanını sadece 7 hektarı için çalışma iznini olduğu dikkat çekiyor. Bu rakamın “ÇED gerekli değildir” belgesi almak için küçük gösterildiği şüpheleri dile getiriliyor. Proje dosyasında yıllık 100 bin tonluk bir kapasite artışından söz edilirken ve dosyadaki rakamlar buna göre hazırlanmışken, yıllık 300 bin ton üretim kapasitesi kafaları karıştıran bir diğer ayrıntı durumunda.
Eklenme Tarihi: 02 Aralık 2013 

24 Kasım 2013 Pazar

Turgutlu bir kez daha toprakları için savaşıyor

Turgutlu bir kez daha toprakları için savaşıyor
Ege’nin birçok yerinden gelen yaşam savunucuları, Çal Dağı’nda yapılan nikel madenciliğine karşı gerçekleştirilen mitingde buluşarak, öfkelerini haykırdı.
Manisa’nın Turgutlu ilçesinde Çal Dağı’nda yapılan nikel madenciliğine karşı miting düzenlendi. Mitingde, babasının omzunda katılan 3 yaşında bir çocuk da vardı. ‘Kızlı-erkekli geldik’ pankartı taşıyan liseliler de. 80 yaşındaki Hacı Muammer Arabulan, üzerinde “madene hayır” yazılı önlüğü ve bastonuyla kortejin en önünde yürüdü. Sarıbey köyünün kadınları renkli şalvarları ve başörtüleriyle, engelli bir genç ise anne babasının ittiği tekerlekli arabasıyla “Çal Dağı’nda maden istemiyoruz” diyordu.
DİREN KASABA!
EGEÇEP bilişenlerinden Turgutlu Çevre Platformunun (TURÇEP) düzenlediği mitinge AKP dışında birçok siyasi parti ve kitle örgütlerinin katıldığı görüldü. Mitingde ayrıca İzmir, Ayvalık, Bergama, Dikili, Aliağa, Karaburun gibi birçok ilçeden yaşam savunucuları da yerlerini aldı. 50. Yıl Atatürk Anıtı’nda Koza Pazarı Meydanı’na kadar kortejler halinde yapılan yürüyüşte “Vahşi madenciliğe hayır”, “Kimin ormanı çoktur, sırtı pek karnı toktur” gibi pankart ve dövizler taşındı. Gezi direnişinin etkilerinin de yansıdığı yürüyüşte, “Diren Kasaba”, “Kızlı erkekli geldik”, “Bu daha başlangıç” gibi dövizler de dikkat çekti.
ÖLÜ İNSANA İŞ BULUNUR MU?
Miting alanında yapılan konuşmalarda nikel madeninin yarattığı tehlikelere dikkat çekilirken, AKP iktidarının uyguladığı bu politikalara karşı tüm siyasi düşüncelerin ortak hareket ederek yaşam alanlarının korunması gerektiği mesajları verildi. Mitinge katılan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven madencilerin vatandaşları iş vaadi ile kandırmaya çalıştıklarına dikkat çekerek, “Ölü insana iş bulunur mu?” diye konuştu. (Manisa/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 24 Kasım 2013 


23 Kasım 2013 Cumartesi

Madenin kara kutusu istifa etti

Madenin kara kutusu istifa etti
Özer AKDEMİR
İzmir

Bergama köylülerinin yaşam alanlarını korumak için yıllarca mücadele etmelerine rağmen, siyasi iktidarların yargı kararlarını uygulamaması sonucu Türkiye’de siyanürlü altın işletmeciliğinin önünü açan Bergama Ovacık’taki altın madeninde yeni gelişmeler yaşanıyor. Gümüşhane, birçok yerde de altın madeni işletmeleri olan, Koza Altın Şirketi Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt, geçtiğimiz günlerde görevinden istifa etti. Öğüt, madenin ilk sahibi Eurogold zamanından istifa ettiği güne kadar hep üst düzey yöneticilerinden birisi oldu. Yaşam savunusu mücadelesi verenlere karşı saldırgan tavırları ve şirket çalışanlarını çevrecilere karşı kışkırttığı suçlamalarıyla hakkında pek çok dava açılan Öğüt’ün istifa gerekçesi henüz netleşmedi.
Öğüt, geçtiğimiz ay Koza Şirketi istişare kuruluna gönderdiği 12 ekim tarihli bir e-posta ile görevinden istifa ettiğini duyurdu. Şirket Genel Müdürü İsmet Sivrioğlu da 21 Ekim’de 2013 tarihinde Öğüt’ün görevinden istifa ettiğini açıkladı.
HER DAVADA ADI VAR!
Bergama Ovacık’taki altın madeni ülke kamuoyunun gündemine geldiği günden bu yana adı hep tartışmaların içinde yer alan Öğüt, 5 Haziran 2005’de Çamköy’de Çevre Günü’nü kutlamaya giden çevrecilere altın madeni çalışanlarının saldırısını organize etmekle suçmanmıştı. Olayların üzerinden 5 yıl geçtikten sonra açılan davada aralarında Öğüt’ün ve Şirket Patronu H. Akın İpek’in de bulunduğu çok sayıda kişinin yargılanmasına devam ediliyor.
Öğüt'ün adının geçtiği bir başka olay ise, bu saldırıdan bir yıl sonra Dikili’deki, siyanürlü altın ve çevre paneline altın şirketi çalışanlarının yaptığı baskın oldu. Panelin yapıldığı çay bahçesine ellerinde pankart sopaları ile gelen çok sayıda maden çalışanının neden olduğu olaylar, polisin havaya ateş açması ile önlenebilmiş, Öğüt ve birçok kişi olayların ardından gözaltına alınmıştı. Öğüt’ün adı, altın madeni ile ilgili bir haberin de olduğu gazetemizi dağıtan Emekli Öğretmen Gani Oğuz’un şirket çalışanları tarafından Kasım 2002 tarihinde darp edilmesinde de geçiyor.
FEDAİNİN İTİRAFLARI MI SONUNU HAZIRLADI?
Başka birçok davada adı geçen ve hakkında çeşitli şikayetler olan Öğüt’ü istifaya götüren sürecin, Öğüt’ün 3 yıl 4 ay korumalığını ve şoförlüğünü yapan Ersan Var’ın itiraflarının olduğu dile getiriliyor. Gazetemizde 4 gün boyunca “Bir fedainin itirafları” başlığı ile çıkan yazılarda Ersan Var, çalıştığı süre içerisinde madende gördüğü hukuksuzluk ve usulsüzlükleri bir bir sıralarken, tüm bu kirli işlerde Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt’ün parmağı ve bilgisi olduğunu ileri sürmüştü. İddialarla ilgili ulaşmaya çalıştığımız Öğüt, telefonlarımıza ve mesajlarımıza yanıt vermezken, iddialarla ilgili de Ersan Var’ı hedefe koyan bir iki cümlenin dışında bir açıklama getirmemişti.
ÖĞÜT HAKKINDAKİ BAZI İDDİALAR
Ersan Var’ın Hayri Öğüt ile ilgili son derece önemli iddialarından bazıları şunlardı; * Şirketin Kozak’ta yaptığı ağaç katliamı, dere yataklarının değiştirilmesi ve ilaçlarla fıstık çamlarının kurutulması gibi konular Hayri Öğüt’ün bilgisi dahilinde yapıldı.
* Dikili’deki panel baskınını Öğüt organize etti.
* Öğüt’ün talimatıyla maden hakkında olumsuz haberler yapan Bergamalı Gazeteci Ahmet Üneroğlu’nun önünü kestim. Konuşmalarından ve köşe yazılarından dolayı rahatsız oldu Hayri bey.
* Bir mahkeme çıkışında Hayri Öğüt’ün talimatı ile madenin Eski Kamu İlişkileri Müdürü Hasan Gökvardar’ın arabasını ve evini yumurta yağmuruna tuttum. Gökvardar, madenin kirli ilişkilerini deşifre eden açıklamalar yapıyordu.
* Dikili’den CHP’li Meclis Üyesi Ali Demirel’e, Belediye Başkanı Osman Özgüvenle ilgili bilgi, belge getirmesi karşılığı, Öğüt’ün bilgisi dahilinde içi para dolu zarflar götürdüm.
* Öğüt’ün talimatı ile, Bergama’ya gelen Başbakana Kozak’ın sorunları ile ilgili dosya vermek isteyen Yukarıbey Köyü Muhtarı İlhan Çakır’ın elindeki dosyayı, Çakır’ı tartaklayarak aldım.
* Altın şirketinin Kozak’taki fıstık işleme ve süt kooperatifindeki usulsüzlükler Hayri Öğüt’ün bilgisi dahilinde yapılıyordu.
* Altın madenine yemek sağlayan Bergamalı Esnaf Alpaslan Karakaya Öğüt’ün kendisinden fatura yolsuzluğu yapmasını istediğini ileri sürdü.
Eklenme Tarihi: 23 Kasım 2013


9 Kasım 2013 Cumartesi

Yevmiyelerin karşılığı bu mu?


09 Kasım 2013 06:00
Bayramiç’e bağlı, Hacıbekirler, Halilağa ve Muratlar köyünde “Sürdürülebilir Toplumsal Gelişim Programı” adı altında köylülere ücretsiz toprak analizi, tohum ve yem desteği dağıtımı yapılıyor.
Özer Akdemir
Yevmiyelerin karşılığı bu mu?
Bayramiç’e bağlı, Hacıbekirler, Halilağa ve Muratlar köyünde “Sürdürülebilir Toplumsal Gelişim Programı” adı altında köylülere ücretsiz toprak analizi, tohum ve yem desteği dağıtımı yapılıyor.
Proje, Muratlar köyü yakınlarında altın madenciliği işletmek isteyen Truva Bakır Madencilik AŞ’ye ait. Projenin Ankara merkezli Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği (SÜRKAL) tarafından geçtiğimiz ilkbaharda bu üç köyde yapılan çalışmaların sonucu olup olmadığı tartışma konusu. Köylüler, projenin SÜRKAL’ın olduğunu düşündüklerini söylerken, SÜRKAL Başkanı ise proje ile ilgilerinin olmadığını ileri sürdü.
KAZ DAĞLARI’NA İHANETİN BELGESİ
Muratlar köyü kahvesine asılan proje duyurusu ile ilgili sosyal medyada bir açıklama yapan Bayramiç Çevre Platformu projeden “Yövmiyeci Hoca” diye adlandırdıkları Prof. Dr. Bülent Gülçubuk’un saymanı olduğu SÜRKAL Derneğini sorumlu tuttu. Platform açıklamasında madenciler sosyal sorumluluk projesi adı altında köylünün direncini kırmak, köylüyü kandırmak için projeler yaptığını belirterek, “İşin acı tarafı bu projeleri köylünün ‘Yövmiyeci Hoca’ dediği Prof. Dr. Bülent Gülçubuk’un saymanı olduğu SÜRKAL Derneğinin yapması. Madenciler ile birlikte üç köyü kapsayan göz boyama projeleri için Bülent Gülçubuk ve ekibi geçtiğimiz aylarda köylere gelmiş ve çalışma yapmışta. ‘Yövmiyeci’ Hocanın inkar ettiği madencilerle yapılan iş birliği ve direnen Kaz Dağları’na yapılan ihanetin belgesi şimdi köy kahvelerinde asılı ve işte fotoğrafı” denildi.
Proje ile ilgili telefonla görüştüğümüz SÜRKAL Derneği Başkanı Rahmi Demir, “Altın madencilerinin isteği ile bir çalışma yapmıştınız o çalışma sonuçlandı mı?” sorumuza, “Henüz sonuçlanmadı” diye yanıt verirken, köylere duyuruları asılan proje ile alakalarının olmadığını ileri sürdü.
yevmiyeci hoca ile ilgili görsel sonucu
‘PROJE SÜRKAL’İN PROJESİ’
SÜRKAL Başkanının bu yanıtını değerlendiren Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri Nalbant, SÜRKAL’ın bölgede yaptığı çalışmalardan haberdar olduklarını belirterek, “Duyuruları asılan proje her haliyle SÜRKAL’ın projesine benziyor. Zaten bu konuyla ilgili başka bir grup, şirket de yok uğraşan. Proje bal gibi SÜRKAL’ın projesi” dedi.
MADEN ŞİRKETİNE SORULAR
Proje ile ilgili bilgi almak için görüştüğümüz Truva Bakır Madencilik AŞ Sürdürülebilirlik ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Erkan Yıldız, sorularımızı yazılı olarak göndermemizi istedi. Yıldız’ın “akşam yanıtlarız” dediği sorularımıza yanıt ise gelmedi. Tekrar görüştüğümüz Yıldız, soruları ilgili departmana ilettiğini ve kendisinin de yanıt beklediğini söyledi. Madenci şirkete yönelttiğimiz ve aradan 4 gün geçmesine rağmen hala yanıt alamadığımız sorular şunlar:
1- Proje ile ne amaçlanmaktadır? Madenci bir şirketin böyle bir proje yapması halkla ilişkileri geliştirme çabası mı, “sosyal sorumluluk” anlayışı gereği midir?
2- Projeyi geliştiren kurum geçtiğimiz aylarda adı geçen köylerde çalışmalar yapan SÜRKAL (Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği) adlı dernek mi?
3 – SÜRKAL Başkanı Sn. Rahmi Demir, gazetemize yaptığı açıklama da bu projenin şirketiniz tarafından talep edildiğini, bütün masrafların da şirketinizce karşılandığını belirtmişti. Bu bilgiyi teyit eder misiniz?
4 - Projenin maddi boyutu hakkında bilgi verebilir misiniz? Projenin hazırlık aşamasında kaç lira harcandı? SÜRKAL’a proje için herhangi bir ücret (bağış, proje maliyeti vs adı altında) yapıldı mı?
5 - Son olarak projeye ne kadar başvuru oldu ve köylülerin ilgisi ne durumda?


HABER ÇIKMADAN KARŞI HAMLE!
SÜRKAL Derneği tarafından geçtiğimiz aylarda köylerde yapılan proje toplantılarına köylülerin tepkisi gazetemizde ilk olarak “Kaz Dağlarında ‘Yevmiyeci Hoca’ tartışması” başlığı ile haberleştirilmişti. Haberde adı geçen ve toplantılara katılan SÜRKAL Derneği Saymanı ve aynı zamanda Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Bülent Gülçubuk, madencilerle herhangi bir ilgilerinin olmadığını ileri sürmüştü. Gülçubuk’un aksine SÜRKAL Derneği Başkanı Rahmi Demir ise üç köydeki bu çalışmayı madenci şirketin talep ettiğini, yol, konaklama ve diğer giderlerin madenciler tarafından karşılandığını söylemişti. Gülçubuk’un haberimizle ilgili tekzip talebi Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararı ile kabul edilmiş, kararda haberimizin başlığının dahi doğru olarak yazılmadığı, Gülçubuk’un avukatının tahrif ettiği şekilde yer aldığı ortaya çıkmıştı. Bu karar şimdi gazetemiz avukatları tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü. Son olarak köy kahvelerine asılı proje duyuruları ile ilgili haber hazırlıklarımızın olduğu bir süreçte Ziraat Mühendisleri Odasının şubelere bu tekzip metnini fakslaması ilginç bir zamanlama olarak yorumlandı. Oysa, Gülçubuk’un açtığı ceza davasını reddeden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı haberimizin içeriğinin doğru olduğunu belirtirken, haberin başlığını da “gazetecilik sanatının bir gereği” olarak nitelemişti. (İzmir/EVRENSEL)

27 Ekim 2013 Pazar

Çine Madran Babadağı, Aydın'ın en yüce en verimli dağıdır. Etrafını dolaşmak için 250 kilometre yol kat etmeniz gerekir. Hatta bir kısmı Muğla ili sınırı kapsamında yer almaktadır.
Ahmet Uslu
27 Ekim 2013
Madran Dağı’ndaki RES’in öyküsü
Çine Madran Babadağı, Aydın'ın en yüce en verimli dağıdır. Etrafını dolaşmak için 250 kilometre yol kat etmeniz gerekir. Hatta bir kısmı Muğla ili sınırı  kapsamında yer almaktadır. Madran Babadağı nereden babalığı hak etti, tartışılsa da, benim bildiğim şu; Fatih Sultan Mehmet döneminde askere alınan Amasya köyünden Musa adında bir asker, savaşta çok iyi bir ok atıcısıdır. İyi bir nişancı olduğu için okçu Musa Baba adını alır. Okçu Musa Baba, yaşı biraz ilerleyince saraya çağrılır ve geri kalan ömrünü sarayda asker yetiştirmek padişaha refakat etme işiyle görevlendirilir.
EREN MEZARI
İyi bir avcı olduğu için sarayda herkes ona saygı duymaktadır. O dönemin saraylı kişileri vasiyet yazarlarmış. Okçu Musa Aydın da vasiyetinde, öldükten sonra Bozdoğan ilçesi ile Çine ilçesi arasında yer alan Madran Dağı'nın en yüksek zirvesine gömülmek istediğini yazmış. Bu vasiyet doğrultusunda Okçu Musa Aydın, ölümünün ardından mumyalanarak, at sırtında İstanbul'dan Madran Dağı'na getirilir ve gömülür. Bu mezar şu anda Eren Mezarı olarak ziyaret edilir ve Madran Baba için adaklar kesilip, ibadetler yapılır. Madran Baba (Okçu Musa) hem Aleviler hem Sünniler tarafından ortak bir şekilde paylaşılıp sevilir. Yani bu açıdan bakıldığında sanki yüzyıllardır Aydın'da barışın simgesi olmuştur. Okçu Musa adında İstanbul'da bir ilköğretim okulu da bulunmaktadır, bir de Okçu Musa Çeşmesi.
KÖYLÜ RES'E NEDEN KARŞI ÇIKTI?
Bizler Aydın Çine'deki bu kültür varlıklarımızı korumak için enerjimizi harcarken, özel şirketler Madran Baba Dağı'nın kaynaklarını keşfetmek için gece gündüz çalışmışlar. Biz bu işin farkına 2010 yılı başlarında vardık. Bir anda duyduk ki; rüzgar gülleri dikilecekmiş. Önce çok yadırgamadık. Çünkü "temiz enerji" diye biliyorduk. Ama köylüler tam tersine karşı çıkıyorlardı. "Niye karşı çıkıyorsunuz?" diye sorduğumuzda, "Buralar bizim yaşam alanımız. Evlerimiz var. Bahçelerimiz, topraklarımız, otlaklarımız, binlerce hayvanımızı besliyor" dediler.
Bunu söyleyen İbrahim Kavağı köylüleri, aynı zamanda benim de dedemin ve babamın yetiştiği köy. Yediden yetmişe herkes RES'in yapılmasına karşı çıkıyor. RES'in yapılacağı alan, bizlerin yaşam alanı. O bölgede yetişiyor ve oradan besleniyoruz. Bir anda her şeyimizi kaybetmek üzereydik. "Çıkar yol nedir?" diye düşünmeye başladık ve bir dernek kurduk. Tabi ki bu arada şirkette bir an evvel köylü fazla uyanmadan  direkleri  dikme derdine düştü. Yani kasap et derdinde koyun can derdinde.

NÖBET ÇADIRI
İlk olarak şirketle 2010 yılının aralık ayında karşı karşıya geldik. Gecenin geç saatlerinde şirketin sondaj makineleri Madran Dağı'na çıktığını öğrenince köylülerle birlikte makinelerin önünü kesip geri döndürdük. Daha sonraki günlerde de Jandarma sık sık köye gelerek köylüye göz dağı vermeye başladı. Bizler de RES'in yapılacağı alanda nöbet çadırları kurduk. Gece gündüz köy halkı ile birlikte nöbet tutmaya başladık. Şirketin bu arada el değiştirdiğini duyduk. Projenin ilk sahibi olan CHP Aydın Milletvekili Osman Aydın Şirketin %75 ni AKP' ye de yakınlığı ile tanınan Asyabank'ın da ortağı olan Mustafa Cemaloğlu'na devir etti.
Zaman 2011 Haziran ayına geldiğinde, şirket sahipleri ve çalışanları Jandarma koridorunda RES sahasına baskın yaparak  girmek istedi. Köylüler de şirket araçlarını ve özel güvenlik ekiplerini engellemek isteyince, jandarmanın biber gazıyla, copuyla ve havaya sıktığı silahıyla karşılaştı. Bir çok köylü yaralandı, yedi kişi göz altına alındı. İki kişi de tutuklanarak cezaevine kondu. Bir ay tutukluluğun ardından köylüler serbest bırakıldı. Bu kez köylüler şikayetçi oldu. Komutanlar hakkında soruşturma izni çıktı ve ceza aldılar.
800 KAMYON ÇİMENTO DÖKÜLDÜ
RES projesi bitmek üzere. Gelin görün ki hasar çok ağır. Direklerin dikilişi esnasında 800 kamyon çimento dökümü yapıldı. Bu kamyonların silolarının yan tarafında "Doğamızı koruyalım" diye bir yazıyı da okumuştum.  Düşünün dünyanın en tatlı su kaynaklarının bulunduğu bir bölge 800 kamyon çimento dökülerek heba edildi. Yaklaşık da 100 bin civarında çam ve zeytin ağacı kesildi. 25 kilometre uzunluğunda yüksek gerilim hattı  çekilmesi esnasında vatandaşların arazileri ve zeytinlikleri zarar gördü. İnanın ki; şu anda o bölgeyi görmek ve gezmek bile hiç içimden gelmiyor. Kahroluyorum!
HEM MADENCİ HEM RES'Çİ, AMA GEZİ'Cİ OLDU!
Çine halkı olarak  halen  dernek öncülüğünde mücadeleye devam ediyoruz. Bu katliamı gerçekleştiren CHP Aydın Millet Vekili Osman Aydın'ı, Gezi eylemlerinde gazetelerde görmüştüm, en önde yürüyordu. RES şirketinin yanı sıra, vahşi madencilikle doğanın katledilmesi ile uğraşan Osman Aydın 'çevreci' görünmek için her şeyi yapsa da, adı Madran Dağı'ndaki doğa katliamıyla anılacak.

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...