30 Aralık 2013 Pazartesi

RES'ler ne kadar temiz enerji kaynağı? _ BİLDİRİ


“O YALANLARA İNANMAYIN” DEDİLER


İçten bir sesle başladı konuşmaya, ardından kelimeler hınca, sözler öfkeye dönüşmeye başladı. Hem kızıyor, hem anlatıyor, hem feryat ediyor, hem de “aman siz kanmayın bu yalanlara” diyordu. 1. Ege Çevre Kurultayı'nda konuşan bu öfkeli sesin sahibi Karaburun'un Yaylaköy'ünde oturan Mustafa Şenbahar'dan başkası değildi. Sonra kalktı tek başına Turgutlu'daki mitinge katıldı. Elindeki bir kartonun üstünde düzensiz bir yazıyla derdini anlatmaya çalışıyordu. Bizlere ısrarla “inanmayın yalanlarına” diye haykırıyordu.
O kadar yalın, o kadar sade ve o kadar inandırıcı anlatmıştı ki derdini, bu tavrı bizi çok etkilemişti. “Biz yaptık siz yapmayın” diyor, sonra aynı çoşku ve öfkeyle haykırıyordu “artık onlara kanmayacağız”. Aldatılmışlığın öfkesi vardı sözlerinde. Geleceğe dair daha kararlı bir biçimde sesleniyor ve bize mesaj veriyordu “ne olur izin vermeyin.”
Anlatmak istediği RES (Rüzgar Elektirik Santrali) gerçeği idi. Onlar yaşamış ve görmüşlerdi. Şimdi başkalarının bu yalanlara inanmasını istemiyorlardı. Bunun için ne gerekirse yapacağını söylüyor, istenirse gidip her yerde bu yaşadıklarını anlatabileceğini belirtiyordu.

CANINIZI VERİN DAĞLARINIZI VERMEYİN

Mustafa bizi çok etkilemişti. Sonra Karaburun Kent Konseyi Başkanı İpar Hanım konuştu. Bize RES gerçeğini anlattı. Bize anlatılmayanları anlattı..O yetmezmiş gibi Aydın Çine'den bir başka konuşmacı RES'lerin yarattığı olumsuzlukları dile getirdi. Ne oluyor yahu demeye kalmadan anlatılan RES gerçeği ile değil başka bir gerçekle karşılaşmıştık. Hani doğal enerji kaynağı idi, hani temiz ve yenilenebilir bir enerjiydi,kim doğruyu söylüyordu? Resmi ve yedirilmiş sözler mi doğruydu, yoksa yaşayanların anlattıkları mı?
“Temiz Enerji” yoksa anlatıldığı gibi temiz değil miydi? Tam bunları düşünürken Beyza Hoca'nın “enerji kimin için?” sözleri ve ardındaki gerçekler bilincimize atılmış son yumruk gibiydi. Abondone olmuştuk. Resmi yalanlarla kirletilmiş bilincimiz, yaşayanların ve akademisyelerin anlatımıyla yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı.
O gün karar vermiştik gerçeği yerinde görmeye.
İşte bu duygu ile Ayvalık Tabiat Platformu üyeleri olarak 33 kişi yola çıktık ve gerçeği yerinde görmek için Karaburun'a gittik. Yola çıkan yaşam savunucularının bir kısmı hala RES'ler konusunda net değildi. Ta ki Yaylaköy Muhtarının “Canınızı verin dağlarınızı vermeyin” sözüne kadar.

DOĞA MI? O ARTIK YOK OLMAYA BAŞLAMIŞTI

Saat 12.30 gibi Karaburun'a gelmiştik. Bizi bekleyen Kent Konseyi'nden dotlarımızın sıcak ilgisiyle karşılandık. Belediye Başkanı'nın pide ve ayran ikramının ardından çaylarımızı yudumlayıp yola çıktık. Karaburun'un sırtlarına doğru yol almaya başladık. Dar ve dik yolarda otobüsümüz biraz zorlansa da tepeyi aşıp Yaylaköy'e yaklaşmaya başladık.
Bir anda her yanımızda RES'ler görünmeye başladı. Dağ taş Rüzgar Türbinleri ile doluydu. Mustafa “daha devam edecek, yenileri de yapılacak” diye başladı söze. O kadar duygulanmıştı ki bazen ağlamaklı oluyor, bu durum ise sözlerini daha da inandırıcı kılıyordu. Feryat figan içinde hemen her şeyi bir anda anlatmak isteği ile, ardı ardına sözcükler dökülmeye başladı. Bizler şaşkın ve dikkatli gözlerle anlatılanla gördüklerimizi birleştirmeye çalışıyorduk.
Gördüğümüz manzara korkunçtu. Dağ taş açılmış yollarla talan edilmişti. Her yer inşaat alanı gibiydi. Doğa dikenli tellerle çevrilmişti. Köy merası yerine dikenli tellerle çevrilmiş alanlar ve bu meralarda köylülerden kimlik soran RES görevlileri türemişti. Kendi köylerinde, kendi meralarında, kimlik göstermek zorunda kaldıklarını anlattı Mustafa.
Her türbin için neredeyse 8 - 10 dönümlük bir yer betona boğulmuş, bağlantı yoları ile birlikte doğa yok edilmişti. Yolların tozu bitki örtüsünü örtmeye başlamış ve zeytinler artık tozdan sararmaya yüz tutmuştu. Her yer delik deşikti. Santral denen yer ise devasa bir alanı kaplıyordu. Ve Mustafa hala anlatıyordu : “Şurası falan şirketin, burası diğer şirketin alanı” diye. Böylece RES gerçeği ile ilk yüzleşmemiz başlamış oluyordu.

KEÇİLER BİLE O TARAFA GİTMİYOR

Yörüklerin köye ilk geliş öyküsünü anlattı bize İpar Hanım otobüste. Tam o öyküde anlatılan çeşmenin yanında durduk. Artık köye gelmiştik. Herkes öyküde anlatılan çeşmeye koştu. Suyu ilk keçiler bulmuştu. Arkadaşlarımız kana kana su içtiler yörük keçilerinin bulduğu kaynaktan. Keçilerin bulduğu bu kaynak, çeşmeye ve ardından yörüklerin yaşam alanına dönüşmüştü. Yaklaşık 500 yıl süren bir yaşam vardı bu köyde. İnsanlar hala geleneklerini koruyor, kısıtlı alanda doğal tarım yapıyor ve esas olarak keçi besleyerek geçiniyorlardı.
Az sonra Muhtarın evine konuk olduk. Bizi bekliyorlardı. Haber verilmişti onlara. Yörük misafirperverliğinin en saf ve duru halinde ve izzeti ikram bolluğunda karşıladılar 33 misafiri; bir de Karaburun'dan bizimle birlikte gelen yaşam savunucularını.
İlk önce Muhtar Yusuf Arıcı başladı anlatmaya. O kadar temiz bir yüzü vardı ki kim görse bu adam yalan söylemez derdi. O nedenle her söylediğine ayrı değer ve önem vermiştik. Ve biliyorduk ki Muhtar yalan söylemiyordu. O başladı anlatmaya: “Bizi kandırdılar” dedi ilk. “Aman sizi kanadırmasınlar” diye uyardı bizi. Madencilerin, RES ve HES'çilerin bildiğimiz klasik taktiği Yaylaköy'de de uygulanmıştı. “Köyden 2 kişiyi işe alıp önce köyü ikiye böldüler” dedikten sonra, içten anlatımıyla devam etti.
Kısaca şöyle diyordu muhtar: “Köyde 10.000'e yakın keçi vardı. Kadın erkek arasında bölüşülmüştü görevler. Arıcılık ise ek gelir kaynağı olmuştu köylülerin. Bu sessiz ve sakin yörük köyünde birden yaşam değişmeye başlamıştı. Keçiler sütten erken kesiliyor, düşük yapıyor, yavrulamıyordu. Keçileri RES'lerin bulunduğu alanların yakınına götüremiyorlardı. Keçiler bile kaçıyordu RES'lerden. Arıların yarısı köyü terketmişti. Bu yıl bal üretimi yarı yarıya azalmıştı. Zeytin sinekleriyle beslenen yarasalar yok olmuştu. Binlerce yarasa köyü terk etmiş ve gitmişti. İlk onlar anlamıştı RES gerçeğini.
Kadınlar artık keçi otlatmaya çıkamaz olmuştu. Köyün merası gitmiş yerine dikenli tellerle çevrilmiş RES alanları gelmişti. O kadar bağlantı yolu açılmıştı ki toz toprak içinde kalmıştı bitki örtüsü. Bu tozlu bitkilerden beslenen keçilerde akciğer hastalıkları başlamıştı. Şimdi köylülere bir de keçileri için veteriner ve antibiyotik masrafı çıkmıştı. Bu para artık binlerce liraya ulaşmıştı. Rüzgarlı havalarda köyde tozdan durulmaz oluyordu. Zetinler yavaş yavaş verimden düşmeye ve köyde kötü gidişat artık tüm acımasızlığı ile hüküm sürmeye başlamıştı.”

KÖYDE KAVGALAR BAŞLADI

Araya muhtarın eşi Nejla Hanım girdi, sonra genç bir gelin, sonra Leyla Teyze, sonra RES'lerde çalışmış bir elektrikçi, sonra Mustafa ve sözleri birbirlerinden devir alarak ve bitmez tükenmez sorularımıza yanıt verek bize RES gerçeğini anlattılar.
Gelin girdi söze “Gürültüden uyuyamaz olduk” dedi. Biz fazla ses hissetmediğimizi söyleyince gülerek başladı anlatmaya: “Buraya ne zaman bir Kaymakam, Belediye Başkanı gelse direkleri durduruyorlar. Aramızda bir ajanları var ama bulamadık” dedi. Sonra “köye ne zaman bir büyükbaş gelse hemen yakınlardaki direkleri durduruyorlar.” dedikten sonra “sizin de geleceğinizi duymuşlar, direği yavaşlattılar” diyerek bize bilgi verdi.
Daha önce RES'lerin kurulmasında çalışan bir köylü “bir RES için yaklaşık 8-10 dönüm alan yok edilmektedir. Buna en az 10- 12 metre genişliğinde açılan bağlantı yollarını da ekleyin”dedi. Aynı kişi devam etti anlatmaya: “1,5 – 2 megawatlık bir türbinde en az 4 ton bakır ve mıknatıs kullanılmaktadır, bu da çok ciddi bir manyetik alan yaratmaktadır. Bu manyetik alan insan ve hayvanlar için çok zararlı ama saklıyorlar bunları”dedi. İçinin yandığı belliydi. Heyecandan titriyordu. Verdiğimiz sudan birkaç yudum içtikten sonra tekrar devam etti “2,5 megawatlık bir türbin için 8 katlı bir bina için harcanan beton ve demir kullanılmaktadır” dedi. Söylediklerini türbin sayısıyla çarpınca ortaya korkunç bir doğa katliamı çıkıyordu. Hele bunun bir de Cunda'nın tepelerinde yapıldığını düşünecek olursak, durumun ne kadar vahim olacağını, katledilecek ağaç ve yaratılacak doğal tahribatın büyüklüğünü düşünmek bile istemedik.
“Aman” diyordu Nejla Hanım, “sakın” diyordu, dinç yüzünün sevecen bakışları ile “oğlum sakın vermeyin dağlarınızı, topraklarınızı” ve başladı nasıl eşiyle kavga ettiklerini anlatmaya. “Eskiden biz hiç kavga etmezdik, sonra bu RES'ler yapılınca sürekli bir uğultu ve gürültü başladı. Artık uyuyamaz olduk. Sinirlerimiz bozuluyor, başımız ağrıyordu. Başladık birbirimizle kavgaya. Eskiden ne baş ağrısı bilirdik ne uğultu, yaptılar köyümüzün yanına bu pervaneleri, artık huzurumuz kalmadı.” Çok şey anlattılar o temiz duyguları ve en yalın halleriyle. Ve hala da anlatmak istiyorlardı. Biz de dinlemek. Oysa fazla vaktimiz kalmamıştı. Ağır ağır Karaburun'a dönmemiz gerekiyordu. Orada Kent Konseyi bize ayrıca bir sunum yapacaktı.
Son soruyu aramızdan biri, Hüseyin sordu. “Bize sorarlarsa ne diyelim?” dedi. Muhtar net ve kesin bir yanıt verdi: “Yerleşim yerine yakın mı, canınızı verin, dağlarınızı vermeyin!”. Bu yanıt alkışlarla karşılık buldu. Mesaj alınmıştı.

KARABURUN VE CUNDA YOK OLMASIN


Kent Konseyi'nde yapılan sunumla bölgenin ekosistemini, fauna ve florasını öğrendik ilk. Sonra hala devam eden kültürel yapının özeliklerini ve Türkmen geleneklerini, Keçi Kırkım Şenliklerini öğrendik. Kuşarı, Fokları, dağları, doğayı ve neden korunması gerektiğini anlattılar bize. Sonra RES'lere karşı verdikleri mücadeleden bahsettiler ve çıkardıkları dersleri bizimle paylaştılar. Hatta samimice bir duyguyla “aman hata yapmayın ve bölünmeyin dediler” “bu mücadele egolara ve siyasal parti ve görüşlerin kavgalarına yenik düşmesin” dediler. Kısaca “birleşin, mücadele edin ve halktan kopmadan; onlarla birlikte yola devam edin.” dediler.
Karaburunlular aktardıkları deneyimleriyle ve sıcacık dostluklarıyla bizi yolcu ettiler. Biz Karaburun yok olmasın derken, Onlar “Cunda ve Ayvalık Yok Olmasın” dediler. Karar verdik bir kez daha, yaşam alanlarımızı birlikte ve daha güçlü korumaya...

AYVALIK TABİAT PLATFORMU
Dönem Sözcüsü
Şükrü KAYGISIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...