Özer Akdemir
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da yaşayan Hollandalı Gazeteci Yazar Peter Edel’le buluştuk. İzmir Fuarında bir çay bahçesindeki görüşmede Edel’in eşi Müge Karışman Edel çevirmenlik yaptı. “Siyonizmin Tarihi” adlı kitabı 2008 yılında Ceylan Yayınları tarafından Türkçeye çevrilen Edel halen Hollandaca İnternet gazetelerinde yazılar yazıyor. Edel’in Türkiye’de çıkan çeşitli gazete ve dergilerde de yazıları yayınlanıyor.
Uzun zamandır Türkiye’de yaşayan Edel’in ülkemizin sosyal-siyasal olaylar arasında ilgi duyduğu bir diğer konu da “derin devlet” denilen olgu. Hollandaca olarak 2012 yılında yayınlanan “De diepte van de Bosporus – Boğaz’ın Derinliği” adlı kitabında da bu konuya eğilmişti. Kitabında Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu ve en son AKP iktidarı döneminde “Derin Devlet” ile ilgili araştırmalarına yer vermişti. Her geçen gün yeni bir olgunun, yeni bir algı operasyonunun, “Susurluk Çetesi, Ergenekon, paralel yapı” vb. adlarla yeni bir ‘derin devlet’ tanımının piyasaya sunulduğu günümüzde Edel de, ‘dışardan’ bir gözle doğruya ulaşmaya çalışan araştırmacılardan birisi.
Kendisiyle tanışmamız da onun bu ilgi alanının bir yerinde yolumuzun kesişmesiyle oldu. Kasım 2011 yılında Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Kuyudaki Taş- Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” kitabımla ilgili İngilizce bir yazıyı okuduktan sonra benle iletişime geçen Edel’le konu hakkında zaman zaman bilgi alışverişimiz olmuştu. Geçen haftaki görüşmemizin ana gündemini de Kuyudaki Taş’ta yer alan konular belirledi.
Son dönemde Kuyudaki Taş’ta anlatılan konularla ilgili çarpıcı gelişmeler yaşanmaya başlamıştı. AKP-Gülen Cemaati çatışmasının derinleşmesi kitaptaki tezleri doğrulayan bir takım yeni gelişmeleri de tetiklemişti.
Dr. Necip Hablemitoğlu’nun, AKP’nin iktidara gelmesinden iki ay kadar sonra, 2002 aralık ayında evinin önünde öldürülmesi sürecine eğiliyordu Kuyudaki Taş. Bu suikasta gelmeden önce Hablemitoğlu’nun yazdığı Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabın, MGK tarafından bir “milli tehdit” olarak nitelenen ‘altın madenine karşı Bergama köylü hareketi’nin bitirilmesine dönük psikolojik harekatın bir parçası olarak kullanıldığını ortaya koyuyordu. Bilgi ve belgelere dayanarak; kitabın en önemli tespitlerinden birisi; Hablemitoğlu’nun kitabını altın madencilerinin finanse ettiği ve dağıttığı idi.
HABLEMİTOĞLU’NUN KİTABI
Hablemitoğlu’nun adı, 2002 seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidara gelmesine rağmen, devlet kurumlarını ellerinde tutmak isteyen Kemalist statükonun MİT’in başına düşündükleri kişi olarak da geçiyordu. Bu bilgi Hablemitoğlu’nun eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu tarafından yalanlansa da bizzat Necip Hablemitoğlu’nun arkadaş ve samimi olduğu gazetecilere bunu söylediği tanıklıklarla ortaya konuldu.
Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabının yaz(dır)ılması araştırılırken, kitabın suç duyurusu kabul edilerek Bergama köylü hareketinin önde gelen isimleri ve bazı Alman vakıf yöneticilerine açılan “Almanya yararına legal casusluk” davası da kitapta ayrıntılarıyla ele alındı.
Öte yandan kitabın son ve belki de en dikkat çekici bölümlerinden birisi Hablemitoğlu suikastına ayrılan kısım idi. Bu bölümde Hablemitoğlu’yu ölüme götüren sürecin nedenleri ve onu kimlerin öldürdüğü eldeki bilgi, belgelerle değerlendiriliyor ve bir sonuca varılıyordu.
KUYUDAKİ TAŞ
Kuyudaki Taş’ın Hablemitoğlu suikastı ile ilgili bölümündeki temel iddialar şunlardı:
1. Hablemitoğlu’nu ölüme götüren süreç onun siyasi görüşlerinin ve özellikle son dönem yazdıklarının satır aralarında aranmalıydı. Neydi bu işler? En önemlisi Fethullah Gülen Cemaatine yönelik tavrı ve Gülen’in ABD’ye ‘hicreti’nde bu ülke gizli servislerinin rolleri, Cemaatin devlet kurumları içerisindeki kadrolaşma çalışması vs… Hablemitoğlu’nun bu görüşlerini anlattığı Köstebek kitabı ölümünden sonra yayınlanabildi.
2. Hablemitoğlu, büyük olasılıkla uzman sıfatıyla yer aldığı MGK-Toplumla İlişkiler Bölümü (TİB) tarafından Bergama köylü hareketinin bertarafına yönelik psikolojik savaşta görevlendirilmişti. Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabı da bu görevin bir gereği olarak yazılmıştı.
3. Kitabın finansmanını ve dağıtımını altın madeni şirketleri üstlenmişti. Sahte bilgi belgeler üzerine kurgulanan kitabın bu yönüyle kamuoyunda teşhiri altın madencilerin telafisi güç bir imaj kaybına neden olacaktı. Bu kitabın çürütülmesini önlemenin yolu, kitabın yazarın yok edilmesi olabilirdi.
4. Hablemitoğlu, çoğu ileriki yıllarda Ergenekon davasında yargılanan Kemalist kimliği ile tanınan asker-sivil devlet yetkilileri tarafından MİT’e müsteşar olarak düşünülen bir isimdi. Bu hem AKP’nin, hem Cemaatin işine gelmiyordu.
5. Yukarıdaki nedenler ve daha başkaları yüzünden Hablemitoğlu’nun ‘kalemi kırıldı’. Ergenekon davasının önemli isimleri tarafından ‘İş’ İzmirli bir mafya babasına havale edildi. Bunlar da 5 cinayetten aranan Durmuş Anuçin adlı seri katille birlikte suikastı gerçekleştirdi. Tetiği Anuçin çekti.
6. Anuçin, kendisine söz verilen 2 milyon doların ödenmemesi ve polis tarafından yakalanmasının ardından Hablemitoğlu suikastını itiraf etti. 3 savcıya çeşitli dönemlerde ifade verdi, el yazısı ile savcılığa yazdığı mektupta cinayeti ayrıntıları ile anlattı. Bu itiraflara rağmen dosya üç kere açıldı, üç kere de kapatıldı.
Kuyudaki Taş, Hablemitoğlu suikastının tetikçilerini ve onlara emir vereni adları ile deşifre ediyordu. Oysa, bunun geri planda kalan esas karar merciine ulaşılmalıydı. Eldeki bilgi-belgelerle oraya kadar gidilemedi. Veli Küçük’ün üstündeki kimdi? Hablemitoğlu’nun kalemini kim kırmıştı? Suikastta olağan şüpheliler arasındaki Gülen Cemaati ile Veli Küçük arasında bir bağ var mıydı? Suikastın uluslararası bir bağlantısı bulunuyor muydu?...
ESKİ DOSTLAR
İşte Peter Edel bu son sorunun yanıtını biliyordu. Görüşmemizde Veli Küçük ile Gülen’in çok eskiden, Erzurum’da Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri çalışmasından tanıştıkları ve aralarının çok iyi olduğunu anlattı. Azerbaycan’daki darbe girişiminde Küçük’ün rolünü, cemaatin İsrail ile ilişkilerini ve daha birçok şeyi…
Şimdi, 17 Aralık yolsuzluk operasyonu sonrası AKP-Cemaat arasındaki ipler kesilip atılmışken, “inlerine gireceğiz” diyen Başbakan Erdoğan’ın talimatı ile birçok kurumda “paralel devlet” operasyonları yapılıyor. Bütün eski defterler ve kirli çamaşırlar da birer birer ortaya seriliyor. Bunlardan birisi de Hablemitoğlu suikastı. AKP yanlısı medya Hrant Dink, Rahip Santoru cinayetlerinin yanı sıra Hablemitoğlu dosyasının da yeniden açıldığını, bu suikastların Cemaatle ilişkisi olduğunu, Cemaat üyesi hakim-savcıların dosyaları yok ettiğini ileri sürüyor. Yeni Akit Gazetesi Yazarı Hasan Karakaya, Hablemitoğlu’nun Gülen Cemaatini çok ağır bir şekilde suçlayan “Köstebek” kitabını yayınlamaması karşılığı Cemaatin Türkiye imamından 500 bin dolar aldığını, buna rağmen kitabı basacak yayınevi aradığı sırada öldürüldüğünü ileri sürüyor. Karakaya bu önemli iddiası ile ilgili bir delil göstermezken, Hablemitoğlu’nun eşi bu iddiaya çok sert tepki verdi. Oysa, Hablemitoğlu’nun, eşinin ve yakınlarının banka hesapları ve o dönemden sonraki harcamalarına yönelecek küçük bir araştırma bu iddianın doğruluğu ya da yanlışlığını ortaya çıkarabilirdi. Aynı iddia Aydınlık gazetesince de ortaya atıldı. Dünün düşmanı Cemaat karşısında dost olmuş, Aydınlık çizgisi Gülen karşısında açıkça Erdoğan’dan yana tavır almıştı.
Cemaat çevreleri ve medyası tüm bu iddiaları yalanlarken, Şengül Hablemitoğlu iki tarafı da eleştiren sert bir çıkış yaptı: “Paralelin de senin de Allah belanızı versin. O yerde bıraktığınız kanın laneti üzerinize olsun”...
İşin diğer ilginç bir yanı ise; suikastla ilgili yazılan dört kitap ve çekilen belgeselde adı dahi anılmayan Tetikçi Durmuş Anuçin’in adının son haberlerde geçiyor olması. Bu bence çok önemli. Suikastın çözüm yolunun Anuçin’in itiraflarında aranması gerektiğini düşünüyorum. Anuçin’in 2008 yılında yaptığı itiraftan bu yana Hablemitoğlu’nun katilinin o olduğuna, arkasındaki güçlerin de cemaat-altın madencileri-yabancı servis bağlantılı altın madencileri olduğuna inananlardanım. Bu kadar açıkta olan bir suikastın, AKP hükümeti tarafından her şey bilindiği halde ortaya çıkarılmamasının, cemaatle aralarındaki koalisyona zeval gelmemesi kaygısından olduğunu düşünüyorum. Yoksa Başbakan Erdoğan neden Danıştay saldırısının hemen ardından “Bu ülke Hablemitoğlu cinayetini yaşamış, sonra da her şeyi örtbas etmiş bir ülkedir” desin? Cumhurbaşkanı Gül suikastta “parmak izi” olduğundan dem vursun? Demek ki biliyorlar katili ve ardındakileri…
HÜKÜMETE SORULACAK
Şimdi, bu suikast aydınlatılır ve arkasında cemaat olduğu ileri sürülürse, hükümete elbette şu soru sorulacak; “Şimdiye kadar nerdeydin? Bu suç ortaklığı değil mi?” Zaten yolsuzluk-rüşvet operasyonlarından bir hayli yara alan hükümetin siyasi bir suikastta suç ortaklığı olduğu açığa çıkarsa meşruiyeti iyice tartışılmaya başlanmaz mı? Bu süreçten sonra işin yargı boyutu ne hal alır? Kimler, hangi suçlarla yargılanır? Geçmişte zamanın İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu suikastının aydınlatılması talebine “Bir tuğla çekilirse tüm duvar yıkılır” sözünü hatırlayalım. O tuğla Hablemitoğlu suikastı olabilir mi?
Son söz; 13 yıldır çözülemeyen Hablemitoğlu suikastı iki gücün savaşı sırasında çözülebilir. Bu çözüm için belki de en elverişli ortamdan, siyasi atmosferden geçiliyor. Sorun şu ama; AKP suikasttaki suç ortaklığı algısını nasıl yok edecek? Ancak, yıllardır algı yönetiminin ustası bir hükümet var karşımızda. Bu işten de mağdur olarak, sütten çıkmış ak kaşık gibi, ya da zeytinyağı misali üste çıkabilecek potansiyel fazlasıyla var AKP’de…
Eklenme Tarihi: 11 Ağustos
http://www.evrensel.net/haber/89763/hablemitoglu-dosyasi-neden-gundeme-geldi.html
https://www.evrensel.net/haber/89763/hablemitoglu-dosyasi-neden-gundeme-geldi.html
Eklenme tarihi: 2014-08-11 06:00:21
Fotoğraflar: Bergama köylüleri siyanürlü altın madenciliğine karşı uzun yıllar
mücadele vermişler, ülke gündemine oturan eylemler yapmışlardı. - Peter Edel ve
Özer Akdemir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder