30 Eylül 2016 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_K.paşa Beşpınar Köylüleri taş ocağına karşı_2. bölüm

ÇEPEÇEVRE YAŞAM
İzmir Kemalpaşa'nın Beşpınar köylüleri köyün yakınlarına yapılmak istenen taş ocağına karşı ayakta. Bir kısmı Spil Milli Parkı içerisinde kalan köyün meyve bahçeleri ve arı kovanlarının bulunduğu bölgeye yapılmak istenen taş ocağı Spil Milli Parkı'na kuş uçuşu sadece 500 metre.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM Cuma Saat: 20.00'de HAYATIN SESİ'nde



Programın tamamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=BjniYUyjv00

İlgili haberler: 
https://www.evrensel.net/haber/293365/yargi-milli-parka-komsu-tas-ocagina-gecit-vermedi


23 Eylül 2016 Cuma

Hablemitoğlu ve Bergama köylü direnişi




Yıllardır bir gazeteci olarak Bargama köylülerinin mücadelesini izlerim, aktarmaya çalışırım. İzmir'e taşındığımız 2000 yılından bu yana. Bugün çok daha iyi görebiliyorum; tarlasında, tütününde, pamuğunda çalışan Bakırçay'ın yoksul köylülerinin yaşam alanlarını korumak için verdiği mücadele aslında o kadar çok şeyi değiştirdi ki.
Başta "çevre mücadelesi, ekoloji mücadelesi" dediğimiz olgunun sınıfsal tabanını sarstı. O güne kadar "bir grup, orta sınıf küçük burjuvanın işi" olarak görülen çevre mücadelesi artık köylülerin yaşam savunusuna dönüştü. Tarlası, toprağı, suyu, havası için binler halinde yürüdüler. Yapmadıkları eylem türü kalmadı. Bir üniversite oldular; "Bergama Üniversitesi." Önce kendileri öğrendiler altını, siyanürü, emperyalizmi, devleti, sonra çevrelerine öğrettiler. Ve çok önemli bir miras bıraktılar günümüz ekoloji mücadelelerine. Hatta ektikleri tohum, Gezi Direnişi'nde filiz verdi. İki ağaç için başlayan mücadele tüm ülkenin yaşam çığlığına, baskılara karşı isyanına dönüştü.
Bergama köylülerinin direniş bayrağı bugün Artvin'de, Kaz Dağları'nda, Karadeniz yaylalarında, Alakır'da doğanın talanına yönelik sermaye saldırılarına karşı yaşam mücadelesi verenlerin ellerinde.
MİLLİ TEHDİT
Bergama köylülerinin, hem ülke içinde, hem yurtdışında sempati uyandıran, ülkedeki demokrasi mücadelesine ve sınıf mücadelesine de önemli katkılar sunan direnişleri MGK tarafından "milli tehdit" olarak nitelenerek, sönümlendirdi.
Hikaye çok uzun. 2000-2002 yılları arasında ortaya konan bu psikolojik savaşın asker, yargı, üniversite, basın ve siyaset ayağı vardı. Bu psikolojik savaşın en önemli aracı ise, geçtiğimiz günlerde İz Gazete yazarlarından Ozan Yeşiltepe'nin anımsattığı Necip Hablemitoğlu'nun yazdığı "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabıdır. Bu kitabın büyük katkısı ile Bergama Köylülerinin altın madenine karşı direnişi "Almanya'nın, dış güçlerin bir kışkırtması" olarak damgalandı. Bergama köylülerinin mücadelesinde öncü olan isimlerin de aralarında olduğu 15 kişi bu kitaptaki iddialar nedeniyle "Legal Alman Casusu" gibi 'komik' bir suçlama ile kendilerini DGM'de buldular.
Suçlama komik, ama ağırdı. İddialar yenilir yutulur gibi değildi. Hablemitoğlu'nun kitabındaki Alman Kalkınma Bakanlığı'nın, "Türkiye ve Altın Konsepti" başlıklı raporu, iki ülke arasında diplomatik kriz çıkaracak bilgileri barındırıyordu. Rapor özetle; "Türkiye'nin altın çıkarması, yılda 3 milyar dolarlık altın satan Almanya'nın ekonomik çıkarlarına aykırı. Onun için altın madenlerinin çalışmasını önleyelim. Bergama köylülerinin mücadelesini destekleyelim. Şu, şu kişiler bu işle ilgilensin. Şurası lojistik destek sağlasın..." vs şeyler yazıyordu.
Hablemitoğlu kitabında bu raporu İsveç'te yaşayan Prof. Dr. Metin Deliormanlı'nın Türkiyedeki bütün kurumlara gönderdiğini yazıyordu. "Kimse birşey yapmadı" diye hayıflanıyordu Hablemitoğlu ama bu iddialarını ciddiye alan DGM hemen soruşturma başlattı. Gazeteler "Hoptediks, Asteriks Alman Casusu" manşetleri attılar. Bergama köylüleri, günümüzün FETÖ'cüleri gibi büyük bir psikolojik baskıyla karşı karşıya bırakıldılar. Öyle ki işin içine şiddet bile girdi. Bugün FETÖ'nün kasası olarak aranan Akın İpek'in Koza'sı yaşam savunucularına saldırdı.
Ancak bu kadar özetleyebildim olan biteni. 2000 yılımdan bu yana süreci izleyen bir gazeteci olarak Hablemitoğlu'nun yazdığı kitap elime geçer geçmez kendisiyle iletişim kurup, kitaptaki iddiaları sordum. Benim gibi başka gazeteciler de bu iddiaların peşine düştü. Hiç birimiz aradığımızı bulamadık. Hablemitoğlu öldürülmeden kısa bir süre önce hepimize bir gerekçe ileri sürerek o kitaptaki belgeleri, bilgileri, isimleri vermedi, geçiştirdi. Çünkü yazdığı kitap SAHTE belgeler, kişiler ve bilgiler üzerine kurgulanmıştı.
Yıllarca bilgi belge topladıktan sonra 2011 yılında Hablemitoğlu'nun iddialarını ve öldürülüşünü ele alan "Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği" kitabını yazdım.
Bu kitabın çok kısa bir özetini yaparsak;
RAPOR SAHTE, KİŞİ SAHTE, OYUN GERÇEK!
1. Hablemitoğlu o dönem MGK Genel Sekreterliği Toplumla İlişkiler Birimi (TİB)'de uzman olarak görev yapıyordu.
2. Yazdığı kitabın en önemli belgesi, Alman Kalkınma Bakanlığı'nın, "Türkiye ve Altın Konsepti Raporu" SAHTE! Bu DGM davası sürecindeki resmi yazışmalarla ortaya konmuş durumda.*
3. Raporu Türkiye'deki bütün kurumlara verdiği ileri sürülen Prof. Dr. Metin Deliormanlı diye birisi HİÇ OLMADI. BU İSİMDE BİRİSİ YERYÜZÜNDE YOK!
4. Hablemitoğlu'nun kitabında verdiği Türkiye-Almanya arasındaki altın ticaretine yönelik veriler de GERÇEK DIŞI!
5. DGM'de zamanın Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Bergama Köylülerinin Avukatı Senih Özay, Köylülerin Sözcüsü Oktay Konyar, İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman, Turizmci Birsel Lemke ve işadamı Özcan Durmaz'ın da aralarında bulunduğu 15 kişi ile ilgili açılan davaya dair bir tek somut BELGE YOK! Dava bu nedenle DGM'nin yargılama rekorunu kırarak bitirildi. Çünkü dosya bomboştu!
6. İşadamı Özcan Durmaz'ın, madende işe girmesin diye Oktay Konyar'ın ricası ile bir köylüye iki kere gönderdiği 200.000 liranın (günümüz parasıyla 200 tl) makbuzu "Alman yardımını ortaya koyan en önemli belge" diye basına servis edildi!
7. Hablemitoğlu, DGM'de görülecek olan bu Alman Casusluğu davasından 8 gün önce ÖLDÜRÜLDÜ!. Öldürülmese idi, bugün sahte belge ve kişiler üzerine yazdığı ortaya çıkan, ama ölümünün ardından tüm bu gerçeklerin üzeri örtülüp "best seller" olan kitabı ile ilgili bir avukat ordusu tarafından 'SORGULANACAKTI'.
8. Hablemitoğlu öldürülmese idi yazdığı  kitabın ALTIN MADENCİLERİ tarafından finanse edildiği, dağıtımının da altın madencileri tarafından yapıldığı ortaya konacaktı.
9. Hablemitoğlu öldürülmese idi, o gün Bergama köylülerine, bugün tüm  yaşam savunucularına yönelik ortaya konan "Arkalarında dış güçler var" iftirası açığa kavuşacak, altın madencilerinin bu kirli oyunu tersine dönecekti.
HABLEMİTOĞLU ÖLDÜRÜLMESEYDİ
Ama Hablemitoğlu, evinin önünde 18 aralık 2002 tarihinde öldürüldü. Kim öldürdü peki? AKP'nin tek başına iktidar olmasından iki ay sonra meydana gelen bu faili meçhul neden  aydınlatılmadı? Yazıyı uzatma pahasına buna da yanıt verelim;
1. Hablemitoğlu öldürülmeden önce kendisinin MİT müsteşarı olacağını söylüyordu gazetecilere. AKP-Gülen Cemaat'i koalisyonu böylesi 'Kemalist' görüşleri olan birisinin MİT'in başına geçmesine izin veremezdi. Vermedi de zaten!
2. Hablemitoğlu, F. Gülen'in Amerika'ya gitmesi ve devlet kurumları içerisindeki örgütlenmesi üzerine bir hayli çalışmış ve bugün FETÖ denilen örgütün ipliğini taa o zamanlarda ortaya sermiş bir isimdi. Öldürülmesi ile Cemaat çok önemli bir hasmından kurtuldu.
3. Hablemitoğlu'nun yazdığı, yukarda kısaca özetlediğimiz Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabının çok büyük etkisiyle Bergama Köylü hareketi sönümlendirildi. Ülke, altın madencileri için 'dikensiz gül bahçesi' haline geldi. Sonrasında da Cemaat sermayesi Koza Altın Şirketi eliyle bu madenlerin üzerine çöktü.
Yani; Hablemitoğlu'nun öldürülmesinden en karlı çıkan kesim FETÖ oldu. Bu çok açık. En çok zarar görenler ise Hablemitoğlu'nun eşi, iki küçük kızı, Bergama Köylüleri ve ekoloji mücadelesiydi.
HABLEMİTOĞLU'NU KİM ÖLDÜRDÜ?
Hablemitoğlu'nu kim öldürdü? Bunun yanıtını ben biliyorum. 2011 yılında yazdığım kitabımda yukarıda özetlediğim bilgilerin hepsinin yanında Hablemitoğlu'nu öldüren kişinin ismi de var. Ki bu kişi üç ayrı zamanda, üç ayrı savcıya, en son el yazısı ile 5 sayfa olarak verdiği ifadede suikasti bütün ayrıntılarıyla anlattı. Kimlerin bu işi kendisine verdiğini (Birkaçını sayalım: Veli Küçük, İbrahim Çitçi, Sami Hoştan, Muzaffer Tekin) karşılığında ne kadar para aldığını, sonra neden itirafçı olduğunu anlatıyor. Bütün bu bilgiler tabii ki devletin bütün birimlerinde, dava dosyalarında var. Ben de bu dava dosyalarından edindim bu bilgileri. İyi de neden 14 yıldır  çözülmüyor  o zaman bu suikast? Anımsar mısınız, Uğur Mumcu'nun eşi, Güldal Mumcu ile zamanın Emniyet Genel  Müdürü Mehmet Ağar arasında geçen bir konuşmayı aktarayım; "Mehmet Ağar, cinayetin karmaşıklığını anlatmak için, “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” dedi. Ben de kendisine “Çekin o zaman” dedim. “Çekemem” dedi. “Çekin, kenara çekilin” dedim. “Yapamam” dedi. “O zaman, çekerler, altında kalırsınız” dediğimde de yüzünde “Bu imkânsız bir şey. Bunu yapmaya kimsenin gücü yetmez” der gibi bir ifade belirmişti."
İşte Hablemitoğlu suikasti o duvardaki tuğlalardan birisi...
FETÖ VE BERGAMA KÖYLÜLERİ YALANI
Çok uzadı biliyorum ama son olarak önce İz Gazete yazarlarından Ozan Yeşiltepe'nin gündeme getirdiği, ardından Yeni Asır'dan Zafer Şahin'in köşesine daha da ileri götürerek taşıdığı iddialarla Bergama Köylüleri mücadelesi ve FETÖ işbirliği meselesine gelirsek. Yukarıdaki bilgiler ışığında bu iddialar, tıpkı Hablemitoğlu'nun o zaman ortaya attığı iddialardan daha kıymetli değil. Gerçeklikle, olan bitenle ilgisi olmayan, günümüz moda ifadesiyle algı operasyonunun bir parçası.
2000'li yılların başında turizmci Birsel Lemke üzerine kurgulanan oyun, bugün farklı bir isim, CHP Aliağa İlçe Başkanlığını yaptığını öğrendiğim Özcan Durmaz üzerinden kurgulanmış. Ben kendisiyle şahsen hiç tanışmadım. Bu iddialar -ki ben  "iftiralar" diyorum, neden böyle dediğimi de yukarıda özetleyeme çalıştım- hakkında konuşur konuşmaz kendi bileceği iş. Belki de bu yazarların Özcan Durmaz'la kişisel, politik bir çatışmaları, hesaplaşmaları vardır, onu da bilemem. Ancak, bu kapışmayı yaşam alanlarının nasıl korunacağını bütün ülkeye öğreten Bergama köylülerinin o görkemli direnişleri üzerinden yapmaları asla kabul edilemez. Çünkü aslında bu gerçeklikle hiçbir bağı olmayan iddialar üzerinden Bergama köylülerine söylenen her söz, Artvin'de Cerattepe'yi savunmak için yıllardır direnen Artvinlilere söyleniyor. Dağlarda, kırlarda, kentlerde direnen bütün yaşam savunucularına atılıyor o iftiralar. Hepimize...

* Bütün bu yazılanların belgeleri  "Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği" adlı kitapta mevcut.

Ozan Yeşiltepe'nin İz Gazetedeki ilgili yazıları:

2 -Hablemitoğlu başlıklı yazımın ardından: http://www.izgazete.net/yazi/249/hablemitoglu-baslikli-yazimin-ardindan


Bu yazının ardından gelen dalga: 







Bilirkişi: Tarım alanında jeotermal santrali kurulamaz

Özer AKDEMİR
Aydın Efeler ilçesi Yılmazköy'de yapılmak istenen jeotermal enerji santralleri (JES) ile ilgili açılan davada bilirkişi raporu belli  oldu. Bilirkişiler JES projesinin çevresel sorunlara yol açacağı uyarısında bulunarak, şirketin hazırladığı ÇED raporunun bu açıdan yetersiz olduğu görüşünü dile getirdiler.
Ken 2 Kipaş AŞ şirketi tarafından Yılmazköy yakınlarına, zeytinlik ve tarım arazilerine kurulmak istenen JES'e karşı yöre köylüleri ÇED olumlu kararına karşı dava açmışlardı. Davaya bakan Aydın 1. İdare Mahkemesi heyetinin atadığı üç kişilik bilirkişinin mahkemeye sunduğu raporda, JES şirketinin hazırladığı ÇED Raporunun son derece yetersiz olduğu ortaya kondu.
Bilirkişi: Tarım alanında jeotermal santrali kurulamaz
ÇED RAPORU YETERSİZ VE BİLİMDIŞI
Keşif sırasında inceledikleri kuyuların dava edilen kuyular olup olmadığının bile belli olmadığı bir dosya ile karşılaşan bilirkişiler raporların da bunun da altını çizdiler.
Jeotermal enerji üretiminin fosil yakıtlara göre daha az atmosferik kirlilik yaratmasına rağmen olumsuz çevresel etkileri olduğunu belirten bilirkişiler, ÇED Raporu ile ilgili "son derece özensiz hazırlanmış" değerlendirmesinde bulundular. ÇED Raporunun teknik açıdan hatalı ve bilimsel olmadığını dile getiren bilirkişiler, jeoloji ve hidrojeoloji ilgili bir konuda jeoloji mühendisinin imzasının bulunmamasının da kabul edilemez olduğunu kaydettiler. Aynı şekilde tarım alanları ile ilgili ziraat mühendisinin de imzasının olmadığını dile getiren bilirkişiler, ÇED Raporundaki jeoloji ve hidrojeoloji yönünden eksiklikleri maddeler halinde sıraladılar.
TARIM ALANINDA JES OLMAZ
JES yapılacak alanın çevresinde bakımlı ve verimli zeytin ağaçları olduğuna dikkat çeken bilirkişiler, Aydın ve ilçelerinin Türkiye ve dünyanın en kaliteli incir bahçelerine sahip olduğu, zeytinciliğin de önemli yer tuttuğunun altını çizdiler. Bilirkişiler; "tarımsal olarak çok önemli bu özel bitkilerin yetişme alanı olan 1. ve 2. sınıf arazi kullanım sınıfına ait arazilerin yasal olarak özel korunması gereken araziler olarak, tarımsal sit alanı ilan edilmesi gerekir" dediler. Enerji üretiminin incir ve zeytin bahçelerinin yanında 1. ve 2. sınıf tarım arazilerinde yapılmaması gerektiğine işaret eden bilirkişiler, alternatif araziler, 6.-7. sınıf tarım arazilerinde bu faaliyetlerin olabileceğini belirttiler.  Bilirkişiler JES alanında zeytinlik alanların olduğunu ve Zeytincilik yasasına dikkat çekerek ifade ettiler.
ÇED RAPORU YETERSİZ
Bilirkişiler ÇED Raporundaki eksiklik ve çelişkileri şu maddeler halinde özetlediler;
1. ÇED Raporundaki bazı ifadeler rapordun içeriği ile çelişiyor.
2. Bazı bilgiler literatürden alınmış, neden-sonuç ilişkisinden ve ÇED bakış açısından uzak bilgiler.
3. Sularla ilgili bilgiler teknik tasarımdan yoksun.
4. İnşaat sırasındaki toz emisyonlarının nasıl önleneceği belli değil.
Bilirkişi raporunun sonuç bölümünde ise "ÇED Raporunun araştırma ve işletme döneminde gerekli önlemleri almada yetersiz olduğu kanaat getirilmiştir" diyerek son noktayı koydu.
BİLİRKİŞİ HEYETİ
KUTU: Bilirkişi heyeti şu isimlerden oluşuyor:
Prof. Dr. Gültekin Tarcan: (Dokuz Eylül Jeoloji Müh Bölümü)
Prof. Dr. Sezai Delibacak: Ege Ünv. Ziraat Fakültesi)
Yard. Doç. Dr. Sevgi Tokgöz Güneş: Dokuz Eylül çevre Müh. bölümü)


AYDIN'DA YAŞAYAN ÇABUK ÖLÜYOR
Son yıllarda jeotermal, madencilik ve sulardaki kirlilik gibi çevresel konularla başı dertte olan Aydın'ın bu kötü durumu TÜİK istatistiklerine de yansımış durumda. Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP) 2. Başkanı Dr. Metin Aydın'ın açıkladığı verilere göre;
TÜİK istatistiklerine bakıldığında, 2015 yılında ikamet eden nüfusa göre Türkiye'de yaşayan  201, Aydın'da 144 kişiden biri ölmüş. Aydın'da 2015 yılında meydana gelen ölümler Türkiye ortalamasından %28 daha fazla.
2015 yılında Aydın'da meydana gelen ölümlerin %46'sı dolaşım sistemi, %19'u kanser, %11'i solunum sistemi, %3,6'ı endokrin ve beslenme bozukluğu hastalıklarına bağlı meydana gelmiş. Türkiye ortalamasına göre 2015 yılında Aydın'da Dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı ölümler %37, kansere bağlı ölümler %23, Solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölümler %30 daha fazla.
İkamet eden nüfusa göre 2010-2015 dönemi TÜİK verilerine baktığımızda toplam ölümler Türkiye'de %20 Aydın'da %32, Dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı ölümler Türkiye'de %21 Aydın'da %39, kansere bağlı ölümler Türkiye'de %15 Aydın'da %23, Solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölümler Türkiye'de %40 Aydın'da %46 artmış. (İzmir/EVRENSEL
23 eylül 2016
https://www.evrensel.net/haber/290965/bilirkisi-tarim-alaninda-jeotermal-santrali-kurulamaz

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_K.Paşa Beşpınar taş Ocağına karşı 1. Bölüm_23 eyl016

ÇEPEÇEVRE YAŞAM
İzmir Kemalpaşa'nın Beşpınar köylüleri köyün yakınlarına yapılmak istenen taş ocağına karşı ayakta. Bir kısmı Spil Milli Parkı içerisinde kalan köyün meyve bahçeleri ve arı kovanlarının bulunduğu bölgeye yapılmak istenen taş ocağı Spil Milli Parkı'na kuş uçuşu sadece 500 metre.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM Cuma Saat: 20.00'de HAYATIN SESİ'nde

Şirket kurnaz devlet aymaz!

Programın tanıtımı: 
https://www.youtube.com/watch?v=hsFmMBuJnxA

Programın tamamı:

İlgili haber:
https://www.evrensel.net/haber/289899/sirket-kurnaz-devlet-aymaz

15 Eylül 2016 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_YALNIZ EFE'NİN ZAFER BAYRAMI_15 EYL 016

ÇEPEÇEVRE YAŞAM
Efemçukuru Altın madeni İzmir'e 20 km uzaklıkta 5 yıldır üretime devam ediyor.
Her geçen gün kentin içme sularını biraz daha kirletiyor.
Altın madenine karşı direnen tek Efemçukur'lu yalnız Efe Ahmet Karaçam'ın 8 yıldır sürdürdüğü hukuk mücadelesi zaferle sonuçlandı.
Bu güzel haberi Ahmet Karaçam'la paylaşmak için Karaçam'ın el konulmak istenen bağına giden yaşam savunucularını orada onurlu bir Yalnız Efe ve kötü bir süpriz de bekliyordu.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam

Programın tanıtımı:
https://www.youtube.com/watch?v=7jbzsIitoHM&feature=youtu.be

Programın tamamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=3y4-otHl1ik&feature=youtu.be

İlgili haber: 
https://www.evrensel.net/haber/289012/yalniz-efenin-zafer-bayrami
http://www.izgazete.net/yazi/229/yalaka-inek-kasabin-bicagini-yalar

11 Eylül 2016 Pazar

Necip Hablemitoğlu’dan Haydar Meriç’e


11 Eylül 2016 10:27
Erdoğan'ın, H. Dink, N. Hablemitoğlu ve H. Meriç cinayetlerinin F tipi örgütlenme ile ilgili olduğu açıklamalarından sonra tekrar gündeme geldi.
Özer AKDEMİR
Geçtiğimiz günlerde yapılan 11. Karaburun Bilim Kongresinde “Biz de halimizce Bedreddin’iz” oturumunda Ege’de 600 yıl önce yaşanmış Börklüce Mustafa’nın başını çektiği köylü isyanı ve 1980’lerin sonu-2000’lerin ortasına denk gelen Bergama köylülerinin altın madenine karşı direnişlerini anlatmaya çalıştım. Daha doğrusu Börklüce isyanını “Eşiktekini eşikte-beşiktekini beşikte öldürün” (Eşikteki kadın, beşikteki bebek) diye tam bir katliamla bastıran Osmanlı’nın torunlarının bu direnişten yaklaşık 600 yıl sonra yaşam alanlarını koruma mücadelesi veren başka bir köylü hareketini nasıl sönümlendirdikleri arasında bir bağ kurmak istedim. 

KARABURUN’DA TRAKYALI BİR GAZETECİ
Söyleşinin sonunda tanıştık Mustafa Karaca ile. Trakyalı bir gazeteci olarak tanıttı kendisini. Sarantalı Köylüm (Saranta Kırklareli’nin eski adı imiş) gazetesini çıkardığını söyledi. Sunumda sıkça adı geçen Necip Hablemitoğlu ve suikasti konusunun ilgisini çektiğini belirterek, “Ben de Haydar Meriç cinayeti ile ilgileniyorum. Arkadaşımdı, birlikte gazete de çıkardık. O da Hablemitoğlu’nu öldüren çevreler tarafından öldürüldü” dedi.
İki gün sonra Konak’ta bir kafede buluştuk. Son dönemlerde adı FETÖ’nün cinayetleri arasında sayılan emekli öğretmen-gazeteci Haydar Meriç cinayeti ile ilgili çok önemli bilgileri vardı. Çocukluktan bu yana tanıdığı, özellikle yaşamının son döneminde haftanın hemen her günü birlikte oldukları bir dostuydu H. Meriç. Birlikte Rumeli 39 Gazetesi’ni çıkarmaya başlamışlar ama ömrü çok uzun olmamış gazetenin. Bunun aslında H. Meriç’i ölüme götüren sürecin bir parçası olduğunu söyledi. 

























FETHULLAH GÜLEN KIRKLARELİ GÜNLERİ
Öykü taa 1965’lere kadar gidiyordu. O tarihlerde genç bir delikanlı olan Mustafa Karaca’nın yolu Kırklareli’nde bir camide vaaz veren Fethullah Gülen’le kesişmiş. Şöyle anlatıyor o günleri; “Gülenin vaazlarına ben de katıldım. 10 dakika konuşup sürekli ağladığı için bir daha da gitmek istemedim. Çünkü başka bir camiinin imamı akşam namazlarını daha hızlı kıldırıyor, biz gençlere de sinema saatine yetişmek için zaman kalıyordu.
Bir süre sonra F. Gülen’in hiç cemaatinin kalmadığını duydum. Nedeni ise yayılan bir söylenti idi. Gülen bir eşcinseldi ve camiinin tuvaletine bakan davulcu Süleyman denilen biri ile yakalanmıştı. Bu söylentiler yüzünden cemaati kalmayınca Gülen Edirne’ye başka bir camiye çekildi ama orada da tutunamadı. İzmir’e Kestanepazarı camiine gönderildi. Haydar Meriç’i de ölüme götüren işte bu söylentileri araştırması ve sağda solda konuşması oldu.”

HAYDAR MERİÇ’İ ÖLÜME GÖTÜREN SÜREÇ
Karaca, H. Meriç’in kendisine birgün “Davulcu Süleyman’ı bulup konuşturdum. Yakında bombaya patlatacağım” dediğini, gazetede yazdığı son yazısında da “Yakında çok önemli bilgiler açıklayacağım” yazdığını, bunları bazı dost meclislerinde de dile getirmesi üzerine etraflarında gözle görülür bir baskı hissetmeye başladıklarını anlattı. “Haydar’la 2010 yılında Rumeli 39 adlı bir gazete çıkarmaya başladık ancak 4 sayı çıkarabildik. 5. sayı matbaadan toplatıldı. Bir süre sonra Haydar’ın başına garip kazalar gelmeye başladı. Her ay bir yerleri kırılıyordu ve hep ‘kaza’ oldu, düştüm falan diye açıklıyordu bunları. Ben şüphelendim, bunu da ona söyledim. Bana, “Bu gazeteyi çıkarmayalım arkadaş, çok baskı var” dedi sadece. Sonra İzmir’de olduğum bir zamanda kaybolduğunu polislerin beni araması ile öğrendim. Telefonda son konuştuğu kişi bendim. Gece yarısı beni aramış, bir defineden bahsetmiş aramızda şakalaşmıştık. Bu onun son konuşması olmuş. Haydar Meriç’in cesedi alındığı Kırklareli’den 500 kilometre ötede Düzce Akçakoca açıklarında Karadeniz’de domuzbağı ile öldürülmüş olarak bulunmuştu. Cesedini teşhis edenlerden birisi de bendim. Çok kötü işkence yapılmıştı. Ama bunlar otopsi raporunda yazılmadı. Haydar’ı alanların geçtiği güzergahtaki bütün kamera kayıtları sonradan ortaya çıktı ki silinmiş.”
Yıllarca fail-i meçhul kalan H. Meriç cinayeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yurtdışı gezisi sırasında gazetecilere, H. Dink, N. Hablemitoğlu ve H. Meriç cinayetlerinin F tipi örgütlenme ile ilgili olduğu yönündeki açıklamalarından sonra tekrar gündeme geldi. Geçtiğimiz günlerde 41 polis H. Meriç cinayeti soruşturması nedeniyle gözaltına alındı, bunlardan 9’u tutuklandı. Soruşturma halen devam etse de birçok delil tıpkı Hablemitoğlu suikastinde olduğu gibi karartılmış.
HEPİNİZ ORDAYDINIZ!
H. Dink, N. Hablemitoğlu, H. Meriç cinayetlerinin FETÖ’ tarafından işlendiği ve bu nedenle de aydınlatılamadığı söyleniyor bugün. Hablemitoğlu suikastinin ardında Gülen Cemaati olabileceğini taa 2011 yılında çıkan “Kuyudaki Taş-Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” kitabımda yazmıştım. Aynı adres Dink cinayeti sonrasında da birçok gazeteci tarafından gösterildi. Darbe girişiminin olduğu güne kadar bu iddiaları soruşturmak bir yana üstünün örtülmesine göz yumanlar da en az cinayeti işleyenler kadar sorumludur. Kaçışınız yok, siz de yargılanacaksınız. Çünkü hepiniz ordaydınız!..

9 Eylül 2016 Cuma

Şirket kurnaz devlet aymaz!



09 Eylül 2016 17:32
İzmir Kemalpaşa'nın Beşpınar köylüleri köyün yakınlarına yapılmak istenen taş ocağına karşı ayakta.
Özer AKDEMİR
İzmir

 
İzmir Kemalpaşa'nın Beşpınar köylüleri köyün yakınlarına yapılmak istenen taş ocağına karşı ayakta. Bir kısmı Spil Milli Parkı içerisinde kalan köyün meyve bahçeleri ve arı kovanlarının bulunduğu bölgeye yapılmak istenen taş ocağı Spil Milli Parkı'na kuş  uçuşu sadece 500 metre.
HUKUKUN ARDINDAN DOLANILIYOR
Beşpınar Köylülerinin taş ocağına karşı yapacağı basın açıklamasına giderken köylülerin avukatı Cem Altıparmak taş ocağına ÇED Gerekli değildir kararı verildiğini anlattı. Proje sahası toplamı 98 hektar olan şirket bu alanın sadece 23 hektarında faaliyet yürüteceğini taahhüt ederek ÇED başvurusu yapmış. Bu şu demek; 25 hektarlık alandan aşağıdaki bu tür faaliyetler için ÇED izni almaya gerek yok. Mevzuattaki boşlukları değerlendirerek hukukun arkasından dolaşılmış yani. Altıparmak, şirketin, ülkemizde yüzlerce örneğine rastladığımız  böylesi bir kurnazlığa kalkışmasından öte yargı kararlarına rağmen sorumluluğun bu hukuk dışı duruma göz yuman resmi kurumlar olduğunu söyledi. 

KEMALPAŞA OVASINDA OTOYOL KATLİAMI!
Yapım çalışmaları süren İzmir-İstanbul Otoyolunun tam ortasından bıçak gibi kestiği zeytinlik alanlardan, bir zamanlar köy-mahalle olan, şimdi ortasından otoyol geçen yerleşim yerlerinden geçerken ağır doğa tahribatının büyüklüğü içler acıtıyordu. Geçtiğimiz yıllarda yine taş ocağına karşı uzun süre direnen ve şirketin topraklarında taş ocağı açmasına izin vermeyen Akalan Köyü'nün yanı başından tepelere doğru yol aldıkça, ormanlık alanlar daha da sıklaştı. Sağlı sollu sık ormanlarla kaplı yol derin bir boğazdan Beşpınar Köyüne tırmanıyordu. Yolun hemen yanında bulunan eski taş ocağını gösteren Altıparmak, taş ocağından yola düşen parçalar nedeniyle meydana gelen ölümlü kazalar ve ağır doğa tahribatı nedeniyle ocağın kapatıldığını, Beşpınar Köyü yakınına yapılmak istenen şimdiki taş ocağının da aynı şekilde yola çok yakın olduğunu söyledi.
ORMANLAR BİZE EMANET 

Çam ağaçları ve kiraz bahçeleri arasında tırmanan yolun taş ocağına sapan toprak yol ayrımında Beşpınar Köylülerinin yanı sıra, Ansızca, Sütçüler ve civar köylerden gelen yurttaşlar da toplanmışlardı. Köylülere destek için TMMOB İKK yöneticileri, Turgutlu ve Kemalpaşa'dan yaşam savunucuları da oradaydı. Yolun hemen kıyısında "Taş Ocağına Hayır" yazılı pankartın ardında toplanan köylüler, "Doğanın talanına hayır", "Diren Spil Dağı", "Taş ocağı yapma boşuna yıkarız başına", "İstemiyoruz taş ocağı temiz kalsın baba ocağı" , "Kopsa bile kıyamet, ormanlar bize emanet" yazılı dövizleri taşıdılar. Yaşlı-genç, kadın erkek, çocuklarıyla birlikte eyleme katılan köylüler adına konuşan Beşpınar Köyü Muhtarı Yaşar Dönmez, 16 yıl önce kapanan eski taş ocağın nedeniyle köyün toz bulutu içinde kaldığı günleri unutmadıklarını belirterek; "bu taş ocağına karşı dava açtıklarını ve yaşam alanlarını sonuna kadar koruyacaklarını söyledi". 

BİZİ ELİN DAĞINA MUHTAÇ EDECEKLER
Köylüler daha sonra sloganlarla taş ocağı yapılmak istenen tepeye yürüdüler. Burada konuştuğumuz Sütçüler Köyü Muhtarı Ali Kesmeci'de ovanın ortasında yapılan otoban nedeniyle yaşadıkları sıkıntıları anlattı; "Devlet bu taş ocaklarına izin verip ortadan kayboluyor. Sütçüler köyü bitmiş durumda. Zeytin kiraz bahçeleri bitti". Beşpınar Köylülerinden Kamil Gider hükümetin yemyeşil köylerini cehenneme çevirmek istediğini söyledi. "Bu taş ocağı açılırsa Beşpınar Köyü aç kalacak ve cehenneme dönecek" dedi. Taş ocağı yapılmak istenen arazinin yanıbaşında kovanları bulunan Sütçüler köylüsü Mehmet Ali Ekmen taş ocağının kurulması durumunda kovanları taşımak zorunda kalacaklarını belirterek, "Bizi elin dağlarına muhtaç edecekler" dedi.


BURADA TAŞ OCAĞI CİNAYETTİR 

Köylülerin eylemine destek veren Ziraat mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Ferdan Çiftçi, bölgenin İzmir'in nefes alma alanlarından birisi olduğunu belirterek, aşağıdaki Kemalpaşa ovasının da dünyanın en iyi kirazlarının yetiştiği bir bölge olduğunu söyledi. Çiftçi , "Beşpınarda bu taş ocağınnı yapılması cinayettir" dedi. TMMOB İKK Sekreteri Melih Yalçın ise eskiden devletin ormanı vatandaştan korur iken şimdi vatandaşın ormanı devletten koruduğunu söyledi. Orman Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Kenan Öztan burada yapılacak her türlü faaliyetin Spil Dağı Milli Parkının flora ve faunasına etki edeceğini söyledi. 
Beşpınar Köyünden Aysel Balcı: "bir yanda arılarımız, bir yanda kirazlarımız. Nasıl kıyacaklar buna"
Yasemin Erdem: İzmir'de yaşarken yıllarca kortizon kullandım. burada hiçbirini kullanmıyorum. İzmir'de evimiz var ama orman ve temiz hava için buradayız.
EGEÇEP YK üyesi Perihan Hasergin, Turgutlu'dan Beşpınar köylüleri ile dayanışmak için geldiklerini söyledi. (İzmir/EVRENSEL)

Yenice köylüleri taş ocağına karşı yol kesti



09 Eylül 2016 13:21
Çanakkale'nin Yenice ilçesinde köylüler antik değere sahip Asartepe'de yapılan taş ocağı faaliyetini protesto etmek için yol kapama eylemi yaptı.

Çanakkale'nin Yenice ilçesine bağlı Sofular, Bekten ve Aşağıinova köylüleri, antik değere sahip Asartepe'de yapılan taş ocağı faaliyetini protesto etmek için yol kapama eylemi yaptı.
Taş ocağı kamyonlarının yarattığı tozdan ağaçların bembeyaz olduğunu, tarlalarına giremediklerini ve ürünlerinin yetişmediğini belirten köylüler, Yenice-Biga arasındaki yolu saatlerce trafiğe kapadılar. 2 yıldır yolun yapımı için şirketin ve yetkililerin verdikleri sözleri tutmadıklarını dile getiren köylülerin jandarma yetkilileri ile köylüler arasında yapılan görüşmelerden sonra yolun en kısa zamanda yapılacağı sözü üzerine sonlandırıldı.


Sofular Köylüleri geçtiğimiz haftalarda köyde çekim yapan Hayatın Sesi TV Çepeçevre Yaşam Programı kameralarına toz nedeniyle yaşadıkları sıkıntıları anlatarak, çözüm bulunmadığı takdirde yolları keseceklerini söylemişlerdi. (Çanakkale/EVRENSEL)

3 Eylül 2016 Cumartesi

Biz de halimizce Bedreddin'iz

"Biz de halimizce Bedreddin'iz"
"600. Yılında Börklüce’nin izinde" temasıyla 11'inci kez toplanan Karaburun Bilim Kongresi'nin dördüncü günü de canlı oturumlarla devam ediyor.
haberiçi
Ümit Kartal / İz Gazete - Haftasonu olması nedeniyle İzmir'den katılımcıların da yoğunlaştığ kongrede Kemal Derin'in başkanlığında 'Biz de halimizce Bedreddin'iz' oturumu yapıldı.
Ahmet Vasfi Pekin'in Şeyh Bedreddin isyanının ekonomik sosyal ve ideolojik temellerine dair sunumundan sonra Raşit Çavaş da "Bütün kabahat Börklüce'de miydi?" diye sordu.

Aynı zamanda gazetemizin de yazarlarından olan 'çevre muhabiri' gazeteci yazar Özer Akdemir de günümüz köylü hareketlerine dair bir sunum gerçekleştirdi. Akdemir sunumunda Bergama Köylülerinin mücadelesinin deneyimlerini  ve günümüz çevre mücadelelerini değerlendirdi.

Oturum soru cevap bölümünün ardından sona erdi.
http://www.izgazete.net/haber/8942/biz-de-halimizce-bedreddiniz

Video çekimleri:

Bölüm3: 

Bölüm 2:

1 Eylül 2016 Perşembe

Yalaka inek kasabın bıçağını yalar!

Kurban Bayramı yaklaştı ya. Ona ilişkin bir yazı değil bu. Hayvanların kesildiği bir günün bayram olarak kutlanmasını doğru bulmayanlardanım.
Başka bir şey anlatacağım.

30 Ağustos günü EGEÇEP'ten arkadaşlarla bir minibüse doluştuk Efemçukuru Köyüne gittik.
Benle birlikte bir gazeteci arkadaşım daha vardı.

Bilenler biliyordur ama bilmeyene bir kez daha anlatalım;
Efemçukuru 'İzmir'in damı'. Kente kuş uçuşu 20 kilometre uzaklıkta. Kurtuluş Savaşı sırasında efelerin gizlendiği yerler olduğu için "Efemçukuru" adını oradan alıyor. Yoksa 700 metre yükseklikte, kente, körfeze yukarılardan bakan Alfons tipi üzümleri ile ünlü bir orman köyü.
Efemçukuru’nda 5 yıldır bir altın madeni çalışıyor. Daha madenin ilk sondajlarının yapıldığı 2001 yılından bu yana izlerim buradaki madeninin gelişim evrelerini. Tam bir hukuk skandalı, tam bir sermaye düzeni öyküsü aslında.
Efemçukuru köylüleri yıllarca altın madenine direndiler. Topraklarını satmadılar. Altın madeninin gönderdiği teklifleri Cumhuriyet Meydanında yaktıkları dün gibi gözümün önünde. Ama karşılarındaki sadece Kanadalı TÜPRAG Şirketi değildi ki.
Hükümet bütün kurum, kuruluşlarıyla madenin yanında yer aldı. Bakanlar Kurulu'nun işi gücü bırakıp altın madeninin elini kolaylaştırmak için, savaş ve seferberlik durumlarında kolaylık olsun diye çıkarılan "Acele Kamulaştırma Yasası"nı ilk getirdikleri yerlerden birisi oldu Efemçukuru.
Köylülerin direnci bu yasadan sonra kırıldı. Tıpkı Kışladağ'da, tıpkı diğer birçok çevre direnişlerinde olduğu gibi.
Birer ikişer topraklarını satmak zorunda kaldılar. İlk satanların toprakları ucuza gitti, son satanlar epey kar ettiler. Madenci, köylülerin çoğunu da iş vadiyle kandırıp ellerinden satın aldı topraklarını.
Tek bir köylü tüm baskılara, "parayı el arabasıyla evine götüreceksin" tekliflerine, Bakanlar Kurulu'nun kararlarına karşı "Efelenmeyi" sürdürdü. Keçi çobanı Ahmet Karaçam.
Köyünde madene topraklarını satmayan tek köylü olduğu için "Yalnız Efe" dendi ona. Lakabının hakkını da bugüne kadar verdi.

İşte Yalnız Efe Ahmet Karaçam'ın 8 yıl tek başına direnişinin hukuki zaferle sonuçlanmasının kutlaması yapıldı 30 Ağustosta, Zafer Bayramı'na denk gelen günde.

Danıştayın en yüksek kurulu acele kamulaştırma kararlarının yasalara aykırı olduğunu onayladı. Tek başına direnen bir keçi çobanı, koskoca altın madenini dize getirdi, çoban matı yaptı...
EGEÇEP'liler ve Yalnız Efe, bu zaferle ilgili basın açıklamasını el konulmak istenen bağlarda yaptılar. Yalnız Efe "8 yıl beni diyemedim" dediği bağındaydı, Mayıstan bu yana da ilk kez gelmişti. Keçilerini bırakamıyordu çünkü.

Bu mahkeme kararı madenin çalışmasını durdurmasa da hem acele kamulaştırma kararları için ülkedeki hukuk literatürüne geçecek derecede önemliydi, hem de direnmenin, tek başına bile kalınsa direnmenin kazanabilmek için tek koşul olduğunun kanıtıydı.
EGEÇEP'liler ve gazetecilerin Ahmet Karaçam'ın bağını gezdiği birkaç saat boyunca altın madencileri de boş durmadılar. Grubu sürekli takip ve taciz ettiler. Gazetecilere kimlik sormaya, tel örgü ötesinde çektikleri fotoğrafları bile engellemeye çalıştılar.
Son alarak da artık dönüşe geçen grubun aracının etrafında birikip gözdağı vermeyi ve tacizi sürdürdüler.

İşin acı yönü ise şu; yaşam savunucularını taciz etmek için araçları etrafına toplananların birçoğu Efemçukuru köylüsüydü! "Amir"lerinin emri ile 30 kadarı vardiya çıkışı köye gitmemiş, gelenleri korkutmaya soyunmuşlardı.

Yanıtlarını aldılar tabi; "eşkiya mısınız?" sorularına, "onurlu olun, madene teslim etmeyin kendinizi" sözlerine muhatap oldular. Oraya zorla getirildiği anlaşılan çoğu genç köylü, kafaları önünde, gruptan uzak sessizce izlediler olanları. Birkaç tane elebaşının kabadayılıkları ise yanlarına kar kaldı.

Daha bir ay öncesine kadar madenin kirlettiği içme suları nedeniyle tanker suyuna muhtaç olan, derelerinden zehir akan ve ormanları, yaşam alanları talan edilen köylülerdi bunlar. Köylülükten kopmuş, 'madenin adamları' olmuşlar, kendi sınıflarına ihanet eder duruma gelmişlerdi.

İşte o güzel atasözü, Efemçukuru’nda cellatları olan altın madenine yaranmak için yaşam savunucularına efelenenler için söylenmişti sanki;

"Yalaka inek kasabın bıçağını yalar"


ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Çan Termik santralleri 2. bölüm_1 eylül 2016


ÇEPEÇEVRE YAŞAM
Adı gibi bir çukurda olan Çan ve çevresine yeni termik santraller yapılıyor. 14 yıldır termik santrallerle içiçe yaşayan Çan halkı ve civar köylüler bu yeni termik santrallerle ilgili düşüncelerini Çepeçevre Yaşam'a anlattılar.

Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Çan Termik santralleri_Can Pazarı programı 2. bölümü ile 1 Eylül 2016 Saat: 20.00'de
HAYATIN SESİ'nde

Programın tanıtımı: 
https://www.youtube.com/watch?v=4SxruU1

Programın tamamı:

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...