25 Temmuz 2021 Pazar

Meke Gölü’ne ağıt (Pazar yazısı)

 25 Temmuz 2021 22:07

Kuruyan Meke Gölü

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR

“Çiçeğim kurumuş tozum kalmadı

Yanıp küle döndüm közüm kalmadı

Ağız dil verecek sözüm kalmadı

Eskiden göl idim çöl derler gayri”

Bazı yolculuklar sizi gideceğiniz yere değil geleceğe götürür. Bazı yolculuklar karanlıkta önünüzü gösteren bir ışık, yüzünüze tutulmuş bir ayna gibidir. Kendinizi, kaderinizi görürsünüz orada.

Bu yolculuklara çoğu kimse çıkmak istemez bu yüzden. Gördüklerinden hoşlanmaz, içleri almaz, -varsa- vicdanları sızlar çünkü.

Yine de dünya döndükçe ne yol biter evvel ahir, ne de zaman.

Böylesi bir yolculuktu bizim çıktığımız da. İçimiz burkula burkula geçip gittik, Ege’den bozkırlara...

Kurak, tuzlu ve kavurucu bir yel hep bizimleydi yol boyunca. Akdeniz’in mavi sularını gerimizde bırakıp nemli ormanlarının arasında daldığımızda karşımıza un ufak edilen dağlar çıktı. Toza belenen çamlar, çiçeği örselenmiş kekikler, dibine rengini sıvamış karadutlar çıktı. Bakıp geçtik dizimizi döve döve. Perişan edilen ne varsa kara toprağın üzerinde bizim eserimizdi, eyvah ki eyvah!

BURDUR GÖLÜ BU MUDUR?

Suyu 50 yılda yarı yarıya azalan, tuzlu, çatlak, çorak toprakları kente kadar sokulan Burdur Gölü’nü göz ucuyla izledik. Yol durdurmadı bizi günbegün tükenen gölün kıyısında. İçimizi bu sefer kavurucu yeller değil geleceğe tanıklık etmenin acısı burktu. Dilimize, damağımıza suçluluğun acılığı bulaştı. Sonunun kötü biteceğini bildiğimiz bir filmi izlermişçesine, elimiz yüreğimizde geçtik Burdur Gölü’nün kıyısından.

“Burdur gölü bu mudur/Bir testilik su mudur?”…

Neyse ki sarp kayalıkların gölgesine sığınmış Eğirdir Gölü birazcık da olsa serinletti içimizi. Sanki Ege’de bir sahil kasabasına götürmüştü yol bizi. Sapsarı kumsalı, güneşlenen mavi sularına dalıp çıkan çocukları, kadim çınarların gölgesinde bir şeyler yiyip içerken sohbeti koyulaştıran insanları ile Eğirdir bir parça da olsa yürek yangınımızı soğuttu.

HEYY BOZKIR...

Sonra vurduk kendimizi bozkıra. Heyyy bozkır! Heyyy güneşin, tozun, kavrulan toprağın ve serin gölgenin vatanı. Heyy gecede milyon yıldız saydıran duruluk. Yanık buğdaylar, tozlu yollar, yassı tepelerin yurdu, heyyy...

Bozkır, döne kıvrıla uzayan tozlu yolları, birbirine sokulmuş yoksul köyleri, su başlarına kurulmuş göçmen işçi çadırları, biçerdöver girmiş buğday tarlaları ve güneşin alnında şavkıyan kayaları, toprakları ile karşıladı bizi.

Konya Ovası’nı, Aksaray’a doğru katederken, bozkırın ortasında yemyeşil tarlalar dikkatimizi çekti. Akarsuyu, deresi olmayan, pınarların kendi kendine kaynayıp bir süre sonra kaybolduğu bu susuzluk diyarında bir insan başı kalınlığında su boruları dört bir yana uzatılmıştı. Boruların geçtiği yerler yemyeşil şeker pancarı, ayçiçeği, patates, domates tarlalarına bezenmişti. Bu kalın borular ovanın binlerce noktasında açılan kuyulardan, yerin metrelerce derinliklerindeki soğuk suyu yukarı çıkarıyor, kilometrelerce uzanarak bu yeşil tarlalara boca ediliyordu. Yer altındaki suyu çektikçe bozkırın kuraklığı gittikçe tabana yayılıyor, bu yer altı suları ile beslenen bitkiler, göller, dereler birbiri ardına kuruyordu. Suyun çekilmesi ile bazı yerlerde toprak çöküyor, dev gibi obruklar oluşuyordu.

İşte hepimizin gözleri önünde yıllardır olup biten bu akıl tutulmasının bir sonucuydu Meke Gölü’nde gördüklerimiz.

DÜNYANIN NAZAR BONCUĞU

Koyun, keçi dışkıları gibi topaklanmış kül yığınlarının arasında ilerleyen tozlu bir yolla ulaştığımız Meke Gölü’nü bu halde görmek içimizi öylesine acıttı ki! Gölün eski ve kurumuş halini gösteren yüzlerce fotoğrafını görmüştük ama yine de gidip onun tam karşısında durmak, onu tepeden gören bir yerden, kuruyan suyun ardında kalan beyaz-pembe tuz tabakasını izlemek bambaşka bir duyguydu.

“Dünyanın nazar boncuğu” artık yoktu! Nazar boncuğunun mavi gözlerini besleyen pınarlar kurumuş, gölün tuzlu sularında incecik bacakları ile dolaşan turnalar uçmuş, sunalar türküler de kalmış, sakar mekeler, toy kuşları, sumrular sırlara karışmıştı.

Öğleyin, kırk dereceyi aşan sıcaklığa aldırmadan gölün kuru yatağına kadar indim. Beyaz, pembe, mor tuzların üzerinde, ayakkabılarımın altından inler gibi yükselen tuz çıtırtılarını dinleyerek yürüdüm. Yetmedi, kendimi gölün ortasındaki dik tepeye vurup krater çukuruna ulaşmayı bile denedim. Bir faydası yoktu oysa öykülerin, şiirlerin, türkülerin otağı gölün gözüne tırmanmanın. Göl kurumuş, telli turnalar bir daha gelmemek üzere uçmuştu...

*

Meke Gölü’nün ortasındaki tepeye bir abdalı diz kırıp oturmuş gördüm. Üç kere vurdu teline sazın. Üç kıta da sordu göle;

Meke Gölü bir cevap ver

Nerde turnam, hani sunam

Sır mı oldu onca canlar

Giden gelmez bilmez kalan

 

Mavi bulut mavi suyun

Nerde gül kokuşlu köyün

Hani sumrun nerde toyun

Evin viran yurdun talan

 

Damla bile yok gölünde

Tuz kaplamış yüreğinde

Adın kalır mı dillerde

Meke Gölü oldun yalan

Abdal sustu! Usul boynunu göle eğdi. Dinledi, bekledi...

Üç telli saza üç kere daha vurdu. Bir turna avazı döküldü tellerden. Üç kere öttü turna uzun uzun. Abdal söze geldi gölün dilinden;

“Turnalar göç için düştü yollara

Dağım viran olmuş dumandır gayri

Bir zaman sunalar eylerdi nazar

Göze geldim halim yamandır gayri

 

Dikenim kurudu tozum kalmadı

Yanıp küle döndüm közüm kalmadı

Ağız dil verecek sözüm kalmadı

Eskiden göl idim çöl derler gayri

 

Kıl çadırlar göçtü bez bana kaldı

Ağacım kurudu toz bana kaldı

Suyum çekip gitti tuz bana kaldı

İşte bu kefenim öl derler gayri”

https://www.evrensel.net/yazi/89155/meke-golune-agit?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=77&utm_campaign=25-07-202114:10

19 Temmuz 2021 Pazartesi

Urla'da 1. derece arkeolojik sit alanının 10 metre uzağına taş ocağı izni verildi

 19 Temmuz 2021 10:07

İzmir'in Urla’da taş kalker ocağı işletilmesi için ÇED süreci başlatıldı. İşletme, birinci derece arkeolojik sit alanına sadece 10 metre uzaklıkta.

Fotoğraf. ÇED dosyası

ÖZER AKDEMİR


İzmir

İzmir'in Urla İlçesi Gülbahçe ve İçmeler mahalleleri yakınında taş kalker ocağı işletilmesi için ÇED süreci başlatıldı. Taş kalker ocağı işletmesi Urla'nın sayfiye köylerinden Gülbahçe'ye 600 metre uzaklıkta bulunurken, birinci derece arkeolojik sit alanına ise sadece 10 m uzaklıkta!

TAŞ OCAĞI GÜLBAHÇE'NİN DİBİNDE

Zeytinler Mahallesi mevkiinde yer alan taş-kalker ocağı projesi toplam 70,41 ha'lık bir ruhsat alanına sahip. Bu projede benzerleri gibi ÇED sürecinden kurtulabilmek için 25 hektarlık alanın altında, 24,61 ha alanda işletme izni alırken, Cantürk İnşaat A.Ş adlı şirket yılda 800.000 tonluk kalker ocağı işletmeyi planlıyor. Proje tanıtım dosyasına göre işletmenin kırma-eleme tesisinin kapasitesi ise 390.000 ton/yıl olarak veriliyor. Açık işletme madenciliği yöntemi ile yapılacak olan faaliyet sırasında arazide delme ve patlatmalar gerçekleştirilecek

İzmir'e kuş uçumu mesafesi 42 km'dir uzaklıktaki maden işletmesine en yakın yerleşim yeri ise 600 metre uzaklıktaki Gülbahçe Mahallesi. 

1. DERECE ARKEOLOJİK SİT'E 10 METRE!

Taş kalker ocağının İzmir'in sayfiye yerlerinden Urla'nın doğal ve yöresel ürünleriyle ünlü Gülbahçe'ye yakınlığının yanı sıra proje alanı 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı'nda 2. Ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı ve Orman Alanı katmanlarında kalıyor. Öte yandan PDT'de faaliyet alanının güney sınırına sadece 10 metre mesafede 1.derece Arkeolojik Sit Alanının bulunduğu dile getiriliyor. 

PATLATMALAR ARKEOLOJİK ESERLERE ZARAR VERMEYECEKMİŞ!

Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Maden Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Doğan Karakuş ve Araş. Gör. Dr. Tuğçe Öngen tarafından hazırlanan teknik raporda patlatma kaynaklı titreşimlerin 1. (birinci) Derece Arkeolojik Sit Alanına ulaşmadan sönümlenmesi için belli bölgelerde patlatmaların yapılmaması ya da belirli bir tekniğe göre yapılması öngörülürken, "37.6 kg anlık patlayıcı kullanılarak gerçekleştirilecek üretim patlatmaları sonucu oluşan yersarsıntısının (çevresel titreşim seviyesinin) sahanın yakınında 1. (birinci) Derece Arkeolojik Sit Alanı bölgesine hiçbir olumsuz etkisi olmayacaktır" ifadelerine yer veriliyor. 

ZEYTİNLİKLER VAR AMA BİR SIKINTI OLMAYACAK RAPORU!

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Fatih Şen tarafından hazırlanan proje ilgi ilgili tarımsal inceleme raporunda ise proje sahasının makilik olduğu, az sayıda delice zeytin bulunduğu bilgisine yer verilen PTD'de proje sahasına en az 3 kilometre mesafesinde mahsuldar zeytinlik sahanın olduğuna da yer verilmiş. PDT'de "Zeytinlik alanlara yakın mesafede bulunun kalker ocağı ve kırma-eleme tesislerin faaliyetlerinden dolayı zeytin ağaçlarında verim ve kaliteyi azaltıcı yönde tolere edilemeyecek bir toz zararının olmadığı saptanmıştır" iddiası ileri sürülüyor. Faaliyet sınarında çıkan tozun yerleşim yerlerine etkisinin olmayacağı da iddia ediliyor. 

TAŞ OCAĞI ÜNİVERSİTE ALANININ İÇİNDE

Taş kalker ocağının İzmir Yüksek Teknoloji Entsitüsü (İYTE)'ne eğitim faaliyetleri için hazineden ayrılan arazi içinde kaldığını ileri süren Av. Şehrazat Mercan "Rektörlüğün bu faaliyet için onay verdiğini sanmıyorum. Rektör ve enstitü yönetiminde ekolojik duyarlılığı olan hocalar var. Alanın 1. ve 2. derece arkeolojik SİT alanında kalması nedeniyle çizgiyle kavis yaparak buraları harita dışı bırakmışlar ama doğanın sınırları cetvelle çizilmez" dedi. 2016 yılında aynı tepedeki iki taş ocağı projesinin Urla Gülbahçe'de binlerce kişinin katıldığı yürüyüşler sonrası geri çekildiğini aktaran Mercan, "Beş yıl da ne değişti? Hiç?" dedi.

https://www.evrensel.net/haber/438317/urlada-1-derece-arkeolojik-sit-alaninin-10-metre-uzagina-tas-ocagi-izni-verildi

18 Temmuz 2021 Pazar

Akbelen ormanından kesim durdu ama İkizköylüler 24 saat orman nöbetinde

 18 Temmuz 2021 08:20

Muğla'da İkizköy yakınındaki Akbelen ormanının kesilerek kömür ocağı yapılmak istenmesine karşı köylüler 24 saat nöbet tutuyor.

Fotoğraf: İkizköy Çevre Komitesi

ÖZER AKDEMİR


İzmir

Muğla'nın Milas İlçesi İkizköy yakınındaki Akbelen ormanının kesilerek kömür ocağı yapılmak istenmesine karşı köylülerin direnişi devam ediyor. Dün, sabah saatlerinde ormanda ağaç kesimlerine başlanmasının ardından bölgeye giden köylülerin ve yaşam savunucularının müdahalesi sonrası ağaç kesimleri dururken, 30'a yakın ağacın kesildiği bölgede köylüler daha fazla ağaç kesilmemesi için 24 saat nöbet tutmaya devam ediyor.

"KESİMLER DURDU, NÖBETE DEVAM EDİYORUZ"

Telefonla görüştüğümüz İkizköy Çevre Komitesinden Deniz Gümüşel, dün öğle saatlerinde orman ekiplerinin alandan çekilmesinden sonra resmi herhangi bir kurumdan, ne jandarmadan ne de orman işletmelerinden hiç kimsenin alana girmediğini söyledi. Köylülerin ve çeşitli yerlerde gelen yaşam savunucularının Akbelen girişinde çadır kurarak nöbete devam ettiklerini belirten Gümüşel, siyasi parti temsilcilerinin ve yerel yöneticilerin nöbeti ziyaret ettiklerini söyledi. Gümüşel, "Alanda HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile birlikte HDP ve HDK yöneticileri yanımızdalar. Biraz sonra Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Acar ve Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat gelecekler. Köylülerimizle birlikte Muğla'nın farklı ilçelerinden Akyaka'dan, Bodrum'dan, Marmaris'ten yaşam savunucuları da buradalar. Sabah erken saatlerde kesim için de herhangi bir teşebbüs olmadı. Biz burada bekliyoruz. Nöbete devam ediyoruz" dedi.

https://www.evrensel.net/haber/438246/akbelen-ormanindan-kesim-durdu-ama-ikizkoyluler-24-saat-orman-nobetinde

17 Temmuz 2021 Cumartesi

Küskünler kampı (Pazar yazısı)

 17 Temmuz 2021 21:38

Salda Gölü

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR

Yıllık iznimi geçirmek için İzmir'den memleketim Nevşehir Hacıbektaş'a giderken birkaç farklı yerde konaklayarak yaptığımız yolculuktan kalanları yazmaya çalışacağım bu hafta. Yola çıkarken Salda ve Meke Gölü'nü görebilmek üzerine çizmiştik rotamızı.

Salda Gölü okurlarımızın malumu AKP'nin Millet Bahçesi çalışmaları ve bunun gölde yarattığı sorunlarla gündemde uzun zamandır.

Meke Gölü'nün ise Salda'dan çok daha kötü bir durumda olduğunu okuyorduk yıllardır. Bir zamanlar "Dünyanın nazar boncuğu" denilecek kadar güzel olan gölün tamamen kuruduğu söyleniyordu. Gidip bir de kendi gözümüzle görmek istedik. Toplam 3 ya da 4 gün sürmesini planladığımız yolculukta Orman Genel Müdürlüğüne bağlı tabiat parklarında çadır kurarak konaklayacaktık.

GARİP BİR ORMAN KAMPI

İki araçla İzmir'den, temmuz güneşi altında, asfalt eriten bir sıcakla beraber yola düştük. İlk durak Didim'de bir orman kampı oldu. Girişteki görevliler kampın hemen hemen dolu olduğunu, pandemi yasaklarının bitmesi ile insanların denizin kenarındaki orman kampını doldurduğunu söylediler. Çadırlar, karavanlar dip dibeydi gerçekten ama bize son derece garip gelen bir şekilde, herkes kampta sanki sadece kendileri varmış gibi hareket ediyordu. Belki bin kişinin konakladığı kampta herkes kendi alemindeydi. Kendileri dışında herkese küs gibi hareket ediyorlar, neredeyse kimse kimseyle konuşmuyor, ne yaptığını umursamıyor, sohbete yanaşmıyordu. Bu nedenle iki gece kaldığımız kampın adını "küskünler kampı" koyduk.

Yolda karşılaştığımız kamp komşularımıza "günaydın, merhaba" sözcükleriyle gülümsediğimizde ya da bulaşık yıkanan ortak alanda "kolay gelsin" dediğimizde tuhaf tuhaf yüzünüze bakan insanlarla karşılaşmak bizim için ilginç olduğu kadar üzücü bir deneyim oldu. Kuşkusuz, insanların kendi kabuklarına çekildikleri, yardımlaşmayı, sohbeti, dayanışmayı unuttukları, hemen herkesin yüzünün bir karış asık olduğu bu ruh halinin en önemli sebebi ülkeyi 20 yılda bir küskünler kampına çeviren siyasi iktidardı bana göre. Bin yıllardır yardımseverliği, misafirperverliği ve alçak gönüllülüğü ile bilinen Anadolu insanının tekrar o güzel özelliklerine sahip olabilmesi için de bir an önce siyasi iklimin değişmesi gerekiyordu.

SALDA KÖYÜNDE BİR GECE

Neyse ki Anadolu'nun her yerinin böyle olmadığı, hâlâ o güzel gelenekleri yaşatan insanların var olduğunu da gördük bu yolculukta. Salda Gölü’ne adını veren Salda köyünde, bütün pansiyonların dolu, çadır kampı kurmanın da yasak olduğu zor bir anımızda, konaklamak için bize evini açan Fatma Kaygısız teyzemiz bu güzel insanlardan birisiydi. Fatma teyze evinde kaldığımız bir gece içerisinde neyi var neyi yok serdi önümüze. Bahçesindeki ballı dutları, köy yumurtalarını, türlü türlü peynirleri, birbirinden lezzetli reçelleri ve haşhaş ezmesini soframıza getirdi. İki çocuk büyütmüş, torunları boyunu geçmiş olan kadının yüzündeki çizgiler yılların yaşanmışlıklarını bir bakışta anlatıyordu. Beş yıl önce kaybettiği eşinden "güzel beyim" diye bahsediyordu hâlâ. Gerçekten de bize gösterdiği fotoğrafta kara yağız yakışıklı bir adam gülümsüyordu.

Fatma teyze sohbet etmeyi ve daha çok da içini dökmeyi bir insan ne kadar özleyebilirse o kadar özlemişti. Bizimle konuşurken suya hasret bir toprak gibiydi sanki. Anlattıkça gözlerine bir ışık gelip yerleşiyor, ellerinin buruşmuş derisi canlanıp, pembeleşiyor, dudaklarının çevresinde yıllardır çok az kullanmaktan kaybolmaya yüz tutmuş tebessüm çizgileri belirginleşiyordu. Bizleri gözleriyle seviyor, sözcükleriyle sarıyor, daha ne verebilirim diye kaygılanıyor, varını yoğunu önümüze koyabilmek için çırpınıyordu. Yıllardır içinde biriktirdiği duygularını usul usul bize anlatırken, ince kirpikleri sabah çiği düşmüş bir çiçek gibi nemleniyor, ama gözyaşları bir türlü akmıyordu. Bir ikindi vakti gittiğimiz Fatma teyzenin evinden ertesi sabah kahvaltıdan sonra ayrılırken, kırk yıllık tanış gibiydik artık.

TURKUAZ VE KARA

Köyden Salda Gölü'ne sapan yokuşu indiğinizde yol sağa kıvrılarak ünlü Beyaz Adalar plajına uzuyordu. Plajın girişi aylardır Millet Bahçesi çalışmaları nedeniyle kapalı olduğundan mecburen göl boyunca giden dar asfalt yola geri döndük. Doğanbaba köyü yakınından gölün kumsalında dolaşıp dizlerimize kadar ılık suyuna girdik. Bazı yerlerde balçık, bazı yerlerde ipince bir kum tabakasıyla kaplı olan göl yüzeyinde gezindik ve o ünlü turkuaz rengini fotoğrafladık. Beyaz kumsalların bazı yerlerde kararmaya başladığını, gittiğimiz, konakladığımız her mesire yeri, gölbaşı, nehir kenarında gördüğümüz insan kaynaklı kirliliğin Salda'nın da başına bela olduğunu üzüntüyle gördük. Dünyanın başka bir yerinde olsa özenle korunacak eşi benzeri olmayan gölün bu derece hoyratça örselenmeye ne kadar dayanabileceğini düşündük ve Salda'ya da "dayan" dedik. Bu akılsızlık çağı, bu vasatlık iktidarı bitene kadar, dayan!

YAKA MANASTIRI KAMPI

Beyşehir Gölünü tepeden gören Yaka Manastırı Tabiat Parkı'na bir pazar günü gitmenin dünyada yapılacak en büyük yanlışlardan birisi olduğunu da öğrendik bu yolculukta. Yüzlerce piknikçinin yaktığı mangalların dumanı koyu gölgeli sık çamların arasından sanki orman yangını varmış gibi göğe yükseliyor, her tarafı kesif kebap kokularına boğuyordu. Özel bir işletmeciye verildiği anlaşılan piknik alanında manastırdan geriye kalan bir parça bile kalıntı göremedik biz. Gece saat 10'a kadar gitmeyen piknikçiler dağıldığında ancak Beyşehir gölünün üzerine doğan hilalin ışığında ormanın seslerini ve rüzgarı duyabildik. Gece yarısından sonra kamp alanındaki restoran çalışanları da gidince kampın içinde çadırda konaklayan sadece biz kalmıştık. O hay huyun yorgunluğunda, et ve is kokuları dağılmış ormanın tertemiz havasını soluyarak sabaha kadar deliksiz bir uyku uyuyabildik. Sabahleyin uyandığımızda çadırımızın önünde bizi bekleyen kocaman bir kangal köpeğiyle karşılaştık. İlk bakışta insanı ürperten iri cüssesine sığdırdığı kocaman sevgisiyle bu oyuncu köpek, biz kamptan ayrılana kadar bir an olsun yanımızdan ayrılmadı.

Meke Gölü’nün korkunç görüntüsünü, Konya Ovası'nın uçsuz bucaksız düzlüğünü, ıssız sokakları, harman yerlerinin arasından geçtiğimiz küçük köyleri ve Tuz Gölü’ndeki turna ölülerini önümüzdeki haftaya bırakarak yolculuğumuzu anlatmaya bu haftalık ara verelim.

https://www.evrensel.net/yazi/89118/kuskunler-kampi?utm_source=twitter&utm_medium=twitter_ap&utm_content=80&utm_campaign=18-07-202111:38

Aydın ve Çineli yaşam savunucuları Topçam köyünü ziyaret etti

 17 Temmuz 2021 15:34

Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu ile Çine Yaşam Platformu, madencilik faaliyetleri nedeniyle delik deşik edilen Çine Topçam köylülerini ziyaret etti.

Fotoğraf: Murat Yüksel

ÖZER AKDEMİR
İzmir

Bir süredir örgütlenme çalışmalarını sürdüren Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu (AYEP) ile Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) üyeleri yaşam alanları madencilik faaliyetleri nedeniyle delik deşik edilen Çine Topçam köylülerini ziyaret etti. Evinin 50 metre dibinde patlatmalı maden ocağı işletilen Ali Coşkun ve ailesine konuk olan yaşam savunucuları vahşi madencilik faaliyetlerinin Çine bölgesinde özellikle sulara, çevre ve sağlığa zararları konusunu değerlendirdiler.

COŞKUN AİLESİ: CAN GÜVENLİĞİMİZ YOK

Aydın ve Çine'den yaşam savunucularının yanı sıra, Çine bölgesindeki maden işletmelerinde çalışırken slikozis hastalığına yakalanıp işten çıkarılan maden işçilerinin de katıldığı ziyarette Coşkun ailesi evlerinin yanı başındaki Eysim şirketinin maden işletmesi nedeniyle yaşadıkları sıkıntıları anlattılar. Geçtiğimiz hafta maden ocağında yapılan patlatmanın video görüntülerini konuklarına izleten Coşkun ailesi, her tarafı dakikalarca toz içinde bırakan patlatma nedeniyle hayvanlarının yaralandığını, evlerinin çatısının delindiğini aktardılar. Toz bulutu arasında kızı Zeynep'in kaybolması nedeniyle fenalık geçirip bayılan Cennet Coşkun, Çine hastanesi acil servisine baygın bir şekilde götürüldüğünü dile getirdi. Coşkun ailesinin üniversite mezunu kızı Zeynep Coşkun ise toz nedeniyle soluk alamadığını ve çok korktuğunu belirterek, "bizim artık can güvenliğimiz yok burada. Doğayı yok edenler bizim de canımızı tehlikeye atmakta tereddüt etmiyorlar" diye konuştu. 

"BENİM GİBİ SİZ DE SİLİKOZİS OLABİLİRSİNİZ"

Ürünlerinin maden tozu nedeniyle artık organik sınıfından nasıl çıktığını söyleyen Ali Coşkun, tüm gıdalarının maden tozu altında kaldığını, zeytin ağaçlarının kanser olduğunu, köylerinde akciğer kanseri teşhislerinin başladığını, fıstıklarının veriminin düştüğünü anlattı. Eysim şirketinde çalışırken yakalandığı slikozis hastalığı nedeniyle kapı önüne konulduğunu söyleyen Şenol Girgin ise Ali Coşkun'un sağlığı ile anlattıklarının kendi hastalığına benzediğini belirterek, Ali Coşku'a silikozise yakalanma olasılığı olduğunu söyledi. Ali Coşkun ise aynı uyarıyı akciğer rahatsızlığı nedeniyle gitti doktorun da yaptığını dile getirdi. 

ALİ COŞKUN GECE YARISI KARAKOLA İFADEYE ÇAĞRILDI

Öğleden sonra maden sahası içinde kalan ünlü Topçam menbaa suyunun çıktığı kaynağa giden yaşam savunucuları, suyun gözünde yapılan madencilik faaliyetleri nedeniyle kaynağın hafriyat altında kaldığını, tertemiz su kaynağının kirlendiğini gözlemlediler. Bu sırada maden çalışanı birkaç kişi yaşam savunucularını takip ve taciz ederken, tepkiler üzerine "jandarmaya haber verdik, burası maden sahası" diyerek uzaklaştılar. Aydın ve Çine7den gelen konuklarını yolcu ettikten sonra akşam üzeri jandarma karakolundan aranarak ifadeye çağrılan Ali Coşkun, "hayvanlarıma bakmam lazım, yarın geleyim" diye izin istemesine rağmen ısrarla gece yarısı ifadeye karakola çağrıldı. Maden işletmesinin şikayeti nedeniyle karakolda saat 22.30 sularında avukatı Hicran Danışman'la ifade veren Ali Coşkun, dağda dolaştıklarını, maden işetmesine girmediklerini söyledi. Coşkunun avukatı Danışman ise maden şirketinin Ali Coşkun üzerinde psikolojik baskı kurmak için böylesi yollara başvurduğunu, madendeki patlatmalar nedeniyle Coşkun ailesinin can güvenliği olmadığını söyledi. 

https://www.evrensel.net/haber/438215/aydin-ve-cineli-yasam-savunuculari-topcam-koyunu-ziyaret-etti

Akbelen ormanında ağaç kesimi başladı, köylüler alanda nöbette

 17 Temmuz 2021 07:27  Güncelleme: 17 Temmuz 2021 12:10

Muğla'daki Akbelen ormanında Limak Holdinge ait kömür madeni işletmesi için ağaç kesimi başladı. Köylülerin alana gelmesi sonucu kesim durduruldu ancak orman görevlisi geri geleceklerini söylüyor.

 GÜNCELLENDİ

Fotoğraf: Füsun Kayra


ÖZER AKDEMİR

Muğla'nın Milas ilçesindeki Akbelen ormanında kömür maden ocağı işletmesi için ağaç kesimleri bu sabah başladı.

Yöre halkı, "beşli çete"den Limak Holdinge ait kömür madeni için ağaç kesilmesine karşı günlerdir nöbet tutuyorlardı.

Akbelen ormanında YK Enerji A.Ş’ye maden açık ocak işletme izni verilmesine ilişkin Orman Genel Müdürlüğü’nün kararına karşı dava açan köylüler, aylardır ormanın kesilmemesi için direniyorlar.

ŞU AN KESİMLER DURDU AMA "TEKRAR GELECEĞİZ" DİYORLAR

Alanda kesimlere karşı direnen köylülerin kararlı tutumu, şu an için kesimleri durdurmuş durumda.

Telefonla görüştüğümüz İkizköy Çevre Komitesinden Deniz Gümüşel, kesim için sabahın 6'sında ormana girildiğini ve kendilerinin geç haber aldıklarını belirtti

Gümüşel, "Şu ana kadar otuza yakın ağacımızı kestiler maalesef. Köylülerin alana gelmesi sonrası jandarma da geldi ve kesim durduruldu. Kesim işçileri ve jandarma çekilmiş durumda şu anda. Ancak kesim işinin başındaki orman görevlisi sıcak bastırdığı için çekildiklerini, geri geleceklerini söylüyor" dedi.

"ÇADIRLARI KURDUK, NÖBETİ 24 SAATE ÇIKARIYORUZ"

Gümüşel, kesim iznine karşı açtıkları mahkemenin henüz sonuçlanmadığını ve bilirkişi keşfi için atamaların yapıldığı bir zamanda böylesi bir kesimin yasa dışı olduğuna dair ilgili yerlere dilekçe yazdıklarını aktardı.

Gümüşel, "Biz de jandarmayı çağırdık ama orman kesimlerini durdurması, bu yasa dışı işleme engel olması için. Orman Genel Müdürü (OGM) ve yardımcıları hakkında iki gün önce suç duyurusunda bulunmuştuk. Kovid-19 pandemisi sürecinde orman kesimlerinin ve çevreye zarar veren faaliyetlerin salgınlara davetiye çıkarmak olduğunu kanıtlayan bilimsel kanıtların sunmuştuk bu suç duyurusunda" dedi.

Gümüşel kesim yapılan ormanın önünde çadırlar kurulduğunu ve nöbetin 24 saat esasına göre tutulmaya devam edileceğini belirterek Akbelen ormanını korumak için direnişi sürdüreceklerini söyledi.

OGM, AKBELEN'İ 2020 KESİM PROGRAMINDAN ÇIKARMAK ZORUNDA KALMIŞTI

İkizköylüler, Mart 2021 tarihinden bu yana ormanın kesimi için çalışmalar yürüten Milas Orman İşletme Müdürlüğü ekiplerine izin vermiyorlardı.

Aynı orman 2019 yılında da kesilmek istenmiş, İkizköylülerin direnişi sonrası OGM, ormanı 2020 kesim programından çıkarmak zorunda kalmıştı.

KÖYLÜLER İKİ YILDIR AĞAÇ KESTİRMİYORLARDI

Yeniköy termik santraline 7 kilometre uzaklıkta olan İkizköy, 2019 yılından bu yana termik santralin topraklarını kömür ocağı yapmak istemesine karşı direniyor.

2017 yılında komşuları Işıkdere Mahallesi'nin kamulaştırılarak kömür madeni için yok edilmesi sürecini yaşayan İkizdereliler, 740 dönümlük Akbelen ormanının kesilerek maden işletmesi yapılmasına iki yıldır kararlı bir direnişle engel olmuşlardı.

Şirketin, arazilerini satın almak için yaptıkları teklifi reddeden köylüler, pek çok hayvan ve bitki türüne ev sahipliği yapan, yaşlı ve doğal bir kızılçam ormanı olan Akbelen ormanının korunması için herkese destek çağrısı yapıyorlardı.

 https://www.evrensel.net/haber/438182/akbelen-ormaninda-agac-kesimi-basladi-koyluler-alanda-nobette

16 Temmuz 2021 Cuma

Karaburç köyünde taş ocağının ÇED kararı iptal edildi

 16 Temmuz 2021 15:22

Hacıbektaş Karaburç köylülerine bayram hediyesi gibi mahkeme kararı geldi. Taş ocağının ÇED izni iptal edildi.

Karaburç'ta ekolojik mücadele veren köylüler | Fotoğraf: Karaburç Köyü Doğayı Koruma Ve Geliştirme Platformu

ÖZER AKDEMİR

Aylardır köylerinin yanı başında işletilen taş (bazalt) ocağına karşı mücadele eden Hacıbektaş Karaburç köylülerine bayram hediyesi gibi mahkeme kararı geldi. Mahkeme taş ocağına Nevşehir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce verilen "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararında hukuka uyarlık bulunmadığına hükmetti.

İKİ KÖYÜN YAŞAM KAYNAĞI KAYALAR YOK EDİLECEKTİ

Develi Madencilik adlı şirket tarafından Anadolu bozkır ekosisteminin tam ortasında, Hacıbektaş'a bağlı Karaburç ve Karaburna köyleri arasında işlettiği taş/bazalt madenine verilen "ÇED Gerekli Değildir" kararına karşı köylüler tarafından dava açılmıştı. Köylüler dava dilekçelerinde ÇED alanı ile ruhsat alanının uyuşmadığı, proje alternatiflerinin ele alınmadığı, proje alanına en yakın yerleşim yerinin 950 metre olduğuna ilişkin tespitin gerçeğe aykırı olduğu, ÇED mevkii bilgilerinin çeliştiği, proje tanıtım dosyasında işaret edilen kurum görüşlerinin alınmadığı, bilimsellikten uzak tespitlerde bulunulduğu, proje ile ilgili jeolojik verilerin tamamen kitabi genel jeoloji ve coğrafya bilgisinden ibaret olduğu, proje alanı ve çevresinin flora ve fauna açısından çok zengin olduğu, proje ile hayvancılığın zarar göreceği, köyün doğal mimarisinin yok edileceğini ileri sürmüşlerdi.

BİLİRKİŞİLER MADENİN ZARARLARINA DİKKAT ÇEKTİ

Ankara Mimarlar Odası'nın da köylülerin yanında müdahil olduğu davaya bakan Kayseri 1. Bölge İdare Mahkemesi madende bilirkişi incelemesi sonrası ziraat mühendisi ve biyolog bilirkişiler madenin tarım alanlarına, meralara, su kaynaklarına, bitki örtüsüne zarar vereceği, proje tanıtım dosyasındaki belirlenen riskler ve önlemlerin yeterli olmayacağı belirterek “ÇED gerekli değildir” kararının iptal edilmesi yönünde görüş bildirmişlerdi. Maden mühendisi, harita mühendisi ve jeolog bilirkişiler ise ÇED raporundaki önlemleri yeterli bularak ÇED gerekli değildir kararını yerinde olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdi. Bilirkişi raporundaki bu farklı görüşler üzerine iki kere daha ek bilirkişi raporu talep eden mahkeme nihayet kararını verdi.

MAHKEME KIRSAL YAŞAMIN ÖNEMİNE VURGU YAPTI

Bilirkişi raporuna karşı yapılan itirazları yerinde görmeyerek hükme esas alınabilecek nitelikte bulan mahkeme heyeti oy birliği ile aldığı kararında son yıllarda yaşanan hızlı endüstrileşme, buna bağlı olarak kırsal yaşamın terk edilmesi ve kent yaşamındaki yoğunlaşmanın çevre ve doğa üzerindeki olumsuz etkilerinin gün geçtikçe belirgin hale geldiğine dikkat çekti. Bu etkilere önceden yeterince önlem alınmamasının çevre üzerindeki tahribatı arttırdığına vurgu yapılan mahkeme kararında, "Ayrıca çevrede olumsuz etkiler ortaya çıktıktan sonra yapılan müdahaleler yetersiz kalmakta, beraberinde büyük çevre sorunları ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple gelecekte çevreye yönelik oluşabilecek olumsuz etkilerin ortadan kaldırması ya da en aza indirilmesi için çevresel etki değerlendirmesinin kapsamlı ve her ihtimali göz önünde bulundurularak yapılması gerekmektedir" ifadelerine yer verildi.

"PROJE TARIM, YERLEŞİM YERLERİ VE DOĞAL HAYATI OLUMSUZ ETKİLEYECEK"

Bilirkişi raporunda yer alan bazalt ocağı işletmesinin yol açacağı çevre, tarım ve sağlık sorunlarının altını çizen mahkeme heyeti, "dava konusu alanda yapılacak işletme faaliyeti sırasında meydana gelebilecek olumsuz etkilerin ve sonuçların yeterli ve detaylı bir şekilde araştırılmadığı, çıkacak tozun etkilerinin, faaliyet alanına yakın konumda bulunan tarımsal alanlar, bitki örtüsü, hayvanların beslenme ve yaşam alanları dikkate alınarak değerlendirilmediği, bu bağlamda tarım ve hayvancılığa olan etkilerinin bertaraf edilmesi için öngörülen önlemlerin yüzeysel nitelikte olduğu, projenin dava konusu alana yapılmasının yöredeki toprak, tarım, yerleşim yerleri ve doğal hayat üzerinde olumsuz etkiler oluşturacağı ve çevresel etki değerlendirmeleri ile ilgili araştırmaların ve bilimsel önlemlerin yetersiz olduğu anlaşıldığından, dava konusu yerde yapılması planlanan moloz bazalt ocağı ve maden arama projesi ile ilgili olarak Nevşehir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce verilen "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır" ifadelerine yer verildi.

Mahkeme kararı köylüler tarafından sevinçle karşılandığı belirten davanın avukatı Mevşir Tekin, köylülerin yaşam alanlarını koruma mücadelesinin mahkeme tarafından da haklı görüldüğünü dile getirdi.

https://www.evrensel.net/haber/438144/karaburc-koyunde-tas-ocaginin-ced-karari-iptal-edildi

15 Temmuz 2021 Perşembe

Arş. Gör. Özgencil: Flamingoların ölmesinin nedeni yanlış su ve tarım politikaları

 15 Temmuz 2021 11:05

Araştırma Görevlisi İbrahim Kaan Özgencil: Tuz Gölü küçülmeye ve yok olmaya devam ediyor ve bunun doğal hayat ve iklim açısından bilançosu çok ağır.

Fotoğraf: Fahri Tunç

ÖZER AKDEMİR
İzmir

ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyolojik bilimler Bölümü Araştırma Görevlisi İbrahim Kaan Özgencil, Tuz Gölündeki Flamingo ölümlerinin iklim krizine bağlanması eleştirerek, sorumlunun yanlış su ve tarım politikaların olduğunu belirtti. "Katil bizleriz!" diyen Özgencil, "Güncel çalışmalarımız gösterdi ki Tuz Gölü küçülmeye ve yok olmaya devam ediyor ve bunun doğal hayat ve iklim açısından bilançosu çok ağır. Flamingoların acıklı hikayesi gibi onlarca acıklı hikaye var bu havzada" dedi.

BÖLGENİN HER YERİNDE BULUNDUM VE ÇALIŞTIM

Kişisel twitter hesabından Tuz Gölündeki flamingo ölümlerini değerlendiren Özgencil, bölgenin hemen hemen her yerinde bulunduğunu ve doğal yaşamını çalıştığını belirterek, toplam yüzölçümü Hollanda'dan büyük olan Tuz Gölü'nün Konya Kapalı Havzası'nda yer aldığını dile getirdi. Kapalı Havzaların suyunun kendi içinde kaldığını ifade eden Özgencil, Havzanın toplam yüz ölçümünün ise Hollanda’dan büyük olduğunu aktardı. 

HAVZADAKİ SULAK ALANLAR CAN ÇEKİŞİYOR!

Geçtiğimiz 50 yılda havzada kimisi ilçe büyüklüğündeki sulak alanların yok olduğunu kaydeden Özgencil, "Toplam yüz ölçümü yaklaşık neredeyse 400 km2 olan Ereğli ve Hotamış Sazlıkları gözlerimizin önünde kurutuldu. Beraberlerinde de yüz binlerce canlı yok oldu, yerel ekonomiler çöktü, köyler terk edildi. Bu sazlıklar ufka kadar uzanan, bazı yerlerine insan bile girmemiş yerlerdi ve bilim dünyası daha tamamını keşfedemeden yok oldular gittiler. Bu alanlarda da flamingolar vardı ve yok oldular. Şu anda havzada kalan sulak alanlar ise adeta can çekişiyorlar" dedi.

SEBEP; YANLIŞ SU VE TARIM POLİTİKALARI

Bu durumun sebebinin yanlış su ve tarım politikaları olduğunu kaydeden Özgencil, havzayı felakete sürükleyen gelişmeleri şöyle özetledi; "Bir zamanların tarım beşiği olan, gözünüzün alabildiğince buğday tarlalarının kapladığı havzaya bir illet getirildi: sulu tarım. Havzada korkunç bir şekilde arttı sulu tarım ve o ürünlere devlet desteği. Bu arada bunlar yıllık yağışının %70’ini ekinlerin büyüme dönemi dışında alan bir havzada oluyor ve devletin bu sulu tarım ürünlerine verdiği destek ile oluyor. Bundan sonrası ise korkunç. Havzanın neredeyse tamamı suya aç olan şeker pancarı, mısır ve ayçiçeği yetiştirmeye elverişli değildi ve o yüzden havzadaki sulak alanları besleyen akarsuların üzerlerine barajlar, sulak alanların etraflarına ise tahliye kanalları inşa edildi. Yazları çok kurak geçen, bazı yerleri neredeyse çöl iklimine sahip bu havzanın her yerine su kuyuları açılmaya başlandı. Yaptığımız çalışmalar gösterdi ki tüm bunların sonucunda havzadaki yüzey suyu son 35 yılda neredeyse yarı yarıya azaldı".

HAVZADA ŞU ANDA ONBİNLERCE KUYUDAN SU ÇEKİLİYOR

Havzadaki yeraltı sularındaki kötü durumun da yüzey sularından farklı olmadığını belirten Özgencil, kuyulardaki su seviyesinin son 50 yıldır düştüğünün altını çizdi. Özgencil; "Sonuç: onlarca paha biçilemez sulak alan ve dünyadaki en değerlir doğal kaynak olan su yok oluyor. Havzada şu anda hala on binlerce ruhsatsız kuyu ile kontrolsüz su kullanımı tam gaz devam ediyor" dedi. Yenilenmesi belki de on binlerce yıl sürecek olan yeraltı su rezervlerinden çıkan suyun vahşi sulama ile tarlalara adeta boca edildiğini ve bu nedenle de suyun ciddi bir kısmı boşa gittiğini belirten Özgencil, bunun sonucunda da toprağın tuzlandığını ifade etti. Özgencil, "Yapılan hesaplamalar gösterdi ki havzadaki su kullanımı havzanın su potansiyelinin çok çok üzerinde ne yazık ki. Yani net duruma baktığımızda havza sürekli su zararında. Tuz Gölü de bu dertli havzanın en büyük gölü ve sahip olduğu benzersiz doğasıyla yüz binlerce kuşa ev sahipliği yapan önemli bir doğa alanı ve özel çevre koruma alanı. Bu göl ülkemizde flamingonun düzenli olarak ürediği son üç alandan biri" dedi.

FLAMİNGOLARIN KADERİ YAĞIŞLARA VE ÇİFTÇİLERİN İNSAFINA KALDI

Tuz Gölünün suyunun çok tuzlu olması nedeniyle flamingolar için özel bir göl olduğunu ifade eden Özgencil, flamingoların bu suda üreyen küçük omurgasız canlılarla beslendiklerini dile getirdi. Tuz Gölünan bir zamanlar Türkiye’deki en büyük üreyen flamingo popülasyona sahipti olduğunu aktaran Özgencil, bu sayıdaki düşşüşle ilgili şu bilgileri verdi; "2010’lu yılların başında 20,000 üzerinde yavru ile tüm Akdeniz Havzası’nda dünyaya gelen flamingo yavrularının %67’sinin yumurtadan çıktığı bir yerdi. 2014 gelindiğinde ise gölde 3,000’in altında yavru bulunuyordu. Günümüzde ise güdülen yanlış su ve tarım politikaları yüzünden Tuz Gölü’ndeki flamingo popülasyonunun kaderi ise tamamen yağışlara ve bölge çiftçisinin insafına kalmış durumda".

GÖL KOCA BİR MEZARLIĞI DÖNDÜ!

Gölün sürekli azalan yüzey suyunun, henüz kanatlanmamış ve başka yerlere gidemeyen flamingo yavru sürüleri için tek yaşam alanı olduğunu vurgulayan Özgencil son görülen flamingo yavrularının ölümüne dair şunları dile getirdi; "Yavruların gidecek başka bir yerleri yok. Bu ay Tuz Gölü’nde ölen yaklaşık 3,000-5,000 yavru flamingonun da gidecek başka yerleri yoktu. Şimdi göl koca bir mezarlığa dönmüş durumda. Tüm bunların sebebi ise sadece bir bent değil; biz insanların kendimizi her şeyin üstünde görme, her şey bizim emrimize var olmuş düşüncemiz. Bir de tabii doğal kaynakların hiç bitmeyeceği fikri".

YAĞMADA YAVAŞLAMA İŞARETİ YOK

Tuz Gölünün küçülmeye ve yok olmaya devam ettiğini, bunun doğal hayat ve iklim açısından bilançosunun çok ağır olacağını kaydeden Özgencil, "Flamingoların acıklı hikâyesi gibi onlarca acıklı hikâye var bu havzada. Sadece son 20 yılda 29 tane su kuşu türü yok oldu havzada. Bunlarda dört tanesinin nesli küresel ölçekte tehlike altındaydı ve aralarında turna (c) gibi kültürümüzde de yeri çok büyük olan türler vardı. En büyük kıyım büyük sazlıklarımızı kaybettiğimiz yerlerde oldu. Şu anda eşi benzeri görülmemiş bir yağma ve aç gözlülüğe maruz kalıyor Tuz Gölü havzasındaki su kaynakları. 200 metrenin altında su çıkan kuyulardan hala su çekilmeye çalışılıyor. Yağmada yavaşlamaya dair bir işaret yok" dedi.

TÜM KUYULAR KAPATILSA BİLE TOPARLANMA YÜZLERCE YIL SÜREBİLİR

Bölgenin su kaynaklarının ve sulak alanlarının bugün tüm bentler yıkılsa ve kuyular kapatılsa bile toparlanmalarının yüzlerce yıl sürebileceğinin altını çizen Özgencil son olarak şunları dile getirdi; "Aşırı yanlış olan tarım ve su kullanım politikaları gözden geçirilmedikçe bizler sadece ölmüş yavru flamingolarının kemiklerinin rüzgarda kum oluşunu ve ülkemizin sanki biz yetiştiremiyormuşuz gibi her yıl binlerce ton buğday ithal etmesini izleriz. Bir gün bu havzanın eski cennet haline geldiğini ve köylerinin, göllerinin, çayırlarının, bozkırlarının hayatla dolduğunu görmeyi çok isterim. Umarım bu zavallı flamingolar boşuna ölmemişlerdir ve bizlerde bir vicdan uyanmıştır".

GERÇEK SORUMLU BELLİ

Sorunun sadece Konya Kapalı Havzası'nda veya Tuz Gölü'nde olmadığını, Türkiye'nin her yerinde suyun göz göre göre yok edilydiğini belirten Özgencil, "En ağır bedeli de doğanın günahsız ve dilsiz sahipleri ödüyorlar. Tuz Gölü'nde ölen koca bir nesil flamingo için bugün "Normaldir bunlar. Sulama yapmamızın etkisi yok. Hepsi iklim değişikliği" diyenleri izledim üzüntüyle. İklim değişikliği ve ona bağlı yaşanan iklimsel değişiklikler değildi bu ay flamingoları öldüren. Katil bizleriz. Sizler de sizden esas gerçeği, esas sorumluyu saklamayı hedefleyen kampanyalara kapılmayın. Gerçek sorumlu belli" dedi.

https://www.evrensel.net/haber/438044/ars-gor-ozgencil-flamingolarin-olmesinin-nedeni-yanlis-su-ve-tarim-politikalari

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...