22 Kasım 2011 Salı

Çevre düşmanları derneğe saldırdı


Foto kodu: cine_saldiri, 1, 2, (Mehmet coban, 1)
 22 Kasım 2011
Özer Akdemir
Aydın’ın Çine ilçesinde önceki gün açılan Doğa Severler ve Koruma Derneği açılış törenin hemen ardından saldırıya uğradı. Çok sayıda siyasi parti temsilcisi, dernek ve örgütün katılımı ile gerçekleştirilen dernek bürosu, açılış törenin bitmesinin hemen ardından üç kişinin fiili saldırısına uğradı. Kalabalığın dağılmasından sonra derneğe gelen kişiler hakaretler eşliğinde dernekte bulunanlara saldırdı. Derneğin eşyalarını ve camlarını kıran, afişleri yırtan üç kişi, dernek başkanı ve iki kişiyi de darp etti. Silahlı oldukları belirtilen saldırganların üçünün de belediyede çalıştıkları ve CHP üyesi oldukları belirtilirken, saldırganlardan İlker Ünal’ın 12 yıl Çine belediyesi eski başkanı, şimdi CHP Aydın milletvekili Osman Aydın’ın şoförlüğünü yaptığı dile getirildi. Çine'de özellikle İbrahim Kavağı köylüleri yaklaşık 10 aydır, meralarına yapılmak istenen rüzgar santrallerine (RES) karşı direniyorlar. Yaşam alanlarında RES istemediklerini belirten köylüler, eski belediye başkanı Osman Aydın'ın ortak olduğu RES şirketinin çalışmalarına engel oluyorlardı.



AÇILIŞ TÖRENİNİN ARDINDAN SALDIRDILAR
Çine’de yaşam alanlarını tehdit eden maden ocakları ve RES yatırımlarına karşı mücadele süreci içerisinde kurulan çevre derneği açılışının hemen ardından saldırıya uğradı. Yaklaşık 1 yıldır meralarında yapılmak istenen RES’lere karşı direnen İbrahim Kavağı, Kavşit, Topçam ve Karakollar köylülerinin kurduğu dernek binası önceki gün birçok kurum temsilcisinin yer aldığı bir törenle açıldı. Açılış töreninin yapıldığı alanı mücadele ettikleri maden işletmeleri ve RES’le ilgili pankartla donatan Çine köylüleri, misafirlerini böreklerle ağırladılar. Törende yapılan konuşmalarda Çine’de faaliyet gösteren maden ve enerji şirketlerinin hiçbir kural tanımadan doğayı katlettiğini, halkın yaşam alanlarını yaşanmaz hale getirdiği belirtildi. Buna karşı verilen mücadelenin son dere meşru olduğunun ifade edildiği konuşmalarda, bu mücadele sırasında köylülere karşı güç kullanan jandarma ve ilçenin en büyük sermaye gruplarından Çine eski Belediye Başkanı, şimdinin CHP Aydın milletvekili Osman Aydın RES ve maden yatırımlarındaki çevre sorunları nedeniyle eleştirildi.
Açılış törenin ardından kalabalık dağıldıktan sonra derneğe gelen üç kişi, hakaretler eşliğinde dernek yöneticilerine saldırarak, eşyaları kırdılar. Saldırı sırasında dernekte bulunan Kavşit Köyünden Mehmet Çoban, Karakollar Köyünden Nazım Dişçi ve Dernek Başkanı Topçam Köyü eski muhtarı Süleyman Yıldız saldırganlar tarafından darp edildi. Silahlı oldukları söylenen saldırganlar, Mehmet Çoban'ı ve Süleyman Yıldız’ı yüzünden yaraladılar. Dernek bürosunun camlarını, masa ve sandalyelerini kıran saldırganlar, dernekteki afiş ve pankartları da yırttılar. Saldırganlar Mehmet Çoban’ın baygınlık geçirmesinin ardından olay yerinden kaçtılar.

ARDINDA KİM VAR?
Saldırının ardından aranan polis dernek bürosuna gelip tutanak tutarken, kimlikleri belirlenen üç kişinin Çine belediyesinde çalıştıkları belirlendi. Saldırganlardan birisinin eski belediye başkanı, CHP Aydın milletvekili Osman Aydın'ın eski şoförü İlker Ünal olduğu dile getiriliyor. Çine'de özellikle İbrahim Kavağı köylüleri yaklaşık 10 aydır, meralarına yapılmak istenen rüzgar santrallerine karşı direnirken geçtiğimiz aylarda jandarma köylülerin direnişine jop ve biber gazı ile müdahale etmişti. Gözaltıların ardından biri kadın iki köylü tutuklanarak yaklaşık 1 ay cezaevinde kalmışlardı.
Saldırıya uğrayan dernek yöneticileri saldırıdan eski belediye başkanı CHP Aydın Milletvekili Osman Aydın'ın sorumlu olduğunu düşündüklerini söylediler. RES şirketine ve vahşi madencilikle doğanın katledilmesine karşı direndiklerini söyleyen dernek başkanı Süleyman Yıldız, bu saldırıya rağmen mücadeleye devam edeceklerini söyledi.
Dernek açılışı için Çine'de bulunan EMEP Aydın İl başkanı Abdurrahman Saran ve EGEÇEP Dönem sözcüsü Ertuğrul Barka saldırının ardından dernek binasına giderek incelemelerde bulundular. Barka ve Saran Çine Polis Merkezinde ifadeleri alınan dernek yöneticilerini de yalnız bırakmadılar.
“BELLERİNDE SİLAH VARDI”
Saldırı ile ilgili bilgi veren Dernek Başkanı Topçam köyü eski muhtarı Süleyman Yıldız, açılış töreninin ardından kendileri dernek bürosunda otururlarken üç kişinin büroya gelerek küfürler eşliğinde kendilerine saldırdığını, cam ve masaları kıran kişilerin bellerinde silah taşıdıklarını söyledi. Saldırganlar tarafından darp edilen ve yüzünden yaralanan Mehmet Çoban da saldırganların bellerinde silah olduğunu belirtirken, saldırganları CHP Aydın Milletvekili Osman Aydın'ın azmettirmiş olabileceği çünkü derneğin Osman Aydın'ın sahibi olduğu RES projesine karşı mücadele ettiğini söyledi.
Çine Doğa Severler ve Yardımlaşma Derneği geçtiğimiz Kurultay'da EGEÇEP'e üye olmuştu. EGEÇEP Dönem Sözcüsü Ertuğrul Barka derneğe yapılan saldırının yaşam alanlarını koruyan köylülere yönelen baskı ve saldırının bir parçası olduğunu belirterek, platformun bu saldırganlığa sessiz kalmayacağını söyledi. Barka, her zamankinden daha kararlı bir şekilde Çine köylülerinin yanında olacaklarını, onlara uygulanan bu saldırıyı tüm ülkeden çevre direnişlerine ve yaşam savunucularına taşıyacakların söyledi. (İzmir/EVRENSEL)

21 Kasım 2011 Pazartesi

“Her canlıdan bir çift alın gemiye, Nuh kalsın”!...





Özer Akdemir
Bir dönemin ‘ünlü’ DGM Savcısı  Nuh Mete Yüksel meslek yaşamındaki bazı anılarını derlediği bir kitap çıkardı. Nuh’un Gemisi adını verdiği kitapta Yüksel, Fethullah Gülen Davası’ndan, Öcalan’ın yakalanmasına, Alman Vakıfları ve “legal casusluk” davasından, Milli Görüş, Hizbullah ve Dev-Sol soruşturmalarına kadar el attığı birçok dosya ile ilgili anılarını, o günkü ve şimdiki görüşlerini yazmış. İstihbarat raporlarındaki bilgiler ışığında hazırlanmış iddianamelerden pasajların yer aldığı kitapta PKK’nin, Dev-Sol’un, F. Gülen Cemaatinin kuruluşu, gelişmesi ile ilgili ilginç bilgiler de sıralanmış.
Özrü kabahatinden büyük
Hazırladığı dava dosyaları ile birçok kişinin canını yakmakla suçlanan savcının, tek pişman olduğu dosyanın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ki olduğunu belirtelim. Kitapta tek özür dilediği kişi de Erdoğan zaten. Hem de Erdoğan’ın bir gazeteye verdiği, kendisini suçlayan  “Savcı idamımı istedi” başlıklı haberi yalanladığı paragrafta diliyor özrünü; “Burada bir yanlışlık olması lazım, çünkü ben Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma yaptım. Tutuklama talep ettim, ama dava açmadım. İdam talebinde bulunmadım. 159’dan da dava açmadığımı gibi 159’un karşılığı da zaten idam değildir. Eğer benim bir yanlışım varsa, özür dilerim.”
Oysa ki, diğer dosyalar bir yana, Nuh Mete Yüksel’in özür dilemesi gereken en önemli davası Bergama Köylülerini ‘Alman casusu’ yaptığı davasıdır. Hazırladığı evlere şenlik iddianame ile aralarında Bergama köylülerinin siyanürlü altın karşıtı mücadelesinin simge isimleri ile İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman ve Alman Vakıfları yöneticilerinin bulunduğu 15 kişiyi ‘Almanya yararına legal casusluk yapmak’la suçlamıştı Yüksel. Adli Sicil İstatistik bilgilerine göre o zamana kadar görülmemiş bir hızla, 69 günde sonuçlanan davada (diğer davaların yargılama süreleri ortalama 336 gündür) bütün sanıklar beraat etmelerin rağmen, üzerlerine atılan çamurun izi çok uzun yıllar, hatta günümüzde bile silinmiş değil.
 Almanya Türkiye’ye neden düşmanmış?!
Savcı Yüksel, tek somut delili 200 TL’lik bir banka dekontu ve birbiriyle çelişen iki maden yanlısı köylünün ifadesi olan iddianamesinin bu kadar kısa sürede sonuçlanmasının, temyiz edilmemesinin suçunu kendinde bulmuyor hiç. Kararı veren mahkeme heyetinin “delillerin tartışması dahi yapılmadan, basmakalıp gerekçeyle” karar verdiğini ileri süren Yüksel, temyiz eden olmadığı için dosyanın Yargıtay soruşturmasından da geçmediğini ekliyor.
Savcı Yüksel, 10 yıl önce iddianamesinde yaptığı gibi bugün de kitabındaki Alman Vakıfları ve Bergama bölümünü Necip Hablemitoğlu’nun yazdıklarına dayandırıyor. Hablemitoğlu’nun kitabından uzun uzun alıntılar yapan Yüksel, Türkiye’deki Alman Vakıfları Raporunun’da tamamını kitabına eklemiş. Alıntı yapılan bu bilgilerin tartışmasına geçmeden önce, Yüksel’in Almanların neden Türkiye’ye ‘düşman’ olduğu ile ilgili ‘dahiyane’ tespitini paylaşalım; “1532 yılında Kanuni Sultan Süleyman Almanya’ya girmiş, bütün Güney Almanya’yı baştan sona çiğnemesine rağmen Almanların büyük imparatoru Sarlken, Kanuni’nin önünden daima kaçmıştır. Alman vakıfları herhalde bunun acısıyla Türkiye’yi parçalamak istemektedir”!..
Yüksel kitabına da aldığı, Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabının en önemli belgesi durumunda olan Federal Almanya İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’nın hazırladığı ileri sürülen 1990 tarihli, “Türkiye’de altın konsepti” raporu sahte bir rapor. O zamanki Dışişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü incelemesi dahil böyle bir rapor bugüne kadar bulunamadı. Hablemitoğlu’nun kitabında bu raporu sızdırdığı ileri sürülen İsveç’te yaşayan Prof. Dr. Metin Deliormanlı adlı bir kişinin yaşadığına dair aradan geçen 10 yılda bir bulguya rastlanılmadı. Yüksel’in kitabına aldığı Almanya ile Türkiye arasındaki altın ticareti ile ilgili sayısal verilerin de hepsi geçek dışı![1]
Kitabın tek doğru tespiti
Savcı Yüksel, altın madenleri konusunda kendisine sunulan bilgiler dışında o kadar ‘bilgisiz’ki ülkemizde ilk altın madenciliği girişimlerinin Havran’da (Yüksel iki yerde Havron diye yazmış) o zamanlar bir Alman şirketi olan TÜPRAG tarafından başlatıldığından haberi dahi yok. Yüksel, kendi tezlerine dayanak yapmak için Danıştay 6. Dairesi’nin 13 Mayıs 1997 yılında verdiği “siyanürle altın işletmeciliğinde kamu yararı yoktur” içerikli kararını da ters yüz ederek vermekte sakınca görmemiş. Bozuk bir cümle kurgusuyla verilen karar, tamamen altın madeni karşıtı bir içeriğe sahip iken ‘ünlü’ savcının kaleminden tam aksi bir çağrışım yaratacak şekilde çıkmış.
Yüksel, açtığı davanın ilk duruşmasından 8 gün önce suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu’ndan “kayan kutup yıldızı” olarak bahsetmekte. Suikast haberini de şu an Ergenekon davasından tutuklu olarak yargılanan Ergün Poyraz vermiş kendisine. Ergün Poyraz o süreçte Alman casusluğu davasına da müdahillik talebinde bulunmuştu. Nuh Mete Yüksel’in kitabında belki de tek doğru tespiti Necip Hablemitoğlu suikasti ile ilgili doğru dürüst bir çalışma yapılmadığıdır.
Nuh Mete Yüksel’in kitabında hala o zamanlar Bergama köylü hareketinin Almanya tarafından kışkırtıldığı ileri sürülüyor. Aradan geçen onca zamana, suikasta ve her fırsatta alevlendirilen tartışmalara rağmen, bir kez bile gerçek olup olmadığını sorgulama gereği bile duymadığı bilgi-belgeler üzerine kuruyor bu bölümü. Tıpkı 10 yıl önce açtığı davada olduğu gibi. Nuh Tufanı efsanesini yazanlar, Nuh Mete Yüksel’in yaptıklarını, davalarını ve bunları derlediği Nuh’un Gemisi adını verdiği kitabını okumuş olsalardı herhalde efsaneyi başka türlü kurgularlardı. Mesela şöyle diyebilirlerdi; “Her canlıdan bir çift alın gemiye, Nuh kalsın”!...  (İzmir/EVRENSEL)

21 Kasım 2011

[1] - Ayrıntılı bilgi için bakınız: Kuyudaki Taş – Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Özer Akdemir, Evrensel Basım Yayın, Kasım 2011

17 Kasım 2011 Perşembe

“Nükleer enerji dinozorların çektiği at arabasıdır”

 17 Kasım 2011

Özer Akdemir

“Nükleer enerji dinazorların çektiği bir at arabasıdır. At arabası gelecek için ne kadar örnek olabilirse, nükleer enerji de o kadar olur” diyor nükleer enerji konusundaki çalışmaları nedeniyle Alternatif Nobel Ödüllü kazanan Prof. Dr. Mcyle Schneider. Dünyanın en büyük ülke ve şirketlerinin nükleer enerjiden birer birer vazgeçtiğini belirten Schneider, teknolojinin gelişmesinin enerji sorununa çözüm olamayacağını söylüyor. Önümüzdeki günlerde TMMOB tarafından İstanbul’da gerçekleştirilecek etkinliklere katılmak için ülkemizde olan Schneider ile nükleer enerjinin dünü-bugünü, geleceği ve ülkemizdeki nükleer enerji santralleri konusundaki görüşlerini sorduk.
Nükleer santrallere yatırım geleceğe yönelik bir proje midir?
At arabası gelecek için bir örnek olamaz. Nükleer enerji dinazorların çektiği bir at arabasıdır. ABD’de 1963-1973 yılları arasında 10 yıl içerisinde 104 tane var nükleer santral kuruldu. 1973 model kaç tane araba kaldı şimdi? ABD’de bugün çalışan nükleer santraller bunlar işte.
Bugün sadece bir tane nükleere santral kuruluyor ABD’de. İnşaatı 1972’de başladı, 2012’ de bitmesi planlanıyor! Sürekli finans sorunu çıkıyor. Para bitiyor, duruyor, para bulunup tekrar başlıyor, tekrar duruyor. 40 yıldır yapımı bitmeyen bir santral gelecek için sembol olabilir mi? İran’da 2011 yılında açılan nükleer santralin inşaatına 1975 yılında başlanmıştı. Siemens tarafından başladı, Rusya tarafında bitiriliyor. Türkiye’de 1980’lerin öncesinden beri nükleer santral gündemde. O zamanlar Siemens’ti, bugün Rusya. Soruyorum şimdi, bu gelecek olabilir mi? Türkiye’de nükleer santral kurulabileceğine inanmıyorum. Bunun için bankalar gerekli krediyi vermezler. Bankalar artık nükleer santraller için kredi vermiyorlar.
Son dönemde dünyada enerji ile ilgili ne gibi gelişmeler oluyor?
Siemens bir ay önce açıklama yaptı. Bütün nükleer santrallerden çekildiğini açıkladı. Bütün Almanyadaki santralleri Siemens yapmış oysa. Ama Siemens bu alandan çekildiğini açıklıyor. Bir elektronik devinin bundan vazgeçmesini kimse sorgulamıyor? Bu Siemens için nükleer enerjinin geçmişi temsil ettiğini gösteriyor. Siemens için gelecek nedir peki? Şirket ABD’deki Boing ile stratejik işbirliği yapıyor. Micro elektirik alanında gelişme için. ABD ordusundaki elektrik ağacının gelişmesi için. Micro elektrik; Isıtma, soğutma, gaz, elektrik ağının hepsinin bir merkezden kontrol edildiği bir sistem. Bal petekleri gibi ağlardan oluşuyor. İnternete de benzetebiliriz. Enerjinin daha verimli kullanılmasını sağlamaya dönük bir araç. Her tarafı daha verimli hale getirmek, bilgisayarların ısınmasından çıkan ısıyı kullanmak, bunlara daha az enerji eklemek ve daha fazla yenilenebilir enerji kullanmak gibi özellikleri var.  Ağa bağlanan makine ya elektrik kullanımının en az olduğu zamanda, ya da elektrik üretenin elindeki enerjiye göre karar çalıştırılıyor. Bununla ilgili özgürlük sınırını, kimin yetkili olacağını belirlememiz gerekiyor. Bu da teknolojiyle ilgili değil politik bir konu.
Enerji politikasının başarılı olup olmamasında teknoloji ne kadar önemli?
Çok fazla önemseniyor teknoloji ama o kadar önemli değil. Organizasyon daha önemli. Teknolojini gelişiyor olması enerji sorununun çözmüyor. Önemli olan enerjinin herkes tarafından ulaşılabilir olmasıdır. Bizden sonraki nesillere de dayanabilmeli, onlara ulaşabilmeli ve çevreye zarar vermemeli. Elektrik enerjisinin verimi ve değeri kilovat saatinin mal edilişi ile açıklanamaz. Fransa’dan bir örnek verelim; Dünyadaki en büyük nükleer enerji gücü Fransa da. Fransa daha ucuza elektrik ürettiğini sahip olduğunu söylüyor. Sonuç nedir? Neden Fransa’nın dış ithalatı azalıyor. Madem ucuz elektrik var, avantajlı olması gerekirken niye? Dışarı sattığından daha çok alıyor, neden? Almanya’da enerji fiyatları diğer ülkelere göre yüksek ama 2009’a kadar dünyada dış satım şampiyonu. Çünkü bunun elektrik parası ile ilgisi yok.
Hangi ülkeler enerji politikasında örnek olabilir?
Bütün enerji politikası örnektir diyebileceğimiz bir ülke yok bugün. Başarı ve başarısızlığı nasıl ayırt edebiliriz? Başarılı olan toptan bir ülke yok ama Danimarka ve Hollanda’ya baktığımızda güneş enerjisinin belirlenen ücretleri düşürdüğü gözlemlemiştir. Almanlar önce oldukça fazla ödediler. Güneş enerjisi eskiye göre daha ucuz olduğu için şimdi kara geçtiler. Bu ama arada gereksiz enerji kullanımı gittikçe arttı. 1999-2007’yi karşılaştırdığımızda yenilenebilir enerji  kullanımı %15 artmış ama gaz emisyonları aynı kalmış. Bu başarı değildir. Bu enerji politikasının yanlışlığını gösteriyor.
Enerji kullanımı ile gelişmişlik arasında ne gibi bir ilgi var?
Evlerde ve sanayide kullanılan elektrik miktarı ülkeden ülkeye değişiyor. Gelişmiş ülkelerde elektriğin 2/3’ü evler, 1/3 sanayide kullanılıyor. Az gelişmiş ülkelerde ise tam tersi. Bu sanayinin randımanı ile ilgili bir durum. Milli gelir arttıkça kişi başına düşen enerji miktarı azalıyor. Endüstrideki enerji kullanımı randımanlı değil. Teknoloji geliştiği için gelişmiş ülkelerde enerji tüketimi azalırken, Türkiye’de tam tersi. Bu, Türkiye’de enerji politikasının olmaması demek.

(İzmir/EVRENSEL)

14 Kasım 2011 Pazartesi

‘Babam galiba öldü öğretmenim’

‘Babam galiba öldü öğretmenim’

14 Kasım 2011 13:38
Menemen Hıdırlıktepe’de bulunan Huriye Mehmet Akçasakız İlköğretim Okulu ana sınıfındayız. Öğretmen, küçük öğrencilerinden çok sevdikleri ve üzüldükleri olayları resmetmelerini istiyor.Dersin sonunda çocukların yaptıkları resimleri inceleyen öğretmenin dikkatini Mahmutcan’ın resmindeki bi
Mahmut Can Huriye Mehmet Akçasakız İlköğretim Okulu ile ilgili görsel sonucu
Özer Akdemir
Dersin sonunda çocukların yaptıkları resimleri inceleyen öğretmenin dikkatini Mahmutcan’ın resmindeki bir ayrıntı çeker. Mahmutcan, resim kağıdının soluna sevdiği iki şeyi resmetmiştir; üzerine yağmur damlaları yağan mavi bir okul ve kırmızı bir bayrak. Resmin sağında ise boylu boyunca yerde yatan bir insan figürü vardır. Öğretmen yaptığı resmi anlattırır Mahmutcan’a. “Okulumu çok seviyorum” der Mahmutcan, “Yağmur yağdığında daha güzel oluyor.”
Resimdeki yerde yatan kişinin kim olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini de sorar; “Babam, öğretmenim” der küçük çocuk: “Galiba benim babam öldü öğretmenim. Eve gelmiyor artık...”
Oysa Mahmutcan’ın öldü sandığı babası Turan Demirci, İstanbul’a gitmiştir. Gitmek zorunda kalmıştır aslında. Menemen’de bulunan Savranoğlu Deri fabrikasında sendikalaştıkları için işten atılan işçilerden birisidir, Mahmutcan’ın babası. İşten atıldıktan sonra fabrika önünde direnişe geçen Deri-İş Sendikası üyesi işçilerin direnişini kırmak için, onlara İstanbul’daki fabrikasını adres göstermiştir patron; “Burasını kapatacağım. Ya İstanbul’daki fabrikaya gidersiniz, ya da işten çıkarsınız” demiştir.  Ancak patronun bu restini gören işçiler, Türkiye sınıf mücadelesinde ender görülen bir şey yaparlar ve “İstanbul’a geleceğiz. İşimizi de sendikamızı da bırakmayacağız” derler. İstanbul’a giden işçiler, patronun kendilerine kalacak yer göstermemesi üzerine işyerinde yatıp kalkmak isterler. Bunu fırsat bilen patron işçileri fabrikayı işgal ettikleri suçlaması ile tazminatsız olarak işten çıkarır. İşçiler, direnişlerine İzmir’de devam etmek üzere dönerler ve fabrikanın yanına direniş çadırını kurarlar. Bu arada, fabrikayı kapatacağını söyleyen patron sadece tabelayı değiştirerek Rodeo Deri adıyla işine devam eder.
Mahmut Can Huriye Mehmet Akçasakız İlköğretim Okulu ile ilgili görsel sonucu
‘ÇOCUKLARIMIZ BİRLİKTE AĞLIYORDU’
Deri işçileri, önceki gün, Bergama’daki altıncı şirketin çevrecilere saldırısı davasından dönen EGEÇEP üyelerini direniş çadırlarında ağırladılar. 110 günü bulan direniş sürecinde yaşadıklarını, hukuki süreci ve direnişteki son aşamayı aktaran işçiler, özellikle çocuklarının yaşadıkları zorluklardan da bahsettiler.
Turan Demirci’nin 6 yaşındaki oğlu Mahmutcan’ın sınıfta yaptığı resmi çadırlarına asan işçiler, yanına da küçük çocuğun babasının yaşadıklarından ne kadar etkilendiğini gösteren sözlerini yazmışlar: “Benim babam galiba öldü öğretmenim. Eve gelmiyor artık”
Turan Demirci, İstanbul’dan döndüğünde oğlu Mahmutcan’ın çok sevindiğini anlatıyor. “Çok mutlu oldu. Psikolojisi çok kötü olmuştu çocukların. 7 yaşındaki kızımın da derslerinin kötüye gittiğini öğrendim. Oturduk, konuştuk kızımla. Düzelmesini bekliyoruz”.
Tazminatsız olarak işten atıldıklarını ve 3.5 ayı bulan direniş nedeniyle maddi olarak çok zorlandıklarını aktaran Demirci, birçok işçinin kredi kartı ya da başka yerlerden bulduğu borçlarla yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldığını söylüyor.
Direnişçi İşçilerden Veli Gençaslan ve İbrahim Karadağ da işten atılmalarının çocuklarını çok kötü etkilediğini dile getiriyorlar. “İkimizin kızı da aynı okulda. Biz İstanbul’a gittiğimizde kızlar teneffüste okulun duvarı dibine gidip birlikte ağlıyorlarmış” diyorlar.
Üç günlük bebeğini, kolu kırılan özürlü çocuğunu bırakıp direnişe gelen arkadaşlarını da anlatıyorlar ardından.

Menemen’de, sendikanın deyimi ile hemen hemen hiçbir şeyi yasal olmayan bir fabrika; izinsiz, doğaya kontrolsüz atık suları, kimyasalları bırakarak çalışıyor. Fabrikanın hemen yanı başında bir direniş çadırı var. İşçiler, kendilerini desteğe gelenlere attıkları sloganlarla işlerine-ekmeklerine sendikalı olarak dönene kadar mücadelede kararlı olduklarını söylüyorlar. Direniş çocukları ise, küçücük yürüklerindeki acıyı, özlemi ve hüznü duyumsayarak büyüyorlar. Anne babalarının kendileri için yaratmak istedikleri onurlu geleceğe bu duygularla yürüyorlar. (İzmir/EVRENSEL)

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...