21 Kasım 2011 Pazartesi

“Her canlıdan bir çift alın gemiye, Nuh kalsın”!...





Özer Akdemir
Bir dönemin ‘ünlü’ DGM Savcısı  Nuh Mete Yüksel meslek yaşamındaki bazı anılarını derlediği bir kitap çıkardı. Nuh’un Gemisi adını verdiği kitapta Yüksel, Fethullah Gülen Davası’ndan, Öcalan’ın yakalanmasına, Alman Vakıfları ve “legal casusluk” davasından, Milli Görüş, Hizbullah ve Dev-Sol soruşturmalarına kadar el attığı birçok dosya ile ilgili anılarını, o günkü ve şimdiki görüşlerini yazmış. İstihbarat raporlarındaki bilgiler ışığında hazırlanmış iddianamelerden pasajların yer aldığı kitapta PKK’nin, Dev-Sol’un, F. Gülen Cemaatinin kuruluşu, gelişmesi ile ilgili ilginç bilgiler de sıralanmış.
Özrü kabahatinden büyük
Hazırladığı dava dosyaları ile birçok kişinin canını yakmakla suçlanan savcının, tek pişman olduğu dosyanın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ki olduğunu belirtelim. Kitapta tek özür dilediği kişi de Erdoğan zaten. Hem de Erdoğan’ın bir gazeteye verdiği, kendisini suçlayan  “Savcı idamımı istedi” başlıklı haberi yalanladığı paragrafta diliyor özrünü; “Burada bir yanlışlık olması lazım, çünkü ben Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma yaptım. Tutuklama talep ettim, ama dava açmadım. İdam talebinde bulunmadım. 159’dan da dava açmadığımı gibi 159’un karşılığı da zaten idam değildir. Eğer benim bir yanlışım varsa, özür dilerim.”
Oysa ki, diğer dosyalar bir yana, Nuh Mete Yüksel’in özür dilemesi gereken en önemli davası Bergama Köylülerini ‘Alman casusu’ yaptığı davasıdır. Hazırladığı evlere şenlik iddianame ile aralarında Bergama köylülerinin siyanürlü altın karşıtı mücadelesinin simge isimleri ile İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman ve Alman Vakıfları yöneticilerinin bulunduğu 15 kişiyi ‘Almanya yararına legal casusluk yapmak’la suçlamıştı Yüksel. Adli Sicil İstatistik bilgilerine göre o zamana kadar görülmemiş bir hızla, 69 günde sonuçlanan davada (diğer davaların yargılama süreleri ortalama 336 gündür) bütün sanıklar beraat etmelerin rağmen, üzerlerine atılan çamurun izi çok uzun yıllar, hatta günümüzde bile silinmiş değil.
 Almanya Türkiye’ye neden düşmanmış?!
Savcı Yüksel, tek somut delili 200 TL’lik bir banka dekontu ve birbiriyle çelişen iki maden yanlısı köylünün ifadesi olan iddianamesinin bu kadar kısa sürede sonuçlanmasının, temyiz edilmemesinin suçunu kendinde bulmuyor hiç. Kararı veren mahkeme heyetinin “delillerin tartışması dahi yapılmadan, basmakalıp gerekçeyle” karar verdiğini ileri süren Yüksel, temyiz eden olmadığı için dosyanın Yargıtay soruşturmasından da geçmediğini ekliyor.
Savcı Yüksel, 10 yıl önce iddianamesinde yaptığı gibi bugün de kitabındaki Alman Vakıfları ve Bergama bölümünü Necip Hablemitoğlu’nun yazdıklarına dayandırıyor. Hablemitoğlu’nun kitabından uzun uzun alıntılar yapan Yüksel, Türkiye’deki Alman Vakıfları Raporunun’da tamamını kitabına eklemiş. Alıntı yapılan bu bilgilerin tartışmasına geçmeden önce, Yüksel’in Almanların neden Türkiye’ye ‘düşman’ olduğu ile ilgili ‘dahiyane’ tespitini paylaşalım; “1532 yılında Kanuni Sultan Süleyman Almanya’ya girmiş, bütün Güney Almanya’yı baştan sona çiğnemesine rağmen Almanların büyük imparatoru Sarlken, Kanuni’nin önünden daima kaçmıştır. Alman vakıfları herhalde bunun acısıyla Türkiye’yi parçalamak istemektedir”!..
Yüksel kitabına da aldığı, Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabının en önemli belgesi durumunda olan Federal Almanya İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’nın hazırladığı ileri sürülen 1990 tarihli, “Türkiye’de altın konsepti” raporu sahte bir rapor. O zamanki Dışişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü incelemesi dahil böyle bir rapor bugüne kadar bulunamadı. Hablemitoğlu’nun kitabında bu raporu sızdırdığı ileri sürülen İsveç’te yaşayan Prof. Dr. Metin Deliormanlı adlı bir kişinin yaşadığına dair aradan geçen 10 yılda bir bulguya rastlanılmadı. Yüksel’in kitabına aldığı Almanya ile Türkiye arasındaki altın ticareti ile ilgili sayısal verilerin de hepsi geçek dışı![1]
Kitabın tek doğru tespiti
Savcı Yüksel, altın madenleri konusunda kendisine sunulan bilgiler dışında o kadar ‘bilgisiz’ki ülkemizde ilk altın madenciliği girişimlerinin Havran’da (Yüksel iki yerde Havron diye yazmış) o zamanlar bir Alman şirketi olan TÜPRAG tarafından başlatıldığından haberi dahi yok. Yüksel, kendi tezlerine dayanak yapmak için Danıştay 6. Dairesi’nin 13 Mayıs 1997 yılında verdiği “siyanürle altın işletmeciliğinde kamu yararı yoktur” içerikli kararını da ters yüz ederek vermekte sakınca görmemiş. Bozuk bir cümle kurgusuyla verilen karar, tamamen altın madeni karşıtı bir içeriğe sahip iken ‘ünlü’ savcının kaleminden tam aksi bir çağrışım yaratacak şekilde çıkmış.
Yüksel, açtığı davanın ilk duruşmasından 8 gün önce suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu’ndan “kayan kutup yıldızı” olarak bahsetmekte. Suikast haberini de şu an Ergenekon davasından tutuklu olarak yargılanan Ergün Poyraz vermiş kendisine. Ergün Poyraz o süreçte Alman casusluğu davasına da müdahillik talebinde bulunmuştu. Nuh Mete Yüksel’in kitabında belki de tek doğru tespiti Necip Hablemitoğlu suikasti ile ilgili doğru dürüst bir çalışma yapılmadığıdır.
Nuh Mete Yüksel’in kitabında hala o zamanlar Bergama köylü hareketinin Almanya tarafından kışkırtıldığı ileri sürülüyor. Aradan geçen onca zamana, suikasta ve her fırsatta alevlendirilen tartışmalara rağmen, bir kez bile gerçek olup olmadığını sorgulama gereği bile duymadığı bilgi-belgeler üzerine kuruyor bu bölümü. Tıpkı 10 yıl önce açtığı davada olduğu gibi. Nuh Tufanı efsanesini yazanlar, Nuh Mete Yüksel’in yaptıklarını, davalarını ve bunları derlediği Nuh’un Gemisi adını verdiği kitabını okumuş olsalardı herhalde efsaneyi başka türlü kurgularlardı. Mesela şöyle diyebilirlerdi; “Her canlıdan bir çift alın gemiye, Nuh kalsın”!...  (İzmir/EVRENSEL)

21 Kasım 2011

[1] - Ayrıntılı bilgi için bakınız: Kuyudaki Taş – Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Özer Akdemir, Evrensel Basım Yayın, Kasım 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...