Özer Akdemir
Bir dönemin ‘ünlü’ DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel meslek yaşamındaki bazı
anılarını derlediği bir kitap çıkardı. Nuh’un Gemisi adını verdiği kitapta
Yüksel, Fethullah Gülen Davası’ndan, Öcalan’ın yakalanmasına, Alman Vakıfları
ve “legal casusluk” davasından, Milli Görüş, Hizbullah ve Dev-Sol
soruşturmalarına kadar el attığı birçok dosya ile ilgili anılarını, o günkü ve
şimdiki görüşlerini yazmış. İstihbarat raporlarındaki bilgiler ışığında
hazırlanmış iddianamelerden pasajların yer aldığı kitapta PKK’nin, Dev-Sol’un,
F. Gülen Cemaatinin kuruluşu, gelişmesi ile ilgili ilginç bilgiler de
sıralanmış.
Özrü kabahatinden büyük
Hazırladığı dava dosyaları ile
birçok kişinin canını yakmakla suçlanan savcının, tek pişman olduğu dosyanın
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ki olduğunu belirtelim. Kitapta tek özür dilediği
kişi de Erdoğan zaten. Hem de Erdoğan’ın bir gazeteye verdiği, kendisini
suçlayan “Savcı idamımı istedi” başlıklı
haberi yalanladığı paragrafta diliyor özrünü; “Burada bir yanlışlık olması
lazım, çünkü ben Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma yaptım.
Tutuklama talep ettim, ama dava açmadım. İdam talebinde bulunmadım. 159’dan da
dava açmadığımı gibi 159’un karşılığı da zaten idam değildir. Eğer benim bir
yanlışım varsa, özür dilerim.”
Oysa ki, diğer dosyalar bir yana,
Nuh Mete Yüksel’in özür dilemesi gereken en önemli davası Bergama Köylülerini
‘Alman casusu’ yaptığı davasıdır. Hazırladığı evlere şenlik iddianame ile aralarında
Bergama köylülerinin siyanürlü altın karşıtı mücadelesinin simge isimleri ile
İstanbul Barosu eski Başkanı Yücel Sayman ve Alman Vakıfları yöneticilerinin
bulunduğu 15 kişiyi ‘Almanya yararına legal casusluk yapmak’la suçlamıştı
Yüksel. Adli Sicil İstatistik bilgilerine göre o zamana kadar görülmemiş bir
hızla, 69 günde sonuçlanan davada (diğer davaların yargılama süreleri ortalama
336 gündür) bütün sanıklar beraat etmelerin rağmen, üzerlerine atılan çamurun
izi çok uzun yıllar, hatta günümüzde bile silinmiş değil.
Savcı Yüksel, tek somut delili
200 TL’lik bir banka dekontu ve birbiriyle çelişen iki maden yanlısı köylünün
ifadesi olan iddianamesinin bu kadar kısa sürede sonuçlanmasının, temyiz
edilmemesinin suçunu kendinde bulmuyor hiç. Kararı veren mahkeme heyetinin
“delillerin tartışması dahi yapılmadan, basmakalıp gerekçeyle” karar verdiğini
ileri süren Yüksel, temyiz eden olmadığı için dosyanın Yargıtay
soruşturmasından da geçmediğini ekliyor.
Savcı Yüksel, 10 yıl önce
iddianamesinde yaptığı gibi bugün de kitabındaki Alman Vakıfları ve Bergama
bölümünü Necip Hablemitoğlu’nun yazdıklarına dayandırıyor. Hablemitoğlu’nun
kitabından uzun uzun alıntılar yapan Yüksel, Türkiye’deki Alman Vakıfları
Raporunun’da tamamını kitabına eklemiş. Alıntı yapılan bu bilgilerin
tartışmasına geçmeden önce, Yüksel’in Almanların neden Türkiye’ye ‘düşman’
olduğu ile ilgili ‘dahiyane’ tespitini paylaşalım; “1532 yılında Kanuni Sultan
Süleyman Almanya’ya girmiş, bütün Güney Almanya’yı baştan sona çiğnemesine
rağmen Almanların büyük imparatoru Sarlken, Kanuni’nin önünden daima kaçmıştır.
Alman vakıfları herhalde bunun acısıyla Türkiye’yi parçalamak istemektedir”!..
Yüksel kitabına da aldığı,
Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabının en önemli belgesi
durumunda olan Federal Almanya İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’nın
hazırladığı ileri sürülen 1990 tarihli, “Türkiye’de altın konsepti” raporu
sahte bir rapor. O zamanki Dışişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü
incelemesi dahil böyle bir rapor bugüne kadar bulunamadı. Hablemitoğlu’nun
kitabında bu raporu sızdırdığı ileri sürülen İsveç’te yaşayan Prof. Dr. Metin
Deliormanlı adlı bir kişinin yaşadığına dair aradan geçen 10 yılda bir bulguya
rastlanılmadı. Yüksel’in kitabına aldığı Almanya ile Türkiye arasındaki altın
ticareti ile ilgili sayısal verilerin de hepsi geçek dışı![1]
Kitabın tek doğru tespiti
Savcı Yüksel, altın madenleri
konusunda kendisine sunulan bilgiler dışında o kadar ‘bilgisiz’ki ülkemizde ilk
altın madenciliği girişimlerinin Havran’da (Yüksel iki yerde Havron diye
yazmış) o zamanlar bir Alman şirketi olan TÜPRAG tarafından başlatıldığından
haberi dahi yok. Yüksel, kendi tezlerine dayanak yapmak için Danıştay 6.
Dairesi’nin 13 Mayıs 1997 yılında verdiği “siyanürle altın işletmeciliğinde
kamu yararı yoktur” içerikli kararını da ters yüz ederek vermekte sakınca
görmemiş. Bozuk bir cümle kurgusuyla verilen karar, tamamen altın madeni
karşıtı bir içeriğe sahip iken ‘ünlü’ savcının kaleminden tam aksi bir çağrışım
yaratacak şekilde çıkmış.
Yüksel, açtığı davanın ilk
duruşmasından 8 gün önce suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu’ndan
“kayan kutup yıldızı” olarak bahsetmekte. Suikast haberini de şu an Ergenekon
davasından tutuklu olarak yargılanan Ergün Poyraz vermiş kendisine. Ergün
Poyraz o süreçte Alman casusluğu davasına da müdahillik talebinde bulunmuştu.
Nuh Mete Yüksel’in kitabında belki de tek doğru tespiti Necip Hablemitoğlu
suikasti ile ilgili doğru dürüst bir çalışma yapılmadığıdır.
Nuh Mete Yüksel’in kitabında hala
o zamanlar Bergama köylü hareketinin Almanya tarafından kışkırtıldığı ileri
sürülüyor. Aradan geçen onca zamana, suikasta ve her fırsatta alevlendirilen
tartışmalara rağmen, bir kez bile gerçek olup olmadığını sorgulama gereği bile
duymadığı bilgi-belgeler üzerine kuruyor bu bölümü. Tıpkı 10 yıl önce açtığı
davada olduğu gibi. Nuh Tufanı efsanesini yazanlar, Nuh Mete Yüksel’in
yaptıklarını, davalarını ve bunları derlediği Nuh’un Gemisi adını verdiği kitabını
okumuş olsalardı herhalde efsaneyi başka türlü kurgularlardı. Mesela şöyle
diyebilirlerdi; “Her canlıdan bir çift alın gemiye, Nuh kalsın”!... (İzmir/EVRENSEL)
21 Kasım 2011
[1] - Ayrıntılı bilgi için
bakınız: Kuyudaki Taş – Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği, Özer Akdemir,
Evrensel Basım Yayın, Kasım 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder