27 Ekim 2013 Pazar

Çine Madran Babadağı, Aydın'ın en yüce en verimli dağıdır. Etrafını dolaşmak için 250 kilometre yol kat etmeniz gerekir. Hatta bir kısmı Muğla ili sınırı kapsamında yer almaktadır.
Ahmet Uslu
27 Ekim 2013
Madran Dağı’ndaki RES’in öyküsü
Çine Madran Babadağı, Aydın'ın en yüce en verimli dağıdır. Etrafını dolaşmak için 250 kilometre yol kat etmeniz gerekir. Hatta bir kısmı Muğla ili sınırı  kapsamında yer almaktadır. Madran Babadağı nereden babalığı hak etti, tartışılsa da, benim bildiğim şu; Fatih Sultan Mehmet döneminde askere alınan Amasya köyünden Musa adında bir asker, savaşta çok iyi bir ok atıcısıdır. İyi bir nişancı olduğu için okçu Musa Baba adını alır. Okçu Musa Baba, yaşı biraz ilerleyince saraya çağrılır ve geri kalan ömrünü sarayda asker yetiştirmek padişaha refakat etme işiyle görevlendirilir.
EREN MEZARI
İyi bir avcı olduğu için sarayda herkes ona saygı duymaktadır. O dönemin saraylı kişileri vasiyet yazarlarmış. Okçu Musa Aydın da vasiyetinde, öldükten sonra Bozdoğan ilçesi ile Çine ilçesi arasında yer alan Madran Dağı'nın en yüksek zirvesine gömülmek istediğini yazmış. Bu vasiyet doğrultusunda Okçu Musa Aydın, ölümünün ardından mumyalanarak, at sırtında İstanbul'dan Madran Dağı'na getirilir ve gömülür. Bu mezar şu anda Eren Mezarı olarak ziyaret edilir ve Madran Baba için adaklar kesilip, ibadetler yapılır. Madran Baba (Okçu Musa) hem Aleviler hem Sünniler tarafından ortak bir şekilde paylaşılıp sevilir. Yani bu açıdan bakıldığında sanki yüzyıllardır Aydın'da barışın simgesi olmuştur. Okçu Musa adında İstanbul'da bir ilköğretim okulu da bulunmaktadır, bir de Okçu Musa Çeşmesi.
KÖYLÜ RES'E NEDEN KARŞI ÇIKTI?
Bizler Aydın Çine'deki bu kültür varlıklarımızı korumak için enerjimizi harcarken, özel şirketler Madran Baba Dağı'nın kaynaklarını keşfetmek için gece gündüz çalışmışlar. Biz bu işin farkına 2010 yılı başlarında vardık. Bir anda duyduk ki; rüzgar gülleri dikilecekmiş. Önce çok yadırgamadık. Çünkü "temiz enerji" diye biliyorduk. Ama köylüler tam tersine karşı çıkıyorlardı. "Niye karşı çıkıyorsunuz?" diye sorduğumuzda, "Buralar bizim yaşam alanımız. Evlerimiz var. Bahçelerimiz, topraklarımız, otlaklarımız, binlerce hayvanımızı besliyor" dediler.
Bunu söyleyen İbrahim Kavağı köylüleri, aynı zamanda benim de dedemin ve babamın yetiştiği köy. Yediden yetmişe herkes RES'in yapılmasına karşı çıkıyor. RES'in yapılacağı alan, bizlerin yaşam alanı. O bölgede yetişiyor ve oradan besleniyoruz. Bir anda her şeyimizi kaybetmek üzereydik. "Çıkar yol nedir?" diye düşünmeye başladık ve bir dernek kurduk. Tabi ki bu arada şirkette bir an evvel köylü fazla uyanmadan  direkleri  dikme derdine düştü. Yani kasap et derdinde koyun can derdinde.

NÖBET ÇADIRI
İlk olarak şirketle 2010 yılının aralık ayında karşı karşıya geldik. Gecenin geç saatlerinde şirketin sondaj makineleri Madran Dağı'na çıktığını öğrenince köylülerle birlikte makinelerin önünü kesip geri döndürdük. Daha sonraki günlerde de Jandarma sık sık köye gelerek köylüye göz dağı vermeye başladı. Bizler de RES'in yapılacağı alanda nöbet çadırları kurduk. Gece gündüz köy halkı ile birlikte nöbet tutmaya başladık. Şirketin bu arada el değiştirdiğini duyduk. Projenin ilk sahibi olan CHP Aydın Milletvekili Osman Aydın Şirketin %75 ni AKP' ye de yakınlığı ile tanınan Asyabank'ın da ortağı olan Mustafa Cemaloğlu'na devir etti.
Zaman 2011 Haziran ayına geldiğinde, şirket sahipleri ve çalışanları Jandarma koridorunda RES sahasına baskın yaparak  girmek istedi. Köylüler de şirket araçlarını ve özel güvenlik ekiplerini engellemek isteyince, jandarmanın biber gazıyla, copuyla ve havaya sıktığı silahıyla karşılaştı. Bir çok köylü yaralandı, yedi kişi göz altına alındı. İki kişi de tutuklanarak cezaevine kondu. Bir ay tutukluluğun ardından köylüler serbest bırakıldı. Bu kez köylüler şikayetçi oldu. Komutanlar hakkında soruşturma izni çıktı ve ceza aldılar.
800 KAMYON ÇİMENTO DÖKÜLDÜ
RES projesi bitmek üzere. Gelin görün ki hasar çok ağır. Direklerin dikilişi esnasında 800 kamyon çimento dökümü yapıldı. Bu kamyonların silolarının yan tarafında "Doğamızı koruyalım" diye bir yazıyı da okumuştum.  Düşünün dünyanın en tatlı su kaynaklarının bulunduğu bir bölge 800 kamyon çimento dökülerek heba edildi. Yaklaşık da 100 bin civarında çam ve zeytin ağacı kesildi. 25 kilometre uzunluğunda yüksek gerilim hattı  çekilmesi esnasında vatandaşların arazileri ve zeytinlikleri zarar gördü. İnanın ki; şu anda o bölgeyi görmek ve gezmek bile hiç içimden gelmiyor. Kahroluyorum!
HEM MADENCİ HEM RES'Çİ, AMA GEZİ'Cİ OLDU!
Çine halkı olarak  halen  dernek öncülüğünde mücadeleye devam ediyoruz. Bu katliamı gerçekleştiren CHP Aydın Millet Vekili Osman Aydın'ı, Gezi eylemlerinde gazetelerde görmüştüm, en önde yürüyordu. RES şirketinin yanı sıra, vahşi madencilikle doğanın katledilmesi ile uğraşan Osman Aydın 'çevreci' görünmek için her şeyi yapsa da, adı Madran Dağı'ndaki doğa katliamıyla anılacak.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Bu gidişle yarına çıkmayız!..


Özer AKDEMİR
Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 5. Değerlendirme raporu geçtiğimiz ay açıklandı. Raporun hazırlanmasına bir dönem” başyazar “ olarak katkı sunan iklim bilimci Prof. Dr. Murat Türkeş, IPCC Raporları ve son raporun anlamı ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Durum ve gelecek öngörüsü hiç de iç açıcı değil!...

Soru 1. IPCC nedir? Kimler yer alıyor, ne zamandan beri çalışmalarını sürdürüyor?

IPCC’nin Türkçe açılımı -1990 Eylül-Ekim aylarında önerdiğim ve sonrasında yaygın bir kabul görerek kullanıldığı biçimde- Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’dir. IPCC, Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından 1988'de kurulan ve o zamandan beri ortaklaşa yürütülen Birleşmiş Milletlerin bir uzmanlık ya da özel görev organıdır.

Soru 2. IPCC Raporları nasıl hazırlanıyor? Şu ana kadar kaç rapor ortaya kondu?

Özel amaçlı raporlar dışındaki ana IPCC raporları, binlerce bilim insanı, hükümet temsilcileri ile hükümetler dışı gönüllü, uluslararası ve hükümetlerarası kuruluş temsilcilerinin katkılarıyla, her 5 yıllık dönemler için hazırlanmakta ve yayımlanmaktadır. 2008-2012 dönemini içeren son raporla birlikte bugüne değin 5 ana değerlendirme raporu hazırlandı.

Soru 3. Son Raporun hazırlık sürecinden bahseder misiniz? Sizin bu süreçteki katkınızı da yazar mısınız?

IPCC’nin sonuncu raporu olan IPCC 5. Değerlendirme Raporu “İklim Değişikliği 2013”ün hazırlık süreci, 2010 yılı başında başladı.
2010 yılı başında IPCC 5. Değerlendirme Raporu için 1. Çalışma Grubu’na başyazarlardan birisi olarak seçilerek katkı vermeye başlamıştım. Ancak, 2011 yılı yazında yaşadığım sağlık ve sonrasındaki özel sorunlar nedeniyle, sürecin ortasında başyazarlıktan çekilmek zorunda kaldım. Sonrasındaysa, aynı çalışma grubuna Katkı Veren Yazarlardan birisi olarak bilimsel katkılarımı sürdürdüm. 23-26 Eylül 2013 tarihleri arasında Stockholm’de gerçekleştirilen IPCC toplantılarına ise, Türkiye Cumhuriyeti adına hükümet temsilcisi olarak katıldım ve bu yolla bilimsel katkı sağladım

1400 YILIN EN SICAĞI

Soru 4. Son raporun önemli başlıkları nelerdir? Bu rapora göre bizi nasıl bir gelecek bekliyor?

Politikacılar İçin Özet raporunun önemli başlıklarını ve ana mesajlarını 5 başlık altında toplayarak şöyle özetleyebilirim:

1. İklim Sisteminde Gözlenen Değişiklikler
Küresel iklimdeki ısınma kesindir ve 1950li yıllardan beri iklimde gözlenen değişikliklerin çoğu on yıllardan bin yıllık bir zaman dönemine kadar daha önce hiç görülmemiş düzeydedir.

Atmosfer: Geçen 30 yılın her 10 yılı, yeryüzünde 1850’den beri kaydedilen küresel sıcaklık verileri için hesaplanan tüm on yıllık dönemlerden ardışık bir biçimde daha sıcak olmuştur. Çözümlenen dolaylı eski iklim verileri, Kuzey Yarım Küre’de 1983 – 2012 döneminin olasılıkla son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu (orta güvenirlik) göstermektedir.

Okyanuslar: Üst okyanus (0 – 700 m) 1971 – 2010 döneminde kesin olarak ısınmışken, 1870’ler ve 1971 arasında olasılıkla ısınmıştır.

Buzküre: Grönland ve Antarktik buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmekte, buzullar neredeyse küresel ölçekte küçülmeyi sürdürmekte.

Küresel deniz düzeyi: 19’ncu yüzyıl ortasından beri gözlenmiş olan deniz düzeyi yükselmesi oranı (hızı), önceki iki bin yıllık dönemdeki ortalama yükselme oranından daha büyüktür. Küresel ortalama deniz düzeyi 1901 – 2010 döneminde 19 cm yükselmiştir.

2. Karbon ve Öteki Biyojeokimyasal Döngüler
Karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gazlarının atmosferik birikimleri, en az son 800,000 yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye ulaşmıştır. CO2 birikimleri, temel olarak fosil yakıt yanması ve ikincil olarak net arazi kullanımı değişikliğinden kaynaklanan salımlar nedeniyle, sanayi öncesi döneme göre % 40 oranında artmıştır.
Bu gidişle yarına çıkmayız
ISINMANIN NEDENİ İNSAN

3. İklim Sisteminin Anlaşılması ve Güncel Değişiklikler 
İklim sistemi üzerindeki insan etkisi açıktır.

İklim değişikliğinin belirlenen kanıtları ve nedenleri: Çok yüksek olasılıkla (% 95 – 100), İnsan etkisi 20’nci yüzyılın ortasından beri (1951 – 2010 döneminde) gözlenen ısınmanın egemen nedeni olmuştur.

4. Gelecekteki Küresel ve Bölgesel İklim Değişiklikleri
Sera gazlarının sürmekte olan salımları, daha fazla ısınmaya ve iklim sisteminin tüm bileşenlerindeki değişikliklere neden olacaktır.
Sıcaklık: Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, 21’nci yüzyılın sonuna kadar, biri dışında tüm yeni IPCC senaryolarına dayanarak olasılıkla 1850 – 1900 dönemine göre 1.5 °C’yi ve iki yeni senaryoya göre olasılıkla 2 °C’yi aşacak.

Okyanuslar: Okyanuslar 21’nci yüzyıl süresince de ısınmaya devam edecektir. Isı yüzeyden derin okyanusa doğru geçecek ve okyanus dolaşımını etkileyecektir.

Buzküre: Arktik deniz buzu örtüsü olasılıkla azalmaya ve incelmeye devam edecek ve Kuzey Yarımküre ilkbahar kar örtüsü, küresel ortalama yüzey sıcaklığı yükseldikçe, 21’nci yüzyıl boyunca azalacaktır.

Deniz düzeyi: Küresel ortalama deniz düzeyi 21’nci yüzyıl boyunca yükselmesini sürdürecektir.

Karbon ve öteki biyojeokimyasal döngüler: İklim değişikliği, atmosferdeki CO2’nin artışını büyüterek ya da abartarak, karbon döngüsü süreçlerini etkileyecektir.

İklimin kararlılığı ve iklim değişikliği yükümlülükleri: İklim değişikliğinin pek çok özelliği, CO2 salımları durdurulsa bile yüzyıllarca sürecektir.

TÜRKİYE’Yİ KURAKLIK BEKLİYOR

Soru 5. Bu son rapora göre, iklim değişikliğinin Türkiye’ye etkileri nelerdir?

Türkiye ve bölgesinde yüzey ve troposfer hava sıcaklıklarındaki artış ile yağışlardaki azalış (kuraklaşma) eğilimleri sürmektedir. Söz konusu eğilimlerin, gelecekte de süreceğini görmekteyiz. Başka bir deyişle, Türkiye’nin büyük bölümünün gelecek on yıllarda da ısınacağı, ekstrem hava ve iklim olaylarının kuvvetleneceği ve özellikle Türkiye’nin yüksek mevsimlik ve yıllararası değişkenlik ve uzun ve şiddetli yaz kuraklığı gibi kendi iklim sorunları bulunan subtropikal Akdeniz ikliminin egemen olduğu batı ve güney bölgelerindeki kuraklaşmanın süreceği anlaşılmaktadır.

Soru 6. İklim değişikliği olgusunda şu saatten itibaren neler yapılabilir? Eşik aşıldı mı? Bunun bedeli ne olacak?

Sera gazı salım senaryolarının, son yüz yılın ikinci yarısından günümüze değin gözlenen iklim değişikliğinden kesin olarak sorumlu olduğu konusunda küresel düzeyde önemli bir bilimsel ve politik bir uzlaşma orta çıkmıştır. Bu durum, iklim değişikliği ile savaşım açısından önemli bir gelişmedir.

Ancak bu güne değin görülen o ki, sözü edilen ülkelerin ve bir bütün olarak dünya ülkelerinin sera gazı salımlarını azaltma istek ve becerileri henüz çok yetersizdir. Bu konuda her hangi bir ‘başarım’ ve ‘başarıdan” söz etmemiz olanaksızdır. Biyosferdeki tüm canlıların, genetik çeşitliliğin ve ekolojik sistemlerin varlıklarını sürdürmeleri ve değişen iklim koşullarına uyumları açısından gerekli ‘kritik eşik’ olarak kabul edilen, 1.5 °C’yi aşmaması ya da 2 °C’nin altında kalmasının sağlanması gibi eşik değerler gerçekçi değildir. Bu eşik değerleri tutturmak için çok geç kalınmıştır.

Soru 7. Sizce iklim değişikliğini önleyecek ve doğanın eski dengesini bulmasına yol açacak bir "nihai çözüm" var mı? Varsa nedir?

Bugünkü iklim değişikliği görüşmelerindeki tıkanma ya da bunalım dikkate alındığında başarılmasının kolay olmayacağı ve uzun bir zaman alacağı görülmekle birlikte, “nihai çözüm”, başta fosil yakıt yakılması ve net arazi kullanımı değişikliklerinden kaynaklanan karbondioksit salımlarının hiç zaman kaybetmeden ciddi biçimde izlenmesine, denetlenmesine ve bilimin öngördüğü oranlarda azaltılmasına bağlıdır.
(İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 21 Ekim 2013

14 Ekim 2013 Pazartesi

Van Gölü geleceğimizdir

Van Gölü geleceğimizdir
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Van Ekoloji Meclisi ve Van Gölü Organik Tarım Derneği “3. Van Gölü geleceğimizdir” etkinliğini gerçekleştirdi. Erciş’te Van Gölü kıyısında gerçekleştirilen panelde bölgede ve ülke genelinde yaşanan çevre sorunlarının yanı sıra sermayenin yaşam alanlarına yönelik saldırılarına dikkat çekildi.
SİLAHLAR SUSUNCA İŞTAHLARI KABARDI
Etkinlik kapsamında Erciş sahil yolunda yapılan “Ekoloji, HES’ler ve enerjide çözüm” konulu panelin konuşmacıları arasında yer alan Gazetemiz Muhabiri ve EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Özer Akdemir, AKP iktidarı ile yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırılarının yoğunlaştığına dikkat çekti. Bölgede silahların susması ve çözüm süreci ile birlikte sermayenin bugüne kadar giremediği alanlara girmek, maden, HES, termik santral gibi faaliyetler için girişimlerini yoğunlaştırdığının altını çizen Akdemir, “Yaşam alanlarımızı korumanın tek yolu halkın direnişinden geçiyor. Bu bölgenin halkının yıllardır en iyi bildikleri şeydir direniş. Bölgede ve ülkenin her tarafından sermaye saldırılarına karşı birlikte mücadele etmezsek, dağlarımız, ovalarımız, sularımız, havamız sermayenin kâr hırsı nedeniyle yok olacak” diye konuştu.
ŞEYTAN KÖPRÜSÜ FELAKETİ
Panelin konuşmacılarından Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi PM Üyesi Tanay Sıdkı Uyar, yüzde yüz yenilenebilir enerjinin mümkün olduğunu dile getirerek, bundan önce enerjinin etkin kullanımının sağlanması gerektiğine vurgu yaptı. Uyar, yenilenebilir enerji yerine doğayı katleden HES yatırımlarına öncelik verilmesine anlam veremediğini dile getirdi.
HDK Van Ekoloji Meclisi Üyesi Cevahir Böke ise tarım alanları ve organik ürünlerin yetişme özgürlüğünün yok edilerek, toplumun kapitalizme bağımlı hale getirilmeye çalışıldığını söyledi. Böke ekolojik tarıma ve kent bahçelerinin önemine dikkat çekti.
Panel öncesi yapılan konuşmalarda Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı Erciş Temsilcisi Güven Çalık, Muradiye Şelalesi ve Şeytan Köprüsü’nde HES nedeniyle yaşanan felaketlere dikkat çekerek, “Biz zamanlar Şeytan Köprüsü’nde türeyen ve gogort olarak adlandırılan balıklar artık yok. Şeytan Köprüsü olarak bilinen dereden zıplayan ve insanlığa gülümseyen tabiat varlıkları katledildi. Yarın geleceğimiz bize bu hesabı soracak” diye konuştu.
Panelin ardından dinleyiciler ve panelistler Van Gölü kıyısına inerek sahilde kıyı temizliği yaptılar.
GÖL BİTTİ BİNA YAPALIM!
Panele Van Büyükşehir Belediye Başkanı Bekir Kaya da katıldı. Van Gölü çevresindeki kamu kuruluşlarının her geçen gün daha da arttığına dikkat çeken Kaya, “Göl nasıl olsa bitti bari kamu kurumlarını kıyıya kuralım diyorlar. Sit alanlarımız bir gecede kamu kurumları için ortadan kaldırılıyor. Şimdi de HES’lerle sularımız yok ediliyor. Muradiye Şelalesi HES tehdidi altında. Gölümüze sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmaktır” diye konuştu. (Van/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 14 Ekim 2013

11 Ekim 2013 Cuma

RES dibini aydınlatmaz



Özer AKDEMİR

Ağaoğlu Mut’da RES kurdu. RES’lerin açılışını Başbakan Erdoğan yaparken 15 km ötedeki yaylalarda halk henüz elektrikle tanışmamıştı. Ağaoğlu RES’i iki yıl sonra Doğan Grubuna 240 milyon Euro’ya sattı. O zaman da günümüzde de yaylalar hala elektriksiz! Şirketler köylünün topraklarında esen rüzgarın balını yerken, elektiriksiz yaylalardaki köylüyü ikna için ağızlarına çaldıkları bir parmak balın sözünü de tutmadılar. Köylüye parmağını yalamak kaldı!...

MUT’UN ELEKTRİĞİ KİMLERİ MUTLU ETTİ?

AKP iktidarında en çok palazlanan sermaye kesimlerinden birisi inşaat ve enerji sektörü. Bunlar arasında en öne çıkan hangisi diye sorulacak olursa kuşkusuz Ağaoğlu adı ilk akla gelenlerden olacaktır. İstanbul’un ormanlarının da aralarında bulunduğu birçok yere yaptığı ve yapmayı planladığı toplu inşaatlarla gündeme gelen Ağaoğlu, bir başka karlı alan olan enerji sektörüne de uzun zamandır el atmış durumda. HES, RES ve termik gibi birçok alanda enerji yatırımlarına yönelen şirketin, jeotermal alanında da projeleri olduğu biliniyor.

Ağaoğlu Enerji Grubu, bu yatırımlarda ürettiği elektrik enerjisini konut projelerinde de değerlendiriyor. Şirket uyguladığı kampanya ile enerji tesislerinde ürettiği elektriği kendi konutlarında piyasadan %20 daha ucuza vereceğini taahhüt ediyor. Ağaoğlu bu şekilde ürettiği elektriği konut satışlarında bir pazarlama kozu olarak kullanıyor. Oysa şirketin o elektriği ürettiği yerlerde henüz elektrikle tanışmayan vatandaşlar var. Ağaoğlu’nun yapıp Başbakan Erdoğan tarafından 3 yıl önce açılan Mersin Mut’taki RES’lere birkaç kilometre uzaklıktaki yaylalarda yaşayan vatandaşların, o gün de, günümüzde de elektrikleri yok! Yaylalarına 10-15 km uzaklıkta RES’ler, doğanın gücünü elektiriğe çevirip şirketlerin kasasına aktarırken, 21. yüzyılda o bölgede yaşayanlar hala gaz lambaları ışığında oturuyorlar.

RÜZGAR ŞİMDİ AYDIN DOĞAN’A ÇALIŞIYOR

2010 Eylül’ünde Ağaoğlu’nun helikopteri ile alana gelen Başbakan Erdoğan tarafından açılan Mersin'in Mut’taki 33 MW'lık rüzgâr enerjisi santralleri 8 ay gibi kısa bir zamanda tamamlandı. Şirketin Bandırma’daki Şah RES’inin de aynı gün video konferansla temelinin atıldığı etkinlikle ilgili gazetelere yansıyan haberlerde bu projeler sayesinde Ağaoğlu’nun Avrupa Yakası’ndaki My World Europe’ta konut alanların elektriği yüzde 20 indirimli kullanacakları bilgisi de yer alıyordu. Başbakan Erdoğan’ın açılışını ve video konferansla temelini attığı her iki santral da iki yıl sonra ülkenin bir başka büyük sermaye grubu olan Doğan Holdinge satıldı. Doğan Enerji, Ağaoğlu’na ait 126 MW’ı faaliyette, 21 MW’ı ise inşa halinde olan toplam 147 MW’lık rüzgar santraline sahip Akdeniz Elektrik Üretim ve Galata Wind Enerji şirketlerini toplam 240 milyon euro’ya satın aldı. Milyon Euroluk projelerle ilgili tüm bu gelişmeler yaşanırken Mut’taki RES’lere 15 km uzaklıktaki yaylalarda yaşayanlar kendi topraklarında üretilen bu değerlerden hiçbir şekilde fayda bulamadılar.
RES dibini aydınlatmaz
BİR ÇOK SÖZ VERDİLER AMA…

Yazın bu yaylalara göçen köylerden Özlü Köyü RES’le en yakın köy durumunda. Köy muhtarı Kemal Ferdal, hala elektriği olmayan Sazak, Hamam, Sakızdere, Derepazarı gibi yaylaların yaz aylarında 12 köy tarafından kullanıldığını söyledi. Ferdal her sene 50 ile 100 kişinin göçtüğü yaylalarda elektrik olmadığını, elektirik almak için yaptıkları tüm girişimlerin sonuçsuz kaldığını anlattı. “12 köyün muhtarı ortaklaşa talep ettik ama bir ses çıkmadı” diyen Ferdal, RES’ler kurulurken kendilerine verilen birçok sözün de yerine getirilmediğinden şikayetçi; “Yaylalara elektrik çekilmesini istedik RES şirketinden. Bize elektriği devlet için ürettiklerini, kendilerinin 49 yıllığına kiracı olduğunu, yap-işlet-devret modeliyle çalıştıklarını söylediler. İlk geldiklerinde birçok söz verdiler, köye düğün salonu yapacaklardı mesela. Hiçbirisini tutmadılar, kaçtılar”. Muhtar Ferdal, kendi köylerinden 4 kişinin RES’lerde işçi olarak çalıştığını, civar köylerden de toplam 10-15 kişinin RES’te işçi olduğunu söyledi. RES’lerle köyün arasına tel örgü çekildiğini belirten muhtar, hayvancılık ve bağcılıkla geçinen köyünde RES’lerin bir zararının şu an için görülmediğini dile getirdi.
(İzmir / EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 11 Ekim 2013 

8 Ekim 2013 Salı

Ağaçlı Yol’da öğrencilerin alın teri var

http://www.evrensel.net/haber/69661/agacli-yolda-ogrencilerin-alin-teri-var.html#.UmZSV3DwlOQ

Özer Akdemir 

İzmir’in kent içinde kalmış en önemli yeşil alanlarından Bornova Ağaçlı Yol olarak bilinen Karayolları arazisi satıldı. 120 milyon liraya araziyi alan iki AKP’li belediye meclis üyesi “Tek ağaç kesmeyeceğiz, AVM yapmayacağız” dese de, pek inanan yok. 1973’te o bölgenin yüzde 90 oranında tarım arazisi olduğunu anlatan Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ümit Erdem ise, gerek Ağaçlı Yol’da, gerekse bölgedeki tüm yeşil alanlarda ziraat meslek okulu öğrencilerinin alın terlerinin olduğunu söyledi. Uzun yıllar E.Ü. Çevre Merkezi Müdürlüğü görevini de yürüten Prof. Dr. Erdem Ağaçlı Yol ve Ege Üniversitesinin tarihi ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Sizin yaşamınızda Ege Üniversitesinin ve Ziraat Fakültesinin yeri nedir?

Ben ilk-orta, lisede farklı yerlerde okudum ama üniversiteyi burada bitirip, 1963 yılında burada göreve başladım. 1971’de burslu olarak Almanya’ya gittim. 1976’da tekrar buraya döndüm ve emekli olana kadar da burada çalıştım.

Ege Üniversitesinin kuruluşundan bahseder misiniz?

Üniversitenin Kurucu Rektörü Prof. Dr. Mustafa Uluöz, görevlendirilerek Ankara’dan 1955 yıllarında buraya geliyor. Üniversite kurma düşüncesiyle ilk gittiği yer bugünkü Atatürk Mahallesi. Hem oralar ihya olsun, hem gecekondulaşma önlensin istiyor. Ama asıl olarak ziraatçı hoca buraların dünyanın en güzel bağlık yerleri olduğunu görüyor. Ziraat meslek öğrencileri yemyeşil tarlalarda uygulama yapıyorlar o zamanlar. Bu planla Ankara’ya gidiyor. Ankara’da “Hocam ne yapıyorsun, buranın ne yolu ne suyu, ne de elektriği var. Sen bize yolu, suyu elektriği olan bir yer bul, yoksa senin üniversite kurulmaz” diyorlar. Hoca dönüp geliyor, ne yapsın? Üzüle üzüle bizim şu an içinde bulunduğumuz araziyi alıp kampüs alanı ilan ediyor.

ENGİNAR VE KARANFİL TARLASI

Ağaçlı Yol’un bulunduğu alan ne zaman ağaçlandırıldı?


Asıl Ağaçlı Yol bugünkü metronun solundan giden yoldu. Metronun sağı tamamen tarlaydı. 1955 yıllarından bahsediyorum. Zaten buranın adı da Burunovası idi o zaman, Bornova değil. Enginar tarlaları, karanfil tarlaları vardı. Metro bölge durağında, üst geçitten indikten sonra çok güzel bir fidanlık vardı. Belki de İzmir’in ilk süs bitkileri fidanlığıydı orası. Ziraat mektebinden öğrenciler zeytinlikteki fidanlar, şeftaliler, eriklerle uygulama yapıyorlardı. DSİ’nin önündeki arazi tarlaydı hep. Menderes Hükümeti zamanında Karayollarına tahsis edildi. İlk gelen Tarım İl Müdürlüğüdür. En son DSİ geldi sanırım. O arazilerde ziraat mektebinde okuyan çocukların alın teri var. Orada aslında Ziraat Fakültesinin tarihi yatıyor. Atatürk zamanında kurulmuş olan ziraat mektebinin öğrencileri dikti demir ağaçlarını ve o fidanları. Demir ağaçları çamlara benzer, yaprakları iğne gibidir. Avustralya kökenlidir. Her dem yeşildir. En önemlisi de her türlü koşula dayanıklıdır, mantarlar hariç. İyi bir yol ağacıdır
Ağaçlı Yol’da öğrencilerin alın teri var
Bölgenin imara açılması nasıl oldu?

1973'de Altın Yol geçti. O yol yapımı sıralarında bir çalışmamız vardı. Alanın yüzde 90’ına yakını tarım alanları, meyvelik, enginar, süs bitkileri idi. Bunları imar planlarında çıkarmıştık. Daha sonra oralara sanayi geldi. 2. sanayi kuruldu. 1985-90 yılları arasında imar planlarına baktığımızda ise bölgedeki tarım alanlarının yüzde 21’lere düştüğünü tespit etmiştik.

Yandaşa peşkeş mi?

Kentin orta yerinde kalan, 100 yılda oluşmuş yeşil alanın imarını değiştiren hükümet, biri 90 diğeri 45 dönümlük Karayolları arazisini Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) ihalesi ile sattı. İhaleyi 120 milyon 420 bin TL’yle Armesa- Murat Akdemir Ortak Girişim Grubu kazanırken, her iki kişinin de AKP’li olması arazinin yandaşlara peşkeş çekildiği söylentilerini yoğunlaştırdı. Akdemir daha önce de TEKEL’in Bayraklı’daki depolarını Özelleştirme İdaresinden alıp FOLKART’a satmıştı. Arazinin ‘yeşil alan’ olarak görülen imar durumunu on kat imar izinli, AVM yapılabilecek hale getiren plan değişikliğine karşı Bornova ve Büyükşehir belediyesi tarafından açılan davalar devam ediyor. İmar planı davalık olan arazinin, buna rağmen 120 milyon lira verilerek satın alınması da tartışmaların bir başka yönünü oluşturuyor.
Eklenme Tarihi: 08 Ekim 2013
http://www.evrensel.net/haber/69661/agacli-yolda-ogrencilerin-alin-teri-var#.UmZSV3DwlOQ
(İzmir/EVRENSEL)

6 Ekim 2013 Pazar

Madran Dağının yeli bir memleket meselesi

Özer AKDEMİR


Madran’ın zirvesindeki doğa katliamı manzaralarını bizlere gösteren köylüler ‘temiz enerjiye neden karşı çıkıyorsunuz’ diyenlere gördüklerimizi anlatmamızı istiyorlardı. Sadece 10 tane RES direğinin bile Madran’a yaptıklarının tanıklığıdır bu yazı… RES’lerin dikildiği Madran Dağı zirvesine yakın yaylağında keçi çobanlığı yapan Kavşit Köylüsü Mehmet Çoban, bizi buz gibi suyu olan bir çeşmenin başında ağırladıktan sonra yolcu ederken “Gidip mutlaka görün RES’leri” diye sıkı sıkı tembihledi. Durduğumuz yerden direklerin tepesindeki “Kıroba” yazısını okuyacak kadar yakındık zaten tribünlere. Arada ormanlık küçük bir tepe vardı. RES’çilerin dozerlerle, kepçelerle binlerce ağaç keserek genişlettikleri toprak yoldan tribünlere doğru yol aldık. Önce tel örgüler karşıladı bizi dağın zirvesinde ve yol kenarına dizilmiş toprak yığınları. Arabadan indiğimizde RES’lerin uçak sesini andıran gürültüsü Madran’ın yeline karıştı. On tane direk 50-100 metrelik aralıklarla dizilmişti “Çıplak”a. Madran köylüleri yükseklik nedeniyle ağaç büyütmeyen zirveye bu nedenle “Çıplak” diyorlardı. RES’in tribünleri Çıplak’ı soymuş, çırılçıplak etmiş. Çıplak’ın sınırındaki ormanlık alanda gerçekleştirilmiş katliam... İzleri hala duruyor yerli yerinde. Boylu boyunca devrilmiş çamlar, ezilmiş dağ menekşeleri, örselenmiş kekikler… Yaban kuşları gözlerini kapatmışlar görmemek için, keçiler sırtlarını dönüp daha aşağılara kaçmışlar. Çobanlar kulaklarını tıkayıp çaresiz onların başlarında seğirtmişler tepe aşağı. Bir tek dağ rüzgarı açmış gözünü, kulaklarını, hiç kapatmamış. Olanı biteni, kesilen binlerce ağacı, ezilen börtü böceği bir bir kazımış belleğine. Tribünlerin kanatlarını kırmak istercesine dolanırken etrafında bize de o anlattı, öfkeli öfkeli…

“TEMİZ Mİ KİRLİ Mİ GELİP GÖRSÜNLER”

İbrahimkavağı Köylüsü Ahmet Uslu, tepemizde gürültüyle dönen tribünlerin yol açtığı manzarayı göstererek, “Sadece 10 metrelik yeri kullanıyoruz yine de karşı çıkıyorlar diye bizleri karalamaya çalışanların yalanını herkesin gelip görmesi lazım. Temiz enerji dedikleri kirliliği Madran’ın zirvesinde gelip görsünler” diyordu. Direklerin bittiği yere yakın, yol kavşağında bulunan bekçi kulübesi boştu. Köylüler, kışlık ihtiyaçları için odun almalarını orman idaresine şikayet eden bekçiye tepki gösterince şirket mecburen işten çıkarmış. Kendi kazançları için binlerce ağacı kesenler, Madran’ın altını üstüne getirenler, köylünün kışlık odun ihtiyacını ormandan gidermesini çekememişler. Bu da köylülerin çok zorlarına gitmiş.

ZİRVEDE DİRENİŞ ÇEŞMESİ

RES’lerin dağın zirvesinde yarattığı doğa tahribatını görüp zirveden inmeden önce köylülerin aylarca direndiği yerde kısa bir mola verdik. Zirve’de, Çıplak’ın orta yerinde dağ çeşmesiyle karşılaşmak şaşırttı bizi. Çeşmeden hala iki parmak kalınlığında buz gibi bir su akıyordu. Yarım metre yüksekliğinde ve uzun bir adam boyundaki yalağının suları taşıyor, Çıplak’ın çimenine dağılıyordu. Su yalağının dört bir yanına yazılamalar yapılmıştı. Sloganlar, direniş sözleri… “Nöbet Yeri” yazısının ucundaki ok işareti bir zamanlar köylülerin çadırlarının kurulduğu küçük çimenliği gösteriyordu. Köylüler günlerce bu çadırlarda dağlarını, meralarını korumak için ‘yaşam nöbeti’ tutmuşlar. Yalağın duvarlarına yazılan sloganların bazıları silinmiş, okunmuyor. Akşam güneşi Madran’ın zirvesini kızıla boyayıp ağır ağır batarken yola koyulduğumuzda gördüğümüz tahribatın çok daha fazlasını yol boyunca göreceğimizden haberimiz yoktu.

DOĞAYI KORUYALIM YAZAN LEŞ!

Yanımızdaki köylüler, yol genişletme çalışmaları nedeniyle kesilen binlerce ağacın bir kısmının gizlenmek için toprağa güdüldüğünü anlattı. O toprak tepecikler Kavşıt ve İbrahimkavağı köyü yol ayrımına kadar, aralıklarla sıralanmıştı. Ormanın içinden kıvrıla kıvrıla inen yaklaşık 2-3 kilometrelik yolda, düz kayalıkların üzerlerinde köylülerin yazdığı sloganlar göze çarpıyordu. “Madran Dağı satılık değildir”, “RES Madran’a ters”, “Madran namusumuz direkler kabusumuz”… Akşam karanlığında durduğumuz yerde ise şarampole yuvarlanmış kaza yapmış bir beton kamyonunun hurdası yatıyordu. Donmuş betonla dolu kamyon kasasının altındaki “Doğayı koruyalım” yazısını gösteren İbrahimkavağı köylüsü Ahmet Uslu, aylardır bir leş gibi yol kenarında duran bu hurdanın RES’çilerin kamyonu olduğunu söyledi.

KÖYLÜ AYLARCA DİRENDİ AMA…

RES’lere karşı aylarca direnen köylüler, jandarma dayağı, siyasetçi baskısı, köylüleri birbirine düşürme gibi her türlü zorluğa göğüs gerdiler. Sonuçta ama bu baskılara daha fazla dayanamadılar ve “Yalnız kaldık, buraya kadar direnebildik, ne yapalım” dedikleri bir protokolle RES’çilerin zirveye 10 tane direk dikmesine izin verdiler. RES’çiler imzaladıkları protokolde, ağaç katliamı yapmayacaklarını, sulara el koymayacaklarının sözünü veriyorlardı. Madran’ın zirvesindeki 10 RES’in yarattığı tahribat, bu verilen sözlerin çok da geçerliliği olmayacağını gösteriyor adeta. Madran’ın geleceğinin çok daha kötü olabileceğinin işareti o direkler. Sayıları on tane ama, ‘henüz’ on tane. Karaburun’un dağına taşına 1.200 RES kurmak isteyen sermaye sahiplerinin Madran’da 10 tane ile yetineceklerini düşünmek çok olası değil. Madran’ın Çıplak’ının yanı sıra, güzelim ormanları, suları da her an sermayenin hışmına maruz kalabilir. Dağın ekmeğini yiyenler, suyunu içenler, kekik kokulu havasını soluyanlar sadece dağda ya da eteğinde yaşayanlar değil oysa. Madran, dumanlı doruğundan Ege’yi görür, suları Gediz’e, Bakırçay’a karışır, havası memleketin her tarafına yayılır. Tam bu yüzden işte, Madran’ın derdi bir memleket meselesidir. Kazdağları, Munzur, Kışladağ, Erciyes, Genya Dağı gibi… Madran da çoban Mehmet’in derdini memleket meselesi yaparsak ancak dağlarımız kurtulacak…
Eklenme Tarihi: 06 Ekim 2013 
http://www.evrensel.net/haber/69687/madran-daginin-yeli-bir-memleket-meselesi
http://www.evrensel.net/haber/69687/madran-daginin-yeli-bir-memleket-meselesi

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...