30 Ağustos 2020 Pazar

Zafer Bayramı!.. (Pazar yazısı)

 30 Ağustos 2020 06:45

Jandarma bir köylü kadını gözaltına alıyor

Fotoğraf: Salihli Çevre Platformu

PAZAR
      Paylaş

Rüstem aradan bir ay geçmiş olmasına rağmen yediği dayağı bir türlü unutamıyordu. Geceleri rüyalarında yeniden yaşıyordu o anları. Her seferinde gerçekten dayak yemiş gibi canı acıyarak uyanıyordu kan ter içinde.

O gün, jandarma kalkanlarının karşısına dikildiklerinde ortalık ana baba gününe dönmüştü bir anda. Kuluncunun ortasına gelen dipçikle yere düşmüştü. Tam böğrüne atılan tekmeyle soluğu kesilmiş, en son kafasına inen copla birlikte gözleri kararmıştı. Yanından yöresinden yükselen çığlıkların kimden geldiğini etraftan kalkan toz toprak nedeniyle görememiş ama anasının, “Ooyyy, eliniz kırılsın” diye üstüne kapandığını hayal meyal anımsıyordu. Gerisi koyu bir karanlıktı.

Yerde ne kadar kaldı, üzerinde kaç asker tepindi bilemiyordu ama ayıktığında yolun kenarında elleri arkadan kelepçelenmiş buldu kendini. Rüstem’le birlikte, aralarında kadınların da bulunduğu köylüleri jandarma minibüsüne bindirdiler. Hepsi yara bere içindeydi. Kimisi sıkılan gaz yüzünden tıkanmış, zor nefes alıp veriyordu. Bazıları ise hâlâ şoktaydı, etrafına bomboş gözlerle bakıyordu. İçine tıkıldıkları jandarma minibüsü alelacele çadırların bulunduğu yerden uzaklaşırken, minibüsün arka tozlu camından geriye dönüp baktı. Hâlâ bağrışlar çığrışlar vardı. Birbirine kenetlenmiş köylüleri gözaltına almak için çekiştiren jandarmanın kaldırdığı toz öbek öbek göğe yükseliyordu. Nöbet bekledikleri çadırlar dağıtılmış, üstüne oturup kapattıkları yol açılmıştı. Yolun iki yanına sıralanmış jandarmanın ortasından bir iş makinesi zafer kazanmış gibi kepçesini havaya kaldırarak ağır ağır geçiyordu…

*

Ertesi gün kahvenin önünde kadınlı erkekli toplandı Salihli’nin Çapaklı köylüleri. Gözaltına alınanlar gece saatlerinde ifadeleri alınıp bırakılmış, yaralı olanların yaraları sarılmıştı. Rüstem sandalyesini kahvenin önündeki asmanın en dip kısmına attı. Yaprakların koyu gölgesinde çayını yudumlarken, “Öne gel de gazeteciler seni de çeksin” diyen köylülerini “Boş ver” gibisinden el sallayarak başından savdı. Başı hâlâ zonkluyordu. Ağzının içi zehir gibi acıydı. Gözlerinin önünde hâlâ tek tük çakan yıldızlar vardı.

Köyün bütün sokakları yine jandarma kaynıyordu. Her köşe başını tutmuşlardı. Rüstem jandarmalardan yana dönüp bakamıyordu. Arada gözü kaydığında yüzlerini hatırlamaya çalışıyor, üstünde tepinen, başını coplayan jandarmaları bulmaya çabalıyordu. Kendilerini döven askerler belki de şimdi birbirlerine dövdükleri köylüleri gösterip kıs kıs gülüyorlardı. Bunları düşündükçe içi içini yiyor, öfkesi gırtlağına doğru yükseliyor, gözlerine gelip yerleşiyordu.

Köylülerden kiminin kolu, kiminin başı sarılıydı. Kadınlardan bazılarının yüzlerinde şişkinlikler, gözlerinde kan izleri fark ediliyordu. Hiçbirinin aslında adım atacak hali kalmamıştı. Bir haftadır yazı yabanda gece gündüz bir çadırın gölgesinde nöbet beklerken sarı sıcağın, akşam ayazının, ara ara atıştıran yağmurun ve sabaha karşı üzerlerine yapışan çiğin altında ezilmişlerdi. Nöbet bekledikleri bu zaman içerisinde kimse işine gücüne de bakamamış, domatesler, bamyalar, rengi kırmızıya dönen şeftaliler dallarında kalmıştı.

İşlerinin en yoğun olduğu günlerde yorgunluklarına şirketin tarlalar ortasına biyogaz tesisi kurmasını önlemek için başlattıkları nöbetin gerginliği eklenmişti. Bunlar yetmezmiş gibi yedikleri jandarma dayağı ise her şeyin üzerine tuz biber ekmişti. Başlarına inip kalkan coplar, gözlerin yakan biber gazı, işittikleri hakaretler her birinin bedenlerini epey hırpalamıştı ama asıl yara içlerindeydi. Gururları, inançları, onurları zedelenmişti. İçlerinde bu yaşa kadar biriken duygular örselenmiş, tuzla buz olmuştu. “Bizim çocuklarımız” diye su verip, sofralarını açtıkları askerlerin kendilerine düşmana saldırır gibi dayak atmaları vücutlarından çok içlerindeki bir şeyleri kırıp geçirmişti.

Reklam

Dayak yedikleri günün ertesinde, gazetecilerle birlikte kendilerine destek vermek için İzmir’den, Aydın’dan, Salihli’den, Turgutlu’dan kalkıp gelenleri sırf ayıp olmasın diye yara bere içinde karşıladılar. Hoş geldiniz ettiler uzaktan, ellerini göğüslerinin üzerine koyarak. Virüs belası çıktığından bu yana dokunmayı, tokalaşmayı, sarılmayı bırakmışlardı. Oysa her gelene canı gönülden sarılmaya, omuzlarında ağlamaya, başlarına gelen zulmü göz yaşları içinde anlatmaya öyle ihtiyaçları vardı ki!..

Kadınlar saatlerce yaşadıklarını anlattılar köy meydanındaki çardağın altında. Konuşurken az ötede dikilen jandarmalara dönüp söylendiler, ilendiler… “Sizin maaşınızı, yediğiniz yemeği, kıçınızdaki donu bile biz veriyoz biz! Sizse bizim tarlamızın ortasına santral kurmak isteyen şirketi kovmak yerine yüzlerce yıldır bu toprakları ekip biçen bizi dövdünüz. Yazıklar olsun! Haram zıkkım olsun emeklerimiz, vergilerimiz!” dediler.

Erkekler pek ses etmediler, çardağın gölgesinde çaylarını içmekle yetindiler. Kadınlar ise hiç susmadılar. Vücutlarındaki yara bereyi gösterip asıl olarak içlerine attıkları zehri kustular sözcük sözcük.

“Bu cop bugün bize, yarın size. Hakkınızı aramazsanız bir gün gelir sizin evinizi de başınıza yıkmak isteyen bir şirket çıkar. O güne kadar kendi çocuğunuz gibi gördüğünüz asker, ‘baba’ bellediğiniz devlet bir anda karşınıza dikilir. Sırtınızda cop olur, başınızda postal, gözünüzde biber gazı…”

Dediler ki; “Bizim tarlamıza santral kuracaklarmış. Biz burada o domatı, salatalığı, biberi, balcanı yetiştirmezsek siz ne yer içersiniz şeherliler? Elektrikle mi karnınızı doyuracaksınız, hııı?..”

***

Rüstem akşam kahvede çayını yudumlarken televizyonda haberleri izliyordu. “Karadeniz’de doğal gaz müjdesi” ilk haberdi. “O kadar gaz buldunuz madem koca köyü döve döve tarlaların ortasına niye biyogaz tesisi kuruyonuz gidinin enikleri?” diye söylendi yüksek sesle. 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarının da bahsi geçiyordu haberlerde. “Hee, biyogaz şirketinin zafer bayramı!” dedi bu habere de öfkeli öfkeli. “Benim dedem Kurtuluş Savaşı’nda Afyon’da şehit düşmüş yurdu Yunan’dan kurtarmak isterken. Bizim askerimiz şimdi bizi dövüyor kurtardığımız topraklarda. Şirketle kutlasınlar Zafer Bayramı’nı! O şirket doyurur karnınızı gari!

Gerisini getiremedi. Yanındaki Kazım eline vurdu hafifçe, gözleriyle kapının dibindeki masayı gösterip “sus” etti. Gençten iki adam kafaları önde, ellerinde bir deste oyun kağıdıyla oturuyorlardı. Dayak yedikleri günden bu yana sivil istihbaratçılar köyden hiç eksik olmuyordu.

Reklam

Rüstem soluğunu burnundan verip kalktı. İçtiği çayın parasını masaya bırakıp kapıya yönelirken hâlâ yüksek sesle söyleniyordu; “Zafer Bayramı’ymış!..”

*Bu öyküde Salihli Çapaklı köylülerinin mücadelesinden esinlenmiştir.

https://www.evrensel.net/yazi/87050/zafer-bayrami

29 Ağustos 2020 Cumartesi

Nurhak'ta kara çadırların dibine demir madeni!

 29 Ağustos 2020 08:38

Maraş’ın Nurhak ilçesinde, beş köyün ortasında yapılmak istenen maden için hayvancılık yapan yurttaşların 150 yıllık çadırlarının dibinde sondaj yapıldı.

Fotoğraf: Nurhak Belediyesi

       Paylaş

Özer AKDEMİR
İzmir

Maraş’ın Nurhak ilçesi yakınlarında işletilmek için ÇED gerekli değildir kararı alan demir-alüminyum madeni yöredeki hayvancılığı tehdit ediyor. Beş köyün ortasında yapılmak istenen maden bölgesi ormanlık ve meralardan oluşurken, bölgede 8 ay boyunca hayvancılık yapan yurttaşların 100-150 yıllık çadırlarının bulunduğu dile getiriliyor.

BEŞ KÖYÜN ORTASINDA

Nurhak’ın Pınarbaşı ve Barış Mahalleleri arasında kalan Bağlıca, Kuşluk, Bağırsağın Deresi, Körteşin, Yazı köylerinde yapılmak istenen demir alüminyum madenciliği için hazırlanan proje tanıtım dosyasında (PTD) toplam rezervin 4 milyon 674 bin ton olduğu ileri sürülüyor. Mehmet Karagüllü adlı bir kişi tarafından yapılmak istenen madencilik projesinde 231 dönümlük bir sahada, yılda toplam 100 bin ton maden üretimi yapılması planlanıyor. Açık ve kapalı ocak işletmeciliği şeklinde yapılması planlanan madencilikte patlatmalarla gevşetilen malzemenin sökümü yöntemi uygulanacak.

"ÇED RAPORUNDAN NASIL KAÇINILIR’A ÖRNEK!"

PTD’de yaklaşık 2 bin hektar (1996.57 ha) olarak gösterilen ruhsat alanının işletme kısmı ise şirketlerin ÇED raporu sürecini aşmak için sıkça kullandığı bir yöntemle, kağıt üzerinde 25 hektarın altında gösterilmiş. Bu rakam ÇED raporu yapılması için gerekli olan 25 hektarlık alanın çok az altında kaldığından şirkete Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir kararı verilmiş. Maden sahasında açık ve kapalı işletme metodu ile yılda toplam 100 bin ton üretimi yapılması planlanırken, sahanın, bu kapasiteye ulaşması halinde 47 yıl işletilmesi düşünülüyor.


Maden yapılmak istenen alanda insanlar bekliyor.

"MADEN SAHASI ORMAN VE MERA ALANLARININ ÜZERİNDE"

Proje alanının büyük kısmı orman arazisi üzerinde yer alırken 9 bin 239.75 metrekarelik kısmı ise mera nitelikli arazilerden oluşuyor. Proje alanı içerisindeki  şahıs arazilerinin kiralama ya da kamulaştırma ile maden alanına katılacağı ileri sürülüyor. Projeye alanına en yakın yerleşim yeri olarak yaklaşık 1370 metre mesafede bulunan Alçiçek (Barış) Mahallesi. Bölgede bulunan 5 yerleşim yerinin en önemli geçim kaynağını hayvancılık oluştururken, 80-90 yıllık çadırların bulunduğu bu meralarda vatandaşlar yılın sekiz ayı hayvancılık yapıyorlar.


Maden yapılmak istenen alanda insanlar bekliyor.

"MADENCİLER BİZE HİÇBİR BİLGİ VERMEDİ"

İlhami Bozan. (Nurhak Belediye Başkanı): Memleket öyle bir hale geldi ki özellikle enerji ve maden yatırımlarında, hiçbir liyakati olmayan ama cebinde parası olan ruhsatı alıp, hemen kazmayı vuruyor. Bir an önce başlayayım, halkın gözü açılmasın, karşı çıkmasın diye. Buradaki maden olayından da kimsenin bilgisi yok. Hiçbir duyuru falan yapılmamış. Ben de o bölgede hayvancılık yapan vatandaşlardan ve çobanlardan öğrendim. Şirket gelir gelmez sondaja başlamış hemen. Sondaj yapılan yer hayvancılık yapan vatandaşların çadırının dibi! Vatandaşın dediğine göre bu çadırlar 100-150 yıllık en az. Maden alanı Nurhak ilçe merkezine de çok yakın.

"MERA KURULUNDAN DA İZİN ALMAMIŞLAR"

Çok geniş bir alanı ruhsat alanı olarak belirlemiş ama ne il mera kurulundan izin almış, ne de buraya bilgi vermiş. Oysa sondaj yaptıkları yer ve ruhsat alanının bir kısmı mera alanı. İl mera kurulu gelip tutanak tuttu. Halkın tepkisinin ardından ruhsatları bize verdiler. Proje tanıtım dosyasında kelime ve rakam oyunları yaparak adeta bizimle dalga geçiyorlar. Bu projeye karşı Nurhak Çevre Derneği dava açtı. Biz de belediye olarak müdahil olacağız.   

"GEREKİRSE NÖBETE BAŞLARIZ"

Ali Öztunç (K. Maraş Milletvekili, CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başk. Yrd.):

Şehir içinde, termik santral, HES derken şimdi de maden ocağı düşünmeye başladılar. Maden ruhsat sahası, Gaziantep’in içme suyunu karşılamak için inşa edilen Düzbağ Barajının koruma alanları içinde. Sahanın bir kısmı orman, bir kısmı meralık. Nurhaklıların, yılda 8 ay hayvancılık faaliyeti yürüttüğü, geçimlerini sağladıkları bir alan. Her yönüyle Nurhak ve dolaylı olarak bölge için tehdit içeren bir faaliyetten vazgeçmelerini bekliyoruz. Gerekirse, sahada çadırlarımızı kurup nöbet tutmaya başlarız. Ama, hiçbir türlü, Nurhak’ı Afşin’e Elbistan’a benzetmelerine izin vermeyeceğiz.

https://www.evrensel.net/haber/412678/nurhakta-kara-cadirlarin-dibine-demir-madeni

26 Ağustos 2020 Çarşamba

Ayvacık’taki antik yol yok olma tehdidi altında

 26 Ağustos 2020 17:12  Güncelleme: 26 Ağustos 2020 14:27

Çanakkale Ayvacık'ya yerleşim yerlerini birbirine bağlayan ve antik çağdan kaldığı düşünülen yol, iş makineleri ile yok edilerek genişletilmek isteniyor.

 GÜNCELLENDİ

Fotoğraf: Sevin İmre

Özer AKDEMİR
Çanakkale

Çanakkale Ayvacık'ta yerleşim yerlerini birbirine bağlayan ve antik çağdan kaldığı düşünülen yollar yok edilmek isteniyor. Tarihi tam olarak bilinmeyen taş döşeli yolları konutlarına yeni yol açmak için iş makineleri ile yok ederek genişletmek isteyenlerle bölgede yaşayanlar karşı karşıya geldi. Öte yandan çalışmalar sırasında bölgedeki asırlık zeytin ağaçlarının da zarar görebileceği ileri sürülüyor.

"ANTİK ÇAĞLARDAN KALDIĞINI DÜŞÜNÜYORUZ"

Koyunevi Köyü Sokakağzı mevkiinden Balabanlık köyüne kadar uzanan taşlarla döşenmiş yolun ne zamandan kaldığı tam olarak bilinmese de bölgede çok sayıda antik çağdan kalan yerleşim olduğu için bunlar arasındaki ulaşımı sağladığı düşünülüyor.

Koyunevi köyünde yaşayan Sevin İmre, babasından kalan arazide bulunan antik yolun yakınlara yapılan başka bir konut için genişletilmek üzere tahrip edilmek istendiği ileri sürdü.

Turistik bir yer olan bölgede arsaların konut yapımı için zaman içerisinde satıldığını belirten İmre, “Bu konutlara yol yapabilmek için antik çağdan kaldığını düşündüğümüz taş döşeli yolu yok etmek istiyorlar. Yol bizim arazimizden geçiyor. Araştırılsa arkeolojik sit alanı ilan edileceğini düşünüyoruz. Bunun için Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na da başvurduk” dedi.

YOLU KEPÇEYLE YIKMAK İSTEDİLER

Bölgeye yapılan bir yazlık konuta giden yolun genişletilmesi için kendilerine hiç sorulmadan taş döşeli yolun iş makineleri ile yok edilmeye çalışıldığını belirten İmre olayla ilgili şunları anlattı:

“Köyden araziler konut yapımı için satılmaya başlayınca her yerimiz betona boğuldu. Bizim bu yolun yok edilmesine karşı mücadelemiz de on yıldır sürüyor. Ben iki kere kepçelerin önüne geçtim. En son 13 Ağustos sabahı köy muhtarı ile birlikte 7 kişinin bir kepçeyle antik yolu yıkmak için geldiklerini gördük. Üç kadın yaşıyoruz biz evde. Kadınlar olarak 7 adamın karşısına çıkarak yaptıklarının hukuksuz olduğunu, yolun tahrip edilmesine izin vermeyeceğimizi söyledik. Köy muhtarı ise bize bağırarak ‘Burada devlet benim. Bu yol 3 metre genişleyecek, sizleri de kim oluyorsunuz’ türünden tehditvari sözler söyledi. Biz de bütün bu tehditleri kameraya kaydettik ve jandarmayı çağıracağımızı söyledik. Köyden de bize destek için köyden bir avukat arkadaş geldi. Jandarmaya haber vermemiz üzerine muhtar ve beraberindekiler hemen bölgeyi terk ettiler.”

YOLLARDA DEVELER YÜK TAŞIRDI

Yolun Balabanlı köyü ile Koyunevi köyü Sokakağzı mevkii arasında kalan kısmının görünürde olduğunu, çok daha uzun bir bölümünün ise toprak altında gün yüzüne çıkarılmayı beklediği söyleyen İmre, “Ben burada doğdum büyüdüm. Ömrüm buralarda, bu yolların üzerinde geçti. Bu ev de bize dedemizden kalma. Dedem 8 nesil öncesine kadar sayardı. Elli dört yaşındayım. Bu taş döşeli yollardan develerin zeytinyağı fabrikasına yük taşıdığı günleri bilirim. Bu duvarların üzerine çıkarak zeytin toplardık çocukken. Yolun tarihini tam bilemiyoruz ama Romalılardan kaldığını sanıyoruz. Orijinal taşlarla döşeli ve son derece iyi korunmuş. Bu yol geçmişten bizlere kalan bir kültür mirası. Korumak, gelecek nesillere aktarmak bizim görevimiz” diye konuştu.

Ayrıca yol çevresinde Osmanlı döneminden kalma “vakıf ağaçları” denilen zeytinliklerin olduğunu hatırlatan İmre, “Aralarında kazayağı denilen damgalar bulunan yüzlerce yıllık ağaçlar var. Bu ağaçların zeytinleri yüzyıllardır yoksul köylüler tarafından toplanır. Yolla birlikte bu ağaçlar da zarar görecektir. Yolun korunması ve tescili için Çanakkale Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na başvurduk. Henüz bir inhceleme yapılmadı. Muhtarın ve evine yol yapmak isteyen kişinin tehditleri ise devam ediyor. Yolu genişletmek için dava açtılar. 16 Eylül’de duruşmamız var. Bizler dedelerimizden yörenin tarihini dinleyerek, tarih bilinciyle büyüdük. Bu nedenle antik yolu ve tarihimizi korumakta kararlıyız” dedi.

https://www.evrensel.net/haber/412463/ayvaciktaki-antik-yol-yok-olma-tehdidi-altinda

25 Ağustos 2020 Salı

Yatağan’daki termik santral Danıştay'a takıldı

 25 Ağustos 2020 17:38

Danıştay Muğla Yatağan’da kömür madeni projesinin "ÇED gerekli değildir" kararının iptalini onadı.

Fotoğraf. Özer Akdemir/Evrensel

Özer AKDEMİR
İzmir

Danıştay Muğla Yatağan’da kömür madeni projesinin "ÇED gerekli değildir" kararının iptalini onadı. Muğla 2. İdare mahkemesinin “ÇED Gerekli Değildir” kararına Valilik ve Bakanlığın yaptığı itirazı reddeden Danıştay böylece “ÇED Gerekli değildir” kararı ile kömür işletmesi açılmasına da “dur” dedi.  

ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARINA DAVA AÇTI

Yatağan’a bağlı Turgut mahallesi yakınlarındaki Hacıbayramlar mevkiinde Yatağan Termik Enerji Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan “yeraltı kömür işletmesi” projesine Muğla Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce verilen ÇED Gerekli Değildir kararına karşı bölgede zeytinlikleri olan Turgut Mahallesinden Tayyibe Demirel tarafından dava açılmıştı.

Muğla 2. İdare mahkemesinin ÇED Gerekli Değildir kararını iptal etmesinin ardından Muğla Valiliği ve Yatağan Termik Üretim A.Ş. bu kararı temyiz etmişlerdi. Temyiz talebini inceleyen Danıştay 6. Dairesi yerel mahkemenin verdiği kararın hukuka uygun olduğunu belirterek temyiz talebini reddetti. Böylece şirkete verilen ÇED Gerekli değildir kararının iptali kesinleşmiş oldu. 

KARAR KÖMÜR İŞLETMELERİNİN İLERLEMESİNE BARİYER OLDU

Danıştay’ın kararını yorumlayan davanın avukatı Bora Sarıca şunları söyledi; “Yatağan termik santral mücadelesini 30 yıllık bir geçmişi olduğunu belirterek, “Buradaki termik santral ve kömür işletmeleri Yatağan ve etrafını adeta kuruttu. Yatağan zeytini, tarımı ve tarihi ile anılması gereken bir yer iken, şimdi termik santralin yıkıcı etkilerine karşı ayakta tutunmaya çalışıyor. Danıştayın bu karı kömür işletmelerinin pervasızca ilerlemesine bariyer koydu. Bu karar sonrası termik santral şirketi yeni kömür sahaları için ÇED olumlu kararı almak zorunda kalacak. Zaten bu dava açıldığında dava devam ederken ÇED sürecine başlamışlardı. Danıştay, bilirkişi keşfi yapılmalı diye yerel mahkeme kararını yozunda ÇED sürecini ilerletmediler. Bu son karardan sonra tekrar ÇED süreci başlatıp, olumlu karar almaya çalışacaklar. Ancak bu dava için verilen bilirkişi raporu ve ona yapılan itirazlar üzerine hazırlanan ek bilirkişi raporları çok sağlam. Bu nedenle ÇED olumlu kararı almalarının zor olduğunu düşünüyorum”. 

Reklam

BİLİRKİŞİ RAPORU “ÇOK GÜÇLÜ”

Avukat Bora Sarıca’nın “çok güçlü bir rapor” diye bahsettiği bilirkişi raporu açılan davada Muğla 2. İdare mahkemesince atanan bilirkişi heyetinin 12. 07. 2019 tarihinde yaptığı keşiften sonra hazırlandı. Keşifte bilirkişi heyeti, projenin, imar planları ile planlama ilke ve esasları, tarım alanlarına etkileri, flora ve fauna, su kaynaklarına etkileri, çevresel etki, jeolojik, çevre jeolojisi ve madencilik açısından değerlendirmelerde bulundu. Bilirkişi raporunda kömür işletmesi yapılmak istenen alanın “mutlak tarım alanı” olarak belirtildiği, tarım dışı kullanımın uygun olmadığının altını çizilerek, “Tarım ve sulama alanı içerisinde kalan dava konusu proje alanının, bu haliyle hassas nitelikte bir alanda yer alması, şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına aykırı olacağı değerlendirilmesinde bulundu”. Bilirkişi raporu projenin tarım alanlarına etkilerine ilişkin değerlendirmede, Toprakların yapay olarak oluşturulmayacağı, toprağın kendi yasa ve kuralları içinde şekillenerek ortaya çıkacağına vurgu yaptı. Bilirkişiler kömür işletmesi yapılmak istenen arazinin doğu, batı, kuzey ve güney yönlerinde ve çok yakın mesafede çok sayıda zeytin  bahçelerinin bulunduğu ifade edilerek, bu durumun zeytincilik yayasına da aykırı olduğu sonucuna varmışlardı. 

“YERALTI SULARI KİRLENECEK”

Projenin, Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesine aykırı olduğu saptamasında da bulunulurken, projenin su kaynaklarına olan etkisinin tartışıldığı rapor bölümünde şu çarpıcı tespitlerde bulunuldu; “Dava konusu kapalı kömür işletmesinde gerçekleşecek su atımı sonucunda yeraltı suyu seviyesi azalarak tarımsal ve yaşamsal faaliyetlere zarar verecek, proje sahası ve çevresindeki yüzeysel kuyular kuruyacak, Yatağan çayındaki su kalitesi kötüleşecektir.” 

“KAYALAR RADYOAKTİF ELEMENTLER İÇERİYOR”

Bilirkişi raporunun Jeolojik açısından yapılan değerlendirmelerde ise Yatağan Havzasındaki kömürlü tortul kayalar ile yan kayaların metal ve radyoaktif elementler içerdiğinin altı çizildi. Havzadaki yer altı su kaynaklarından alınan su örneklerinin ve kömürlü tortul ve yan kaya örneklerinin laboratuvar analizlerinin dahi yapılmadığına dikkat çekilen raporda, yeraltı kapalı işletme sürecinde çıkarılacak kömür ve pasa malzemenin depo sahası zeminin yalıtımı konusunda da bilgi verilmediğinin altı çizilmişti. Bilirkişi raporunda sonuç olarak net bir şekilde ÇED gerekli değildir kararının uygun olmadığı kanaatine varıldı. 

“SERMAYEYE DİRENECEĞİZ!”

Yatağan Yeşil Yaşam Derneği: Termik enerji ve fosil yakıtlara karşı kazanılan bu mücadelenin yanındayız. Yatağan Hisarardı Yeraltı Kömür işletme projesi bölgenin su kaynaklarını yok ederek tarımı yok edecek ve bölge çölleşecekti. Hukuk işledi halkın yaşam alanı ve kaynaklarına yapılan bu saldırıyı hukuka aykırıdır diyerek güzel bir cevap vermiştir. Mücadelemiz sürecektir. Yaşam alanlarımız için haklı davamızda sermayeye karşı direneceğiz. 

Reklam

“YENİ KÖMÜR HAVZALARI AÇILMASINA DA KARŞIYIZ”

Danıştay kararı ile ilgili Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) yazılı açıklama yaparak, “30 yılı aşkındır süren, nefes alınabilir Yatağan için, mevcut termik santrale karşı yapılan mücadelelerde birçok hukuki kazanıma karşın, Anayasa’ya ve yasalara aykırı bir şekilde işletilmeye devam edilen santralin, çevre mevzuatını, doğal yaşamı ve insan sağlığını hiçe sayar hali bir kez daha mahkemece hüküm altına alınmıştır” denildi.

Santralin yaşam alanlarını ve doğayı daha fazla zehirlemesini kabul etmedikleri dile getirilen açıklamada, “Bu hususta santrale can suyu denilebilecek nitelikte yeni kömür havzaları açılmasına da karşıyız. Mahkeme kararı ve dosya kapsamındaki bilirkişi raporu bir kez daha doğanın alarm verdiğini, artık termik santral ile onu besleyen kömür madenciliğine son vermemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Bizler MUÇEP olarak başta Yatağan Termik santrali olmak üzere tüm yurttaki fosil yakıt kaynaklı enerji üretiminin tarihin raflarına kaldırılması gerektiğini bir kez daha dile getirmek istiyoruz” ifadelerine yer verildi. 

https://www.evrensel.net/haber/412373/yatagandaki-termik-santral-danistaya-takildi 

24 Ağustos 2020 Pazartesi

Artı Tv_ Pelin Cengiz'le Ekolojik Odak (Ekolojik Yıkım Projeleri ve son gelişmeler)






 #ArtıTV'den sevgili Pelin Cengiz'le "Ekolojik Odak" programında pandemi sürecinde yaşanan ekolojik yıkım projeleri ve son gelişmeleri konuştuk. Gündemler ne kadar can sıkıcı olsa da keyifli bir sohbet oldu. Teşekkürler

.in.ce
Pirinç başağı
Ayçiçeği
Programın tamamı:



23 Ağustos 2020 Pazar

Kuruyan göllerin ağıdı (Pazar yazısı)

 23 Ağustos 2020 07:10

Kuruyan göl

Fotoğraf: Yelda Tekin

PAZAR
      Paylaş

Yolunuz o taraflara düşerse eğer Seyfe Köyü yakınlarındaki höyüğün üzerine çıkın ve gölün o eşsiz güzelliğini son kez izliyormuşçasına içinize çekin. Bu belki de Seyfe Gölü’nü son görüşünüzdür, kim bilir! Anadolu’da kuruyan onlarca göl gibi Seyfe Gölü de toz direklerinin göğe savrulduğu, susuzluktan çatlamış, tuzlaşmış bir toprak parçası, bir çöl haline gelebilir!..”

Bu satırları yazdıktan çok değil bir ay sonra gittim Seyfe Gölü’ne. Mucur’dan bozuk asfalt bir yolla yarım saat sürdü. Gölü kuş bakışı gören, üzeri bozkır dikenleri, yavşan, üzerlik ve geven otları ile kaplı höyüğün üzerine çıkıp göle baktım. Çok uzakta, mor bir çizgi halinde görünen tepelere kadar göz alabildiğine uzanan göl yüzeyinde tek damla su görünmüyordu!

Seyfe Gölü yoktu artık! Bir zamanlar Anadolu’nun ortasındaki bu “kuş cennetinde” tarlaların içerisinde tembel tembel gezinen leyleklerden başka bir kuş da göze çarpmıyordu. Hani turnalar, hani sunalar, balabanlar? Nerede kanadının gölgesi tarla farelerini, yaban tavşanlarını, tilkileri titreten kartallar? Nerede şakıyan bülbüller, utangaç toy kuşları? Görünen o ki bir tek leylekler terk etmemişti gölün çevresini. Su olmayan yerde su kuşları ne yapsın ki?

Höyükten, incecik bir keçi yolunun üzerinden kadim zamanlardan kalan çanak çömlek parçalarına basmamaya çalışarak indim. Arkeolojik hiçbir çalışma izi görünmüyordu koca höyüğün üzerinde. Beş bin yıl öncesine kadar giden yerleşimlerden kalan otuza yakın höyük vardı göl civarında.

Seyfe Köyü’nün içinden, dar bir toprak yol ile kuş gözlemi için yapılan ahşap kuleye gittim. Gölün, şimdi bembeyaz bir tuz tabakası ile kaplı yüzeyinde yürüdüm. Göl alanının hemen yanı başına DSİ tarafından dikilen “Suya girmek ve avlanmak yasaktır” yazılı tabela paslanmış, yazılar zor okunuyordu. Döne döne yükselen kulenin ahşap merdivenlerinden çıkarak en tepesine vardığımda biraz önce höyüğün üzerinden görünen manzarayı daha yakından izleme olanağı buldum. Önümüzde bembeyaz bir tuz çölü uzanıyordu! Çölün bazı yerlerinde ise rüzgarlarla birlikte havalanan toz direkleri döne kıvrıla göğe doğru yükseliyor, rüzgarın önünde göl çevresindeki tarlalara doğru sürükleniyordu.

Yıllar önce DSİ’nin gölün bir bölümünü kurutma projesine karşı bilim insanları bunun büyük bir hata olacağı, gölün tamamen kuruyabileceği, tarımın ve canlı yaşamının bitebileceği uyarılarına rağmen proje bazı yerleri değiştirilerek yaşama geçirilmişti. Üstüne üstlük bölgede tarımsal sulama için yüzlerce kaçak kuyu açılmış, gölü besleyen pınarların suyu köylere ve Mucur’a içme suyu için alınmıştı.

*

Birkaç yıl önce gazetemizin İzmir bürosunda staj yapan bir arkadaşla yazıştık geçenlerde. Aliağa Kuş Cenneti’ne yolu düşmüştü yakın bir zamanda. Sulak alanın neredeyse tamamen kuruduğunu gösteren fotoğraflar gönderdi. Gönderdiği fotoğraflarda bir avuç kalmış suyun içerisinde dolaşan birkaç tane flamingo görünüyordu.

Reklam

Geçenlerde gazetelere yansıyan bir başka haberde ise Manisa’nın Salihli, Saruhanlı ve Gölmarmara ilçelerinde bulunan Marmara Gölü’nde su seviyesinin sıfırlandığı yazıyordu. Yedi köyün geçim kaynağı olan göl kuruyunca ne balık kalmıştı ne de balıkçılık!..

Kuşkusuz kuruyan göllerin bugünkü durumlarına en çok üzülenler göllerin çevresinde yaşayan köylüler. Göllerin o görkemli geçmişini görenler için buraların bugün bir tuz çölü haline gelmesi ya da bir avuç su birikintisi kadar kalıp can çekişmesi en çok onların canını acıtıyor.

Doğa Araştırmaları Derneği tarafından Seyfe Gölü’nün nasıl çöl haline geldiği ile ilgili yapılan araştırmanın sonunda son söz köyde yaşayanlara verilmiş. Kuruyan, yok olan, yok edilen tüm göllerimize yakılmış ağıt gibi cümleler dökülmüş köylülerin dudaklarından. Göl çevresindeki birçok köy göçerken bir tek Seyfe köylülerinin ata yurtlarını bırakıp gidememelerine takılıp kaldım ben en çok. “Belki su geri gelir” diye köyü terk edemiyormuş köylüler...

İrfan Gökbayrak, Seyfe Köyü Eski Muhtarı: “Sazdan kuşlar havalandığı zaman gökyüzü kararırdı. Kazın sesinden, turnanın sesinden kulağın tıkanırdı. Kurbağalar öterdi. Hava açık olduğu zaman kurbağa bir başka öter. Yağmur yağacağı zaman başka öterdi. Ama şimdi yağmur da yok, kurbağa da yok, camız da yok, öz de yok, göz de yok. Seyfe kurudu çöl oldu. Cennet oldu cehennem!..” Emekli Öğretmen Hasan Ayaz: “205 çeşit kuşun ebelerinin, dedelerinin yurdu olan Seyfe Gölü, oldu Seyfe çölü! Seyfe Köyü de oldu bir harabe, hiçbir hayat kalmadı ne suyunda ne de havasında. Gökyüzünde kuşlar tespih gibiydi, flamingolar dizi diziydi burada. Anadolu’nun mavi boncuğuydu Seyfe, artık yok! Göl varken sanki Akdeniz iklimi vardı burada. Sonbaharda çiftçi yağmur yağacağını falan düşünmezdi. Toprağı sürer ekerdi. Yağmur yağmasa bile yemyeşil olurdu her taraf. 1961’den bugüne kadar, yılanın ağzında kurbağa gibi vıraklayıp durdu, can çekişti, Seyfe Köyü. Artık Seyfe yılanın midesinde, çaresiz. Çevre köylerdeki halkın çoğu şehre göçtü, Seyfe halkı göçmedi. Neden? Bu yeşillik yüzünden. Dedesinin gözyaşı var burada, ninesinin emeği var. Bu köyün gençleri bunun için göçmedi, mekan kıldı burada. Belki su gelir diye!..”

https://www.evrensel.net/yazi/87005/kuruyan-gollerin-agidi

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...