16 Ağustos 2020 07:21
Fotoğraf: Evrensel
'Efe Dayı’ akciğer kanseri. Yaklaşık 3 yıldır hastalıkla mücadele ediyor. Doktorlar hastalığın dördüncü evresi olduğunu söylüyor. Kemoterapi, ışın tedavisi, ilaçlar, ağrılar, sızılar...
Ağrılar, özellikle göğüs ve sırtta son günlerde gittikçe artıyor. Ağrılara paralel yüksek ateş ve birden ter boşalması...
Bu hafta kontrolü vardı hastanede. Annemle telefonda konuştuk; “PET çekildikten sonra doktoruna gittik. Ağrılar başladı mı diye sordum. Gözlerini kapatıp açtı!..” dedi.
Önümüzdeki günlerde ağrıları biraz dindirebilmek için hastaneye yatıralım demiş doktor. Bu hafta hastaneye yatacak ‘Efe Dayı’.
Şimdi 15 yaşında olan küçük kızımız Ekin doğduğunda İzmir’e geldi annemle babam. Ekin’in bakımı için bir yıl bizimle kaldılar. ‘Efe Dayı’ lakabı o günlerden kaldı babama. İlk kim dedi, neden dedi belli değil ama o da sahiplendi bu Egeli seslenişi. Arabasının ardına bile yazdırdı köye dönünce.
Aslında Kayseri’de de köyde de lakabı “Gaz Kesmez”di. Yıllarca yaptığı kamyon ve belediye otobüs şoförlüğünden kalma bir lakaptı bu. Gaz Kesmez İzmir’e geldi, bir yıl içinde onlarca ahbap edindi, sevildi, sayıldı, ‘Efe Dayı’ lakabını da yanına alıp memlekete döndü. Şimdi kansere karşı yaşam savaşı veriyor...
*
Tesadüf müdür bilmem ama (Ki tesadüf diye bir şeyin olmadığına inananlardanım) bu aralar elimde epey bir asbest ve arsenik haberi birikti. Asbest nedeniyle taşınması gerektiğine dair rapor verilen ama aradan geçen 10 yıla rağmen hâlâ somut bir adım atılmayan Hatay’ın Olgunlar köyünün haberi dün çıktı. Köyden Antakya Devlet Hastanesine gidenlerde yüzde doksan oranında akciğer hastalığının tespit edildiği bir yerden bahsediyoruz! İnsanlar hâlâ asbestli toprağın üzerinde oturuyor, asbestle sıvanmış evlerde yatıp kalkıyor, asbestli tarlalarda ürünlerini ekip biçiyor, köy çocukları hâlâ asbestli kayaların üzerine yapılmış okulda okuyor...
On yılda bir arpa boyu yol gidilemediği için yeni onlarca köylü akciğer kanseri ve başka hastalıklara yakalanmış. Buna kader denebilir mi? Ya da soruyu şöyle sormak lazım belki; bile bile o köyü on yıldır oradan taşıyamayan devlet köyde asbest nedeniyle canından olan her vatandaşın katili değil mi?!..
Önümüzdeki günlerde de Eskişehir Mihalıççık’ın asbest öyküsünü yazacağım. “Oradaki durum çok daha vahim” diyor Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey. “Tatarcık Mahallesi’nde terk edilmiş asbest madeninin bulunduğu alanda tonlarca asbest açık havada öylece duruyor. Rüzgarlar ölüm taşıyor her yere!..”
Memleketim olan Nevşehir ve Kırşehir yöresinde içme ve kullanma sularındaki arsenik haberi gelecek bu haberin ardından. O da sırada bekliyor. Yıllardır ülkenin dört bir yanında yaptığım asbest, arsenik, altın madeni kaynaklı ağır metal kirliliği vb. haberlerden birkaçı sadece bunlar. Kendi doğup büyüdüğüm yer olduğu için Nevşehir-Kırşehir yöresinin bu yöndeki fikri takibini belki biraz daha titiz yapıyorum. Yoksa biliyorum ki ülkenin hemen hemen her yerinde durum hiç de farklı değil. Bu nedenle yurdun dört bir yanından benzer haberler yapmak durumunda kalıyorum.
Dr. Eşref Atabey’in “Nevşehir Yöresi Tıbbi Jeolojik Unsurlar ve Halk Sağlığı” kitabını yaklaşık 7 yıl önce okuduğumda “eyvah” dediğimi anımsıyorum. Kitaptaki bilgilere göre, köyümün hemen hemen tüm komşuları ve yakın çevresinde yapılan incelemelerde özellikle içme sularında arsenik, toprakta asbest ve eriyonit gibi kanser ve özellikle akciğer kanseri hastalığına yol açan maddeler limitlerin çok üzerinde tespit edilmişti. Gerçi bizim köyün sularında bir analiz yapılmamıştı ama aynı su havzasından gelen suları kullanan komşu köylerin hemen hepsinde yüksek arsenik varsa bizim köyün sularında da olmaması olanaksızdı. Kitabı okuduktan hemen sonra annemleri arayıp “Musluk suyunu kullanmayın” dediğimi anımsıyorum. “Bozkırdaki ölüm köyleri” haberinde bu arsenik sorununu ele almıştım. Haberin etkisi oldu mu bilemem ama o yıl köyün içinde açıktan akan bütün çeşmelere “İnsan kullanımı için elverişli değildir” tabelası asıldı.
Daha birkaç hafta önce yıllık izin için gittiğimde annem evimizin hemen yanına, bir duvarın dibinde yığılı duran beyaz bir toprağı “Bu seneki pekmez için toprak hazır” diye gösterdiğinde “sakın” demiştim. “Bu toprakların içinde asbest olabiliyor”. Köylülerin “ak toprak” diye bildiği toprakların asbest içerdiğine de yine Eşref Atabey’in birçok kitabında değinilmişti.
“Bozkırdaki ölüm köyleri” başlıklı haberi 2013 yılında yaptığımda babam henüz kansere yakalanmamıştı. Ya da belki yıllarca yavaş yavaş ilerleyen sinsi hastalığın erken bir evresi olduğu için fark edilememişti. Babamın hastalığı neredeyse artık son evreye geldiğinde teşhis konulabildi.
*
Yani demem o ki, çevre nerede kirletiliyorsa bunun olumsuz etkileri sadece o bölgedekilere, o ülkede yaşayanlara değil, gezegendeki herkese yansır. Tıpkı iklim krizi ve küresel ısınma yüzünden bütün dünyanın farklı şekillerde yaşadığı sorunlar gibi, tıpkı Kovid-19 pandemisi gibi...
Yirmi yıldır ekoloji haberciliği yapmaya çalışan bir gazeteci olarak, onca yıldır kendi öz yaşam haberlerimi yazdığımı itiraf ediyorum! Çünkü görüyorum ki hiç kimsenin kaçışı yok bu döngüden! Doğayı, çevreyi, yaşamı kirlettikçe hepimizin benzer öyküleri haberlere konu olacak. Doğayı, yaşamı, çevreyi, hukuku, kadını, adaleti, özgürlüğü yok eden bu sistemi yok etmedikçe, ya sistem bizi yok edecek ya da doğa gereğini yapacak!..
O güne kadar ben de hangi haberde olursa olsun kendi kederli öykülerimi yazmaya devam edeceğim!..
Nefesim, kalemim, gücüm yetene kadar...
‘Efe Dayı’nın haberi gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder