13 Şubat 2022 Pazar

‘Her ağacın bir adı vardı bende’ (Pazar yazısı)

 

12 Şubat 2022 22:15


 


PAZAR

Germencik Aydın yolundan Alangüllü’ye döndüğümüzde yine kasvetli bir günü öğle etmiştik. İki gündür yağan yağmur dinmişti ancak bulutlar bir türlü gökyüzünü terk etmiyordu. Hava ha yağdı ha yağacak gibi bulanık, ağaçlar nemli, tarlalar gölgeler içindeydi.

Tren yolunu sarsılarak geçen aracımız Alangüllü yazılı tabelanın altından geçerken karşıda koyu yeşil bir makiliğin arkasına gizlenip pusuya yatmış gibi duran dağ, sessiz ama tekinsiz görünüyordu.

Yolun iki yanında insan gövdesi kalınlığında borular uzuyordu. Borular bazı yerde yukarı doğru kalkıyor, yolun üzerinden bir kemer yapıp karşı tarafa geçerek, incir ve zeytin bahçeleri içerisinde kayboluyordu.

Üç yıl kadar önce, bir bahar günü de geçmiştik bu yollardan. Jeotermal enerji santrallerinin (JES) boruları o günden bu yana daha bir yıpranmış gibi geldi bize. Sağı solu yamulmuş, bazı yerlerde üstteki metal kısımları yırtılıp altındaki sarı yalıtım yünleri ortaya çıkmıştı.

Sağ yanımız silme zeytinlikti. Zeytinliklerin çaprazında, Alangüllü Dağı’nın eteğinde maviye boyalı metal duvarları olan JES’in tepesinden yine buharlar fışkırıyordu. Bir yangın yeri gibi yoğun, bir düdüklü tencere buharı kadar beyaz görünüyordu duman. Oluk oluk göğe yükselip 8-10 katlı bir bina yüksekliğine ulaşıyordu. Duman bu yükseklikten sonra hafif hafif esen rüzgarların önünde sürükleniyor, Germencik’e, Aydın’a, bazen Hıdırbeyli’ye doğru yayılıp gidiyordu.

Mavi JES’in çapraz karşısındaki yeşil JES’den ise duman çıkmıyordu. Sinsi bir metal yığını halinde ovanın ortasına kondurulmuş gibiydi yeşile boyalı tesisler.

YER GÖK JES BORUSU!..

Su birikintileri ile dolu çukurların içerisinden geçerek Kaporta Ustası Mehmet Topal’ın artezyen kuyusundan sıcak su akmaya başlayan zeytinliğine gittik. Daha doğrusu eski zeytinliğine!


Alangüllü’yü Germencik otobanına bağlayan asfalt yolun kenarında iki dönümlük bir yerdi zeytinlik. Zeytinliğin köşesinden sağa giden yol GÜRİŞ şirketine ait iki JES santraline, sola dönen yol ise Alangüllü Mezarlığının biraz ilerisinde yeni açılan JES kuyularına gidiyordu.

Tarlaların, yolların her tarafından koca koca JES boruları geçiyordu. İncir, zeytin, meyve bahçelerinin içinden, patlıcan, bamya ekili tarlalardan davetsizce geçiyordu borular. Mezarlığın köşesinden (Bu borular yapılırken epey bir mezarın da tahrip edildiğine dair haberler yaptığımı anımsıyorum, birkaç yıl öncesinde), ağır tonajlı JES kamyonlarının ve iş makinelerinin delik deşik ettiği içi yağmur suyu ile dolu çamurlu yolların kenarlarından kilometrelerce uzuyordu.

MEHMET TOPAL’IN ACI ÖYKÜSÜ

Mehmet Topal’ın eskiden zeytinlik olan, etrafında ise türlü türlü meyve ağaçlarının bulunduğu bahçesi şimdi bomboş bir tarla idi. Yaban otları bürümüş tarlanın yola yakın kenarında kurumuş cılız bir incir ağacı ve her şeye rağmen yaşamak için filizlenmiş bir zeytin fidanının dışında tek bir ağaç bile görünmüyordu.

Germencik’te oturan Mehmet Topal, elli beş atmış yaşlarında görünüyordu. Nasırlı ellerinde genelde oto tamircilerinde görülen motor yağı, kaporta siyahlıkları vardı. Su pompasını çalıştıran elektrik panosunu açarken bize zeytinliğinin acı öyküsünü anlatıyordu. İçi yanmıştı Mehmet Topal’ın! Hem de öyle böyle değil!

Sadece zeytinleri gittiği, “Evinin rızkı yok olduğu,” yıllarca didinip güç bela denkleştirdiği birikimi birkaç gün içerisinde uçup gittiği için değildi içinin yangını. Çaresizliğe isyan edenlerin öfkesi vardı her cümlesinde...

 

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

‘BEBEK GİBİ BÜYÜTTÜM AĞAÇLARIMI’

“Yirmi yıl önce aldım ben bu zeytinliği. Etrafında incir, nar, erik, armut türlü türlü meyveler, içinde 155 tane de zeytinim vardı. Kimi yüz yıl önceden kalma, kimi 30-40 yıllıktı, kimini de ben dikip büyütmüştüm. Her ağacın bir adı vardı bende. Bebek gibiydiler, çocuğum gibiydiler!..

Bir gün Akhisar’dan geldim ki ağaçların hepsi kurumuş. Sadece benim değil, etrafımdaki komşuların da incirleri, zeytinleri hep kurumuş. Bahçemin yanındaki mezarlığın çamları bile kurumuş.

Tarım ilçe müdürlüğüne haber verdik. Ziraatçılar geldi. Bahçeleri görünce “eyvah” dedi birisi. Ne oldu, niye eyvah diyorsun müdürüm, dedimse de renk vermedi. Bir iki ilaç yazdı, bunu kullanın diye gitti. Gün gün kötüye gitti ağaçlar ve birer ikişer kesmek zorunda kaldık. Çoğunu da hırsızlar kesti, yakmak için.

Bu jeotermalciler yıllardır burada. Boruları, buharları, gürültü patırtıları dışında zararlarının pek farkında değildik. Ancak ne zaman ki mezarlığın öte yanında kuyu açtılar bizim bahçeler kurumaya başladı.

Ziraat odası başkanına gittik, bir çare diye. Adam “Beni sıkılamayın, bir şey yapamam” dedi başka bir şey demedi. İyi de kime gidelim, kime anlatalım derdimizi? Hiçbir yetkili bizi dinlemiyor, şirket yetkilileri zaten bizle muhatap olmuyor. Nereye başvuracağımızı, ne edeceğimizi şaştık arkadaş!..

Bazı arkadaşlar dava açtı, ben garibanlıktan dava dahi açamadım. Yıllardır biriktirdiğim emeğim gitti. Çoluk çocuğumun rızkı gitti. Onun da ötesinde sanki çocuklarım öldü gibi oldum. Her birini teker teker tanırdım ağaçlarımın. Kimini ellerimle diktim, bebek gibi ben büyüttüm!..”

‘YÖNÜMÜ BU YANA DÖNESİM GELMİYOR ARTIK’

Uzun uzun konuştu Mehmet Topal. Bahçeyi aldığında buz gibi akan kuyu suyunun birkaç yılda sıcak akmaya başladığını, bu suyla suladığı otların, ağaçların haşlandığını söyledi.” Hamama gitmeye gerek yok, gir altına duş al! Sudan numune aldılar ama içinde ne var ne yok hâlâ bize bir bilgi veren olmadı.”

İlçe tarım yetkililerinin ve devlet kurumlarından gelen kişilerin zeytinliğin kurumasını yanlış tarım uygulamasına bağladıklarını söyleyen Topal, bu sözlere çok öfkeliydi; “Onlara göre JES’ler dışında her şey kurutmuş olabilir bizim zeytinleri! Ben 20 yıldır aynı tarımı yapıyorum arkadaş. 20 yılda kurumayan ağaçlar, dibimize kuyunun çakıldığı 21. yılda mı kurudu? Hadi ben bahçemde yanlış tarım yaptım, mezarlıktaki çamları da mı yanlış tarım kuruttu?”

Mehmet Topal, dizlerine kadar yabani otlarla kaplanmış zeytinlikte kökünden kestiği ağaçları bulmaya çalışırken dokunsan ağlayacak bir haldeydi. “Şurada, şurada ağaçlarım vardı, yüz yaşında. Hepsini kesmek zorunda kaldım kökünden. Bahçe şimdi tarla farelerinin yuvası oldu. Moralim bozuluyor her geldiğimde. O yüzden gelmek istemiyorum, yönümü dönesim gelmiyor bu tarafa. Geldim mi canım yanıyor! Satsam kim alacak, kimin işine yarar ki bu haliyle. Bebek gibiydi ağaçlarım. Her birinin adı vardı benim yanımda!..”

İkindiye doğru, geldiğimiz gibi kasvetli bir gökyüzünün altında ayrıldık Alangüllü’den. Üç yılda üç kez, farklı felaketleri çekmek için gelmiştik bu verimli topraklara. Kuruyan incir-zeytin ağaçları, çatlayan topraklar, sıcak akan kuyu suları...

İncir ve zeytin ana yurdunda can çekişiyor. Biz ise bu kasvetli günlerde, içimiz yana yana toprağın, suyun ve ağacın acıklı öyküsüne tanıklık ediyoruz!..

 https://www.evrensel.net/yazi/90368/her-agacin-bir-adi-vardi-bende

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...