27 Aralık 2006 Çarşamba

“İlkesizlik kararı”na iptal davası



 27.12.2006
Özer Akdemir

Kültür ve Tabiat Varlıklarını  Koruma Yüksek Kurulu’nun Hasankeyf ve Allianoi  antik kentlerinin baraj suları altında kalması sonucunu doğuracağı belirtilen ilke kararı aleyhine dava açılıyor. Bir grup meslek odası, dernek ve yurttaş adına İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi kanalıyla Danıştay Başkanlığı’na gönderilen dava dilekçesinde taşınmaz kültür varlıklarının bulundukları alanların doğal ve kültürel özellikleri nedeniyle yerlerinde korunması gereken alanlar olduğuna dikkat çekilerek, ilke kararının iptali isteniyor.

Suya gömmenin dayanağı
Hasankeyf ve Allianoi’nin kaderini yakından ilgilendiren Koruma Kurulu ilke kararı Resmi Gazete’nin 27.10.2006 tarihli sayısında sayısında yayınlandı.  İlke kararında “Baraj alanlarından etkilenen taşınmaz kültür varlıklarının korunması” ile ilgili ilke kararında; “baraj alanları içinde kalan taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının koruma ve kullanma koşulları” belirlendi. DSİ tarafından, barajın planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığının saptanması, taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunduğu alanlarda yapımının zorunlu olması durumunda, ilke kararına göre; taşınmaz kültür varlıklarının  başka bir yere taşınması ya da  belgelenerek su altında bırakılmasına karar verilebileceği karar altına alındı. Uzun bir süredir, Hasankeyf’in taşınması, Allianoi’nin ise üzerinin mille örtülerek su altında bırakılması önerilerinin dillendirildiği bir ortamda alınan bu ilke kararı, her iki antik kentin geleceği açısından yaşamsal bir anlam taşıyor. Koruma Kurullarının varlık nedenlerinin kültür ve tabiat varlıklarını korumak olduğuna dikkat çeken antik kentlerin sular altında kalarak yok edilmesini önlemek için mücadele eden kurumlar ise barajları korumayı amaçlayan bu ilke kararını “ilkesizlik kararı” olarak değerlendiriyorlar. Kurumlar yaptıkları eş zamanlı basın açıklaması ile söz konusu ilke kararı ile Hasankeyf’in taşınmasının, Allianoi’nin ise insan eliyle suya gömülmesinin dayanağının yaratılmak istendiğine dikkat çekmişlerdi.
“Taş yerinde ağırdır”
İlke kararına karşı kamuoyu oluşturmayı amaçlayan basın açıklamalarının ardından konu yargıya da taşındı. 27 Ekim 2006 tarihinde yayınlanan Koruma Kurulu İlke Kararına itiraz süresinin son günü olan 26 Aralık’da, bir grup meslek örgütü, dernek ve yurttaş kararın iptali istemiyle dava açtı. İlke Kararının Allianoi’yu ilgilendiren kısmı için İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne dava açılırken, Hasankeyf için ise Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nin dava açması bekleniyor. İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi kanalıyla Danaşıtay Başkanlığı’na gönderilen dava dilekçesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Resmi Gazete’de yayınlanan ilke kararında, “…elde edilen bilgi ve belgelere dayalı olarak alandaki taşınmaz kültür varlıklarının yerinde korunmasına, başka bir yere taşınmasına veya belgelenerek su altında bırakılmasına ilişkin önerilerin koruma bölge kuruluna sunulmasına…” hükmedildiğine dikkat çekilerek,  taşınmaz kültür varlıkları çevresi ile bütün bir değer oluşturduğu, taşınma esnasında bu varlıkların zarar görmesinin kaçınılmaz olduğu dile getirildi.  İlke kararında taşınmaz kültür varlıklarının “su altında bırakılmalarının zorunlu olduğu hallerde, önem derecesine göre kazı, belgeleme, mimari dokümantasyonlar…”ın yapılmasından bahsedildiğine dikkat çekilen dava dilekçesinde, farklı dönemlere ait kültürel katmanlar şeklinde bulunan kalıntıların bu şekilde digital veri ve görsel kayıtlara alınmasının mümkün olmadığının altı çizildi. Dava dilekçesinde ayrıca taşınmaz kültür varlıkları üzerinde biriken suyun devamlı hareket halinde olacağına dikkat çekilerek, suyun hareketi ile taşınmaz kültür varlıklarına büyük zarar verilmesinin kaçınılmaz olacağı dile getirildi. Anayasanın 63. Maddesinde “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunması sağlar” denilerek  devletin sit vasfındaki kültür ve tabiat varlıklarının “korunmasını sağlamak” ile ödevli olduğuna dikkat çekilen dava dilekçesinde ilke kararının Anayasa ve çeşitli yasalara da aykırı olduğu vurgulandı. İlke kararının ülkenin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde ifadesini bulan ülkenin doğal, tarihi, arkeolojik değerlerini koruma ve muhafaza, gelecek kuşaklara aktarma yükümlülüğüne de aykırı olduğu ilgili sözleşmelere atıflar yapılarak aktarıldı.

Kutu: Koruma Yüksek Kurulu ilke kararı aleyhine dava açın kurumlar:
1.  Arkeologlar Derneği, 2. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 3. TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanlığı, 4. İzmir Turist Rehberleri Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı ve bir grup yurttaş



22 Aralık 2006 Cuma

Antik kentlerin infaz emri verildi!..


 22/12/2006

 Özer Akdemir
  
DSİ, Bergama’daki Allianoi Antik kentinin üzerinin nasıl bir yöntem ile kille kapatılıp, su altında bırakılacağını tespit için antik kent civarında ölçüm çalışmalarına başladı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun antik kentle ilgili üç kez “1. Derece SİT alanı” olduğu görüşüyle korunmasına hükmetmesine rağmen, Bergama’da kamuoyundan saklanan “gizli” bir toplantı sonrası alınan kararla Alianoi ve Hasankeyf için için “infaz kararı” verildi.

Gizli toplantıda alınan infaz kararı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını  Koruma Yüksek Kurulu’nun, Resmi Gazete’nin 27.10.2006 tarihli sayısında yayımlanan “Baraj alanlarından etkilenen taşınmaz kültür varlıklarının korunması” ile ilgili ilke kararının ardından beklenen ve Hasankeyf’le Allianoi’nun geleceğini belirleyeceği dile getirilen gelişme geçtiğimiz günlerde Bergama’da yapılan “gizli” bir toplantı sonrası netleşti. Konuyla ilgili sivil toplum örgütlerine ve kamuoyuna hiçbir bilgi verilmeden gerçekleştirilen toplantı bu nedenle “gizli” olarak nitelenirken, toplantıya sadece İzmir II Numaralı KTVK Bölge Kurulu ve DSİ yetkililerinin katıldığı öğrenildi. Gizli toplantı ile ilgili edindiğimiz bilgilere göre; Bergama Belediyesi’nde gerçekleştirilen toplantıda Anıtlar Yüksek Kurulu’nun “skandal” olarak nitelenen yetki ve sorumluluğunu D.S.İ.’ye devreden ilke kararının baz alınarak, yeni bir karara varıldı.  Koruma Bölge Kurulu toplantı sonrasında bugüne kadar aldığı üç kararın tam aksine Allianoi'un su altında bırakılarak “korunması” planına olur verdi. Daha önce gündeme getirilen ve bilim çevreleri tarafından “son derece bilim dışı” olarak  nitelenen bu planın uygulanacağına dair kararın ilgili yerlere dağıtımı da gerçekleştirilmedi. Kurul toplantı sonucu hakkında bilgiyi sadece DSİ’ye iletirken, DSİ’de vakit geçirmeden geçen hafta içerisinde Alianoi’un nasıl kille kapatılıp su altında bırakacağını kararlaştırmak için arazide ölçüm çalışmalarına başladı.
“Bilim dışı” bulunmuştu
1800 yıllık Alianoi Antik kentinin Yortanlı Barajı’nın suları altında kalmasını önlemek için yapılan çalışmaların ardından ortaya bazı görüşler ileri sürülmüştü. Birçok tartışmanın ardından Bergama Müze Müdürü’nün en son çözüm önerisi olarak sunduğu,  Allianoi’un üzerinin mil ile kapatma teklifi,  Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan Akademik uzmanlarca reddedilmişti.  Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir I ve II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulları tarafından I. Derecede Sit Alanı ilan edilen antik kenti sular altında bırakacağı bilinmesinerağmen Yortanlı Barajı için büyük yatırımlar yapıldı. Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında ortaya çıkartılan Allianoi, 40-50 yıl ömür biçilen barajın su tutması durumunda 30m. suyun altında kalacak ve bu arada gölet alanına en az 17 m. alüvyon dolacak.  Antik kentin üzerinin mille kapatıldıktan sonra su altında bırakılarak korunma önerisi Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Dr. Ahmet Yaraş’ın ilk günden bu yana bunun çözüm olmadığını ileri sürmesine karşın tek çözüm olarak sürekli gündemde tutuldu. Bu sorunu görmezlikten gelmekle eşdeğer olduğunu belirten Yaraş, Allianoi’un üzerinde biriken suyun,  devamlı hareket halinde olacağından mil ile kapatılsa bile antik kente zarar vereceğini, hatta tümüyle gözden çıkarılacağını dile getirmişti. Bilimsel kritere dayanmayan ve akademik verilerden tamamen uzak olarak nitelenen teklifle ilgili ısrar üzerine bakanlık tarafından bir komisyon oluşturularak teklifin olabilirliği araştırılmıştı. Mimar, arkeolog, restorotörler ve konservatörlerden oluşan akademik komisyon hazırladığı raporda Allianoi’un dünya kültür mirasında önemli bir yere sahip olduğunu ve mutlaka korunması gerektiği vurgulamış, “mil ile korumanın kesinlikle mümkün olmadığını ve mutlaka gelecek nesillere bırakılması gerektiği”ni belirtmişti.

“Hükümet günah keçisi yaratıyor”
Kazı heyeti başkanı Yard. Doç. Dr. Ahmet Yaraş, son olarak Bergama’da yapılan “gizli” toplantıda çıkan antik kentin mille örtülmesi kararına sert tepki gösteriyor. Bundan önceki bilim komisyonunun kentin su altında korunmasının mümkün olamayacağını çok net ifadelerle yazdığını hatırlatan Yaraş, “Şimdi o komisyonun aldığı karar mı yanlış yoksa yeni bir metot mu geliştirildi? Üstelik o komisyonda restorasyon ve mimarlık bölümünden akademisyenler vardı” diyor. Alianoi’nin su altında kalmasının metodunu tekrar kararlaştırmak için Koruma Kurulu’nun yeni oluşturdukları bilim komisyonuna danıştığını,
Bilim komisyonun hazırladığı raporun sonuç kısmında da net olarak ‘mevcut hükümet’ bilir dediğini aktaran Yaraş, “Hükümeti oluşturan bakanların müsteşarları bu rapora  dayanarak Anıtlar Yüksek Kurulu’nda karar aldılar. “Koruma kurulu;  Anıtlar Yüksek Kurulu’nun yani 16 üyesinden 10’u -yani kültür varlıkları konusunda kesinlikle hiçbir eğitim almamış müsteşarlar ve Genel Müdürlerden oluşan   bürokrattın aldığı bu kararı- benimsedi. Kısaca Allianoi ve diğerleri için İnfazı verdi” diye konuşuyor. Koruma Kurulu şimdi aldığı bu kararı daha da netleştirmek ve kendini aklamak için konuyu tekrar bilim komisyonunun önüne getirdiğinin altını çizen Yaraş, bu durumun günah keçisinin hükümet değil bilim komisyonu olması için paslaşma olduğunu düşünüyor. Yaraş, aynı şeyin Hasankeyf için de gündeme getirileceğinin özellikle altını çiziyor.
“Bu ne perhiz…”

Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığının hazırlayıp Bakanlar Kurulunun 04.12.2006 tarihli kararnamesi ile Cumhurbaşkanına gönderilen, Cumhurbaşkanın  da 16.12.2006 tarihindeki onayı ile yürürlüğe giren 11354 sayılı karar “bu ne perhiz, bu nhe lahana turşusu” deyimini haklı çıkaran cinsten. Resmi Gazete’nin 26378 sayılı baskısında yayınlanıp yürürlüğe giren karara göre ; İzmir Bergama Allianoi-Manisa Soma Menteşe Termal Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi ilan edildi. Yortanlı barajının su tutması için bir yanda Allianoi’yi sular altçında bırakacak projeleri yaşama geçirmek için her yolu deneyen iktidar diğer taraftan Bakanlar Kurulu kararı ile yasa çıkararak Allianoi’nin Termal Kültür Turizm Koruma ve Gelişim bölgesi ilan ediyor!... Seçim yaklaştıkça siyasi iktidarın seçim öncesi vaatlerini yerine getirme telaşı artıyor. Bu telaş yüzünden, siyasi iktidarın kılıcı bilimsel bir kazının ve 1800 yıllık antik bir kentin üzerinde sürekli sallanıyor.

16 Kasım 2006 Perşembe

Allianoi’nun kaderi karara kaldı

 1800 yıllık termal sağlık merkezi olan Bergama yakınlarındaki Alliaoni antik kentinin
Yortanlı Barajı suları altında kalmasını önlemek için Enerji Bakanlığı ve DSİ hakkında açılan
davanın son duruşması yapıldı. 73 yurttaşın Bakanlık ve DSİ hakkında davacı olduğu dosyada
davacıları 36 avukat temsil etti. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Duruşma Salonu’nda
gerçekleştirilen duruşmada söz alan davacı avukatlarından Av. Arif Ali Cangı, kültür mirası olan Allianoi ören yerinin tarihsel ve kültürel önemine vurgu yaparak, Allianoi’nin 1800 yıllık tarihi, halen kullanılabilecek sıcak suyu ile dünyanın doğa tarafından en iyi korunmuş ve en sağlam kalabilmiş sağlık yurtlarından birisi olduğunu söyledi. Bu özellikleriyle “insanlığın ortak mirası” olmayı hak etmiş olan antik kentin önlenemezse Yortanlı Barajının suları altında kalarak yok olacağını söyleyen Cangı, bunun önlenmesi için ilgili kurumlara binlerce kişinin imzası ile gönderilen dilekçelerin reddedildiğini hatırlattı. Allianoi’nin 1. derece Sit alanı olduğuna ilişkin, İzmir I.Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (KTVKK) tarafından 29.03.2001 tarihini taşıyan bir karar bulunduğunu, DSİ’nin bu karara uymadığını aktaran Cangı, bunun üzerine tekrar başvurulması nedeniyle konunun Koruma Bölge Kurulu’nda yeniden gündeme alındığını söyledi. Koruma Bölge Kurulunun da İzmir 1 No’lu KTVKK’nın kararının geçerli olduğunu tescil ettiğini belirten Cangı, Koruma Bölge Kurulu’nun bu kararları karşısında, Allianoi’un korunması zorunlu taşınmaz kültür varlığı olduğunun tartışmasız hale geldiğini kaydetti. Cangı, yasalarda konuyla ilgili maddelerin açıkça Allianoi’nin korunması gerektiğine hükmettiğini sözlerine ekledi. Bakanlık ve DSİ avukatları ise savunmalarında baraj yerinin değiştirilmesinin ekonomik olarak getireceği yüke dikkat çekerek, kalıntıların üzerinin mille kaplanması gibi önerileri tekrarladı. Mahkeme heyeti esas hakkındaki kararını önümüzdeki günlerde bildireceğini belirterek duruşmayı sonlandırdı.
 
Kutu: 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 9. maddesi
“Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır”. Aynı Yasanın 65/a. maddesine göre; “…Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa, olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve "beşmilyar liradan onmilyar liraya" kadar ağır para cezasıyla cezalandırılırlar…”



19 Ağustos 2006 Cumartesi

'İnsanların ölmesi mi bekleniyor?'


siyanür kazası eşme evrensel ile ilgili görsel sonucu
  
 19 Temmuz 2006 21:00

İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere Elele Hareketi Eşme ve köylerinde yaşanan zehirlenmelerin siyanür zehirlenmesi olduğunu açıklayarak, "insanların ölmesi mi bekleniyor?" diye sordu.
İzmir-Bergama, Eşme, Sivrihisar, Havran/Küçükdere Elele Hareketi Eşme ve köylerinde yaşanan zehirlenmelerin siyanür zehirlenmesi olduğunu açıklayarak, "insanların ölmesi mi bekleniyor?" diye sordu. İzmir Tabip Odası'nda gerçekleştirilen basın toplantısında zehirlenmelerin ardından hasta dokuz vatandaştan alınan kan örneklerinin analiz sonuçları ile ilgili açıklamayı Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa yaptı. 27 Haziran Salı gecesinden itibaren Eşme ilçesinde ve bazı köylerinde yaşayan resmi kayıtlara göre 1000'in üzerinde kişinin, "şiddetli baş ağrısı, mide bulantısı, nefes almakta zorlanma, bacaklarda ve kollarda uyuşma, ishal vb." yakınmalarla sağlık merkezlerine başvurduklarını hatırlatan Karababa, Eşmeli hastaların istemleri üzerine Elele Hareketi'nden uzman kişiler tarafından 29 Haziran Perşembe ve 30 Haziran Cuma günleri bazı yurttaşlardan kan örnekleri alındığını aktardı. Eşme Kaymakamlığı tarafından el konulan sekiz tüp kanın dışındaki toplam dokuz kişiye ait kan örneklerinde siyanür tahlili yaptırıldığını belirten Karababa, tahlil sonuçlarının, "zehirlenmelerin bir kısmının siyanürden kaynaklanmış olabileceği" kuşkularını daha da güçlendirdiğini dile getirdi. Karababa, kandaki siyanür düzeylerinin temel kaynak kitaplarına göre sigara içenlerde 0.041 miligramllitre, içmeyenlerde ise 0.016 miligramllitre olduğu bilgisini vererek, "Analiz sonuçlan incelendiğinde en düşük 0.18 miligramllitre, en yüksek 0.64 miligramllitre ölçüldüğü ve dokuz kişinin de kan siyanür düzeylerinin belirtilen sınırların çok üzerinde olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar olayın ortaya çıktığı tarihten en az iki gün sonra alınan kan örneklerinde elde edilmiştir. Siyanürün vücuda alındıktan 2.7 gün sonra alındığı miktarın yarısına kadar azaldığı göz önünde bulundurulduğunda kan örnekleri etkilenme sonrası alınmış olsaydı yukarda belirtilen siyanür düzeyleri çok daha yüksek bulunacaktı" diye konuştu.
Ä°lgili resim
"Siyanür zehirlenmesi" Benzer yakınmalarla yöredeki sağlık kuruluşlarına başvuranların bir bölümünün kanalizasyonla kirlendiği iddia edilen suyu kullanmadıkları halde hastalandıklarına dikkat çeken Karababa, hastaların ortak yakınmalarının sinir sistemi tutulumuyla açıklanabilecek bulgular olduğunu ve siyanür zehirlenmesine uyduğunu söyledi. Karababa, "Buradan sudan kaynaklanan bir sağlık sorunuyla değil bir siyanür zehirlenmesiyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır" diye konuştu. Karababa'nın ardından konuşan Elele Hareketi Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya Kışladağ Altın Madeni ve Kimya Tesisi'nde, dünyanın en barbar ve ilkel yöntemi olarak tanımlanan "siyanür yığın liçi" yönteminin uygulandığına dikkat çekerek, bu yöntemde her zaman havaya serbest siyanürün karışacağının bilindiğini söyledi. Yaz aylarında, oluşacak buharlaşma ile havaya siyanür karışımının daha da yoğun olacağını ve madende çalışanlar ile yörede yaşayan yurttaşların siyanüre maruz kalma olasılığının artacağını belirten Kaya, "Bu riski yaşamak zorunda mıyız? İnsanımızın sağlığının bedeli kaç kg altına eş değerdir? Insanlanmızın ölmesini mi bekleyeceğiz?" diye konuştu. Kaya konuşmasında şunların altını çizdi; "Ortaya çıkan gerçekler şudur; lSiyanür liçi yöntemiyle çalışan altın madeninin bulunduğu Ege Bölgesi'nde olası zehirlenmelerde kandaki siyanürü saptayabilecek bir laboratuar dahi yok.. lSağlık Bakanlığı'nın deneme üretimine başlayan Kışladağ Altın Madeni ve Kimya Tesisi'nden kaynaklanabilecek siyanür zehirlenmelerinin saptanması ve tedavisi için acil eylem planı yok... Egeçep dönem sözcüsü avukat Arif Ali Cangı ise bu olayda devlet kurumlarının yapması gereken kontrollerin yapılmadığı gibi, yapılan araştırmalarında engellendiğinin altını çizerek, sorumlular hakkında yasal yollara başvuracaklarını söyledi. Tabip Odası yetkilisi Dr. Oya Otyıldız ise yaşanan olaydan sonra kaygılarının arttığını belirterek, "Kaymakamlık ve Valilik bu olaya insanlıktan yana, Eşmelilerden yana yaklaşmadılar. Bizi en çok bu kaygılandırdı. yarın daha büyük bir olay olduğunda da valilik ve kaymakamlık böyle mi yaklaşacak" diye konuştu. 

Yıldırım madeni savundu Eşme Belediye Başkanı Ahmet Yıldırım, siyanürlü altın madenini savundu. Zehirlenmeler üzerine, ilçeye su sağlayan kuyulardan aldıkları örnekleri Ankara Hıfzısıhhaya gönderdiklerini söyleyen Yıldırım, Kolonkaya köyündeki su kuyusuna lağım suyu karışmış olduğunu tespit ettiklerini, yapılan detaylı analizde de suda litrede 0.05 miligram arsenik belirlendiğini bildirdi. Bu oranın çok yüksek olmadığını dile getiren Yıldırım, Kolonkaya Köyü yakınlarındaki altın madeninden herhangi bir maddenin su kuyusuna karışmış olamayacağını ileri sürdü. 

Resmi raporlar çelişkili Avukat Noyan Özkan'ın 30.6.2006 tarihli dilekçesine Uşak Valiliği tarafından verilen yanıtta hastalanmaların şebeke suyunun kirlenmesine bağlı enfeksiyon nedeniyle ortaya çıktığı belirtilerek bunun kanıtı olarak su ve hasta dışkılarından alınan örneklerin analiz raporlarının gönderildi. Prof. Ali Osman Karababa, raporlarda şu çelişkilerin saptandığını aktardı: 1. Kanalizasyon karışması halinde kimyasal analizde saptanması gereken amonyak, nitrit ve nitrat 28.6.2006 tarihli su örneklerinde saptanmamıştır 2. 28 Haziran 2006 tarihinde su şebekesinden alınan ve saat 05.00'de ekildiği belirtilen 11 örnekten 6'sında kolifarm bakteri saptanmış, 5 örnek temiz bulunmuştur. Yine aynı tarihte alınıp kaçta ekildiği belirtilmeyen 5 örnek de temiz bulunmuştur. Bu sonuçlar 1000'in üzerindeki insanın sudan kaynaklanan bir hastalığa yakalanmış olabileceğini açıklayamamaktadır. Çünkü sudan alınan hastalık etkenlerinin kuluçka süreleri göz önünde bulundurulduğunda bu kadar kısa zamanda hastalık oluşturması beklenmez. 

'Siyanürde inat tehdit ediyor' Uşak'ın Eşme ilçesi ve köylerinde 2 bine yakın kişinin zehirlenme nedeninin su değil, siyanür çıkmasına ilişkin açıklama yapan SES MYK'sı "siyanürde inat halkın sağlığını tehdit ediyor" dedi. SES'ten yapılan açıklamada, kan analizlerinin sonucunun, siyanürle altın aramanın insan ve çevre sağlığına hiçbir etkisi olmadığını beyan eden devlet yetkililerinin halka karşı sorumsuzluğunun bir örneği olduğu bildirildi. Halkın sağlığı ile oynayan ve deneme çalışmalarının başladığı günden bugüne kamuoyu ve halkın tepkilerine kulaklarını tıkayan başta Uşak Valisi Kayhan Kavas ve maden şirketinin açılışına katılan Enerji Bakanı Hilmi Güler'i istifaya çağıran SES açıklamasında, "doğal kaynakları kirletmekten, sağlığı özelleştirmekten vazgeçin" uyarısı yaptı. Eşme Kışladağ yöresinde siyanürlü linç yöntemiyle altın aranmasına karşı Manisa İdare Mahkemesi'ne açılan davaya SES'in müdahil olduğu kaydedilen açıklamada, halkın sağlığı ile oynayan Eldorado Gold'un Türkiye temsilcisi Tüprag'ın kapatılması için yetkiler göreve çağrıldı. 
https://www.evrensel.net/haber/171882/insanlarin-olmesi-mi-bekleniyor

21 Temmuz 2006 Cuma

'Eşme'de siyanürün sorumluları istifa etsin'



  
 21 Temmuz 2006 21:00
     
Eşme'de 2000'e yakın insanın zehirlenmesinin ardından alınan kan örneklerinde siyanür tespit edilmesi üzerine bir panel düzenlendi.
Eşme'de 2000'e yakın insanın zehirlenmesinin ardından alınan kan örneklerinde siyanür tespit edilmesi üzerine bir panel düzenlendi. Bilim adamları ve hukukçular Eşme'de ve çevresinde altın madeninden kaynaklı, daha büyük bir kaza olasılığının bulunduğu uyarısını yaparak, halkı yanıltan yetkilileri istifaya çağırdılar.

Yeni kazalar olabilir 300 kişinin izlediği panelde konuşan Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, Eşmelilerin dünyada hiç olmamış bir siyanür kazası yaşadıklarını belirterek, kazanın uyarıcı olduğunu söyledi. Yaşananların muhtemelen herhangi bir etki sonucu, siyanürün havaya karışması sonrasında meydana gelmiş olabileceğini aktaran Öngür, "Dünyada şimdiye kadar Eşme'deki gibi bu kadar şartın yan yana gelmesinden oluşan bir kaza rapor edilmedi. Ama olabileceği hep biliniyordu. Kışladağ madeninde zaten büyük mühendislik yanlışlıkları yapılıyor." dedi.

Doktorlara soruşturma ODTÜ Kimya Bölüm Başkanı İnci Gökmen ise üniversitede laboratuar ortamında bile öğrencilerini riske atmamak için siyanürle deney yapmadıklarına dikkat çekti. Madenin bulunduğu bölgede kontrol laboratuarı kurulması gerektiğine işaret eden Gökmen, tahlil için alınan kanlara el koyulmasının dünyanın hiçbir yerinde görülemeyeceğini söyledi. İzmir Tabip Odası temsilcisi Dr. Oya Otyıldız ise Uşak Valisi'nin kendileri ile ilgili "Hurafelere inanmış iki doktorun eline şırınga alarak insanlardan kan alması kabul edilemez" sözlerini hatırlatarak, "yasal haklarımı kullanacağım" uyarısında bulundu. Otyıldız ayrıca, Eşme'deki birçok doktor hakkında soruşturma açıldığı bilgisini verdi.

'Halkı yanıltıyorlar' Bir gazetecinin Uşak Sağlık İl Müdürü Dr. Ali Taşçı'nın TTB heyetinin aldığı kanları tahlil ettirdiklerini ve arsenik çıkmadığı açıklamasını hatırlatması üzerine Otyıldız, "Müdürün açıklaması kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir açıklamadır. Biz arsenik oranını ölçmek için örnek almadık. Kandaki siyanür oranının tespiti için bu kanları aldığımızı herkes biliyorken, il müdürünün arsenik tahlili yaptırması konuyu çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Kanları alanın vatandaşlar kendisi hakkında yasal yollara başvurmalıdırlar" dedi. Bu konuyla ilgili bilgi veren Tahir Öngür ise kandaki arsenikin bir gün içerisinde yok olduğunu bu nedenle arsenik tahlililin saçtan alınan kıllar üzerinde yapıldığını, sağlık il müdürü bunu bilmemesinin olanaksız olduğunun altını çizdi Panelde konuşan SES Genel başkanı Köksal Aydın da, sorunun özünde dünyayı kendi kâr hırsı için koca bir çöplük haline getirmekten çekinmeyen kapitalizmin olduğunu söyledi. Köksel, Eşme'de uyarılara kulak asmayan, görevini yapmaya çalışan bilim insanlarını ve hekimleri engelleyen başta Enerji bakanı olmak üzere, vali ve kaymakamı istifaya çağırdı. EGEÇEP sözcüsü Av. Arif Ali Cangı ise konuşmasında çevre ile ilgili uluslararası yasaları ve Anayasa'daki maddeleri aktardı. 
https://www.evrensel.net/haber/171925/esme-de-siyanurun-sorumlulari-istifa-etsin

28 Ocak 2006 Cumartesi

İmbatla gelen… (Arşiv yazı)

http://www.evrensel.net/v1/06/01/28/kultur.html#1

Özer Akdemir

Şimdi rüzgarlar soğuk eser yüzünüze
Hüzün verir yağmur sularından geçen bulutlar
Bayırlarda yol alan posta arabaları
Şimdi birbirinden ayrı yaşar kurtlar, kuşlar
Sular çakıllardan ayrı akar
Dalar gider, gözleri büyür de
Ilık yaz akşamlarını hatırlar
Avuçları hafif terli yanakları al al
Bomboş uzanan denizin üstünde
Aç bir karabatak dalar çıkar
(karabatak)

İzmir’in yağmurlu kışında, pencereden görünen denize bakarak bu satırları yazar Necati Cumalı.”Karabatak” adlı şiirinin “hüzünlü kışların birikimi” olduğunu söyler bir söyleşide. Cumalı, yine böyle bir hüzünlü kış gününde aramızdan ayrılmıştı. Tarih 10 Ocak 2001’di.

Cumalı anısına Urla’da her yıl düzenlenen anma etkinliklerden birkaç gün önce, gazetelerde bir ölüm ilanı ve yanında küçük bir haber çıktı. Necati Cumalı’nın eşi Berin Cumalı, İstanbul’da asansöre binmek isterken ayağının takılıp yere düşmesi sonucu yaşamını yitirmişti. Berin Cumalı, eşi Necati Cumalı’nın yaşamının önemli bir kısmını geçirdiği ve çok sevdiği Urla’da, anısına beşincisi düzenlenen etkinliklere üç gün kala ölmüştü. Necati Cumalı’nın anısına düzenlenen etkinlik davetiyeleri üzerinde bulunan Cumalı’nın mısraları, Berin Cumalı’nın ölümü ile daha bir anlam kazanıyordu:

“İmbatla gelen
sesini duymasam
yüzünü görmesem
ya ölürsem…”

Berin Cumalı’da eşi Necati Cumalı gibi İzmir’in imbatıyla taşındığı İstanbul’da zemheri soğuğunda yaşamını yitirmişti…

CUMALI BULUŞMASI

Geçtiğimiz günlerde “V. Cumalı Buluşması” yapıldı Urla’da. Gazetelerde küçücük bir haber olarak duyurulan anma etkinliklerinde bu yıl öne çıkan öğe Necati Cumalı’nın sinemaya aktarılan eserleri oldu. İki gün süren etkinliklerde Cumalı’nın sinemaya aktarılan Susuz Yaz, Mine, Adı Vasfiye ve Derya Gülü filmlerinin gösterimi ve değerlendirmesi yapıldı. Bir önceki Cumalı Buluşması’na oranla bu yılki anma daha “yetersiz” olarak nitelenirken, Urla Belediye Başkanı belki de bunun farkına vararak kapanış konuşmasında, önümüzdeki yıl Cumalı Buluşmaları’nın anma değil kültürel etkinlikler şeklinde gerçekleştirileceğini söyledi.

HÜZÜN SARISI BİR OKUL

Necati Cumalı Yunanistan Makedonya sınırında bulunan Florina’da 1921 yılında doğar. Ailesi Kurtuluş Savaşından sonra İzmir Urla’ya yerleşerek çiftçilik yapmaya başlar. Ortaöğrenimini, Attila İlhan’ın kız arkadaşına Nazım Hikmet’in bir şiirini göndermesi nedeniyle kovulduğu, bugün “hüzün sarısı” renge boyalı olan İzmir Atatürk Lisesi’nde 1938 yılında tamamlayan Cumalı, daha sonra girdiği Ankara Hukuk Fakültesini 1941 yılında bitirir. 1945-48 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde çalışan Cumalı, 1950-57 yılları arasında ise İzmir ve Urla’da avukatlık yapar. İki yıl Paris Basın Ataşeliği için Fransa’da bulunan Cumalı, döndükten sonra İstanbul Radyosu’nda redaktörlük görevinde bulunur.

YENİLMEMEK İÇİN ŞİİR

Türk Dili Dergisi’nin Şubat 1981 tarihli sayısında Cumalı “Niçin şiir yazıyorsun?” sorusuna şu yanıtı verir: “Yenilmemek için. Yaşamımda mutluluklarımın yanı sıra, düş kırıklıklarım, acılarım, kırgınlıklarım oldu. Şiir, mutluluklarıma her kez yeniden yaşayabileceğim bir süreklilik kazandırdı. Acılarıma, düş kırıklıklarıma karşı zırh oldu bana.” Şiiri insanın kendi öz benliğine seslenmesi olarak tanımlayan Cumalı, “Yaşamımızın bunca çamuru, çirkinlikleri arasından arınmış olarak çıkabiliyorsak başta şiirin gücüne borçluyuz bu direncimizi. İnsanlık şiiri yaratmasaydı, her gelen yeni kuşağa mutluluğu tanıtmak, güzelin, iyinin, doğrunun yönünü göstermek olanaksızlaşırdı” der. Cumalı, Nurullah Ataç’ın şiiri ile ilgili “sarsıcı bir yenilik” getirmediği yönündeki eleştirisini bir yönü ile haklı bulsa da “Ben şiire başlarken sarsıcı yenilikler aramamıştım ki! Ama aradığım yenilikti. O yeniliği de hep buldum” sözleriyle şiirine olan güveni ortaya koyar. Asım Bezirci, “Dünden Bugüne Türk Şiiri. IV (Evrensel Basım Yayın, 2002) adlı eserinde Cumalı’nın bu düşüncesini doğrular nitelikte değerlendirmelerde bulunur. Bezirci, ilk döneminde “Garip” akımından etkilenen Necati Cumalı’nın, sonra kendine özgün bir şiire ulaştığını belirterek, Cumalı’nın şiirlerinde bireysel durumların yanı sıra, toplumsal gerçeklere, özellikle küçük insanların yaşamlarına ilgi gösterildiğinin altını çizer.

CUMALI’NIN ŞİİRİ

Şükran Kurdakul Çağdaş Türk Edebiyatı, Cumhuriyet Dönemi, Şiir. (Bilgi Yayınevi, 1994)’de Cumalı’nın şiirlerini çeşitli dönemler halinde inceler. Kurdakul, Cumalı’nın “Kızılçullu Yolu”nda topladığı gençlik şiirlerinde evleri, sokakları, balıkçıları, denizi, gökyüzü ile küçük kıyı kasabasının donmuş zamanlarından çizgiler getirdiğini aktarırken, “Duyuların yeniden yaratıldığı bu dünyada hep iyi şeyler görüyordu Cumalı. Doğayla içli dışlıydı…” der. Bu iyimserlik, “daha sonra büyük kentlerin simgelediği para pul dünyasının arkasında gizlenenleri algılayınca… kendiliğinden bir direnç kaynağına” dönüşecektir. Cumalı’nın 1947 yılında yayınlanan “Mayıs Ayı Notları” kitabında ki ana temanın “aşk” olduğunun altını çizen Kurdakul, Cumalı’nın Aç Güneş (1980), Akdeniz ve Bozkırda Bir Atlı (1982) kitapların da, “Anadolu duyarlığından kaynaklanan şiirler”inde “eski ile yeniyi, tarihsel bir kesitte birleştir”diğini söyler. Adnan Binyazar, Cumalı şiirlerini “… Cumalı’nın şiiri, bütün yaşam ‘maceraları’nın şiiridir. Bu şiir emeğinde, şiirimizin bütün gelişimlerine, bütün yaratıcı alanlarına yönelmiş ışıklar buluyoruz. Cumalı’nın şiiri, insanımızın aydınlık dünyasıdır” değerlendirmesinde bulunur. Ahmet Ada ise Cumalı şiirinin duyguları alaya alan Orhan Veli şiirinin aksine “duygu ve duyarlığını açık seçik bir söyleyişle” ortaya koyduğu görüşündedir. Cumalı’nın “”Yaşamımı, dolaylı olarak da yaşadığım çevreyi getirdim şiire” sözlerini onun şiirinin kökenini ortaya koyduğunu söyler Ada.

URLA SEVGİSİ

Cumalı, Öykü, roman ve tiyatro türlerine 1955’den sonra yönelmeye başlar. Özellikle Urla’da avukatlık yaparken aldığı köylülerin arazi ve su anlaşmazlığı, kız kaçırma olayları gibi davalar Cumalı’nın öykü ve romanlarının konularını oluşturur. Öykü ve romanlarında kullandığı şiirsel dili ve akıcı kurgu onun okuyucuya çabucak kendini benimsetmesini beraberinde getirir. Roman ve öykülerinde, özellikle Ege yöresindeki kasaba ve kırsal kesim insanlarının sorunlarını işler. ‘Tütün Zamanı (Zeliş)’ (1959), ‘Yağmurlar ve Topraklar’ (1973), ‘Acı Tütün’ (1974, 1991) adlı eserleri bu türün örneklerindendir. Cumalı’nın bu üç romanı birbirini tamamlayan sorunları işlerken, Urla ve çevresindeki günlük taşra yaşantısı üzerinde durulur. Urla sevgisi Cumalı’nın yaşamında ayrı bir yer tutar. O bunu şöyle anlatır; “Urla küçük, unutulmuş, yoksul bir ilçe olabilir! Ama yoksul unutulmuş oldukları halde güzel olan şeyler vardır dünyamızda. Üstelik o yoksul, unutulmuş şeylerin, tutkuları, onlara tutkun oldukları için mutluluk duyanlar da vardır” Cumalı’nın romanları kasaba romanının başarılı örneklerinden sayılır. Türkiye’yi en iyi yansıtan yerleşme örneği olduğunu söyler kasabanın. Ne kent, ne köy, ikisinin karışımı. . Cumalı, ‘Ay Büyürken Uyuyamam’ (1969,1986) adı ile topladığı öykülerinde ise Anadolu insanının cinselliğe yaklaşımının örneklerini verir.

SUSUZ YAZ

Cumalı ‘nın öykülerinden, romanlarından ve tiyatro eserlerinden bir çoğu değişik yönetmenler tarafından televizyon dizisi ve sinema filmi yapılmıştır.

Metin Erksan’ın yönettiği 1963 yılı yapımı ‘Susuz Yaz ‘ 1964 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü almıştır. Bu ödül aynı zamanda Türk sinemasının o zamana kadar uluslararası yarışmalarda aldığı ilk önemli ödüldür. Necati Cumalı’nın eserlerinden yola çıkılarak yapılan filmlerden bazıları ise şunlardı; ‘Boş Beşik’, ‘Zeliş’, ‘Mine’, ‘Dul Bir Kadın’, ‘Derya Gülü’.
________________________________________
NECATİ CUMALI’NIN ESERLERİ...

Şiir: Kızılçullu Yolu (1943), Harbe Gidenin Şarkıları (1945), Mayıs Ayı Notları (1947), Güzel Aydınlık (1951), Denizin İlk Yükselişi (1954 - İlk üç kitabı ve yeni şiirleri), İmbatla Gelen (1955), Güneş Çizgisi (1957), Yağmurlu Deniz (1968 son iki kitabı ile yeni şiirler), Başaklar Gebe (1970), Ceylan Ağıdı (1974), Aç Güneş (1980), Bozkırda Bir Atlı (1981), Yarasın Beyler (1982).
Öykü: Yalnız Kadın (1955), Değişik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Kitaba adını veren ilk öykü Metin Erksan tarafından beyaz perdeye aktarıldı (1963). Aynı öykü oyunlaştırılarak Şehir Tiyatroları’nda temsil edildi (1968), Ay Büyürken Uyuyamam (1969), Makedonya 1900 (1976), Kente İnen Kaplanlar (1976).

Roman: (1959 - Zeliş adıyla 1971), Yağmurlar ve Topraklar (1973), Acı Tütün (1974), Aşk da Gezer (1975).
Oyun: Mine (1959), Oyunlar I (1959 - Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri), Oyunlar II (1969 - Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar), Oyunlar III (1969 - Nalınlar, Masallar, Kaynana Ciğeri), Oyunlar IV (1969 - Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol), Oyunlar V (1973 - Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb’un Yumurtası), Oyunlar VI (1981 - Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, İş Karar Vermekte, Yaralı Geyik).
Deneme: Niçin Aşk (1971), Senin İçin Ey Demokrasi (1976), Etiler Mektupları (1982).
Günce: Yeşil Bir At Sırtında (1987).

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...