30 Kasım 2008 Pazar

Mezarlıkta ıslık çalan madenci


Bergama Ovacık Altın Madeni’ne ikinci bir siyanür atık havuzu yapılması ile ilgili ÇED Halkın Katılımı Toplantısı madenin sahibi KOZA Altın’ın provokasyonla karışık şovuna dönüştü.
Madenin Amerikan Normandy’den KOZA Altın’a devrinin hemen ardından 5 Haziran 2005 Dünya Çevre Günü’nde çevrecilerin otobüslerinin taşlanması ile başlayan ‘Türk usulü, karşı çıkanları saldırarak sindirme’ politikası, önceki gün Ovacık Düğün Salonu’nda yapılan toplantıda da devam etti. Bir farkla; 5 Haziran’da turuncu tulumlu maden işçilerinin başında bir komutan edasıyla dolanan ve onlara Çanakkale-İzmir karayolundan gelip geçen otobüsleri taş ve yumurta yağmuruna tutma komutu veren KOZA’nın sahibi Akın İpek’ken, önceki gün bu görevi Madenin Halkla İlişkiler Müdürü Hayri Öğüt yaptı. 

Projenin sunumundan sonra projeye karşı ilk konuşmayı yapmak için gelen Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel daha ilk cümlesini bitirmeden ıslık ve yuhalamalar salondan yükseldi. Çoğu maden çalışanı ve aileleri tarafından doldurulan ve 300 kişinin üzerinde bir katılım olduğu gözlenen salonda, belli tipler salonun dört köşesine dağıtılmış, çevrecilerce yapılan her konuşmaya laf atma, bağırma, hakaretlere varan sözlerle ortamı germe görevlerini yerine getirdiler.
Konuşmaların başlaması ile birlikte artan taciz ve protestolara karşı jandarma salona girerken, maden çalışanlarının önüne dizilerek saldırıya engel olmaya çalıştı. Hiçbir koşulda, ne söylenirse söylensin anlatılanları dinlememe, dinletmeme şartlanmışlığı ile salonu doldurduğu anlaşılan maden yanlıları şirketin ortaya koyduğu oyunun birer parçası yapıldı. Bir konuşmacı, Bergama’nın ikinci bir doğa mezarlığı ile karşı karşıya olduğunu söylerken, maden çalışanları “Biz akıl değil ekmek istiyoruz” diye bağırıyorlardı. Kozak’tan gelen çevre derneği yöneticisinin olaya siyaset karıştırılmamasını isteyen, kendi zenginliklerini anlatan konuşması çoğu çevreci ile aralarındaki bakış açısı farkını ortaya koyarken, bu kişinin konuşması için neden madenin müdürünün büyük gayret gösterdiği de anlaşıldı. 
Yine Kazdağları’ndan gelen TEMA üyesi bir grubun Körfez Bekçileri sözcüsü konuşurken salonu terk etmesi çevre hareketi içinde yaşanan tartışma ve ayrışmaların bu tür mücadele alanlarında bile devam ettiğini de ortaya koydu. Kimya Mühendisleri Odası adına ÇED heyetine projeye karşı çıkışları ile ilgili bir rapor sunan oda başkanı Ertuğrul Barka, bu koşullar altında ÇED toplantısı yapmanın Bergen Sözleşmesine ve diğer kanunlara aykırı olduğunu söyleyerek çevrecilerin salonu terk edeceğini duyurdu. Çevrecilerin toplu halde salondan çıkışları ve otobüslerine binmelerine kadar geçen sürede maden çalışanlarını tartaklamaya varan tacizleri devam etti. Olası bir linç girişimi ancak jandarmanın araya girmesi ile önlenebilirken, maden çalışanlarının şirketin bu kışkırtması ile kendi yaşadıkları topraklarda yapılmak istenen ve çevrecilerce “ikinci doğa mezarlığı” olarak nitelenen atık havuzuna karşı çıkanlara yönelik bu davranışları Ertuğrul Barka tarafından şu sözlerle yorumlandı: “Kendi korkularını bastırmak için madenciler mezarlıkta ıslık çalıyor”. 
Eklenme Tarihi: 30 Kasım 2008

27 Kasım 2008 Perşembe

İlke değil, ilkesizlik kararı

 27 Kasım 2008
     
Allianoi’yi sular altında bırakacak ‘ilke’ kararına karşı Danıştay’da açılan dava görülürken İzmir’deki panelde ise idarenin ihmali vurgusu yapıldı

Allianoi Girişim Grubu, Allianoi ve Hasankeyf’in sular altında bırakılmasının önünü açan Koruma Yüksek Kurulu’nun “Baraj alanlarından etkilenen taşınmaz kültür varlıklarının korunması” ile ilgili ilke kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’a açtığı davanın duruşması görüldü. Duruşma öncesi Allianoi Girişim Grubu tarafından yapılan açıklamada, baraj alanındaki kültürel varlıkların korunmasına yönelik değerlendirmeyi barajı inşa edenlere devreden karar için “ilke değil, ilkesizlik, koruma değil, korumasız bırakma kararı” yorumu yapıldı.
Resmi Gazete’nin 27.10.2006 tarihli sayısında yayımlanan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 717 sayılı “Baraj alanlarından etkilenen taşınmaz kültür varlıklarının korunması” ile ilgili ilke kararı ile DSİ’ye, “barajın planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığının saptanması” halinde taşınmaz kültür varlıklarının “başka bir yere taşınması ya da belgelenerek su altında bırakılmasına karar” verme yetkisi tanınmıştı.
İlke kararı, Allianoi ve Hasankeyf’in sular altında bırakılmasına olanak tanıdığı gerekçesiyle büyük eleştiri toplamış, Allianoi Girişim Grubu öncülüğünde Arkeologlar Derneği, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Mimarlar Odası, İzmir Turist Rehberleri Odası ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin söz konusu ilke kararının 2. ve 3. maddesinin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’a başvurmuştu.
Kültürel miras baraja feda
Peyzaj Mimarları Odası yöneticilerinin de destek verdiği basın açıklamasında konuşan Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Alime Mitap, söz konusu ilke kararı ile Hasankeyf ve Allianoi gibi kültür mirası değerlerin kaderinin tamamıyla DSİ’ye bırakıldığını söyledi. Kültürel varlıkların yerinde korunması, taşınması veya su altında bırakılması ile ilgili değerlendirmesinin DSİ tarafından yapılmasını eleştiren Mitap, “ ‘Baraj mı, yoksa arkeoloji mi?’ değerlendirmesinin, barajı inşa edenler tarafından yapılması hangi tarafsızlıkla bağdaşır” diye sordu. Taşınmaz kültür varlıklarının çevresiyle bütün bir değer oluşturduğunu ve taşınma esnasında bu varlıkların zarar görmesinin kaçınılmaz olduğunu dile getiren Mitap, “Su altında bırakılmaları halinde, zaman içinde dolan baraj gölet alanından bu kütleyi kaldırıp kültür tabakasına ulaşmak ve sular altında kalan varlıkları tekrar gün yüzüne çıkarmak mümkün olmayacaktır” dedi.
Avukat Arif Ali Cangı da Koruma Yüksek Kurulu’nun kararının ‘ilke değil, ilkesizlik’, ‘koruma değil, korumasız bırakma’ kararı olduğunu belirterek, “Bu karar kültürel mirasın baraja feda edilmesidir. Tarihsel mirasların çamura, suya gömülmesine gerekçe yaratılıyor” diye konuştu. (Ankara/EVRENSEL)

Allianoi kaderini beklerken
İzmir İleri Teknoloji Enstitüsü’nde (İYTE) gerçekleştirilen “Allianoi Kaderini Beklerken” adlı panel tartışmalı geçti. Panel başladıktan sonra gelen ve Yortanlı Barajı’nın bir an önce su tutmasını isteyen aralarında belde belediye başkanlarının da bulunduğu 100 kişiden fazla kişi salonun yetersizliği gerekçesi ile panele alınmadılar.
İzmir Şehir Plancıları Odası tarafından İYTE Kampüsü’nde gerçekleştirilen panele 9 Eylül Üniversitesi ve İYTE öğrencilerinin ilgisi yoğun oldu. Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Başkanı Yrd. Doç. Dr. Tolga Çilingir’in yönettiği panelde ilk konuşmayı yapan 9 Eylül Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Prof. Dr. Emel Göksu, 1999 yılında seçildiği 1 No’lu Koruma Kurulu’nda Allianoi ile ilgili yaşanan süreci aktardı. Kurulun 1999 yılında cesur bir kararla Allianoi’yi 1. Derece SİT alanı ilan ettiğini aktaran Göksu, bu kararın 1.5 yıl boyunca ilgili yerlere dağıtılmadığını kendisinin tesadüfen öğrendiğini belirtti. Göksu, “İdarenin burada büyük bir ihmali var” dedi.
Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü Alime Mitap da Allianoi’nin kaplıca sularının İlya deresine boşaltılması ile ilgili bilirkişi raporlarına da dikkat çekerek, Allianoi’nin adım adım yok edildiğini kaydetti. Panele DSİ adına katılan Ahmet Tomar, fakirliğin çevrenin en büyük düşmanı olduğunu söyleyerek Yortanlı Barajı’nın ovayı sulaması ile 6 bin kişiye istihdam sağlanacağını iddia etti. Doğal ve Kültürel Çevre İçin Yaşam Girişimi Sözcüsü Tuncay Karaçorlu, Alliaoni’nin sular altında kalmasını savunanların hiçbir zaman bilimi rehber olarak almadığını belirterek, “Karşımıza hep rant temelli ısmarlama projelerle çıkıyorlar” dedi.


14 Haziran 2008 Cumartesi

İnay’daki ‘giz’ gerçek mi?!..



 14 Haziran 2008 00:00

Kışladağ Altın Madeni’ne karşı yıllardır direnen İnay köylüleri önceki gün Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam programı ekibini ağırladı.

Kışladağ Altın Madeni’ne karşı yıllardır direnen İnay köylüleri önceki gün Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam programı ekibini ağırladı. Geçmişi 2.800 öncesine, Likya Uygarlığına giden köyün kemerli köprüsünden geçtikten sonra ulaşılan 7 oluklu tarihi çeşmesinin avlusunda, dut ağaçlarının gölgesinde yapılan çekimlere köylülerin ilgisi yoğun oldu.
Son üç dört yıldır Bergama köylülerinin altın madenine karşı örnek olmuş mücadelelerinin bir benzerini veren İnay’lılar da yargı kararlarının uygulanmamasından doğan hayal kırıklıklarını gizlemiyorlar. Aynı Bergama’da olduğu gibi, hukuk mücadelesini kazanmalarına rağmen hükümetin madenci şirketten yana tavır takınması nedeniyle madenin çalışmasını önleyemeyen köylüler, kameralar aracılığı ile yaşam haklarına saygı gösterilmesini istiyorlar. Her gün diken üzerinde, siyanürle zehirlenme endişesi yaşadıklarını aktaran köylüler, bu endişelerini bir anlamda haklı çıkaran sakat ve ölü kuzu doğumlarının da sürdüğünü belirtiyorlar. Eski milletvekili Ural Köklü geçtiğimiz günlerde yağan yağmur sonrası Eşme’de 2006 yılındaki siyanür zehirlenmelerine benzer zehirlenmelerin tekrar görüldüğünü anlatırken, köylüler en yakınlarına bile duyurmak istemedikleri bir gizi taşıyorlar. İnay’da özellikle kadınlar, bu “giz”in fısıltı halinde dolaşmasının yarattığı korkunun büyüklüğünü gizleyemiyorlar…

Kabus gerçek mi oluyor?
Toplantıda ilk olarak konuşan İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü Muammer Sakaryalı Danıştay 6. Dairesi’nin Kışladağ Altın Madeni ile ilgili verdiği yürütmeyi durdurma kararının hala geçerli olduğunu belirterek, buna rağmen madenin yeniden açılarak çalışmaya başlamasını ülkeyi yönetenlerin hukuk tanımazlığı yüzünden olduğunu söyledi. Sakaryalı “Kışladağ altın madeni yasadışı çalışıyor, hükümet ve Tüprag şirketi yetkilileri hukuksuzluğu meşrulaştırmaya çalışıyor” dedi. Köyün eski muhtarı Mehmet Türel köylülerin siyanür korkusu nedeniyle kendi ürettikleri ürünleri yiyemez duruma geldiğini belirterek, hayvanlarının da bu sene yüzde 80-90 lara varan oranlarda ölü ve sakat doğum yaptıklarını aktardı. Türel, “5 ay oldu ölü kuzularımı gönderdiğim İlçe tarım bana yanıt veremedi. İzmir’den de bir yanıt gelmedi. Bu olaylar yarın çocuklarımızda da görülecek. İşaretleri var bunların” dedi.
Ural Köklü de Eşme’de yine yoğun zehirlenme olayları yaşandığını söyledi. Köklü; “Eşme’de yaşanan zehirlenmenin Hidrojen siyanürden olduğu kanıtlandı, ama yetkililer çokuluslu şirketlere diyet borcu ödemek için zehirlenmeyi örtbas ettiler. Eşme’de üç gün önce yağan yağmurun ardından 4-5 saat sonra onlarca insanın baş ağrısı, kusma isteği ve mide bulantısı gibi şikayetlerle Eşme Devlet Hastanesine koştu” dedi. İnaylıların yaşadıkları korku ve endişe her sözcüklerinden, her bakışlarından kolayca anlaşılabiliyorken, kendilerinin bile duymak istemedikleri, en yakınlarından bile sakladıkları bir fısıltı bizim kulağımıza kadar geldi; “Bazı organları eksik olan bir kız bebek doğdu”!... (Uşak/EVRENSEL)

Kadınların korkulu rüyası

İnaylı kadınlardan konuşanların hemen hepsi psikolojilerinin madenden bozulduğunu belirterek, en büyük endişelerinin ise çocuklarının sakat doğma olasılığı olduğunu söylüyorlar. Köylü kadınlardan Asiye Öztemel, “Altın madeni açıldıktan sonra içtiğimiz suyun bile tadını alamıyoruz. Kuzularımız, arılar yok oldu. Serçe kuşları azaldı, dağda tilkiler ölüyor. Üç yaşındaki çocuğum 1.5 yaşında görünüyor, gelişme bozukluğu varmış. Çocuklarımız kuzular gibi sakat mı doğacak korkusu ile yaşıyoruz. Bu hükümet bizim değil Kanadalı şirketin hükümeti gibi davranıyor. Biz köyümüzü ve yaşamı seviyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde alt çenesi olmadan doğan ve kısa bir süre sonra da ölen kuzusunu göstererek konuşan çoban Galip Sakarya, “Bu yıl köyümüzde yüzlerce kuzu sakat ve ölü doğdu. Ben 42 yıldır hayvancılık yaparım ama böyle kuzu doğumları görmedim. Bir felaket yaşıyoruz” diye sordu. Sakaryalı ölen kuzusunun incelenmesi için kuzuyu ilçe tarım müdürlüğüne götüreceğini söyledi.
Özer Akdemir

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Kışladağ’ın öte yüzü


  
 12 Mayıs 2008 00:00
    
Uşak’ın Eşme yakınlarındaki Kışladağ Altın Madeni’nde meydana gelen kazada bir işçi yaşamını yitirdi. Edinilen bilgiye göre Kanadalı Eldoradogold TÜPRAG şirketine ait altın madende geçtiğimiz günlerde, üzerine bir kamyonun kasasından düşen kayanın altında kalan 55 yaşındaki maden işçisi Rıza Yükselir olay yerinde yaşamını yitirdi

Uşak’ın Eşme yakınlarındaki Kışladağ Altın Madeni’nde meydana gelen kazada bir işçi yaşamını yitirdi. Edinilen bilgiye göre Kanadalı Eldoradogold TÜPRAG şirketine ait altın madende geçtiğimiz günlerde, üzerine bir kamyonun kasasından düşen kayanın altında kalan 55 yaşındaki maden işçisi Rıza Yükselir olay yerinde yaşamını yitirdi. Olayla ilgili soruşturma açıldığı öğrenildi.
Her şey TÜPRAG için
2006 yılında verilen “deneme izni” ile faaliyete başlayan maden, 9 Temmuz 2007 tarihinde Danıştay kararı ile kapatılmasına rağmen, Bergama Ovacık Madeni’ne benzer bir süreçten geçtikten sonra yeniden açılmıştı. Hükümetin her aşamasında destek çıktığı altın madeni, aslında maden karşıtlarının lehine olan bir yargı kararının zorlama yorumuyla yeniden üretime başlamıştı. Altın madeninin sahibi TÜPRAG şirketi, İzmir’in içme suyu havzasında bulunan Efemçukuru köyünde de altın madeni işletmek için tüm kapıları zorluyor. Madenin işletilmesinin önündeki en büyük engel olarak gösterilen Çamlı Barajı’nın yapımından vazgeçilince, madenin önü alabildiğine açıldı. Yılda 300 bin kişinin içme suyunu sağlaması amacıyla Büyükşehir Belediyesi tarafından projelendirilen Çamlı Barajı’nın yapımının TÜPRAG’ın altın madenini işletebilmesi için engellendiği, çevreciler tarafından sıkça dile getirilen ve kuvvetli delillerle desteklenen bir iddia durumunda. Baraj için gerekli olan ÇED olumlu belgesine DSİ’nin “İzmir’in suya ihtiyacı yok” raporu sonrası olur verilmezken, daha geçtiğimiz günlerde Büyükşehir Belediyesi, kentin 180 günlük suyu kaldığını ve susuzluk tehlikesi olduğunu açıklamıştı. Madene karşı çıkan köylülerin arazileri de Bakanlar Kurulu’nun “acele kamulaştırma” kararı ile şirketin altın madeni işletebilmesi için ellerinden alınmıştı.
1200 kişi siyanürden zehirlenmişti
Bir işçinin ölümüyle sonuçlanan kaza ile yeniden gündeme gelen Kışladağ Altın Madeni, özellikle yöre köylerden İnaylıların karşı çıkmasına rağmen Enerji Bakanı Hilmi Güler tarafından törenle açılmıştı. Dünyanın en vahşi yöntemi olarak nitelenen “yığın liçi” ile yapılan altın madenciğinin taşıdığı riskler, birçok kez bilim insanları tarafından gündeme getirilmişti. Resmi açılıştan 15-20 gün önce madende meydana gelen siyanür kazası sonrasında da Eşme ve çevresindeki köylerde 1200 kişinin zehirlenmesi, madenin ne derece büyük bir tehdit olduğunu gözler önüne sermişti. Zehirlenmelerin siyanür zehirlenmesi olduğu, kaymakamlığın ve Uşak Valiliği’nin engelleme çabalarına rağmen TTB üyesi hekimlerce alınan kan örnekleri ile kanıtlanmıştı.
Kol kola
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği Değişikliği’nin iptali için bir grup hukukçu ve meslek örgütü temsilcisi tarafından açılan davaya, Madencilik Sektörü Başkanlar Konseyi Birliği’nin davalı idareler yanında katılma isteminde bulunduğu öğrenildi. Madenci şirketler ve hükümetin bu şirketlerin işlerini kolaylaştıran yasa ve yönetmelik değişikliklerine karşı açılan davalara daha önceleri Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı ve Türkiye Maden-İş Sendikası, şirketlerin ve hükümetin yanında müdahil olarak katılıyordu. Son davaya müdahil olan “Madencilik Sektörü Başkanlar Konseyi Birliği” bünyesinde Türkiye Maden-İş Sendikası’nın yanı sıra Genel Maden-İş Sendikasının da bulunması dikkat çekti. (İzmir/EVRENSEL)
Özer Akdemir
      
https://www.evrensel.net/haber/224465/kisladag-in-ote-yuzu

10 Nisan 2008 Perşembe

Kimse konuşmuyor onunla ne rüzgar ne de İzmir


Özer Akdemir


Arşiv yazı:

10/04/2008
Kimse konuşmuyor onunla ne rüzgar ne de İzmir
Özer Akdemir

Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılı şerefine ülkenin dört bir yanına yapılan saat kulelerinden biridir İzmir Saat Kulesi. 1 Eylül 1900 yılında temeli atılırken, boş olan Konak Meydanı’nı güzelleştirebilmek adına, 10 arşın (7.5 metre) yüksekliğinde tahtadan bir maketi alana dikilip, ışıklandırılmış ilk kez.
Bugün, aradan 108 yıl geçtikten sonra, ilk günkü gibi ışıklar içinde ve tan vakti maviliği arasında tüm güzelliği ile salınmaktadır. Elindeki naylon poşetle dalgın dalgın yürüyen bir adam, ne Saat Kulesi’nin güzelliğinin, ne yanında yöresinde uçan güvercinlerin, ne de yeşil ışıklarla aydınlatılmış palmiyelerin farkındadır. “Kimse konuşmuyor onunla / ne rüzgâr ne de İzmir...” 
Güzel İzmir’in güzelliği, onu görebilen için biraz da. Gün ışımadan yollara düşüren geçim derdi, “derya içinde yaşayıp denizi bilmeyen” balıklara benzetiyor insanı. Saat Kulesi, göz ucuyla bakıp geçtiği köhne bir yapıdan farklı değil onun için. “Batık bir gemi / gibi uzaklaşırken ordan”, kulenin az ötesinde, iskelenin dibinde “Bulut suya değiyor / su zamana”... Yorgun şehir hattı vapurları erkenci yolcularını bekliyor, “ve yalnız çakıltaşları / değil aşınmakta olan...”

10.04.2008 
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=28701
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=541687415865615&set=at.123634057670955.13149.123575381010156.756809271&type=1&theater

12 Şubat 2008 Salı

Köylüler madeni istemiyor



 GÜNCEL
  
 12 Şubat 2008 00:00
      Flip
Son yılların en büyük çevre katliamı Uşak Eşme Kışladağ mevkiinde yaşanıyor. TÜPRAG altın madeni işletmeciliğinin siyanürle altın arama faaliyeti, bölgede yaşayan insanların hayatını tehlikeye atıyor.

Son yılların en büyük çevre katliamı Uşak Eşme Kışladağ mevkiinde yaşanıyor. TÜPRAG altın madeni işletmeciliğinin siyanürle altın arama faaliyeti, bölgede yaşayan insanların hayatını tehlikeye atıyor. Siyanür liçinin rastgele ağır metallerle dereye akıtılması bir çok bitki ve hayvan türünün yok olmasına yol açıyor. Bölgedeki çok sayıda insanda kanser vakaları görülüyor. Madendeki havuz sularının Adıgüzel barajına akıtılması sonucu barajdaki balıkların toplu ölümüne sebep oldu.
TÜPRAG Metal Madencilik’te örgütlü Maden-İş Hisarcık şubesi bölgede yaşayan binlerce üreticinin tepkisini ve mücadelesini görmezden gelerek madenin çalışmasını en hararetli bir şekilde savunmayı sürdürüyor.
Köylüler, ‘maden kapatılsın’ diyor
Madenin kapatılması için yıllardır mücadele eden İnay köylüleri Maden-İş’in bu girişimlerine karşı Tiritoğlu parkında ve başka bir çok yerde eylemler gerçekleştirdi. Son olarak 60 İnay köylüsünün verdiği dilekçeyle madenin tamamen kapatılması istendi. Madenin tamamıyla kapatılması için yeni eylemlere hazırlanan çok sayıda köylüyle konu üzerine görüştük.
Yaşar Gültekin: Maden-İş Hisarcık şubesi bizim mücadelemizi baltalamak için çocukların eline döviz vererek, ‘Babam eve ekmek getiriyor’ yaygarasıyla kuru bir hümanizm yapıyor. Mitinge topladıkları insanların büyük çoğunluğunu Uşak’ın dışından getirmişlerdi. Belli ki bu insanları para vererek tutmuşlardı. Ulaşım için tuttukları arabadan yedikleri kumanyaya kadar hepsini TÜPRAG şirketi karşılamıştı. Doğayı tahrip eden bu maden şirketinin Uşak’ta cirit atmasının temelinde madencilik yasası yatıyor. Meclisin çıkardığı bu yasayla ormanlarımız, tarım arazilerimiz bir bir yok ediliyor. Kaz dağı bunun en iyi örneğidir. Madenlerin çalışmasını biz de isteriz, ama siyanürle altın madenciliğinin yapılmasını istemiyoruz; çünkü doğamız yok olmayla karşı karşıya.
Hasan Yıldırım: Uşak’ta 300 köy ve kasaba var. Maden-İş Hisarcık şubesi 300 köy ve kasabadan insan getirmiyor, Uşak’ın dışından parayla insan getirip miting yapıyor. Kışladağ mevkii köylerinden bu mitinge sadece 4 tanıdığım insan katıldı. Geçenlerde rüzgarın esmesiyle bir yanık kokusu dudaklarımızı kuruttu ve gözlerimizi yaktı. O günden sonra doğan bir çok kuzu,oğlak ve buzağı gibi hayvanlarda şekil bozukluğu ve ölümler oldu. Bir tezgah var, Gümüşkol köyü bize karşı kışkırtılmaya çalışılıyor. Halbuki biz onlardan kız alıp vermişiz bir birimizi tanıyoruz yıllardır beraber yaşıyoruz. Benim tarımdan bugüne kadar 13 milyar zararım oldu. Köyde çalılar kurudu. Ceviz ağaçlarından ur çıktı. Kimine araba vererek, kimine borç, kimine de kredi vererek insanları kandırmaya çalışıyorlar. Farkında değiller ki, ülke yok oluyor. Biz sesimizi çıkarmayalım diye üzerimizde ağır baskılar uygulanıyor. Davamızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Nazmi Uysal: TÜPRAG şirketi yöre köylerini bir birine düşürmek bizi bölmek için bir çok oyun oynadı. En yakınımızdaki köyler, Kışla, Gümüşkol, Karacahmet uzun süre mücadelemizin yanında yer almadılar. Sonradan bizim mücadelemizi anladılar. Gümüşkol’da zehirlenme vakası oldu. Tonlarca ağır metalli sular yer altındaki su kaynaklarımıza zarar verdi. İçilebilir olan suların bir çoğu artık içilemez levhalarıyla kaplandı. Baskıyla Kışla köylerini yıldırdılar, bizden soyutlamaya uğraştılar.
Sait Akçay: TÜPRAG şirketi ve Maden-İş Hisarcık şubesi işi ekmek davasına çevirmeye başladılar. Bu doğru değil. TÜPRAG yetkilisi Mehmet YILMAZ, TV ve gazeteleri dolaşarak ne kadar yararlı bir iş yaptıklarının propagandasını yapıyor. Çevrenin yok olduğu bitki örtüsünün ve hayvanların katledildiğini gizlemeye çalışıyor. Ama giderek duyarlılık artıyor. Dün mücadelemizi seyreden Karacaahmet köyünden on arkadaşımız avukatları aracılığı ile hukuki süreçte bizim yanımızda yer aldılar. Çalışanlar muhatabımız değil, kimsenin ekmeğini engellemiyoruz. Ama on yıl sonra bu şirket gidecek, biz yine yüz yüze bakacağız. Bu mücadele ülkemizin bağımsızlığı ve onuru içindir. Onurumuzu yabancı şirketlere çiğnetmeyeceğiz.
İbrahim Öztemel (Kuzularını yitiren üretici): Rüzgarın etkisiyle yayılan gaz ve kokularla hayvanlarımız öldü. Sakat doğumlar arttı. Çok sayıda kuzum telef oldu. Köydü şu anda karantina uygulanıyor. Maden faaliyeti tamamıyla durmazsa ve biz mücadeleyle bunu engellemezsek hepimiz zamanla kanserle boğuşup öleceğiz.
Süleyman Alpaslan (Karacaahmet eski köy muhtarı): Yöremizde beyaz tilki türleri yaşıyordu. Şimdi bunlardan bir tane bile kalmadı. Dere yatağına yağmur yağmamasına rağmen sel gelmiş gibi metal atıklı sular bırakıldı. Yer altı sularımız kirlendi. Gediz çayına akan suların Adıgüzel barajına dolmasıyla toplu balı ölümleri oldu. 94’te muhtardım o zaman köyümüzün bütün suları içiliyordu. Ama şimdi bütün sularımıza içilemez raporu verildi. Bizim yaşam hakkımız elimizden alınıyor. (Uşak/EVRENSEL)

Köyler karantinada

İlk kez gazetemiz tarafından “Kuzuların Sessizliği” başlığı ile duyurulan Kışladağ Altın Madeni yakınlarındaki İnay köyünde meydana gelen kuzu ölümlerine Uşak Valiliği el attı! Valilik ölümlerin nedenini araştırmak ve köylüleri bilgilendirmek yerine köyü karantinaya alarak küçükbaş hayvan alım satımını yasakladı.
Köy muhtarına sözlü olarak iletildiği bildirilen valilik talimatına göre köylülerin hayvanlarını otlatması da yasaklandı!
Yüzde 70-80’lere varan oranda ölü ve sakat doğduğunu aktarmışlardı. Köydeki sakat ve ölü kuzu doğumları ile ilgili İnay’da köylülerle yaptığımız görüşmeler “Kuzuların sessizliği” başlığı ile gazetemizde haberleştirilmesinin ardından ardından Uşak Valiliği Tarım İl Müdürlüğü aracılığı ile, Ulubey Tarım İlçe Müdür ve iki veterineri köydeki bu olayları incelemek üzerine görevlendirmişti. Görevliler köyde kimin ne kadar kuzusunun sakat ve ölü doğduğunu araştırıp, sayısal bilgilerle birlikte sakat ve ölü kuzuların da incelemesini yapmıştı. Bu heyetin incelemelerinin ardından geçtiğimiz günlerde köye gelen bir başka veteriner heyeti tarafından İnay köy muhtarına Uşak Valiliği’nin köydeki küçük baş hayvanların alım-satım ve otlatılmasının yasaklandığı emri iletildi. Valiliğin bu emrinin yazılı olmaktan öte sözlü olduğu öğrenilirken, emrin ardından köy de 1 ay süreyle küçükbaş hayvanların alım-satım ve otlatılmasının yasaklandığı dile getiriliyor.
Şap gerekçesi kabul görmüyor
Yasaklama nedeni olarak köylülere kuzu ölümlerini araştırılması gösterilirken, köylüler, bir veterinerin “Şap hastalığı” olabileceği savının ise heyetteki diğer veterinerler tarafından bile kabul görmediğini aktardılar. Kuşkusuz karantinadan en olumsuz etkilenen kesim olan çobanlar ise dertlerini anlatacak yetkili bulamamaktan şikayetçiler. Çobanlar yıllardır hayvancılık yaptıklarını ve Şap hastalığını çok iyi bildiklerini aktararak kuzu ölümlerinin şaptan kaynaklandığı savına şiddetle karşı çıkıyorlar. İlgililerin kuzu ölümlerinin nedenlerini araştırmak yerine ölümlerin basına yansımasından sonra adeta kendilerini cezalandırdığını söyleyen çobanlar, şap hastalığı gerekçesi ile koyunlara otlatma yasağı getirilmesinin de şimdiye kadar görülmemiş bir şey olduğunu söylediler. İnay köyü çobanları şimdi mağduriyetlerinin giderilmesi ve karantinanın kaldırılması için Uşak Valiliğine başvurmayı tartışıyorlar. (İzmir/EVRENSEL)
Haşim Demir - Özer Akdemir
      

1 Şubat 2008 Cuma

Yitik kentin kedisi!




Özer Akdemir
Su perisinin kenti Allianoi’yi İlya’nın kedisi bekliyor şimdi. Antik kent sular altında bırakılmamalı
Yeniden dikilen her sütun, toprakta kazılan her oda, bir kez daha gün ışığı gören her mozaik yitip gitsin isteniyor. Üzeri yeniden doldurulacak tarihin. Allianoi, yitik bir kent olacak yeniden ve ‘su perisinin yurdu’ suyla örtülerek unutturulacak bu kez. Allianoi şimdiden yitik bir kent gibi kendi sessizliğine terk edilmiş. Her şey geride bırakılıp gidilmiş. İlya’nın kedisi bekliyor şimdi, su perisinin kenti Allianoi’yi…
“Cerenimo öldü, sihir bozuldu”
Daha Bergama’yı çıktıktan hemen sonra İvrindi yol ayrımındaki tabeladan belliydi aslında nasıl bir manzara ile karşılaşacağımız. Allianoi’ye giden yolun üzerine dikilen, 1800 yıllık sağlık yurdunun korunması gerektiğine işaret eden tabeladaki yazılar boyalarla kapatılmış, üzerlerine simsiyah harflerle “Su-baraj istiyoruz” yazılmıştı. Öğleden sonra güneşi, antik kentin ortaya çıkarılan kalıntıları üzerine vurmuşken vardık Allianoi’ye. Antik kentin ancak yüzde 30’unun gün yüzüne çıkarıldığı kalıntıları İlya Çayı’nın her iki yanına uzanmıştı. Çayın üzerinde bulunan ve 1992 yılında restore edilen Roma Köprüsü’nden geçerken, kalıntıların arasından çıkan bir kedi miyavlayarak yanımıza geldi. Allianoi’yi bulan arkeolog ekibin başkanı Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr Ahmet Yaraş hocanın kızı İlya’nın kedisi Makarna’ydı bu. Sevecen mırıltılar eşliğinde ayaklarımıza dolanan Makarna, sanki bize rehberlik etmek istermiş gibi hemen önümüze düştü. Geçen yıl kazı yerinde bulunan üç köpek kimliği meçhul kişilerce zehirlenmiş, sadece Makarna kalmıştı geriye. Bu köpeklerden arka ayağı sakat olan Ceronimo kazının maskotu olmuştu. “Ceronimo Allianoi ile bütünleşmişti adeta. Bütün görüntülerde, fotoğraflarda o da vardı. Onu öldürmelerinden sonra sihir bozuldu” diyordu Ahmet Hoca, son görüşmemizde.
 
Çocuklarımız için…
Allianoi’yi bulan ve tüm yokluklara rağmen özveri ile çalışan Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr Ahmet Yaraş ve ekibine bu yaz kazı izni verilmedi. İlk sene kazının ödeneğini kestiler ama heyetin çalışmalarını engelleyemediler. Allianoi kazısı gönüllülerin topladığı paralarla sürdürüldü. Geçtiğimiz sene ise Kültür Bakanlığı kazı için gerekli izni vermedi. Antik kenti çocukları gibi gören kazı heyetinin onun baraj suları altında kalmasını önlemek için verdiği mücadele, yetkililerin bir hayli canını sıkmıştı.
Arkeologlar, Yortanlı Barajı suları altında kalacak olan antik kentte kurtarma kazısı yapmak yerine, normal bir kazı çalışması yapmakla suçlandı! Allianoi’yi insanlık tarihine yeniden sunan arkeologların onu kurtarmak için çalışmalarından daha doğal ne olabilirdi ki? Son olarak Koruma Kurulu tarafından baraj su tutmadan önce üzeri mille kapatılması kararlaştırılan Allianoi’de, Şubat sonuna kadar rölöve çalışmalarının bitirilmesi öngörülüyordu.
Bu kadar kısa bir zamanda bu kadar fazla eserin rölöve çalışmalarının yapılabilmesi için hummalı bir uğraş ile karşılaşacağımız düşüncesi ile gittiğimiz antik kente uzun zamandır kimsenin uğramadığı belli oluyordu. Kazı yerinin iki bekçisinin işlerine çoktan son verilmişti. Bomboş görünen kazı bölgesinde aylar öncesinden asılan pankartlar ve tabelalar, yıpranmışlıklarına rağmen asıldıkları yerlerde hala duruyorlardı. Oymalı sütun başlıklarının ve çeşitli yapı taşlarının ardındaki bir duvara “Allianoi çocuklarımız için var olmalı” pankartı asılmıştı. Cerenimo’nun kulübesinin yanında bulunan küçük bir barakanın duvarında ise “Allianoi sular altında kalmasın” yazıyordu. Kazı alanı içerisinde bulunan diğer yapıların üzerlerinde de antik kentin korunması, sular altında bırakılmamasını isteyen yazılar göze çarpıyordu. (Bergama/EVRENSEL)


Su Perisinin hüznü

Kazı dönemlerinde her zaman cıvıl cıvıl bir canlılığın olduğu yemek yenilen küçük barakanın kapısı kilitliydi. Günün yemek listesini gösteren beyaz tahtanın üzerinde son yenen yemeğin adı hâlâ okunuyordu; “Menemen, peynirli makarna, kavun”… Bir zamanlar bir çay içimi soluklanılan çardağın altı şimdi cam kırıkları, kağıt parçaları ile doluydu. Sanki, duvarlardaki pankartın üzerinde resmi bulunan Su Perisi (Nymphe)’nin hüznü sinmişti her yana. Buğuların yükseldiği hamama tahta korkuluklarla çevrilmiş gezi yollarından geçerek ulaştık. Makarna, yine ayaklarımızın dibinde dolanıyor, kamera çekimi yapan arkadaşımızın rahat çekim yapmasını engelleyecek kadar sırnaşıyordu. Tahta gezi yolunun aşağısında kalan ve şu anda Bergama müzesinde sergilenen Nymphe heykelinin bulunduğu bölmede, heykelin bir fotoğrafı duruyor şimdi. Sütunların bulunduğu oda sularla dolmuş, yosun yeşiline bürünmüş sular tabanındaki mozaiklerin görünmesine engel oluyordu. Hamam bölümüne girdiğimizde sıcak bir buğu yüzümüze çarptı önce. Ardından buharların gerisinde fokurdayan üzeri kapalı havuz göründü. Duvarları sarmaşıklar ve yosunlarla kaplanmıştı. Havuzunun suları 1.800 yıl önce olduğu gibi aynı devinimle kaynamaya devam ediyordu. İkindi güneşi sütun başlıklarını sarı bir renge bürüyerek akşam alacasına doğru yol alırken, çayın öte yanında kalan kazı alanını gezmeye vaktimizin kalmadığını anladık.
 01/02/2008
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=24442

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...