26 Ekim 2014 Pazar

‘Zeytine ve incire and olsun ki’*


Özer Akdemir

Soma Kamyon Garajının yanı başında bulunan “görkemli” caminin süslemelerine bakıp “buraya harcadıkları parayı iş güvenliğine harcasalardı 301 işçi...” diye başlayan cümlesinin sonunu getirmiyor arabadaki arkadaş. Kafasını sallıyor sadece, düşünceli düşünceli.

TERMİK SANTRALİN ÖLDÜRDÜĞÜ İNSANLAR


Yırca Köyüne, (şimdi mahalle oldu) giden yolu ararken karşımıza çıkan bu her tarafı oymalarla süslenmiş camiinin önündeki yola girdiğimizde termik santralin yüksek bacaları solumuzda kalmıştı. Santrale doğru sapan yolun başında durduk. Bacasından, tesislerinin olduğu yerden sürekli beyaz dumanlar çıkaran termik santralin görüntüsünü almak istiyorduk. Yolun karşısına geçtiğimizde aslında bir mezarlığın yanında olduğumuzu anladık. Önde sıra sıra mezarlar, arkasında homurdanarak dumanlar çıkaran upuzun bacalarıyla termik santral! Birbirini tamamlayan bir kare olduğunu düşündük ve aklımıza “önde mezarlar arkasında termik santral, ya da termik santralin öldürdüğü insanlar” düşüncesi geldi, hemen...

YIRCA’NIN ZEYTİNLERİ

Tozdan kararmış, yapraklarının rengi belli olmayan ölgün ağaçların arasından geçerek girdiğimiz yol bizi Yırca’ya götürecekti. Bizden önce giden arkadaşların tarifine uyuyordu yol. Tonlarca ağırlıkta kamyonların her gün yüzlercesinin geçtiği yol, toz, çamur ve öbek öbek su birikintilerinden oluşuyordu. Yüksekliği fazla olmayan bir alt geçitten geçtikten sonra sıra sıra kamyonların düzensiz biçimde yolun iki yanına park ettiği bir yere geldik. Kömür taşıyan, kül taşıyan, termik santrale ve kömür ocaklarına malzeme taşıyan kamyonlar bunlar. Termik santral yine solumuzda kalıyordu. Onlarca kamyonun yarattığı trafik keşmekeşinden güç bela sıyrılıp çıktığımız yolun biraz ilerisinde, zeytinlik bir ova gözümüze çarptı. Yolun yanına, tel örgülere asılı gördüğümüz “kömür için zeytine kıyma” pankartı burasının Yırca Köylülerinin korumak için günlerdir direndiği zeytinlikler olduğunu gösteriyordu. Köyle termik santral arasında kalan bu geniş düzlük, köyün elinde kalan son geçimlik tarım toprağıydı.

DİRENİŞ ATEŞİ

Köy yolundan sola doğru ayrılan, zeytinliklerin olduğu ovaya inen toprak yol, boylu boyunca yüksek tel örgülerle çevrelenmişti. Yolun başında ve 200 metre ilerisinde iki bekçi kulübesinin önünde özel güvenlikçiler bekliyordu. Gelen geçen araçların plakasını not eden özel güvenlikçiler, üst perdeden sertçe bakmayı da ihmal etmiyorlardı. Bu yol, Yırca köylülerinin zeytinliklerinin kesilmesini önlemek için nöbet tuttukları küçük kulübenin önünden geçiyordu. Koca bir çınar ağacının yanı başındaki kulübenin önünde, büyük bir varil içinde ateş yanıyordu. Kasvetli, puslu hava, bazen çiseleyen yağmurla iyice serinleyince, nöbet yerindeki köylü gençler varilin içine biraz daha odun parçası atıyorlardı.

ÇOCUKLUĞUMUZU ALDILAR


Ege’ye özgü kubbeli tandırın ocağındaki közde çay demlenirken, nöbet tutanlarla sohbet ettik. Bir gece yarısı, şirket kepçelerinin zeytinliklerine girerek ağaçlarını kesmeye başlamaları üzerine köylüler kesime müdahale etmişler. İki haftadır da zeytinliklerin yanı başındaki bu küçük kulübede nöbetleşe bekliyorlar. Gündüzleri kadınların da geldiği kulübe de geceleri 4-5 genç sabaha kadar çevredeki hareketleri gözlüyormuş.

“Dava açtık” diyor bir köylü, “en azından oradan çıkacak sonucu beklemeleri gerekiyor”. Başka bir köylü, arazide 17 bin zeytin ağacı olduğunu belirterek, “Bunlar bizim son geçim kapımız. Bunları da elimizden alırlarsa gidecek bir yer, yiyecek lokmamız kalmayacak”. Düz ovanın ötesinde görünen yassı tepecikleri eliyle işaret eden orta yaşlı bir köylü ise, “Çocukluğumuz şu kül barajının ötesindeki ovalarda geçti. Oynayarak, tarlada çalışarak. Şimdinin gençleri çocukları bilmezler oraları. Bizim çocukluğumuzu aldılar elimizden, şimdi de geleceğimizi istiyorlar”. Bu sözleri söyleyen köylü yanına doğru gelen 13-14 yaşlarındaki çocuğu göstererek, “oğlum, nöbete geldi. Bizim derdimiz bunlar için artık” diyordu.

DİRENMEK SİZİN ÖDEVİNİZ


Köy meydanındaki kahvede sohbet ederken Yırca’nın Soma’dan çok daha önce önce kurulduğunu söyledi bir köylü. Tütün yetiştirip kırdıkları günleri özlemle anlattılar. Özellikle kadınlar. “Hepimiz astım bronşitiz” diyor maviş gözlü beyaz tenli bir kadın. Konuşurken arada tıkanıyor gerçekten, öksürüyor. Bir başkası 1980’lerde faaliyete geçen ilk termik santralin “soğutma suyunu köye vereceğiz, sıcak su, ısınma sorununuz kalmayacak” sözünün nasıl yalan çıktığını anlatıyor. Birkaç kilometre uzaklıktaki santral nedeniyle tarlaları artık ürün vermez hale gelmiş.

Ellerinde kalan son arazilerin, zeytinliklerinin Bakanlar Kurulu tarafından acele kamulaştırma ile Kolin Şirketler grubuna verildiğini internetten, gazetelerden öğrendiklerini söylüyor muhtar. “Kimse bize bir şey söylemedi, sormadı. Halkı bilgilendirme toplantıları yapmışlar güya, köylüler burada bir tanesi katılmışsa çıksın söylesin”.

EGEÇEP’in avukatı Arif Ali Cangı, 2. Dünya Savaşı zamanında çıkarılan acele kamulaştırma kararının günümüzde AKP hükümeti tarafından köylünün mülksüzleştirilmesi için kullanıldığını aktararak, “Direnmekten başka çareniz yok. Anayasa çevreyi koruma ödevi veriyor size. Siz de bu ödevini için, geleceğiniz için direnin, isyan edin” diyor.

KÖYLÜ MİLLETİN ENAYİSİ!

Köy meydanında bir çember halini alan kalabalığın dışında konuşmaları dinliyordu. Sakalının ve yüzünün belli bölgelerindeki siyah toz izleri vardı. Tamamı beyazlamış saç ve sakalında bu izler onu daha da yaşlı gösteriyordu. Ellerindeki karalık ise teninden çok, tırnak aralarında ve derisinin çatlaklarında belirgindi. Kocaman yassı iki patlıcanı andıran elleri nasır içindeydi. Yakasız siyah ince bir kazağının üzerinde siyah toz izleri ile daha yeni kömür ocağından çıkmış bir işçiyi andıran 50 yaşlarındaki adam, bir köylü kadının konuşmasının ardından oluşan sessizliği bozdu; “Köylü bu milletin enayisi. Evet, efendisi değil enayisi! Bu hükümet böyle görüyor. İki kilo şeker götürürüm reylerini alırım diyor. Ben hurdalardan kömür toplamakla geçiniyorum artık. Tarımı bitirdiler bu pisliğe muhtaç ettiler bizi”.

İNANCIN İKİ YÜZÜ!


Yırca’nın zeytinliklerinin üzerine sinen yapışkan pusun ardında eski termik santralin bacaları yükseliyor. Dumanlar, pusa karışıyor. Yolda gelirken gördüğümüz camiinin minaresinden okunan ikindi ezanının sesi duyuluyor. Kur’an da Tin suresi 1. ayetinde “ İncir ve zeytine and olsun” diye yemin eden bir dinin inananlarını ibadete çağırıyorlar. Dindar nesil yetiştirme çabasında olduklarını açık açık söyleyen iktidarın, köylünün elinden zorla alarak kesmesi ve yerine termik santral yapması için yandaşına verdiği 17 bin zeytin ağacının yapraklarından süzülüp geliyor bu ezan sesi. “Zeytine ve incire and olsun ki”, iki yüzlüsünüz!..

* “Vet tiyn vez zeytun” (Tin Suresi 1. Ayet)
Eklenme Tarihi: 26 Ekim 2014
Yayınlandığı yer Evrensel Pazar Eki
http://www.evrensel.net/haber/94721/zeytine-ve-incire-and-olsun-ki

İlgili haberi bağlantıdan okuyabilirsiniz:
Geçmişimizi aldılar sıra zeytinlerimizde
https://www.facebook.com/Dogaicinelele/photos/pb.123575381010156.-2207520000.1414129170./842181069149580


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...