Özer AKDEMİR
Neredeyse iki insan boyu tel örgülerle çevrili maden alanına açılan demir kapının gerisindeki güvenlik görevlisine doğru yönelen köylü kapının parmaklıklarına asılarak “Burası benim toprağım. Ben bu toprağa giremiyorsam o soyguncular da giremez” diyordu. Eli arkada, başı önde konuşmaları dinleyen güvenlikçi sessiz kalırken, yanındaki kurt köpeği tehditkar biçimde havlıyordu.
Neredeyse iki insan boyu tel örgülerle çevrili maden alanına açılan demir kapının gerisindeki güvenlik görevlisine doğru yönelen köylü kapının parmaklıklarına asılarak “Burası benim toprağım. Ben bu toprağa giremiyorsam o soyguncular da giremez” diyordu. Eli arkada, başı önde konuşmaları dinleyen güvenlikçi sessiz kalırken, yanındaki kurt köpeği tehditkar biçimde havlıyordu.
Kapının öbür tarafındaki manzara içler acısıydı. Bir tepe
düşünün; üzeri tamamen kestane ağaçları, fındık bahçeleri ile kaplı. Bunların
arasında yer yer orman gülleri, dikenli sarmaşıklar, kirmit mantarları. Yılın
çoğu mevsimi yağmurlu, nemli toprak buğu buğu tütüyor. Tepenin orta yerinden
bir su kaynıyor. İnsan gövdesi kalınlığında. Buz gibi. Tatlı mı tatlı, neşeli
bir su. Suyun çevresinde yaban hayvanları. Karacalar, dağ keçileri, domuzlar,
tilkiler, tavşanlar, türlü türlü kuşlar. Tepenin hemen sağ tarafına düşen
yüksek kayalıkların ortasındaki kaya mezarlarından birisine tünemiş bir doğan
avını gözlemekte. Yemyeşil bir vadi uzuyor aşağı Ünye Ovası’na doğru.
TEPE O TEPE DEĞİL ARTIK
Tepenin ardı Fatsa. Ünye ile Fatsa’nın tam ortasında kalmış,
sınır çizgisi gibi. İşte şimdi o tepe yok! Var da tepe o tepe değil artık.
Üzerindeki ne kadar ağaç, bitki, kaya, toprak... ne varsa sıyrılıp alınmış.
Ortasındaki suyu bile yok etmişler. Düzledikleri yere siyah, geniş, kalın
plastik örtüler seriyorlar. Bir yanda iş makineleri kum çakıl taşıyarak bu
düzlenen alana sererken, diğer yanda bunların üzerine siyah plastik örtü yayma
işi devam ediyor.
Tepenin yanı başına açılan yol genişletilmiş. Yol ile
kayalık arasından bilek kalınlığında bir su aşağı doğru süzülüp gidiyor. Bizi,
şimdi yaralı, derisi parçalanmış bir aslan gövdesine benzeyen tepeyi daha iyi
görmemiz için sık ormanın içinden geçirip zirvesine çıkaran Tepeköylü Ramazan,
yol dibinde akan suyun tepeden doğan neşeli, gür su olmadığını söylüyor. “O
suyu aldılar ama ne yaptılar bilemiyoruz” diyor.
FINDIKLARIMIZ OLMAZSA...
70 yaşının bilgeliği ve yorgunluğu yüzüne yansıyan Esendere
köylüsü Nazmiye Gürses’in “Oraya ulu tepe derdik” dediği tepenin
görüntüsü korkunç Kocahisar Mahallesinden. Mahallenin kadınları yüzünü buruşturarak
bakıyorlar tepeye. Gözlerindeki hüznü gizlemeden.
“Gece gündüz devam ediyorlar çalışmaya. Bayramları da yok
baksana” diyor Nazmiye Gürses. Saniye Kalyoncu tepenin iki yıl önceki durumunu
anlatıyor; “Hep kestane ağacıydı, fındık bahçesiydi. Kestane, kirmit
topluyorduk. Kimse bize bir şey sormadı bu hale getirirken. Ama tozdan
gürültüden biz uyuyamıyoruz.” “Geçim kaynağımız fındık bizim” diyen Fadime
Güney ise eşinin çocuklarının gurbete çalışmaya gitme olasılığı
endişelendiriyor. “Bunlar çalışırsa fındık olmaz. Çocuklarımız gurbete mi
çıksın şu saatten sonra. nereye gidelim”.
İlknur Güney evlerindeki çeşmeden akan suyun bile o tepeden
geldiğini belirterek, “Her şeyimiz o tepeden geliyor. İstemiyoruz madeni”
diyor.
SİZ DE ANA EVLADISINIZ
Sık ormanların içerisinden kıvrıla kıvrıla inen toprak yolun
çeşitli yerlerinde küçük su gölcükleri oluşmuş. Araçların çamura saplanmaması
için usta şoför dikkati gerekiyor. Köylülerin eylemlerinin ve madene
yürüyüşlerinin ardından yüksek tel örgülerle çevrilen maden sahasından iş
makinelerinin, kepçelerin, fosforlu yelekleri ile işçilerin hummalı çalışmaları
aralıksız sürüyor. Maden sahasını geçtikten, tepenin öbür yüzüne doğru
ilerlediğiz de toprak yolun biraz daha genişlediği görülüyor. Altın madeni
kamyonları geçsin diye yapılmış bu işlem. Yol tam Tepeköy Mahallesi’nin içinden
geçiyor. 30-40 tonluk kamyonların günde onlarca kez geçtiği yolda yer yer
çukurlar, göçmeler olmuş. Köylülerin derdi ise sadece toz, gürültü, yolların
bozukluğu değil. Köyün girişinde, yol kenarındaki evinde meydana gelen
çatlakları gösteren Mehmet İnan, çatlakların maden kamyonlarının geçişi
sonrası oluştuğunu söylüyor. Çatlakları sıvalarla kapatmaya çalışan İnan can
güvenliklerinin olmadığından yakınıyor.
82 yaşındaki Emine Atarsa kamyonlar geçerken evden dışarı
kaçıyormuş; “Zelzele oluyor sanıyorum. Korkuyorum. Adamım 85 yaşında o yataktan
çıkamıyor. Bir hale yola koyun bunu, siz de ana evladısınız”.
SU NASIL İÇİLEMEZ OLDU?
Köy meydanında toplanan köylülerin ortak tepkisi de talebi
de yaşamlarına kabus gibi giren altın madeninin kapatılması. Kimi evlerinin yan
yattığından, kimi ürünlerinin yetişmediğinden, gürültüden dert yanıyor. Halil
Bicil, 2012 yılında birinci sınıf su raporu verilen köy içme sularına maden
çalışmalarının ardından “3. sınıf su, içilemez” raporu geldiğini aktararak, “Ne
değişti iki senede” diye soruyor. Altın madeni ile hükümet arasındaki
ilişkilerin boyutunu yaşayarak öğrendiklerini söyleyen Bicil, “Biz bu madeni
mahkemeye verdik aylardır bir karar gelmedi. Oysa Bakanlar Kurulu bunlar için 1
saatte karar çıkarıyor. Bu hükümet, bu bakanlar kimin bakanı?”
AĞAÇ MEZARLIĞI
Halil Bicil, madenin şu ana kadar on binlerce ağacı
kestiğini, her gün ağaç katliamının devam ettiğini belirterek, çoğu ağacın da
toprağa gömüldüğünü ileri sürüyor. Bicil’in bizi götürdüğü yerde onlarca çam
ağacının kesilmiş olduğunu, bir kısmının yarısına kadar toprağa gömüldüğünü,
bir kısmının gelişi güzel uçurumlardan atıldığını gördük. Onlarca yaşındaki
çamlar, kestaneler boylu boyunca uzanmışlar yere. Çoğunun artık dalları
yaprakları kurumaya başlamış. Adeta bir ağaç mezarlığını andıran bölge, maden
işletmesinin bulunduğu tepenin öteki yüzü. Burada da geniş yollar açılmış,
sondaj kuyuları, işaretlenmiş ağaçlar göze çarpıyor. Bilek kalınlığında mavi plastik
borular uzuyor bu sondaj kuyularının arasında. Toprağın belli bölgelerinden
çıkan, belli bölgeleri yeraltına gömülmüş olan bu mavi borular Kaz Dağlarını,
Ağı Dağının iki yıl önceki durumunu anımsatıyor. Ağı Dağı da, tıpkı Fatsa’nın
bu tepeleri gibi, üzerinden, içinden geçen mavi borularla, serum takılmış,
bilinci yitik komadaki bir hastayı andırıyordu. Geniş maden yollardı için
kazılan tepenin görüntüsü ise tıpkı Bergama’nın Kozak Yaylasında, orman yeşili
örtüsü tam ortasından yarılarak kızıl, sarı toprağı gün yüzüne çıkarılan
Çukuralan madenine benziyordu.
ÖNCE AĞACI ÖLDÜRDÜLER
Yazının soruna gelmiştim ki, Metalurji Mühendisleri Odası
eski Genel Başkanı Cemalettin Küçük aradı. Altın madenleri konusunu Türkiye’de
en iyi bilin mühendislerden birisi. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan mitingin de
konuşmacılarındandı. “Plastik örtüyü sermişler. 15 gün önce gezdiğimde daha
yeni başlıyorlardı havuz yapımına. Çok hızlı ilerliyor bunlar. Halkın
tepkisinden çok korkmuşlar.”
Ünye ile Fatsa arasında şimdilik bir ağaç katliamı, doğa katliamı var. Siyanürlü altın işletmesi çalışmaya başladığında diğer canlıların yanı sıra yöredeki köylülere de gelecek sıra. belki bir siyanür kazasının ardından hızlıca, belki de toprağa, suya havaya karışan zehrin zaman içindeki etkisi ile lavaş yavaş gelecek yaşamın sonu. Ünye ile Fatsa arasında sessiz bir ölüm kol gezecek!...
Ünye ile Fatsa arasında şimdilik bir ağaç katliamı, doğa katliamı var. Siyanürlü altın işletmesi çalışmaya başladığında diğer canlıların yanı sıra yöredeki köylülere de gelecek sıra. belki bir siyanür kazasının ardından hızlıca, belki de toprağa, suya havaya karışan zehrin zaman içindeki etkisi ile lavaş yavaş gelecek yaşamın sonu. Ünye ile Fatsa arasında sessiz bir ölüm kol gezecek!...
www.evrensel.net
Eklenme tarihi: 2014-10-12 08:45:16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder