28 Şubat 2018 Çarşamba

Konaktepe barajı su tutarsa Dersim Ovacık su altında kalacak




 28 Şubat 2018 13:36
   
Dersim Ovacık’ın bir bölümünü baraj suları altında bırakmayı öngören Çevre Düzeni Planı yargı kararlarına rağmen onaylandı. 

Konaktepe barajı su tutarsa Dersim Ovacık su altında kalacak
Özer AKDEMİR
İzmir
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandığı duyurulan Malatya, Elazığ, Bingöl ve Tunceli Çevre Düzeni Planı, Dersim Ovacık ilçesinin bir bölümünün Konaktepe Barajı suları altında kalmasını öngörüyor. Baraj suları tutarsa Ovacık taşınacak. Danıştay'ın konu ile ilgili “ÇED yapmadan plan yapılamaz" diyen iki ayrı kararı olduğunu ifade eden Tunceli Barosu Başkanı Avukat Barış Yıldırım bu kararın hukuken yok hükmünde olduğu görüşünde.
KALKINMA SÜRSÜN DİYE
Malatya, Elazığ, Bingöl ve Tunceli 1/100.000'lik Çevre Düzeni Planı Değişikliği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı. Konuya dair yapılan açıklamada 2040 yılını hedef alarak hazırlandığı belirtilen planın sürdürülebilir kalkınma perspektifini taşıdığı dile getiriliyor. Bunun için "doğal, tarih ve kültürel kaynakların rasyonel kullanımı" vurgusu öne çıkarılırken, "bölgenin ekolojik dengesinin korunması, konut, tarım, sanayi, turizm gibi arazi kullanım kararlarının düzenli ve dengeli gelişiminin sağlanması" gibi unsurların da gözetildiği ileri sürülüyor. 
BARAJ  SU TUTARSA OVACIK TAŞINACAK!
Munzur Vadisi'nde yapımı planlanan baraj ve HES'lerle ilgili öngörülerin de yer aldığı planın dikkat çeken ayrıntılarından birisi ise Dersim Ovacık ilçesini ilgilendiriyor. Plan Açıklama Raporunun 139. sayfasında yer alan bilgilerde Konaktepe Barajı yapılırsa Ovacık ilçesinin bir bölümünün sular altında kalacağı öngörüsü yer alıyor.  Planın Ovacık İlçesi ile ilgili bölümünde aynen şu cümleler yer alıyor: “Munzur Vadisi Milli Parkı içerisinde yapılması söz konusu olan Konaktepe Baraj Gölü'nün Ovacık yerleşimine olası etkileri göz önüne alınmış ve söz konusu barajın uygulamaya geçmesi ile baraj altında kalacak yerleşimler için ilgili kamu kurum ve kuruluşlardan alınacak görüşler doğrultusunda, yeni yerleşim alanına taşınması durumunda mevcut plan ve eşikler göz önünde bulundurularak, Ovacık yerleşimine ait 2040  yılı için gelişme alanı 51 ha olarak belirlenmiştir".
Barış Yıldırım
BU PLAN YENİ DEĞİL
Avukat Barış Yıldırım
Konuya ilişkin değerlendirmelerini istediğimiz Tunceli Baro Başkanı Avukat Barış Yıldırım'a göre plan yok hükmünde. Çevre Düzeni Planı sürecinin 2012 tarihinden bu yana gündemde olduğunu belirten Yıldırım, Konaktepe Barajı ile ilgili plan yapılmasının hukuken olanaksız olduğunu söyledi. Konaktepe Barajı ve Konaktepe HES 1 ve HES 2 projelerine ilişkin 22 Mart 2010 tarihinde dava açtıklarını aktaran Yıldırım, Danıştay 13. Dairesinin de projeye ilişkin iptal kararı verdiğini ve kararın kesinleştiğini belirtti. Bu dosya kapsamında Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun da baraj projesi için ÇED süreci işletilmesi gerektiği, bunlar yapılmadan müteakip işlemlerin yapılamayacağı yönünde kararı olduğunu ifade eden Yıldırım, "Hal böyle iken Orman ve Su İşleri Bakanlığı 18 Nisan 2011 tarihinde Munzur Vadisi Milli Parkında yapımı planlanan 4 Baraj ve 5 HES Projesi için "Üstün kamu yararı"  kararı aldı. Böylece bu baraj ve HES'ler ile geçmişte kaçak yapılan Mercan HES'e izin verdi. Bu Üstün kamu Yararı kararı sonrası Munzur Vadisi Uzun Devreli Gelişme Planı 6 Temmuz 2012 tarihinde baraj ve HES Projeleri işlenerek onaylandı. Yani yeni bir süreç değil bu" dedi. 
DANIŞTAY ‘ÇED OLMADAN PLAN YAPILAMAZ’ DEDİ
Bakanlığın bu kararına karşı da dava açtıklarını dile getiren Yıldırım şunları söyledi: “Bu dava kapsamında Danıştay 10. Dairesi Milli Parklar ve Hhvzalar genelinde emsal olabilecek çok önemli bir karar verdi. Karar  da ‘Milli Parkta planlanan baraj ve HES'ler için tek bir tane ÇED yapacaksınız. Bu ÇED'in sonucuna göre üstün kamu yararı olup olmadığına karar alabilir ve plan yapabilirsiniz’ dedi. Yani ‘Plan yapmadan önce ÇED yapman lazım’ dedi. Bu karar hâlâvarlığını koruyor.” 
‘PLAN YOK HÜKMÜNDE’
Danıştay'ın iki ayrı dosyasında verilmiş iki ayrı kararın söz konusu olduğuna vurgu yapan Yıldırım; "Bu bakımdan Çevre Düzeni Planı yapılması hukuken mümkün değil. Yani Konaktepe Barajına ilişkin plan yapılmasının hukuk karşısında bir geçerliliği yok, hükümsüzdür" dedi. 
Çevre Düzeni Planında Munzur Vadisi Milli Parkının önemini, korunması gerektiğinin altının çizildiğine dikkat çeken Dersimli doğa aktivisti Haydar Çetinkaya öbür yandan barajlarla, yollarla vadiye zarar verilecek işler öngörülmesinin mantık dışı olduğunu dile getirdi. 
Son Düzenlenme Tarihi: 28 Şubat 2018 13:47
https://www.evrensel.net/haber/346586/konaktepe-baraji-su-tutarsa-dersim-ovacik-su-altinda-kalacak

27 Şubat 2018 Salı

Yaşam alanlarına sahip çıkanlara OHAL, kirletenlere özgürlük


Yaşam alanlarına sahip çıkanlara OHAL, kirletenlere özgürlük
  
 27 Şubat 2018 17:12

Yaşam savunucuları, Aydın Valiliğinin önce izin verdiği imza basın açıklaması ve kampanyasını, içeriğini öğrenince yasaklamasını kınadı.

Aydın Valiliği, JES ihalesinin iptali için imza toplamasına ve basın açıklamasına önce izin verdi, dilekçenin ve açıklamanın içeriğini öğrenince yasakladı.
Aydın Valiliği, Germencik Çevre ve Doğa Derneği’nin Sevgi Yolu’nda JES ihalesinin iptali için imza toplamasına ve basın açıklamasına önce izin verdi, dilekçenin ve açıklamanın içeriğini öğrenince yasakladı.
Aydın Valiliğinin sahibi olduğu, Aydın Termal Turizm ve Jeotermal Sistemleri Anonim Şirketi Ayter A.Ş adına düzenlenmiş J-894/A ve J-894/B numaralı jeotermal kaynak işletme sahasının kaynak kullanım hakkının, kamu kurumlarının (Aydın Büyükşehir, Efeler Belediyeleri vb.) girişi yasaklanarak 1 Mart 2018 tarihinde yapılmak istenmesi, Aydın’da büyük tepkilere neden olmuştu. Çevre örgütleri konu ile ilgili kamuoyunu bilgilendirme çalışmaları yapmış; en son ihalenin iptal edilmesi için imza kampanyası düzenlemek istemişti. Aydın Valiliği önce izin verdiği bu etkinliği, imza metninin içeriğini öğrenince yasakladığı öğrenildi.
Konu ile ilgili Ziraat Mühendisleri Odası Aydın Şubesinde basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya çevre mücadelesi yürüten kitle örgütleri, siyasi parti ve sendika temsilcileri katıldı. Yapılan açıklamada Aydın Valiliğinin tutumu,“OHAL denilerek imza kampanyamız yasaklanıyor. Peki bu OHAL Aydın’ın toprağını, havasını, suyunu, insanını zehirleyenlere neden uygulanmıyor?” denilerek protesto edildi.
ZMO Aydın Şube Başkanı Mahmut Nedim Barış, Aydın Valiliğine vermek için halkın imzasına açılan dilekçeyi okudu. Dilekçede “Aydın’da JES ‘ler birinci sınıf tarım arazilerine,zeytin-incir-pamuk tarlalarına, arkeolojik ve doğal sit alanlarına, yerleşim yeri ve su kaynaklarının yakınına, hatta mezarlık içlerine kurulmaktadır. JES’ler çalışırken denetim ve kontroller yapılmamakta akışkanlar su-tarım-yerleşim yerlerine bırakılmakta, havaya buharları salınmaktadır. JES akışkan ve buharları içinde ağır metaller, kimyasal ve radyoaktif maddeler bulunmaktadır. Tüm bu maddeler ise Aydın’da su, toprak ve havamızı kirletmektedir. JES’lerin kirlettiği sularla sulanan ve topraklarda yetiştirilen besinlerimiz sağlıklı gıda özelliğini kaybetmekte, bunları tüketen insanlar hasta olmaktadır” denildi.
Dilekçede şu taleplere yer verildi: “Bizler Aydın Valiliğinden mevcut JES’lerin Menderes Havzasındaki yüzey ve yeraltı su kaynaklarında oluşturduğu kirlilik saptanana, bu kirliliğin toprak ve besin zincirleri, insan sağlığı üzerine etkileri incelenene kadar Aydın’da yeni bir JES’e açılma, arama ve işletme ruhsatı verilmemesini, var olan JES’lerin denetlenmesini, idari yaptırımlar uygulanmasını, çalışma ve sözleşme kurallarına uymayanların ruhsatlarının iptal edilmesini talep ediyoruz.” 
Germencik Çevre ve Doğa Derneği sözcüsü Metin Aydın, eski Başbakan Davutoğlu’nun Jeotermalin halk yararına kullanılacağına dair Aydın’a söz verdiğini hatırlatarak, 1 Mart günü yapılacak ihalenin bu verilen sözün inkarı olduğunu, bu ihaleden iktidarın vazgeçmesini, verdikleri sözü tutmasını istediklerini ifade etti.
AYÇEP Başkanı Mehmet Vergili, hükümet, Valilik ve devlet bürokrasisinde akıl tutulması yaşandığını söyleyerek, JES’lerin verdiği zarar bu kadar aleni ve ortadayken, hâlâ yeni JES ihaleleri açılmasının başka türlü izah edilemeyeceğini ifade etti. (Aydın/EVRENSEL)
 
Son Düzenlenme Tarihi: 27 Şubat 2018 17:17
https://www.evrensel.net/haber/346529/yasam-alanlarina-sahip-cikanlara-ohal-kirletenlere-ozgurluk

Taş ocağının kapasite artışı toplantısını halk engelledi


Taş ocağının kapasite artışı toplantısını halk engelledi

  
 27 Şubat 2018 14:24

  Kırklareli Merkeze bağlı Koruköy’de ormanlık alanda bulunan taş ocağının kapasite artışı toplantısı halkın tepkileri nedeniyle yapılamadı. 


Özer AKDEMİR
İzmir
Kırklareli Merkeze bağlı Koruköy’de ormanlık alanda bulunan taş ocağının kapasite artışı toplantısı halkın tepkileri nedeniyle yapılamadı. 
96,95 hektarlık ruhsatlı sahanın tamamında yapılmak istenen II. Grup Dolomit Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi Kapasite Artışına halk "Neyin bilgisini vereceksiniz. Her tarafımız taş ocağı" diyerek katılmadılar. "Toz istemiyoruz", "Istrancayı ağlattınız" gibi dövizlerle toplantı yapmak isteyenlere karşı gelen Koruköy'lüler "her taraf taş, kil, mıcır ocağı ve kırma eleme tesisi. Burada biz yaşıyoruz. Siz değil. Yollarda kamyonlar yüzünde şimdi gezemiyoruz. Bir yenisine tahammülümüz yok. Artık yeter" dediler. 
koruköyBİZDEN SONRAKİLERE YAŞANACAK DOĞA KALMIYOR
Toz yüzünden arıların, meyvelerin ve sebzelerin yok olduğunu dile getiren köylüler, "Bizden sonrakilerin yaşayacağı köy, orman doğa kalmıyor. Köyün içinden geçen derede patlamalardan dolayı sularının azaldı, içme sularımız büyük bir tehlike altında" dediler

TAHRİBAT UZAYDAN BİLE GÖRÜNÜYOR

Koruköylüler “Bizler bölgede yaşayanlar olarak, Madenci Şirketlerinin çevre hakkından sonra, yaşam hakkımızı da yok etmesini istemiyoruz. Taş ocaklarının yarattığı tahribat artık uzaydan bile görünüyor. Yeter artık” diye tepki gösterdiler.
Köylülere destek veren Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi aynı bölgede 12 sahada faaliyet devam eden ve kapasite artırımına gitmeye çalışan taş ocakları olduğunu belirterek, "Bu kadarına ne dağ, ne orman, ne insan dayanır. Anayasamızın 17 ve 56 maddeleri gereği, doğamıza, toprağımıza, suyumuza, doğal ve sosyal yaşamı yok edecek bu tür faaliyetlere karşı durmaya devam edeceğiz" diye açıklama yaptı.
Son Düzenlenme Tarihi: 27 Şubat 2018 14:29
https://www.evrensel.net/haber/346515/tas-ocaginin-kapasite-artisi-toplantisini-halk-engelledi

26 Şubat 2018 Pazartesi

İzmir'e Sahip Çık Platformu kuruldu




 26 Şubat 2018 14:03

AKP Hükümeti ve sermayenin İzmir'e yönelik yağma ve talan planlarına karşı mücadelenin ortaklaştırılması için 'İzmir'e Sahip Çık Platformu' kuruldu.


İzmir'e Sahip Çık Platformu kuruldu

AKP Hükümeti ve sermayenin İzmir'e yönelik yağma ve talan planlarına karşı kent hakkı mücadelesinin ortaklaştırılması için "İzmir'e Sahip Çık Platformu" kuruldu.
AKP Hükümeti ve sermayenin İzmir'e yönelik yağma ve talan planlarına karşı kent hakkı mücadelesinin ortaklaştırılması için "İzmir'e Sahip Çık Platformu" kuruldu. Platformun kuruluşu ile ilgili İzmir Mimarlık Merkezinde bir basın toplantısı gerçekleştirildi. Basın toplantısında platformu oluturan 38 kurum adına ortak metni okuyan Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Başkanı Özlem Şenyol Kocaer, İstanbul’da ranta çevrilecek alanlar azaldıkça, yağmacı sermayenin gözünü İzmir’de ranta çevrilecek alanlara diktiğini belirtti. Kocaer, "Tarım alanları, meralar, makilik ve fundalık alanlar gibi doğal alanlarımızın, üst ölçek plan kararları ile yapılaşmaya açılmasının ardında, siyasi iktidarın 2025 yılı için öngördüğü gerçekçi olmayan yüksek nüfus öngörülerinin bulunduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu nüfus için planda önerilen yapılaşmaların yanına eklenecek olan sulak alan değişiklikleri ve doğal sitlerdeki değişiklikler ile özellikle ekolojik anlamda birçok önemli değeri barındıran Çeşme yarımadası yapılaşma baskısıyla büyük bir tehdit altına girecektir" dedi. 
‘BU GİDİŞAT BİR AN ÖNCE ENGELLENMELİDİR’
Körfez Geçiş Projesinin, kuzeyde yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cenneti’nin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacağına dikkat çeken Kocaer, "Tüm bu ardı ardına gelen yönetmelik, sit derecelerindeki değişiklikler, üst ölçek plan kararları ve mega proje niteliğindeki İzmir Körfez Geçişi (İKG) Projesi ile İzmir için gelecekte çizilen senaryonun; doğal yapısından gitgide uzaklaşan, ekolojik değerlerini kaybeden, betonlaşmaya teslim edilmiş, parça parça plan değişiklikleri ile yüksek rant artışlarının önünü açan, kıyılarını betona teslim eden rant talanı altında sağlıksız bir kent olacağı ortadadır. Bu gidişat bir an önce engellenmelidir. Yoksa Ege’nin incisi İzmir; tarihi, kültürel ve doğal hiçbir değerini geleceğe taşıyamayacaktır" diye konuştu.
‘İZMİR İSTANBUL OLMASIN’  İSTENİYORSA
İzmir üzerinde planlanan rant politikalarının en önemli aracının imar planları oyduğunu aktaran Kocaer, “İzmir’in İstanbul olması” istenmiyorsa buradan başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm İzmir halkına sesleniyoruz. Sözünü ettiğimiz talan projelerine bugün karşı çıkmazsak yarın çok geç olacak. Güzel İzmir’imizin tarihi, kültürel, doğal bütün değerleri gözümüzün önünde bir bir yok olup gidecektir. İzmir’e dayatılan bu rant ve talan politikalarına hukuki, siyasi tüm yolları kullanarak karşı çıkmamız gerekmektedir" diye konuştu. 
Kocaer bu karşı çıkışın daha koordineli ve örgütlü gerçekleştirilmesi doğrultusunda 38 kurumun “İzmir'e Sahip Çık Platformu”nda bir araya geldiğini vurgulayan Kocaer, "Bu birlikteliğin genişleyerek güçleneceğine inanıyor; doğa, kültür ve tarih talanına karşı kentimizin geleceği için mücadele vermek isteyen tüm meslek örgütü, sendika, demokratik kitle örgütü ve yurttaşları platformumuza ve platform çalışmalarına dâhil olarak İzmir’e sahip çıkmaya davet ediyoruz" dedi.
İZMİR'E SAHİP ÇIK PLATFORMU'NDAKİ KURUMLAR
Bayraklı Kent Konseyi, İzmir Düşünce Topluluğu, Bornova Halk Forumu, İzmir Kent Konseyi, Buca Kent Konseyi, Karabağlar Kent Konseyi, Çeşme Kent Konseyi, Karaburun Kent Konseyi, DİSK Ege Bölge Temsilciliği, Karşıyaka Kent Konseyi, Doğa Derneği, KESK İzmir Şubeler Platformu, EGEÇEP, Konak Kent Konseyi, Emek Partisi, Menemen Kent Konseyi, Flamingoma Dokunma, Narlıdere Kent Konseyi, Foça Çevre Platformu, Praksis Müzik Kolektifi, Foça Kent Konseyi, Seferihisar Kent Konseyi, Gaziemir Kent Konseyi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Güzelbahçe Kent Konseyi, Türkiye Komünist Partisi, İzmir Kent Komitesi, Halkevleri, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, Haziran Ekoloji Meclisi, Urla Çevre Platformu,
Halkların Demokratik Kongresi Ekoloji Komisyonu, Yeni Foça Halk Forumu, Halkların Demokratik Partisi,    Yeşil Sol Parti, İZÇEP  
 
Son Düzenlenme Tarihi: 26 Şubat 2018 14:12


https://www.evrensel.net/haber/346407/izmire-sahip-cik-platformu-kuruldu

25 Şubat 2018 Pazar

Dağın yüreğine yolculuk_Pazar yazısı

Dağın yüreğine yolculuk
 25 Şubat 2018 05:51


'Daha birkaç yüz metre gitmeden başladı Çaldağı’nın çığlıkları. Evet, çığlık çığlığaydı dağ! On binlerce, yüz binlerce ağaç kesilmişti, kesiliyordu..'
Bir dağın kalbini görmek ister misiniz? 
Yüz binlerce yıldır dünyanın en verimli ovalarından birisine yaşam kaynaklığı yapmış bir dağın örselenmiş, tarumar edilmiş yüreğini. Derdine, kederine tanıklık eder misiniz? Onun kendi dilince anlattıklarını duyup, gösterdiklerini aklınızla kavrayıp, vicdanınızın süzgecinden geçirebilir misiniz?
Bir dağ nasıl konuşur, nasıl içindekini döker, nasıl kırgınlığını gösterir etrafına? Bir dağ nasıl uyarır sizi? 
Bir dağ derdini nasıl anlatabilir ki?
Birkaç gün önce bilirkişi keşfine katıldığımız Çaldağı’nın bize anlattıklarıdır bu yazı. Onun anlattıklarının ve bizim hissettiklerimizin yüzde biri belki de...
*
Mahkeme kararıyla üç yıl önce kapatılan nikel madenine üçüncü kez yapılan bilirkişi keşfine gidiyoruz. Önde bilirkişi heyetini taşıyan minibüs, arkada avukatların, uzmanların, gazetecilerin olduğu özel araçlarla dağın içlerine doğru hareket etti konvoy.
Daha birkaç yüz metre gitmeden başladı Çaldağı’nın çığlıkları. Evet, çığlık çığlığaydı dağ! On binlerce, yüz binlerce ağaç kesilmişti, kesiliyordu. Hâlâ ormanın derinliklerinden elektrikli testere sesleri geliyordu. Dalından budağından ayrılmış, kabukları soyulmuş ağaçlar yolun kenarlarına istiflenmişti. Upuzun kasaları olan kamyonlar gelip, tomrukları yüklenip tozu dumana katarak gidiyorlardı.
Maden kapalıysa bu ağaç kesimleri niye yapılıyordu? 30-40 yıl önce, ortaokul - lise öğrencilerinin erozyonu önlesin diye diktiği bu çamlara niye kıyılıyordu? 
**
Önce etrafında ne kadar ağaç varsa kestiler. Yıllardır, yağmurlardan beslenerek sabırla büyüyen çamların yüz binlercesi birkaç günde doğduğu topraklara uzatıldı boylu boyunca. 
“Bu ağaçları kesen işçiler ağladı” diye anlattı o günleri köylüler. 
Sonra dağı kazmaya başladılar. Kocaman kayaları un ufak eden iş makineleri ile, sondaj demirleri, kepçeler ve dinamitlerle dağı oydular, oydular...
Sonra dağın yüreğine ulaştılar!
Yemyeşildi dağın yüreği. Yeşil bir su ile doluydu, kıpır kıpır titriyordu. Tedirgin, kaygılı, korku içinde olacakları bekliyordu. 
İçindeki suyu boşaltmaya başladıklarında gelen bir haberle bütün işler durdu. Kederden delice çarpan dağın yüreği sakinleşti, duruldu. 
Neydi son anda onu yok olmaktan koruyan haber?
***
Keşif heyetinin araç konvoyu bir ağaç mezarlığının ortasından geçiyordu. Turgutlu Ovası yönüne bakan yamaçtaki yüzlerce dönüm alanda tam bir kıyım gerçekleştirilmişti. Yaklaşık üç yıl önce yapılan bu kıyımın izleri hâlâ duruyor, kesik gövdeleri taşınmış ağaçlardan kalan kurumuş dallar güneşin altında serilmiş yatıyordu. 
Maden alanını çevreleyen tel örgülerin sınırı ağaç katliamının da sınırı gibiydi. Tel örgülerin öte yanında, Çaldağı’nın zirvesine doğru uzayan yamaçlar ve kireçtaşı kayalıkları ile dimdik yükselen Sakartepe koyakları yemyeşildi. 
“Bu gördüğünüz, kesilmiş ağaç köklerinin bulunduğu yerler de tıpkı şu tel örgülerin dışındakiler gibiydi. Zümrüt gibi çam ormanıydı” dedi köylülerden birisi.
Ağaç mezarlığının tam ortasındaki küçük tepede kalan bir öbek ağaca doğru yöneldi konvoy. Çölde bir vaha gibi görünüyordu tepe. Araçlardan inip yürürken nikel madeni şirketinin genç müdürü ile bilirkişi heyetinin en yaşlısı görünümündeki siyah bereli adam sohbet ediyordu. Ayaklarının altındaki kırık kiremitlere, tuğla ve kap kacak kırıklarına bakarak “Bunlar için mi ÇED raporu iptal edildi?” diye alaylı bir şekilde sordu siyah bereli bilirkişi. Genç müdür, bıyık altından güldü. “Maden arazisinin içinde kaldığı ortaya çıkınca planı değiştirdik hocam. Üçüncü derece sit ilan edildi burası. Ne olduğu bile belli değil ama biz korumaya aldık yine de” dedi.
 
Binlerce yıl önceden gelenlerin bıraktığı izlerle örtülüydü çamların altı. Yüzeysel bir kazı gerçekleştirilmiş, yapı ve belki de sur kalıntıları olacak temellere ulaşılmış, öylece de bırakılmıştı alan.
Bu kalıntılar, ağaç mezarlığına dönen arazideki bu küçük tepecikte kalan doksan, yüz kadar ağacı korumuş, antik yerleşim küçük bir ada gibi boşluğun ortasında kalakalmıştı.
Dağın yüreğini yok olmaktan koruyan da bu küçük tepecikteki antik buluntulardı. 
***
Keşfin sonuna doğru ovayı ormanlarla örtülü iki tepenin arasından gören derin bir vadinin başlangıcına gelindi. Hava kapalı ama yağış yoktu. Ovaya pus çökmüştü. Bu derin vadinin pasa döküm alanı olacağını söyledi şirket görevlileri. Yüz binlerce, milyonlarca ton cevheri alınmış, sülfürik asitle yıkanmış taş-toprak yığılacaktı buraya. 
Keşfe katılan araçların durduğu yolun hemen kıyısındaki bir çeşme çok az kişinin dikkatini çekti. 2015 yılında, haziran ayının çok sıcak bir gününde yapılan ikinci keşfin sonunda da buraya gelinmişti. Üç- dört parmak kalınlığında akan çeşmenin soğuk suyu susuzluktan, sıcaktan bunalan herkesin imdadına yetişmişti.
 
Aradan iki buçuk yıl geçtikten sonra, epey yağmurlu geçen şubat ayı ortalarında yapılan üçüncü keşifte ise çeşmenin suyu artık damla damla akıyordu!
****
Çaldağı, bütün keşif boyunca bu tür işaretlerle konuştu, derdini anlatmaya çalıştı. Şirket yetkilisinin “açık ocak” dediği kalp şeklini alan, içinde yeşil bir suyun bulunduğu çukurda yüreğini gösterdi dağ. 
Ağaç mezarlığının ortasındaki, küçük bir vaha gibi kalan antik yerleşim alanı ile dünü ve bugününü anlattı. 
Kış ortasında kurumak üzere olan çeşme ise Gediz Ovası’nın yaşam kaynağını bekleyen sonu gösteriyordu. 
Bir dağ derdini daha nasıl anlatabilir ki?




20 Şubat 2018 Salı

Çaldağı nikel madenciliği yüzünden uçurumun kıyısında!




 20 Şubat 2018 12:54
   
Deneme üretimi 3 yıl önce durdurulan Çaldağı'ndaki nikel madeni için üçüncü kez bilirkişi keşfi yapıldı.


Çaldağı nikel madenciliği yüzünden uçurumun kıyısında!

Özer AKDEMİR
Manisa
Turgutlu Çaldağı'da yapılmak istenen nikel madenciliğine karşı açılan davada üçüncü kez yapılan bilirkişi keşfi madenin yöre açısından ne derece büyük bir tehdit olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Önceki ÇED Raporu iptal edilen madenin deneme üretimi 3 yıl önce durmuş olmasına rağmen, Çaldağı’da hala onbinlerce ağacın kesiminin devam ettiği görüldü. Yöre halkı ve uzmanlar maden işletmesinin 200'de biri olacağı ileri sürülen deneme üretim tesislerini olumsuz etkilerinin de şimdiden görülmeye başlandığı ifade ettiler. 
ÇALDAĞI'NA SAHİP ÇIKTILAR
Madene 2006 yılında verilen ÇED Raporunun Manisa 2. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile şirketin itirazı Danıştay tarafından bilirkişi raporunun yetersizliği gerekçesi ile iptal edilmişti. Yerel mahkeme yeni bilirkişilerle yeniden maden alanında keşif yapılması kararı vermişti. Madende önceki gün yapılan bilirkişi keşfine Turgutlu ve köylerinden çok sayıda otobüsler ve özel araçlarıyla yurttaş katıldı. Keşfe katılanlara madenin deneme üretim tesislerinin olduğu yerde jandarmanın tarafından üst araması yapıldı. Maden işletme ruhsat sahasının başladığı yerde tekrar durdurulan yurttaşlar keşif heyetini burada beklediler. "Çaldağı insan ve hayvanlar için yaşam kaynağıdır", ""2. ÇED oyununu da bozacağız" yazılı pankartlar taşıyan yurttaşlara CHP Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer'in yanı sıra Manisa ve Turgutludan birçok siyasi parti, dernek, meslek örgütü temsilcileri de destek verdi. Keşif heyeti gelmeden önce yapılan basın açıklamasında Çaldağı'nın yörede yaşayan canlılar, tarım ve sağlık açısından yaşamsal önemde olduğunun altı çizilerek, nikel madeninin tam bir felaket olacağı ifade edildi. 
MADEN KAPALI AMA AĞAÇ KATLİAMI SÜRÜYOR
 
Mahkeme heyeti, dokuz kişilik keşif heyeti ve madene karşı dava açan TMMOB odaları, EGEÇEP avukatlarının yanı sıra yörede yaşayan çiftçi temsilcilerinin de katıldığı keşifte ilk önce maden deneme tesisine cevher çıkarılan açık ocak alanı görüldü. Alana giderken yol boyunca orman işletmesi tarafından on binlerce ağacın kesildiği ve yol kenarlarına istiflendiği, bu ağaçların kamyonlar tarafından sürekli taşındığı gözlemlendi. Madenin resmi olarak yaklaşık 3 yıldır kapalı olmasına rağmen ağaç kesimlerinin devam etmesi, yöre halkının "maden kamyonları köylerden sabaha karşı gizli gizli geçiyor. Maden gizlice çalışıyor" iddialarını akla getirdi.
BİLİRKİŞİLER NUMUNE ALAMADI
Madenin açık ocağının bulunduğu alanda oluşan ve köylülerin "cehennem çukuru" dedikleri dev çukurun içinin suyla dolu olduğu görülürken, bilirkişi heyetinin yanlarında gerekli malzeme olmaması gerekçesiyle yöredeki su ve toprak örnekler almaması tartışmalara neden oldu. Mahkeme Başkanı M. Emin Aydemir keşif heyetinin gerek duyarsa başka bir gün gelip örnek alınabileceğini belirtirken, madene karşı dava açanlar kurumlar ise numune alımı sırasında orada olmak istediklerini dile getirdiler. 
‘ŞİRKETİN YETERİNCE AVUKATI VAR’
Burada yapılan konuşmalarda madenle ilgili itirazlarını dile getiren davacı kurum avukatları bilirkişi heyetinden bölgede yapılmak istenen madencilik faaliyetinin ormanlara, yöredeki sulara, tarım ürünlerine, sosyal dokuya ve çevreye vereceği zararlara dair bulguların ortaya konmasını ve ÇED raporundaki bu risklerin giderilmesine dönük öngörülerin bu açıdan değerlendirilmesini istediler. Her söz aldığında madeni savunan Bakanlık Hukuk müşaviri Cansu Cevher'e CHP Eski Milletvekili Hasan Ören "şirketin yeterince avukatı var" diye tepki gösterdi. Bakanlık yetkilisi ve şirket avukatları ise ÇED olumlu raporunun mevzuata uygun olduğu, madenle ilgili risklerin gerçekleşmesi durumunda gereken önlemlerin alınacağını ileri sürdüler. 
Görüntünün olası içeriği: açık havaGörüntünün olası içeriği: açık hava
HAZİRAN’DA AKAN ÇEŞME ŞUBAT’TA NEDEN KURUMUŞ?
Maden pasa döküm alanının incelenmesi sırasında TEMA Temsilcisi deneme üretimi sonrası yığılan pasanın zamanla aşağıya kaydığının ve yörede ilk kez köylerin sel sularına maruz kaldığını ifade etti. Yine pasa döküm alanının yakınında bulunan bir çeşmenin kurumuş olması da madencilik faaliyetinin daha ilk aşamalarında bile yöredeki sulara olumsuz etkisi nedeniyle olabileceği iddiaları dile getirildi. Keşifte maden işletmesine izin verilirse kullanılacak önemli miktardaki suyun nereden alınacağı da tartışma konusu yapıldı. Bakanlık ve şirket yetkilileri suyun Gediz'den alınacağını ileri sürerken davacı kurumlar ise DSİ'nin Gediz'in suyunun verilmeyeceği yönünde açıklaması olduğunu belirttiler. Keşif sırasında söz alan çiftçiler madenin işletilmesi durumunda Turgutlu Ovasının ünlü çekirdeksiz üzümleri, zeytin, incir ve pamuğunun zarar göreceğini, bölgede sadece tarım ürünlerinden elde edilen gelirin 16 yıl süreceği belirtilen madencilikten gelecek paradan daha fazla olduğunu dile getirdiler. 
TARİHİN KORUDUĞU ŞANSLI AĞAÇLAR!
Maden ruhsat sahasında kalan alanda keşfedilen 3. derece arkeolojik sit alanında yapılan incelemede ise çok geniş bir arazi olan maden sahasındaki yüz binlerce ağacın kesildiği, sadece arkeolojik sit olarak belirlenen küçük bir alandaki ağaçların bir ada gibi kaldığı görüldü. Sadece yapılan yüzey araştırmaları sonrası ortaya çıkarılan yapı kalıntılarının olduğu alanda parçalanmış çok sayıda kilden yapılmış eşya parçalarının olduğu görülürken, keşfe katılan köylüler bölgede birçok lahit olduğunu ve bunları ilk bilirkişi keşfi sırasında heyete kendilerinin gösterdiklerini ifade ettiler. 
Keşif, madenin şu an kapalı olan deneme üretim tesisleri önünde tamamlanırken, bu tesislerdeki havuzlarda yer alan sülfirik asitli suyun azalan miktarı da tartışma konusu oldu. 



18 Şubat 2018 Pazar

Didim’de Evrensel’le dayanışma gecesi


  

 18 Şubat 2018 13:09
   
Aydın’ın Didim ilçesinde Evrensel’le dayanışma gecesi düzenlendi, 'savaş karşıtı' paylaşımlar nedeniyle yapılan gözaltılara tepki gösterildi.

Didim’de Evrensel’le dayanışma gecesi
Aydın Didim’de gazetemiz Evrensel’le dayanışma etkinliği düzenlendi. Belediye Düğün Salonunda yapılan etkinliğe Evrensel okurları ve Didim Emek ve Demokrasi Platformunu oluşturan sendika, siyasi parti ve kitle örgütü temsilcileri katıldı.
Didim Emek ve Demokrasi Platformu, sosyal medya gözaltıları ve Emek Partisi Didim İlçe Yöneticisi Sürmeli Bal’ın tutuklanmasıyla ilgili açıklama yaptı. Platform adına konuşan Haydar Pınarbaşı “Sürmeli Hoca ve hukuksuz olarak gözaltına alınanlar, tutuklananlar derhal serbest bırakılmalıdır” dedi.
‘ÜLKE KHK’LERLE DEĞİL YASALARLA YÖNETİLSİN’
Muhalif kesimlere yönelik olarak son günlerde iyice artan gözaltı ve tutuklamalar Didim’de de yaşandığını belirten Pınarbaşı, “Artık iyice hukuksuz hale gelen furyada sosyal medya paylaşımı nedeniyle yüzlerce insan gözaltına alındı. Böyle bir ortamın temel nedeni OHAL’dir. OHAL içinde KHK’ler ile adaletten söz edilemez hale gelinmiştir. Bizler Didim’de yaşayan insanlar olarak, bizleri huzursuz eden hukuksuzluğun bitmesini; OHAL’in kaldırılmasını; KHK’lerle değil, yasalarla yaşamayı istiyoruz” dedi.
‘BARIŞ DEMEYE DEVAM EDECEĞİZ’
Etkinlikte konuşa Evrensel İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, Evrensel'in yayın yaşamına başladığı günden bu yana işçi-emekçilerin, toplumdaki tüm ötekileştirilenlerin sesi soluğu olmaya çalıştığını belirterek, “Bu süre içerisinde her türlü baskı ve zorluğa rağmen gerçeğin haberciliğini yapmaya çalıştık. Şimdi barış diyen herkesin sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltına alındığı günlerden geçiyoruz. Biz Evrensel olarak 24 yıldır barış diyoruz ve demeye de devam ediyoruz. Barış demek, istemek asla bir suç, kovuşturma nedeni olamaz. Aksine savaşın savunulması suçtur” dedi. Akdemir, etkinliğe katılanlara teşekkür etti. Gece, Orhan Bayram ve Samet Temiz’in türküleriyle sürdü. (Aydın/EVRENSEL)
      
https://www.evrensel.net/haber/345825/didimde-evrenselle-dayanisma-gecesi

Bozkır çeşmesi_Pazar yazısı




 18 Şubat 2018 05:36

Kim denetleyecekti madeni? Hangi işletme hangi ilin sorumluluğundaydı? İzinler koparıldıktan sonra ne gelen ne soran eden olmuştu.

Bozkır çeşmesi
Özer AKDEMİR
“rüzgar
unutulmuş
bir dağ çeşmesine
götürsün bizi.
Zamanın saatleri unuttuğu
Şavkıyan bir dağ çeşmesine.”

Behçet Aysan
Ne güzel bir çeşmeydi. Ne kadar şenlikli bir suyu vardı. Bozkırın bütün çeşmeleri gibi. Yazın tüm tarlalar, tepeler, tozlu yollar, ağaç gölgesine hasret bu topraklar susuzluktan yanarken, buz gibi bir su akardı oluğundan. İçmeye doyamazdınız. Önündeki küçük yalağı doldurur, neşeli damlacıklarını etrafına sıçratarak tarlanın ortasına doğru akar giderdi. 
Kendisine küçük bir yatak yapmıştı. Onun içinden akardı, nazlı nazlı. Akarken de şarkı söylerdi, türkü yakardı, ninniyle ırgalardı geçtiği toprakları. Can verirdi etrafına. Papatyaların en güzeli onun yanında boy verirdi. Pembe, beyaz yapraklı güleç yüzlü petunyalarda öyle. Mor menekşe, baygın kokulu yaban gülleri, kadife çiçeklerinin açtığı küçük bir bahçe oluşmuştu tarlanın ortasında. Tarla sahibi kıyamadı onlara. Olduğu gibi bıraktı o alanı çiçeklere. Oysa geçimi bu tarladandı. Öyle çok da büyük bir tarla değildi. 4-5 dönüm kadar vardı. Atadan dededen kalma. 
*
İki köyün tam ortasında çukurca bir ovada kalıyordu çeşme. İki köy de görünmüyordu çeşmenin bulunduğu yerden. Ilık yaz akşamları, tepesinde yıldızların oynaştığı eski kervan yolu güneyine düşüyordu. Gün doğusu ve gün batısında buğday tarlaları vardı. Zemheri gecelerinde hiç durmadan ulayan ayazların estiği kuzey kesimi ise göz alabildiğince uzayan bir ovaya bakıyordu. 
Çeşmenin oluşturduğu küçük su, tarlanın tam ortasındaki yatağından akıp, iki köyü birbirine bağlayan toprak yolun kıyısındaki iğdenin yanından geçerdi. İğdenin, beyaza çalan küçük yaprakları suyun üzerine doğru eğilirdi hep. Yazın yabanda çalışan köylüler öğle güneşinden gelip sığınırlardı iğdenin altına. İnce, sık yapraklı, dikenli iğde dallarının altı mis gibi kokardı.  Dalların altındaki yeşil otlar, insanların, bazen geceleri çeşmeye gelip su içen bir tilkinin ya da ayrık otlarının arasında dolanan tosbağaların izlerini taşırdı hep. Rahat bir döşek gibi olmuştu dibi. Altına uzanan birisi, yanında akan küçük suyun sesine dalıp gitti mi farkında bile olmadan uyku gelip çöreklenirdi gözlerine. Rüzgar, çevredeki otların, kır çiçeklerinin, sarı buğday başaklarının, tarlaların arasından uzanıp giden tozlu yolların, kadim alıç ağaçlarının sesini ve kokusu taşırdı. Bir bozkır ninnisi tuttururdu rüzgar, bir bozlak olurdu su. Bu yolları, bu tarlaları işleyen, suları bulup çıkaran insanların efsunlu öykülerini, sevdalarını anlatır, anlatırlardı... 
Çeşmenin suyu, tozlu yolun altından kalın bir boru ile geçirilirdi. Yolun öbür tarafından yıllardır sürülmemiş, insan boyu dikenlerin istila ettiği bir tarlaya akardı. Orada da kaybolurdu su. Sır olurdu birden, nereye gittiğini kimse anlamazdı. 
**
Maden “Suyu bu kuyulardan alacağız” dedi altın şirketinin müdürü. “Zaten projede de böyle yazıyor. Bir sorun yok yani, tüm izinler alındı DSİ’den”. 
İki ilin tam ortasındaydı altın madeni. Döne kıvrıla toprağın derinlerine doğru giden dev açık ocak Nevşehir il sınırında kalıyordu. Madenin kırma eleme tesisleri ve cevherin yığıldığı liç alanı ise Kayseri tarafındaydı. İki ayrı il sınırında olmak izinler aşamasında şirketin epeyce başını ağrıtmıştı ama bunun nasıl bir nimet olduğunu sonradan anladılar.  

Kayseri
Kim denetleyecekti madeni? Hangi işletme hangi ilin sorumluluğundaydı? Gürültü patırtı arasında izinler koparıldıktan sonra ne gelen ne soran eden olmuştu. Ayda bir izleme denetleme kurulundan birileri geliyor, çaylarını kahvelerini içip ellerine tutuşturulan su örneklerine alıp gidiyorlardı. 
“Müdürüm bu kadar su var mı yer altında?” diye soracak oldu maden mühendisi. Komşu ilçeden, Kalaba’dandı. Bu suyun yöre açısından ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. 
“Saatte 216 bin litre su çekeceğiz yeraltı çanağından. Ne kadar zaman çekebiliriz ki bu miktar suyu? Tüm kuyuları, çeşmeleri kurur bölgenin. Zaten bozkır burası, su yok” dedi “Önerin ne?” diye sordu müdür. Sonra kendisi yanıtladı sorusunu. “En yakın akarsu Kızılırmak, 30 kilometre uzaklıkta. O mesafeden su getirmenin maliyetinden haberin var mı?” Kızgın kızgın başını salladı müdür, mühendis kızardı, sustu.
Bozkır
*** 
Bu yıl sonbaharda Ankara’daki bir toplantıyı fırsat bilip köye gittim. Belki 25 yıldır sonbaharını görmemiştim kö-yün. Sabah, alıç ağaçlarında kalan son alıçları toplamak ve o çeşmenin suyundan bir avuç yudumlamak için yola düştüm. Etraftaki tarlaların hepsi sürülmüş, toprağın altındaki tohumlar güz yağmurlarını, karın bir yorgan gibi üzerlerini örtmesini bekliyordu. Alıç ağaçlarında pek bir şey kalmamıştı. Köyün çocukları, yabanın kuşu, böcekleri tarafından kapışılmıştı. Zaten birkaç tane ağaçtı hepi topu. 
Toprak yoldan çeşmeye dönmeden önce iğdenin yanından geçtim. Dalları çıplaktı bu sefer ve su akmıyordu artık yanından. Az ötesindeki çeşmeye varınca gördüm ki haftalardır tek damla su düşmemişti yalağına. Suyun tarlaya aktığı oluğunun etrafı kuraklıktan çatlamıştı. 
Görüntünün olası içeriği: açık hava
Sonradan öğrendim ki kıraçtaki çeşmelerin hemen hepsi kurumuştu birkaç ay içerisinde. Suyu ip kadar kalan köyün içindeki çeşmelerden içilmesini valilik “arsenikli” diye yasaklamıştı. 
“Su sürekli daha derine kaçtı” dedi köylüler. “Bağların, bahçelerin arasındaki, yazı yabandaki tüm çeşmeler kurudu. Kurdu kuşu su bulabilmek için kilometrelerce yol tepiyorlar artık. Yakında biz de içecek su bulamayacağız” dediler. 
Aklıma, 30 kilometre ötede üç yıldır gece gündüz çalışan maden ve yer altından çektiği korkunç miktardaki su geldi hemen. 
O çeşme kurumuş, bozkırın ninnisi susmuştu!.. 
Son Düzenlenme Tarihi: 18 Şubat 2018 06:42


15 Şubat 2018 Perşembe

İzmir Gaziemir'deki radyasyon tehlikesi Meclis gündeminde




 15 Şubat 2018 15:46
    
HDP Milletvekili Müslüm Doğan, Gaziemir'deki eski kurşun fabrikasında normalden 219 kat fazla radyasyon saptanmasını Meclis'e taşıdı.

İzmir Gaziemir'deki radyasyon tehlikesi Meclis gündeminde

İzmir Gaziemir'deki eski kurşun fabrikası tesislerinde normalden 219 kat fazla radyasyonun belirlenmesi ile ilgili Evrensel'de çıkan haber üzerine HDP İzmir Milletvekili Müslüm Doğan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki tarafından yanıtlanması istemiyle Meclis'e soru önergesi verdi.

Gaziemir'deki eski kurşun fabrikasında ölçülen radyasyon değerleri Meclis gündemine taşındı. HDP İzmir Milletvekili Müslüm Doğan'ın sunduğu soru önergesi ile Gaziemir'de yaşanan olayla ilgili güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı, felakete neden olan kişi ve kurumlar hakkında soruşturma açılıp açılmadığı soruldu.
YILAN HİKAYESİNE DÖNDÜ
Gaziemir'de yüz binlerce İzmirlinin yaşadığı, AVM'lerin ve şehirlerarası yolun yakınlarında bulunan Arslan Avcı adlı eski kurşun fabrikasının bahçesinde yapılan ölçümler sonrasında, normalden 219 kat fazla radyasyonun belirlendiğine dair HDP Milletvekili Müslüm Doğan "Yıllardır hiçbir önlem alınmadan orada bekletilen radyoaktif maddelerin bertarafı ve taşınması süreci tam bir yılan hikayesine dönüşmüştür. Valilik önce bu radyoaktif maddelerin taşınıp bertaraf edilmesi için 'ÇED gerekli değildir' kararı verirken EGEÇEP, mahalleli ve bazı kurumların itirazları sonrası bu karar mahkeme tarafından bozulmuş ve 'ÇED gereklidir' kararı çıkmıştır. Bu kararın ardından Turanlar isimli firma tarafından ihale ile alınan atıkların bertarafı işi için TAEK mühendislerinin danışmanlığında bir ÇED raporu daha hazırlandığı bilinmektedir. Basına yansıyan iddialara göre bölgedeki radyoaktif malzemenin taşınması ve bertarafı işini alan şirketin devletten alması gereken 10 milyon TL'lik ödeneği alamaması üzerine sahayı terk ettiği belirtilmektedir" dedi.
MÜSLÜM DOĞAN'IN SORULARI
Müslüm Doğan, önergede şu soruları iletti:
* Basına yansıyan iddialar neticesinde Bakanlık olarak bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?
* Bakanlığınızca eski kurşun fabrikası bahçesinde herhangi bir radyasyon ölçümü yapılmış mıdır? Yapılmış ise ölçüm değerleri nelerdir?
* Eski kurşun fabrikasının etrafının kapalı olmadığı ve herhangi bir güvenlik önleminin alınmadığı doğru mudur?
* İzmir Gaziemir'de yaşanan bu olayla ilgili hiçbir güvenlik veya denetim önlemi almayarak çevre felaketine sebep olan firma hakkında herhangi bir yaptırım veya cezai işlem uygulamayı düşünüyor musunuz?
* Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, söz konusu alanda herhangi bir denetim yapmış mıdır? Bu tür alanlar ne sıklıkla denetlenmektedir?
* Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun kurşun fabrikasıyla ilgili hazırlamış olduğu bir rapor var mıdır? Var ise bunu kamuoyuyla paylaşmayı düşünüyor musunuz?
* Söz konusu radyoaktif kaynağın toprak ve suyla teması sonucu oluşabilecek riskler nelerdir?
* Bugüne kadar alandaki radyoaktif kirliliğin çevreye ve canlı yaşamına etki etmemesi için ne tür önlemler alınmaktadır?
(İzmir/EVRENSEL)
      
https://www.evrensel.net/haber/345619/izmir-gaziemirdeki-radyasyon-tehlikesi-meclis-gundeminde

14 Şubat 2018 Çarşamba

Halkın yararına değil şirket kasasına!


 14 Şubat 2018 04:32
    

Aydın’da kamu elindeki son jeotermal sahası da özelleştiriliyor. Sadece elektrik üretimi yapılan JES’lerin kente maliyeti ağır.

Halkın yararına değil  şirket kasasına!

Özer AKDEMİR
2007 yılında çıkarılan yasanın ardından topraklarının yüzde 85'i jeotermal kullanımına açılan Aydın'da, kamunun elinde kalan son jeotermal sahası da özel sektöre devrediliyor. 1 Mart'ta 10 milyon Dolar bedelle yapılması planlanan kaynak kullanım ihalesi şartları ise çok tartışılacak.
BİRKAÇ KİŞİ VE ŞİRKETİN TEKELİNDE
MTA tarafından Türkiye'de belirlenen 227 jeotermal sahasından büyük çoğunluğunun bulunduğu Aydın'da kurulan JES'lerin %96'sı elektrik üretimi yapıyor. Oysa ülkedeki diğer jeotermal kaynakların yüzde 67 konut ısınması, yüzde 18 sera, yüzde 9 termal, yüzde 6 elektrik üretiminde kullanılırken bu oran Aydın'da tam tersi. Birkaç kişi ve şirket tekeline verilen Aydın jeotermal kaynakları bu kişiler tarafından istenildiği gibi kullanılıyor. Türkiye’de en fazla jeotermal kaynaklara sahip olmasına rağmen bu kaynakların kentsel ısınma, termal turizm, seracılıkta değil de sadece elektrik üretiminde kullanımının maliyeti kente maliyeti ise çevre kirliliği ve her geçen gün katlanan sağlık sorunları oluyor.

TEPKİLER GERİ ADIM ATTIRMIŞTI
Aydın'da kamunun elinde bulunan 14 jeotermal sahası daha önce Özel İdare veya Valilik tarafından ihale ile satılmıştı. 2013 yılında Valiliğin elinde kalan Çiftlik jeotermal sahasının satışı oluşan tepkiler üzerine durdurulmuştu. Valilik, yüzde 99'u Aydın İl Özel İdaresine ait olan AYTER adlı şirkete devredilen sahanın amacı dışında kullanılmayacağını açıklamıştı. Çiftlik jeotermal sahasının satışına karşı çıkan Aydın Büyükşehir belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'da o günlerde yaptığı açıklamada "Çiftlik sahası Büyükşehir Belediyesi’nin olmalı. Çiftlik sahasından Çine, Karpuzlu, Bozdoğan, Koçarlı, Karacasu’ya kadar tüm kenti ısıtacağız. Her konut 15 TL’ye ısınacak, hava kirliği bitecek" demişti. 
VALİLİK SÖZÜNÜ UNUTTU!
Aydın Valiliği 2013 yılında verdiği sözü unutarak Çiftlik Köyü yakınlarındaki jeotermal sahasının bir defaya mahsus ödenecek 10 milyon dolar bedelli kaynak kullanım hakkı ihalesinin 1 Mart 2018 tarihinde yapılacağını duyurdu. Bu ihalenin en önemli şartı ise bu alanda sadece elektrik enerjisi üretilmesi, bunun dışında seracılık, kentsel ısıtma-soğutma ve termal tesis konularında faaliyet yapılamayacak olması. İhalenin bir diğer ilginç özelliği katılabilecek olanların sadece Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş, kamu kaynağı kullanmayan, kamu tüzel kişileriyle ortaklık ilişkisi bulunmayan özel hukuk tüzel kişilerinden olması.
HALK YARARLANAMAYACAK
Çiftlik jeotermal sahası ihalesi ile ilgili bir açıklama yapan Germencik Çevre ve Doğa Derneği (AyÇeV)Yönetim kurulu üyesi Dr. Metin Aydın, Aydın halkının parasıyla Aydın halkına hizmet amacıyla alınmış, büyük bir ekonomik değere sahip olan jeotermal sahasının özel girişimciye satışı halinde Aydın’daki diğer sahalarda olduğu gibi özellikle konut ısıtılması ve soğutulması, sağlık turizmi, seracılık ile diğer çalışmalardan Aydın’da yaşayan halk yararlanamayacağını belirtti. Kentin yaşadığı çevre kirliliği ve sağlık problemlerinin daha da artacağını ifade eden Aydın, "jeotermal kaynakların Aydın kenti ve halkının refahı, tarımı, sanayisi, işletmeleri için değil de sadece elektrik enerjisi üretimi için kullanılmasından, jeotermal santral kurulumu ve faaliyetleri sırasında denetim ve kontrollerin yapılmamasından, jeotermal santrallerin yürürlükteki pek çok yasa maddelerine rağmen adeta kaçak kurulmasından, elektrik enerjisi üretimi yapılırken jeotermal santrallerin su-toprak-hava- gıda kirliliği oluşturmasından, Aydın sağlık verilerinin ve ölüme sebep olan hastalıkların ve toplam ölümlerin Türkiye ortalamasından daha fazla olmasından ve daha fazla artmasından endişeliyiz" dedi.
KENT ADETA KUŞATILDI
Aydın kentinin jeotermal santral ve kuyular tarafından adeta kuşatıldığını, halka nefes alacak alan bırakılmadığını kaydeden Aydın, "Aydın kent merkezi bugün jeotermal santral ve kuyulardan salınan içinde ağır metal, kimyasal ve radyoaktif madde bulunan gazlar tarafından adeta bombardımana tutulmakta, nefes alamamaktadır.Ve şimdi Aydın güneyinde yer alan Çiftlikköy’de bulunan AYTER’e ait jeotermal sahası için Aydın valiliği tarafından elektrik enerjisi üretmek amaçlı ihale açılmaktadır. Eğer bu bölgede de jeotermal santral kurulumuna izin verilirse Aydın kent merkezi çepeçevre jeotermal santral ve kuyular tarafından çevrelenecek, jeotermallerden çıkan gazlar ile Aydın halkı adeta Nazi kampındaki esirler gibi kimyasal-radyoaktif gaz bombardımanı altında kalacaktır" dedi.
GELECEĞİ YOK ETME PAHASINA
Dünyanın hiç bir ülkesinde Aydın’dakine benzer jeotermal işletmeciliğinin olmadığını ileri süren Aydın, "Adı temiz ve yenilenebilir olan ama kendisi kirli ve ölümcül olan jeotermal santral işletmeciliği, kendisi yenilenemeyen ve varlığı parayla ölçülemeyecek kadar değerli olan insan hayatı ve geleceğini yok etme pahasına kabul edilemez, uygulanamaz. Aydın Valiliğinden, Enerji Yatırımları Uygulama Esaslarında yer alan görevlerini yerine getirmeye, 2013 yılında verdikleri söze sadık kalarak Çiftlik jeotermal sahasının enerji üretim amaçlı açtıkları ihaleyi iptal etmelerini talep ediyoruz" dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 14 Şubat 2018 11:05
     
https://www.evrensel.net/haber/345500/halkin-yararina-degil-sirket-kasasina

13 Şubat 2018 Salı

Türkiye’nin yarısı yüksek çölleşme riski altında


 13 Şubat 2018 04:37
      
Türkiye’de çölleşme modeli teknik raporuna göre Türkiye arazilerinin yüzde 80’ine yakın bir kısmı orta ve yüksek çölleşme riski altında bulunuyor. 
Türkiye’nin yarısı yüksek çölleşme riski altında

Özer AKDEMİR
İzmir
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Çölleşme ve Erozyonla Mücadele (ÇEM) Genel Müdürlüğü ile TÜBİTAK-BİLGEM tarafından yapılan Türkiye’de çölleşme modeli teknik raporu, ülke topraklarındaki çölleşme riskinin ne kadar yüksek olduğunu ortaya koydu. Rapora göre Türkiye arazilerinin yüzde 80’ine yakın bir kısmı orta ve yüksek çölleşme riski altında bulunuyor. 
TÜRKİYE ÇÖLLEŞME MODELİ
2013 tarihinde imzalanan “Havza İzleme ve Değerlendirme Sisteminin Geliştirilmesi Projesi” kapsamında gerçekleştirilen “Türkiye çölleşme modelinin (TÇM) Oluşturulması” çalışmasının teknik özeti yayımlandı. Çölleşmenin, “fiziksel, biyolojik, politik, sosyal, kültürel ve ekonomik etmenlerin karmaşık etkileşimleri sonucunda ortaya çıkan bir süreç” olarak tanımlandığı teknik özette TÇM oluşturmak için iklim, su, toprak, arazi örtüsü ve arazi kullanımı, topoğrafya ve jeomorfoloji, sosyoekonomi ve yönetimi başlıklarında 7 ayrı kriter göz önüne alındı. 
ÇÖLLEŞME RİSKİ OLAN HAVZALAR
2016-2017 yıllarında gerçekleştirilen arazi çalışmaları kapsamında gözden geçirilerek yeniden düzenlenen Türkiye çölleşme riski haritasında büyük hidrolojik havzalarından, Aras, Batı Karadeniz, Konya Kapalı, Marmara ve Meriç-Ergene havzaları dışındaki tüm akarsu havzası alanlarının en az yüzde 15’ine karşılık gelen bölümünün Orta-yüksek çölleşme risk birleşim grubuna girdiği ortaya kondu. Arazisinin en az yüzde 15’lik bölümünde Yüksek-düşük düzeyde çölleşme riskinin etkili olduğu öngörülen havzalar şunlar: Akarçay, Burdur, Büyük Menderes, Doğu Akdeniz, Doğu Karadeniz, Fırat-Dicle, Konya Kapalı, Kızılırmak, Küçük Menderes, Sakarya ve Seyhan. 
TÜRKİYENİN YARISI YÜKSEK ÇÖLLEŞME RİSKİNDE
İki yıl süren çalışmalar sonucu oluşturulan Türkiye çölleşme risk haritasına göre Türkiye arazisinin yüzde 12.7’si zayıf, yüzde 53.2’ü orta, yüzde 25.5’i ise yüksek çölleşme risk sınıfında yer alıyor. Türkiye arazisinin yüzde 8.6’sı ise diğer alanlar sınıfında (1750 m ve üzeri ‘buzul ve kalıcı kar’, ‘kayalık’ ve ‘seyrek bitki alanları”) kalmakta. Üç farklı çölleşme risk sınıfı (zayıf-orta-yüksek) altında 3 farklı düzeyde (düşük-orta-yüksek) gruplandırılan çölleşme riskine göre orta-yüksek risk birleşiminde yer alan arazi oranı yüzde 23.1. Raporda eğer bu alanlarda hızlı ve etkin önlemler alınmazsa yakın bir gelecekte “Yüksek çölleşme risk sınıfı içerisinde kalması kaçınılmazdır” deniliyor. Teknik raporda “Günümüzde Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık yarısının (yüzde 48.6), yüksek çölleşme riski altında olduğu değerlendirmesi yapılabilir” deniliyor. 
ÖNLEM ALINIRSA...
Rapor çölleşme ve arazi bozulumuyla mücadelede başarılı adımların (politika, önlem ve uygulamalar) atılması durumunda, yüksek-düşük risk grubunda yer alan yüzde 16.5 oranındaki bir alanın çölleşme riskinin orta risk sınıfına düşürülmesinin de olanaklı olduğu ileri sürülüyor. Raporda, yalnız iklim etmeninin dikkate alınması durumunda bile, Türkiye arazisinin yaklaşık yüzde 45’inin çölleşme süreçlerinden etkilendiği ifade edildi. 
NİHAİ RAPOR DAHA SONRA YAYIMLANACAK
Rapora TÜBİTAK uzmanı olarak katkıda bulunan Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, çok su tüketen, suları kirleten, çevreyi tahrip eden madencilik, sanayi vs. faaliyetlerin bu rapordaki gerçeklere uygun şekilde planlanması gerektiği görüşünde. Türkeş, “Diğer yandan iklim değişikliği ile mücadeleyi aynı başlık altında ele almak, biraz iklim değişikliği konusunu sulandırabilir.” dedi. Öte yandan içinde bulunduğumuz yıl içinde de Türkiye’nin iki farklı iklim bölgesinde daha doğrulama ve kalibrasyon çalışması yapılacak ve nihai rapor bu çalışmaların ardından yayımlanacak. 

11 Şubat 2018 Pazar

Agonya’nın leyleği_Pazar yazısı


  
 11 Şubat 2018 07:22
  
Verimli Agonya Ovası’nı mesken tutan leylekleri bir daha dönmemek üzere göçüp gitmek zorunda bırakan neydi?
Agonya’nın leyleği
Özer AKDEMİR 
Karaaydın köyünden havalanan leylek mavi bir duman içinde kalmış Kaz Dağı’nın kuzey yamaçlarını arkasına alarak Yenice’ye doğru kanat açtı. Telleri çoktan kopmuş eski bir telgraf direğinin üzerindeki yuvada bıraktığı iki yavrusu uzun uzun baktılar annelerinin ardından. Aslında dört kardeşti leylek yavruları ancak birisi daha yumurtadan çıkamadan ölmüştü. Diğerini babaları öldürdü! Kalan iki kardeş bunun nedenini büyüyüp kendileri anne baba olana kadar asla anlamadılar.
Kaybolmadan birkaç hafta önce baba leylek, yıllardır geldikleri Agonya Ovası’nda artık eskisi kadar kolay av bulamadıklarından yakınıyordu. Ne tarlalarda eskisi kadar börtü böcek vardı, ne sularda balık, kurbağa. Hele o en sevdiği sırtı kahverengi benekli kedi gözlü yılanlardan bu yıl hiç birisine rastlamamıştı.
 
Agonya’nın vefalı, neşeli çalışkan insanları da eskisi gibi değildi sanki. Gerçi kendisine bir kötülükleri olmamıştı şimdiye kadar. Yan gözle bakanı da görülmüş, duyulmuş değildi. Çoluk çocuğu, genç yaşlısı leylek gördüklerinde hep durup hayranlıkla seyreder, “Hacı leylek bereket demek” derlerdi.
Oysa bu yaz tarlalarda çalışırken eskisi kadar neşeli görünmüyorlardı. Sabah ayazına, sarı sıcağa, kasvetli ilk yaz yağmurlarına aldırmadan kadınlı erkekli  şarkılar söylemiyorlar, “Evreşe yolları dar” türküsünde işi gücü bırakıp, parmaklarını şaklatarak oynamıyorlardı. 
Uzun zamandır verimli Agonya Ovası’nın ne beti kalmıştı ne bereketi. Bahar geldiğinde gökyüzünden uçsuz bucaksız yeşil bir halı gibi görünen ovanın bazı bölgeleri sararmış, kelleşmişti. Ovanın bu kesimleri ölmeye yatmış bir canlı gibi görünüyordu. Mecalsiz, bezgin kederli...
En son gittiği avdan da eli boş dönen baba leylek, açlıktan gagalarını aça aça kendisinden yiyecek bekleyen yavrularından en güçsüz olanı yuvadan aşağıya attı. Zaten yumurtadan çıktığı andan beri doğru düzgün beslenemeyen, sağlıksız küçük yavru yuvadan aşağıya düşer düşmez ölmüştü. Ölü yavrunun sokak köpeklerince yenmesini hüzünle izledi anne leylek. Baba leyleğe kızamıyordu çünkü bu ikisinin kararıydı. Diğer iki yavrunun sağlıklı kalabilmesi için bunu yapmak zorundaydılar.

Yavru leyleğin yuvadan atılmasından birkaç gün sonra baba leylek kayboldu. İnce boynunu geriye atıp uzun uzun gaga vurduktan sonra yiyecek aramak için havalandı ve bir daha dönmedi yuvaya. İki gün ve gece baba leyleğin dönmesini bekleyen anne leylek ikinci gün öğleden sonra iki yavruyu arkasında bırakıp, yağan incecik yaz yağmuruna aldırmadan yuvadan kanat açtı. Kendisinden çok iki yavrusunun kursağından iki gündür iki lokma geçmemiş olması diğer tüm duygulardan daha baskın gelmişti.
İri kanatları ile sis basmış ovada uçan leylek altında bir urgan gibi kıvrılıp Gönen Barajı’na kadar uzanan Döşemedere’ye doğru süzüldü. Yıllardır bu derenin kıyılarında yaşayan kurbağalar onun ana besin kaynaklarıydı. Bazen güneş altında yeşil/mavi pulları ışılayan bir su yılanına, ya da iri yeşil bir kertenkeleye de rast geldiği olurdu ki bunlar onun için en lezzetli öğünler arasındaydı. 
Baba leyleğin kaybolmadan önceki hayıflanmalarına hak veriyordu anne leylek de. O da bir süredir derenin renginin değiştiğinin farkındaydı. Su bulanmıştı. Daha doğrusu açık sarı ile yeşil arası bir  renk almıştı. Kokusu da değişmişti suyun. Eskiden etrafındaki bitkilerin, çamlardan sızan reçinenin, ıhlamurun, su pürenleri ve yaban kekiklerinin kokusunu taşıyan sudan şimdi acımtırak bir koku yükseliyordu. Bu koku bazen öyle dayanılmaz hale geliyor, öyle bir keskinleşiyordu ki derenin yanından uzaklaşıp tarlalara doğru kaçıyordu. 
Suyun kokusu içindeki kurbağa ve balıklara da bulaşıyordu. Kurbağalar suya girmez olmuş, kıyısındaki çamurların, yosunların içinde gizlenmeye çalışıyorlardı. Balıklar solungaçlarını kocaman kocaman açıp kapıyorlar, sarhoş gibi bilinçsiz dolaşıyorlardı suyun yüzeyinde. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu bilemiyordu leylek. Bir taraftan ayağına kadar gelen yemekti bu balıklar, kurbağalar, öte yandan tatları, kokuları çok kötüydü.
 
Derenin rengine, kokusuna aldırmadan yiyebildiği kadar balık ve kurbağa yedi. Karnı tıka basa doyunca boynunu arkaya atıp, gırtlağına doldurabildiği kadar hava alarak gagasını takırdattı uzun uzun. Kaybolan eşinin sesini duymayı umdu, bekledi, bekledi. Duyduğu tek ses yakınlardaki maden tesislerindeki makinelerin taşları kırarken çıkardığı ses oldu. 
İşte, bu tesislerin üzerinden uçup yuvasına dönerken gördü baba leyleği. Madenin yanı başındaki iki havuzdan birisinin kenarında, geniş kanatları açık, karnı yukarı gelecek şekilde, suyun kıyısındaki siyah örtünün üzerinde yatıyordu. 
Normalde bu demir, beton yığını binaların, bu buğusundan kötü kokular yükselen havuzların üzerinden geçmezdi leylek. Gürültüsü, makinelerden yukarı doğru yükselen tozu, görüntüsü hiç hoşuna gitmezdi. O gün ise tüm bunları düşünemeyecek kadar dalgın ve üzgündü. 
 
Aşağıya inip ölüsüne baktı eşinin. Boynunu yine arkaya kıvırıp bu sefer acı ile takırdattı gagasını. Nasıl düşmüş, nasıl ölmüştü bu pis kokulu suyun içine bilemedi. Yuvasında bekleyen aç iki yavrusuna gitmek için eşinin ölü gövdesinin yanından havalandı. Havuzun üzerinde son bir kez dönüp eşinin ölüsü ile vedalaşırken, kalın bir boru ile havuzdaki sarı suyun dereye doğru bırakıldığını gördü. 
Deredeki kirli sarı rengi, balıkların, kurbağaların ıstırabının nedenini, bu su ile tarlalarını sulayan köylülerin kederini, Agonya Ovası’na çöken felaketin sebebini o zaman anladı. Yavruları uçmaya başladığında, göç mevsimini bile beklemeden, bu güzel ovadan son kez kanat açıp bir daha dönmemek üzere gitmeye karar vermişti yuvasına dönerken.
Son Düzenlenme Tarihi: 11 Şubat 2018 
https://www.evrensel.net/haber/345281/agonyanin-leylegi

10 Şubat 2018 Cumartesi

İzmir'in göbeğinde nükleer cinayet!




 10 Şubat 2018 16:11

İzmir'in göbeğinde Gaziemir'deki eski kurşun fabrikasında 219 kat radyasyon ölçüldü!



Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir'in ortasında Gaziemir'deki eski kurşun fabrikası tesislerinde limitlerin 219 katı radyasyon ölçüldü. Ölçümü yapan 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Emekli öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül bunun kentin ortasında işlenen bir cinayet olduğunu söyledi.
ÇEVRESİNDE YÜZBİNLERCE İNSAN YAŞIYOR
Gaziemir'de yüz binlerce İzmirlinin yaşadığı, AVM'lerin ve şehirlerarası yolun yakınlarında bulunan Arslan Avcı adlı eski kurşun fabrikası bahçesinde radyoaktif atıklar olduğu geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkarılmıştı. Yıllardır hiçbir önlem alınmadan orada bekletilen radyoaktif maddelerin bertarafı ve taşınması süreci de tam bir yılan hikayesine dönmüştü. Valilik önce bu radyoaktif maddelerin taşınıp/bertarafı için ÇED Gerekli değildi kararı verirken, EGEÇEP, mahalleli ve bazı kurumların itirazları sonrası bu karar mahkeme tarafından bozulmuş ve ÇED Gereklidir kararı çıkmıştı. Bu kararın ardından Turanlar isimli firma tarafından ihale ile alınan atıkların bertarafı işi için TAEK mühendislerinin danışmanlığında bir ÇED Raporu hazırlanmıştı.
ŞİRKET PARASINI ALAMAYINCA TERKETMİŞ
Bölgedeki radyoaktif malzemenin taşınması ve bertarafı işini alan şirket devletten alması gereken iddialara göre 10 milyon TL'lik ödeneği alamaması üzerine sahayı terkedip gitti.
Daha önce Köprübaşı Kasar Köyü ve Söke Kisir Köylerindeki uranyum sahalarında radyasyon ölçümü yapan 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Emekli öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül önceki gün gazetecilerle tesislerde ölçümler yaptı. 
'219 KAT RADYASYON ÖLÇTÜM'
 Almanya'dan gelen Gamma Scout adlı cihazla gerçekleştirdiği ölçümler hakkında gazetemize bilgi veren Küçükgül, girişinde "Kurşun Monoksit Binası" yazan, yarısı yıkılmış boş bir binada limitlerin 219 kat radyasyon ölçtüğünü belirtti. Binanın şu an boş olduğunu belirten Küçükgül, "Orada çok yüksek radyoaktif malzeme konmuş ki tüm malzeme duvarlar, her taraf aşırı yüksek radyoaktif hale gelmiş. Bazı kutuların üzerindeki uranyum kodları falan herşey yazıyordu" dedi. 

Gaziemir
'TAŞ KIRMA TESİSİNDEN FARKI YOK!'
Gördüğü kadarıyla, orada yapılan işin normal bir taş kırma eleme tesisinde yapılandan farklı olmadığını aktaran Küçükgül, "Halbuki  raydyoaktif madde ile çalışırken sistemin tamamen kapalı ve herşeyin uzaktan kumandalı sistemlerle yapılması gerekir".
ŞEHRİN GÖBEĞİNDE CİNAYET
Bunun dünyanın hiçbir yerinde kabul edilebilecek bir şey olmadığını vurgulayan Küçükgül, " Bu çağda şehrin göbeğinde bu işi yaptıran bir devlet, buna izin veren yönetimler cinayet işliyorlar. Şehrin göbeğinde bu kadar yüksek radyasyonu ilk defa ölçtüm. Bu bir cinayettir" diye konuştu.
'KORKUDAN NEFES ALAMADIM!'
 
Sabahtan öğleye kadar tesisleri gezip, ölçümler yaptıklarını bu süre boyunca hiç kimseyi görmediklerini ifade eden Küçükgül, " Korkudan daha fazla nefes alamadım. Bir an evvel çıkmaya çalıştık. Tam çıkarken tel örgüyü geçerken birisine yakalandık.
Öğleden sonra bir tane adam geldi niye girdiniz burası yasak dedi. Bekçiden çok oradan malzeme alan birisine benziyordu. Halbuki yasak falan diye birşey yoktu, her taraf serbest geçişe açık, bütün malzemeler ortadaydı" dedi. Salihli Köprübaşında 140 katını ölçmüştük. Üç tane soru önergesi verilmişti. Bu 219 nedir? Tesislerdeki yığınların altında binlerce ton radyoaktif madde olduğunu aktaran Küçükgül, "mahalleli o bölgeden sabahları hep duman çıktığını söylüyor. Gittik oraya koku dayanılmaz ve yarım gün kaldık göğsüm ağrıdı" dedi.
Son Düzenlenme Tarihi: 10 Şubat 2018 17:12
      
https://www.evrensel.net/haber/345238/izmirin-gobeginde-nukleer-cinayet

http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hurriyet-pazar/devlet-uyur-radyasyon-uyumaz-40737312

8 Şubat 2018 Perşembe

Bana gerçekleri anlatma_Nazım Alpman


NAZIM ALPMAN

NAZIM ALPMAN 08.02.2018 01:11


Bir toplumun gerçeklerle olan yakınlığı ya da uzaklığı, o toplumun gelişmişlik düzeyi bakımından fikir verebilir. Özellikle acı gerçekler söz konusu olduğunda, gerçeklerle yüzleşmenin ağır sonuçları yaşanabilir.
Bu durumu en çok hastanelerde görebiliyoruz.
Ağır hastanın kaybedileceğini öğrenen yakını, tepkisini öncelikle doktorlara yöneltebilir. Ki bu türden pek çok olay yaşanıyor. Büyük hastanelerde doktorlara saldıranlar, kesici aletlerle hücum edenler, hatta ateşli silah kullananlar bile olabilmektedir.
Ne pahasına olursa olsun doktor hastayı yaşatmalıdır. Oysa doktor da böyle düşünmektedir. Zaten ettiği Hipokrat yemini bunu gerektirmektedir. Ama hasta yakını eğer toplumsal gelişmişlik bakımından negatif bir çizgide bulunuyorsa, doktoru asla anlayamaz.
Toplumsal gelişmişlik eğrisi alt sınırlarda seyrederse böylesi olayların esas müsebbiplerinin kim olduğu asla görülemez.
Hastanelerde son yıllarda doktorlar, hemşireler, elemanları pek çok defa hasta yakınlarının saldırılarına maruz kaldılar.
Hastaların ve yakınlarının doktorlara saldırılarıyla toplamsal gelişmemişlik arasında doğru orantı vardır. Hatta ağır vakalarda, ağır cehaletten söz edilebilir.
Onlara huzur veren ilacın sırrı bilgisiz toplumun reçetesidir:
“ Bana gerçekleri anlatma!

Ege’nin uranyumu
Ege Bölgesi’nin meşhur olmuş pek çok ürünü vardır. Başta zeytin, zeytinyağı olmak üzere üzümleri, şarapları, incirleri, bademleri, şeftalileri, elmaları armutları gibi say sayabildiğin kadar…
Bir de hepsinin üstünden atlayıp, onları çöp haline getirebilecek kadar güçlü –ama meşhur olmamış- değeri var: Uranyum!..
Bu güçlü ürün nükleer yakıtın hammaddesini oluşturuyor.
Ancak bunu kimseler bilmiyor. Hatta üzerinde yaşayanlar bile…
Çevre gazeteciliği denildiğinde akla ilk gelen isim olan Evrensel gazetesinin İzmir Muhabiri Özer Akdemir’in son kitabı “Uranyum Uğruna” adlı çalışması ülkemiz içinde sessizce patlatılmış “Mini-Çernobil santralleri” olduğunu ortaya koyuyor.
1970 ile 1980 yılları arasında Maden Tetkik Arama kurumu (MTA) Manisa’nın Köprübaşı ilçesinde bağlı Kasar köyünde uranyum madeni işletilmiş. Hatta yarı mamul madde olan Yellow Cake (Sarı Pasta) bile üretilmiş.
Amerikalılarla ortak işletilen bu madenler, 1980’de terk edilmiş. Öylece olduğu gibi bırakılıp gidilmiş.
Sonra?
Sonrasını kimse sormasın diye konu bile edilmemiş. Maden bölgesinin üzerinde yaşayan insanlar, otlayan hayvanlar, onların sütlerini içen insanlar, derelerinde yüzen balıklar, hepsi hep birlikte radyasyona maruz kalarak hayatlarına devam etmişler. Hâlâ da ediyorlar.
Özer, kendisine bu bilgileri veren Doç. Dr. Enver Küçükgül ve Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz ile birlikte uranyum madenlerinin bulunduğu köye gidiyor. Onlara da madenlerde çalışmış bir köylü rehberlik ediyor. Ellerinde radyasyon ölçen bir alet ile her yerde ölçüm yapıyorlar.
Sonuç mu?
Kabul edilebilir radyasyon limitlerinin tam 140 kat fazlası olduğunu tespit ediyorlar!..
Bu ürpertici sonuçları alınca Köprübaşı Belediye Başkanı Zafer Mergen’e gidip durumu anlatıyorlar. Genç başkan ilgi ve kaygı ile onları dinliyor. Sonra fikrini söylüyor:
“ İlçemizin böylesi radyasyon sorunu ile anılması ilçeye zarar verir. Bizim buranın tek geçim kapısı çilek üretimidir. Lütfen bu şeyleri söylemeyeyim. Zaten bizi kimse uyarmadı! Yakında da seçimler var. Ben de köylüyüm, bize bir şey olmadı şimdiye kadar...!
Bir başka mini Çernobil ise Aydın’ın Söke ilçesine bağlı Kisir Köyünde yaşanmış. 12 Yaşında çocuklarda kanser tespit edilmiş. Sekiz aylık hamile kadının karnında bebeği ölmüş. “Eceliyle” ölüp gidenlerin kaçı uranyuma bağlı kanserden hayata veda ettiği ise bilinmiyor. Çünkü araştırma yapılmamış.
Özer’in kitabı tam bir korku filmi senaryosu gibi… Ama ne yazık ki, film senaryosu değil, çıplak elle tutulan bir gerçek.
https://www.birgun.net/haber-detay/bana-gercekleri-anlatma-203473.html

4 Şubat 2018 Pazar

Şad olup gülmüyor kalbi yaslıdır_Pazar yazısı




 04 Şubat 2018 04:25
  
İşte böyle, birdenbire, Ege’nin bir köyünde Orta Anadolu’da yakılmış bir ağıtın sözlerinde gelir bulur sizi hüzün...


Şad olup gülmüyor kalbi yaslıdır

Özer AKDEMİR
Başına doladığı sarı poşusunun ucuyla gözündeki yaşları kurulamaya çalıştı. Daha doğrusu gizlemek istiyordu ağladığını. Kendisine baktığımı görünce yüzünü çevirdi, hafif arkasını döndü. Başını omuzlarının içine biraz daha gömdüğünde vücudunun titrediğini anladım. Hıçkırıklarını tutmaya çalışarak için için ağlıyordu.
Yanına varıp oturdum 65-70 yaşlarında gösteren adamın. Esmer kavruk yüzü kırış kırıştı. Meneviş rengi gözleri vardı. Göz kapakları, kirpikler, tam kurulayamadığı yaşlardan ıslanmıştı. Utanarak baktı yüzüme. Ağladığından, ağladığının görülmesinden utanıyordu. 
“Şad olup gülmüyor kalbi yaslıdır
Karlı dağlar gibi başı pusludur
Ela gözler nemli kirpik ıslıdır
Düşmüş Alman’a yolu Zeyneb’in”
Türküsü geldi aklıma onu böyle kirpikleri ıslanmış görünce. Almanya’ya gidip, orada hastalanıp ölen Zeynep gelinin ağıtıydı.
Egenin bir ucunda, Bozdağ’ın eteğindeki bir tepenin başında, Karaburun’un denizden uzak bu  yaylasında Kırşehirli ozan Çekiç Ali’nin bozlağı neden gelir ki insanın aklına? Meneviş gözlü, yaşlı bir adamın hüznü, göz pınarlarına dolan yaşlar, Almanya’da ölen kadersiz Zeynep geline neden benzetilir ki? Acının iklimi, kederin vatanı yok da ondan! İşte böyle, birdenbire, Ege’nin bir köyünde Orta Anadolu’da yakılmış bir ağıtın sözlerinde gelir bulur sizi hüzün... 

***
Ne işimiz vardı bu köyde? Kırk, bilemedin elli haneden oluşan bu küçük köy, her iki üç yılda bir bu kalabalığı neden topluyordu. Neden köy kadınları ölü evinde ağıt yakar gibi konuşuyorlardı. Erkekleri neden sus pustu, başları önden kalkmıyordu? Neydi bu köyü, köylüyü hüzne boğan şey?
***
İlk kez üç sene önce, bir bahar gününde iki minibüsle gelmiştik Yaylaköy’e. Urla’dan, Foça’dan, Çeşme’den gelenlerle birlikte 50 kişi yol boyunca etrafı taş duvarlarla örülü ağıllardaki kuzuları, koyunları seyrederek girmiştik Karaburun’un içlerine doğru. Masmavi gökte uçan martıları ve onları kovalayan Ada Doğanını seyrederek ilerledik bir zaman. Karaburun’dan çıkarken, epey uzakta görünen RES direkleri aniden burnumuzun dibinde bitivermişti. Hemen altlarından geçiyordu yolumuz.
Birinin yanında durup sesini dinlemiştik. Rüzgarın ritmine ayak uyduruyor, fır fır dönüyordu kanatları. Havaalanına uçak inerken ya da kalkarken çıkardığı seslere benziyordu. Bu sesle bir ömür geçer mi soruları aklımıza takılı kalmıştı köye vardığımızda.
Biraz çukurun içinde kalan köyün etrafı çepeçevre RES’lerce kuşatılmıştı. Karşı tepedeki direkler minarenin hemen yanı başındaymış gibi görünüyordu. 
Sohbetlerde bir dokunup bin ah işittik köylülerden. Adeta canlarından bezmişlerdi. Evlerin 200-300 metre dibine kadar sokulmuştu direkler.
“Uyuyamıyoruz” diyordu köylü kadının biri. “Geçimimiz kalmadı, hır gür eksik olmuyor, psikolojimizi bozdu bu direkler” demişti yanındaki adam. Kocasıydı sanırım.  
 
Al çiçekli başörtüsünün ucunu aklaşmış saçlarına sokarak konuşan başka bir kadın ise hem dertli hem öfkeliydi; “Ben istemez miydim çocuğum da bir masa köşesinde otursun. Ama biz çobanız, geçimimiz bu. Aslımız Yörük. 65 yaşında, iki kilo kepeneğin ardı sıra ekmek parası kazanmaya çalışıyoruz. Eşim de çoban, keçilerin ardında şu yaşında. Keçilerimiz bu direklerin altına gitmiyor. Yaylıma çıkaracak mera  kalmadı. Her tarafımızı direklerle sardılar. Bize bu zulmü neden yapıyorlar? Neden, neden...?”
*** 
“Ülkemiz neden elektrik için yurtdışına para versin ki? Rüzgarımız esip duruyor. Temiz -yenilenebilir. Doğaya zarar vermemek için üniversitelerden bir sürü rapor alıyoruz. Ben de yurtseverim” dedi şirketin müdürü. Söylediklerine kendisinin de inanmadığı gülümsemesindeki yapmacıklıktan belliydi. 
“Bize ne anlatıyorsun ki bunları müdür bey” dedi Kent Konseyinden bir kadın. “Seni çağırdık, sorunlarımızı anlatmak, çözüm aramak için. Bize kuantum fiziğini anlattın! Söyleyecek bir şeyin yok çünkü. Hatta, ‘20 sene sonra Yayla Köy diye bir yer kalmayacak’ dedin. Demedin mi?”
Müdür gözlerini kaçırdı. “Nüfus oranı, projeksiyon, göçler” gibi bir şeyler geveledi. İnsanların söyledikleri sözlere o kadar umarsızdı ki... 
*** 
Yine bir ÇED toplantısı yapılacaktı. İki kez iptal ettirilip, üçüncü kez izin verilen ÇED’in toplantısı!
Açtıkları her davayı kazanan ama direklerin tepelerine dikilmesine engel olamayan köylüler  bu sefer epeyce sessizdi üç yıl öncesine göre. Bıktıkları, çaresizliği öğrendikleri o kadar ortadaydı ki! Şirketin güvendiği de buydu zaten. 
“Savaş var” dedi şirketten birisi. “Suriye’de askerlerimiz savaşıyor siz buradan neyle uğraşıyorsunuz”
“OHAL var” diyordu jandarma komutanı, “slogan atamazsınız, yürüyemezsiniz.”
Ucunda dürbün takılı uzun namlulu tüfeğini çapraz tutan asker gözlerini kaçırıyordu. Her birinin ana-baba-bacı-kardeşiydi karşılarındaki. Sadece yaşamak istiyorlardı. 
*** 
Yanına oturunca koluna dokundum ihtiyar adamın. “Hayırdır amca?” dedim. Gözlerindeki nemi kuruladı tekrar, sarı poşusuyla. “Hayırlık durum mu kaldı oğul” dedi. “Görüyorsun halimizi. Ölmüşüz ağlayanımız yok. 50 direk vardı 37 daha dikeceğiz diyorlar. Biz mahkemeyi kazanıyoruz onlar bildiğini okuyorlar. Bu şirketlere mahkeme işlemiyor” 
Sakinleşti konuşurken, uzun uzun anlattı. Köylülerden bekçi olarak işe girenler olduğunu, elektrik faturalarının şirket tarafından ödenmesinin köylünün direnişini kırdığını söyledi.
Sonra duygusallaştı yeniden. Sesine yerleşen titremeye engel olmaya çalışarak dedi ki; “Ondan da ötesi ne biliyor musun yeğenim? Kendi köyüm de esir gibiyim! Teyzen öleli üç yıl oldu. Ölene kadar hiç ayrılmamıştık. Şu direklerin oradaki mezarda yatıyor şimdi. Yanına hazırladım ben de mezar yerimi. Diyorlar ki ‘20 sene sonra köy möy kalmayacak.’ Evleri, sokakları, mezarları bile alacakmış şirket. Ölsem mezarım burada kalacak mı bilmiyorum! Ya teyzenle benim mezarları da ayırırlarsa?!..”
*** 
Anadolu’nun bu yüreği güzel insanlarının yurtları başına yıkılıyor uzun zamandır. Maden, termik, baraj, RES, jeotermal derken, hastalıklar, ayrılıklar, sayrılıklar bitmek bilmiyor. 
“Şad olup” gülmüyorlar, “yalan dünyada.” Ölülerinin huzur bulup bulmayacaklarını bile bilmiyorlar! 
Son Düzenlenme Tarihi: 05 Şubat 2018 18:31

https://www.evrensel.net/haber/344806/sad-olup-gulmuyor-kalbi-yaslidir

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...