Çepeçevre Yaşam, Manisa Gölmarmara'da bulunan ve kuruma
noktasına gelen Marmara Gölü'ne dair hazırladığımız programın ikinci bölümüyle
karşınızda.
31 Mart 2022 17:00
Manisa Gölm
armara'da bulunan Marmara Gölü, uygulanan yanlış
politikalar nedeniyle iki yılda kuruma noktasına geldi.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam, geçtiğimiz
hafta ilk bölümünü yayınladığımız ve gölü bu noktaya getiren
yanlış uygulamalarla yaşananları bölgedeki yurttaşlarla konuştuğumuz programın
ikinci bölümüyle yayında.
Çepeçevre Yaşam her perşembe Evrensel'de. (İzmir/EVRENSEL)
İkizköy’de Limak-IC Enerji ortaklığı zeytin katliamı için
harekete geçti. Katliama karşı çıkanlar darbedildi. EMEP ve TİP il başkanları
gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar akşam serbest bırakıldı.
Fotoğraf: İkizköy Çevre Komitesi
Özer AKDEMİR
Muğla
Muğla Milas’a bağlı İkizköy'de termikçi şirket, zeytin
katliamı için harekete geçti.
Aylardır Akbelen Ormanı ve bölgedeki zeytinlikleri Limak
Holding ve IC Enerji ortaklığının iştiraki termikçi YK Enerji şirketine karşı
koruyan İkizköy Çevre Komitesi zeytinliklerin korunması için Muğla ve Milas
belediye başkanlarının yanı sıra tüm Muğla milletvekillerine ve siyasi
partilere destek çağrısı yaptı.
Şirket özel güvenliklerinin İkizköylü kadınları darbetmesine
tepki gösteren EMEP İl Başkanı Nuri Alikoç ve TİP Muğla İl Başkanı Volkan Çetin
jandarma tarafından gözaltına alındı. Şeker hastası Alikoç'un bunu belirtmesine
rağmen gözaltı aracında dar bir ortamda tutulduğu, Çetin'in ise ters kelepçeyle
gözaltına alındığı öğrenildi. Gözaltına alınanlar akşam saatlerinde serbest
bırakıldı.
İkizköy’de sökülmek istenen zeytinliklerin olduğu bölgeden
seslenen İkizköy Çevre Komitesinden Nejla Işık, “2017 yılında kamulaştırılan
İkizköy merkez, eski adıyla Işıkdere'de bulunan, sayısını tam bilemediğimiz
zeytin ağaçlarını yıllardır kestirmiyorduk. Bugün söküm için geleceklerini
öğrendik. Burada bir katliam var. Herkesi desteğe çağırıyoruz” dedi.
“BELEDİYE BAŞKANLARI BUYURSUNLAR, NE KADAR ÇEVRECİ
OLDUKLARINI GÖSTERSİNLER”
İkizköy Çevre Komitesinden Deniz Gümüşel, “Yanınızdayız
diyen herkesi Işıkdere’ye, zeytin katliamını önlemeye
çağırıyoruz” çağrısında bulundu.
Gümüşel, Muğla Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Gürün ve
Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat’a seslenerek, “Buyursun gelsinler, ne
kadar çevreci oldukların göstersinler. İzinsiz zeytin ağacı kesiyorlar,
köklüyorlar, yanımızda dursun Muhammed Bey. Alanda yanımızda olduğunu söyleyen
tüm siyasi partilerin yetkililerini de il yöneticilerini de bekliyoruz. Şu an
'Yanınızdayız' sözünüzü gerçekleştireceğiniz gün. Yani daha sonra basın
açıklamalarına değil, şimdi yanımıza bekliyoruz hepinizi” diye konuştu.
Muğla milletvekillerine de çağrı yapan İkizköylüler, “Alanda
ihtiyacımız var size, eğer Muğla’nın zeytinlerden olmasını istemiyorsanız
lütfen alanına gelin. Şirket izinsiz, kamu yararı vs. hiçbir şeyi olmadan
kanuna aykırı bir şekilde zeytinleri katlediyor” dediler.
"DEĞİŞTİRDİKLERİ YÖNETMELİĞE BİLE UYMAMIŞLAR"
Deniz Gümüşel şunları söyledi:
"Jandarma onlarla birlikte hareket ediyor. Zeytincilik
kanuna aykırı bir yönetmeliği kendilerine dayanarak yaparak bu ağaçları
katletmişler. Zaten bu yönetmelik hukuka aykırı, kesinlikle iptal edilecek.
Davalarımız da açtık ama daha da kötüsü şu, bu adamlar dayanak gösterdikleri
yönetmeliğin gereklerini bile yerine getirme lütfunda bulunmamışlardır. Bu yeni
çıkan maden yönetmeliğinde değişiklik yapan yönetmelikte diyor ki; 'Kamu yararı
gözetilerek Tarım Bakanlığından alınacak izinler ile bu zeytinlikler taşınır.'
Burada 80, 90, 100, küsur yaşındaki ağaçlar kepçe ile sökülmüş. Özel olarak
özenli bir şekilde köklenmiş değil. Bildiğiniz iş makinesi ile kepçe ile löp
diye girmişler. Adamlar bütün zeytinliği talan etmişler. Önüne gelen zeytini
söküp atmışlar ve hepsinin kökleri zarar görmüş. Bu ağaçların tekrar canlanma
şansı yok. Ellerinde hiçbir yerden alınmış bir izin yok. Kafalarına göre
dalmışlar, burası kamulaştırılmış alan diye. Hepsi zeytin katili buradakilerin.
Biz savcılık bu alanı bu şirkete boşalttırınca ya kadar alanda durmaya
devam edeceğiz."
Fotoğraf: İkizköy Çevre Komitesi
“KAYMAKAMDAN KESİMİ DURDURMASINI İSTEDİM"
Köylülerin avukatı Arif Ali Cangı ise şunları söyledi:
"Milas Kaymakamı'nı aradım, veterinerlik okulunda
törendeymiş, Refik adına bir Müdür ile görüştüm, izinlerini sordum. 'Bizim öyle
bir izin verme yetkimiz yok' dedi. Hatta 'Vardır izinleri, izinsiz bir şey
yapmazlar' dedi. Ben de izinsiz öyle şeyler yaptılar ki dedim, Kaymakam'a
mesajımı aktarmalarını istedim, olaya müdahale edilmesini istiyoruz dedim.
Kaymakam Bey gelince bilgi veririm dedi. Ben de şu an itibarıyla sizin bilginiz
oldu, olacaklardan siz sorumlusunuz dedim."
DİRENİŞ SONUCU İŞ MAKİNELERİ ALANDAN AYRILDI
Direniş sonucu makineleri alandan ayrıldı.
Jandarma, birlik göndererek köylüleri alandan çıkarmak
istedi. Köylüler ise iş makineleri gitmeden alandan ayrılmayacaklarını
söylediler.
Milas İlçe Jandarma Komutanı ile yapılan görüşme sonrası iş
makinesi alandan ayrıldıktan sonra köylüler de Akbelen'deki nöbet yerlerine
çekildiler.
ŞİRKET VE GÜVENLİK MÜDÜRÜ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU
Köylüler de kendilerini darbeden şirket güvenlik müdürü
hakkında suç duyurusunda bulunmak üzere savcılığa gitti. Köylülerin avukatı da
zeytinleri söken firma hakkında suç duyurusunda bulundu.
GÖZALTINA ALINANLAR İFADE İŞLEMLERİNİN ARDINDAN SERBEST
BIRAKILDI
Gözaltına alınan EMEP Muğla İl Başkanı Nuri Alikoç
ve TİP Muğla İl Başkanı Volkan Çetin, ifade işlemlerinin
ardından serbest bırakıldı.
Milas İlçe Emniyet Müdürlüğü önünde açıklama yapan Nuri
Alikoç, "Alanda köylüler zeytin ağaçlarının sökümüne karşı direnişteydi.
Biz de destek olmak amaçlı gelmişti. Şirketin özel güvenliği arkadaşlarımızı
darbettiği halde bizler gözaltına alındık. Bu durumu protesto ediyoruz.
Amacımız zeytin ağaçlarını, köylünün topraklarını korumak. Sonuna kadar
İkizköylülerin yanında olacağız" dedi.
Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim AŞ de bir açıklama
yayımlayarak ağaçların zarar görmeden taşındığını savundu. Açıklamada, şirket
çalışanlarına saldırıldığı öne sürüldü. Açıklama şu şekilde:
“Söz konusu zeytin ağaçlarının bulunduğu alan, 2016 yılında
kamu yararı kararı doğrultusunda yerli kaynaktan elektrik üretimi amacıyla
kamulaştırılarak madencilik faaliyetleri için şirketimize tahsis edilmiştir.
Linyit İşletmeleri sahasında bulunan, 9 zeytin ağacı uzmanlar eşliğinde yine YK
Enerji bünyesinde oluşturulan ve 22 binden fazla zeytin ağacının yer aldığı
zeytin park alanına taşınmıştır.
Hiçbir şekilde ağaçların kesilmesi, zarar görmesi gibi bir
durum söz konusu değildir. Kök bütünlüğü korunan ağaçların herhangi bir zarar
görmemesi için iş makineleriyle etrafları kazılarak ve budamaları yapılarak
yeni yerlerine taşınmaktadır. Tüm bu işlemler uzmanlar eşliğinde
gerçekleştirilmektedir.
Öte yandan, zeytin ağaçlarının taşınması sırasında
madencilik faaliyeti için şirketimize tahsis edilmiş alanın içine girilerek iki
çalışanımıza eylemciler tarafından saldırılmış ve çalışanlarımız darp
edilmiştir. Saldırının ardından kolluk kuvvetleri, eylemcilere müdahale
etmiştir.
Çalışanlarımıza saldıran ve yaralanmalarına neden olan
kişiler hakkında da tüm yasal haklarımızı kullanarak suç duyurusunda
bulunduğumuzu belirtmek isteriz.”
Çanakkale’nin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajına 1,5 km uzaklıkta işletilmek
istenen altın madeni için ÇED toplantısı yapıldı. Kurum temsilcileri ÇED
raporunun yalanlarla dolu olduğunu söyledi.
Fotoğraf: Filiz Tekin
Özer AKDEMİR
Koza Altın İşletmeleri A.Ş tarafından Çanakkale İli Merkez
İlçesi Serçeler Köyü ve Terziler Köyü mevkiinde işletilmek istenen altın gümüş
madeni ile ilgili ÇED halkın katılımı toplantısı Serçeler Köyünde yapıldı.
Çanakkale’nin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajına sadece 1600 metre uzaklıkta
işletilmek istenen altın madeni ÇED toplantısına katılan kurum temsilcileri
yargı kararlarının yok sayıldığı ve ÇED raporunun yalanlarla dolu olduğunu dile
getirdiler.
“MADEN HAYVANLARIMI ÖLDÜRDÜ”
Proje ile ilgili şirket yetkilisinin sunumunun ardından söz
alan Serçeler Köylülerinden Bekir Işıl, hayvancılık yaptığını belirterek maden
işletmesinin hayvanların içme sularını bilinçli olarak kirlettiğini ve birçok
hayvanının bu nedenle öldüğünü ileri sürdü. “Madeniniz burada çalıştığı sürece
daha ne kadar hayvanımı katledecek?” dedi.
“FİRMA GERÇEKLERİ ÇARPITIYOR”
Köylülerin yanı sıra Çanakkale’den birçok yurttaş ve kurum
temsilcisinin de katıldığı toplantıda söz alan Çanakkale Belediye Başkan Yardımcısı
İrfan Mutluay, madenci firmanın gerçekleri çarpıttığını dile getirdi. Firmanın
sunumunda 2017 yılındaki ÇED raporundan bahsedenken bu raporun 2021 tarihinde
mahkeme kararıyla iptal edildiğini söylemediğin aktaran Mutluay, “Şu aşamada
bile aldatarak işe başlıyorsunuz. İki tane bilirkişi raporu hazırlandı. Bu
bilirkişi raporu 61 sayfadan oluşmakta ve şunu diyor, ‘içme suyu kullanma suyu
ve sulama suyu havzalarında bu faaliyet yürütülemez’ diyor. Açın okuyun.
Okuduğunuz mu bu raporu ? Kesinlikle hayır, neden okumadınız? Çünkü işinize
gelmiyor” dedi.
200 BİN İNSANIN İÇME SUYUNU RİSKE ATIYORSUNUZ?
Firmanın iptal edilen ÇED raporunun yerini değiştirdiğini
söylediğini belirten Mutluay, firmanın kapasite artışını yeni proje gibi
sunduğunu ifade etti. Yeni projede patlatma yapılacak alanın Atikhisar barajına
uzaklığını sadece bin 600
metre olduğunu belirten Mutluay, “Buradan 200 bin insan
içme ve kullanma suyu aynı zamanda sulama suyu amacıyla yararlanıyor. Bunun bir
alternatifi yok. 26 bin dönüm tarım arazisi buradan su alıyor. Bölgenin,
ülkenin dünyanın en kaliteli meyve derinden, sebzelerinden üreticilerin
üretimi, toprak buralar. Siz bunları riski edemezsiniz, mahkeme kararı,
bilirkişi raporu bu ormanları kesemezsiniz diyor” diye konuştu.
AYNI YEMEĞİ ISITARAK TEKRAR HALKIN ÖNÜNE SÜRDÜLER
“Bilimsel temele dayanmayan bir raporla ve kandırmaca ile
karşı karşı olunduğunu belirten Mutluay, “İptal edilen ÇED raporunu neden
yüksek yargıya taşımadınız? Çünkü yangından mal kaçırır gibi aynı yemeği bir
daha ısıtarak, daha da büyük tencerelerde kazanlarda pişirilerek bu halkın
önüne sunuyorsunuz. Bu yargının ve hukukun arkasından dolanmaktadır” dedi.
“EN ÇOK YALAN DİNLEDİĞİM TOPLANTI BU OLDU”
Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkanı Hicri
Nalbant ise "Bu bölgede çok sayıda proje tanıtım halkı bilgilendirme toplantılarına
katıldım. En çok yalan dinlediğim toplantı bu toplantıdır! Ben sadece bu köye
bu amaçla belki beşinci kez gelmiyorum. Her şeyi bırakıp, suyumuzu, havamızı,
toprağımızı, ağaçlarımızı, ormanlarımızı savunmak için sürekli buraya gelmek
zorunda mıyız? Neden geliyoruz? Mahkemenin verdiği kararlara uyumuyorsunuz,
şirket uymuyor. Hadi şirketi anladım, onun için öyle geliyordur. Peki, çevre
Şehircilik Bakanlığı neden uymuyor?” diye konuştu.
“DAVA BİTTİ DEFTER KAPANDI DERKEN…”
Toplantıda söz alan İda Dayanışma Derneği Başkanı Ekrem
Akgül de şu ifadeleri kullandı; "Kozanın Serçeler ve Terziler
coğrafyasında yapmak istediği 1881 hektarlık alandaki altın maden işletmesine
karşı İda Dayanışma Derneği olarak dava açmıştık. Çevre hukuku bölümünde ders
niteliğinde okutulacak bir bilirkişi raporu ile bu davayı kazanmıştık. Bu dava
bitmişti, defteri kapanmıştı. Ancak ne oluyorsa o dava sürerken yeniden açılan
kapasite artırım süreci başlatıldı."
Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi: Aya Yorgi Koyu kamunun
kullanımından alınıp belli bir kesimin hizmetine sunulacak.
Görsel: Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi
Özer AKDEMİR
İzmir
Şehir Plancıları Odası (ŞPO) İzmir Şubesi Çeşme’de Aya
Yorgi Koyu'nu yapılaşmaya açan plan değişikliklerine ilişkin itiraz dilekçesi
yayımlandı.
BİLİMSEL DEĞİL RANT AMAÇLI
ŞPO’nun yayınladığı itiraz dilekçesinde Çeşme Dalyan ve
Sakarya Mahalleri Aya Yorgi mevkine ilişkin imar plan değişikliklerinin
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile onaylanarak askıya çıkarıldığı belirtilerek bu
karaların bilimsel dayanaktan yoksun olduğunun altı çizildi.
Bütün bu kararlar ile alanın koruma statüsü ve alandaki
mülkiyetlerin niteliği (zeytin deliceleri olan tarla, bağ ve zeytinlik, tarla
ve delicelik vb.) göz ardı edildiğini belirten ŞPO itiraz dilekçelerinde,
“mülkiyetlerin büyük bir kısmı kamuya ait olmasına rağmen, sosyal ve teknik
altyapı alanları azaltılarak yeni getirilen kullanım kararları ile alan,
kamunun kullanımından çıkarılmış, sadece belli bir kesimin hizmetine
sunulmuştur” ifadelerine yer verildi.
YURTTAŞIN GÖRÜŞÜ ALINMADI
ŞPO itiraz dilekçelerinde plan değişikliğinin yurttaşlardan
görüş ve öneriler alınmadan, katılımcı bir süreç gözetilmeden yapıldığı
belirtilirken, değişikliklerin mevzuata da aykırı olduğu ileri sürüldü.
KAMU YARARINA AYKIRI
ŞPO’nun itiraz dilekçesinde alandaki mülkiyetlerin niteliği
ve büyük bir kısmının Maliye Hazinesine ait olduğuna dikkat çekilerek; “alan
koruma statüsü açısından da korunması gereken bir bölgedir. Ancak zaman
içerisinde alınan bahsedilen hatalı kararlar aracılığıyla alanın kamusal
kullanımdan çıkarılıp sadece belli bir kesimin faydalanabileceği bir kullanıma
çevrildiği görülmektedir. Bu bölgenin koruma mevzuatı, şehircilik ilkeleri,
planlama esasları ve kamu yararına aykırı bir şekilde planlanması geri dönülmesi
mümkün olmayan zararlara neden olacaktır” ifadelerine yer verildi.
Çeşme Yarımadasındaki turizm tesisleri ve kullanım alanları
projesine karşı açılan davalardan birisinin bilirkişi raporu belli oldu.
Bilirkişiler projede kamu yararının olmadığını dile getirdiler.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
PAYLAŞ
Özer AKDEMİR
İzmir
25 Ocak 2019 tarihli Resmi gazetede yayınlanan
Cumhurbaşkanlığı kararı ile Turizm Geliştirme Bölgesi ilan edilen ve birçok
parsel için acele kamulaştırma kararı verilen Çeşme Yarımadasındaki turizm
tesisleri ve kullanım alanları projesine karşı açılan davalardan birisinin
bilirkişi raporu belli oldu. Bilirkişiler Çeşme Kültür ve Turizm Koruma,
Geliştirme Bölgesi projesinde (KTKGB) kamu yararının olmadığını dile
getirdiler.
BİLİRKİŞİ RAPORU MAHKEMEYE SUNULDU
Başta ekoloji ve meslek örgütleri tarafından İzmir
kamuoyunun geniş bir kesiminin tepki ile karşıladığı proje “İzmir’in Kanal
İstanbul’u”, “Yarımadanın yağma projesi” olarak adlandırılıyor. Projeye ve
acele kamulaştırma kararlarına karşı açılan davaların bilirkişi raporunda da bu
değerlendirmeleri haklı çıkaracak konuların altı çizildi. 16 yurttaş tarafından
Cumhurbaşkanlığı ile Kültür ve Turizm bakanlığı aleyhine açılan davanın
bilirkişi incelemesi raporu açıklandı. Danıştay 6. Dairesi tarafından atanan Ankara
Üniversitelerinden Biyoloji, Şehir ve Bölge Planlama ile Bahçe Bitkileri
bölümlerinde 5 kişilik uzman bilirkişi heyeti değerlendirmelerini mahkemeye
sundu.
KAMUSAL YARAR VE İSRAF VURGUSU
174 sayfalık bilirkişi raporunu Genel Değerlendirme ve Sonuç
Bölümünde özetleyen uzmanlar turizm olgusuna yönelik farklı yaklaşımların
altını çizerek, Çeşme’deki projelerin son derece geniş bir alanı kapladığına
dikkat çektiler. Uzmanlar bilirkişi raporunda; “Her kullanım kararının bir
doğal kaynak tüketimi olduğu düşünüldüğünde gereksinimlerin ötesinde
gerçekleştirilen arazi kullanım sunumları, kamu yararı dikkate alındığında
diğer sektörler aleyhine kamusal kaynağın israfı anlamına gelir. Doğal kaynağı,
en az tüketen seçenekler, doğal değerleri yapılı alan içinde de koruyan
seçenekler en fazla kamu yararını yerine getirecektir. Çünkü doğanın tahribi
insanlık açısından yıkımı getirmektedir” değerlendirmesinde bulundular.
Bilirkişiler Çeşme ölçeğindeki projede kamu yararının sağlanmadığını
belirttiler.
“DANIŞTAYDA DEFALARCA İPTAL EDİLMESİNE RAĞMEN…”
Dava konusu alanla ilgili son 40 yıllık süre içinde
defalarca plan değişikliklerinin Danıştay tarafından iptal edildiğine dikkat
çekilen raporda, büyük bir kara alanını ve ilk kez olmak üzere yaklaşık 4.900 hektar
büyüklüğünde bir deniz alanının da iptal kararlarına rağmen yeni proje alanına
katıldığına dikkat çekildi. Bölgenin koruma kararlarının altının çizildiği
raporda şu ifadelere yer verildi; “Tüm üst ölçek planlarda Çeşme KTKGB’sinin
sınırlarının kara bölümü içinde kalan alanın % 65 gibi çok büyük bir bölümü
plan raporlarında yapılaşmaya/kullanmaya/geliştirilmeye kesinlikle açılmaması
gereken nitelikteki koruma alanları kapsamında kalmaktadır”.
“16 BİN HEKTAR HALKA KAPATILACAK”
Geniş bir alanın belirlenmiş bir sınır ile çevresindeki
alanlardan ayrılmasının güçlü gerekçelerinin olması gerektiğine işaret edilen
raporda, “Bilirkişi Kurulu olarak dava konusu alanın sınır belirleme raporunun,
bu alanın sınırları, büyüklüğü ve kapsayacağı alan vb. konularla ilgili olarak
son derece yetersiz, hiçbir ciddi bilimsel araştırma ve çalışmaya dayanmayan,
ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini hiçbir şekilde değerlendirmeye
almayan, yüzeysel bir belge olduğu görüşündeyiz” denildi.
Yeni statünün benimsenmesi durumunda Çeşme yarımadasında
16.000 hektarın üzerinde bir alanın tümüyle halka kapalı, giriş çıkışları
denetim altına alınmış, kamuya kapalı site benzeri alanlar haline dönüşeceğinin
belirtildiği raporda, “Bu alanlar yasalarla koruma altına alınmış farklı
statüde ve üzerinde yapı yasağı getirilmiş alanlardır. Sınır kararıyla bu
alanlardaki yetkilerin tümünün tek bir Bakanlığa aktarılmasının rasyoneli
anlaşılamamaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlarının yetkilerinin bu alanlarda
hiçbir uzmanlığı olmayan bir Bakanlığa - daha da kötüsü bu konularda duyarlı
olma olasılığı son derece düşük olan özel işletmecilere- devredilmesinin
gerekçesinin ne olduğunu anlamak olanaklı değildir. Aynı durum yine ilk kez
kıyıların, deniz alanlarının ve adalardaki yetkilerin devri için de geçerlidir”
ifadelerine yer verildi. Bilirkişiler oybirliği ile hazırladıkları raporda
proje sınırlarının belirlenmesi işleminin gerek kamu yararına gerekse planlama
ilkelerine uygun olmadığı görüşüne vurgu yaptılar.
Raporda altı çizilen diğer konular kısa
başlıklar halendi şöyle;
ALAN DÜNYADAKİ 249
ÜLKEDEN DAHA BÜYÜK!
·“İzmir Çeşme KTKGB toplam 11.247 ha'ı kara alanı
olan 16.140 ha
alan kaplamakta olup; bu kara alanı yüzölçümü olarak Çeşme ilçesinin
%42,02'sini oluşturmaktadır. KTKG Bölgesi, dünyadaki 249 ülke ve bağımlı
bölgesinin otuzunun toplam ülke büyüklüklerinden büyüktür”.
·KTKG Bölgesinde öngörülen turizm yatırımlarının gerçekleşmesi
durumunda bu doğal çevre tahribatının geri dönülemez bir duruma evirileceğini
görmek için özel olarak planlama eğitimi almaya gerek olmadığı kanısındayız.
·Kapsam belirleme raporu imara açılmasını öngörerek,
koruma/kullanma dengesinin koruma alanları aleyhine bozulacağı bir yaklaşımı
dile getirmektedir. Kapsam Belirleme Raporunda
TOPLAM YAZ NÜFUSU 1
MİLYONU BULACAK!
·Yaz aylarında ilçeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turist
sayısının 2019 yılında 800.000'in üzerinde olduğu göz önüne alındığında, ilçe
toplam nüfusunun yaz aylarında 1.000.000 büyüklüğünü fazlasıyla aşması
beklenmelidir. Özetle, her durumda yarımadada mevcut su kaynakları ve
altyapının tümüyle yetersiz kalması başta olmak üzere doğal çevrenin de bu
gelişmeden geri döndürülemez biçimde son derece olumsuz etkileneceği açıktır.
·Alandaki zeytincilik için ideal olan marjinal tarım toprakların
değerlendirilmesi bakımından bu tarım potansiyelinin desteklenmesi bölge ve
ülke ekonomisi açısından yerinde olacaktır.
ALANDAKİ 24 TÜRÜN NESLİ
TEHLİKE ALTINDA
·En az 24 taksonun nesli küresel ölçekte (yani CR, EN veya VU
düzeyinde) tehlike altındadır. Söz konusu bölgenin doğasının genel olarak
ulusal ve küresel ölçekte koruma zorunluluğu taşıdığı değerlendirilmektedir.
·Bölge sahip olduğu bitki, kuş, deniz memelileri varlığı ile de
ülkemizin bir Önemli Doğa Alanı (ÖDA) olarak tescil edilmiş, Türkiye'de Akdeniz
fokunun korunacağı beş öncelikli alan içerisinde yerini almış, büyük bir
kısmına karadan ulaşımı olmayan, doğal peyzajin henüz bozulmadığı son kıyı
alanlarından biridir. Çeşme KTKG Bölgesi'nin yapılaşma ve diğer habitat
tahribatlarından uzak tutularak ekolojik niteliklerinin ve bütünlüğünün
korunması yerel ekonomi, kamu ve ülke çıkarınadır.
“SU AÇIĞI DAYANILMAZ
BOYUTLARA ÇIKACAK”
·Çeşme ilçesine içme-kullanma suyu sağlayacak ek yerüstü suyu
kaynakları projelerinin devreye alınması ve kalite sorunlarına rağmen yeraltı
suyu kaynaklarının kullanılmaya devam edilmesi durumunda bile, ilçenin
gelecekteki nüfus artışı (Çeşme KTKGB'nin getireceği ek nüfus dahil edilmeden)
sebepli su açığını dahi karşılamada yetersiz kalacağı belirtilmektedir. Çeşme
KTKGB'nin bu durumu çok daha dayanılmaz boyutlara çıkartacağı açıktır.
·İklim değişikliği, halen bölgede mevcut olan su miktarı ve su
kalitesi ile ilgili sorunların artmasına neden olacak ve bölge su kaynakları
için yeni riskler getirecektir.
·Çeşme KTKGB ile Turizm Bölgesi ilan edilen alan, Çeşme ilçesinin
en önemli iki içme suyu kaynağından biri olan Alaçatı Kutlu Aktaş Barajı'nin su
toplama havzası ve koruma alanlarının büyük bir bölümünü içine almaktadır.
BARAJIN TÜM SUYU 20
GOLF SAHASINA YETMİYOR!
·Çeşme KTKGB planlarında golf turizmi yer almaktadır. Golf
sahalarında çok büyük alanların çimle kaplı olması nedeniyle sulama suyu
ihtiyaçları yüksektir. Alanda öngörülen 20 adet golf sahası için gerekli olan
toplam sulama suyu miktarı Kutlu Aktaş Barajı'nın ortalama üretim kapasitesi
düzeyindedir.
·Henüz araştırma yapılmamış olan kısımlarda yeni arkeolojik
alanların saptanma olasılığı yüksektir. Söz konusu alan turizm bölgesi olarak
belirlenmeden önce bölgede sistematik arkeolojik yüzey araştırmaları ile
kültürel mirasın etkin biçimde belgelenmesi ve korunması hayati önem
taşımaktadır.
Bilirkişi raporun sonuç
kısmında uzmanlar görüşlerini şu sözlerle açıkladılar; “Kurulumuz, KTKGB
alanının bütününü de gözeterek, dava konusu ekleme ile koruma alanları yanı
sıra turizm kullanımlarına, dolayısıyla yapılaşmaya da açılmasına yol açacak
olan sınır kararının, tarım ve orman alanları, doğal değerler (flora, fauna,
ekosistemler) su kaynakları ve kültürel miras üzerinde yaratacağı olumsuz
etkileri göz önüne alındığında, planlama ilkelerine ve kamu yararına uygun
olmadığı görüşüne varmıştır.”
AV. MERCAN: “RAPOR ÇOK
KAPSAMLI”
Projeye karşı açılan
davanın hukukçularından Av. Şehrazat Mercan bilirkişi raporunun çok kapsamlı
olduğunun altını çizerek, “Ek rapora gidilecek bir rapor değil. Gitmez ise
yürütmenin durdurulmasına karar verir. Bu kararı, idarenin tereddütsüz
uygulaması gerekir. İşlem dava sonuna kadar durur” dedi.
Aydın Kızılcaköy'de halk, maden yönetmeliğinde yapılan
değişiklikle zeytin yasasının işlevsiz hale getirilmesine tepki gösterdi,
"Yönetmelik değişikliği direncimizi kıramaz" dedi.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
AYDIN
Aydın'ın Efeler ilçesine bağlı Kızılcaköy'de yurttaşlar,
maden yönetmeliğinde yapılan değişiklikle zeytin yasasının işlevsiz hale
getirilmesine tepki gösterdi. Yıllardır topraklarında işletilmek istenen
jeotermal enerji santrallerine (JES) karşı mücadele eden Kızılcaköylüler,
ülkenin enerji çöplüğü haline getirilmek istendiğini dile getirdi.
Köy yakınlarındaki vakıf zeytinliği önünde yapılan eylemde
köylüler adına basın metnini okuyan Kızılcaköylü Şennur Efe, maden yasasında
yapılan değişikliğin ülke genelindeki 160 milyon zeytin ağacının ölüm fermanı
olduğunu söyledi.
"ZEYTİN YASASI ZEYTİNLİKLERİ KORUYORDU"
Yönetmelik değişikliği ile zeytinlik alanların madencilik
faaliyetlerine kurban edilmek istendiğini belirten Efe, Anayasa ve diğer
yasalarda çevrenin korunması ve geliştirilmesine dair birçok yasal düzenleme
olduğunu belirtti.
Şennur Efe, “Anayasa ve kanunlar, bırakın zeytinliklerin
sökülmesini, yerine maden çukuru açılmasını, zeytinliklere her çeşit hayvan
sokulması ve zeytin sahalarında ağıl yapılmasını dahi yasaklamıştır” dedi.
23 milyon zeytin ağacıyla Aydın’ın Türkiye'de birinci
olduğuna dikkat çeken Efe, 12 milyon ağaçla birinci durumdaki Çine bölgesinde
onlarca maden işletmesinin vahşi madencilik yaptığını dile getirdi.
"YÖNETMELİK DEĞİŞİKLİĞİ DİRENCİMİZİ KIRAMAZ"
Son yönetmelik değişikliğinin yasa dışı olduğunu belirten
Efe, “Bu düzenleme ile köyümüzde ve ülkenin farklı yerlerinde topraklarını ve
zeytinliklerini koruyan halkın direnci kırılmak istenmektedir. Ancak biz
gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz, yaşamı ve geleceği savunuyoruz. Bu nedenle
direncimizi kırmaları mümkün değil." dedi.
STK’lerden temsilcilerin de destek verdiği basın
açıklamasında Efe şöyle konuştu: “Biz Kızılcaköylüler, açgözlü şirketlerin
zeytinliklerimizi, ormanlarımızı, tarlalarımızı, köylerimizi yuttuğu, tükettiği
bir ülke istemiyoruz. Bugün ülkemizde egemen olan madencilik anlayışı, madenin
bulunduğu tüm arazinin harap edildiği, geride ise tümüyle verimsizleştirilmiş
ve kirletilmiş bir toprağın bırakıldığı bir haldedir. Aydınımızın dört bir yanı
jeotermal enerji, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi santralleri, kuvars feldspat
maden faaliyetleri ile enerji çöplüğü haline getirilmek isteniyor. Birileri
daha çok para kazansın, kârına kâr katsın diye biz çöplükte yaşamak
istemiyoruz, izin vermeyeceğiz. Birlik içinde, dayanışma içinde bu talana son
vereceğiz.”
Açıklamaya katılan Aydın Barosu Başkanı Anıl Yetişkin,
uygulamaya dair dava açtıklarını ve takipçisi olacaklarını söylerken Çine Yaşam
Platformu Sözcüsü Ahmet Uslu, "Yönetmelik değişikliğiyle düpedüz hainlik
yapılıyor” dedi. Ziraat Mühendisleri Odası Aydın Şube Başkanı Zeki Oymak ise
“Kaybedecek tek karış toprağımız yok” dedi. Tire Başköy’den Sami Şengün de
açıklamaya destek vermek için 70 kilometre yol geldiklerini belirtti.
Marmara Gölü’nü gören bir tepenin üzerindeyim. Tekelioğlu
köyünden on dakikalık yürümeyle geldim buraya. Gölü görünce durup izlemeye
başladım.
Bulunduğum yerle göl arasında kalemle çizilmiş gibi sıralar
halinde üzüm asmaları diziliydi. Hemen yanında da zeytinlikler vardı. Genç genç
zeytin ağaçları. Asmaların ve zeytinlerin bitiminde, suların olması gereken
yerde çırılçıplak bir arazi uzanıyordu.
İnce bir pusla kapalıydı göl ve karşı kıyıları. Göl diyorum
ama göl demek ne kadar doğru onu da bilemiyorum. Bir avuç su var görünürde.
Üzerinde kara kara lekeler olan bir avuç su. Erol Kesici Hoca olsa göl dememe
hemen tepki gösterirdi muhtemelen. “Neresi göl bunun? Göl Marmara yok artık.
Gördüğün su birikintisi” derdi.
Böyle demedi ama Göl Marmara’nın kurumasında iklim krizi ve
yanlış su politikalarının yanı sıra etrafında yaşayan köylülerin de önemli
hataları olduğunu söylemekle yetindi. İstanbul’da şimdi. İzmir’e döndüğünde
göle birlikte gideceğiz ve orada anlatacak tüm bu hataları.
Gerçi bugün köylüler dokunsanız ağlayacak kadar kederliler.
“Sizde de hata var be kardeşler” sözlerini duymak istediklerini pek sanmıyorum
şu aralar. Yaraları kabuk bağlamadı henüz. Çatacak yer arıyorlar adeta. “Göle
neden Gördes Barajından, Ahmetli Regülatöründen su verilmiyor? Su neden bomboş
akıp gidiyor” diye serzenişte bulunuyor kime soru sorsak.
Aslında tam da şimdi köylülere hiçbir suyun boşa akmadığını,
o suların binlerce yıldır etrafına hayat verdiğini, denize dökülen suyun da
boşa akmış sayılamayacağını, su döngüsünü vs. anlatmak gerek. Ancak bu sözler
onların şu anki çaresizliğine yanıt olabilecek gibi de görünmüyor.
Su kalmamış gölde çünkü. Köylülerin geçim kapısı olan
balıkların hepsi ölmüş. Kuşlar belki de bir daha dönüp gelmemek üzere çekip
gitmişler. Göl insanları nerede hata yaptık demeden önce bu duruma gelinmesinin
sorumluluğunu ülkeyi yönetenlerde arıyorlar ki bence yerden göğe kadar
haklılar…
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
*
GÖLÜ ASIL GÖRDES BARAJI KURUTTU
Tepeden göle bakarken tam önümde duran iki adama, “Ne zaman
bu hale geldi göl” diye seslendim. Aynı anda sıçrayarak döndü ikisi de. Birkaç
dakikadır onların ardında durduğumun farkında bile olmadan dalıp gitmişlerdi
kederli manzaraya.
“İki üç yıl oluyor” dedi, sonradan adının Coşkun Oktay
olduğunu öğrendiğim göbekli, orta yaşlı adam. “Yağmur yağmayınca böyle oldu.”
“Sadece yağmur mu?” diye sordum bu gerekçeye pek de
inanmamış gibi.
Kuru göl yatağında belli belirsiz görünen kayıkları işaret
ederek, “Balıkçılık yapılıyordu köylerde. Gölün etrafındaki tarlalar da
sulanıyordu. Kuruyan yerlere zeytin dikilip, ekin ekilince sular iyice azaldı.
Ancak gölü asıl Gördes Barajı kuruttu” dedi.
Köylülerin göle gelen derelerin sularını toplayarak onun
kurulmasından sorumlu tuttukları Gördes Barajının ilginç öyküsünü de anlatayım
yeri gelmişken;
Gördes Barajı İzmir’e 150 kilometre
uzaklıkta. Manisa ilinin sınırları içerisinde. İzmir’den hiçbir zaman istediği oyu
alamayan AKP bu kente adeta günahını vermezken Gördes Barajının suyunu nasıl
verdi sorusunun peşine düşelim isterseniz.
Aslında sorunun yanıtı “tamamen duygusal”! AKP hükümeti
İzmir Konak Meydanı’na kuş uçuşu 20
km uzaklıktaki Efemçukuru köyünde Kanadalı TÜPRAG
şirketi altın madeni işletebilsin diye 300 bin kişinin içme suyunu karşılaması
planlanan Çamlı Barajının yapımına izin vermedi. “İzmir’in bu baraja ihtiyacı
yok. Gördes Barajı 2040 yılına kadar kentin ihtiyacını karşılayacak” diye açıklamaya
çalıştılar bunun gerekçesini AKP’li yetkililer.
Sonrası ise tam bir kara komedi. Barajın dibi delik çıkınca
Gördes bir türlü su tutamadı. Bunun üzerine sular tamamen boşaltılarak dipteki
delik bulunup kapatılmaya çalışıldı. Sonuçta Gördes Barajı şu güne kadar
İzmir’in içme suyuna tek damla katkı sağlamadı ancak kendi su havzasındaki Ege
Bölgesi’nin en önemli gölünü kurutmayı başardı!
Alanı ile ilgili onlarca kitap yazan Jeoloji Yüksek
Mühendisi Dr. Eşref Atabey de bu duruma dikkat çekiyor. Göl Marmara ile ilgili
yaptığımız Çepeçevre Yaşam programına yorum yapan Atabey; “Kurumanın en büyük
nedeni baraj. Eskiden DSİ gölleri, sulak alanları kanallar açarak kurutuyordu.
Günümüzde ise baraj yaparak gölleri kurutuyor” diyordu.
*
Pus çökmüş gölün dibinde kalan bir avuç suyun üzerinde
görünen bencik bencik lekeler kuşmuş! “Kara Meke onlar, eti yenmez,
vurmaya değmez” diye anlattı gölde “sertifikalı” avcılık yaptığını söyleyen
Yakup Uyan. Yıllardır avcılık yaptıkları göle artık adım atmadıklarını söyledi
boynunu yana eğip üzgünce. Su yoksa kuş da yoktu çünkü.
Avcıların göle gidememelerine üzüldüm desem yalan olur ancak
onunla ‘Avcılık cinayet midir’ tartışmasına da girmedim.
**
KAYIK ÖLÜLERİ ÇÜRÜMEYE TERK EDİLMİŞTİ
O gün, Tekelioğlu köy meydanında yapılan “Marmara Gölü
Yaşasın” etkinliğinin ardından gölün kıyısına indik. Yüzlerce insan köy ile göl
arasındaki birkaç kilometreyi kortejler oluşturarak suyun önemini yazan pankart
ve dövizlerle yürüdüler.
Gölün kıyısında suların kurumasının ardından karaya çekilen
kayık ölüleri bulundukları yerde çürümeye terk edilmişti. Mavi, yeşil, mor
kuşaklı tekneler kim bilir gölün berrak sularında nasıl da nazlı nazlı
dolaşmışlar, boyları bir metreyi bulan sazanları balıkçıların şen şakrak
çığlıkları arasında kıyıya nasıl da taşımışlardı.
Göl kıyısındaki köylerde yaşayan balıkçıların ağzını bıçak
açmıyor bugünlerde. Balıkçılık kooperatifi başkanı “En çok biz mağduruz”
diyordu da başka söz etmiyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar eşleriyle,
oğullarıyla balığa çıkan kadınlar bugün gölün arkasından ağıtlar yakıyor.
Tarlası tapanı olmayanlar geçimlik iş bulabilmek için köylerini terk ediyorlar.
Sular kurumuş, balıklar ölmüş, kuşlar göçmüştü ya, gayri kalanlara da huzur
yoktu bu topraklarda. Sadece Tekelioğlu köyünden 25-30 hanenin alıp başını gittiğini
söyledi köylüler.
“Gölümüze su verilsin, gölümüzü istiyoruz, kuşları,
balıkları, suyun serinliğini…” diyordu kime kameramızı çevirsek. Belediye
başkanları söz üzerine söz verdiler köylüye. “Gerekirse Gördes’ten, Ahmetli
Regülatöründen başka yelerden su basacağız göle. Hiç merak etmeyin” dediler.
Biracık da olsa umut serptiler köylünün yüreğine.
*
Göl Marmara kururken sadece içindeki canlılar, balıklar ve
kuşlar değil çevresindeki tüm yaşam da yok oluyor. Kuru gölün kayıkları
bugünlerde hepimizi bekleyen kara günlerin haberini taşıyor!..
Manisa'nın Gördes ilçesinde nikel madeni atık borusunun
patlamasıyla kimyasal atıklar toprağa ve suya karışmaya başladı. CHP
Milletvekili Bakırlıoğlu, "Daha büyük felaketlerin önüne geçilmeli"
dedi.
Fotoğraflar: Ramazan Koyunlu
Özer AKDEMİR
İzmir
Manisa Gördes'te Zorlu Holding'e ait Meta Nikel Madeninin
atık havuzuna giden borunun patlaması ile zehirli kimyasallar doğaya karışırken
Manisa Su ve Kanalizasyon İdaresi (MASKİ) tedbir amaçlı bazı köylerin içme
sularını kesti. Derelere ve toprağa karışan zehirli atık suların içinde neler
olduğu ise yapılan analizler sonrası ortaya çıkacak.
KALEMOĞLU KÖYÜNÜN SULARI KESİLDİ
Atık borusunun patlaması ve atık sularının derelere
karışması sonrası dün gece MASKİ tarafından suları kesilen Kalemoğlu köyüne,
haber yayına girdiği saate kadar su verilmemişti. Nikel madenine su
sağlamasının yanı sıra tarımsal sulama amaçlı da kullanılan Çiçekli Barajı'na
doğru akan suların içindeki kimyasallar ile ilgili net bilgi, alınan
numunelerin laboratuvar sonuçlarıyla belli olacak.
ÇEVRE BAKANLIĞINDAN “13 GÜN İÇERİSİNDE İNCELERİZ” YANITI
Nikel madeni atık borusunun patlaması sonrası atıkların derelere
karıştığı bilgisi, sürüsünü otlatan bir çobanın çektiği görüntüler sonrası
yayılmıştı. Görüntülerin Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’na iletilmesinin
ardından bakanlıktan “Kayıt alındı, 13 gün içerisinde olayı inceleyeceğiz”
yanıtı verilmişti. Bu yanıta tepki gösteren Akhisar Çevre Platformu Sözcüsü
Erdan Boşnak, bakanlığın yaklaşımını eleştirmişti. Yörede yaşayan yurttaşların
içme ve kullanma sularını sağlayan barajlara yakın bir konumda bulunan nikel
madeninin atık depolama sahası, aynı zamanda İzmir’e içme suyu sağlaması için
yapılan Gördes Barajı havzasında yer alıyor.
Gördes Barajı'nın yanısıra bölgede İzmir’e içme suyu
sağlamak için planlanan Başlamış Barajı ile Manisa’nın İçme suyu kaynağı olarak
yapımı devam eden Gördük Barajı da var.
DAHA ÖNCE DEFALARCA RİSK UYARISI YAPILMIŞTI
Bir milyon ton yıllık kapasitesi ile Avrupa’nın en büyük
sülfürik asit fabrikasının kurulacağı alan ise Başlamış Barajı’nın havzasında
yer almakta. Nikel madeninin ve kurulması planlanan sülfürik asit fabrikasının
su kaynaklarını kirleteceğine dair birçok kurum tarafından defalarca uyarı
yapılmış, tanker kazaları sonrası sülfürik asitler doğaya karışmıştı.
BAKIRLIOĞLU: DAHA BÜYÜK BİR ÇEVRESEL FELAKET YAŞANABİLİR
Dün ortaya çıkan atık borusu patlağı sonrası bölgeye giden
CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu da bu risklere dikkat çekerek
“Bu firmanın sülfürik asitle yaptığı faaliyetler bu bölgede büyük risk
oluşturuyor. Eğer böyle giderse bu çevresel felaketler yaşanmaya devam edecek”
dedi.
Firmanın geçtiğimiz aylarda Avrupa’nın en büyük sülfürik
asit tesisini kurmak ve kapasite artırmaya gitmek için ÇED başvurusunda
bulunduğunu hatırlatan Bakırlıoğlu, "Önümüzdeki aylarda bölgeyi büyük bir
tehlike bekliyor. Bölge önümüzdeki günlerde daha büyük çevre felaketleriyle
karşı karşıya kalabilir” diye konuştu.
KAPATILMASI GEREKEN TESİSLER KAPASİTE ARTIRIYOR
Akhisar Çevre Derneği Başkanı Erdan Boşnak, tesisin atık
borularının patlaması ve olayın duyulmasının ardından Çevre Şehircilik ve İklim
Değişikliği Müdürlüğü'nden ilgili kişilerin gelip kimyasal atıkların karıştığı
sudan numune aldıklarını belirtti. Boşnak, şirketin bu atıkların kalsiyum
karbonat yani kireç olduğunu öne sürdüğünü ancak kesin bilginin numune
analizinden sonra ortaya çıkacağını ifade etti. Boşnak, "Asıl mühim olan
ise Müdürlüğün buraya gelmesi bir devlet refleksi olarak gelişmedi, öğleden
sonraki yoğun kamuoyu hareketliliği ve yerel basında olayın
haberleştirilmesiyle buraya geldiler" dedi.
Erdan Boşnak, Meta Nikel İşletmesi'nin bölge için bir baş
ağrısı kaynağı olduğunu belirterek "Tesis, oksijen deposu olan ormanlık
arazi içinde, İzmir'in, Manisa'nın, civar il ve ilçelerin su deposunun
üzerinde. Tesisin çalışmalarının sonlanması gerekirken Turgutlu'dan çıkarılan
toprağı da buraya getirerek işlemeye başladılar. Bizlerin kapatılması
gerektiğini söyleyerek yakın zamanda dava açtığımız tesisi büyütme çabaları
var. Geçmişte atık havuzu patladı ve 3 gün boyunca kirli su derelere aktı,
tankerler yollarda devrildi. Havaya karışan kirliliğe, ağaçların üzerine yağan
aside, yeraltı sularına sızan kirliliğe rağmen bu olanları doğru dürüst kayıt
altına alan bile yok. Artık siyasi partiler olarak, devlet yöneticileri olarak
yargı eliyle bu tesise karşı çıkılmalı, bu tesisleşme bakışı terk edilmeli.
Doğamız öncelikli, halkımız doğamızın kirlenmesini istemiyor. Bütün karar
vericileri bu doğrultuda hareket etmeye çağırıyoruz." ifadelerini
kullandı.
İŞLETMENİN RUHSATSIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKMIŞTI
Madene karşı açılan davalar sürerken verilen bilirkişi
raporunda Meta Nikel Madencilik A.Ş. tarafından işletilmekte olan Gördes
Nikel-Kobalt madeninin işletme ruhsatının olmadığı ortaya çıkmıştı. Yıllardır
ruhsatsız çalıştığı ortaya çıkan madenin kapatılması istenirken firma ise
sülfürik asit tesisinin yapımı için çalışmalarını sürdürüyor. Madenin yol
açtığı onlarca kaza arasında 2019 yılı şubat ayındaki kaza sonrası Akhisar
Gördes sınırları içerisindeki Başlamış Deresi'nin suları kırmızı renkte akmıştı.
Çepeçevre Yaşam'ın bu bölümünde Manisa Gölmarmara'da bulunan
ve kuruma noktasına gelen Marmara Gölü'nü bölgede yaşayan yurttaşlarla
konuştuk.
24 Mart 2022 17:00
Manisa Gölmarmara'da bulunan Marmara Gölü, uygulanan yanlış
politikalar nedeniyle iki yılda kuruma noktasına geldi.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam'ın bu
bölümünde gölü bu noktaya getiren yanlış uygulamaları ve yaşananları bölgedeki
yurttaşlarla konuştuk.
Çepeçevre Yaşam her perşembe Evrensel'de. (İzmir/EVRENSEL)
Zeytin meselesini İkizköy Çevre Komitesi'nden Deniz Gümüşel (@gumus_den) ve Gazeteci / Yazar Özer Akdemir (@ozer_akdemir)’le birlikte, Ent Dergi Ekoloji yazarı Av. Tuğçe Berber (@tugceeberber)’in moderatörlüğünde konuşacağız. Değerli katılımlarınızı bekleriz!
Manisa’daki Marmara Gölü’nde Dünya Su Günü sebebiyle
kuraklığa dikkat çekildi. Suyun önemine vurgu yapılarak iktidarın su
politikaları eleştirildi.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
Manisa
22 Mart Dünya Su Günü’nde sulak alanların önemine, kurumak
üzere olan Manisa’daki Marmara Gölü’nde dikkat çekildi. Salihli Tekelioğlu
köyündeki etkinlikte suyun önemine dikkat çekilerek iktidarın su politikaları
eleştirildi.
Ege Belediyeler Birliği tarafından düzenlenen etkinliğe
İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Tunç Soyer de katıldı. “Marmara Gölü
Yaşasın” etkinliğine Akhisar, Alaşehir, Salihli ve Turgutlu belediyeleri de
destek verdi.
GÖL KURUDU YAŞAM BİTTİ
Tekelioğlu köyü meydanında yapılan etkinliğe gelen yöre
köylüleri son iki senede kuruma noktasına gelen göl nedeniyle yaşamlarının
olumsuz yönde etkilendiğini söylediler. Susuzluk nedeniyle balıkçılığın
bittiğini, zeytin ve diğer tarım ürünlerinin yetişemez hale geldiğini belirten
köylüler, göle bir an önce su verilmesini talep ettiler.
Onlarca kuş türüne ev sahipliği yapan göl için düzenlenen
“Marmara Gölü Yaşasın” etkinliği ile göldeki yaşamın ve balıkçılık
faaliyetlerinin devam edebilmesi için göle su verilmesi gerektiğine dikkat
çekilmesi amaçlanıyor.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
“GÖL MARMARA KURURSA 7 KÖY YOK OLUR”
Etkinlikte bir konuşma yapan Göl Marmara Su Ürünleri
Kooperatifi Başkanı Rafet Kerse “Göl Marmara kurursa 7 köy yok olur. Gölümüzü
geri istiyoruz. Gördes Barajı için Göl Marmara yok olmasın” dedi.
Gediz Havzası Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma, Çevre ve
Kalkınma (GEMA) Vakfı Başkanı Şener Kilimcigöldelioğlu ise yaptığı konuşmada,
Ahmetli pompalarının bozuk olduğu için derelerin bütün sularının göle
aktarılacağına dikkat çekerek “Organize sanayiye karşıyım. Öncelikle arıtma
tesisleri yapılsın. Buranın kirliliği gölleri derelere aktarılıyor. Tarlalar
sulanıyor. Korkunç bir şey bu” dedi.
Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel
TUNÇ SOYER: ELİMİZDEN GELENİ YAPACAĞIZ
Gölün kurumaması için ellerinden geleni yapacaklarını
belirten Tunç Soyer ise, “Gördes’ten ve diğer yerlerden su basma dahil. Ahmetli
pompaları bozuksa yapacağız. Tüm köylerin çığlıklarını duyuyoruz” dedi.
Ege Belediyeler Birliği Koordinasyonu ile yapılan etkinliğe,
Salihli Çevre Derneği, Akhisar Çevre Derneği, Gördes Çevre Derneği, Turgutlu
Çevre Platformu, Manisa Kültür ve Tabiat Varlıkları Çevre Derneği, Gölmarmara
Ziraat Odası, Salihli Ziraat Odası, Ahmetli Ziraat Odası gibi çevre ve
meslek örgütleri de destek verdi.
Ormancılık Günü'nde, Türkiye'de ormancılığın durumu içler
acısı. Doç. Dr. Yücel Çağlar'ın OGM'nin faaliyet raporlarına dayanarak yazdığı
makale, ormanlarla ilgili durumu ortaya koyuyor.
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Özer AKDEMİR
İzmir
Birleşmiş Milletler 2012 yılında orman varlıklarının önemini
vurgulamak için 21 Mart tarihini "Dünya Ormancılık Günü" ilan etti.
Türkiye’deki ormanların ve ormancılığımızın geldiği noktaya baktığımızda ise
hiç de iç açıcı bir durumla karşılaşmıyoruz.
ORMANLAR VE ORMANCILIĞIMIZ ÇÖKÜNTÜ SÜRECİ YAŞIYOR
Akademik yaşamını ormanlar ve ormancılık üzerine
çalışmalarla geçirmiş emekli öğretim üyesi Doç. Dr. Yücel Çağlar “Uluslararası
Ormanlar Günü” ile ilgili yazdığı makalede ülkemiz ormanlarında olan biteni
“ülkemizin ne ekolojik ne de toplumsal ve kültürel koşullarının gerekleriyle bağdaştırılabilir”
diye tanımlıyor. AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’deki ormancılığın bir
çöküntü süreci yaşadığını ileri süren Çağlar, bu yorumu Orman Genel
Müdürlüğünün (OGM) 2021 Yılı İdare Faaliyet Raporu’ndaki verilere dayanarak
açıklıyor.
DEVLET MEMURU SAYISI AZALIRKEN SÖZLEŞMELİ ÇALIŞAN SAYISI
ARTTI
Öncelikle ormanlarda çalışan emekçilerin durumuna dikkat
çeken Çağlar, OGM’de sözleşmeli olarak çalışanların sayısının 700-800’lerden
2020 yılından sonra 5 bini aştığının altını çizdi. OGM’deki devlet memuru
sayısının 17 binden 14 bine düşürüldüğünü belirten Çağlar, “geçici işçi sayısı
8 bin dolayındayken 10 bine çıkarılmıştır. OGM’deki zorunlu “rotasyon”
uygulamaları ise teknik işgörenlerin yöresel koşullar özelinde uzmanlaşmasını
olanaksızlaştırıyor. Bu durumun acı sonuçlarının geçtiğimiz yıl Akdeniz
Bölgesindeki orman yangınlarını önleme, özellikle de söndürme çalışmalarında
yaşadık” diyor. 2017-2021 döneminde toplam 13,5 bin orman yangını çıktığını ve
bu yangınlarda 189,4 bin hektar orman ekosisteminin zarar gördüğünü dile
getiren Çağlar, geçtiğimiz yıl çoğunluğu Akdeniz Bölgesi’nde çıkan 2800
yangında zarar gören orman ve maki ekosisteminin genişliğinin ise tam 139,5 bin
hektar olduğunu aktardı. Çağlar, 2021 yılında 189,4 bin hektar orman
ekosisteminin yangınlardan zarar görmesine karşın tüm ülkede yalnızca 35,4 bin
hektar alan ağaçlandırıldığını vurguladı.
Doç. Dr. Yücel Çağlar
DEVLET ORMANLARI AĞAÇ TARLALARINA VE MEYVELİKLERE
DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Devlet ormanı sayılan toplam 24 bin hektar doğal orman ve
maki ekosistemlerinin özel “ağaç tarlalarına”, 17,7 bin hektarının ise
çoğunluğu yine özel meyveliklere ve zeytinliklere dönüştürüldüğüne işaret eden
Çağlar şunları dile getirdi; “2010’dan önceki yıllarda ortalama 80-90 bin
hektar dolayındaki erozyon önleme çalışmaları giderek azalmış, 2021 yılında
36,7 bin hektara düşmüştür. Aynı dönemde devlet ormanı sayılan yerlerdeki
yaklaşık 20 bin hektarda orman ekosistemleri yasadışı eylemlerle yok edilerek
tarım ve yerleşme yerine dönüştürülmüştür. Yalnızca 2021 yılında devlet ormanı
sayılan 14 bin hektar alan “2B uygulamasıyla” hukuksal olarak “orman”
sayılmamıştır”.
“ORMANLARIMIZ ÇARESİZLİK İÇİNDE KIVRANIYOR!”
Odunsu orman ürünlerini hammadde olarak üreten sanayinin
dışsatıma yönelik ve plansız olarak geliştirildiğini ileri süren Çağlar, “Ancak
hammadde gereksinmesi yurt içinden karşılanamayınca orman ekosistemlerinden
kesilen ağaç miktarı 2000’li yılların başında 7 milyon metreküp iken düzenli
bir artışla 2021 yılında 27,7 milyon metreküpe çıkarılmıştır” dedi. 2012-2020
döneminde “devlet ormanı” sayılan 340 bin hektar alanda toplam 50 bin izin
verilerek, orman ve maki ekosisteminin kaldırıldığını ifade eden Çağlar, “Bu
izinlerin 22,7 bini madencilik etkinliklerine ilişkindir ve yalnızca bu
etkinliklerin yol açtığı ormansızlaşma 80 bin hektardır. Odunsu ürün hasadı
için kesilen ağaçların 2021 yılında 13,4 milyon metreküpü daha dikili
durumdayken tüccarlara ya da sanayicilere satıldığını belirten Çağlar, bu
amaçla orman ekosistemleri içinde yol genişletmek çalışmalarıyla çevre orman
ekosistemlerinde büyük yıkımlara yol açıldığını kaydetti. Çağlar, ayrıca ağaç
kesme işlerinde çalıştırılan köylülerin de ekonomik ve demokratik haklarının
büyük ölçüde kısıtlandığını altını çizdi. Çağlar, “İşte bu koşullarda
ormanlarımız ne yapsın; çaresizlik içinde kıvranıyor. Oysa kendi hallerine
bırakılsa bile başlarının çaresine bakabilecekler. Ülkemizin ekolojik koşulları
bunu olanaklı kılıyor çünkü” ifadelerini kullandı.
TOD: “ORMANLARIMIZ ODUN ÜRETİMİ İÇİN KURBAN EDİLİYOR”
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Türkiye Ormancılar Derneği de (TOD) Uluslararası Ormanlar
Günü ile ilgili yazılı açıklamada ülke ormanlarının sanayi için kurban
edildiğine dikkat çekti.
Endüstriyel odun üretiminde sadece son dört yıl içinde
(2017-2021) 15,5 milyon metreküpten, 27,7 milyon metreküpe çıkılarak yüzde 78,7’lik
bir artış yaşandığına dikkat çekilen açıklamada, “Ülke ormanlarımızın giderek
artan ölçekte odun üretime konu edilmesi, boşluklu kapalı ormanların giderek
artmasına, üretim ormanlarının da üretme gücünün düşmesine ve bunun sonucunda
ormanların bozulmasına yol açmaktadır. Son yıllarda yıllık olarak gerçekleşen
odun üretiminin planlanan odun üretimini oldukça aşması ve odun üretiminin
yıllık artış oranının yıllık cari artımdaki artış oranının 30 katından
fazlasına ulaşması, yıllık cari artımın artış oranında aşırı düşüşe neden
olmaktadır. Aşırı odun üretimi nedeniyle, yıllık artımdan fazla üretim
yapılmakta olduğu için, odun serveti azalmaya başlamıştır” denildi. Başta odun
esaslı levha sektörü olmak üzere, orman ürünleri sanayisine ucuz hammadde
sağlamak ve sektörlerin kazancını arttırması için, ülke ormanlarının kurban
edildiğini belirten TOD, biyokütle enerji üretim tesislerinde odun yakmaya
yönelik girişimlerin de ülke ormanları için büyük bir tehdit oluşturduğunun altını
çizdi.
TÜRKİYE’DEKİ ORMAN KAYBI UYDULARDAN GÖRÜNÜYOR
Türkiye’nin son yıllarda tıpkı Güney Amerika ve Afrika
kıtasındaki ülkeler gibi odun üretimi amacıyla kendi ormanlarına kalıcı
zararlar verecek uygulamaları yaşama geçirdiğini belirten TOD, Dünya Kaynakları
Enstitüsünün (World Resources Institute) Küresel Orman Değerlendirmesi
raporlarında Türkiye ile ilgili verdiği bilgilerden odun üretiminin orman
ekosistemi üzerinde yarattığı kayıpların uydular aracılığıyla tespit
edilebildiğini dile getirdi. TOD açıklamasında, “Bu nedenle son yıllarda
piyasanın isteklerine göre aşırı şekilde arttırılan ve orman ekosistemlerinde
aşırı şekilde bozulmasına hatta ormansızlaşmaya yol açan odun üretimi
modelinden bir an önce vazgeçilmelidir” denildi.
Yurttaşlar Kuşadası’nda yapılmak istenen GES’e itiraz etti:
Tarım topraklarını korumak zorundayız!
Kuşadası'nda tarım alanları üzerine Söke Belediyesi
tarafından yapılmak istenen güneş enerji santrali projesine itiraz edildi.
Fotoğraf: Mehmet Murat Yıldırım
Özer AKDEMİR
Aydın'ın Kuşadası Caferli Mahallesi’nde tarım alanları
üzerinde Söke Belediyesi tarafından yapılmak istenen güneş enerji santrali
(GES) projesine karşı yöre halkı Aydın Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne
dilekçeler verdi. Yurttaşlar, GES projesi için çevre düzeni planı değişikliğine
itiraz etti.
GES İÇİN ÇEVRE DÜZENİ PLANI DEĞİŞTİRİLDİ
Geçtiğimiz ay askıya çıkarılan 37 bin metrekare
büyüklüğündeki alanda GES ve santrale ait hizmet binaları projesi bölgede
yaşayan yurttaşların tepkisine neden oldu. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile
2022 ocak ayında onaylanan değişiklik esaslarının kamu kurumlarının görüşü
alınmadan gerçekleştirildiği ifade edildi. Yörede yaşayan 13 yurttaş adına Av.
Bülent Tokuçoğlu tarafından Çevre İl Müdürlüğüne verilen itiraz dilekçesinde GES
tesisleri için geniş arazi parçalarının kullanımının gerektiği belirtilerek bu
sebeple birçok kamu kurumunu ilgilendiren bir proje çalışmasının yapılmasının
gerekli olduğu dile getirildi. Projenin Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’ne
de aykırı olduğunun ileri sürüldüğü dilekçede, “Güneş enerjisine dayalı
elektrik üretimi tesislerinin kurulabilmesi için kurulumun yapılacağı
arazinin marjinal tarım arazileri sınıfında olması gereklidir. Mutlak
tarım arazisi, özel ürün arazisi ve dikili tarım arazisi dışında
tamamen yerel ihtiyaçları karşılamak amacıyla tarıma açılmış arazilerin
korunması şarttır. Tarımsal bütünlüğe olumsuz etkisi olacak GES tesislerinin
kurulması için yapılan imar plan değişikliği anılan kanun ve yönetmeliğe
aykırıdır” ifadelerine yer verildi. Projenin Birleşmiş Milletler Çölleşme ile
Mücadele Sözleşmesine de aykırı olduğunun dile getirildiği dilekçede,
Anayasa’nın çevrenin korunması ile ilgili 56. ve 90. maddelerine de atıfta
bulunuldu.
"GES TOPRAK KAYBINA NEDEN OLACAK"
Koruma altına alınması gereken tarım toprakları üzerinde GES
yapılmasının toprak kaybı ve arazi bozulmalarına neden olacağına dikkat çekilen
dilekçede, plan değişikliğinin tarımda sürdürülebilirlik ilkesine aykırı olduğu
dile getirilerek iptali istendi.
Karaburun’da güneş enerji santralleri (GES) için ÇED
sürecinin başladığını öğrendiğimde İpar Buğra aklıma geldi. 2017 yılında
kanserden kaybettiğimiz Türkiye ekoloji hareketinin öncü kadınlarından İpar
Buğra, yaşamının son yıllarını gecesini gündüzüne katarak Karaburun’daki
ekoloji mücadelesine adamıştı.
İpar, Karaburun’un özel çevre koruma alanı (ÖÇKA) ilan
edilmesi ile RES ve diğer ekolojik talanların duracağına inanıyordu. Bunu
gerçekleştirmek için de olağanüstü bir çaba içerisinde oldu. ODTÜ İdari İlimler
Fakültesi mezunu olarak Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığında Araştırma ve
Geliştirme Dairesi Başkanlığı, İstanbul Maden ve Metal İhracatçı Birliklerinde
Dış Ticaret Müsteşarlığı Denetçisi gibi birçok üst düzey bürokratik görevde
bulunmuş, onlarca ülkeye resmi görevli olarak gitmişti. Çok iyi düzeydeki
yabancı dili ile İngilizceden RES’lere dair birçok makalenin çevirisini yaptı.
Bürokrasideki deneyimini de işin içine katarak devletin
ilgili kurumlarını adeta dilekçe yağmuruna tuttu. Karaburun’un eşsiz
güzelliklerini, biyoçeşitliliği ve ekolojik özelliklerini anlatarak koruma
altına alınmasını istedi.
Bu mücadele sürecinde 2012-2017 yılları arasında Karaburun
Kent Konseyi başkanlığını sürdüren İpar Buğra ne yazık ki çok emek verdiği
biyosfer rezerv alanı/özel çevre koruma alanı (ÖÇKA) çalışmalarının sonucunu
göremedi. İpar Buğra 2017 eylülünde, hasta olduğunu öğrendikten bir ay sonra
yaşamını yitirdi.
GÜVENİLEN DAĞLARA KAR YAĞDI
O zamandan bugüne geçen sürede Karaburun’daki gelişmelere
baktığımızda ÖÇKA ilanı sonrası sorunların düzeleceğine inananların ciddi bir
hayal kırıklığı yaşadığını söylemek mümkün. Yaşasaydı, İpar da o kadar emek
verdiği bu sürecin Karaburun’un korunmasında bir işe yaramadığını görecekti!
Aslında, daha o zamanlar kendisiyle sohbetlerimizde bu ÖÇKA
ve biyosfer rezerv alanı ilanına çok fazla bel bağlanmaması gerektiği, hukukun
bizim gibi ülkelerde sermayenin çıkarlarını korumak için yapılan
düzenlemelerden ibaret olduğu içerikli çok konuşma geçtiğini anımsıyorum. İpar
da bu durumun farkındaydı aslında ancak Karaburun’un kurtuluşu için başkaca bir
çıkar yol da bulamıyordu.
Ana karadan coğrafi olarak yalıtılmış bir avuç köylü ve ilçe
merkezinde yaşayan duyarlı bir grup aydının çabası, arkasına devletin tüm
gücünü alan dev şirketlerin dağı taşı talan etmesine engel olamıyordu.
İzmir’den, Ege’den, tüm ülkeden beklenen destek de gelmiyordu bir türlü ki her
bölge aslında kendi kıyametine karşı bir mücadele içerisindeydi. Bu ekolojik
mücadelelerin kendi yerellerindeki saldırılardan başlarını kaldırıp diğer
yerlerdeki mücadeleler ne durumda diye bakacak halleri bile yoktu neredeyse!
Buna rağmen İpar ve bir grup Karaburunlu ülkedeki diğer RES mücadelelerinin
dayanışma ağını oluşturabilmek adına da girişimler, toplantılar yaptılar.
***
BİR GARİP ‘ÖZEL KORUMA’
Karaburun Yarımadası’nın özel ekosistemi ve uluslararası
ölçekte koruma altına alınmış olan pek çok bitki ve hayvan türünü de barındıran
zengin biyoçeşitliliği ile şimdiye kadar koruma altına alınmaması zaten başlı
başına bir garabetti.
İpar Buğra ve Karaburun Kent Konseyinin yörenin zengin
ekosistemi, doğası, sosyokültürel yaşamı, özgün ürünleri ve temiz tarım
uygulamalarıyla nadir bölgelerden biri olarak bütüncül bir yaklaşımla korunması
ve yarımadanın biyosfer rezerv alanı ilan edilmesine yönelik çabaları son
derece önemliydi bu yüzden. İpar göremese de 14 Mart 2019 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararnamesi ile Karaburun ve Ildırı
Körfezi’nin bazı bölgeleri ÖÇKA ilan edildi.
Karar yöre halkını sevindirdi ancak bir sorun vardı;
Karaburun’un ÖÇKA ilan edildiği günlerde bölgeye 12 yeni RES tribünü yapılması
amacıyla hazırlanan imar değişikliği de bakanlık tarafından resen
onaylanıyordu! “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” denilebilecek bu yaklaşımın
yanı sıra ÖÇKA korumasını gösteren harita ortaya çıktığında da kafalar karıştı.
ÖÇKA koruma bölgesi yerleşimin nispeten yoğun olduğu kıyı şeridini kapsarken,
yerleşimin daha az olduğu batı kıyı şeridi ile önemli varlıklara sahip karasal
ve denizel alanların kapsam dışında olduğu görüldü. Oysa talan tam da bu
alanlara yönelikti daha çok. Yani yılların uğraşı, çabası sonucu çok şey
beklenen ÖÇKA’da dağ fare doğurmuştu!
BİRLEŞİK ELEKTRİK ÜRETİM ALANLARI
Geçtiğimiz günlerde Karaburun Kent Konseyinin GES projesi
ÇED halkın katılımı toplantısı ile ilgili yaptığı yazılı açıklamanın başlığı
gelinen durumun özeti gibiydi: “Karaburun Yarımadası’nda ÖÇKA’ya rağmen
yatırımlar hız kesmeden sürüyor…”
140 RES tribününün toplam yüz ölçümü 484 kilometrekare olan
yarımadanın 430 kilometrekarelik bir alanına yayıldığı bir ortamda kalan
boşlukları da GES’lerle doldurmak istiyordu şirketler. Hepi topu 6 şirket
yarımadanın yüzde 89’luk bölümüne konmuşlar, RES ve GES projeleri ile
ormanları, meraları, tarım alanlarını ve nihayetinde köyleri de içine alacak
şekilde genişlemeye devam ediyorlardı.
Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’nde yapılan
değişikliklerle “Birleşik Elektrik Üretim Tesisi”ne dönüştürülen alanlar aynı
zamanda diğer RES proje sahaları için de örnek teşkil edecek. Olan da tüm bu
enerji projeleri tarafından istila eden Karaburun Yarımadası’nın ekolojisine
olacak, geri dönüşü olanaksız zararlarla yok edilip gidecek!..
Projenin yapılmak istendiği Sazak köyü 2019 yılında “kentsel
sit” ilan edilerek “Karaburun Yarımadası ve Ildır Körfezi özel çevre koruma bölgesi”
sınırları içine alınmıştı. Bu nasıl koruma o halde? Kim, neyi koruyor?
SÖYLEM BAŞKA EYLEM BAŞKA
Karaburun Kent Konseyinin konuya dair açıklamasından
öğreniyoruz ki yaklaşık bir ay önce Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı yetkilileri
Karaburun’a gelip bir toplantı yapmışlar. Hiçbir sivil toplum örgütünün davet
edilmediği bu toplantıda ÖÇKB sürecinde Karasal Alan Biyolojik Çeşitlilik
Araştırma Projesi’nde elde edilen verileri ve bulguları paylaşmışlar.
Toplantıda kendi uzmanlıklarıyla ilgili veri ve bulguları paylaşan uzmanların
ve bakanlık yetkililerinin Karaburun-Ildırı Körfezi özel çevre koruma alanının
sadece İzmir ya da Türkiye için değil, özellikle Akdeniz Havzası ve yeryüzü
için çok önemli, çok kritik ve kıymetli ekosistemleri barındırdığını
anlatmışlar. Bölgede nesli küresel ölçekte tehdit altına ya da azalış gösteren
pek çok bitki ve hayvan türü bulunduğunu; ÖÇKB alanının sadece kendi
sınırlarında değil alanla ekosistem ve kültürel açıdan ilişkili, çevresindeki
bölgelerle birlikte mutlak korunması gerektiğini ifade etmişler. Yarımadanın
yüzlerce kuş, onlarca memeli, binlerce omurgasız ve bitki türleri ile Akdeniz
çanağının en değerli ekosistemlerinden olduğunu yinelemişler… İyi de bunun
gereği RES projeleri ile yüzde 89’u şirketlerin talanına açılan yarımadada
kalan boşluklara GES yapmak mı?
‘YOK ETTİKLERİMİZİN SIRALI TAM LİSTESİ!’
Yazıyı Karaburun Kent Konseyinin bakanlıklara yönelik haklı
soruları ile bitirelim; “Bir yandan bu araştırmayı yürütürken diğer yandan
tespit ettiğiniz tüm bu bitkilerin, canlıların, ekosistemlerin yok olmasına
neden olacak RES, GES gibi yatırımlara neden izin veriyorsunuz? Biyolojik
çeşitlilik verilerinin bulunduğu dosyayı ‘Yaşamına son verdiklerimiz sıralı tam
liste şeklinde’ mi kaydettiniz? Son bitkiyi sökene, son kuş gidene kadar, son
çoban yılana, son köylü göçene kadar devam mı edeceksiniz?”