12 Mart 2022 23:17
Fotoğraf: Leon Klein/AA
Yanmış ağaçlar, kavrulmuş toprak, toz, çamur ve kan akan dereler, petrole bulanmış kumsallar, ölü gövdelerin sürüklendiği nehirler, göller...
Dünya üzerinde bugüne kadar yapılmış savaşlardan aklımızda kalan birkaç görüntü bunlar. Savaşlar sadece insanları değil, tüm canlıların ve doğanın da katili aslında. “Başkasının acısını duyana insan derler” diye bir söz var ya, aslında bu söz; “Yok edilen doğanın acısını duyana insan derler” diye düzeltilmeli.
ÇEVREYİ KİRLETMEK BİR İNTİHAR EYLEMİDİR!
Sadece canlıların değil, bir dağın, bir kayanın, bir nehrin yok edilmesi, kirletilmesinin de acısını içimizde duymak zorundayız. Çünkü doğada yok olan, kirletilen her şey aslında bir tür intihar eylemidir. Bir nevi kendi kendini yok etmek, kirletmektir.
Bir dağı yok edenler kendinden bir parçayı yok etmişlerdir. Bir nehri kirletenler damarlarındaki kana zehir zerk etmişlerdir. Bir ormanı kesenler ciğerlerine iğne batırmışlardır! Bir kuşu, dağ keçisini avlayanlar kendi geleceklerine kurşun sıkmışlardır!
Savaşlar da böyledir işte. İnsanın kendi türünü yok etmesi aynı zamanda doğaya karşı da bir eylemdir. İnsanlar, örneğin bugün Rusya-Ukrayna savaşında bombalarla bir ormanı, gölü, kenti yok ettiklerinde Afrika’da hiçbir şeyden haberi olmadan otlayan bir zebranın ya da Amazonlarda balta girmemiş ormanlarda yaşayan kabilelerin, Avustralya’da Aborjinlerin ve büyük okyanusta dolaşan balıkların da yaşamlarına kastetmişlerdir.
Fotoğraf: EminSansar/AA
DOĞADAKİ DENGE
Çünkü doğada hiçbir şey gereksiz değildir. Milyonlarca,
milyarlarca yılda oluşmuş ve sürekli kendini yenileyen bir denge içerisindedir.
Bu dengenin bozulması bütün dengeleri etkiler. Biz bunu fark edemeyiz çoğu
zaman, dünyanın kendi etrafında saatte
İnsanlık çok çok uzun zamandır doğayla barışık bir yaşamı terk etti. Kendi refahı için ona savaş açtı. Onunla uyumlu bir gelecek yerine, onu kendisi için “yaratılmış-oluşmuş” bir meta gibi gördü ve nasıl kullanırımın derdine düştü. Daha çok besin elde etmek için ormanları yok etti, tarlalar açtı. Ekinleri, meyveleri yiyor diye zehirle böcekleri öldürdü. Fabrikalar kurup havayı, suları, denizleri, toprağı kirletti. Tüm bunlar da yetmedi daha çok egemenlik, daha varsıl bir devlet, daha korkulan bir güç olabilmek için çağlar boyunca birbirinin boğazını sıktı, gözlerini oydu, kanlarını içti!..
"ANCAK, BU BÖYLE GİTMEZ!"
Bugün, doğa “Bu böyle gitmez, bu böyle süremez” diye iklim krizi, küresel ısınma, pandemi gibi işaretler gönderdikçe insanlık “Evet, gitmiyor” gerçeğini kabullendi, sözde! Kimsenin okuyup ciddiye almadığı raporlarda kaldı tüm bu gerçekler.
Raporlar, “Fosil yakıtlar iklim krizine neden oluyor, onlardan kurtulmak lazım” dedikçe daha çok petrol ve kömür endüstrisine kaynak aktarıldı. Kamu yararına, kâr amacı gütmeyen ve doğaya en az zarar verecek bir enerji üretimi mümkün, öncelikle toplumsal yaşamın “tüketim, daha fazla tüketim” modelinden kurtarılması gerekir önerilerine kulak tıkanarak iklim krizine çare olarak “Yenilenebilir temiz enerji” hayali pazara sürüldü. Bunun da bir masal olduğu ve doğanın kirletilerek pazarlanmasının yeni aracı olmaktan başka bir anlam taşımadığı çok geçmeden anlaşıldı.
Geldiğimiz noktada bitmeyen emperyalist dalaş, savaşlar bu sistemin yürütülemeyeceği gerçeğini bir kez daha yüzümüze vuruyor. Kapitalist yağmanın, barbarlığın yarattığı ekonomik ve ekolojik krizin bedelini ödüyoruz.
Fotoğraf: Wolfgang Schwan/AA
SAVAŞLARIN FATURASI
Biliyoruz ki, devletlerin çıkardığı savaşın faturasını hep geniş halk yığınları öder. Savaşıp ölen askerler için de bu böyle. Onlar da çok büyük bir oranda yoksul halkların evlatlarıdır ve çoğu zaman ne için çıktığını, çıkarıldığını bile bilmedikleri bir savaşta, kendisi gibi yoksul emekçi çocuklarının, sınıf kardeşlerinin kanını dökmeye çalışırken ölürler, öldürürler, yaralanırlar...
Savaşın çevre üzerindeki etkisi ise tam bir yıkımdır. Savaş öncesi hazırlık aşamasından başlayarak yok edilir çevre. Silahların test edilmesi, tatbikatların yol açtığı kirlilik ve nihayetinde savaşın korkunç yüzü...
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombaların etkileri hâlâ devam ediyor aradan on yıllar geçmiş olmasına rağmen. Körfez Savaşı’nda denize dökülen petrol ve petrole bulanmış, on binlercesi ölmüş su kuşlarının görüntüleri hafızalarımızda daha. Yanan petrol kuyularının çıkardığı gazlar günlerce İran’da, Arabistan’da, Kaşmir’de simsiyah yağan karlara, yağlı-kirli yağmurlara neden olmuştu.
ÇEVRE MÜLTECİLERİ
Savaşın çevre üzerindeki yıkıcı etkisi savaş bittikten sonra da devam ediyor üstelik. Kentlerin yok edilen altyapısı, kirletilen suları, toprakları, havası, radyoaktif serpintilerin yol açtığı sorunlar, savaş sonrasında uzun yıllar etkisini devam ettiriyor. Yaşanamaz, üretim yapılamaz duruma gelen topraklardan insanlar on binler, yüz binler halinde göç etmek zorunda kalıyorlar.
İsviçre merkezli İç Göç İzleme Merkezinin (IDCM) raporuna göre aşırı iklim olayları nedeniyle 2008-2018 yılları arasında 265 milyon insan zorunlu olarak göç etmek durumunda kaldı. Yine, dünya afet raporu, önümüzdeki 50 yılda 143 milyon insanın “iklim mültecisi” durumuna düşeceğini öngörüyor.
Savaş zamanında döşenen mayınların ve patlamamış bombaların yok edilmemesi de yıllar içerisinde birçok canlının zarar görmesine, ölüp, sakat kalmalarına yol açmakta. Savaşların ardından uzun vadeli ve kronik çevre kirliliğinin yaşandığı, yapılan birçok araştırmada ortaya konuluyor.
İnsanlar kendileriyle birlikte başka canlıların da ölümüne yol açan savaşları çıkardıkça kendi sonlarını da bir adım daha yaklaştırıyorlar. Bu durumun çözümü savaşlara, yoksulluğa, ekonomik ve ekolojik felaketlere neden olan bu sömürü ve yağma düzeninin değiştirilmesinden geçiyor.
Doğanın acısını duymak zorundayız. Çünkü biz onun efendisi değil, parçasıyız. Ona, kendini ve bizi onarması için yardımcı olmalıyız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder