22 Mayıs 2022 04:57
Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi” okurla buluştu. Evrensel'in İzmir Temsilcisi ve Öykü Yazarı Özer Akdemir’le bir araya geldik ve yeni kitabını konuştuk.
Fotoğraf: Dilek Omaklılar/Evrensel
ANASAYFA
Dilek OMAKLILAR
İzmir
Gazeteci-Yazar Özer Akdemir’in ülkenin dört bir yanında direnmeye devam eden yaşam savunucularının hikayelerini, bizzat kendi tanıklığıyla anlattığı yeni kitabı “Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi” okurla buluştu. Biz de Akdemir’le bir araya geldik ve yeni kitabını konuştuk.
Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi” önemli bir tanıklık. Doğanın, suyun, ağaçların korunması için verilen mücadelenin kitabı olmasının yanında bunların ne şekilde işgal edilmeye çalışıldığını da gözler önüne seren bir çalışma. Üstelik örgütlü mücadeleyle nelerin başarılabildiğini de anlatan umutlu bir kitap.
Akdemir’le bir önceki kitabı “Doğa ve Direniş Öyküleri” hakkında yaptığımız söyleşide, “Mücadele devam ettiği sürece öyküler de devam edecek” demiştik. Öyle de oldu, mücadele gibi öyküler de devam etti. “Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi”nin önceki kitaptan farklı yanları da var elbette.
BURJUVA İÇİN ‘GÖZ ZEVKİ’, KÖYLÜ İÇİN YAŞAM MÜCADELESİ
Akdemir, “Kitaptaki öykülerin hemen hepsi yoksul köylülerin, işçi ve emekçilerin maruz kaldığı sorunları içeriyor. Zaten ekoloji mücadelesi de buradan kaynaklanıyor. Hani diyorlar ya, ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ diye, öyle değil tabii ki… Bir burjuva meseleye farklı açıdan bakıyor; bir köylü, bir işçi başka… Onlar için yaşam mücadelesi olan şey, bir burjuva için göz zevki meselesi olabiliyor” diyor.
Burada “Doğa ve Direniş Öyküleri”ndeki bir öyküyü hatırlatıyor Akdemir: “Önceki kitapta bir öyküm vardı, İzmir Körfezi’ne köprü yapımı süreciyle ilgiliydi. Bostanlı’da bir burjuva, bir tarafta flamingoları görüyor, diğer yanda deniz ayakları altında. O, ‘Şimdi buraya bir köprü yapılırsa yazık olacak, benim de göz zevkim bozulacak, satar giderim’ diyor. Oysa kuşların yaşam alanı gidiyor, o bölgede balıkçılıkla geçinen insanların geçim kapıları o köprüyle birlikte zarar görüyor.”
Akdemir kitabında sermayeyle devletin organik ilişkisini de gösteriyor okura. “Mesela Topçam’da köylülerin kafasına taş yağarken jandarmanın köylüleri korumak için değil, şirketi korumak için yaptıklarını da insanların devlet olgusuyla tanışması gibi bir yerden ele almaya çalışıyorum. ‘Devlet senin benim değil, bu şirketlerin devleti’ni göstermeye çalışıyorum” diyor.
KÖYLÜLERİN TOPRAĞI ELLERİNDEN NASIL ALINDI?
“Yılanın Ağzındaki Kuş Gibi”deki kimi öykülerde bir dönüşümü de görüyoruz. Deneyimli-deneyimsiz köylülerin mücadelesinin nereden nereye taşındığını, örgütlü olmayan mücadelelerin nasıl sonuçlandığını, topraklarını bırakıp gitmek zorunda kalan köylülerin hissettiklerini...
“Köygöçüren” bunu hissettiğimiz öykülerden biri örneğin. Şöyle diyor öyküde bir gazeteci: “Köylülerin evlerini sattıklarını biliyordum ama camiyi ve mezarlığı bile satacak hale nasıl geldiler anlayabilmiş değilim. İnsan ana babasının mezarlarını nasıl terk edip gidebilir ki?”
Akdemir de bu örneğimizden yola çıkarak şunları söylüyor: “Tüm bu süreçler bir deneyim. Türkiye’nin en büyük şirketlerinden biri gidiyor Gökbel Dağlarına, köylülere para teklif ediyor. İkna edemediğini tehdit ediyor, o da olmazsa yasa çıkarttırıyor. Acele kamulaştırma yasasıyla Bakanlar Kurulu köylülerin elinden toprağını alıyor ve şirkete, ‘Buyur’ diyor. Doğal olarak köylüler toprağından kopuyor, göç etmek zorunda kalıyor. Gittikleri yerlerde yaşam kurmaya çalışsalar da akılları köklerinde… ‘Gönüllü satanlar da var’ demişti konuştuğum köylülerden biri. Hakikaten köylünün durumu son süreçte çok zor, yaşam hakkını korumaya çalışan sosyal bir sınıftan bahsediyoruz. Böyle bir durumda insanların arkasında dayanacakları bir güç yoksa, bir hukuk korumuyorsa, herhangi bir örgütlülük yoksa, yapayalnız kalıyorlar ve toprağını satıp gitmek zorunda kalıyorlar…”
KÖYLÜLER 2 MİLYON AĞACIN KESİLMESİNİ ÖNLEDİ
Başta da söylediğim gibi, bunları anlatmasına rağmen umutsuz bir tablo çizmiyor Akdemir. Örgütlü güçle, güçlü şirketlerin karşısında mücadelelerini sürdürenlerin hikayeleri de var kitapta elbette… “Turgutlu Çaldağı’yla ilgili ‘Dağın Yüreğine Yolculuk’ ve ‘Çal Dağı’nda Yaşam Çığlığı’ öyküleri gibi.
“Bölgede nikel madeniyle ilgili deneme üretim tesisi kurulmuştu ve ciddi bir doğa tahribi görüldü. Eğer bu maden yapılsaydı 2 milyon ağaç kesilecekti. Çaldağı’nın neredeyse tamamının yok olacağı bir süreç. Bu yöredeki mücadele oldukça önemli. Hukuki anlamda da çok emek verildi. Kaç yıl geçti, şu an deneme üretim tesislerinin dışında bir maden işletmesi yapılamıyor. Deneme üretim tesisleri de yaklaşık 4-5 yıldır boş durumda. Mücadele eden varsa bir yerde, orada kazanım olabiliyor.”
YAŞAM ALANINI KORUMA KAVGASI VERENLERİN SESLERİ
“Murat Dağı’ndaki Ardıç Ağacı”, silikozis hastası bir işçinin eşinin anlattıklarını aktaran “Ciğer Acısı”, Malatya’da babası fabrika işçisi, annesi temizlikçi olan 14 yaşındaki Kerem’in hikayesinin yer aldığı “Hurman Çayı”, madenciler ağacını kesmesin diye kendini zeytininin gövdesine zincirleyen “Hasan Aga’nın Zeytini” ve diğerleri…
55 öykünün yer aldığı kitap aslında bize şunu gösteriyor, “Ülkenin dört bir yanından yılanın ağzındaki kuş çığlıkları duyulmaya başlandı. Her yerde yaşam alanlarını koruma kavgası verenlerin sesleri yükseliyordu artık…” İşte bu kitap bize kuş gibi çığıranların hikayelerini anlatıyor.
KİTABIN ADI BERGAMA KÖYLÜLERİNDEN
Akdemir kitabın isminin öyküsünü şöyle anlatıyor: “Söz Bergama köylülerinin sözüdür. ‘Yılanın ağzındaki kuş gibi çığıriyik’ derler. Bu aslında köylülerin mücadelelerinde durdukları pozisyonu gösteriyor. Yılan gibi şirketler yaşam alanlarını yutmaya çalışırken oradaki insanlar kuş gibi çığlık atıyor. Bu çığlık hem feryatları hem de mücadelelerini gösteriyor. Kitaptaki diğer öykülerle birlikte de bütünü göstermesi açısından bu ismi seçtik. Bir başka sözü daha vardı Bergamalıların, ‘Karıncanın kardeşi’. Burada da dayanışmanın öneminden bahsediyorlar aslında ve bunun da öyküsü kitapta yer alıyor.”
Ayrıca Akdemir’in kitap kapağı için de özel bir teşekkürü var: “Kitap kapağının resmi kitabı tamamladı. Hürrem Karaoğlu arkadaşımız sağ olsun. Kapak konusunda yayınevi çalışırken sürece dahil olmak istedi ve iki taslak gönderdi. Biri ön kapak, diğeri de iç kapak oldu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder