20 Kasım 2022 04:30
Fotoğraf: Mohamed Abdel Hamid/AA
6-18 Kasım tarihleri arasında 194 ülkenin katılımıyla Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde toplanan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansında Türkiye, iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonunu azaltma amacıyla belirlediği 2030 iklim hedefini açıkladı. Türkiye’nin “Emisyon artımında azaltıma gitmek” şeklinde özetlenebilecek açıklaması yıllardır ülkemizde yurttaşların aklıyla dalga geçen politikaların, dünya halklarının da aklıyla dalga geçme şekline evrildiğini gösteriyor!..
Dünya genelinde emisyon azaltımına dair öne sürülen iki farklı yaklaşım var. Bunlardan birincisi “Mutlak azaltım” olarak tanımlanan ve ülkenin en son ve en güncel emisyon verisinden yola çıkılarak yapılan emisyon azaltım hesaplaması. Diğeri ise “Artıştan azaltım” denilen mevcut politikalardan azaltım. Bu yaklaşıma göre emisyonlar normal şartlarda artmaya devam ederken bu artış alınacak önlemlerle sınırlandırılacak.
ARTIŞTAN AZALTMAK!
Türkiye bu iki yaklaşımdan ikincisine yönelik pozisyon ve politika belirliyor. 2015 yılında ülke olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryasına sunduğumuz ulusal katkı niyet beyanında da 2030’a kadar emisyonlar için yüzde 21 artıştan azaltım hedefi verilmişti. Bugün ise artıştan azaltım taahhüdü 20 puan yükseltilerek yüzde 41’e çıkarıldı. Yani Türkiye COP 27’de de emisyon azaltmak bir yana artıracağını ama bu artış hızını azaltacağını taahhüt etti.
Üstelik bu artıştan azaltıma da ‘2038’den sonra başlayacağım’ diyor Türkiye. O tarihe kadar emisyon artışına neden olan başta fosil yakıt kullanımı, kömürlü termik santraller gibi politikalara tam gaz devam edileceği görülüyor. Ülkeyi ve dünyayı bir 15 yıl daha kirleteceğiz, kirlilik gırtlağı aştıktan sonra kirletme hızını azaltacağız!..
BEDELİ YİNE HALK ÖDÜYOR
Türkiye adına Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının sunduğu “Yüzde 41 artıştan azaltım” hedefi aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan “2053 yılında net sıfır emisyon” hedefinin de kuru laf olduğunu gösteriyor. Bakanlığın açıklaması, içindeki propaganda ve algı sözcükleri çıkartılıp istatistiki yöntemlerle değerlendirildiğinde bir azaltım hedefi değil tam aksine emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 30’dan fazla artacağının itirafıdır aslında.
Oysa daha Mısır toplantısı öncesi iklim konusunda çalışan birçok sivil toplum örgütü tarafından Türkiye’nin emisyonlarını yüzde 35 azaltım hedefini önüne koyması ile emisyonların mevcut seviyesinden 340 MtCO2e seviyesine inebileceği ifade edilmişti.
Türkiye’nin bu açıklaması enerji üretimi için yüzde 78 oranında dışa bağımlı olunan fosil yakıtların, petrol, gaz ve kömürün alınmasına devam edilmesi demek. Bunun sonucu ise hem çevre kirliliği hem de yüksek faturaların yurttaşlar olarak her birimize yansıması anlamına geliyor. Kirletmeye ve ülke insanına hem sağlık hem ekonomik olarak bedel ödetmeye devam yani!
Fotoğraf: Mohamed Abdel Hamid/AA
EMİSYON AZALDIKÇA SAĞLIK MALİYETİ DÜŞÜYOR
Türkiye emisyon azaltımı konusunda neden ayak sürüyor? Bunun ekonomik maliyetinden mi kaçıyor? Bu ekonomik maliyet ne kadar? Bu sorulara yanıt olabilecek bir rapor açıklandı geçenlerde. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezinin (İPM) yayımladığı “Türkiye’nin karbonsuzlaşma yol haritası: sektörel fayda maliyet analizi” raporunda Türkiye’nin 2050’de net-sıfır bir ülke olabilmesi için gereken maliyeti hesaplandı. Raporla ilgili yayımlanan basın bülteninde şöyle deniliyor; “Raporun bulgularına göre, Türkiye’nin 2050 yılında net-sıfır bir ülke olabilmesi için enerji, sanayi, ulaşım, binalar gibi sektörlere toplam 101 milyar dolar, yani 2020-2030 yılları arasında her yıl 10 milyar dolar yatırım yapılması gerekiyor. Bu rakam, Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 1’ine denk geliyor. Bu yapılacak yatırım sayesinde emisyonlar yüzde 32 düşerken sağlık maliyetleri de 42 milyar dolar azalıyor.”
AKP’NİN SINIFSAL TERCİHİ
Doları düşük tutmak için ekonominin arka kapılarında bozdurulan 128 milyar dolara ya da daha güncel bir ekonomik veriyle, yine dövizin yükselmesini önlemek adına uygulanan “kur korumalı mevduat hesabı”nın yılın sonunda ülkeye maliyetinin 300 milyar liraya ulaşacağını göz önünde bulundurduğumuzda siyasi iktidarın emisyon azaltımı maliyetini göze almamasını tamamen sınıfsal tercihleri ile açıklamak gerekiyor. Üstelik bu rapora göre emisyon azaltımı sonucu çevresel kirliliğin azalması sonrası sağlık maliyeti de ciddi oranda azalacak. Yüzde 32 emisyon düşüklüğü, sağlık maliyetlerini de 42 milyar dolar düşürecek! Bu çok ciddi bir rakam ama bu sefer de hasta garantili şehir hastaneleri boş kalacak, ilaç sanayi, özel hastaneler kârdan zarar edecekler! Fosil yakıtlardan geriye gidiş de termikçi şirketlerin hiç işine gelmeyecekti.
İşte tam bu nedenle siyasi iktidarın Mısır’daki emisyon taahhüdünü, sınıfsal tercihini de ortaya koyması olarak okumak gerekiyor. AKP yine halkın en geniş kesimlerini, yoksulları, işçi-emekçileri, gelecek neslin sağlıklı bir çevrede yaşamasını değil ilaç tekellerini, enerji şirketlerini, maden işletmelerini, özel hastaneleri tercih etti! Şaşırdık mı?!
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ENDİŞESİ
Oysa, Akdeniz Havzası’nda bulunan Türkiye küresel ısınmanın etkilerine en açık ülkelerden birisi durumunda. Bu coğrafi konumumuz nedeniyle iklim değişikliğinin etkilerini her geçen gün daha yakıcı biçimde hissediyoruz. Son birkaç yılda meydana gelen orman yangınlarını, sel baskınlarını, sıcak hava dalgalarını ve kuraklığı gözünüzün önüne getirirseniz olayın vahametini daha iyi kavrayabilirsiniz.
Yurttaşlar da aslında bu gelişmelerden son derece rahatsız. Temiz Hava Hakkı Platformu ve Yaşama Dair (YADA) Vakfı iş birliğinde gerçekleştirilen “Türkiye’nin hava kirliliği algısı” araştırma raporuna bir bakmamız bile bu endişeyi açıkça ortaya koyuyor. Rapora göre, ailelerin yüzde 87’si hava kirliliğinden kaygılı ve toplumun yüzde 60.4’ü son 10 yılda hava kirliliğinin arttığını düşünüyor. Araştırmaya göre ülkemizde her dört kişiden biri ailelerinde ve çevrelerinde kirli hava sebebiyle hastalığa yakalanan biri olduğunu söylüyor.
SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN
Ülkemiz, seçim iklimine çoktan girdi. Bütün bu politikaların uygulayıcısı AKP iktidarından kurtulabilmek için önemli bir viraja doğru yol alıyoruz. Ekonomik olduğu kadar ekolojik yıkımı da anlatabilmek bu süreçte son derece önemli. Ancak böyle olursa ekonomik olarak krizler içinde boğuşan halkın ekolojik yıkım nedeniyle yaşadığı endişeyi de sandıkta doğru kanalize edebiliriz.
Seçim dönemleri insanlara sistemin gerçek yüzünü teşhir kadar gelecek güzel günlere dair umut aşılama ve mücadelenin büyütülmesi açısından da önemli olanaklar sunabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder