31 Ağustos 2023 Perşembe

2500 yıllık Murattepe tümülüsünün dibine maden ocağı / ÇEPEÇEVRE YAŞAM

 Madran Dağı'nda kurulmak isteniyor ▶️#ÇepeçevreYaşam şimdi yayında @CineYasam @ozer_akdemir




Madran Dağı'nda 2500 yıllık Murtattepe tümülüsü ve kaya mezarlarına birkaç yüz metre uzaklıkta kuvars madeni açılıyor. Maden, tarihi olduğu kadar ormanı ve su kaynaklarını da tehdit ediyor. Çepeçevre Yaşam'da bu hafta Aydın'ın Çine ilçesinde, bölgede yaşayan yurttaşlarla görüştük, madenin yarattığı ve yaratacağı yıkımı onlardan dinledik. Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam her perşembe Evrensel'de




Söke ve Muğla kömürleri ciddi bir halk sağlığı sorunu

 

31 Ağustos 2023 15:51


MTA’nın 2002 yılında yaptığı araştırma verilerine göre; Söke ve Muğla kömürlerinde dünya ortalamalarını onlarca kat fazlası ağır metal var!





Fotoğraf: Selahattin Aydın


Özer AKDEMİR

Yatağan Termik Santrali’ne kömür temini için son aylarda Söke’nin birçok yerinde yeni linyit yatakları açılaması için çalışmalara başlandı. Yapılan bir araştırma Söke ve Muğla yörelerindeki kömürlerde ağır metal oranlarının dünya ortalamalarının çok üzerinde olduğunu ortaya çıkardı. Bu kömürlerin yakılması ciddi sağlık sorunlarına yol açacak.

SÖKE KÖYLERİNDE KÖMÜR MADENİ ENDİŞESİ

Fıstık çamları, kaya resimleri ve zeytinleri ile ünlü Latmos Dağındaki Çavdar ve Mersinbelen köyleri arasındaki 19 parsel arazi Cumhurbaşkanı kararnamesi ile acele kamulaştırma yoluyla kamulaştırıldı. Kararnamede bu arazilerdeki kömür yataklarının Yatağan termik santraline kömür temini için işletilmesinin kamu yararı olacağı ileri sürülüyor. Yine aynı şekilde Söke’ye bağlı Ağaçlı ve Kemalpaşa Köyleri yakınlarında da bir kömür işletmesi açılması için ÇED süreci başlatıldı. Yöre halkını tedirgin eden bu kömür madeni projelerine karşı yurttaşlar ve ekoloji örgütleri mücadele yollarını tartışmak için geçtiğimiz günlerde Ağaçlı Köyü’nde bir araya geldi.

TERMİK SANTRAL BACA FİLTRELERİ BİR İŞE YARAMIYOR

Prof. Dr. Doğan Kantarcı tarafından Söke ve Muğla yöresi kömürleri üzerinde yapılan bir araştırma yurttaşların tedirginliğinin ne kadar da haklı olduğunu ortaya çıkardı. MTA tarafından Söke-Muğla kömürleri üzerinde 2002 yılında yapılan araştırma sonuçlarını değerlendiren Kantarcı, Söke-Muğla kömürlerindeki ağır metal oranlarının dünya ortalamasının onlarca kat üzerinde olduğunu ortaya koydu. Söke ve Muğla kömürlerinin aynı coğrafyada olmaları nedeniyle bu anlamda birbirine yakın özellikler taşıdığını dile getiren Kantarcı, termik santrallerde kullanılan elektrostatik filtreli bacaların 2.5 ppm boyuttaki partikül tanelerini tutmadığını, bu nedenle termik santrallere takılan filtrelerin tam bir süzme yapmadığını dile getiriyor.

KÖMÜRLERDE 44 AĞIR METAL TESPİT EDİLDİ

Söke ve Muğla kömürlerindeki ağır metal oranları ile dünya ortalamalarını karşılaştıran Kantarcı bununla ilgili yaptığı tablonun sonunda yaptığı açıklamalarda şu noktalara dikkat çekiyor:

Kömürlerde 44 tane ağır metal belirlenmiştir.

Muğla kömür yatakları birbirine yakındır. Bu kömürlerin tümü ‘Erken Miosen’ dönemine ait olup, içerikleri birbirine yakındır. Yatağan ve Söke kömürleri de ‘Erken Miosen’ kömürleri olup, benzer özellikler göstermektedirler.

Arsenik miktarının Söke kömüründe çok yüksek olması dikkat çekicidir. Ayrıca; bor, baryum, molibden, antimon, stronsiyum, vanadyum ve özellikle de uranyum miktarları Söke kömüründe çok yüksektir.

Bu kömürler ısı değerleri bakımından termik santrallerde değerlendirilebilecek kömürlerdir. Ancak içerdikleri ağır metaller ve özellikle arsenik bakımından insan ve hayvan sağlığı için çok tehlikelidirler. Çünkü elektrostatik filtreler Ø ≤ 2,5 μm boyutundaki taneleri tutamazlar.

MTA 2002 yılında yaptığı araştırma sonuçlarından Prof. Dr. Kantarcı tarafından derlenen verilere göre Söke/Muğla kömürleri ile dünya ortalaması karşılaştırmalarında bulunan ağır metal mikro elementler ve oranları şöyle;

 

Söke kömüründeki oran 

Dünya ortalaması

 

Arsenik         

219.2 Ppm

10 Ppm

Yirmi iki kat

Bor

186 Ppm

50 Ppm

Üç kata yakın

Baryum

219 Ppm

200 Ppm

Biraz üstünde

Molibden

63.6 Ppm

3 Ppm

Yirmi bir katı

Antimon

41.6 Ppm

1.5 Ppm

Yirmi sekiz katı

Stronsium

580.9 Ppm

200 Ppm

Üç katına yakın

Uranyum

132 Ppm

2 Ppm

Altmış altı katı

Vandanyum

77.8 Ppm

40 Ppm

İki katına yakın

 

YURTTAŞLAR VE ÇEVRE ÖRGÜTLERİ KÖMÜR MADENİNE KARŞI BİRARAYA GELDİLER

Söke’nin Ağaçlı köyü yakınlarında 25 hektarlık bir alanda açık ve kapalı kömür işletmeciliği projesine karşı yurttaşlar Ağaçlı köyünde bir araya geldiler. Kuşadası ve Söke Kent Konseyleri, Caferli Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği, Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği, Çine Yaşam Platformu, AYEP, AYÇEP, Çine Yaşam Platformu ve Kuşadası EKODOSD katıldığı toplantıda kömür madenine karşı hukuki ve fiili mücadele süreçleri tartışıldı. Toplantıda kömür ocağının açılması durumunda ocaklardan 20 bin ton kömür çıkarılacağı, yer altı ocaklarında da ihtiyaç duyulması halinde gevşetme patlatmaları yapılacağı bilgisi paylaşıldı. Çevre örgütleri kömür işletmeciliğinin yapılacağı alanın, Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın yer aldığı Samson Dağları’nın doğudaki ucunda yer aldığını belirterek, Milli Parkın Dilek Yarımadası bölümünün dışında kalan ancak ekolojik ve coğrafik açıdan devamlılık arzeden bu bölgenin doğa ve tarihle iç içe olduğunu dile getirdiler. Bölgenin Kuşadası ve Söke’nin oksijen deposu olduğuna vurgu yapılan konuşmalarda bölgede bir kömür işletmesinin açılmasının, geri dönülmez bir şekilde tahribat yaratacağı buradan kömür çıkarmak yerine, bölgenin doğal ve kültürel özelliklerini ön plana çıkararak var olan tarım ve turizmin daha de geliştirecek projelerin geliştirilmesi daha doğru olacağını ifade ettiler.

 https://www.evrensel.net/haber/498021/soke-ve-mugla-komurleri-ciddi-bir-halk-sagligi-sorunu

2 bin 500 yıllık tümülüsün dibine maden işletmesi!

 

31 Ağustos 2023 04:39


Kuvars ve feldspat madenlerinin delik deşik ettiği Madran Dağı'nda bu sefer de 2500 yıllık tümülüsün ve kaya mezarlarının birkaç yüz metre yakınına maden işletmesi kırma eleme tesisleri kuruluyor.




Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Aydın’ın Çine ilçesi yakınlarındaki Madran Dağı’nda madencilik yağması hız kesmeden devam ediyor. Kuvars ve feldspat madenlerinin delik deşik ettiği dağda bu sefer de 2 bin 500 yıllık bir tümülüsün ve kaya mezarlarının birkaç yüz metre yakınına maden işletmesi kırma eleme tesisleri kuruluyor.

EN KALİTELİ SU KAYNAKLARINA SAHİP AMA…

Madran Dağı barındırdığı su kaynakları ile Türkiye’nin en kaliteli kaynak sularının çıktığı bir dağ olarak biliniyor. Bu nedenle dağda madencilik yapan firmalar bu kaynak sularını şişeleyip satan tesislere de sahipler. Hatta bu maden firmalardan bazılarının dağın zirvelerindeki rüzgardan faydalanıp elektrik enerjisi üreten RES’leri de var. Yani, Türkiye’nin en büyük maden firmaları tarafından parsellenen dağda bu şirketler dağın taşını, toprağını, suyunu, rüzgarını paraya çeviriyor…

ZEYTİNLİKLERİN BULUNDUĞU ALANA DA YAKIN

Kuvars ve feldspat madenlerinin delik deşik ettiği Madran Dağı’nda bu sefer maden işletmesi kırma eleme tesisleri kuruluyor. Tesisin kurulması için çalışmaların yürütüldüğü yer Çine kent merkezine çok yakın bir konumdaki -kuş uçuşu 4 kilometre uzaklıkta- Mutaflar köyü. Köyün 2 kilometre uzağında -kamuoyunda daha çok Bien Seramik markası ile tanınan- Ercan Şirket Topluluğuna ait Aktaş Maden’in başlattığı maden çalışmaları köyün meralarında yapılıyor. Maden işletmesi aynı zamanda Çine’nin içme suyu kaynaklarının olduğu bölgede yer alıyor. Köylülerin zeytinliklerinin de bulunduğu alanın birkaç yüz metre yakınında ise Helenistik Dönem’e ait kaya mezarları ve Murtattepe Tümülüsü adıyla tescillenmiş 2 bin 500 yıllık tümülüs var. Tümülüsün ve kaya mezarlarının olduğu tepeden maden işletmesinin kırma eleme tesisleri çok rahat bir şekilde görülebiliyor.

ŞİMDİDEN YÜZLERCE AĞAÇ KESİLMİŞ

Geçtiğimiz günlerde Çepeçevre Yaşam programı çekimi için Çine Yaşam Platformu (ÇİYAP) Sözcüsü Ahmet Uslu ve Latmos Platformundan Arkeolog Selahattin Aydın ile tümülüsün ve kaya mezarlarının bulunduğu Murtattepe’ye gittik. Tepeye tırmanırken atıl bir durumda yerlerde duran dikenli tel örgülerin yanı sıra bölgede daha öncesinde yüzlerce ağacın kesildiği dikkatleri çekti. Bu ağaçların maden çalışmaları nedeniyle mi yoksa başka bir amaçla mı kesildiği henüz belli değil. ÇİYAP Sözcüsü Ahmet Uslu ağaçların maden işletmesi tarafından bölge maden sahası ilan edilince ileride ağaç parası vermemek için şimdiden kesilmiş olabileceğini savundu.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

TÜMÜLÜSTE ÜÇ KÜLTÜRÜN İZLERİ VAR

Yıllardır özellikle Latmos ve Madran Dağı bölgesinde turist rehberliği yapan Selahattin Aydın ile kaçak kazılar sonucu yağmalanmış tümülüsün içine kadar girerek çekimler yaptık. Aydın şu bilgileri verdi: “Lidya, Pers ve Karya kültürleri ile sentezlenmiş bir mezar çeşidi bu. Üç kültürün de izlerini görmek mümkün. Muazzam bir yapı! Mezar girişinin L şeklinde olması Lidya tümülüslerinin bir özelliği. Aynı şekilde mezar taşlarının ahşap benzeri bir şekilde örülmesi, Gerga’da olduğu gibi Karya kültürüne ait. Ortalama söylüyorum ama 2 bin 500 yıllık bir mezar burası. Çok önemli. Kaçak kazıcılar ana mezarın altını kazmışlar ama altında hiçbir şey olmaz bu mezarların. Bu tümülüsün içinde muhtemelen üç mezar varmış.”

MADENLER 8 BİN YILLIK KAYA RESİMLERİNİ YOK EDİYOR

Murtattepe Tümülüsü’nün Madran Dağı’nın batıya bakan yüzünde yer aldığını aktaran Aydın, “Kuzeye bakan yüzünde de tümülüsler var. Burada korumaya dönük hiçbir çalışma yok. Sadece birkaç çalışma yapılıp öylece atıl durumda bırakılmış. Bölgede buna benzer birçok kaya mezarı var. Madran Dağı tıpkı Latmos gibi gnays kayalardan oluşmakta. İçinde 8 bin yıllık kaya resimleri var. Bu kaya resimleri tam olarak bilinmiyor, bu maden işletmeleri bizim bilmediğimiz birçok kaya resmini yok etmiş ve ediyor olabilir. Bu madene ÇED olumlu belgesi verilmiş. Bu tümülüs bu madeni durdurabilir. Bunun için Latmos Platformu olarak hukuksal bir süreç başlatacağız” diye konuştu.

KALE MADENCİLİK 2-3 AYDA KORKUNÇ BİR YIKIM YARATMIŞ

Daha sonra gittiğimiz Madran Dağı’nın batı yüzünde, iki üç ay önce faaliyete başlayan Kale Madencilik firmasına ait maden işletmesinin daha şimdiden yarattığı doğa tahribatını gördük.


Firmanın ‘ÇED gerekli değildir’ kararı alarak 2-3 ay önce faaliyete başladığını belirten ÇİYAP Sözcüsü Uslu, “Yaklaşık 70-80 metre bir derinliğe ulaştılar. Buraya Payamalanı derler, Madran Dağı’nın göğsü. Genç ormanlarla kaplı bir yerdi. Madenci şirket çıkan posaları da ormandaki ağaçlarının üzerine gelişi güzel döküyorlar” dedi.

‘DAĞI TOPYEKUN ÖLDÜRÜYORUZ’

Su kaynaklarının bu bölgede yüzeye çok yakın olduğunu belirten Uslu, maden çukurunun içinde biriken yeşil suyu göstererek, “Görüldüğü gibi Madran’ın kaynak suları buradan patlamış. Maden çukuruna dolan bu kaliteli içme sularını boşaltmak için 24 saat su pompaları durmadan çalışıyor. Türkiye’nin en kaliteli sularının bu bölgeden çıkmasının madenciler açısından bir önemi yok. Bu dağ 7-8 su fabrikasını ve etrafındaki 1 milyon insanının su ihtiyacını gideriyor. Her türlü bitkinin yetiştiği bir dağı, topyekun yaban yaşamı ile öldürüyoruz” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/498000/2-bin-500-yillik-tumulusun-dibine-maden-isletmesi

28 Ağustos 2023 Pazartesi

Akdeniz Foku’nun yaşam alanlarına RES

 

28 Ağustos 2023 14:44


Nesli tükenme tehdidi altındaki Akdeniz Fokunun yaşam alanına RES direği dikilecek. Böyle giderse Akdeniz fokunun soyunu kurutmak AKP hükümetine nasip olacak!


Fotoğraf: Marinko Babić/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)




Özer AKDEMİR

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından açıklanan ve “Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını sona erdirecek hamle”, “Enerjide bağımsız Türkiye” gibi spotlarla haberlere konu olan deniz üstündeki RES projeleri ile ilgili detaylar belli oldu. 2035 yılına kadar deniz üstü RES’lerle 5 gigavatt’lık bir enerji üretiminin hedeflendiği projenin çevresel riskleri ise haberlerde gündem edilmedi.

DENİZ ÜSTÜ RES’LERDEN 5,5 GİGAVAT ENERJİ ÜRETİMİ HEDEFLENİYOR

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki ilk deniz üstü RES projelerine onay verdi. Bakanlık tarafından Bandırma açıklarında 1111 kilometre kare, Bozcaada açıklarında 299 kilometrekare, Gelibolu açıklarında 75,6 kilometrekare ve Karabiga kıyılarında 410 kilometrekare alan aday Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) olarak tahsis edildi. Deniz içindeki bu alanlarda kurulacak RES’lerden toplamda 5,5 gigavat elekritik üretimi hedeflenirken, Bakanlık 2035 yılına kadar karadaki RES’lerin kurulu gücünü 24,6 gigavata, GES’lerin kurulu gücünü 552,9 gigavata, HES’lerin kurulu gücünü 35,1 gigavat’a, biyokütle ve JES’lerin kurulu gücünü ise 5,1 gigavat’a çıkarmayı hedefliyor. Bakanlık yapımı süren nükleer santralden de 7,1 gigavatlık bir kurulu güç elde etmeyi hedefliyor.

KARABİGA VE GELİBOLU KIYILARINDA KM’LERCE ALAN RES SAHASI İLAN EDİLDİ

Bakanlığın deniz üstü RES proje alanı olarak ilan ettiği bölgelerde bu projelerin yol açacağı çevresel etkiler şimdiden tartışılmaya başlandı. Bu bölgelerdeki hassas denizel ekosistemin bu RES inşaatları ve çalışmaları sürecinde zarar görebileceği endişesi hayli yaygın. Özellikle Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yayımlanan kırmızı listede “soyu kritik derecede tehdit altında olan tür” olarak sınıflandırılan Akdeniz Foku’nun yaşam alanlarından olan Karabiga ve Gelibolu kıyılarında 410 km2 ve 75,6 km2’lik alanlar da bu RES proje sahaları içerisinde.


Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının deniz üstü RES aday yenilenebilir enerji kaynak alanlarından Karabiga bölgesi


Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının deniz üstü RES aday yenilenebilir enerji kaynak alanlarından Gelibolu bölgesi

AKDENİZ FOKUNDAN DÜNYADA SADECE 600-700 BİREY KALDI

Tüm dünyada 600-700 kadar bireyin kaldığı Akdeniz Fokunun yaşam ve üreme alanlarından birisi olan Karabiga kıyıları geçtiğimiz yıllarda da termik santral yapımı sürecinde gündeme gelmişti. Su Altı Araştırmaları Derneği (SAD) ve Akdeniz Foku Araştırma Grubu (AFAG) Akdeniz foklarının bugün yeryüzünde üreyen popülasyonlar anlamında sadece 4 bölgede; Yunanistan, Türkiye, Moritanya ve Madeira Adaları’nda yaşadığına dikkat çekiyor. Geçmişte eti, kürkü ve yağı için avlanarak tür sayısı ciddi oranda azalan Akdeniz Fokları bugün ise yaşam alanlarına yönelik insan kaynaklı baskılar nedeniyle ciddi bir tehdit altında. Türün yaşadığı ve ürettiği koylara insanların konut yapması, ya da bu koyların sanayi tesisleri nedeniyle kirletilmesinin yanı sıra balıkçıların ağları ve yasadışı avcılık da fokların yaşam haklarını ellerinden alan olgular arasında.

TÜRÜN YAŞADIĞI İKİ YER RES SAHASI İLAN EDİLEN ALANLARDAN

SAD ve AFAG’ın yıllardır Akdeniz Foklarının korunması ve yaşam alanlarına yönelik baskılara dair dikkat çekici açıklamaları var. Her iki kurumda da çalışmalar yürüten Cem Orkun Kıraç’ın Türkiye Su Altı Canlıları Platformu’nda yayınlanan makalesinde fokların yaşam alanları ile ilgili şu bilgilere yer veriliyor, “Akdeniz fokları, Türkiye kıyılarında belli bölgelerde yoğunlaşıyorlar; Marmara’da; Marmara Adaları ve Mola Adaları ile Kapıdağ kuzey sahilleri ve Karabiga batısı kıyılar, Ege’de; Gelibolu Yarımadası’nın Ege kıyıları ile Behramkale arası ve Yeni Foça ile Datça arası kıyılar, Akdeniz’de; Datça ile Kemer arasında, Alanya ile Taşucu arasında ve Hatay Samandağ ile Suriye sınırı arasında kalan sahiller Akdeniz foklarının var olma mücadelesini sürdürdüğü bölgeler.”Kıraç’ın saydığı yerler arasında Gelibolu ve Karabiga’nın deniz üstü RES projeleri için YEKA Alanı ilan edilmesi dikkat çekiyor.

YILLAR ÖNCESİNDE YAPILAN ÇALIŞTAYDAN BUGÜNE DAİR UYARILAR

14-15 Nisan 2015 tarihlerinde ÇOMU Su Ürünlerin Fakültesinin himayesinde Akdeniz Foku üzerine araştırmalar yapan üç üniversiteden (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi) akademisyenler, kamu ve sivil toplum mensuplarının katılımıyla gerçekleştirilen “Kuzey Ege ve Marmara Denizi’nde Akdeniz Fokunun Güncel Durumu ve Tehditler” başlıklı çalıştayda türün yok olmaması ve korunması sorumluluğunun Türkiye’nin omuzlarında olduğuna dikkat çekiliyordu. Türkiye’nin bu türün ve türün barındığı yaşam alanlarının koruma sorumluğu ile ilgili Avrupa Yaban Hayatı Koruma Sözleşmesi (Bern), Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Barselona), Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmeleri gibi anlaşmalara imza attığının altının çizildiği çalıtay sonuç bildirgesinde, “Marmara denizindeki fok kolonisinin korunması türün neslini devam ettirebilmesi açısından gerekli olmanın yanında Türkiye’nin verdiği sözleri yerine getirmesi adına da büyük önem arz etmektedir.” Deniliyordu.  

EN KRİTİK TEHDİT ENERJİ YATIRIMLARI

Çalıştayda, bugün deniz üstü RES alanı ilan edilen Karabiga kıyılarının “hassas deniz ekosistemi olarak değerlendirilmesi” gerektiğinin tüm katılımcılar tarafından kabul edildiğinin altı çiziliyordu. Çalıştayın sonuç bildirgesinde yer alan 4. madde her ne kadar o yıllardaki termik santral tartışmalarına yönelik değerlendirilse de deniz içinde RES tartışmaları ışığında bugüne dair de bir uyarı olarak da dikkat çekiyor;

"4) Akdeniz Foku’nun bir simge tür olduğu ve bir bölgede varlığını sürdürmesinin o bölgedeki ekosistemin sağlıklı çalıştığının göstergesi olduğu vurgulanmıştır. Bu sebeple, ilkin, bölgede türün yok olmasına neden olacak tehditler irdelenmiştir. Bu kapsamda en kritik tehdit olarak foklar için üreme alanı olma özelliğine sahip bölgede yapılan ve yapılacak olan enerji yatırımları ön plana çıkmıştır. Bunun yanında kıyıda yapılacak olan mendirek, liman vb kıyı yapılarının, inşaat ve işletme aşamasında yoğun deniz trafiği oluşacağı açıktır. Ayrıca bu hareketlilik bölge halkının temel geçim kaynaklarından biri olan balıkçılığı önemli ölçüde kısıtlayacaktır. Bu durumun ise balıkçı ile fokun paylaşacakları alanı daraltacağı ve balıkçı ile foku karşı karşıya getireceğine dikkat çekilmiştir. Diğer taraftan bölgede depolanacak olan atıkların (cüruf), baca emisyon gazlarının, bölgedeki diğer önemli geçim kaynakları olan hayvancılık, süt üretimi, organik tarımı da etkilemesi kaçınılmazdır. Bu durumun balıkçıların başka bir uğraşa yönelmelerini de kısıtlayacağından, sorunu daha da arttıracağına dair endişeler dile getirilmiştir."

https://www.evrensel.net/haber/497859/akdeniz-fokunun-yasam-alanlarina-res

27 Ağustos 2023 Pazar

Yangın yeri bir ülke… (Pazar yazısı)

 

27 Ağustos 2023 04:01




Fotoğraf: Cem Tekkeşinoğlu/AA

      

 

Özer Akdemir


Tüm yazıları

22 Ağustos tarihinde başlayıp bazı köylerin, mahallelerin ve devlet hastanesinin boşaltılmasına neden olan, Çanakkale’nin kenar mahallelerine kadar gelen yangın, kent tarihinin en büyük yangını olarak niteleniyor. Yangın ancak üçüncü gün kontrol altına alınabildi. 4 bin 80 hektarlık bir alanı etkileyen yangın bölgesinde sayısız canlı yaşamını yitirdi.

Medyanın büyük çoğunluğu için insanların ölmesi dışında bir can kaybının haber değeri yok ne yazık ki! Bu nedenle “neyse ki yangınlarda can kaybı yaşanmadı” cümlesini birçok televizyon kanalında duymuşuzdur.

YANGINLARDAN DAHA KÖTÜSÜ

Yangınlar sonrası binlerce hektar orman ekosistemi yok olan kentte madencilik ve enerji projeleri de en az yangınlar kadar, belki de ondan bile daha fazla ormanı yok etmiş durumda.

Çanakkale şehir merkezine 20 km uzaklıktaki Kirazlı’da, Kanadalı Alamos Gold altın şirketinin 400 bin ağacı kesmesi sonrası oluşan doğa katliamının görüntüleri hafızalarınızdadır hâlâ. Tam bir yıkım görüntüsünü ortaya koydu drone ile çekilen fotoğraflar ve sonrasında binlerce insanın isyanı, Kazdağı’na akması…

Bu büyük tepkinin ardından bakanlık Kanadalı şirketin 13 Ekim 2019’da dolan işletme ruhsatını yenilemedi ve şirket yok ettiği ormana dönüp bakmadan alanı terk edip gitti! Türkiye’yi de Uluslararası Tahkim Mahkemesine şikayet ederek tazminat istedi.

Bugün Akbelen’de de benzer bir yıkım yaşanıyor. İki yılı aşkın süren nöbete müdahale eden jandarmanın korumasında ve gözetiminde 70 bine yakın ağaç kesildi Akbelen ormanında. İş makineleri harıl harıl ağaçları kesilip tıraşlanan ormanın üstündeki toprak tabakasını sıyırmak ve alttaki kömüre ulaşma telaşındalar. Toprak var olduğu sürece orman yeniden yeşerir ve şirket Akbelen’in artık orman değil kömür ocağı olmasını istiyor. Telaşı bundan!

BİGA YARIMADASI’NIN YÜZDE 79’U MADEN RUHSAT ALANI!

Çanakkale’ye yeniden dönelim; TEMA Vakfı tarafından 2020 yılında açıklanan rapora göre Biga Yarımadası’nın yüzde 79’u metalik madencilik ile ruhsatlandırılmış durumda. Bu ruhsatların yüzde 41’i arama ve işletme ruhsatları. 1600’den fazla maden ruhsatı, 90 civarında yerli yabancı firmanın elinde.

Çanakkale’nin başı sadece madencilik değil termik santrallerle de belada. Kentte yapımı planlanan altıncı termik santral olan Kirazlıdere Termik Santrali 110 hektarlık tamamı ormanlarla kaplı bir alanda kurulacak. 1260 MW kurulu güç olarak planlanan termik santralde yakılacak 40 milyon ton kömürün taşınması için projelendirilen liman ise Çanakkale Boğazı’nın el değmemiş nadir koylarından Turupçu Koyu’nda yapılacak. Turupçu Koyu Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yayımlanan kırmızı listede de “soyu kritik derecede tehdit altında olan tür” olarak sınıflandırılan Akdeniz Foku’nun üreme alanı olarak seçtiği nadir alanlardan birisi.

Çanakkale’de yapımı planlanan 10 tane daha termik santral var. Yanlış okumadınız, on tane daha termik santral! Lapseki ile Bandırma sahil hattının neredeyse her karışı termik santraller tarafından parsellenmiş durumda.


Kirazlıdere termik santralinin yapılacağı bölge ülkemizin olduğu kadar belki de dünyanın en kaliteli şeftali ve kirazının yetiştiği bir yer olarak da biliniyor.

BİR TÜRKİYE KLASİĞİ!

Termik santralin üretim lisansı ve Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) izni süreçleri ise tam bir Türkiye klasiği! Çevre örgütlerinin açtığı davalarda yapılan bilirkişi incelemesi sonrası hazırlanan rapor, santralin izin süreçlerindeki skandalları ortaya koydu.

Termik Santrale Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından üretim lisansının verildiği tarihte (7 Mart 2013) projenin daha ‘ÇED olumlu’ kararının bile bulunmadığı görüldü. Öyle ki, 2013 yılında üretim lisansı verilen termik santrale ÇED olumlu kararı iki yıl sonra, 2015 yılında verilmiş! Oysaki yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere göre tam tersi olması gerekiyor. Projeler için önce ÇED süreçleri işletilip bitirilirken, bu süreçte alınan olumlu ya da gerekli değildir kararları sonrası ancak üretim, işletme izni ya da lisansı verilebiliyor.

ÇANAKKALE YAKINDA YAŞANAMAZ BİR KENT OLACAK

Çanakkale ve Kazdağı yöresi, son yıllarda madenler, termik santraller, ormanlık alanlar ve meralar üzerinde planlanan RES-JES projeleri gibi yağma / talan projelerinden fazlasıyla nasibini aldı. Öyle ki, denizi, güneşi, “bin pınarlı” suları, ormanları, verimli toprakları ile bir tarım, turizm, hayvancılık ve balıkçılık cenneti olarak bilinen kent, çok yakın bir gelecekte enerji ve maden çöplüğü olmaya aday kentler arasında sayılıyor.

Uluslararası Hacıbektaş Veli Anma etkinlikleri kapsamında 18 Ağustos tarihinde Hacıbektaş Veli Kültür Merkezinde yapılan Seyfe belgeselimizin gösterimine gelen avukat arkadaşım Fevzi Özlüer ile sohbet ederken, konu Çanakkale’den açıldı. Özlüer, Kirazlıdere Termik Santrali ve bölgedeki başkaca yıkım projelerine karşı çevre örgütleri ve yurttaşlar tarafından açılan davaların avukatlarından birisi aynı zamanda. Bölgeyi çok iyi bilen Özlüer “Böyle giderse Çanakkale yakın bir gelecekte yaşanmaz bir kent haline gelecek” diyordu!

Cenneti cehenneme çeviriyorlar!

Ömürlerimizden çalıp kasalarını dolduruyorlar!

Ülke yangın yeri!

Bir an önce ‘Dur’ demezsek yanmış - yıkılmış bir ülke kalacak elimizde!..

 https://www.evrensel.net/haber/497579/canakkaleye-bir-darbe-de-termik-santralden-kirazlidere-termik-santrali-hem-ormani-hem-de-akdeniz-fokunun-ureme-alanini-yok-edecek

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Çanakkale'ye bir darbe de termik santralden! | Kirazlıdere termik santrali, hem ormanı hem de Akdeniz Foku’nun üreme alanını yok edecek

 

23 Ağustos 2023 14:44



Orman yangınları ile boğuşan Çanakkale’de tamamı ormanlık alanda kurulmak istenen termik santrale kömür temini için yapılmak istenen liman ise Akdeniz fokunun üreme alanı olan koya kurulacak.


Fotoğraf: Çevre Hukuku Ağı


 

Özer AKDEMİR

Bugünlerde tarihinin en büyük orman yangınları ile boğuşan Çanakkale'de yapılmak istenen 6. termik santral olan Kirazlıdere Termik Santraline karşı yöre halkının mücadelesi devam ediyor. Tamamı orman olan 110 hektarlık alanı yok ederek yapılmak istenen termik santral sahası Çanakkale Boğazı’nın el değmemiş koylarından Turupçu koyunu da yok edecek. Santrale kömür temini için koya 40 milyon ton kapasiteli bir liman yapılması planlanırken koy nesli tehdit altında olduğu için uluslararası koruma statüsü olan kırmızı listedeki Akdeniz fokunun da üreme alanı.

‘CENNET KOY’A KÖMÜR LİMANI!

Termik santral ve liman yapılmak istenen alanda yöre halkının en önemli geçim kaynaklarından olan şeftali ve kiraz yetiştiriciliği yapılıyor. Çanakkale’nin nadir kalmış el değmemiş koylarından Turupçu Koyu ise bölgede “Cennet koy” olarak biliniyor. Koy turizm alanı olmasının yanı sıra birçok endemik bitkinin de yaşam alanı. Koyun en önemli özelliklerinden birisi de Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yayımlanan Kırmızı Listede de soyu kritik derecede tehdit altında olan tür olarak sınıflandırılan Akdeniz fokunun üreme alanı olarak seçtiği nadir alanlardan biri olması.

ÇED RAPORU OLMAYAN PROJEYE ÜRETİM LİSANSI VERİLMİŞ!

Termik santrale karşı mücadele yürüten Kirazlıdere Kalkındırma ve Güzelleştirme Derneği tarafından açılan santral planının iptali ve yürütmenin durdurulması davasında yapılan bilirkişiyi keşfinde santralin birçok eksiğinin olduğu ortaya çıkmıştı. Bilirkişi raporunda Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından üretim lisansının verildiği tarihte (7 Mart 2013) projenin ‘ÇED olumlu’ kararının bulunmadığının altı çizilmişti. 2013 yılında üretim lisansı verilen termik santrale ÇED olumlu kararı 2015 yılında verilirken bilirkişi raporunda santralle ilgili 2015 ve 2022 yılında yapılan planların EPDK Yönetmeliğine ve orman alanlarının koruması ilkesine aykırı olduğunun altı çizilmişti. Dernek bu bilirkişi raporuna dayalı olarak Bakanlıktan ÇED olumlu raporunun iptalini istedi.

“GEÇİNEBİLMEK İÇİN SANTRALE MECBUR DEĞİLİZ”

Yöredeki termik santrallerin çevre, bitkiler ve hayvanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin yeni yeni fark edildiğini belirten Kirazlıdere Kalkındırma ve güzelleştirme Derneği Başkanı Mehmet Sağlam, “Hâlâ termik santral isteyen ve bu zehir saçan ucube sistemleri çocuklarına ekmek teknesi olarak gören vatandaşlarımız mevcut. Çanakkale Boğazı’nın en nadide ve el değmemiş koylarından biri olan Turupçu koyunun da kurban olmasını istemiyoruz. Burada yaşayanlar da bilmeli ki iş açısından asla bu santrale mecbur değiliz, aksine santrallerden kurtulduğumuzda bu coğrafyada turizmle, tarımla çok daha iyi işler yapabiliriz. Hem bu topraklarda yaşayan bizlerin hem de türlü canlının yaşam alanlarını korumuş oluruz” dedi.

“LAPSEKİ - BANDIRMA SAHİL HATTI TERMİK SANTRALLER İLE TAMAMEN DOLDU”

"Çanakkale Kirazlıdere köyünün denizi, turizmi ve su kaynakları ile tarımsal açıdan ülkemizin en özel yerlerinden birisi olduğunu ifade eden Çan Çevre Derneği Başkanı ve Çevre Hukuku Ağı avukatlarından Ümran Aydın “Bu bölgede narenciyeden buğdaya hemen her ürün yetişmekte, ayrıca şeftali ve kirazı dünyanın en kaliteli meyveleri olarak bilinmektedir. Yine dünyada nadir kalmış bir tür olan Akdeniz fokunun üreme alanı olarak seçtiği nadir bakir alanlardan biri bu koy, tümüyle ormanlarla kaplı.” diye konuştu.

Kirazlıdere de yapılmak istenilen termik santralin, Çed olumlu kararının süresinin dolmuş bulunması nedeniyle yok hükmünde olduğunu savunan Aydın, “Lapseki ile Bandırma sahil hattı termik santraller ile tamamen dolmuş durumda. Yapılacak yeni termik santral insan sağlığına ve çevreye ciddi zararlar verecektir. Termik santralde kamu yararı olmadığı gibi ormanların korunması ilkesine de aykırıdır. Bu gerekçelerle Kirazlıdere, Lapseki ve Kazdağları Koruma Dernekleri olarak, ikisi Çanakkale idare mahkemesinde, biri Danıştayda olmak üzere 3 ayrı dava açmış bulunuyoruz." dedi.

SANTRALE KARŞI AÇILAN DAVALAR

Kirazlıdere termik santral için imar plan değişikliği yapılmasına karşı açılan davada bilirkişi santralle ilgili birçok eksiklik ve usulsüzlükler olduğunu belirten rapor sundu. Dava hâlâ devam ediyor. Bu davadan sonra santrale karşı 3 dava daha açıldı. Bunlar termik santralin ÇED olumlu raporunun süresinin geçmiş olması nedeniyle ÇED iptal davası, santralin yapımında kamu yararı olduğuna dair karara karşı açılan dava ve EPDK’nin vermiş olduğu üretim lisansının santralin ÇED raporu olmadan verildiği ile ilgili lisans iptali davası.

 https://www.evrensel.net/haber/497579/canakkaleye-bir-darbe-de-termik-santralden-kirazlidere-termik-santrali-hem-ormani-hem-de-akdeniz-fokunun-ureme-alanini-yok-edecek

22 Ağustos 2023 Salı

KENAN EVREN SEYFE GÖLÜ’NÜ SONUNDA KURUTTU /NURİYE GÖÇER

 


23.08.2023 - 0


0:00YAYINLANMA

22.08.2023 - 14:49GÜNCELLEME

A-A+Google News

Hacıbektaş Kültür Merkezi’nde değerli   gazeteci, yazar, aktivist, siyasetçi Özer Akdemir’ in SEYFE isimli belgeselini kendisi ile birlikte izleme şansım oldu. 

Çocukken Seyfe Gölü’ne giden kuşları görür çok heyecanlanırdım. Anneme sık sık ‘Anne beni flamingolara götür’ dediğimi hatırlıyorum. Yüzlerce kuş türünün göç yolu üzerindeki Seyfe Gölü tam bir doğa harikası idi. Aynı zamanda birçok endemik bitki ve hayvanın evi idi.  Yeşili, mavisi, hayvanları, tarıma katkısı ile adeta cennetin simülasyonu gibiydi. Sayın Akdemir’in belgeselini izledikten sonra Seyfe Gölü’nün son halini görünce dehşete düştüm. Sanki atom bombası patlamış gibi olmuş. Doğa ölmüştü.  Tuzdan başka bir şey kalmamıştı. 

Bu vahşetin sebebine gelince Kenan Evren Seyfe Gölü’nü ziyarete geliyor. Tüm dram o gün başlıyor. Kenan Evren suyu daha geniş alanlara götürüp Kırşehir ve çevresini sulu tarım cenneti yapma hayali ile DSİ’ye her yere kuyular açtırıyor, bunun yanında çok büyük kanallar açarak suyu Kızılırmak’ a yönlendiriyor. Üstelik ‘1. Derece doğal sit alanı’ olmasına rağmen.  Bu konu hiçbir bilim insanına sorulmadan yapılan ya da sorulsa bile diktatöre yalakalık olsun diye olur efendim demelerinden kaynaklı, tamamen güç zehirlenmesi yaşayan bir ülke yöneticisinin eseridir. Doğayı öldürmek kadar canice bir şey yok. Verdiği kararın sonucunu kendisi göremedi ama tam kırk yıl sonra biz üzülerek görüyoruz. 

Doğa ile ne zaman inatlaşırsak karşılığını bize afetler ile vermiştir. Umarım hepimiz doğanın karşısında durmadan onu sömürmeden, yanında olarak, destekleyerek yaşamayı öğreneceğiz.

 https://www.akdenizgercek.com.tr/kenan-evren-seyfe-golunu-sonunda-kuruttu

21 Ağustos 2023 Pazartesi

"Birileri servet dağı yapsın diye Latmos Dağı yok ediliyor!"

 

21 Ağustos 2023 12:53


Acele olarak kamulaştıran Söke Çavdar köyü yakınında tarihi sit alanları gezen Arkeolog Selahattin Aydın, bölgede korunması gereken çok önemli arkeolojik buluntular olduğunu söyledi.



Fotoğraf: Selahattin Aydın


Özer AKDEMİR

Yatağan Termik Santraline kömür temini için geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı kararı ile acele olarak kamulaştırılan Söke Çavdar köyü yakınında tarihi sit alanları olduğu ortaya çıktı Tarihi kalıntıların bulunduğu bölgeye giden Latmos Platformu’ndan arkeolog Selahattin Aydın, bölgede korunması gereken çok önemli arkeolojik buluntular olduğunu söyledi.

KÖMÜR MADENİ İÇİN KAMULAŞTIRILAN SİT ALANI


Fotoğraf: Selahattin Aydın

Son yıllarda kuvars ve feldspat madenleri tarafından delik deşik edilen Latmos (Beşparmak) dağlarında şimdi de linyit madenciliği için acele kamulaştırma kararı verildi. Etrafı kuvars ve feldspat madenleri ile çepeçevre sarılan Çavdar ve Mersinbelen köyleri yakınındaki 19 parsel alan için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzası ile alınan acele kamulaştırma kararı 18.08.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı. Yöre halkının en önemli geçim kaynaklarından olan fıstık çamları ve zeytinliklerin bulunduğu alanlarda yapılmak istenen kömür madenciliği için kamulaştırılan alanlardan 9 parselin tarihi sit alanı içinde olduğu ortaya çıktı.

Kamulaştırılan alanlardaki tarihi kalıntıları inceleyen arkeolog Selahattin Aydın, bölgede yapılan madencilik faaliyetlerinin yol açtığı çevresel kirliliğe de dikkat çekti.

“İÇME SUYU BARAJINA AKAN SARIÇAY KİRLENİYOR”

Kamulaştırma yapılan alanlarda fıstık çamları, sit alanları, yaşam alanları ve Söke, Kuşadası gibi ilçelerin içme suyunu karşılaması planlanan Sarıçay Barajı’na dökülen Sarıçay ırmağının bulunduğunu belirten Aydın,  “Daha önce işletilen kömür madeninin yol açtığı kirlilik Sarıçay’ın hemen kenarında. Derenin yanında feldspat ve kuvars madenleri de var. Bu madenler suyu kirletiyor” dedi.

“KARYA KENTİ KÖMÜR OCAĞI MI OLACAK?”


Fotoğraf: Selahattin Aydın

Kamulaştırılan alanlarda tarihi yapı kalıntılarının bulunduğunu belirten Aydın şunları söyledi; “Gezdiğimiz alanda her yer seramik ve kiremit parçaları ile dolu. Bölgedeki yayla evlerinin yapımında kullanılan malzemeler tarihi kalıntılardan devşirilen  taşlarla yapılmış. Evlerin duvarlarında üzerine yazı olan duvar taşları var. Bu yapılan 2400-2500 yıl öncesinde eski Karya tipi duvar yapısı. Küçük yayla evi, muhtemelen eskiden bir savunma kulesinin duvarına yapılmış ve yaşam burada devam etmiş” .

Kömür ocağı yapılmak istenen alanın bir Karia şehri olan Amyzon'un çeperlerinde olduğunu belirten Aydın, "Köristan alanı da yine kentin savunmasıyla ilintili bir başka noktası. Duvar stilinden MÖ 4.-3. yüzyıl ama alanda çalışma yapılsa kimbilir daha ne çıkacak. Amyzon, Köristan ve Küçük Çavdar Savunma Kulesi aynı anlayış ve kültür tarafından kullanılmaktaydı" dedi.

“LATMOS MİLLİ PARK OLMALI”


Fotoğraf: Selahattin Aydın

Bu tarihi kalıntıların mutlaka korunması gerektiğini belirten Aydın “Buralar çok değerli alanlar. Birileri daha çok kazansın, servet dağları biriktirsin diye bu alanlar yok ediliyor. Latmos Platformu olarak bizler de Latmos’u bütünlüklü bir şekilde koruyabilmek için elimizden geleni yapacağız. Herkesi Latmos’un sesi olmaya ve onu koruyabilmemiz için bizlere katılmaya çağırıyoruz. Latmos Milli Park olmalı…” dedi.

 https://www.evrensel.net/haber/497433/birileri-servet-dagi-yapsin-diye-latmos-dagi-yok-ediliyor

20 Ağustos 2023 Pazar

Serçeşmenin gözü (Pazar yazısı)

 

20 Ağustos 2023 04:25


 


Fotoğraf: Ömer Çetiner

Günlerdir ilçeyi yakıp kavuran sıcaklara inat Hacıbektaş Veli Kültür Merkezi’nin klimalarla soğutulmuş büyük salonunda az sayıda izleyici vardı. Seyfe belgeselimiz Uluslararası Hacıbektaş Veli Anma Törenlerindeki etkinlikler kapsamında gösterilen tek (bize söylenenlere göre ilk) belgeseldi. 34 dakikalık belgesel bitip ışıklar yandığında seyircilerin yüzlerine baktım. Belgeselin onlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını öğrenmeye çalışıyordum. Üzüntü ile karışık bir şaşkınlık vardı yüzlerde. Hacıbektaş’a belki de 25-30 kilometre uzaklıktaki Seyfe Gölü’nü eminimin birçoğu görmemişti bile. Bundan sonra da göremeyecekti. Çünkü göl yoktu artık!..

SEYFE GERİ GELİR Mİ?

Bunu, belgeselde çok açık ve acı bir biçimde yüzümüze söyledi Doç. Dr. Erol Kesici. Seyfe tekrar eski haline gelir mi sorusuna; “Seyfe diye bir göl yok artık. Öldü! O da sizin benim gibi bir canlıydı. İnsanlar öldüğünde geri gelir mi? Seyfe de geri gelmez. Nasıl geri gelsin ki, su yok!”.

Yaşamının 40 yılı aşkın bir zaman dilimini sular, sulak alanlar ve göllerle ilgili çalışmalarla geçiren Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem ise daha iyimserdi Seyfe’nin eski haline gelmesi konusunda. “Umutsuzluğun bir anlamı yok. Umut bitti mi her şey biter” diyordu. Seyfe’nin eski haline gelmesi için, yöredeki bütün yeraltı kuyularının kapatılması, sulu tarımdan vazgeçilmesi, göle giden derelerin önündeki bütün engellerin kaldırılması, Mucur’un içme suyunun Seyfe yakınlarındaki kuyulardan değil başka bir bölgeden alınması ve yörede yaşayan insanların su kullanımı konusunda bilinçlendirilmesi gibi öneriler de bulunarak, “Seyfe’yi geri kazanabiliriz. Bu bizim gelecek kuşaklara borcumuz” diyordu.

Erdem’le sulak alanlarımızın son 40-50 yılda geldiği durum ile ilgili yaptığımız söyleşi geçtiğimiz hafta içerisinde Evrensel’de yayımlandı. Her üç kuyudan birisinin ruhsatsız olan Türkiye’nin yanlış su-tarım politikaları ile adım adım çölleşmeye doğru gittiğini aktaran Erdem, Anadolu’da birkaç gölün dışında sulak alanın kalmadığı söylüyordu.

KAYBETTİĞİMİZ SULAK ALANLARIMIZ

“1950’li yıllarda Türkiye’nin en zengin sulak alanlarına sahip olan Konya kapalı havzasında hemen tüm sulak alanlar kurudu. Yeryüzünün en önemli sulak alanlarından biri olarak kabul edilen Amik Gölü, kurutulmadan önce önemli kuş alanı ölçütlerini sağlayan Gavur ve Emen gölleri (Kahramanmaraş), Avlan, Karagöl, Kestel ve Söğüt gölleri (Antalya), Pınarbaşı, Gökçeli ve Gencali gölleri (Burdur), Hamam Gölü (Afyonkarahisar) Alparslan Gölü (Isparta), Güvenç ve Suğla gölleri ile Yarma Bataklığı, Arap Çayırı ve Hotamış Sazlığı (Konya), Aynaz ve Regma Bataklıkları (Mersin) olmak üzere toplam 21 sulak alan tamamen kurutuldu. Son 20-25 yılda ülkemizin önemli sulak alanlarının büyük bir bölümü, geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedildi. Nasrettin Hoca’nın “Ya tutarsa” deyip suyuna yoğurt mayası çaldığı Akşehir Gölü artık yok. Hemen yanındaki Eber Gölü ise su alanının üçte birini kaybetti.

Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü kurumakla karşı karşıya kaldı. 2021 yılı temmuz ayında kuluçkadan çıkan iki binin üzerindeki yavru flamingo içecek su bulamadığı için öldü. Dünyanın nazar boncuğu olarak isimlendirilen Ramsar alanlarımızdan Meke Gölü tamamen kurudu…”

TAA UZAKTA BİR AVUÇ MAVİLİK

Erdem’in, saydığı kuruyan/kurutulan sulak alanlarımız ve göllerimizin adlarını bu yazının sınırlarını aşmadan yazmamız mümkün değil! Seyfe Gölü bu göllerden sadece birisi. 2021 yılı Kasım ayında çekip Mayıs 2022’de kurgu montajını tamamladığımız Seyfe belgeselimizde gölün nasıl kuruduğunu/kurutulduğunu, bu kurumanın yöredeki insanlara ve diğer canlılara etkisini anlamaya çalışmıştık.

Belgesel gösteriminin ardından sohbet ettiğimiz izleyicilerden birisi şunları anlattı; “Geçenlerde piknik yapalım diye Seyfe Gölü’ne götürdü arkadaşlar. Gölde su yoktu! Gözetleme kulesine çıkıp baktık, taa uzakta bir avuç mavilik görünüyordu ama su mu, tuz mu anlayamadık.”

“Siz gene şanslıymışsınız” dedim. “Bizim belgesel çekimlerini yaptığımız dönemde tek damla su yoktu. Gölün yüzeyi de tuzlaşmış çorak bir arazi halindeydi”. 

‘BÖYLE SICAK GÖRMEDİK’

“Tarihte böyle sıcaklıklar görmedik” diyor bugünlerde kime sorsak. Ege’nin sahil kasabalarında ya da dağ köylerinde de aynı cümleler, Kırşehir bozkırında da… “Böyle sıcak görmedik”!

Dünyada ölçülen en yüksek ortalama sıcaklık değerleri bir buçuk ay içerisinde üs üste otuzun üzerinde rekor tazeledi. Uzmanlar yeni normalimiz bu artık diyorlar. Her geçen yıl daha da sıcak bir dünya bizi bekliyor!

Bozkır köylerinde bugünlerde köy muhtarlıkları ardı ardına anonslar yapıyorlar; “Komşular sularımız bitmek üzere. İdareli kullanın. Yeraltından su çekmek için her ay dünya kadar elektrik parası ödüyoruz. Bu gidişle su kalmayacak yeraltında da”.

Belgesel gösterimi için Kırşehir’den gelen bir dostumuz bölgede çok büyük bir altın madeni rezervi keşfedildiğini ve maden işletmesi kurulması için yöre köylerinin kamulaştırma tehdidi, iş vaadi, para pul teklifleri gibi yöntemlerle ikna edilmeye çalışıldığını söyledi. Dünyanın en çok su tüketen ve doğayı kirleten madencilik faaliyetlerinden birisi oysa altın madenciliği. Bir yanda susuzluk, kuraklıkla cebelleşiyor bozkır, öte yanda akıl dışı uygulamalar hız kesmeden devam ediyor.

BİR DERTLİ DİVANİ TÜRKÜSÜNDEYİZ SANKİ

Hacıbektaş törenlerinde, akşam üzeri ilçenin yeni meydanında yapılan konserlerde dinlediğim Dertli Divani türküsündeki her bir mısranın bugünümüzü ve bizi anlattığını düşündüm. Bakalım siz de aynı kanıya varacak mısınız?

“Yaşanılası dünyanın
Ne tadı ne tuzu kaldı
Ömür denen şu zamanın
Çoğu gitti azı kaldı

Çalışmadan yiyenlerin
Derimizi giyenlerin
Nice benim diyenlerin
Ne izi ne tozu kaldı

Çürük ökçe yırtık taban
Kurdu kuşu ettik çoban
Gariban daha da gariban
Ne çulu ne bezi kaldı

Bizden geçinen kalleşler
Döner geri bizi taşlar
Sıvıştı yaren yoldaşlar
Ne sözü ne özü kaldı

Cahiller kendini aklar
Kamiller özünü yoklar
Kurudu çaylar ırmaklar
Serçeşmenin gözü kaldı

Dertli Divani'nin varı
Canandır canın öz yari
Geçti bu devrin baharı
Ne yazı ne güzü kaldı”

 https://www.evrensel.net/yazi/93483/sercesmenin-gozu

19 Ağustos 2023 Cumartesi

#Seyfe Hacıbektaş Veli Anma Törenlerinde gösterildi

 #Seyfe Hacıbektaş Veli Anma Törenlerinde gösterildi. Sinevizyon cihazından kaynaklı teknik sıkıntılara rağmen Seyfe Gölü'nün nasıl kurtulduğunu ve bunun yörede yaşayanlara etkilerini anlatma olanağı bulduk. Başta

olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederiz. 🌿


https://x.com/ozer_akdemir/status/1692672103684640813

17 Ağustos 2023 Perşembe

Latmos’taki iki maden işletmesine dava açıldı

 

 17 Ağustos 2023 18:12


Latmos Dağı, 8 bin 500 yıllık kaya resimleri ile eşsiz bir coğrafya. Milli park ilan edilmesi istenen bölgedeki maden işletmelerine karşı hukuk mücadelesi başlatıldı.



Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


Özer AKDEMİR

Aydın Söke ilçesi yakınlarındaki Latmos (Beşparmak) Dağı’nda işletilen madenlere karşı iki dava açıldı. Dünyanın nadir jeolojik oluşumlarından sayılan gnays kayaları, bu kayalardaki mağaralarda ve kaya diplerinde bulunan 8 bin 500 yıllık kaya resimleri ile eşsiz bir coğrafya.  Latmos Dağı aynı zamanda fıstık çamları, zeytinleri ve meyveciliği ile bin yıllardır yörede yaşayanlar için bir yaşam kaynağı. Neolitik Dönem’den günümüze kadar insan yerleşimlerine ait birçok arkeolojik eserin bulunduğu yörenin, jeolojik yapısı, tarımsal önemi ve su kaynakları nedeniyle milli park ve jeopark ilan edilmesi için yıllardır uğraş veriliyor.

ÇED RAPORUNDA "UNUTULAN" ARKEOLOJİK SİT ALANI

İlk dava Çavdar köyü Eski Muhtarı İhsan Garagöz tarafından açıldı. Söke’ye bağlı Yeşilköy ve Çavdar mahalleleri yakınında işletilen feldspat-kuvars madeninin kapasite artışı için verilen “ÇED olumlu” kararına karşı Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada maden alanının çevre planında “orman alanı”, “mera alanı”, “tarım arazisi ve sulama alanı” vasıflı olduğu belirtiliyor. Dava dilekçesinde ÇED raporunda belirtilmese de yörede Çavdar Çatıdındere 1. derece arkeolojik sit alanı ve etkileşim bölgesinin de bulunduğunun altı çiziliyor. Yörenin bu özellikleri nedeniyle madencilik yapılmasına uygun olmadığının belirtildiği dava dilekçesinde, madenin ruhsat alanının 32 bin hektar olduğu ifade edildi. Dilekçede, maden için ÇED kararı alınan ve çalışılan alanlara ilave olarak 3 poligon şeklinde toplam 179 bin 872 hektarlık alan feldspat, kuvars ve kuvarsit üretim alanı olarak belirlendiğine dikkat çekiliyor.

ÇED RAPORU DAHA ÖNCE DE İPTAL EDİLMİŞTİ

Dilekçede ayrıca maden için “ÇED olumlu” kararının Aydın 2. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiğinin alt çizildi. İptal gerekçelerini gözden geçiren Kale Madencilik’in 2009/7 Genelgesi’ne dayanarak yeni ÇED süreci başlattığı ve son “ÇED olumlu” kararının bu süreçle birlikte verildiği dile getirildi. 

PROJENİN ÖMRÜ 213 YIL OLACAK!

Projenin ömrü ÇED raporundaki hesaba göre 213 yıl olacağına dikkat çekilerek, davanın açılması gerekçeleri şu şekilde aktarıldı: “Çavdar da yakınlarındaki Yeşilköy de adeta cennetten bir köşeydi. Geçmişte tabiatla iç içe huzurlu ve mesut bir hayatı vardı. Tarla, bağ bahçe işleri, zeytin-meyve ağaçları, fıstık çamları, arıcılık vb. yapıp kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürmekteydi. Ama ne yazık ki son yıllarda etrafındaki madencilik faaliyetleri nedeniyle huzuru kaçmıştır. Söz konusu madencilik faaliyetini açık ocak ve patlatma usulüyle eskiden beri Yeşilköy Mahallesi’nde ve diğer poligonlarda yürütmekte olan Kale Maden AŞ; alan ve üretim kapasitesinde artış planlayarak Çavdar ve Yeşilköy mahallelerinin ekosistemini, doğal hayatını, besin ve geçim kaynaklarını, eski haline dönemeyecek şekilde olumsuz etkileyecektir.”

İKİNCİ DAVA DA AÇILDI

Yine aynı bölgede Kormad Madencilik şirketi tarafından işletilmek istenen ve “ÇED gerekli değildir” kararı verilen projeye de dava açıldı. Çavdar köylülerinden İhsan Garagöz ve Hüseyin Bilir adına açılan davada gerçekleştirilmek istenen kuvars ocağı alan ve kapasite artış projesinin bölge sakinlerinin sağlığına, tek geçim kaynakları olan fıstık çamlarına, hayvanlarına, bağ bahçe ve zeytinliklerine, ekip biçtikleri tarım alanlarına büyük zara vereceği dile getirildi. Dava dilekçesinde tamamı orman, fıstık çamı, zeytinlikten oluşan alandaki maden projesinin hukuksuz olduğu ileri sürülerek “ÇED gerekli değildir” kararının iptali istendi.

"PROJE ANAYASA’NIN BİRÇOK MADDESİNE VE ÇEVRE KANUNU’NA AYKIRI"

Dava dilekçesinde, yörede gerçekleştirilmek istenen feldspat, kuvars, kuvarsit ocakları alan ve kapasite artış projesinin bölge sakinlerinin, halkın sağlığını, tek geçim kaynakları olan fıstık çamlarını, hayvanlarını, bağ bahçe ve zeytinliklerini, ekip biçtikleri tarım alanlarını önemsemediği ifade edildi. Dilekçede; “Tamamı orman, fıstık çamı, zeytinlikten oluşan yaşam alanları vahşi madenciliğe kurban edilmektedir. Kale Maden AŞ’nin projesi bölge için yanlış, zararlı ve hukuksuz bir projedir. Bu nedenle; Anayasa’nın 17. maddesindeki ‘Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir’ ilkesi ve ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir’ şeklindeki hem devlete hem vatandaşa ödev yükleyen 56’ncı maddesi, ‘Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür’ şeklindeki 44’üncü ve 45. maddelerine aykırı olduğu ileri sürüldü. Dilekçede, maden projesinin Çevre Kanunu’na da aykırı olduğu belirtilerek “ÇED olumlu” kararının iptal edilmesi istendi.

 https://www.evrensel.net/haber/497191/latmostaki-iki-maden-isletmesine-dava-acildi

Akbelen Ormanı: Bir doğa katliamı sahası! | ÇEPEÇEVRE YAŞAM


Çepeçevre Yaşam'ın bu bölümünde Limak Holding'in termik santraline kömür sağlamak uğruna katledilen Akbelen Ormanı'ndayız. Muğla'nın Milas ilçesine bağlı İkizköy'de, 2019 yılından beri Akbelen Ormanı'nda çadır nöbeti tutan ve ormanın katledilmesine karşı mücadele eden İkizköylüler ve yaşam alanı savunucuları, 24 Temmuz 2023 sabaha karşı 05.30’da onlarca jandarma ve TOMA’yla güne uyandı. Tüm Türkiye'ye ormanı korumak için çağrı yapan yurttaşlar mücadelelerini sürdürmelerine karşın ağaçların kömür elde etmek uğruna kesilmesine engel olamadı. Ancak İkizköylüler ağaçların kesilmesinin ardından mücadeleyi sürdürmek ve orman sahasının maden sahasına dönüştürülmemesi için çağrılarını ve direnişlerini sürdürüyor. Özer Akdemir, Akbelen Ormanı'ndaki yıkımı görüntüledi, bölgedeki yurttaşlarla görüştü.



Hacıbektaş Veli Anma Etkinliklerinde SEYFE gösterimi

 Hacıbektaş Veli Anma Etkinlikleri kapsamında yarın (18 Ağustos Cuma) #Seyfe belgeselimizin gösterimi yapılacak.

Saat: 16.00'daki gösterim Hacıbektaş Veli Kültür Merkezi Büyük Salonunda. Yakınlardaki tüm dostlar davetlidir 🌿

15 Ağustos 2023 Salı

Anadolu’da birkaç gölün dışında sulak alan kalmadı

 

15 Ağustos 2023 04:49


Yeraltı s


ularındaki düşüş NASA haritalarına da yansıdı. Yeraltı sularını binlerce yılda birikmiş servet olarak tanımlayan Osman Erdem, Anadolu’da birkaç gölün dışında sulak alan kalmadığını söyledi.


Fotoğraf: Ömer Çetiner



Özer AKDEMİR

Bu yılın başında NASA tarafından yayımlanan ve Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya’nın bir bölümünü gösteren haritada yeraltı sularındaki düşüşe yer verildi. Haritaya göre, Türkiye’nin yanı sıra, Fransa, Almanya’nın önemli bir bölümü, Fas, Cezayir gibi ülkeler yeraltı sularının en çok azaldığı ülkeler arasında bulunuyordu.

Bu haritadan yola çıkarak, yeraltı sularının Türkiye’deki durumuyla ilgili 40 yılı aşkın bir zamandır çalışmalar yürüten Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem’e sorular yöneltik. Erdem’in yeraltı sularımızın dünü, bugünü ve geleceğine dair verdiği yanıtlar şöyle;

TÜRKİYE SU KRİZİNE DOĞRU HIZLA İLERLİYOR!

NASA’nın haritasına göre Türkiye'nin durumu vahim görünüyor! Bu tablo doğru mu?

Türkiye’de bulunan her üç kuyudan biri ruhsatsız, yani kontrol dışı ve maalesef Türkiye’nin yeraltı suyu kullanımı yönetilemiyor.

2010 yılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) verilerine göre, Konya Kapalı Havzası’nda 1,93 milyar metreküpü yüzey, 2,435 metreküpü yeraltı suyu olmak üzere toplam yıllık kullanılabilir su kaynağı miktarı 4,365 milyar metreküp. Buna karşılık havzada kullanılan yıllık su miktarı 6,5 milyar metreküp civarında. Su bütçesi her yıl 2,1 milyar metreküp oranında açık veriyor. Bu açık, yeraltı suyundan karşılanıyor.

DSİ tarafından Konya Karapınar bölgesinde açılan üç kuyuda yapılan 5 yıllık ölçümler şöyle:

Karapınar yaylasındaki DSİ'ye ait rasat kuyuları 2015-2020 seviye ölçümleri

Rasat kuyusu adı

2015-Eylül Su seviyesi (m)

2020-Ağustos Su seviyesi (m)

5 yıllık düşüş (m)

Yıllık ortalama düşüş (m)

Kesmez

44.00

52,66

8,66

1,73

Yenikent

93,26

10,654

13,28

2,66

Gülfet Yaylası

52,87

65,92

13,05

2,61

 

2015-2020 yılları arasında üç kuyuda yapılan ölçümlerde, yer altı su seviyesinin her yıl ortalama 2,33m düştüğü tespit edilmiş. 2010 yılında yeraltı su seviyesindeki düşüş yıllık 1,10 m civarındaydı. Yani son 20 yılda yeraltı su seviyesindeki düşme 2 katından daha fazlasına ulaşmış.

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Obruk Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Fetullah Arık tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, son 18 yılda 320 obruk oluşmuş, 2018 ve 2019 yıllarında 2 yılda oluşan obruk sayısı 29’a çıkmış. Türkiye’nin diğer bölgelerinde de durum farklı değil; maalesef ülkenin her tarafında yapılan ölçümler ve 16 Ocak 2023 tarihinde NASA tarafından yayımlanan harita da bu görüşü destekliyor.

1950’li yıllarda Türkiye’nin en zengin sulak alanlarına sahip olan Konya kapalı havzasında hemen tüm sulak alanlar kurumuş. Sadece, ülkemizin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir ve Çavuşçu Gölü ve Kozanlı Gölü varlığını sürdürüyor. Her üç alanda da büyük su kayıpları görülüyor.


Fotoğraf: Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem'in kişisel arşivi.

SULAK ALANLAR NASIL KURUTULDU?

1950'lerden günümüze Türkiye'deki sulak alanların durumuna dair ne söylenebilir? Susuzlukla ilgili nasıl bir gelecek bekliyor bizi? 

Pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de 1930’lu yıllarda sıtma hastalığını önleme amacıyla başlayan sulak alan kurutma çalışmaları, 1950’li yıllarda hayatımıza güçlü iş makinalarının girmesiyle birlikte yeni tarım alanları elde etme amacına yöneldi.

Bu dönemde, aralarında su kuşları yaşama ortamı olarak yeryüzünün en önemli sulak alanlarından biri olarak kabul edilen Amik Gölü, kurutulmadan önce uluslararası öneme sahip sulak alan ve önemli kuş alanı ölçütlerini sağlayan Gavur ve Emen gölleri (Kahramanmaraş), Avlan, Karagöl, Kestel ve Söğüt gölleri (Antalya), Pınarbaşı, Gökçeli ve Gencali gölleri (Burdur), Hamam Gölü (Afyonkarahisar) Alparslan Gölü (Isparta), Güvenç ve Suğla gölleri ile Yarma Bataklığı, Arap Çayırı ve Hotamış Sazlığı (Konya), Aynaz ve Regma Bataklıkları (Mersin) olmak üzere toplam 21 sulak alan tamamen kurutuldu. Yaklaşık 21.000 hektarla 1950’li yıllarda Türkiye’nin en geniş sazlıklarına sahip olan Ereğli Sazlıklarından geriye 150 hektarlık küçük bir su birikintisi kaldı. Yine aynı dönemde, uluslararası öneme sahip 17 sulak alanda ise taşkın önleme veya su rejimine yapılan müdahaleler nedeniyle toplam 143.950 hektarlık alan geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedildi. Türkiye’de 1990’lı yılların başına kadar kaybedilen sulak alanların miktarı 257.500 hektar civarında.

Türkiye Cumhuriyeti, 1994 yılında kısaca Uluslararası Sulak Alanların Korunması (Ramsar Sözleşmesi) Sözleşmesi olarak bilinen Özellikle Sukuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşmeye taraf oldu ve sınırları dahilindeki sulak alanları koruyacağını uluslararası düzeyde taahhüt etti. Takip eden yıllarda sulak alanların korunmasına yönelik düzenlemeler yapıldı; sulak alanların kurutulmasına olanak veren yasal düzenlemeler yürürlükten kaldırdı.

Peki tüm bu yasal düzenlemelere rağmen sulak alan kayıpları durdu mu? Maalesef bunun cevabı ‘Hayır’. 1990’lı yılların ortalarından itibaren doğrudan sulak alan kurutma projeleri uygulanmasa da arazi kullanım planları yapılırken sulak alanların korunması ve sürdürülebilirliğinin dikkate alınmaması ve yanlış su yönetimi nedeniyle sulak alan kayıpları devam etti.

İŞTE KURUYAN-KURUTULAN GÖLLERİMİZ!

Son yıllarda kaybettiğimiz, kuruyan (kurutulan) sulak alanlarla ilgili net bilgiler var mı elinizde? Bunların isimlerini sayabilir misiniz?

Son 20-25 yılda ülkemizin önemli sulak alanlarından büyük bir bölümü, geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedildi. Nasrettin Hoca’nın ya tutarsa deyip suyuna yoğurt mayası çaldığı Akşehir Gölü artık yok. Sadece çok yağışlı yıllarda, ilkbahar aylarında küçük bir bölümünde su toplanıyor. Hemen yanındaki Eber Gölü ise su alanının üçte birini kaybetmiş.

20 yıl öncesine kadar Burdur Gölü, kuş varlığı yönünden Türkiye'nin en önemli göllerinden biriydi. Derin bir göl olmasına rağmen kış döneminde bazı yıllar alanda toplanan sukuşu sayısı yüz bini geçiyordu. Özellikle 1990’lı yıllarda, küresel ölçekte tehlikede olan dikkuyruk ördeğin yeryüzündeki en önemli kışlama alanıydı. Yeryüzünün en değerli alanlarından biri olarak kabul edilen Salda Gölü’nde su seviyesi 8,5 m düştü ve düşüş devam ediyor.

Burdur Göller Havzası’ndaki Yarışlı, Karataş ve Çorak gölleri çok sığ (derinliği az) olduğu için tamamen kurudu. Yeraltı sularının düşmesiyle, besleyen kaynaklar kuruduğu için Acıgöl’ün sadece küçük bir kısmında su toplanıyor.

Konya Kapalı Havzası, ülkemizin en az yağış alan bölgelerinden biri olmasına rağmen 20. yüzyılın başlarında Türkiye’nin en önemli sulak alanlara sahipti. Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan ve tuz ihtiyacının üçte ikisinin karşılandığı Tuz Gölü bu bölgede yer alıyor. Ne yazık ki gölü besleyen akarsular üzerine göletler yapıldığı ve bu göletlerden göle su bırakılmadığı için göl kurumakla karşı karşıya kaldı.

Her yıl ortalama on bin çift flamingo, Tuz Gölü’nün ortalarında kuluçkaya yatıyor. 2021 yılı temmuz ayında kuluçkadan çıkan iki binin üzerindeki yavru flamingo içecek su bulamadığı için öldü. 2022 yılında, benzeri bir felaketin yaşanmaması için 4 km mesafeden borularla su getirilerek flamingo yavrularına verildi. Maalesef Tuz Gölü’nün hemen bitişiğindeki Tersakan Gölü, Bolluk Gölü ve Kulu Gölü’nün durumu da Tuz Gölünden farklı değil.

Bir zamanlar sadece ülkemizin değil bulunduğumuz coğrafyanın da en önemli sulak alanlarından biri olan Seyfe Gölü’nde son 15 senedir su yok. Dünyanın nazar boncuğu olarak isimlendirilen Ramsar alanlarımızdan Meke Gölü tamamen kurudu, Kızören obruğunda su seviyesindeki düşme 40 metreyi geçti.


Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

SU KANUNU MUTLAKA ÇIKARILMALI

"Yeraltı sularını gelecek nesiller için saklamalıyız" görüşüne katılır mısınız? Bunu nasıl yapabiliriz?

Yeraltı sularını binlerce yılda birikmiş servet olarak tanımlayabiliriz. Bugün ülkemizde yaşandığı üzere, besleniminden daha fazla kullandığımız zaman hızla tükenecektir. Son elli yılda ülkemizin pek çok yerinde yeraltı suyu düşüşü 30-50 metreyi buldu. Konya Kapalı Havzasında olduğu üzere son on yılda su seviyesindeki yıllık düşüş 2,5 metreye ulaştı. Anadolu’da birkaç gölün dışında sulak alan kalmadı, adım adım çölleşmeye gidiliyor. Bir an önce, yeraltı sularının kullanımını da kapsayacak, tüm canlıların ihtiyacını bütünsel bir yaklaşımla ele alacak bir su kanunu mutlaka çıkarılmalıdır. Bugünkü kurumsal yapı ile su kaynaklarımızı korumamız, verimli bir şekilde kullanmamız ve etkin bir şekilde yönetmemiz mümkün görünmüyor.

SULAK ALANLARIN KURUMASININ SEBEBİ KÜRESEL ISINMA DEĞİL YANLIŞ SU POLİTİKALARI

2040 yılında, göçleri bile tetikleyebilecek bir kuraklık beklendiğini söyleniyor. Siz ne dersiniz?

Günümüzde pek çok bilim insanı tarafından küresel iklim değişikliği senaryoları dikkate alınarak tahminler yapılıyor. Bunları reddetmek mümkün değil. Yaygın kullanılan bir atasözümüz var “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.” Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim; günümüzde sulak alanların kurumasının, sık sık dile getirildiği üzere küresel iklim değişikliğiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bugün yaşadıklarımızın sebebi, yıllardır izlenen yanlış su politikaları ve suyun yanlış yönetmemizdir. Daha doğrusu yönetemeyişimizdir.

 https://www.evrensel.net/haber/496983/anadoluda-birkac-golun-disinda-sulak-alan-kalmadi

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...