20 Ağustos 2023 04:25
Fotoğraf: Ömer Çetiner
Günlerdir ilçeyi yakıp kavuran sıcaklara inat Hacıbektaş
Veli Kültür Merkezi’nin klimalarla soğutulmuş büyük salonunda az sayıda
izleyici vardı. Seyfe belgeselimiz Uluslararası Hacıbektaş Veli Anma
Törenlerindeki etkinlikler kapsamında gösterilen tek (bize söylenenlere göre
ilk) belgeseldi. 34 dakikalık belgesel bitip ışıklar yandığında seyircilerin
yüzlerine baktım. Belgeselin onlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını
öğrenmeye çalışıyordum. Üzüntü ile karışık bir şaşkınlık vardı yüzlerde.
Hacıbektaş’a belki de 25-
SEYFE GERİ GELİR Mİ?
Bunu, belgeselde çok açık ve acı bir biçimde yüzümüze söyledi Doç. Dr. Erol Kesici. Seyfe tekrar eski haline gelir mi sorusuna; “Seyfe diye bir göl yok artık. Öldü! O da sizin benim gibi bir canlıydı. İnsanlar öldüğünde geri gelir mi? Seyfe de geri gelmez. Nasıl geri gelsin ki, su yok!”.
Yaşamının 40 yılı aşkın bir zaman dilimini sular, sulak alanlar ve göllerle ilgili çalışmalarla geçiren Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem ise daha iyimserdi Seyfe’nin eski haline gelmesi konusunda. “Umutsuzluğun bir anlamı yok. Umut bitti mi her şey biter” diyordu. Seyfe’nin eski haline gelmesi için, yöredeki bütün yeraltı kuyularının kapatılması, sulu tarımdan vazgeçilmesi, göle giden derelerin önündeki bütün engellerin kaldırılması, Mucur’un içme suyunun Seyfe yakınlarındaki kuyulardan değil başka bir bölgeden alınması ve yörede yaşayan insanların su kullanımı konusunda bilinçlendirilmesi gibi öneriler de bulunarak, “Seyfe’yi geri kazanabiliriz. Bu bizim gelecek kuşaklara borcumuz” diyordu.
Erdem’le sulak alanlarımızın son 40-50 yılda geldiği durum ile ilgili yaptığımız söyleşi geçtiğimiz hafta içerisinde Evrensel’de yayımlandı. Her üç kuyudan birisinin ruhsatsız olan Türkiye’nin yanlış su-tarım politikaları ile adım adım çölleşmeye doğru gittiğini aktaran Erdem, Anadolu’da birkaç gölün dışında sulak alanın kalmadığı söylüyordu.
KAYBETTİĞİMİZ SULAK ALANLARIMIZ
“1950’li yıllarda Türkiye’nin en zengin sulak alanlarına sahip olan Konya kapalı havzasında hemen tüm sulak alanlar kurudu. Yeryüzünün en önemli sulak alanlarından biri olarak kabul edilen Amik Gölü, kurutulmadan önce önemli kuş alanı ölçütlerini sağlayan Gavur ve Emen gölleri (Kahramanmaraş), Avlan, Karagöl, Kestel ve Söğüt gölleri (Antalya), Pınarbaşı, Gökçeli ve Gencali gölleri (Burdur), Hamam Gölü (Afyonkarahisar) Alparslan Gölü (Isparta), Güvenç ve Suğla gölleri ile Yarma Bataklığı, Arap Çayırı ve Hotamış Sazlığı (Konya), Aynaz ve Regma Bataklıkları (Mersin) olmak üzere toplam 21 sulak alan tamamen kurutuldu. Son 20-25 yılda ülkemizin önemli sulak alanlarının büyük bir bölümü, geri dönüşü olmayacak şekilde kaybedildi. Nasrettin Hoca’nın “Ya tutarsa” deyip suyuna yoğurt mayası çaldığı Akşehir Gölü artık yok. Hemen yanındaki Eber Gölü ise su alanının üçte birini kaybetti.
Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü kurumakla karşı karşıya kaldı. 2021 yılı temmuz ayında kuluçkadan çıkan iki binin üzerindeki yavru flamingo içecek su bulamadığı için öldü. Dünyanın nazar boncuğu olarak isimlendirilen Ramsar alanlarımızdan Meke Gölü tamamen kurudu…”
TAA UZAKTA BİR AVUÇ MAVİLİK
Erdem’in, saydığı kuruyan/kurutulan sulak alanlarımız ve göllerimizin adlarını bu yazının sınırlarını aşmadan yazmamız mümkün değil! Seyfe Gölü bu göllerden sadece birisi. 2021 yılı Kasım ayında çekip Mayıs 2022’de kurgu montajını tamamladığımız Seyfe belgeselimizde gölün nasıl kuruduğunu/kurutulduğunu, bu kurumanın yöredeki insanlara ve diğer canlılara etkisini anlamaya çalışmıştık.
Belgesel gösteriminin ardından sohbet ettiğimiz izleyicilerden birisi şunları anlattı; “Geçenlerde piknik yapalım diye Seyfe Gölü’ne götürdü arkadaşlar. Gölde su yoktu! Gözetleme kulesine çıkıp baktık, taa uzakta bir avuç mavilik görünüyordu ama su mu, tuz mu anlayamadık.”
“Siz gene şanslıymışsınız” dedim. “Bizim belgesel çekimlerini yaptığımız dönemde tek damla su yoktu. Gölün yüzeyi de tuzlaşmış çorak bir arazi halindeydi”.
‘BÖYLE SICAK GÖRMEDİK’
“Tarihte böyle sıcaklıklar görmedik” diyor bugünlerde kime sorsak. Ege’nin sahil kasabalarında ya da dağ köylerinde de aynı cümleler, Kırşehir bozkırında da… “Böyle sıcak görmedik”!
Dünyada ölçülen en yüksek ortalama sıcaklık değerleri bir buçuk ay içerisinde üs üste otuzun üzerinde rekor tazeledi. Uzmanlar yeni normalimiz bu artık diyorlar. Her geçen yıl daha da sıcak bir dünya bizi bekliyor!
Bozkır köylerinde bugünlerde köy muhtarlıkları ardı ardına anonslar yapıyorlar; “Komşular sularımız bitmek üzere. İdareli kullanın. Yeraltından su çekmek için her ay dünya kadar elektrik parası ödüyoruz. Bu gidişle su kalmayacak yeraltında da”.
Belgesel gösterimi için Kırşehir’den gelen bir dostumuz bölgede çok büyük bir altın madeni rezervi keşfedildiğini ve maden işletmesi kurulması için yöre köylerinin kamulaştırma tehdidi, iş vaadi, para pul teklifleri gibi yöntemlerle ikna edilmeye çalışıldığını söyledi. Dünyanın en çok su tüketen ve doğayı kirleten madencilik faaliyetlerinden birisi oysa altın madenciliği. Bir yanda susuzluk, kuraklıkla cebelleşiyor bozkır, öte yanda akıl dışı uygulamalar hız kesmeden devam ediyor.
BİR DERTLİ DİVANİ TÜRKÜSÜNDEYİZ SANKİ
Hacıbektaş törenlerinde, akşam üzeri ilçenin yeni meydanında yapılan konserlerde dinlediğim Dertli Divani türküsündeki her bir mısranın bugünümüzü ve bizi anlattığını düşündüm. Bakalım siz de aynı kanıya varacak mısınız?
“Yaşanılası dünyanın
Ne tadı ne tuzu kaldı
Ömür denen şu zamanın
Çoğu gitti azı kaldı
Çalışmadan yiyenlerin
Derimizi giyenlerin
Nice benim diyenlerin
Ne izi ne tozu kaldı
Çürük ökçe yırtık taban
Kurdu kuşu ettik çoban
Gariban daha da gariban
Ne çulu ne bezi kaldı
Bizden geçinen kalleşler
Döner geri bizi taşlar
Sıvıştı yaren yoldaşlar
Ne sözü ne özü kaldı
Cahiller kendini aklar
Kamiller özünü yoklar
Kurudu çaylar ırmaklar
Serçeşmenin gözü kaldı
Dertli Divani'nin varı
Canandır canın öz yari
Geçti bu devrin baharı
Ne yazı ne güzü kaldı”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder