Foto :Özer Akdemir
İZMİR - İzmir'li Oto Tamircileri Konak Meydanı'nda yaptıkları gösteri ve basın açıklamasıyla hükümetin, iki yıl önce yürürlükten kaldırılan "Hayat Standardı Vergisi" ni yeniden uygulamaya sokmasını protesto ettiler. Saat 14:00'te Konak Meydanı Hasan Tahsin Anıtı önünde toplanan yaklaşık 300 oto tamircisi ellerinde taşıdıkları, "Esnaf ölüyor", "Peşin vergiye son", "Hayat standardı vergisine son verin", "Oto tamircileriyle oynamayın" dövizleriyle, zaten çok zor durumda olan oto tamircisi esnafının, hükümetin getirdiği Hayat Standardı Vergisi'yle açlığa itildiğini belirttiler. Gösteri ve basın açıklamasına "Hayat Standardı vergisi kaldırlsın" Pankartıyla katılan İzmir Oto Tamircileri Odası'na üye oto tamircilerine, İzmir Demir İşleri Odası ve İzmir Otomobilciler Odası'na üye esnaflar da pankart ve dövizleriyle destek verdi. Oto tamircileri Odası Başkanı Necdet Heppekcan, yaptığı konuşmada, Hükümetin yürürlüğe soktuğu "Hayat Standardı Vergisinin vergi adaleti açısından büyük tartışmalar yarattığını belirterek, IMF'ye verilen ek niyet mektubuyla getirilen bu verginin, kazansın kazanmasın tüm esnaf ve sanatkardan Maliyenin belirlediği limitler üzerinden vergi yükü getirdiğini söyledi. Heppekcan şöyle devam etti: "Yolsuzluk yapanlara, hırsızlık yapanlara, banka hortumlayanlara el sürmeyen hükümet, kendi ayıbını ve acizliğini örtmek istercesine raftan indirdiği "Hayat Standardı Esası" nı, günün en karanlık saatinde, adeta "Tahsilatçılık" yapar gibi yasallaştırarak camiamız nezdinde kendi sonunu da getirmiştir. Neredeyse toplumun her ferdini ve her çalışanını uygulamalarıyla mağdur eden hükümetin kimleri temsil ettiği şaibelidir". Hayat Standardı vergisinin 1999'daki depremden sonra dayatmayla getirildiğine dikkat çeken Heppekcan, "Depremden sonra devlet kendisini dahi toparlayamamışken esnaf ve sanatkarlar nasıl toparlansın?" dedi. Hükümetin, Avrupa Birliği ve enflasyonun düşürülmesine endekslenirken, altta ezilen esnafın farkında olmadığını belirten Heppekcan, İzmir Milletvekilleri'ne ve Parlementoya seslenerek, "Sizlere bir aylık süre veriyoruz. Bu süre içinde esnafın sorunlarına kalıcı çözüm getiren girişimlerde bulunulmadığı taktirde kepenk kapatma da dahil tüm yasal haklarımızı kullanacağız. Bıçak kemiğe dayanmıştır." dedi. Basın açıklamasından sonra beyaz kefeninin üzerinde "Vergi affı istiyoruz" yazan arkadaşlarını temsili olarak asan oto tamircileri, bunu görüntülemek isteyen gazetecilere "Herkes meşhur olmak istiyor bizse hayatta kalmak. Hadi bizi de çekin" dediler.
Bir oto tamircisi esnafın boynuna geçirilen ip ve beyaz kefenin üzerine yazılan "Esnaf ölüyor" yazısı oto tamircilerinin içinde bulundukları durumu anlatıyordu. Üzerlerindeki iş giysileriyle gösteriye katılan oto tamircileri arasında yaşları henüz 10-15 arasında olan çıraklarda vardı. Bunlardan Honda Center'da tamirci çırağı olan, 13 yaşındaki Çetin Münüklü, haftalık 5 milyona çalıştığını söyledi. (Evrensel)
31 Ocak 2001 Çarşamba
30 Ocak 2001 Salı
Ulucan'lar F Tipinin habercisiydi
foto kodu:Ulucan
İZMİR - Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekleştirilen katliamda ölenlerden Nevzat Çiftçi'nin cenaze töreni sırasında , törene katılmak isteyen çeşetli sendika, meslek odası, dernek ve siyasi parti yönetici ve üyelerine müdahele eden jandarma 68 kişiyi döverek gözaltına almıştı. Aralarında EMEP İl Başkanı Haydar Cenan, THİV'den Dr. Alp Ayan ve Günseli Kaya'nın da bulunduğu 14 kişi, 2911 sayılı kanuna muhalefet gerekçesiyle tutuklanarak, 4 aya yakın cezaevinde kalmışlardı. Tutuklu olanların bırakıldığı 20 Ocak 2000 tarihindeki ilk duruşmadan sonra davanın dün yapılan 7. duruşması Aliağa Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapıldı. Duruşma sırasında savunma avukatlarının talebiyle dinlenen iki tanık, olay günü Helvacı Köyü girişine barikat kuran jandarmanın uyarı yapmadan sanıklara saldırdığını, gözaltına aldıkları sanıklara kötü muamelede bulununduğunu ve sanıkların jandarmaya herhangi bir mukavemet göstermediklerini söylediler. Mahkeme gazete ve televizyonlardan istenen görüntü ve fotoğrafların incelenmesi için duruşmayı 27 Mart 2001 tarihine erteledi. Duruşmaya gözlemci ve dayanışma amacıyla; Danimarka'dan Uluslararası İşkence Kurbanları için Tedavi Konseyi (IRCT) üyeleri Prof. Dr. Bent Sorenson ve Dr. Henrik Marcussen, Nükleer Savaş Karşıtı Hekimler Birliği Almanya Seksiyonu Yönetim Kurulu Başkanı (IPPNW) Dr. Angelika Claussen, Berlin Tabip Odası adına Beritta Jenkins, İnsan Hakları Savunucuları Destekleme Platformu'ndan Dany Cohen, Almanya Konsolos Yardımcısı Suzanne Gentejohann, Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak ve TİHV İzmir Temsilcisi Prof. Dr.Veli Lök katıldılar. Öğleden sonra yurtdışından duruşmaya gözlemci olarak gelenlerle birlikte TİHV'de bir basın açıklaması yapan TİHV İzmir Temsilcisi Prof. Dr. Veli Lök, TBMM İnsan Hakları Komisyonunun hazırladığı raporun Ulucanlar Katliamının sorumlularını tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğunu belirterek, Ulucanlar'ın F Tipi uygulamasının habercisi olduğunu söyledi. Lök, "Ulucanlar'dan başlayarak insan ölümleri ile sonuçlanan tüm operasyonların ağır sorumluluğu hükümet yetkililerinin omuzlarında durmaktadır. Yetkilileri daha fazla ölüm olmadan, 9 Aralık 2000'de verilen sözleri de anımsatarak, görüşmeleri tekrar başlatmaya çağırıyorum" dedi. Yurt dışından duruşmaya gözlemci olarak gelenlerde, Türkiye'de işkence ve kötü muamelenin devam ettiğinin çeşitli olaylarla anlaşıldığını vurgulayarak, uluslararası kamuoyunun Türkiye'nin insan hakları durumunu düzeltmek istediğine inanmadığını söylediler. Yurtdışından gelen heyet, Türkiye'de doktorlara yapılan baskıyı da kınayarak, baskının durdurulmasını, açlık grevlerinin insani bir çözümle bitirilmesini ve sürmekte olan işkence uygulamalarına son verilmesini istediler. (Evrensel)
İZMİR - Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekleştirilen katliamda ölenlerden Nevzat Çiftçi'nin cenaze töreni sırasında , törene katılmak isteyen çeşetli sendika, meslek odası, dernek ve siyasi parti yönetici ve üyelerine müdahele eden jandarma 68 kişiyi döverek gözaltına almıştı. Aralarında EMEP İl Başkanı Haydar Cenan, THİV'den Dr. Alp Ayan ve Günseli Kaya'nın da bulunduğu 14 kişi, 2911 sayılı kanuna muhalefet gerekçesiyle tutuklanarak, 4 aya yakın cezaevinde kalmışlardı. Tutuklu olanların bırakıldığı 20 Ocak 2000 tarihindeki ilk duruşmadan sonra davanın dün yapılan 7. duruşması Aliağa Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapıldı. Duruşma sırasında savunma avukatlarının talebiyle dinlenen iki tanık, olay günü Helvacı Köyü girişine barikat kuran jandarmanın uyarı yapmadan sanıklara saldırdığını, gözaltına aldıkları sanıklara kötü muamelede bulununduğunu ve sanıkların jandarmaya herhangi bir mukavemet göstermediklerini söylediler. Mahkeme gazete ve televizyonlardan istenen görüntü ve fotoğrafların incelenmesi için duruşmayı 27 Mart 2001 tarihine erteledi. Duruşmaya gözlemci ve dayanışma amacıyla; Danimarka'dan Uluslararası İşkence Kurbanları için Tedavi Konseyi (IRCT) üyeleri Prof. Dr. Bent Sorenson ve Dr. Henrik Marcussen, Nükleer Savaş Karşıtı Hekimler Birliği Almanya Seksiyonu Yönetim Kurulu Başkanı (IPPNW) Dr. Angelika Claussen, Berlin Tabip Odası adına Beritta Jenkins, İnsan Hakları Savunucuları Destekleme Platformu'ndan Dany Cohen, Almanya Konsolos Yardımcısı Suzanne Gentejohann, Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak ve TİHV İzmir Temsilcisi Prof. Dr.Veli Lök katıldılar. Öğleden sonra yurtdışından duruşmaya gözlemci olarak gelenlerle birlikte TİHV'de bir basın açıklaması yapan TİHV İzmir Temsilcisi Prof. Dr. Veli Lök, TBMM İnsan Hakları Komisyonunun hazırladığı raporun Ulucanlar Katliamının sorumlularını tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğunu belirterek, Ulucanlar'ın F Tipi uygulamasının habercisi olduğunu söyledi. Lök, "Ulucanlar'dan başlayarak insan ölümleri ile sonuçlanan tüm operasyonların ağır sorumluluğu hükümet yetkililerinin omuzlarında durmaktadır. Yetkilileri daha fazla ölüm olmadan, 9 Aralık 2000'de verilen sözleri de anımsatarak, görüşmeleri tekrar başlatmaya çağırıyorum" dedi. Yurt dışından duruşmaya gözlemci olarak gelenlerde, Türkiye'de işkence ve kötü muamelenin devam ettiğinin çeşitli olaylarla anlaşıldığını vurgulayarak, uluslararası kamuoyunun Türkiye'nin insan hakları durumunu düzeltmek istediğine inanmadığını söylediler. Yurtdışından gelen heyet, Türkiye'de doktorlara yapılan baskıyı da kınayarak, baskının durdurulmasını, açlık grevlerinin insani bir çözümle bitirilmesini ve sürmekte olan işkence uygulamalarına son verilmesini istediler. (Evrensel)
29 Ocak 2001 Pazartesi
Sümerbank işçisi özelleştirmeye karşı yürüdü
Foto: Özer Akdemir, Emine Uyar
İZMİR - Sümer Holding A.Ş'ye bağlı İzmir Basma Sanayi Sümerbank 745 işçinin çalıştığı bir işletme. 160 dönüm arazi üzerine kurulu İzmir Basma Sanayi önce İl Özel İdaresine bedelsiz olarak verildi. Daha sonra İzmir ticaret Odası'na "Ekonomi Üniversitesi yapılacak" gerekçesiyle devredildi. Özelleştirme kıskacına alınan İzmir Basma Sanayii Sümerbank işyerinde çalışan işçileri, özelleştirme sonrası işten çıkarılma kaygısını taşıyorlar. Geçtiğimiz günlerde işletmenin arazisinin Üniversite yapılacağı gerekçesiyle Ticaret Odası'na devredilmesine karşı yürüyüş yapan Sümerbank işçileri, dün de işyerlerinden örgütlü oldukları TEKSİF sendikasına kadar, yaklaşık 45 dakika yürüyerek İzmir Basma Müessesesi'nin tüm varlıkları ile birilerine peşkeş çekilmek istenmesini protesto ettiler. Saat 12.00'da işletme önünden TEKSİF şubeye doğru yürüyüşe geçen 500'ün üzerindeki Sümerbank işçisi, yürüyüşleri boyunca özelleştirmeye, işyerlerinin peşkeş çekilmesine ve hükümetin uyguladığı emek düşmanı politikalara karşı tepkileri gösterdiler. Ellerinde "Ekmek yoksa barışta yok", "Sümerbank işçisi ne olacak", "Siyasilerin kamburuyuz", "İş ekmek özgürlük" dövizlerini taşıyan kadınlı erkekli Sümerbank işçileri, Şehitler Caddesi'nden Alsancak'taki TEKSİF Şubesininde bulunduğu Türk-İş Ege Bölge Temsilciliği'ne kadar yaklaşık 45 dakikalık yürüyüşleri boyunca "Özelleştirme dediler işçiyi kurban ettiler", "Ekmek yoksa barışta yok", "Yalova şaşırma sabrımızı taşırma", "Ekmeğimle oynama işimi aşımı geri ver" "İşçiyiz haklıyız kazanacağız" ve "İMF defol bu memleket bizim" sloganlarını attılar. İşçilere yürüyüşleri boyunca çevrede bulunan esnaflar ve halk da alkışlarla destek verdi. Yol boyunca hükümeti istifaya çağıran Sümerbank işçilerini Türk-İş Bölge Temsilciliği önünde TEKEL Sigara Fabrikası işçileri "Özelleştirmeye hayır" ve "İşçiyiz haklıyız kazanacağız" sloganlarıyla karşıladılar. Türk-İş Bölge Müdürlüğü önünde kendilerine destek içni gelen TEKEL işçileriyle birleşen Sümerbank işçilerine, TÜMTİS, Petrol-İş, Türk Metal, Tes-İş, Belediye İş 1-2-4 Nolu Şube sendika yöneticileri, Türk-İş Ege Bölge Başkanı ve EMEP il, ilçe yöneticileri ile parti üyeleri de destek verdiler. TEKSİF Manisa Şube Başkanı'da destek için basın açıklamasına gelmişti. Burada işçilere konuşan TEKSİF İzmir Şube Başkanı Hacı Bekir Yalçınkaya, Sümer Holding'de çalışan 8 bin ve İzmir Basma da çalışan 745 işçinin aç ve açıkta kalma kaygısıyla yaşadıklarını belirterek, "Kar etmesin diye ihalelere sokulmayan, kendini yenilemesine izin verilmeyen, yüksek faizlerle borçlandırılan İzmir Basma'da diğer Sümer Holding işletmeleri gibi birilerine peşkeş çekilmek isteniyor. Seçimden önce KİT'lerin özelleştirilmemesini savunanlar, bugün en hızlı özelleştirmeci kesildiler. İş güvencesi, özeleştirmenin durdurulmasının yanında IMF ve Dünya Bankası karşısında ülkenin bağımsızlığın korunmasını da istiyoruz. Buradan hüakümeti uyarıyoruz, IMF'nin değil halkın sesine kulak verin." dedi. Yalçınkaya'nın konuşması sık sık "ekmek yoksa barışta yok", "Fabrika yuvamız yıktırmayız" sloganlarıyla kesildi. İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın çeşitli gazetelerde çıkan Sümerbank işçilerinin ücretlerinin 1.5 milyar olduğu yönündeki sözlerine ellerindeki bordroları sallayarak, 175 le 300 milyon arasında ücret aldıklarını belirterek tepki gösteren işçiler Demirtaş'ı yuhaladılar. TEKSİF İzmir Şube Başkanı Yalçınkaya'dan sonra işçilere hitap eden Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, özelleştirme tehlikesinin kendi işkollarında da hala devam ettiğinin altını çizerek, özelleştirmeler sonrası işten çıkarma oranının yüzde 72'leri bulduğunu ve şimdiye kadar 30 bini aşkın işçinin işten çıkarıldığını belirtti. Büyükçolak, özelleştirme kıskacındaki tüm sendikaların ekmeklerini, işlerini korumak için birleşmeleri gerektiğini söyleyen Büyükçolak, "Petrokimya sektöründe çalışan işçiler olarak, yanınınız herzaman da deği her zaman içinizde olacağız" dedi. Büyükçolak'ın konuşması sırasında bir Sümerbank işçisi Türk-İş'in özelleştirmeler karşısındaki tavrını eleştirerek, "Ankara'daki sendika bürokratları uyumasınlar. İndirsinler şalterleri artık." diye bağırdı. Büyükçolak'tan sonra konuşan Tes-İş İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Mazhar Karabulut, özelleştirmenin açlık, işsizlik ve yoksulluk olduğunun artık herkes tarafından anlaşıldığını belirterek, özelleştirmelere karşı işçi sınıfının birleşmek zorunda olduğunu söyledi. Karabulut, "Söylenecek olanı hep birlikte söyleyecek yapılacak olanı da hep birlikte yapacağız. Ülkenin can damarlarını oluşturan enerjinin, petrolün ve telekominikasyonun özelleştirilmesi bu ülkeye ihanettir diyen Tes-İş sizi enerji işçileri adına selamlıyor" dedi. Sendika Şube Başkanlarının konuşması sırasında işçiler, "İşçiler elele genel greve,", " Hükümet istifa" ve "Kahrolsun IMF bağımsız Türkiye" sloganlarını attılar. Belediye iş 1 Nolu Şube Başkanı Talat Özdemir'de bir konuşma yaparak IMF'nin kalimatlarıyla ülkenin talan edilip yağmalandığını söyleyerek, "Bizim dışa bağımlı sömürge bir devlet olmamızı istiyorlar. Buna izin vermeyeceğiz" dedi.
Ekmek kapımızı sattırmayız
Özelleştirmeye karşı yürüyen Sümerbank işçileri bir hayli tepkiliydiler. Özellikle İzmir Ticaret
Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın, "Sümerbank işçisi 1.5 milyar maaş alıyor" demesine çok
kızan işçiler tepkilerini gazetemize şu şekilde yansıttılar.
Teksif Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Mukit Ata: Sümerbank Özelleştirme İdaresine
verildi. Ekonomi üniversitesi açılacak diyorlar. Buradaki çalışanlar ne olacak. Yüksel Yalova'ya
sesleniyorum tüm arkadaşlarım adına. Buradaki işçileri bir kamu kuruluşuna yatay geçişle
başka kamu kuruluşlarına geçireceklerini söylemişlerdi. Maalesef bu konuda herhangi bir şey
yok.Sözünün arkasında dursun. Buradaki işçileri madur etmesin. Hepimiz tedirginlik içindeyiz.
Geliyoruz, kartımızı basıyoruz ama rahat çalışamıyoruz. İleriye dönük olarak bize ne olacağını
bilmiyoruz. Bize bu konuda açıklama getirsinler. Ticaret Odası başkanı "Biz buraya üniversiteyi
açarsak önceliği size veririz" diyor. O zaman işgüvencesini de versin bize. İşgüvenliği yasasına
kendisi karşı çıkıyor. "İşçi arkadaşlara söyledik önceliği size tanıyacağız kimse başvuruda
kimse bulunmadı" diyor. Kimse bulunamaz çünkü işgüvencesi yok. Asgari ücretle alacak
işçileri, çalıştıracak bir süre asgari ücretten, ondan sonra yeni işçi alacak. İşgüvencesi yok
çünkü. Bütün sosyal haklarımız kayboluyor. Ben eğer işbaşı yapıp çalışırsam orada hiç bir hak
talep edemem.
Sümerbank işçisi Cafer Özbek: Milliyet Gazetesinde çıkan haberde birbuçuk milyar maaş
aldığımız yazıyor. Nereden bulmuş da yazmış bu vatandaş. İşveren bir şeyler verdi herhalde.
Bizim maaşımız daha altı ay önce 340 milyon oldu. Şu anda sözleşmedeyiz. Zaten vergileri
yükselttiler. Maaştan geriye bir şey kalmıyor.
Sümerbank işçisi Hülya Okyay: Bu bize haksızlıktan başka bir şey değil. Ekmeğimizle
oynuyorlar.
Sümerbank işçisi Meryem Olcay: Benim ekmek kapımı elimden alacaklar. Fabrikanın
Özelleşmesini istemiyoruz. Ben istiyorum ki, ben çalışayım, benim çocuğum da çalışsın,
torunum da çalışsın bu fabrikada. Aynı kapıdan ekmek yesin. Kapanmasın.
Sümerbank işçisi İsmet Şenyıldız: 20 yıllık işçiyim. 300 milyon maaş alıyorum. Ekmeğimizi
elimizden alıyorlar. Kabul edebilir miyiz bunu. Kesinlikle karşıyız.
Sümerbank işçisi Gönül Çakır:17 yıldır çalışıyorum burada. Özelleştirmeye karşıyım.
Sonuna kadar direneceğiz.
Tekel İşçisi Gelseren Arap: Özeleştirmeye karşıyız. Tekel de özelleştirilecek. Gerekirse
birleşeceğiz, hep beraber buna karşı ne yapmamız gerekiyorsa yapacağız.
Sümerbank işçisi Halil Gencoğlu: 18 yıllık işçiyim. Aldığımız 250 ya da 300 milyon para.
Onlar gibi hortumlamıyoruz biz. Alnımızın teriyle çalışıyoruz burada.
Emekli, ev hanımı Ramize Ortaç: İşçiler yürümekte haklı tabiiki. Benim oğlum ekmek parası için dünyanın öbür ucuna gidiyor.
Torna tesviyeci, esnaf Metin Gündoğan: Özelleştirme iyi bir şey değil. İşçileri sonuna kadar
destekliyorum. Benim işlerimi de olumsuz etkiliyor. (Evrensel)
İZMİR - Sümer Holding A.Ş'ye bağlı İzmir Basma Sanayi Sümerbank 745 işçinin çalıştığı bir işletme. 160 dönüm arazi üzerine kurulu İzmir Basma Sanayi önce İl Özel İdaresine bedelsiz olarak verildi. Daha sonra İzmir ticaret Odası'na "Ekonomi Üniversitesi yapılacak" gerekçesiyle devredildi. Özelleştirme kıskacına alınan İzmir Basma Sanayii Sümerbank işyerinde çalışan işçileri, özelleştirme sonrası işten çıkarılma kaygısını taşıyorlar. Geçtiğimiz günlerde işletmenin arazisinin Üniversite yapılacağı gerekçesiyle Ticaret Odası'na devredilmesine karşı yürüyüş yapan Sümerbank işçileri, dün de işyerlerinden örgütlü oldukları TEKSİF sendikasına kadar, yaklaşık 45 dakika yürüyerek İzmir Basma Müessesesi'nin tüm varlıkları ile birilerine peşkeş çekilmek istenmesini protesto ettiler. Saat 12.00'da işletme önünden TEKSİF şubeye doğru yürüyüşe geçen 500'ün üzerindeki Sümerbank işçisi, yürüyüşleri boyunca özelleştirmeye, işyerlerinin peşkeş çekilmesine ve hükümetin uyguladığı emek düşmanı politikalara karşı tepkileri gösterdiler. Ellerinde "Ekmek yoksa barışta yok", "Sümerbank işçisi ne olacak", "Siyasilerin kamburuyuz", "İş ekmek özgürlük" dövizlerini taşıyan kadınlı erkekli Sümerbank işçileri, Şehitler Caddesi'nden Alsancak'taki TEKSİF Şubesininde bulunduğu Türk-İş Ege Bölge Temsilciliği'ne kadar yaklaşık 45 dakikalık yürüyüşleri boyunca "Özelleştirme dediler işçiyi kurban ettiler", "Ekmek yoksa barışta yok", "Yalova şaşırma sabrımızı taşırma", "Ekmeğimle oynama işimi aşımı geri ver" "İşçiyiz haklıyız kazanacağız" ve "İMF defol bu memleket bizim" sloganlarını attılar. İşçilere yürüyüşleri boyunca çevrede bulunan esnaflar ve halk da alkışlarla destek verdi. Yol boyunca hükümeti istifaya çağıran Sümerbank işçilerini Türk-İş Bölge Temsilciliği önünde TEKEL Sigara Fabrikası işçileri "Özelleştirmeye hayır" ve "İşçiyiz haklıyız kazanacağız" sloganlarıyla karşıladılar. Türk-İş Bölge Müdürlüğü önünde kendilerine destek içni gelen TEKEL işçileriyle birleşen Sümerbank işçilerine, TÜMTİS, Petrol-İş, Türk Metal, Tes-İş, Belediye İş 1-2-4 Nolu Şube sendika yöneticileri, Türk-İş Ege Bölge Başkanı ve EMEP il, ilçe yöneticileri ile parti üyeleri de destek verdiler. TEKSİF Manisa Şube Başkanı'da destek için basın açıklamasına gelmişti. Burada işçilere konuşan TEKSİF İzmir Şube Başkanı Hacı Bekir Yalçınkaya, Sümer Holding'de çalışan 8 bin ve İzmir Basma da çalışan 745 işçinin aç ve açıkta kalma kaygısıyla yaşadıklarını belirterek, "Kar etmesin diye ihalelere sokulmayan, kendini yenilemesine izin verilmeyen, yüksek faizlerle borçlandırılan İzmir Basma'da diğer Sümer Holding işletmeleri gibi birilerine peşkeş çekilmek isteniyor. Seçimden önce KİT'lerin özelleştirilmemesini savunanlar, bugün en hızlı özelleştirmeci kesildiler. İş güvencesi, özeleştirmenin durdurulmasının yanında IMF ve Dünya Bankası karşısında ülkenin bağımsızlığın korunmasını da istiyoruz. Buradan hüakümeti uyarıyoruz, IMF'nin değil halkın sesine kulak verin." dedi. Yalçınkaya'nın konuşması sık sık "ekmek yoksa barışta yok", "Fabrika yuvamız yıktırmayız" sloganlarıyla kesildi. İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın çeşitli gazetelerde çıkan Sümerbank işçilerinin ücretlerinin 1.5 milyar olduğu yönündeki sözlerine ellerindeki bordroları sallayarak, 175 le 300 milyon arasında ücret aldıklarını belirterek tepki gösteren işçiler Demirtaş'ı yuhaladılar. TEKSİF İzmir Şube Başkanı Yalçınkaya'dan sonra işçilere hitap eden Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, özelleştirme tehlikesinin kendi işkollarında da hala devam ettiğinin altını çizerek, özelleştirmeler sonrası işten çıkarma oranının yüzde 72'leri bulduğunu ve şimdiye kadar 30 bini aşkın işçinin işten çıkarıldığını belirtti. Büyükçolak, özelleştirme kıskacındaki tüm sendikaların ekmeklerini, işlerini korumak için birleşmeleri gerektiğini söyleyen Büyükçolak, "Petrokimya sektöründe çalışan işçiler olarak, yanınınız herzaman da deği her zaman içinizde olacağız" dedi. Büyükçolak'ın konuşması sırasında bir Sümerbank işçisi Türk-İş'in özelleştirmeler karşısındaki tavrını eleştirerek, "Ankara'daki sendika bürokratları uyumasınlar. İndirsinler şalterleri artık." diye bağırdı. Büyükçolak'tan sonra konuşan Tes-İş İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Mazhar Karabulut, özelleştirmenin açlık, işsizlik ve yoksulluk olduğunun artık herkes tarafından anlaşıldığını belirterek, özelleştirmelere karşı işçi sınıfının birleşmek zorunda olduğunu söyledi. Karabulut, "Söylenecek olanı hep birlikte söyleyecek yapılacak olanı da hep birlikte yapacağız. Ülkenin can damarlarını oluşturan enerjinin, petrolün ve telekominikasyonun özelleştirilmesi bu ülkeye ihanettir diyen Tes-İş sizi enerji işçileri adına selamlıyor" dedi. Sendika Şube Başkanlarının konuşması sırasında işçiler, "İşçiler elele genel greve,", " Hükümet istifa" ve "Kahrolsun IMF bağımsız Türkiye" sloganlarını attılar. Belediye iş 1 Nolu Şube Başkanı Talat Özdemir'de bir konuşma yaparak IMF'nin kalimatlarıyla ülkenin talan edilip yağmalandığını söyleyerek, "Bizim dışa bağımlı sömürge bir devlet olmamızı istiyorlar. Buna izin vermeyeceğiz" dedi.
Ekmek kapımızı sattırmayız
Özelleştirmeye karşı yürüyen Sümerbank işçileri bir hayli tepkiliydiler. Özellikle İzmir Ticaret
Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın, "Sümerbank işçisi 1.5 milyar maaş alıyor" demesine çok
kızan işçiler tepkilerini gazetemize şu şekilde yansıttılar.
Teksif Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Mukit Ata: Sümerbank Özelleştirme İdaresine
verildi. Ekonomi üniversitesi açılacak diyorlar. Buradaki çalışanlar ne olacak. Yüksel Yalova'ya
sesleniyorum tüm arkadaşlarım adına. Buradaki işçileri bir kamu kuruluşuna yatay geçişle
başka kamu kuruluşlarına geçireceklerini söylemişlerdi. Maalesef bu konuda herhangi bir şey
yok.Sözünün arkasında dursun. Buradaki işçileri madur etmesin. Hepimiz tedirginlik içindeyiz.
Geliyoruz, kartımızı basıyoruz ama rahat çalışamıyoruz. İleriye dönük olarak bize ne olacağını
bilmiyoruz. Bize bu konuda açıklama getirsinler. Ticaret Odası başkanı "Biz buraya üniversiteyi
açarsak önceliği size veririz" diyor. O zaman işgüvencesini de versin bize. İşgüvenliği yasasına
kendisi karşı çıkıyor. "İşçi arkadaşlara söyledik önceliği size tanıyacağız kimse başvuruda
kimse bulunmadı" diyor. Kimse bulunamaz çünkü işgüvencesi yok. Asgari ücretle alacak
işçileri, çalıştıracak bir süre asgari ücretten, ondan sonra yeni işçi alacak. İşgüvencesi yok
çünkü. Bütün sosyal haklarımız kayboluyor. Ben eğer işbaşı yapıp çalışırsam orada hiç bir hak
talep edemem.
Sümerbank işçisi Cafer Özbek: Milliyet Gazetesinde çıkan haberde birbuçuk milyar maaş
aldığımız yazıyor. Nereden bulmuş da yazmış bu vatandaş. İşveren bir şeyler verdi herhalde.
Bizim maaşımız daha altı ay önce 340 milyon oldu. Şu anda sözleşmedeyiz. Zaten vergileri
yükselttiler. Maaştan geriye bir şey kalmıyor.
Sümerbank işçisi Hülya Okyay: Bu bize haksızlıktan başka bir şey değil. Ekmeğimizle
oynuyorlar.
Sümerbank işçisi Meryem Olcay: Benim ekmek kapımı elimden alacaklar. Fabrikanın
Özelleşmesini istemiyoruz. Ben istiyorum ki, ben çalışayım, benim çocuğum da çalışsın,
torunum da çalışsın bu fabrikada. Aynı kapıdan ekmek yesin. Kapanmasın.
Sümerbank işçisi İsmet Şenyıldız: 20 yıllık işçiyim. 300 milyon maaş alıyorum. Ekmeğimizi
elimizden alıyorlar. Kabul edebilir miyiz bunu. Kesinlikle karşıyız.
Sümerbank işçisi Gönül Çakır:17 yıldır çalışıyorum burada. Özelleştirmeye karşıyım.
Sonuna kadar direneceğiz.
Tekel İşçisi Gelseren Arap: Özeleştirmeye karşıyız. Tekel de özelleştirilecek. Gerekirse
birleşeceğiz, hep beraber buna karşı ne yapmamız gerekiyorsa yapacağız.
Sümerbank işçisi Halil Gencoğlu: 18 yıllık işçiyim. Aldığımız 250 ya da 300 milyon para.
Onlar gibi hortumlamıyoruz biz. Alnımızın teriyle çalışıyoruz burada.
Emekli, ev hanımı Ramize Ortaç: İşçiler yürümekte haklı tabiiki. Benim oğlum ekmek parası için dünyanın öbür ucuna gidiyor.
Torna tesviyeci, esnaf Metin Gündoğan: Özelleştirme iyi bir şey değil. İşçileri sonuna kadar
destekliyorum. Benim işlerimi de olumsuz etkiliyor. (Evrensel)
27 Ocak 2001 Cumartesi
Zorla "besleme" işkencedir
Foto kodu: 40gün
İZMİR - İzmir Hücre Karşıtı Platformu F Tipi Hücre
uygulamasını protesto etmek için basın açıklaması ve oturma eylemi yaptı. Her
hafta Cumartesi günleri Konak Sümerbank önünde yapılan basın açıklaması ve
oturma eyleminde, "F Tipi hücrelere ve yaşama hayır" pankartı ile
katılan grup elerinde "F Tipleri Nazi kampları", "Zorla besleme
işkencedir", "Devlet hayat kurtardı, şimdilik 30 ölü" dövizlerini taşıdılar. Saat 13.00'da başlayan
eylemde basın açıklamasını okuyan TAYD-DER İzmir Şube Başkanı Mustafa Rollas,
40 gündür hücre tipi bir ülkede yaşandığını ve yaşamın bütün boyutlarının
hücreleştirilmeye çalışıldığını vurgulayarak, saldırıların kapsama alanı
genişleyerek sürdüğünü, baş çıkmanın tek yolunun ise birlikte direnmekten
geçtiğini belirtti. Rollas, ölüm oruçlarının 100. güne ulaştığının altını
çizerek, "Kartal Eğitim, İzmit ve Tekirdağ Devlet ile Ankara Numune
Hastaneleri ve birçok cezaevinde bilinçleri kapanan grevcilere zorla müdahele
edilmektedir. Grevcileri kalıcı sakatlıklara sürükleyen ve hiçbir olumlu sonuç
vermeyeceği bilinen bu insanlık dışı uygulamaya derhal son verilmesi çağrısı
yapıyoruz" dedi. Eyleme katılanlar sık sık "içerde dışarda hücreleri
parçala", "Anaların öfkesi katilleri boğacak" ve "Halkların
kardeşliği hücreleri yıkacak" sloganlarını attılar. (Evrensel)
25 Ocak 2001 Perşembe
Sendikalarda özelleştirmelere karşı birlik arayışı
Özer Akdemir
Sinan Sarısaltık
İZMİR - Petrol-İş Sendikası Aliağa Şubesi, özelleştirmelere
karşı birlikte hareket etmek için, İzmir'deki Tek-Gıda İş, Hava-İş ve Tes İş
Sendikaları Şubeleriyle görüşmeler yapıyor. 16 Ocak tarihinde İzmir'de toplanan
Türk-İş Başkanlar Kurulu'na birkaç sendika tarafından getirilen
"Özelleştirmelere karşı İzmir'de bir miting yapalım" önerisinin
Başkanlar Kurulunca "Zamanı değil" gerekçesiyle redddilmesinden
sonra, görüştüğümüz İzmir'deki sendika şubeleri, Başkanlar Kurulu'nun konuyu
geçiştirmesine rağmen bölgesel anlamda özelleştirme karşıtı bir miting
örgütlenmesi konusunda bir an önce
çalışmalar başlatılması gerektiğini vurgulamışlardı. Petrol İş Aliağa Şubesi
yöneticileri özelleştirme saldırısına doğrudan muhatap olan İzmir'deki
sendikaların şubeleriyle görüşmeler yaparak, biraraya gelip saldırılara karşı
ortak tavır takınma ve özelleştirme karşıtı bölgesel bir miting düzenleme
önerisi götürdüler. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Petrol-İş Sendikası
Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, böyle bir birlikteliğin en azından
altyapısı hazırlanana kadar konuyu kamuoyu gündemine sokmak istemediklerini
belirterek, "İlk etapta konunun doğrudan muhatabı olan sendikaların biraraya
gelmesi ve özelleştirme karşıtı bir oluşumun alt yapısını hazırlaması
gerekiyor. Şu anda özelleştirme kıskacında olan işyerlerinde örgütlü olan
Tek-Gıda İş, Hava-İş, Tes-İş ve Petrol-İş Sendikaları tek başlarına buna karşı
koyamazlar. Bunun için gücümüzü birleştirmek zorundayız. Bu birlikteliğin
altyapısı hazır olduktan sonra oluşumu genişletip birşeyler yapmak, en azından
İzmir'de bir miting örgütlemek gerekiyor" dedi. İzmir'de toplanan Türk-İş
Başkanlar Kurulu'na böyle bir önerinin götürüldüğünü ve kabul edilmediğini
hatırlatmamız üzerine Büyükçolak, tabandaki rahatsızlığı yukarısının
duymadığını, yukarısının şubeler üzerindeki sendikal bağlayıcılığının bir takım
işlerde engel teşkil edebildiğini
belirterek, "Bizim canımız yanarken yukarısı sesimizi duymamakta ısrar
ediyorsa, canı yananların birleşip birşeyler yapmalarından başka çareleri
yoktur. O nedenle Başkanlar Kurulu'nun konuyu geçiştirmesi açıkçası umurumda
değil," dedi. Hava-İş İzmir Şubesi Başkanı Hasan Coşkun, Petrol-İş Aliağa
Şubesi yönetimiyle İzmir'de özelleştirme karşıtı bir miting yapılması için
Türk-İş Başkanlar Kurulu öncesinde de ortak tavırlarının olduğunu belirterek,
konuyu Türk-İş 3. Bölgeye taşımak istediklerini söyledi. Emek eksenli böyle bir
oluşuma diğer işçi konfederasyonlarıyla birlikte kamu emekçilerinin de
katılması için öneriler götüreceklerini belirten Coşgun, "Bütün emek
cephesinin saldırılara karşı birleşmesi gerekiyor, biz bu birlikteliği
sağlayacağız." dedi. (Evrensel)
11 Ocak 2001 Perşembe
Avcılar Nakliyat'ta işçi kıyımı
İZMİR - HABAŞ Demir Çelik Sanayi bünyesinde faaliyette bulunan Avcılar Petrol Tahmil Tahliye Nakliyat Ltd. Şti.'nde sendikalılaştıkları için işten atılan TÜMTİS üyesi işçiler işlerine dönünceye kadar direneceklerini belirttiler.
Yeni Foça yolu üzerinde bulunan HABAŞ Demir Çelik Sanayi'nde gemi boşaltımı ve boşaltılan hurdayı fabrikaya taşıma işi yapan Avcılar Petrol Tahmil Tahliye Nakliyat Şirketi işçileri, yaklaşık 4 ay önce TÜMTİS'te örgütlenmeye başlamışlardı. 450-500 işçinin çalıştığı bu taşeron şirkette örgütlenme çalışmaları sonucu 120 kadar işçi TÜMTİS üyesi olmuştu. Bu gelişmelerden rahatsız olan taşeron şirket, geçtiğimiz günlerde tehdit, şantaj ve çeşitli yollarla sendikalı işçileri önce sendikadan istifaya zorlayıp arkasından 30' a yakın işçiyi işten çıkardı. İşveren tarafından sendikalı oldukları için işten çıkarılan Avcılar Petrol Tahmil Tahliye Nakliyat Şirketi işçileri bunun üzerine işyeri önünde direnişe geçtiler. Dün HABAŞ Demir Çelik Fabrikası önünde direnişçi işçilerle birlikte bir basın açıklaması yapan TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Hasan Yayık, sermayenin saldırılarını bu yıl daha da ağırlaştırarak sürdüreceğinin son gelişmelerle anlaşıldığının altını çizerek, HABAŞ'ta sendikalılaştıkları için kapı önüne konan işçilerin bu saldırıların en son örneği olduğunu söyledi. TÜMTİS'in örgütlendiği taşeron şirkette her yıl zorunlu girdi-çıktı yapılarak yıllardır çalışan işçilerin bir yıllık işçi gibi gösterilip kıdem tazminatından mahrum edildiğini belirten Yayık, "İşverenler işçilerin kıdem tazminatlarına el koymakla, sudan gerekçelerle hiçbir hak ödemeden işten çıkarmakla, HABAŞ'ta her yıl yaşanan onlarca iş kazası cinayetine seyirci kalıp hiçbir önlem almamakla işledikleri suçlara sendikalılaşmaya karşı çıkarak bir yenisini eklediler. Biz ekmeğimizi büyütme kavgası veriyoruz ve haklarımızı korumaya kararlıyız" dedi.
Basın açıklaması sırasında ellerinde, "Taşerona köle olmayacağız", "İşçi kıyımına son", "İş ekmek yoksa barışta yok" dövizlerini taşıyan işçiler sık sık, "Sendika hakkımız engellenemez", "Baskılar bizi yıldıramaz", "İş ekmek yoksa barışta yok" sloganlarını attılar.
Basın açıklamasına İzmir Ambarlar Sitesi'nde çalışan TÜMTİS üyesi işçiler de katılırken, EMEP İl ve ilçe yöneticileri ile Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak ve Hava-İş İzmir Şube yöneticileri de destek verdiler. (Evrensel)
10 Ocak 2001 Çarşamba
PETKİM'de işçi kıyımı başladı.
İZMİR - Türkiye imalat sanayiinde en büyük istahdama sahip 8. büyük kuruluş olması yanında ülkedeki petrokimya sektörünün tek temsilcisi konumundaki PETKİM'de özelleştirme çalışmalarının hızlandırılmasıyla birlikte toplu işçi çıkarımları da başladı. Daha önce, geçtiğimiz yıl Ağustos ayında ellinin üzerinde işçinin çıkarılmasından sonra, son olarak 8.01.2001 günü Aliağa'da 66, Yarımca'da 201 işçinin daha çıkışı verildi.
PETKİM işvereni bir süredir yayınladığı duyurularla uluslararası sektörde diğer firmalarla rekabet için kurumda yeniden yapılanmaya gidilmesi gerektiğini belirterek, özellikle işçilik giderlerinin gözden geçirileceğinin altını çiziyordu. Geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili görüştüğümüz PETKİM'de örgütlü olan Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, işverenin "Rasyonalizasyon" ya da "Yeniden yapılandırma" dediği uygulamaların özelleştirme öncesi kurumu allayıp pullayıp satışa hazırlama çalışmaları olduğunu vurgulayarak, bu ay içinde toplu işten çıkarmaların gündeme geleceğini söylemişti.
Toplu işçi çıkarımı konusunda PETKİM işvereni belirli bir yaş sınırına gelmiş olan işçilerin çıkarılması konusunu gündeme getirirken, en son Ağustos 2000 de ellinin üzerinde işçinin işten çıkarılması ile yaşanan eylemler sonucu, Petrol-İş Sendikası ile PETKİM işvereni emeklilik için erkelerde 50, kadınlarda 48 yaş ve sigorta pirimlerinin ödenmesi konularında anlaşmaya varmıştı. 8.01.2001 günü PETKİM Yönetim Kurulu'nun Aliağa PETKİM'de toplam 317 işçinin işten çıkarılacağını tebliğ etmesinin ardından aynı gün sendika yöneticileri ve 150 kadar işçinin katılımıyla Petrol-İş Sendikası Aliağa Şubesi'nde yapılan toplantıda Ağustos ayında mutabık kalınan konulardan geri adım atılmaması yönünde görüş ortaya çıkmıştı. Bu toplantıdan sonra sendikayla işveren arasında yapılan görüşmelerde, çıkarılacak işçi sayısı 317'den 66'ya indirilmekle birlikte, Ağustos ayında mutabık kalınan erkeklerde 50, kadınlarda 48 yaş emeklilik sınırları, erkeklerde 48, kadınlarda 46'ya çekildi.
İşçi çıkarımları konusunda görüştüğümüz Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak konuyla ilgili açıklamaları önümüzdeki günlerde yapacağını belirterek, işverenin ilk etapta işten çıkarılacağını tebliğ ettiği 317 işçinin emekliliğe hak kazananların toplam sayısı olduğunu, görüşmeler sonucunda şu an için Aliağa'da 66, Yarımca'da da 200 civarında işçinin işten çıkarıldığını, Aliağa'da işten çıkarılan işçilerin kapsam içi olduğunu söyledi.
İşten atılan işçilerin 6 tanesinin içişleri Bakanlığı'na bağlı güvenlik görevlisi, 14 tanesinin taşeron firma işçisi, 46 tanesinin de PETKİM işçisi olduğu öğrenilirken, bu işçilerden üçünün gönüllü olarak emekliliğini istediği iki tanesinin de daha önce Yarımca'dan geldiği belirtildi. (Evrensel)
PETKİM'de kıyım başladı
10 Ocak 2001 22:00
2000 yılı ağustos ayında ellinin üzerinde işçinin
çıkarılmasının ardından 8 Ocak günü Aliağa'da 66, Yarımca'da 201 PETKİM işçisi
daha işten atıldı.
PETKİM'de kıyım başladı
Özer Akdemir
Türkiye imalat sanayiinde en yüksek istihdama sahip 8. kuruluş olan PETKİM'de
özelleştirme çalışmalarının hızlandırılmasıyla birlikte toplu işçi çıkarımları
başladı. Daha önce, 2000 yılı ağustos ayında ellinin üzerinde işçinin
çıkarılmasının ardından 8 Ocak günü Aliağa'da 66, Yarımca'da 201 işçinin daha
çıkışı verildi.
PETKİM yönetimi bir süredir yayınladığı duyurularla uluslararası sektörde diğer
firmalarla rekabet için kurumda yeniden yapılanmaya gidilmesi gerektiğini
belirterek, özellikle işçilik giderlerinin gözden geçirileceğinin altını
çiziyordu. Dünkü sayımızda yayınlanan görüşmede de PETKİM'de örgütlü olan
Petrol-İş Aliağa Şube Başkanı İskender Büyükçolak, kurum yönetiminin
"rasyonalizasyon" ya da "yeniden yapılandırma" dediği
uygulamaların özelleştirme öncesi kurumu allayıp pullayıp satışa hazırlama
çalışmaları olduğunu vurgulayarak, bu ay içinde toplu işten çıkarmaların
gündeme geleceğini söylemişti. Toplu işçi çıkarımı konusunda PETKİM yönetimi
belirli bir yaş sınırına gelmiş işçilerin çıkarılması konusunu gündeme
getirirken, en son Ağustos 2000'de ellinin üzerinde işçinin atılması ile
yaşanan eylemler sonucu, Petrol-İş ile kurum yönetimi, emeklilik için
erkeklerde 50, kadınlarda 48 yaş ve sigorta primlerinin ödenmesi konularında
anlaşmaya varmıştı. 8 Ocak günü PETKİM Yönetim Kurulu'nun Aliağa PETKİM'de
toplam 317 işçinin işten çıkarılacağını tebliğ etmesinin ardından aynı gün
sendika yöneticileri ve 150 işçinin katılımıyla Petrol-İş Aliağa Şubesi'nde
yapılan toplantıda ağustos ayında mutabık kalınan konulardan geri adım
atılmaması yönünde görüş ortaya çıkmıştı. Bu toplantıdan sonra sendikayla
yönetim arasında yapılan görüşmelerde, çıkarılacak işçi sayısı 317'den 66'ya
indirilmekle birlikte, Ağustos ayında mutabık kalınan erkeklerde 50, kadınlarda
48 yaş emeklilik sınırları, erkeklerde 48, kadınlarda 46'ya çekildi.
Kadrolu işçiler atıldı
Kadrolu işçiler atıldı
Petrol-İş Şube Başkanı İskender Büyükçolak konuyla ilgili önümüzdeki günlerde açıklama yapacağını belirterek, yönetimin ilk etapta işten çıkarılacağını tebliğ ettiği 317 işçinin emekliliğe hak kazananların toplam sayısı olduğunu, görüşmeler sonucunda şu an için Aliağa'da 66, Yarımca'da da 200 civarında işçinin atıldığını, Aliağa'da işten çıkarılan işçilerin kadrolu olduğunu söyledi.
Aliağa'dan atılan işçilerin 6 tanesinin İçişleri Bakanlığı'na bağlı güvenlik görevlisi, 14 tanesinin taşeron firma işçisi, 46 tanesinin de PETKİM işçisi olduğu öğrenilirken, bu işçilerden üçünün gönüllü olarak emekliliğini istediği iki tanesinin de daha önce Yarımca'dan geldiği belirtildi.
9 Ocak 2001 Salı
Salihli'liler topraklarını altıncılara yağmalatmayacak
foto kodu: Salihli 1, 2, 3
SALİHLİ - Önceki gün Salihli ve civar köyleri, Bergama, Eşme, İzmir, Denizli ve Manisa'dan gelerek, Sart'ta işletilmek istenen altın madeni konusundaki toplantıya katılan yaklaşık 2000 kişi Salihli Belediyesi Tiyatro Salonu'na sığmayıp sokağa taştı. Toplantıya İzmir ve civar illerden Meslek Odaları temsilcileri, Baro üyesi avukatlar, sendika temsilcileri, siyasi partiler ve sivil toplum örgütllerinden de yoğun bir katılım oldu. Toplatıya katılan konusunun uzmanı bilim adamları siyanür ya da suyla yapılan altın madenciliğinin doğada ve insan yaşamında yarattığı tahribatlara dikkat çekerek, Sart'ta işletilmek istenen madenin bölge için tam bir yıkım olacağını ifade ettiler. Toplantıya ilçe içinden ve civar köylerden katılan Salihlili'ler, topraklarının veriminin binlerce ton altınla değişilemeyeceğini ve bu madenin açılmaması için Bergama Köylüleri'nin verdiği mücadele gibi mücadele edeceklerini belirttiler.
Her yer Bergama
Salihli Belediyesi Tiyatro Salonu'nda saat 17.00'da başlayacak olan toplantıya katılmak ve Salihli'lere destek vermek için gelen üç otobüs dolusu 150 kadar Bergamalı, Salihli Belediyesi'nden toplantının yapılacağı tiyatro salonuna kadar yürüyüş yaptılar. Tiyatro Salonunu dolduran Salihli'lerin yanı sıra Eşme, İzmir ve civar illerden gelen yüzlerce kişi Bergamalıları alkışlar ve "Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız" sloganlarıyla karşılandı. Yanlarında getirdikleri "Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız" pankartını konuşmaların yapılacağı masanın önüne asan Bergamalılar toplantıda konuşulanları dikkatle dinlerlerken disiplinli tavırları da dikkat çektiler. Toplantının açılış konuşmasını yapan Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner, Salihli'nin dünyanın en güzel arsası üzerinde oturduğunu vurgulayarak, ülkenin her yanının büyük değer taşıdığını, ama Bergama ve Salihli'nin bu her yanı güzel olan ülkenin pırlantaları olduğunu belirtti. "Bugün burada bu pırlantaların yokedilmesi tehlikesi karşısında ne yapabiliriz, nasıl mücadele edebiliriz diye toplandık" diyen Keskiner, Sart'ta açılmak istenen madenne ilgili ne kendilerine ne de diğer yetkililere hemen hiç bir bilgi verilmediğini, bu toplantının asıl amacının da konu hakkında bilgilenmek ve bilgilendirmek olduğunu kaydetti.
93 bin dönüm alan yokedilecek
Buradan çıkarılacak bir avuç altının buranın tahribatı pahasına elde edileceğinin altını çizen Keskiner, "Ben 69 yaşında ihtiyar bir başkanınızım. Bu konu yüreğime düştüğü anda kendimi 20 yaşındaki kadar heyecanlı hissettim. Siyanürle altın çıkarımının acısını çekmiş insanlar var aramızda. Şimdi bir de suyla çıkarmayı gündeme getirdiler. Şekil ne olursa olsun, her ikisinde de insan sağlığını fevkalade tehdit eden zehirli maddeler açığa çıkıyor. Bunlarda konuşulacak bu toplantıda. Önce Salihli'ye ait mücavir alan dediğimiz köylerimiz birer birer hiç bir yasal dayanağı olmadan mücavir alan dışına çıkarıldı. Bu bizim kafamızda soru işaretleri yarattı. Yıllar önce Salihli'de yine gündeme getirilen altın madeni işletmeciliği ile ilgili olabileceğini düşündük. Elimize geçen Enerji Bakanlığı'nın ilgili bir haritasında 93 bin dönümlük bir alanın, Sart'ın göbeğindeki SİT alanı içinden başlayarak Kurşunlu Termal Kaplıcalarını da içine alacak kadar altın madeni işletmeciliği için ayrılmış. Onun için Bergama olayıyla başından beri ilginen bilim adamlarını konu hakkında bilgilendirmesi için buraya çağırdık ve bu toplantıyı düzenledik," dedi. Salihli Belediye Başkanı Keskiner'den sonra konuşan ve toplantının yöneticiliğini yapan İzmir Barosu avukatlarından, Bergama Köylülerinin de avukatlığını yapmakta olan Senih Özay, özellikle çıkarılmak istenen Endüstri Bölgeleri Hakkındaki kanun tasarısına dikkat çekerek, bu tasarıyla Bergama gibi, Sart gibi ülkenin en değerli topraklarının yabancı sermayaye yağma için açıldığını belirtti. Bu tasarının Davos'ta yabancı sermaye temsilcileri tarafından bir odaya çekilen Ecevit'e, yine bu çevrelerce dikte ettirildiğini, bunun Ecevit'in kendi sözleriyle de sabitlendiğine vurgu yapan Özay, tasarının en çarpıcı maddelerinden olan, endüstri bölgesi kurmak için başvuran şirketlere 15 gün içinde izin verilmesi, yoksa izin verilmiş sayılacağı hükmünü okudu. Bu sırada salondaki dinleyiciler arasından tepkiler yükseldi. Bergama Köylülerinin 11 yıldır verdiği mücadeleyi de anlatan Özay, yargı kararlarına rağmen Eurogold'un altın çıkarması için Bakanlığın izin verdiğini aktardı. Son olarak Sart'ta açılmak istenen altın madeni konusunda hemen hiçbir bilgiye ulaşamadıklarını anlatan Özay, "Bu madenle ilgili bilgilere ulaşamıyoruz. Çevre Bakanlığı'nın ÇED Raporu var mı, Tarım Bakanlığı'nın izni var mı, toprakların gerekli incelemesi yapıldı mı...hiçbir şey bilmiyoruz. Böyle şey olmaz," dedi.
"Salihli 'Ölüm Vadisi' ne döner"
Senih Özay'ın ilk sözü verdiği Prof. Dr. Ünal Altınbaş, geçen hafta 1913 yılında Kıbrıs'ta CNC şirketi tarafından işletilen bakır madeninden sonra, 5 kilometre karelik bir alan ve 10 milyon tonluk atıktan sonucu çevresine ölüm saçtığı için "Ölüm Vadisi" olarak adlandırılan yerden geldiğini belirterek başladığı konuşmasında, "Doğal kaynaklarımızı bozmaya çalışıyorlar. Toprak bir ulusun onurudur. Savaşlar ve binlerce insanın yaşamı sonucu kazanılan topraklar kutsaldır. Sınırların korunması için toprağın kutsallığını kabul ediyorsak, kendi yöremizdeki toprağın kutsallığını niye kabul etmeyelim. Toprak özgürlük gibidir, ekolojik düzeni bozulmadıkça çevresine bereket katan bir kaynaktır. Su da aynı şekilde değerlendirilmeli. 1980 den sonra birçok ülke suyla altın madene işletmeciliğini yasakladı. Çünkü su stratejik ve doğal bir kaynaktır. Geleceğin savaşları su için yapılacak deniyor, " dedi. Kent Sosyologu olan Prof. Dr. Ercan Tatlıdil bilim adamının insanları bilimsel doğruları anlatmak noktasında taraf olduğunu belirterek, her ne nedenle olursa olsun bir yaşam alanı konusunda verilecek kararların, orada yaşayan kişilerce de kabul görmesi gerektiğine vurgu yaptı. Peyzaj Mimarlığı profesörü olan Prof. Dr. Ümit Erdem ülkede yapılan gizili kapaklı işlerle bir takım şeylenrin oldu bittiye getirilmeye çalışıldığının altını çizerek, Sart'taki altın madeni işletmeciliğinin yörenin antik dokusunu tahrip edeceği gibi, topraklarını da zehirleyeceğini söyledi. Salihli'nin verimli topraklarıyla kaldırdığı ürünün başka hiçbir yerde bu derece bereketli olmadığına dikkat çeken Erdem, Salihli'deki toprağı ve suyu kirletme, yok etme pahasına altın madenciliğine izin veren Türkiye'de bazı olayların yöneticilerin elinden çıktığını söyledi. Kimya Profesörleri olan Prof. Dr. Gürel Nişli ve Prof. Dr. Emür Henden siyanür ya da suyla yapılacak olan altın madenciliğinin ortaya çıkan toksik ağır metalle nedeniyle toprak ve su için son derece tehlikeli olduğunu belirterek, toprak, doğa, tarih ve yöre insanının yaşamı konusunda risk taşıyan bu tür bir yaklaşıma karşı çıkılması gerektiğini, riski yoketmenin en iyi yolunun bu işten vazgeçmek olduğunu söylediler. TTB'den Prof. Dr. Zuhal Okuyan, altın madeninin açılması durumunda çevre ve insan sağlığı için yarattığı tahribatın bir anda oluşmayacağını, zararlı etkilerin uzun yıllar sonra ortaya çıkmaya başlayacağını belirterek, bunun önlenmesi için açılacağı söylenen kontrol ve takip birimlerinin maliyetinin altın madeninin maliyetini aşacağını, bu nedenle böylesi bir kontrol takip ünitesi kurulacağı yönündeki yaklaşımların ciddiyetten uzak olduğunu sözlerine ekledi.
Şirketi savunan profesör protesto edildi
Konuşmacıların konuşmalarından sonra ara vermeden geçilen sorular ve görüşler bölümünde söz alan yöre insanları ve örgüt temsilcileri altın Sart'taki madeni işletmeciliği konusunda tepkilerini dile getirdiler. Bu arada söz alarak madenin tehlikesiz olduğunu savunan Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyelerinden maden mühendisi Prof. Dr. Ali Akan, salondaki dinleyicilerin protestosu ile karşılaştı. Dinleyicilerin tepkili bir şekilde sordukları soruları yanıtlamakta zorlanan ....getirdiği görüşler toplantıda konuşan diğer öğretim görevlilerince kabul görmedi. Bir ziraat mühendisince Bir gram altın elde etmek için bin ton toprağın kullanılacağının, altın madeninde günde ne kadar ton altın ve suyun kullanılacağı sorusunu net yanıt veremeyen Akan, dinleyicilerin sert tepkileri nedeniyle susmak zorunda kaldı. Bu sırada söz alan Bergama köylülerinden biri Akan'ın daha önce Bergama'da da görev yaptığını söylediğini aktararak, "Eurogold bana rüşvet teklif ediyor. Madem herşey normal, insan yaşamı tehlikede değil neden bizlere rüşvet verilmeye çalışılıyor" diye profesörü protesto etti. Adının Yunus Göker olduğunu söyleyen bir kamyon şoförü, işi gereği sık sık Samsun'a gittiğini ve buradaki bakır madeninin yöreyi ne hale getirdiğini gözleriyle gördüğünü söyleyerek, Salihli'yi de orası gibi yaşanmaz, insanlarının hastalıklı olduğu bir yer haline getirecekler" dedi. İzmir İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Mehmet Karcı'da, madende kullanılacak sudan DSİ'nin ve Valiliğin haberi olmadığını aktararak, "ÇED Raporu var deniyor, bu nasıl ÇED Raporu. O yöredeki toprak zaten kendini taşıyamıyor. Birde oranın yapısıyla oynanırsa tam bir felaket yaşanır" dedi. Sorularımızı yanıtlayan Bergama Çevre Yürütme Kurulu Başkanı Oktay Konyar şunları söyledi: "Salihli insanının karşı karşıya kaldığı olay sadece altın madeni işletmeciliğiyle ilgili değil. Yurttaşı sürecin dışında tutarak onurlarıyla oynuyorlar. Sart gibi bir yeri seçerek sadece Sart'ı değil tüm Türk Halkını sınamak istiyorlar. Burada konacak tepki genel tepkiyi gösterecek. Buradaki tepki çok olumlu. Bu işten vazgeçecekler, Bergama'da, Sart'ta, Türkiye'de hayır diyoruz.". Toplantıda konuşan Eşme'liler Eşmede'ki altın madeni işletmeciliğini ve verdikleri mücadeleyi anlattılar. Çok canlı ve yoğun tartışmaların yapıldığı toplantı yaklaşık dört saat sürdü. Toplantının sonunda salondan çıkan Bergama Köylüleri, "Salihli Halkı yalnız değildir", "Korkma korktukça sıra sana gelecek" ve "Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız" sloganları ile otobüslerinin bulunduğu yere kadar yürüdüler. Toplantıya ayrıca EMEP İzmir İl ve Salihli İlçe Başkanları da katıldılar. (Evrensel)
SALİHLİ - Önceki gün Salihli ve civar köyleri, Bergama, Eşme, İzmir, Denizli ve Manisa'dan gelerek, Sart'ta işletilmek istenen altın madeni konusundaki toplantıya katılan yaklaşık 2000 kişi Salihli Belediyesi Tiyatro Salonu'na sığmayıp sokağa taştı. Toplantıya İzmir ve civar illerden Meslek Odaları temsilcileri, Baro üyesi avukatlar, sendika temsilcileri, siyasi partiler ve sivil toplum örgütllerinden de yoğun bir katılım oldu. Toplatıya katılan konusunun uzmanı bilim adamları siyanür ya da suyla yapılan altın madenciliğinin doğada ve insan yaşamında yarattığı tahribatlara dikkat çekerek, Sart'ta işletilmek istenen madenin bölge için tam bir yıkım olacağını ifade ettiler. Toplantıya ilçe içinden ve civar köylerden katılan Salihlili'ler, topraklarının veriminin binlerce ton altınla değişilemeyeceğini ve bu madenin açılmaması için Bergama Köylüleri'nin verdiği mücadele gibi mücadele edeceklerini belirttiler.
Her yer Bergama
Salihli Belediyesi Tiyatro Salonu'nda saat 17.00'da başlayacak olan toplantıya katılmak ve Salihli'lere destek vermek için gelen üç otobüs dolusu 150 kadar Bergamalı, Salihli Belediyesi'nden toplantının yapılacağı tiyatro salonuna kadar yürüyüş yaptılar. Tiyatro Salonunu dolduran Salihli'lerin yanı sıra Eşme, İzmir ve civar illerden gelen yüzlerce kişi Bergamalıları alkışlar ve "Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız" sloganlarıyla karşılandı. Yanlarında getirdikleri "Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız" pankartını konuşmaların yapılacağı masanın önüne asan Bergamalılar toplantıda konuşulanları dikkatle dinlerlerken disiplinli tavırları da dikkat çektiler. Toplantının açılış konuşmasını yapan Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner, Salihli'nin dünyanın en güzel arsası üzerinde oturduğunu vurgulayarak, ülkenin her yanının büyük değer taşıdığını, ama Bergama ve Salihli'nin bu her yanı güzel olan ülkenin pırlantaları olduğunu belirtti. "Bugün burada bu pırlantaların yokedilmesi tehlikesi karşısında ne yapabiliriz, nasıl mücadele edebiliriz diye toplandık" diyen Keskiner, Sart'ta açılmak istenen madenne ilgili ne kendilerine ne de diğer yetkililere hemen hiç bir bilgi verilmediğini, bu toplantının asıl amacının da konu hakkında bilgilenmek ve bilgilendirmek olduğunu kaydetti.
93 bin dönüm alan yokedilecek
Buradan çıkarılacak bir avuç altının buranın tahribatı pahasına elde edileceğinin altını çizen Keskiner, "Ben 69 yaşında ihtiyar bir başkanınızım. Bu konu yüreğime düştüğü anda kendimi 20 yaşındaki kadar heyecanlı hissettim. Siyanürle altın çıkarımının acısını çekmiş insanlar var aramızda. Şimdi bir de suyla çıkarmayı gündeme getirdiler. Şekil ne olursa olsun, her ikisinde de insan sağlığını fevkalade tehdit eden zehirli maddeler açığa çıkıyor. Bunlarda konuşulacak bu toplantıda. Önce Salihli'ye ait mücavir alan dediğimiz köylerimiz birer birer hiç bir yasal dayanağı olmadan mücavir alan dışına çıkarıldı. Bu bizim kafamızda soru işaretleri yarattı. Yıllar önce Salihli'de yine gündeme getirilen altın madeni işletmeciliği ile ilgili olabileceğini düşündük. Elimize geçen Enerji Bakanlığı'nın ilgili bir haritasında 93 bin dönümlük bir alanın, Sart'ın göbeğindeki SİT alanı içinden başlayarak Kurşunlu Termal Kaplıcalarını da içine alacak kadar altın madeni işletmeciliği için ayrılmış. Onun için Bergama olayıyla başından beri ilginen bilim adamlarını konu hakkında bilgilendirmesi için buraya çağırdık ve bu toplantıyı düzenledik," dedi. Salihli Belediye Başkanı Keskiner'den sonra konuşan ve toplantının yöneticiliğini yapan İzmir Barosu avukatlarından, Bergama Köylülerinin de avukatlığını yapmakta olan Senih Özay, özellikle çıkarılmak istenen Endüstri Bölgeleri Hakkındaki kanun tasarısına dikkat çekerek, bu tasarıyla Bergama gibi, Sart gibi ülkenin en değerli topraklarının yabancı sermayaye yağma için açıldığını belirtti. Bu tasarının Davos'ta yabancı sermaye temsilcileri tarafından bir odaya çekilen Ecevit'e, yine bu çevrelerce dikte ettirildiğini, bunun Ecevit'in kendi sözleriyle de sabitlendiğine vurgu yapan Özay, tasarının en çarpıcı maddelerinden olan, endüstri bölgesi kurmak için başvuran şirketlere 15 gün içinde izin verilmesi, yoksa izin verilmiş sayılacağı hükmünü okudu. Bu sırada salondaki dinleyiciler arasından tepkiler yükseldi. Bergama Köylülerinin 11 yıldır verdiği mücadeleyi de anlatan Özay, yargı kararlarına rağmen Eurogold'un altın çıkarması için Bakanlığın izin verdiğini aktardı. Son olarak Sart'ta açılmak istenen altın madeni konusunda hemen hiçbir bilgiye ulaşamadıklarını anlatan Özay, "Bu madenle ilgili bilgilere ulaşamıyoruz. Çevre Bakanlığı'nın ÇED Raporu var mı, Tarım Bakanlığı'nın izni var mı, toprakların gerekli incelemesi yapıldı mı...hiçbir şey bilmiyoruz. Böyle şey olmaz," dedi.
"Salihli 'Ölüm Vadisi' ne döner"
Senih Özay'ın ilk sözü verdiği Prof. Dr. Ünal Altınbaş, geçen hafta 1913 yılında Kıbrıs'ta CNC şirketi tarafından işletilen bakır madeninden sonra, 5 kilometre karelik bir alan ve 10 milyon tonluk atıktan sonucu çevresine ölüm saçtığı için "Ölüm Vadisi" olarak adlandırılan yerden geldiğini belirterek başladığı konuşmasında, "Doğal kaynaklarımızı bozmaya çalışıyorlar. Toprak bir ulusun onurudur. Savaşlar ve binlerce insanın yaşamı sonucu kazanılan topraklar kutsaldır. Sınırların korunması için toprağın kutsallığını kabul ediyorsak, kendi yöremizdeki toprağın kutsallığını niye kabul etmeyelim. Toprak özgürlük gibidir, ekolojik düzeni bozulmadıkça çevresine bereket katan bir kaynaktır. Su da aynı şekilde değerlendirilmeli. 1980 den sonra birçok ülke suyla altın madene işletmeciliğini yasakladı. Çünkü su stratejik ve doğal bir kaynaktır. Geleceğin savaşları su için yapılacak deniyor, " dedi. Kent Sosyologu olan Prof. Dr. Ercan Tatlıdil bilim adamının insanları bilimsel doğruları anlatmak noktasında taraf olduğunu belirterek, her ne nedenle olursa olsun bir yaşam alanı konusunda verilecek kararların, orada yaşayan kişilerce de kabul görmesi gerektiğine vurgu yaptı. Peyzaj Mimarlığı profesörü olan Prof. Dr. Ümit Erdem ülkede yapılan gizili kapaklı işlerle bir takım şeylenrin oldu bittiye getirilmeye çalışıldığının altını çizerek, Sart'taki altın madeni işletmeciliğinin yörenin antik dokusunu tahrip edeceği gibi, topraklarını da zehirleyeceğini söyledi. Salihli'nin verimli topraklarıyla kaldırdığı ürünün başka hiçbir yerde bu derece bereketli olmadığına dikkat çeken Erdem, Salihli'deki toprağı ve suyu kirletme, yok etme pahasına altın madenciliğine izin veren Türkiye'de bazı olayların yöneticilerin elinden çıktığını söyledi. Kimya Profesörleri olan Prof. Dr. Gürel Nişli ve Prof. Dr. Emür Henden siyanür ya da suyla yapılacak olan altın madenciliğinin ortaya çıkan toksik ağır metalle nedeniyle toprak ve su için son derece tehlikeli olduğunu belirterek, toprak, doğa, tarih ve yöre insanının yaşamı konusunda risk taşıyan bu tür bir yaklaşıma karşı çıkılması gerektiğini, riski yoketmenin en iyi yolunun bu işten vazgeçmek olduğunu söylediler. TTB'den Prof. Dr. Zuhal Okuyan, altın madeninin açılması durumunda çevre ve insan sağlığı için yarattığı tahribatın bir anda oluşmayacağını, zararlı etkilerin uzun yıllar sonra ortaya çıkmaya başlayacağını belirterek, bunun önlenmesi için açılacağı söylenen kontrol ve takip birimlerinin maliyetinin altın madeninin maliyetini aşacağını, bu nedenle böylesi bir kontrol takip ünitesi kurulacağı yönündeki yaklaşımların ciddiyetten uzak olduğunu sözlerine ekledi.
Şirketi savunan profesör protesto edildi
8 Ocak 2001 Pazartesi
PETKİM dikensiz gül bahçesi olarak satılmak isteniyor.
Foto Kodu:Petro
İZMİR - Çok büyük bir sanayi paledine hammadde ve aromalı
üreten PETKİM, Petrokimya sanayinin Türkiye'deki tek temsilcisi konumunda bir
KİT. Petrokimya sanayinde üretilen maddeler bir üretim zinciriyle elde
edildiğinden, PETKİM kuruluşu itibariyle entegre bir yapının parçası durumunda.
Bu entegre yapının parçası olan diğer kurumlar TPAO, BOTAŞ, TÜPRAŞ ve POAŞ.
Türkiye imalat sanayinde en büyük istihdama sahip 8. kuruluş olan PETKİM, 1997
verilerine göre imalat sanayiinde elde edilen katma değerin yüzde 1'ini, Milli
Gelire yapılan katkının da binde 2'sini tek başına elde eden bir konumda. Kriz
dönemlerinde önemi daha da belirginleşen PETKİM, 1994'de yaşanan ekonomik
krizde Türkiye Dış Ticaret açığının yüzde 15.7 sini karşılamıştır. Ayrıca
1997'de dış ticaret açığının yaklaşık yüzde 4'üne denk gelen oranda döviz
tasarrufu sağlamıştır. Petrol ürünleri alanında 4 bin işletmeye hammadde sağlayan
PETKİM, petrol alanında yerli tekel durumunda.
Şatışı çekici kılmak için grev yasağı kapsamına alındı
Türkiye'de artan talebi karşılamak için yeni petrokimya
yatırımlarının kaçınılmazlığı ve sektörün gelişmesi gereğinin açıkça görüldüğü
bir ortamda PETKİM, 1987 yılında özelleştirme kapsamına alındı. 1987'den bu
yana işbaşına gelen hükümetler tarafından çok çeşitli biçimde geliştirilen
politikalarla özelleştirilmeye çalışıldı. Bu özelleştirme politikaları,
PETKİM'in özelleştirilmesinde destek sağlamak için kamuoyunun ikna edilmesi
çabaları, kuruma bağlı fabrika ve ünitelerin kapatılarak kurumun
yalnızlaştırılması ve son olarakta çalışma koşullarının ve istihdam yapısının
bozulması uygulamaları olarak kendini gösterdi. İşçi ve halktan gelen tepkiler
sonucu özelleştirmeyi bir çırpıda gerçekleştiremeyen hükümetler, özelleştirme
hazırlıklarına yeni taktikler geliştirerek devam ettiler. PETKİM'in dünya ve
Türkiye'de petrokimya sektöründeki stratejik önemine karşı, sektörün yatırım
programlarının uygulanabilmesi için
gerekli finansmanlar sağlanmadı. Yatırımlar durdurularak işçi ve memurlar her
türlü güvenceden yoksun sözleşmeli personel statüsüne alındılar. Ayrıca satışı
çekici kılabilmek için kuruluş grev yasağı kapsamına sokuldu.
Kitlesel işçi çıkarımıyla Yeniden Yapılandırma hazırlığı
Özelleştirmeden önce özel sektör mantığıyla yönetilmek
istenen PETKİM'de en son olarak Genel Müdürlükçe yayınlanan genelge ve
duyurularla, Rasyonalizasyon ve Yeniden Yapılanma gerekçeleriyle kitlesel işçi
çıkarımının alt yapısı hazırlanmaya çalışılıyor. Genel Müdürlükçe yayınlanan
duyurularda, "Uluslararası firmalarla rekabet ve sektördeki olumsuz
gelişmeler" gerekçe gösterilerek, kurumda rasyonalizasyon ve yeniden
yapılanma gerektiği belirtilip, işçilik giderlerinin fazlalığına dikkat
çekiliyor. Fabrikadaki onarım-bakım gruplarının ikili vardiya çalışmasına
geçirilme hazırlıkları ve bakım gruplarının belirli merkezlerde toplanarak
buraların zamanla taşeronlaştırılması düşüncesi son dönemde PETKİM Genel
Müdürlüğü'nce yayınlanan duyuruların bir başka dikkat çekici noktası.
Özelleştirilme saldırısının yanı sıra esnek çalışma ve
taşeronlaştırma girişimleriyle de karşı karşıya bulunan PETKİM'deki durumu,
kurumda örgütlü olan Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanı İskender
Büyükçolak'la görüştük.
Son dönemde PETKİM Genel Müdürlüğü'nce yapılan duyurularda
kurumda Rasyonalizasyon ve yeniden yapılanmanın gerektiği belirtiliyor.
Uluslararası firmalarla rekabet için her türlü maliyet giderleri yanısıra
işçilik giderlerininde gözden geçirileceğinin altını çizildiği bu
Rasyonalizasyon ve Yeniden Yapılanma ne anlama geliyor?
Özelleştirme öncesi allayıp pulluyorlar
Bu işin püf noktası özelleştirme. Bunu kavram olarak belirli
bir yere koyduktan sonra, özelleştirmenin hukuki alt yapısını hazırlamak için
kurumda bir yeniden yapılanma sürecine girişileceği anlaşılıyor. Sadece hukuki
alt yapı da değil tabii. İlgili kuruluşların özelleştirmeye tabi hale
getirilmesine dönük hazırlıklarda yapılıyor. "Yeniden Yapılandırma"
çok genel bir kavram. Kurumun son yıllık faaliyet raporlarında da petrokimya
sektöründe dünyadaki yeniden yapılandırmalara göndermeler yapılıyor ve
PETKİM'in de bu anlamda yeniden yapılandırılması gerektiğini söylüyorlar.
Dünyada petrokimya ve kimya sektörüne baktığımızda büyük bir tekelleşme sözkonusu.
Bizim sektörümüzde sermayenin tekelleşmesiyle de orantılı olarak beraberinde
bir entegrasyon süreci de var. Dünyadaki
yeniden yapılandırmaya baktığımızda kabaca bunları görüyoruz. Türkiye'ye
gelince; PETKİM petrokimya alanında büyük oranda tekel konumunda. Bizim gibi
gelişmekte olan ülkelerde petrokimya ürünlerinin tüketim hızı büyük ölçüde
artıyor. Bu anlamda PETKİM'in yurtiçi talebi karşılama kapasitesi yüzde
60'lardayken bugün yüzde 35'lere düşmüş durumda. "Dünyayla entegre
olamazsanız yaşama şansı bulamazsınız," yönündeki söylemler ihracata
yönelik çalışmalar için geçerli olabilir. Ama siz daha yurt içindeki talebi
karşılamakta zorlanıyorsanız entegrasyon sorunu geride kalır. Kendileri bile bu
tablo karşısında Türkiye'nin yeni bir petrokimya tesisine ihtiyaç duyduğunu
belirtmelerine rağmen, bir taraftan da Yarımca'nın kapatılmasının gündeme
alınması traji-komik sonuçlar doğuruyor.
Yerli ve yabancı sermayenin gözü Aliağa'da
Yeniden yapılandırmanın özelleştirmeyle mutlak bir ilişkisi
var. Gerek Türkiye özeline bakalım, gerekse dünyada işleyen süreci gözönüne
alalım karşımıza çıkan şey özelleştirme. Örneğin Yarımca'nın yıllardır ihmal
edilerek, yatırım yapılmayarak "zarar ediyor, teknolojisi eski" v.b
gerekçelerle kapatılmak istenmesi tüm bu özelleştirme mantığının bir sonucu.
Aliağa da durum biraz farklı. Yarımca'yla karşılaştırıldığında çok daha büyük
bir üretim kapatisesine sahip bir kere. Küçükte olsa, yeni yatırımlarla
kapasitesinin arttırılmaya çalışıldığı bir yer. Bu nedenlerle özellikle Aliağa'ya
yönelik yoğun bir ilgi söz konusu. Örneğin içerden Sabancı'nın, dışardan
değişik şirketlerin ilgisi var. İşte yeniden yapılandırma burada karşımıza
çıkıyor. Bir taraftan mevcut üretimi devam ettirme, diğer yanda burasını
özelleştirme öncesi iç sorunlarından arındırarak, cicili bicili bir ambalajla
pazarlamak: Yeniden Yapılandırma bu anlama geliyor bizim için. Kamudan özel
sektöre geçecek olan bir işletmenin geçiş hazırlıkları bunlar.
Rasyonalizasyonun sözlükteki karşılığı akılcılık. Yani "Biz burayı daha
önce akıllı yönetmedik" diye itiraf ediyorlar ve bunun faturasını bize
kesmeye çalışıyorlar.
PETKİM Yönetim Kurulu'nun yayınladığı duyurularda özellikle
işçi sayısı ve işçilik giderlerinin fazlalığı ön plana çıkarılıyor. Yaklaşan
toplu sözleşmeler öncesinde bu
durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamuda sözleşmeler çok zor geçecek
İşçi sayısının fazlalığı konusunda geçtiğimiz Ağustos
ayından itibaren uygulamalara başladılar zaten. Ellinin üzerinde arkadaşımızı
işten attılar. Bu ay konunun yeniden açılacağını düşünüyoruz. Rafinerilerde, özellikle burada korkunç bir
personel eksiği var. Buraya gelen işçileri günde 16 saaten aşağı
çalıştırmıyorlar. Düşününki 8 saatlik mesainin sonuna geldiğinde evime
gideceğim desenizde gidemiyorsunuz. PETKİM şimdilik kaydıyla o durumda değil.
Ama özelleştirmelerle birlikte işçi çıkarılmasıyla o duruma gelecek. İşçilik
ücretlerinin fazlalığı konusunu ise kamu sözleşmelerinde gündeme getirecekler.
Hükümetin genel olarak ücret politikasına bakıldığında ve IMF'ye verilen ek niyet
mektuplarından açıkça görülebileceği gibi sıfır ücret zammının dayatılacağını
düşünüyoruz. Yani kamu sözleşmeleri bu dönem oldukça zor geçecek. Bunun
görülmesine rağmen özellikle Türk-İş cephesinden baktığımızda bir duyarsızlık
söz konusu. Bunlar sendika bürokratı, sendika ağası gibi bir takım
adlandırmalar da bu gerçekliği değiştirmiyor. Herşeyden önce tabanı hazırlamak
gerekiyor.
Sendikalar çok önemli bir misyonla karşı karşıyalar
Şu anda sendikaların önünde duran misyon son derece önemli.
Sorun bireysel refah sorunu değil. "Madem ücretler bu kadar yüksek bu
dönemde biz biraz fedakarlık yapalım," dememek gerekiyor. Çünkü hepimizin
bildiği bir gerçeklik var; kamu sözleşmeleri Türkiye'deki ücret politikalarında
lokomotif görevi görüyor. Yani gerek asgari ücretin belirlenmesinde, gerek özel
sektörün asgari ücret altı ve üstü ücret tespitinde, gerekse diğer kamu
çalışanlarının ücret tespitinde önemli bir gösterge. Sınıfın bütününü
ilgilendiren bir misyonumuz var bizim. Bu gözle bakmak gerekiyor. Ama Türk-İş'in
şu anki karamsar, suskun, tepkisiz ruh haline baktığımızda biraz karamsar
düşünüyorum. Yine de toplumsal olaylar önceden pek kestirilemiyor. Tıpkı Bahar
Eylemleri'nde olduğu gibi. Nereye doğru evrilir, nereye doğru devrilir onu
kimse önceden kestiremez. Umarım benzer bir süreç yaşanır. Toplu sözleşmelerde
maddi anlamda belki kazanımlar oluyor ama bunun yanında çok şeyleri de
kaybediyoruz. Herşeyden önce ekmeğimizi kaybediyoruz. Özelleştirmelerle artan
işten çıkarmalar bütün sendikaların kan kaybetmesine neden oluyor. Yani deniz
bitiyor. Türk-İş'in 16 Ocak'ta İzmir'de yapacağı Başkanlar Kurulu
Toplantısı'nda öncelikli konu ücretler. Bu işin kolay tarafı. Çok daha önemli
olan şeyler ise özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalıştırma, kapsam dışı
politikaları bize asıl kan kaybettirenler bunlar. Örgütlülüğümüzü kaybediyoruz,
kazanımlarımızı kaybediyoruz. Türk-İş'ten beklenti daha çok bu konularda, en
azından bir tanesi hakkında bir karar çıkarması ve bunu sonuna kadar savunması
bekleniliyor. (Evrensel)
3 Ocak 2001 Çarşamba
"Kendimi, bir başka ülkeyle savaştaymışız gibi hissettim"
İZMİR - Cezaevlerine yapılan operasyonlar sırasında oğlu ve gelini Çanakkale E Tipi Cezaevi'nde bulunan Derviş Oruç, operasyonu haber alır almaz Çanakkale'ye gidip, üç gün süren operasyon ve direniş boyunca cezaevininin bir kilometre dışında, kaygı ve korku içinde beklediklerini belirterek, "Kendimi bir anda başka bir ülkeyle savaş halinde hissettim. Cezaevinden dumanlar yükseliyor, iş makinalarıyla duvarlar yıkılıyor, bombalar atılıyordu." diyor ve yaşadığı korkunç olayları anlatıyor.
Oğlu Hüseyin Oruç 12.5 yıl, gelini Hatun Oruç ise 3 yıl 9 aya hükümlü Derviş Amca'nın. Oğlu 5 yıldır cezaevinde, daha da 4 yıla yakın cezası var. Derviş Oruç operasyonu televizyondan öğrenip hemen Çanakkale'ye gidiyor. Cezaevinin bir kilometre uzağında asker ve polislerce alıkonup daha yakına bırakılmıyor. Derviş Amca şöyle anlatıyor yaşadıklarını; "Ne oluyordu? Yasalarca suçlu bulunan ve cezaevine konan çocuklarımızın can güvenlikleri devlet tarafından sağlanması gerekirken, devlet güçlerince bir taraftan üzerlerine bombalar atılıyor, bir taraftan taranıyorlardı. Kendimi bir anda başka bir ülkeyle savaştaymışız gibi hissettim. Oysa kendi ülkemizde, çocuklarımıza karşı yapılıyordu bu savaş. Operasyona "Hayata Dönüş Operasyonu" adını vermişler! Hayata dönüş insanı yaşatmaktır, dört duvar arasında kurşunlayarak, yakarak öldürmek değil. Benim oğlum da gelinim de açlık grevi ve ölüm oruçlarına katılmadılar. Buna rağmen "Hayata Dönüş" dedikleri operasyon sırasında ikisi de kötü biçimde yaralandılar. Gelinim hala hastanede,akçiğer kanaması geçirmiş, kaburgaları kırık yatıyor."
Çanakkale'de üç gün süren operasyonun ardından oğlunu Edirne F Tipi'ne, gelinini Manisa'ya sevkediyorlar Derviş Amca'nın. Önce Manisa'ya gidiyor gelinini görmek için. Yetkililere bütün başvurularına rağmen görüştürmüyorlar geliniyle. Sadece, "Gelinin burada, durumu iyi. Giyecekleri bırak biz veririz" diyorlar. "Gelinimin o sıralarda İzmir Yeşilyurt Devlet Hastanesi'nde ameliyatta olduğunu çok sonra öğrenebildim, " diyor Derviş Amca ve anlatmaya devam ediyor; "Bana gelinin burada,iyi durumda, dediklerinde gelinim akciğer kanaması geçirdiği için İzmir'de Devlet Hastanesi'nde ameliyattaymış. Ancak bugün görüşebildim,kaburgalarında kırık var. Şartlı salıvermeden yararlanmasına rağmen bırakılmıyor. Operasyon gerekçe gösterilerek haklarında dava açılmış ve tutuklama kararı çıkmış. Tedavisinden sonra tekrar Manisa'ya götürüleceğini öğrendim. Çanakkele'den Manisa Cezaevi'ne getirildiğinde Cezaevi girişinde çok kötü bir şekilde dövmüşler çocukları. Hatun burada kanama geçirince önce Manisa'ya, arkasından da İzmir'e hastaneye götürmüşler."
Edirne F Tpi'nde arama işkecesi
Oğlu Hüseyin Oruç'u Edirne F Tipi Cezaevi'nde, operasyondan bir hafta sonra görebiliyor Derviş Amca. "Edirne F Tipi Cezaevi'nin nasıl bir yer olduğunu daha içeri girmeden anladım" diyor. Edirne F Tipi'ni ve oğlunun durumunu şöyle anlatıyor; "İçeri girerken çok sıkı ve onur kırıcı bir aramadan geçirildik. Erkekleri askerler, bayanları bayan gardiyan ya da polisler arıyordu. Bayanları üzerinde sadece iç çamaşırları kalacak şekilde soyunduruyorlar, o da yetmiyor, külotlarını aşağı indirttirip çök-kalk yaptırıyorlardı. Bu onur kırıcı uygulamayı birkaç kez devam ettirdiler. Tüm bu eziyetlerden sonra Hüseyin'le ses geçirmez camların arkasından, telefon cihazlarıyla yarım saat kadar bir görüşme yapabildik. Oğlumun psikolojisinin çok bozuk olması bir yana, dudakları şişmiş, vücudunun her yanı yara ve yanıklarla doluydu. Üç kişilik hücrelerde tutuluyorlarmış. Sevk sırasında askerler tarafından feci şekilde dövülmüşler. Cezaevine hiçbir gıda maddesi almıyorlar. Havlu, temizlik malzemesi, diş fırçası, diş macunu hepsi yasak. Sadece önceden belirlenmiş sayıda bir yıllık giysi alıyorlar. Bizim çocuklarımız da, biz de böylesi eziyetleri haketmedik".
Derviş Oruç, 1 Ocak günü oğlunun görüşüne tekrar gitiğini ve ilk günlere oranla onu daha iyi gördüğünü belirterek, "Bu ülkede insanların onuruyla oynanmamalı, kanla bir yere varılamayacağının herkes tarafından görülmesi gerekiyor. Kan üzerinden politika yapılmaz. Demokrasinin her yönüyle işlediği, insanların öldürülmediği, onurlarıyla oynanmadığı bir Türkiye'de yaşamak istemekle çok şey mi istiyoruz?" diye soruyor. (Evrensel)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)
24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...
-
07 Ağustos 2018 14:41 CHP Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, Menderes Nehri ve havzasındaki kirliliği Meclise taşıdı:...
-
13 Aralık 2020 14:35 Çiçekbaba Dağı günümüzde ülkemizdeki binlerce dağın kaderini paylaşıyor. Çiçekbaba da Kazdağları, Bolkarlar, Istranca...
-
08 Temmuz 2018 03:20 Tüm yazıları Günün şavkı Erciyes’e vurup, beyaz doruklarını kızı...