Özer AKDEMİR
Özer Akdemir
Gaziemir tren garına bitişik aile çay bahçesinin yakınından
geçerseniz havaya yayılan gözleme kokusu sizi büyüsüne alır. Biraz sonra koyu
gölgeli çardakların altındaki tahta masalara oturmuş bulursunuz kendinizi. Daha
ne olduğunu anlamadan Hacı Toptaş'ın şakalarının tam ortasına düşmüşsünüzdür;
“Bu kadar güzel gözleme de yapılmaz ki arkadaş, memlekette bir benzeri yok
daha.” Siz el yakan peynirli, patatesli, ıspanaklı gözlemelere yumulmuşken, o
gelip kurulmuştur karşınıza. Sohbeti, neşesi, içtenliği size bulaşır kısa
zamanda. Birazdan kendi deyimiyle “60 küsur” yaşındaki Hacı Abinin 50 bile
göstermeyen gençliğinin sırrını da anlamışsınızdır.
Hacı Toptaş, iri üzümlü asmalar ve sarmaşıklarla gölgelediği geniş bahçeli büfede, 40 yıllık karısı Leyla'nın yanına işçi olarak girmeden önce, hemen yanı başlarındaki tren garının son müdürü imiş. 1861-2006 yılları arasında kesintisiz hizmet gören garın son demiryolcusu olmuş. Gar, İzmir'i tam ortadan kesip bir ucundan diğerine uzanan metro standardına iyileştirilmiş banliyö hattı İZBAN çalışmaları nedeniyle kapanmadan iki yıl önce de emekliliğini istemiş.
Sıcak gözlemeleri bitirip, övgüyü hak eden demli çaylarımızı tazelediğimizde, biraz ötemizde hem büfenin işleriyle ilgilenen, hem torun peşinde koşan "patronu/eşi" Leyla hanım da gelip oturuyor masamıza. Köy Enstitüsüne gitmeye hazırlanan Leyla'sını nasıl kandırarak evlendiğini şöyle anlatıyor Hacı abi; “Ben o zaman yeni memurum. Ailesi Leyla'yı Köy enstitüsüne göndermek istiyor. 'Ben okuturum onu' dedim. Okutamasak da, işte patron ettik başımıza.”
Erzurum'da başlayıp İzmir'de sona eren demiryolculuk öyküsüne geçmeden önce Malatya'da geçen çocukluğundan bahsediyor Hacı Abi. Trenlere, demiryollarına sevgisi ta oradan geliyor belli ki; “Kuzu çobanlığından terfi edip destan satmaya başladım trenlerde. Çoğunluk Sivas'ta yazarlardı bu destanları âşıklar. Gider matbaadan bir deste alır Çetinkaya istasyonunda bağıra bağıra okur, satardım. Öyle güzel bir okurduk ki destanları, “Çobanoğlum der ki …” diye başladım mıydı, bir kompartımanda 8 Karslı varsa hepsi alırdı aynı destandan. Bir tane alıp okuyun sırayla be adamlar, paranıza yazık değil mi? Ama öyle yapmazlardı, hepsi alırdı aynı destandan.”
Hacı Abi, destan satıcılığı sırasında ezberlediği destanların büyük bölümünü hala hatırlıyor. Bunu aileden gelen halk ozanlığı geleneğine bağlıyor; “Dayım Hacı Ömer Taşdemir halk ozanıydı, çok güzel şiirleri vardı. Ben memur olup resmi kıyafet giydikten sonraki atışmamızı hiç unutmam.” Dayısı, biraz dökükçe kıyafetine bakıp şaka yapan yeğenine öyle bir destan yazarak ders vermiş ki, Hacı Abi hala unutamamış o dersi. Bir kıtası kalmış aklında o destanın; “Personel kanunu 70 de çıktı / açıldı bankalar sel gibi aktı / dün çobanlık yapan kravat taktı / şimdi de gülüyor halime benim”…
Demiryolculuk günlerini “Dağ başlarında ekmek bulamadığımız günler oldu” diye anlatırken bile şikâyet etmeden, özlemle anlatıyor Hacı abi. Onun demiryolculuk serüveni 30 yıllık bir zaman içerisinde doğudan batıya yılları bulan bir yaşam yolculuğunun da öyküsü aynı zamanda; “Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Akhisar, İzmir Gaziemir. Burası son durağımız oldu. Askeriyenin depoları da var burada, tatbikatlarda falan gelen geçen askerlerin uğrak yeri, bir iki günlük durağıydı bu gar. İaşeleri bitmiş yüzlerce askere burada pilav, çorba pişirdiğimizi de bilirim, yıllar sonra askerlik zamanı yediği sucuklu yumurtanın tadını unutamayıp geleni de. Yine böyle zorluklarla dolu bir tatbikat zamanı, karnını doyurup yolcu ettiğimiz koca bir bölük, komutanın emriyle tren yolu boyunca bizim önümüzden selam durarak geçtiğinde Leyla da ben de gözyaşlarımızı tutamamıştık.”
Hacı Toptaş, iri üzümlü asmalar ve sarmaşıklarla gölgelediği geniş bahçeli büfede, 40 yıllık karısı Leyla'nın yanına işçi olarak girmeden önce, hemen yanı başlarındaki tren garının son müdürü imiş. 1861-2006 yılları arasında kesintisiz hizmet gören garın son demiryolcusu olmuş. Gar, İzmir'i tam ortadan kesip bir ucundan diğerine uzanan metro standardına iyileştirilmiş banliyö hattı İZBAN çalışmaları nedeniyle kapanmadan iki yıl önce de emekliliğini istemiş.
Sıcak gözlemeleri bitirip, övgüyü hak eden demli çaylarımızı tazelediğimizde, biraz ötemizde hem büfenin işleriyle ilgilenen, hem torun peşinde koşan "patronu/eşi" Leyla hanım da gelip oturuyor masamıza. Köy Enstitüsüne gitmeye hazırlanan Leyla'sını nasıl kandırarak evlendiğini şöyle anlatıyor Hacı abi; “Ben o zaman yeni memurum. Ailesi Leyla'yı Köy enstitüsüne göndermek istiyor. 'Ben okuturum onu' dedim. Okutamasak da, işte patron ettik başımıza.”
Erzurum'da başlayıp İzmir'de sona eren demiryolculuk öyküsüne geçmeden önce Malatya'da geçen çocukluğundan bahsediyor Hacı Abi. Trenlere, demiryollarına sevgisi ta oradan geliyor belli ki; “Kuzu çobanlığından terfi edip destan satmaya başladım trenlerde. Çoğunluk Sivas'ta yazarlardı bu destanları âşıklar. Gider matbaadan bir deste alır Çetinkaya istasyonunda bağıra bağıra okur, satardım. Öyle güzel bir okurduk ki destanları, “Çobanoğlum der ki …” diye başladım mıydı, bir kompartımanda 8 Karslı varsa hepsi alırdı aynı destandan. Bir tane alıp okuyun sırayla be adamlar, paranıza yazık değil mi? Ama öyle yapmazlardı, hepsi alırdı aynı destandan.”
Hacı Abi, destan satıcılığı sırasında ezberlediği destanların büyük bölümünü hala hatırlıyor. Bunu aileden gelen halk ozanlığı geleneğine bağlıyor; “Dayım Hacı Ömer Taşdemir halk ozanıydı, çok güzel şiirleri vardı. Ben memur olup resmi kıyafet giydikten sonraki atışmamızı hiç unutmam.” Dayısı, biraz dökükçe kıyafetine bakıp şaka yapan yeğenine öyle bir destan yazarak ders vermiş ki, Hacı Abi hala unutamamış o dersi. Bir kıtası kalmış aklında o destanın; “Personel kanunu 70 de çıktı / açıldı bankalar sel gibi aktı / dün çobanlık yapan kravat taktı / şimdi de gülüyor halime benim”…
Demiryolculuk günlerini “Dağ başlarında ekmek bulamadığımız günler oldu” diye anlatırken bile şikâyet etmeden, özlemle anlatıyor Hacı abi. Onun demiryolculuk serüveni 30 yıllık bir zaman içerisinde doğudan batıya yılları bulan bir yaşam yolculuğunun da öyküsü aynı zamanda; “Erzurum, Erzincan, Sivas, Tokat, Akhisar, İzmir Gaziemir. Burası son durağımız oldu. Askeriyenin depoları da var burada, tatbikatlarda falan gelen geçen askerlerin uğrak yeri, bir iki günlük durağıydı bu gar. İaşeleri bitmiş yüzlerce askere burada pilav, çorba pişirdiğimizi de bilirim, yıllar sonra askerlik zamanı yediği sucuklu yumurtanın tadını unutamayıp geleni de. Yine böyle zorluklarla dolu bir tatbikat zamanı, karnını doyurup yolcu ettiğimiz koca bir bölük, komutanın emriyle tren yolu boyunca bizim önümüzden selam durarak geçtiğinde Leyla da ben de gözyaşlarımızı tutamamıştık.”
Gar müdürü Hacı abinin eşi Leyla Toptaş'da aile bütçesine katkı olsun diye garın hemen yanı başına küçük bir büfe açmış 1999 yılında. Büfeye de Güneş, Yağmur, Bulut, Hilal, Ay adlarını verdikleri çocuklarını düşünerek “5 Kardeşler Büfesi” demişler. 2004 yılında Hacı Abi emekli olmuş ama 1 yıl için yine göreve çağırmışlar. O bir yıllık zararın borcunu hala ödediklerini gülerek anlatıyor Hacı abi; “Emekli ikramiyem 19 milyar 500 milyondu o zaman. Bir evi gözümüze kestirdik. Evin fiyatı da 25 milyar kadardı. Geri çağırınca ben ikramiyeyi almadım bir yıl daha çalıştım. Emekli olduğumda ikramiye gene yerinde saydı ama almak istediğimiz ev 50 bin lira olmuştu çoktan. Turhal'daki evimizi satarak aldık amma zararı hala ödüyoruz.”
Metro inşaatı gerekçesiyle gar 2006'da kapatılınca uzun süre sinek avladıklarını anlatıyor Hacı abi. Yine de metro gelecek diye de sevinmişler. 6 yıl süren metro inşaatı süresince küçük büfeyi genişletmişler, ellerindeki birikimi de bu işe yatırmışlar. Sonuç umdukları gibi olmamış ama. Büfenin yanı başındaki metro giriş çıkışını göstererek bunun nedenini anlattı Hacı abi, "Şurda durun bir yarım saat gelene gidene bakın. Sağına soluna hiç bakan yok. Koşa koşa gidiyorlar, koşa koşa geliyorlar. Durup bir dinlenen, soluklanan yok adeta.”
Gaziemir son yıllarda adeta AVM’lerin pıtrak gibi çoğaldığı bir ilçe halini aldı. Tren garına birkaç yüz metre uzaklıkta otoyolun kenarı tespih gibi koca koca AVM'lerle doldu. Leyla ve Hacı Toptaş'ın garın yanındaki çay bahçesinin önünde adeta koşarak gelip geçenlerin önemli bir kısmı soluğu bu AVM'lerde alıyorlar. Paraları olsun olmasın (kredi kartlarının canı sağolsun) akşama kadar AVM'lerin içindeki birbirinden şık, lüks bu satış mağazalarını dolaşan kentliler için AVM artık bir yaşam biçimi haline getirilmek isteniyor. “Kapitalizmin yeni mabetleri" oluk oluk insanı alış-veriş ibadetine çağırıyor. Bu insanların ne 150 yıllık tren garını, ne garın dibindeki çay bahçesini gölgeleyen iri üzümlü asmaları, ne de burcu burcu dumanı tüten gözlemeleri görecek halleri yok. Son demiryolcu Hacı Toptaş ile eşi Leyla'nın çay bahçesi, güzellikleri unut(tur)ulan bir zamanın son durağı gibi…
Eklenme Tarihi: 21 Eylül 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder