Karaburun Bilim Kongresi başladı
YER GÖK TAŞ OCAĞI
VE TALAN
Arif Koşar
8. Karaburun Bilim
Kongresi, İktidar ve Dayanışma ana temasıyla başladı. İzmir’in ‘keşfedilmemiş’
denilen ama hızla RES’ler, balık çiftlikleri ve taş ocaklarıyla işgal edilen,
yarımadanın ‘şimdilik’ en güzel yerlerinden birisi olan Karaburun’da; bilim
şenliği için yüzlerce bilim insanı ve genç araştırmacı buluştu.
Kongrenin açılışı her sene olduğun gibi Karaburun’un
‘dert’lerinin tartışıldığı “Karaburun Oturumu” ile başladı. Tayfun Özkaya’nın
başkanlığını yaptığı oturumda Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa “taş ocaklarının sağlığa etkisi”ni,
gazetemiz muhabiri Özer Akdemir “İzmir’in kirletilen suyunu”, UNESCO’dan
Yıldıray Lise ise biyosfer rezerv alanlarını anlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa,
Karaburun Bilim Kongresinde yaptığı konuşmada; Türkiye’deki taş ocakları
gerçeğini ortaya koydu. İnsan ve çevre sağlığına yönelik açık zararlarına
rağmen hiçbir önlemin alınmadığını kaydeden Karababa; “Sermayenin insan
sağlığını riske atabilmesi serbest, bununla ilgili hiçbir engel de yok” dedi.
85 BİN TAŞ OCAĞI
Son yıllarda 85 bin taş ocağı ruhsatı alındığını ifade eden
Prof. Dr. Ali Osman Karababa, “Neredeyse her coğrafyada yeşil örtünün yok
olduğunu ve büyük bir çukurun olduğunu göreceksiniz. Nerede bir tepe olsa
kazıldı ve oradaki doğal örtü yok edildi” dedi. Karababa, taş ocaklarının insan
ve çevreye yönelik zararları bilinmesine rağmen büyük oranda ÇED raporlarından
muaf tutulduğunu kaydetti. “Çevresel ve insani faaliyetler hiçbir şekilde göz
önünde bulundurulmuyor. O yüzden de bunlara rahatlıkla izin veriliyor. Siyasal
sistem ve hükümetteki temsilcilerin toplumsal çıktıları düşünmesi, mevzuatta
var olsa da, uygulanmıyor. Mahkemeden olumlu karar da çıkmıyor, çıksa bile
hükümet de, sermaye de uygulamıyor. Sözün bittiği yerdeyiz” diye konuştu.
İSYANCI ‘BİLİMCİLER’ BULUŞMASI!
Bundan 600 yıl önce Börklüce Mustafa’nın Osmanlı’ya
başkaldırdığı bu topraklarda, bu sefer, belki yine aynı saiklerle yapılan
tartışmalar bilimsel bir isyana dönüşüyor. Hükümetin ve içinde yaşadığımız
toplumun hem dertleri, hem de bu dertlerin altında yatan daha ‘derin’ etkenler,
adını koymak gerekirse kapitalizm, tersinden düzünden şiddetle eleştiriliyor.
Farklı görüş ve fikirleri ortaklaştıran genel çerçeve ise insanı ve insanın bir
parçası olan doğayı koruma arzusu.
Kongre kapsamında yapılacak onlarca oturumda ekonomiden
siyasete, ekolojiden insan sağlığına, felsefeden tarihe kadar birçok disiplinde
farklı konu ve gündemler tartışılacak. Kongre, Türkiye’de muhalif bilim
insanlarının buluştuğu ve tartıştığı en önemli organizasyonlardan birisi, belki
de en önemlisi. Tabii, böyle olunca, Karaburun ve Mordoğan Belediyesi de elini
taşın altına koyuyor. Ancak İzmir Büyükşehir Belediyesinden, İzmir’den
Karaburun’a gelmek isteyenler için talep edilen 2 otobüsse, nedense, olmuyor da
olmuyor!
HİÇBİR KURAL UYGULANMIYOR
Prof. Dr. Ali Osman Karababa, taş ocaklarının insan ve çevre
sağlığına etkileri konusunda şu bilgileri verdi: “Birinci sınıf gayrisıhhi
müesseseler… Çevreye, insana, doğaya zararlı. Birincisi; taş ocakları yerleşim
yerlerine uzak olması lazım. İkincisi tarım alanları ve doğal alanlara uzak
olmalı. Üçüncüsü; kaldırdığı tozlar, yaşam alanlarına taşınabilecek yerler
olmamalı. Etrafında bir koruma bandı olması gerekiyor. Türkiye’de ise bu
kurulların hemen hemen hiçbirine uyulmuyor. Hem çevresel hem de insani risk çok
yüksek. İzmir’in içinde iki çimento fabrikası var. Bunların ikisi de bütün
tozların kente taşınabildiği yerlere konuşlanmış durumda. İzmir’i büyük ölçüde
etkiliyor. 1979 yılından beri çimento fabrikasının kent dışına taşınmasını
istediğimiz halde oradan kaldırılmasını bir türlü sağlayamadık. İnsan sağlığı
da çevreden ayırt edilebilecek bir şey değil.”
İZMİR’İ NEREYE TAŞIYALIM?
Gazetemiz muhabiri Özer Akdemir, hem Karaburun’da yaşayan
köylülerin, RES’ler, balık çiftlikleri ve taş ocakları nedeniyle yaşadıkları
sıkıntıları hem de İzmir’in genelindeki çevre sorunları konu edindi. Yaşam
alanlarını kaplayan “talan projeleri” karşısında “İzmir’i nereye taşıyalım, hep
beraber düşünelim” dedi. Özellikle “İzmir’in su kirliliği” tartışmasına
odaklanan Özer, yaşanan süreci şöyle anlattı: “AKP, planı sunulan Çamlı
Barajı’nı yapmadı, şöyle bir gerekçe sundu: ‘Gördes Barajı ile İzmir’in su
ihtiyacını karşılayacağız’ dediler. Şimdi 200 km uzaklıktan su
taşınıyor. Turgutlu’da, Çaldağı’da nikel madenleri işletiliyor. Bunlar yer altı
sularını etkileyebilecek potansiyele sahip. Bu işler olurken, İzmir’de, su
işlerinden sorumlu İZSU ne yapıyor? Uyuyor. Arayıp sorduk. ‘Bizim haberimiz
yok’ dediler. O madenin barajın havzasında kalıp kalmadığına bakmamış İZSU.
Davalar açıldığında bakma gereği duyuyor. ‘Evet, bir kısmı kalıyormuş’ dedi.
İZSU kentin içme suyundan sorumlu olan birim, bilmesi lazım, tedbirini alması
lazım. Ama konu sermaye yatırımı olunca, devlet kurumlarının, doğanın ve insan
sağlığının korunması konusunda pek de bir ilgili olmuyor.”
BUNLARIN GÖZÜ DOYMAZ!
Karaburun’da Yaylaköy’de yaşayan Mustafa Şenbahar da dertli.
Oturumda söz alıyor. Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz gün yaptığı, “yeşile
hastayım, hayranım, çok seviyorum” açıklamasına içerlemiş, kızmış. Çünkü kendi
köyündeki hızlandırılmış ‘talan’ı bizzat yaşamış. Rüzgar Enerjisi
Santralleriyle (RES) 10 binlerce keçinin mera alanlarının
kullanılamaz/girilemez hale gelişini deneyimlemiş. Ve öfkeyle, “Karaburun talan
ediliyor. 50 RES direği çalışmaya başladı, uyuyamıyor insanlar. Bunların gözü
doymaz. Vahşi sermaye bütün partilerde var. Hiçbiri sütten çıkmış ak kaşık
değil” diyor. (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 05 Eylül 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder