4 Mayıs 2014 Pazar

Dilsiz çocukları Ege’nin!



Özer AKDEMİR

Geçtiğimiz Çarşamba günü Söke Kisir Köyün’de hanelerdeki kanser olaylarını belirlemeye yönelik bir anket çalışması yapan EGEÇEP üyelerinin son gittikleri yer Kezban Ayan’ın evi oldu. Bazen ağaçların yaprakları arasından damla damla sızan, bazen iri tanelerle yağıp dulda bulamayanları anında sırılsıklama çeviren yağmurun eşliğinde 50 kadar köylü ile yüz yüze görüşülerek yapılan anketlerin sonuçları ilerleyen günlerde belli olacak. Kezban Ayan’ın evinde yapılan ankette ise biraz umut, çokça hüzün vardı. Birkaç hafta önce Aydın Üniversite Hastanesi’nde kanser tedavisi gören 13 yaşındaki E.A.nın eviydi burası. Bir iki ay önce Kisir’e haber yapmak için gittiğimizde, ailesi ile görüştükten sonra dönüş yolunda görmüştük onu. Ortaokul forması içinde, sırt çantalı gencecik bir fidan, başı önde süzülüp geçmişti yanımızdan. Arabayı durdurup konuşmaya kıyamamıştık, üzülmesin, incinmesin diye. Keşke bir merhabasını duysaydık. Ne bilirdik ki, bir ay sonra kanserin yayılmasını önlemek için dilinin kesileceğini...

KANSER KÖY

Gazetemizdeki haberlerin ve Hayat Televizyonunda yayınlanan “Çepeçevre Yaşam” programlarının ardından adı “Kanser köy”e çıkan Kisir’deki dram biraz da olsa ülke gündemine oturdu. Köydeki kanser olayları ve yakınlarındaki uranyum madeni sondajları arasındaki ilişkiyi sorgulayan soru önergeleri verildi TBMM’ye. İzmir MTA’dan, Aydın Halk sağlığından ekipler köyde incelemeler yapmaya başladı. Köyündeki kanserden ölümlere isyan eden ve bunun duyulması, önlem alınması için çırpınan muhtar Baki Suna, yetkililerin kendisine bu yüzden çoğu kez öğüt veren, üst perdeden konuşan, bazen de işi üstü kapalı tehdide kadar götüren konuşmalarını artık kafaya takmamayı öğrenmiş. Anayasa’nın 56. maddesini söylüyormuş bu tür konuşmalar yapan resmi unvanlı kişilere; “Sağlıklı bir çevrede yaşamak hakkımız. Çevremizi korumak da ödevimiz.”
Dilsiz çocukları Ege’nin!
Kisir muhtarı Suna görevini eksiksiz yapmaya çalışan birisi. Bu yüzden Kisir şanslı bir köy. Oysa, Kisir’den önce eski uranyum madenlerinin yakınlarındaki Köprübaşı Kasar Köyü için aynı şeyleri söylemek olanaksız. İlk orada ölçülmüştü yüksek radyasyon oranı. Normalin 140 katını buluyordu hiçbir önlem alınmadan terk edilen uranyum madendeki radyasyon değeri. Bu radyasyon tozla, yağmurla, rüzgarla yıllardır etrafa yayılıyor, suları kirletiyordu. Üstelik, bu kirlilik bilimsel olarak da kanıtlanmış, Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Şaşmaz’ın ülkemizde ender görülen bir titizlikle hazırladığı TÜBİTAK destekli raporunda, yöredeki bitkilerde, toprakta, sularda, sebze-meyvelerde uranyum kirliliği raporlanmıştı. Tam da yerel seçimler öncesi yıllardır Köprübaşılılara, Kasar Köylülerine uranyumlu su içirdiğinin ortaya çıkacak olması, AKP’li belediye başkanının kabusu olmuştu. Neyse ki; Köprübaşılılar henüz uykudan uyanmaya fırsat bulamadan gelip çatan seçimlerde eski başkanı bir kez daha seçerek onu rahatlattılar. İş artık sadece bu uranyum kirliliği gerçeğini unutturmak, bunu da hafızası günlük olayların ötesini kaydetmemekle ünlü ülke vatandaşlarının bu bulunmaz özelliğine güvenmekti.

Zaten, resmi kurumlar da “durum gayet normal” diyerek yılları bulan ihmallerinin üstüne yatmayı seçmişlerdi. İzin verilen limitin 140 katı radyasyonun, devlet destekli bilimsel araştırmalarla kanıtlanan uranyum kirliliğinin neresi normalse artık!

ÇİLEKTE, HARDAL OTUNDA...

Günümüzde Köprübaşılılar, Kasar köylüleri ve yöredeki diğer köyler uranyumla kirlenmiş suları içmeye devam ediyor. Yöredeki çilekte, hardal otunda, arpada, buğdayda, hatmi çiçeğinde ve zeytindeki uranyum hayvana, koyuna geçecek. Kundaktaki, beşikteki bebeğin, okul çağındaki çocuklarımızın öğünlerine girecek. Saçlarına takılacak en kıymetlilerimizin, öğütülüp un olarak soframızda yerini alacak. Sonra, anomali çocuklar doğacak Kasar Köyü’nde. Zihinsel, bedensel engelli çocuklar. Gencecikten kanser olma sayıları artacak, bir baba, bir anne fidan gibi kızlarının yaşamını kurtarabilmek için dilinin alınmasına imza atacak. O imzanın mürekkebine anaların-babaların göz yaşları da karışacak.

BİR KERE BİLE AĞLAYAMADAN GÖMÜLEN ÇOCUKLAR

Kisir Köyünün yaylası Osmankuyusu. Latmos Dağlarının kayaları arasında kaybolmuş her yanı çayır çimen, çiçek bahçesi bir vadide onlarca uranyum sondajı var. 1960’larda yapılmış uranyum sondajları, sonra bölge olduğu gibi bırakılıp terk edilip gidilmiş. Geceleri, bu elektriksiz yaylada, taş evinin serinliğinde yorganına sarılıp gözünü yumduğunda niçin uyuyamadığını sorguluyor Yusuf Çenesiz. Bu tertemiz havada, efil efil kekik kokan rüzgarda sabahleyin neden dayak yemiş gibi kalktığını anlamaya çalışıyor. Eşi, ellerindeki yaraları deterjana yoruyor, ama taptaze gürbüz otların arasına saldığı koyununun neden orada durmak istemediğini bir türlü çözemiyor. Koyunu ancak bağlayarak tutabiliyor ki, kuzularının da analarının etrafından uzaklaşmasını önleyebilsin. Ancak kendi kuzusunun, hamile kızının ilk çocuğunu doğumuna günler kala kaybetmesinin nedenini hiç bilemeyecek. Üniversiteden hocaların gelip uranyum sondajlarında ölçüm yaptıktan sonra “radyasyon 500 kat fazla, burada nasıl duruyorsunuz” uyarılarındaki şüphe içini hep kemirecek. Anasının karnında 4 gün ölü yatan bebeğe otopsi istemeyecek, kıyamadığından. Toprağa tohum eker gibi gömecek gün yüzü görmeden ana karnında ölen torununu. 13 yaşında gençliğinin tomurcuğunda bir kız yaşayabilmek için dilini bırakacak Aydın’da bir hastane odasında. Kisir Köyü’nün mezarlığına bir kere bile ağlayamamış, sesi çıkmamış bir bebek gömülecek. Uranyum’u, radyasyonu bilmeden büyüyecek, ölecek dilsiz çocukları Ege’nin..
Eklenme Tarihi: 04 Mayıs 2014
http://www.evrensel.net/haber/83622/dilsiz-cocuklari-egenin.html
www.evrensel.net
Eklenme tarihi: 2014-05-04 07:17:25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...