27 Şubat 2015 Cuma

Efemçukuru altın madeninden dereye çimento akıyor


Özer AKDEMİR
İzmir'e 20 km uzaklıkta, kente su sağlayan baraj havzalarının sınırında yer alan Efemçukuru Altın Madeni doğayı zehirlemeye devam ediyor. 
Efemçukuru'nda arazilerini madene satmayan tek köylü olan ve açtığı dava ile kamulaştırılmak istenen tarlalarının elinden alınmasını önleyen Ahmet Karaçam, madenin galerilerinden çimento aktığını söyledi. 
Telefonla görüştüğümüz Karaçam, madenci şirketin bazı galerilere çimento bastığını ancak çimentonun donmadan eski bir galeri ağzından dışarı taştığını belirterek şunları aktardı; "Çimento bastıkları galeri yamaçta. Oradan eski bir maden ağzından çimento doğaya akmaya başladı. Eğimli yamaçtan çimento şu anda 300-350 metre aşağıya doğru akmış durumda. Çamlı Barajını besleyecek olan Kokarpınar deresine karıştı çimento. Şirket derenin içindeki çimentonun bir kısmını kepçeyle aldı. Bir kısmı ise donup kalmış. Köy tarafına akan çimentoyu ise üzerine toprakla örterek kamufle etmeye çalışıyorlar". (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 26 Şubat 2015 


Tehlikeli çarpıtma


Aliağa-Foça arasındaki demirçelik fabrikasından çıkan ve zararlı olduğu TÜBİTAK raporuyla da kanıtlanan atıkların, bordür, parke ve dolgu malzemesi yapımında kullanılmasına karşı açılan davada, bilirkişilerin TÜBİTAK’ın “tehlikeli” ifadesini “tehlikesiz” diye değiştirdiği ortaya çıktı. Mahkeme de bilirkişi raporuna dayanarak davayı reddetti. Bilim insanları raporun bilirkişilik gö reviyle bağdaşmadığı görüşünde.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aliağa-Foça arasındaki demirçelik fabrikasından çıkan ve zararlı olduğu TÜBİTAK raporuyla da kanıtlanan atıkların, bordür, parke ve dolgu malzemesi yapımında kullanılmasına karşı açılan davada, bilirkişilerin TÜBİTAK’ın “tehlikeli” ifadesini “tehlikesiz” diye değiştirdiği ortaya çıktı. Mahkeme de bilirkişi raporuna dayanarak davayı reddetti. Bilim insanları raporun bilirkişilik gö reviyle bağdaşmadığı görüşünde.
raporlar.jpg görüntüleniyor
ZEHİR YOLLARA SERİLDİ
Aliağa- Foça arasında yer alan demir çelik fabrikasından çıkan ve TÜBİTAK raporuyla da tehlikeli olduğu kanıtlanan cüruflar, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yollarda dolgu  malzemesi olarak kullanıldı. Gazetemiz konuyu 12 Şubat 2015’te “Büyükşehir yollara zehir seriyor” başlığıyla duyurdu. Haberimizin ardından açıklama gönderen İzmir Büyükşehir Belediyesi, cürufların “temiz” olduğunu iddia etti.
termik.jpg görüntüleniyor
MAHKEME DAVAYI REDDETTİ
İzmir 3. İdare Mahkemesi, konuyla ilgili açılan davayı geçtiğimiz günlerde reddetti. Mahkeme bu kararını, bilirkişi raporuna dayandırdı. 
Ancak TÜBİTAK’ın yaptığı analizlere dayanarak hazırlanan bilirkişi raporunun, değiştirilerek mahkemeye sunulduğu ortaya çıktı. Bilirkişiler, cüruf döküm alanından aldıkları örnekleri TÜBİTAK’a göndermişti.
curuf_vadi.jpg görüntüleniyor

‘TEHLİKELİ’, ‘TEHLİKESİZ’ OLARAK DEĞİŞTİRİLDİ
TÜBİTAK’tan gelen raporun sonuç bölümünde yer alan “Atık cüruf örneğinin ‘tehlikeli atık’ olduğu sonucuna varılmıştır” ifadesi, bilirkişiler tarafından “tehlikesiz atık” olarak değiştirilerek mahkemeye sunuldu. Mahkeme de bu rapora dayanarak açılan davayı reddetti. 
Bilirkişi heyetinde Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Pala, aynı üniversitenin Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Batar ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Avcı bulunuyor. Ulaşmaya çalıştığımız bilirkişiler, henüz bize bir geri dönüş yapmadı. 
‘SAHTECİLİK’
Kendi üniversitesinden iki akademisyenin de imzasının bulunduğu raporu eleştiren Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, bilirkişi raporunun TÜBİTAK raporunda yazılanların tam tersi bir değerlendirme içerdiğini belirtti. Küçükgül, bilirkişilerin raporunda TÜBİTAK raporundaki ifadenin değiştirilmesini “sahtecilik” olarak niteleyerek, hukuki girişimlerin derhal başlatılması gerektiğini söyledi.  Davanın hukukçusu Av. Enis Dinçeroğlu kendilerinin mahkemeye sundukları dilekçede atıkların “tehlikeli atık” oluğunu özellikle vurguladıklarını belirterek, bilirkişi raporundaki bu değişiklikle ilgili “Hocalar nasıl böyle bir şey yaptı, anlayamıyorum” dedi.
curuf_yığın.jpg görüntüleniyor
BİLİRKİŞİLİKLERİ SORGULANMALI
Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa ve bölüm öğretim üyelerinden Doç. Dr. Raika Durusoy, iki rapor arasındaki çelişkilerin altını çizdi. Akademisyenlerin bilirkişi raporunu değerlendirmesi şöyle: 
1. Atıkların içindeki dioksin ve ağır metal hafife alınmış, ayrıca TÜBİTAK MAM raporunda cüruf örnekleri için belirtilen “tehlikeli atık” tanımlaması görmezden gelinmiştir
2. İşletme içindeki kuyudan alınan örnekte insani tüketim amaçlı suların kriterlerine göre arsenik, bakır, cıva, kadmiyum, krom (6+) düzeylerinin yüksek olduğu, ancak sulama suyu olarak kullanılabileceği belirtilmiştir. Ancak doğada yeraltına ulaşan suyun yalnızca sulamada kullanılabileceği insani tüketim amaçlı sulara karışmayacağı gibi bir kural yoktur. Hiç beklenmedik yerde içme sularına karışabilme olasılığı vardır. 
3. Cürufların zararlı etkileri parke veya bordür haline getirilince tamamen yok olacağı konusunda kesin yargıya nasıl varılmıştır, bu anlaşılamamaktadır.
4. Raporun büyük bölümünün “Cüruf geri kazanımı, beton parke ve bordür yapımı, dolgu malzemesi ve cüruf depolama tesisi projesi”ne ayrılmış olması da, bilirkişilik göreviyle ne kadar bağdaşmaktadır, ayrıca sorgulanmalıdır.
TEHLİKE, YILLARDIR BİLİNEN BİR GERÇEK
İzmir Büyükşehir Belediyesinin ve mahkemece atanan bilirkişilerin “tehlikesiz” dediği atıklar, yetkililer tarafından yıllardır zararlı olarak nitelendi. Aliağa’da 2006’da yapılan bir toplantıda dönemin Aliağa Belediye Başkanı Tansu Kaya,  “...birikmiş cüruf dağları tehlikeli atık madde kapsamında görünmektedir. Elimizdeki verilere göre yaklaşık 7-8 milyon ton tehlikeli diye adlandırılan bu malzeme fabrikaların sahalarında depolanmış vaziyettedir. Ne yazık ki elimizde milyon tonlarca tehlikeli cüruf atığı mevcut” demişti. Zamanın Çevre Orman İl Müdürü Osman Tatar da, “20 yıldan bu yana atıklar tehlikeli tehlikesiz ayrımı yapılmadan depolandı. Zamanında bunlar ayrı depolansaydı böyle bir sorunu bu gün konuşmayacaktık. 20 yıldır süre gelen sanayi atıklarında bölgede her firma ayrı ayrı atık alanları oluşturdu. Bu iş, altından kalkılmaz bir sorumluluk yükledi bizlere” demişti.
Eklenme Tarihi: 27 Şubat 2015 

26 Şubat 2015 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Dersim Pembelik mahsur aile_27 Şubat 2015 Cuma Saat: 20.00

ÇEPEÇEVRE YAŞAM

Dersim Elazığ arasındaki Pembelik Barajı mahkeme kararlarına aldırmadan su tuttu. Baraj göleti Dersim'in doğasını, topraklarını, çiçeklerini, kutsallarını su altına gömmekle kalmadı. Arduç ailesini gölün ortasında mahsur da bıraktı. 6 aydır karayla bağlantıları kesik bir şekilde baraj göletinde mahsur kalan Arduç ailesinin öyküsü Çepeçevre Yaşam'da.
Çepeçevre Yaşam Kemal ÖZER'in çekimleri Özer AKDEMİR'in sunumuyla 27 Şubat 2015 Cuma 20.00'de Hayat Televizyonu'nda.


24 Şubat 2015 Salı

Sağlık örgütleri yine uyardı: Termik santral ölüm demektir!

Özer AKDEMİR
TTB'nin de aralarında olduğu hekim örgütleri, Türkiye’de son birkaç yıldır hızlanan kömürlü termik santral yatırımları ve kentlerde hava kirliliğindeki endişe verici artış dolayısıyla ortak basın açıklaması yaptı. 
Sağlık ve Çevre Birliği HEAL’in girişimi ile hazırlanan kısa broşür, Türkiye’den beş hekim ve tıbbi uzmanlık kuruluşunun işbirliği ile yayımlandı. Türk Tabipleri Birliği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Türk Toraks Derneği, Türk Solunum Araştırmaları Derneği ve İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği Türkiye’deki düşük hava kalitesinin, halk sağlığı üzerinde ağır bir faturası olduğunu ortaya koydular. 5 örgütün ortak imzasıyla yapılan basın açıklamasında Türkiye'nin, Avrupa’da hava kirliliğinden kaynaklı erken ölüm oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden birisi olduğu dile getirildi. Açıklama da Türkiye’de sadece 2010 yılında, dış ortamda partikül madde (PM) ve ozona maruz kalma sonucu 28 924 kişinin hayatını kaybettiği tahmin edildiği belirtildi. Kirli havanın yol açtığı sağlık sorunları ve hastalıkların altının çizildiği basın açıklamasında Ekim 2014’te yine 5 hekim örgütünün ortak imzasıyla hükümete yapılan çağrıya dikkat çekildi. Bu ortak basın açıklamasında hükümeti, yeni kömürlü termik santrallerin kurulmasına izin vermemeye, kurulu bulunan santrallerde mevcut en iyi uygulamaların kullanılmasını zorunlu tutmaya ve sağlık üzerine en zararlı etkileri olduğu bilinen linyitle çalışanlar başta olmak üzere, aşamalı olarak kömürlü termik santrallerden vazgeçmeye çağırmışlardı.
ALARMA GEÇİLDİ
Halen Türkiye’de en az 80 yeni kömürlü termik santralin yapılması planlandığını vurgulayan açıklamada şu görüşlere yer verildi; "Türkiye’deki Hekim ve Tıbbi Uzmanlık Örgütleri Hava Kirliliği Hakkında Alarmda. Son birkaç yıldır hızlanan kömürlü termik santral yatırımları ve kentlerde hava kirliliğindeki endişe verici artış, hekim ve tıbbi uzmanlık derneklerini alarma geçirdi. Türk Toraks Derneği (TTD), hava kirliliği sağlık etkileri konusunun derneğin gündeminin üst sıralarında yer aldığını belirtiyor. Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER), Sağlık Bakanlığı’nın acilen önlem alması gerektiğini vurgularken ülkemizde çok yüksek olan partikül madde sınır değerlerinin bir an önce WHO Hava Kalitesi Rehberi’nde tanımlanan değerlere indirilmesini sağlamaya çağırıyor. İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği(İMUD) ise, linyit kullanımının ne denli önemli bir çevre sağlığı sorunu oluşturduğunun altını çiziyor" (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 23 Şubat 2015

23 Şubat 2015 Pazartesi

Karaot Plajı’na bilirkişi koruması


Özer AKDEMİR
İzmir
Nesli tükenme tehdidi altındaki caretta caretta deniz kaplumbağalarının üreme alanlarından Fethiye Karaot Plajına yapılmak istenen yat-çekek limanı ile ilgili açılan davanın bilirkişi raporu belli oldu. Bilirkişiler yatlara bakım, imal ve konaklamak için planlanan limanın, ekosistemi bozacağını söyleyerek, limanın aynı zamanda ulusal ve uluslararası yasalara ve kamu yararına aykırı olacağı sonucuna vardı.
EKOKSİSTEM DENGELERİ BOZULUR
Fethiye ilçe merkezinde bulunan yat çekek limanının görüntü ve deniz kirliliği yarattığı gerekçesiyle Yanıklar Köyü Karaot Plajı’na taşınmasına dönük projeye verilen “ÇED olumlu” kararına karşı yöre halkının açtığı davada sevindirici bir gelişme yaşandı. Caretta Carettaların üreme alanlarından olan ve bu nedenle de uluslararası yasalarla korunan Karaot Plajı’nda yapılmak istenen liman projesine karşı açılan davada geçtiğimiz  yılın sonunda yapılan bilirkişi incelemesi raporu mahkemeye gönderildi. Prof. Dr. Mustafa Sarı, Prof. Dr. Habib Muhammetoğlu ve Prof. Dr. Fevzi Yılmaz’dan oluşan bilirkişi heyeti Karaot’a tekne imal, bakım, onarım ve çekek yeri limanı projesinin gerçekleşmesi durumunda oluşabilecek sakıncaları maddeler halinde sıraladı;
1. Yörede bitki örtüsüne, canlılara (özellikle deniz kaplumbağalarına) tarım ve turizm sektörüne olumsuz etkilerinin olacağı ve davaya konu faaliyetin bu alandaki ekosistem dengelerinde geri dönüşümü zor ve telafisi imkansız  zararlar vereceği,
2. Dava konusu ÇED olumlu kararının dayandırılmaya çalışıldığı, halen onama işlemleri tamamlanmamış imar planları ve planlarda getirilen plan kararları 1/ 100 bin ölçekli çevre düzeni plan kararlarına, Akdeniz’in korunması için imzalanan “Barselona Antlaşmasına ve diğer uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu gibi, imar mevzuatına, belde ihtiyacı ve kamu yararına da uygun değildir.”
‘GÖZÜN GÖRDÜĞÜ TESPİT EDİLDİ’
Bilirkişi raporunun son derece olumlu olduğunu söyleyen davanın hukukçusu Bora Sarıca, “Raporun ekokosistemin geri dönümsüz ölçüde zarar vereceği yönündeki kanaati bizleri şaşırtmamıştır. Bilimsel gerçeklik dikkate alınarak verilen görüş olması gerekenden öteye, yeni bir bulgu değil gözün gördüğünün tespit edilmesi anlamını taşımaktadır. Karaot plajının geleceğinin kurtarılması ve yöre halkının sağlığı yönünden verilen bu karar sevindiricidir” dedi.

NE OLMUŞTU?
Karaot Plajı ve çevresinin hassas zon, doğal sit, sığla ormanı ve arkeolojik sit gibi birçok koruması olmasına rağmen 2010 yılında Maliye Bakanlığı sahili 49 yıllığına Fethiye Yat ve Çekek İmalat ve Yapımcıları Kooperatifine tahsis etti. Yat çekek tesisin yapılması planlanan yer nesli tehlike altındaki deniz kaplumbağalarından koruma altındaki Caretta caretta (EN ) ve Chelonia mydas (EN) türlerinin üreme alanı. Bu nedenle, gelen tepkiler üzerine 2011 yılında askıya alınan proje, 2013 yılında “kamu yararı” kılıfına sokularak tekrar gündeme getirildi. Eş zamanlı olarak yine aynı sahildeki Çiftlik beldesinde ikinci bir yat çekek ve imal yeri projesi Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından  onaylandı. Bu projelere verilen ÇED olumlu izinlerine karşı yöre halkının açtığı dava halen devam ediyor.
Eklenme Tarihi: 23 Şubat 2015


20 Şubat 2015 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Mersin Kazanlı Programı_20 Şubat 2015


Mersin Kazanlı sahillerinde krom ve soda fabrikası 30 yılı aşkın bir zamandır toprağı, suyu ve havayı kirletiyor. Şimdi yanlarına bir de sülfirik asit fabrikası geliyor. Sahiller Caretta Carettaların üreme alanı.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM Kazanlı halkının kirli sanayi yaşadığı sorunları ekranlarınıza taşıyor.
Çepeçevre Yaşam 20 Aralık 2015 Cuma Saat: 20.00'de Hayat Televizyonunda.
20 Şubat 2015 Cuma akşam 20.00'de HAYAT Tv'de.

Tanıtım videosu: https://www.youtube.com/watch?v=maPR3WetkIg

Programın tamamı: https://www.youtube.com/watch?v=XkgZRtpgdpU

Belediyenin işine TÜBİTAK da şaşıracak


Aliağa-Foça arasındaki demir çelik fabrikalarının cüruflarının İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yollara serilmesi ile ilgili haberimize yanıt geldi. Yola serilen pasaların “tehlikeli atık” olmadığını ve kirlilik yaratmadığını ileri süren İBB cürufların alt yapı malzemesi olarak kullanılabilirliğine dair raporlar bulunduğunu ileri sürdü. Oysa 2013 tarihli TÜBİTAK Raporu bu iddiaların tam tersini ortaya koyuyor.

İBB: ATIKLAR TEHLİKESİZ
Bu demir çelik cüruflarının bileşimlerinde tehlikeli atıklar olduğu ve bunların bu şekilde kullanılmasının yaratacağı risklere dikkat çeken uzman görüşlerine yer verdiğimiz haberimizle ilgili İBB tarafından gönderilen açıklamada kullanılan malzeme için "işlenmemiş demir çelik cürufu olmayıp;... belli proseslerden geçirilerek üretilen dolgu malzemesidir" denildi. İşlenmemiş demir çelik cüruflarının dahi "tehlikesiz atık" olduğunu ileri süren İBB, TÜBİTAK- Marmara Araştırma Merkezi tarafından atıklarda yapılan analiz sonuçlarına da atıfta bulunarak, "ürünlerin insan sağlığına etki edecek şekilde kirlilik etkisi yaratması söz konusu değildir” görüşüne yer verdi.

TÜBİTAK YALANLIYOR
Foca Ilıpınar Gölyüzü mevkiine dökülen cüruflara karşı davada verilen TÜBİTAK raporu ise İBB'nin yukarıdaki iddialarının tam aksini söylüyor. 12 Kasım 2013 tarihihli Çevre ve Temiz Üretim Enstitüsü raporunda atık cürufların analiz sonuçları değerlendiriliyor. Bu rapordaki bilgilerin değerlendiren 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğr üyesi Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül, atıkta ilk ölçülen parametre pH= 12.4 olduğunu, belirterek, "Bu sonucu görünce diğer analizleri yapmaya gerek yok bir atığın pH değeri 12’den büyükse bu tehlikeli zararlı atıktır" dedi. Analizde çok toksik ve tehlikeli olan dioksin ve furan atık cüruf bileşiminde düşük değerde olsa da saptandığını kaydeden Küçükgül, "Bu parametreler ekosistem için çok önemlidir, çünkü canlı yaşam için çok riskli maddelerdir" dedi. Hazırlanan  raporun en can alıcı ifadesinin atık cürufların su ile reaksiyona ile oluşan etki olduğuna işaret eden Küçükgül rapordaki, "cüruflar açıkta depolanmamalı, yağmur suları ile temas etmemeli, özel önlemler alınarak ekosistem bu zarardan korunmalıdır" ifadelerine dikkat çekerek, "daha ne yazılması gerekir ki!" dedi. 
ÖZEL SEKTÖRÜN YAPMASI GEREKEN KAMUYA MAL EDİYOR
İBB'nin açıklamasında yer alan cürufların tehlikesiz olduğu ifadesini eleştiren Küçükgül, "İncelediğimiz bu TÜBİTAK raporunun hiçbir yerinde “cürufun baca gazı tozu ile kontamine olmadığı ve içerik bakımından tehlikesiz nitelikte bir atık olduğu sonucuna varılmıştır” gibi bir ifade yoktur. Ben mi okur yazar değilim yoksa yerel yönetimimizin uzmanları benim göremediğim satırları mı görebiliyorlar" diye konuştu. Küçükgül; "TÜBİTAK raporları bu konunun önemini riskleri ortaya koyup önlem alınması gerektiğini ve atıkların tehlikeli olduğunu söylerken İBB'miz nasılda özel sektörün bu belalı kirli atıklarını bizim adımıza sahiplenip zararsızdır diyebilmekte ve sektörün yapması gereken harcamaları kamuya mal etmeyi gerekli görmektedir" dedi.

NASRETTİN HOCA FIKRASI GİBİ!

Kimya Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi Eski Başkanı Ertuğrul Barka İBB’nin açıklamasını “Nasreddin Hoca fıkrası gibi” gibi yorumlayarak şöyle konuştu.
Zamanın İzmir Çevre İl Müdürü Doç. Dr. Osman Tatar’ın, Aliağa Belediyesi meclis salonunda demir çelik fabrikaları, madenciler ve Aliağa Belediyesi başkanı ile meclis üyelerinin katıldığı toplantıda, “Aliağa’da tehlikeli atık sınıfında en az 8 milyon ton EAOT bulunduğunu ve ne yapacaklarını bilemediklerini itiraf ettiğini aktaran Barka, “Bozköy karşısındaki vadi içinde bunlardan kilit taşı yaptılar ve yollara döşenmeye başladı. Ayrıca, Aliağa’da satın aldıkları verimli tarım arazilerine, halkın karşı çıkışına ve direnişine rağmen yığdılar” dedi. 

BELEDİYEYE SORULAR
Barka, İBB'nin açıklamasına karşı şu soruları yöneltti;
"1. Milyonlarca ton tehlikeli atığın olduğu yerden alına ve tehlikeli atık ihtiva etmediği sonucu tespit edilen numuneler, acaba tüm atık kütlesini temsil edebilecek miktarda mı alınmıştır? Yani, alınan numune miktarı, tüm atığı temsil edebiliyor mu?
2. Atıktan numune hangi standart ve yönteme uygun olarak alınmıştır?
3. Yollara serilen ve cüruf olduğu söylenen atıklar, bu serilme işlemi sırasında, örneğine uygun olup olmadığı konusunda denetlenmiş midir; yoksa alınan ve tahlili yapılarak, tehlikeli atık değildir raporundan sonra, EAOT'ları da ihtiva eden atıklar serilmiş olamaz mı?
4. Var olan ve halen üretilmeye devam eden EAOT ve cürufları nerelerde ve hangi koşullarda depolanmaktadır?"

17 Şubat 2015 Salı

Mihrican mı değdi gülün mü soldu?

Özer AKDEMİR
Mersin
Siz hiç tecavüz edilip yakılarak öldürülen, 20 yaşında bir genç kızın Sevgililer Günü’nde cenazesinin kalktığı kentte bulundunuz mu? Biz bulunduk! Kasvetten mi, hüzünden mi, mevsimden mi, yapış yapıştı hava.
Siz hiç o kentin sokaklarını gezerken, Özgecan’ın da bu sokaklarda gezdiğini düşünüp içinize çekildiniz mi acıdan? Mersin sokakları öyleydi biraz. Kent kendini içine çekmiş gibiydi. Soluk alıyordu bir yandan, bir yandan aldığı havanın ağırlığından ciğerleri yanıyordu adeta.
Kentin acısını anlamak için belki biraz kente dışardan bir gözle bakmak gerekiyordu. Biz öyle yaptık. Özgecan’ın cenazesinin evinin bulunduğu sokaktan kaldırılmasından saatler önce dolaştık kentin damarlarını. Bütün bu süre boyunca incecik bir yağmur eşlik etti bizlere. Islatmayan ama yine de kendini hep duyumsatan bir yağmur.
Özgecan’ın cenazesinin kalktığı saatlerde Akdeniz Belediyesinin salonundaki Ekoloji Meclisi 2. Genel Kurulunu yapıyorduk. Yaşam alanlarımızın, yaşamlarımızın, nice Özge Can’larımızın yok olmaması için neler yapılabileceğini, nasıl yapılacağını, konuştuk. Kentin sınırları içerisinde yapımı devam eden nükleer santral karşıtı mitingin öngününde doğaya yönelik katliamlar, talanlar konuşuldukça kürsüden, hep Özge Can’larımız yandı bir kez daha.
Karadeniz’de derelere tecavüz ediyorlardı. Suları borulara hapsedip yatağından koparıyorlar, sesini soluğunu boğup doğasından ayırıyorlardı.
Ege’de zeytinleri henüz gebeyken, meyveleri olgunlaşmadan kesiyorlardı.
Su havzalarında, bozkırda, ormanların serin kuytuluğunda ve dağların eteklerindeki altın madenlerinde siyanürü toprağa sızdırıp, bir avuç sarı şeytan için toprağı, suyu, havayı kirletiyorlardı.
Trakya’da, Kürt illerinde, Akdeniz’de, dört bir koldan ovalara, meralara, yaylalara kondurulan rüzgar enerji santralleri, jeotermal enerji santralleri “temiz” bir örtü ardında gizleyip kendini, tarımı, tarlayı, merayı talana girişiyor, köylünün uykusunu bölüp geleceğini geceye çeviriyordu.
Akdeniz’in sahillerinde milyon yıldır yaşayan, hep aynı sahile yumurtlayan carettaların üreme alanlarına tecavüz ediyorlardı, etmek istiyorlardı. Dalyan İztuzu’nda devletin gözetiminde özel şirketler eliyle tecavüz girişimi vardı sahillere. Fethiye Karaot’ta yat limanı yapmak için ve Mersin Kazanlı’da soda kromsan fabrikaları tarafından 30 yıldır alenen bir tecavüz vardı deniz kaplumbağalarının yurtlarına.
“Ekonominin lokomotifi, AKP’nin iktidar sırrı” denilen inşaat ve enerji sektörünün talan ve tecavüzleri bizzat hükümetin kollamasında tüm hızıyla devam ediyordu. Hükümet, şimdi de seçimler öncesi ayak sesleri iyice hissedilen krizi biraz olsun öteleyebilmek için bankalara baskı yapıyor, inşaatçıların ve enerji baronlarının kredi kullanımı için muslukların ardına kadar açılmasını istiyordu. Bunun sonucu olarak, dağın taşın, yeşil çimenli örtüsü sıyrılıyor, otoyollara malzeme, çimento fabrikalarına cevher taş taş kırılıyordu. 

NÜKLEERİ DE SAVUNUYOR TECAVÜZCÜLERİ DE 
Bir başka tecavüz girişimi vardı ki tüm bunların konuşulduğu toplantı salonunun bulunduğu kentin sınırları içerisinde, Akkuyu’daydı. Daha birkaç gün önce Türk Tabipleri Birliği tarafından “etkisi bütün dünya”dır denilen nükleer santral kurulması çalışmalarıydı. Taş ocakları ruhsatıyla, kimseyi alana yaklaştırmadan gizli saklı devam eden nükleer santral tesislerinin kurulması çalışması, yalnızca bulunduğu coğrafyaya değil, bölgeye, ülkeye değil, bütün dünya halklarına ve canlılarına yönelik bir tecavüz girişiminden başka bir şey değildi.
Ekoloji Meclisinin toplantısında adının Nazım Karataylı olduğunu söyleyen bir avukat çıkıp kürsüye nükleer santrali savunmaya kalkınca tüm salonun tepkisini çekmişti. Tepkilere pek aldırmayan, kürsüden inerken de salona “Bu iş böyle olmaz, sosyalizm-komünizm gerek” gibi sözler sarf eden kişinin, bir gün sonra tecavüz edilip, yakılarak öldürülen Özgecan Aslan’ın katil zanlılarının avukatlığına soyunduğunu öğrendik. Bütün doğaya, insan aklına, insan vicdanına, canlı yaşamına alenen tecavüz demek olduğu bilimsel raporlarla ortaya konan nükleer santrali savunan bir kişinin, tüm toplumu ayağa kaldıran bir tecavüz ve vahşet sanıklarını savunmasında yadırganacak bir durum da yoktu aslında. Bunu “Savunma hakkı diye bir şey var” sözleriyle açıklamak ise, başta katilin savunmasını üstlenmeyeceğini açıklayan üyesi olduğu Mersin Barosuna, bu vahşetin acısını en çok duyan Özgecan’ın ailesine ve tüm vicdanını yitirmemiş insanlığa saygısızlıktı.
Özgecan, henüz 20 yaşında doğaya, kendi gibi düşünmeyen tüm insanlığa düşman bir zihniyetin hüküm sürdüğü zamanlarda, vahşice koparıldı aramızdan. Geride, fotoğraflara yansıyan hep gülümseyen güzelliği, annesinin “kuzusu-bir tanesi”, babasının tabutuna sarılıp “Uyan kızım gelinliğini getirdim” feryatları, fıtratına ölüm biçilen kadınlarımızın, insanlığımızın paramparça yapıldığı bir acılar iklimi kaldı.
“Mihrican mı değdi gülün mü soldu / Gel ağlama garip bülbül ağlama”...
Eklenme Tarihi: 17 Şubat 2015

Ekoloji Meclisi 2. Genel Kurulu yapıldı

Ekoloji Meclisi 2. Genel Kurulunu Mersin’de gerçekleştirdi. Ülkenin dört bir yanında ekoloji mücadelesi yürüten yaşam savunucuları nükleer santral karşıtı mitingi öncesinde sermayenin talan girişimlerine karşı bir arada durabilmenin ve ortak direniş yaratabilmenin yol ve yöntemlerini konuştu.
EKOLOJİYİ SİYASETİN GÜNDEMİNE TAŞIMALIYIZ
Mersin Akdeniz Belediyesi toplantı salonunda gerçekleştirilen Genel Kurulun açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Beyza Üstün TMMOB’nin ve aylardır işlerine geri dönmek için direnen Mersin Büyükşehir Belediyesi işçilerinin mücadelesini selamlarken, vahşice öldürülen ve cenazesi aynı gün Mersin’den kaldırılan Özgecan Aslan şahsında kadına yönelik şiddeti de kınadıklarını belirtti. Üstün, Ekoloji Meclisinin kapitalist şirketler dışında her kesime açık olduğunu aktardı. Üstün, “Bir taraftan örgütlenirken diğer taraftan mücadeleyi siyasallaştırmayı, sorunun olduğu yere örgütlü müdahaleyi öreceğiz” diye konuştu.
Genel seçim sürecine girilen bir atmosferde Ekoloji Meclisinin Genel Kurulu da, bu yönde değerlendirmelerin bolca yapıldığı bir toplantı şeklinde geçti. “Meclisin kurulmasının ardından Türkiye siyasetini ekoloji gözlüğü ile yeniden değerlendirmesini daha iyi yaptık” diyen Ankara’dan Avukat Mehmet Horuş, AKP’nin kendi iktidarının devamı için ekolojik yıkıma yol açacak faaliyetleri arttıracağı uyarısında bulundu. Horuş, “Ekoloj Meclisi tüm siyasetin gündemine ekolojiyi taşımalı. Seçimlerde en az 15-20 tane aday çıkartmalıyız. Bu seçimi doğanın, ırmakların, havanın da geleceğine dönüştürebilmeliyiz” dedi.
ÜLKE ENERJİSİ SABIKALI ŞİRKETLERE TESLİM
Bursa DOĞADER Temsilcisi Yusuf Gürsucu, ülkedeki bütün sermaye gruplarının enerji yatırımlarına yöneldiğine dikkat çekerken, sermayeye para akıtabilmek için kamunun elindeki enerji santrallerinin yüzde 5 kapasite ile çalıştığını, özel sektörünkilerin ise yüzde 80’lere çıktığı bilgisini paylaştı. Avukat Eşber Yağmurdereli, Erzurum Tortum halkının HES’lere karşı verdiği mücadele deneyimini anlatırken, hükümete karşı dişe diş direnen köylülerin sandığa geldiğinde tercihlerini yine aynı partiler arasında yaptığını belirterek, bunu anlamaya ve buna göre bir çalışma yapmaya ihtiyaç olduğunu söyledi. Fatoş Osmanağaoğlu kentlerde ciddi bir talanın devam ettiğini belirterek, “Kent ormanlarımız yok ediliyor. Sularımız yok ediliyor. Kent yoksulları ve emekçiler planlı bir biçimde şehir dışına itiliyor. Tüm meydanlarımızı elimizden alarak bizi de mücadele alanlarımızdan koparmaya çalışıyorlar” dedi. Sinop Nükleer Karşıtı Platform (NKP) yürütmesinden Zeki Karataş hükümetin kendi ülkelerinde sabıkalı şirketlere ülkenin enerjisini teslim etmeye çalıştığını aktarırken, Yeşiller ve Sol Gelecek Eş Sözcüsü Sevil Turan nükleer santral projeleri ile birlikte yoğunlaşan uranyum madenciliğinin yaratacağı ekolojik sorunlara dikkat çekti. Mersin Halkevi Başkanı Şamil Işıkcevahir de, siyasetin ekolojiye nasıl katkı sağlayacağının yollarını tartışmayı önerirken, Erzincan İliç’teki altın madeninin yarattığı yıkımdan bahsetti.
YERELLERDEN MECLİSE
Toplantıya Kuzey Kıbrıs’tan katılan Fatih Bayraktar, Mersin’de yapılacak nükleer santralde Kıbrıs’ın risk altında olan yerlerden birisi olduğunu bilerek Türkiye’deki mücadeleyi sahiplendiklerini dile getirdi. Tarsus Boğazpınar köyündeki HES karşıtı mücadelenin başlangıcı ve gelişim süreci hakkında bilgi veren Ahmet Öztürk, köylülerdeki değişime dair örnekler verdi. Tüm Köy Sen Temsilcisi Sedat Başkavak, Meclisin ilk toplantısında da tespit edilen eksikliklerin konuşulması gerektiğini belirterek, “Mücadele eden bütün örgütleri bir araya getirmeye çalışıyoruz. Bu çıkış noktasında ısrar etmemiz lazım. Seçim sürecine de ekoloji meclisinin ortaya koyacağı ilkelerle girelim” dedi. Toplantıda EGEÇEP adına konuşan Özer Akdemir, ekoloji mücadelesi bir siyasi partinin etkisindeymiş, güdümündeymiş gibi görülmesinin darlaştırıcı bir etkisi olacağını belirterek, “Öncelikle yerellerdeki mücadelelerin güçlendirilmesi ana eksen olarak ele almalı ve bu mücadeleleri Ekoloji Meclisine güçlü bir şekilde taşımalıyız. Meclis Türkiye ekoloji mücadelesinin önemli bir odağı ise seçim sürecinde de ekolojist adayların Meclise girmesi için çalışmalıdır” dedi.
Konuşmaların ardından iletişim-basın kurulu, hukuk kurulu, bilgi üretimi ve yaygınlaştırma kurulu, kültür sanat komisyonu gibi alt komisyonlarını belirleyen Meclis, günün sonunda yeni yürütmede görev alacak kişilerin seçimi ile toplantısını tamamladı.
KATILAN BAZI KURUMLAR
Hatay Samandağ RES Karşıtı Mücadele Platformu, Bakırtepe Çevre Platformu, EGEÇEP, Halkevleri Mersin Şubesi, Boğazpınar HES Karşıtı Platformu, Çevre Mühendisleri Odası İstanbul ve İzmir Şubeleri, çeşitli üniversitelerden öğretim üyeleri, Mersin ve Ankara Barosundan hukukçular, Mersin ve Sinop NKP, Mezitli Kent Konseyi, Greenpeace, Baraka, Tüm Köy Sen, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, İHD, Tahtacılar Derneği, HDP, YSGP, SYKP, Mersin Eğitim Sen, HDK Ekoloji Komisyonu, Ekoloji Kolektifi. (Mersin/EVRENSEL)

 Eklenme Tarihi: 16 Şubat 2015 

14 Şubat 2015 Cumartesi

TTB: Halk Sağlığı açısından nükleer santral kabul edilemez



Özer Akdemir

Mersin’de binlerce kişi Akkuyu’ya kurulmak istene nükleer güç santrali (NGS)ni istemediklerini belirten bir mitingde bir araya geliyor. Türk Tabipler Birliği Halk Sağlığı Kolu’da bu mitingle eş zamanlı olarak halk sağlığı açısından nükleer santralin kabul edilemez olduğunu ortaya koyan raporunu açıkladı.

ÇED RAPORUNDA CİDDİ EKSİKLİKLER VE HATALAR VAR

“TTB Halk Sağlığı Kolu Akkuyu NGS Projesi ÇED Raporunun Değerlendirilmesi” başlıklı kapsamlı rapor 69 sayfadan oluşuyor. Raporun girişinde NGS’nin çevresel etkilerinin, özellikle de sağlığa etkilerinin ayrıntılı, bir şekilde değerlendirilmesinin, bu tesisin önümüzdeki onlarca yıl içerisinde gösterebileceği muhtemel etkileri öngörebilmek, ortaya çıkması olası olumsuz etkilere karşı koruyucu önlemler tasarlamak ve bu tasarımları uygulamaya geçirecek bir yol haritası ortaya koymak bakımından önemli olduğunun altı çizildi. 2014 Aralık ayı içerisinde yayınlanan santral ÇED Raporunu halk sağlığı uzmanı ve halk sağlığı doktorası unvanı bulunan akademisyen ve öğretim elemanları ile değerlendiren TTB Halk Sağlığı Kolu Akkuyu NGS ÇED Raporunun halk sağlığı açısından birçok yönüyle ciddi sorunlar, eksiklikler ve hatalar içerdiği sonucuna vardı.

RADYASYONUN ETKİLERİ

Radyasyonun “beş duyumuz ile algılayamadığımız için kaçınamadığımız ve kendimizi koruma refleksi geliştiremediğimiz için gözlemlenemeyen; etkisi başladıktan sonra bugünkü ve gelecek nesillerde etkisi devam ettiği için denetlenemeyen bir risk” olduğunun belirtildiği raporda, etkileri şu başlıklar halinde sunuldu;

• Genler ve kromozomlar üzerine etkiler
• Sitotoksik (Hücre düzeyinde toksik) etkiler
• Akut radyasyon sendromu (hastalığı)
• Kanser yapar etkiler
• Kanser dışı, yaşam süresini kısaltan etkiler
• Prenatal (Anne karnındaki bebekteki) etkiler
• Ruhsal etkiler

NÜKLEER SANTRALİN ETKİ ALANI BÜTÜN DÜNYADIR

Nükleer santrallerinin hem maliyeti hem de risk potansiyelleri oldukça yüksek olduğunun belirtildiği raporda, Çernobil ve Fukuşima örnekleri verilerek geri dönüşümü olanaklı olmayan sonuçlara neden olabileceğine dikkat çekildi. Konuyu sadece ekonomik ya da enerji kaynağı boyutundan görmek ya da Akkuyu NGS ÇED Raporu’nda olduğu gibi santralin işletmesi esnasında hiçbir riskin olmayacağını ön görmenin bilimsel bir değerlendirme yöntemi olmadığının altının çizildiği raporda nükleer enerji tesislerinde “öngörülemeyen risk olasılığının” yüksek olduğuna vurgu yapıldı. Santralin ÇED raporunu hazırlayan ekibin, Türkiye’de ilk kez yapılan böylesi bir tesisi değerlendirecek yeterlilikte olmadığını altını çizildiği raporda, santralin etki alanının çok sınırlı tutulduğu belirtilerek; “Bir nükleer santralin etki alanı bütün dünyadır” denildi.

ÇED RAPORUNDA YETERSİZ VE YANILTICI BİLGİLER VAR

NGS ÇED Raporu’nda radyasyonun sağlık üzerine etkileri ile ilgili aktarılan bilgilerde eksiklikler ve hatalar olduğunu tespit eden TTB Halk Sağlığı Kolu bu başlıklar altında verilen bazı bilgilerin yetersiz ve yer yer yanıltıcı olduklarını kaydetti. TTB Raporunda, “Bu durum, ÇED Raporu’nun hazırlanma süreci ve uzmanlık alanlarının katkısı konusundaki kuşkuları arttırmaktadır. ÇED Raporu’nda bölgedeki hastalıklar başlığında sadece kanser verileri kullanılmıştır” diyerek değerlendirmeye alınmayan diğer hastalık verilerinin sağlık değerlendirmesi açısından gerekli olduğunu kaydetti. Raporda sağlık etkilerine dair değerlendirmelerde önemli yeri olan doz hesaplamaları ve öngörüleriyle ilgili de sorunlar olduğuna dikkat çekildi.

KAZA SENARYOLARI GERÇEKÇİ DEĞİL

NGS’deki olası kaza senaryoları ile ilgili de eleştiriler getiren TTB Halk Sağlığı Kolu, 30 km yarıçapındaki bir alanın tahliyesi ve 80 km’lik yarıçaplı bir alandaki tarım faaliyetlerinin tamamen durmasını öngören senaryodaki mesafelerin de gerçekçi olmadığını Çernobil ve Fukushima kazalarının binlerce km öteye taşınan etkilerini kanıtlayan bilimsel verilerle ortaya serildi. 60 yıl ömür biçilen tesisin en önemli sorunlarından birisinin de atık sorunu olduğuna işaret edilen raporun sonuç kısmında şu ifadelere yer verildi; “TTB Halk Sağlığı Kolu olarak; “Enerji üretiminin ekonomik boyutunun toplumsal maliyetler ile birlikte devasa bir boyuta ulaştığı göz önüne alınarak; - Sağlıklı ve barışçı birçok seçeneği olan Akkuyu nükleer santrali projesi yatırımdan vazgeçilmesinin halk ve çevre sağlığı bakımından en iyi seçim olacağını ve bu haliyle ÇED Raporu’nun halk sağlığı yönünden kabul edilemez eksik ve yanlışlarla dolu olduğunun Türkiye ve uluslararası kamuoyuna paylaşırız”.

13 Şubat 2015 Cuma

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - İmamköy Jeotermal_PROGRAMIN TAMAMI


Aydın merkeze bağlı İmamköy'de yapılmak istenen jeotermal enerji santraline karşı köy kahvesinde bilgilendirme toplantısı yapıldı. Kurtuluş Savaşı'nın önder kadınlarından Çete Emir Ayşe'nin köyünde, etkinliğin gerçekleştirilmesi baştan sona Köyüme Dokunma Komitesindeki köy kadınlarının yoğun emekleri sayesinde oldu.
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM
13 Şubat Cuma Saat: 20.00'de Hayat Tv'de
Tanıtım: 

12 Şubat 2015 Perşembe

Termik ÇED'ini istemeyen halk "yerim dar" dedi


Mart 2014'den bu yana Deneme İzni adı altında faaliyetine devam eden İzdemir Termik Santrali'nin 2. Ünitesi' ile ilgili gerçekleştirilmek istenen ÇED toplantısı yöre halkını tepkisi ve toplantı yapılacak yerin fiziki koşulları nedeniyle yapılamadı.
Özer Akdemir
ÇED Halkın katılımı toplantısı öncesi köy girişinde gelen tüm araçları çeviren jandarmanın Aliağa'dan gelen minibüste kimlik kontrolü yapmak istemesi tartışmalara neden oldu. Aliağa Sulh Ceza Hakimliğinden aldıkları arama ve kontrol kararını gösteren jandarmanın bu uygulamasının toplantıya katılımı geciktireceği nedeniyle yaşam savunucuları duruma tepki gösterirken, geldikleri araca izin verilmemesi üzerine kalan yolu koşar adım gittiler. Bu esnada yoldan geçen 34 plaka özel araçları jandarmanın durdurmaması da dikkatleri çekti.
DAR ALANDA ÇED'İ GEÇİREMEDİLER
Çakmaklı Köyü kahvesinde yapılması planlanan toplantı öncesi köy kahvesinin termik santral şirketinin çalışanları tarafından doldurulmuş olması dikkat çekti. Dar bir mekanda onlarca insanın sıkışarak ayakta zor durduğu bir ortamda içerdekinin 5 katı bir kalabalık d a kahveye giremedi. Böylesi olumsuz bir ortama rağmen İzmir Çevre İl Müdürlüğü ve bakanlık görevlilerinin ÇED toplantısını yapmak istemesi uzun tartışmaları beraberinde getirdi. Salonun bu kadar insanın katılımına uygun olmadığı, insanların bilgilenme haklarının gasledildiğini dile getiren yaşam savunucuları toplantının iptal edilmesini istediler. Gruplar halinde toplantı yapılması önerisini getiren Çevre İl Müdürlüğü görevlilerinin bu önerisine red yanıtı veren vatandaşlar, daha geniş ve herkesi alacak bir salonun da toplantının yapılmasını talep ettiler. Uzun tartışmaların ardından görevliler toplantının halkın istememesi ve salonun fiziki koşullarının uygun olmamamsı gerekçesiyle yapılamadığına dair tutanak tutarak toplantıyı terk ettiler. Kahve çıkışında konuşan İzmir Barosu Çevre Komisyonu üyesi Av. Enis Dinçeroğlu, Mart 2014 de deneme adı altında faaliyete geçen İzdemir Termik Santralinin faaliyette olan 1.ünitesi için Nisan 2014 de Danıştay 14. Dairesinin ÇED olumlu kararını iptal kararı verdiğini anımsatarak, "Buraya izinleri iptal edilmiş bir termik santralin ikinci ünitesini açma girişimine karşı durmak için geldik. Mevcut santralin kapanmasını beklerken 2. ünite için ÇED toplantısı yapılması hukuksuzdur" dedi.
SANAYİ KURULUŞLARI ALİAĞALILARIN CELLADI
Gazetecilere Aliağa'da meydana gelen ölümlerin çoğunun bölgedeki sanayi kuruluşlarını yarattığı kirlilikten kaynaklandığını ortaya koyan bilimsel araştırmaları gösteren yaşam savunucuları; "Bizler yaşam alanlarımızı. çocuklarımızın sağlıklı bir geleceği olması için buradayız. Sermayenin kar hırsı için yaşam hakkımızı, sağlığımızı elimizden almasına göz yummayacağız" dediler. ÇED toplantısına EGEÇEP bilişenlerinin yanı sıra, TMMOB Çevre Mühendisleri ve Orman Mühendisleri Oda başkanları, Aliğa, Menemen, Foça, İzmir'den çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi ile vatandaş katıldı.


 Eklenme Tarihi: 12 Şubat 2015 

Büyükşehir yollara zehir seriyor!


Özer AKDEMİR
İzmir
Aliağa-Foça arasındaki demir çelik fabrikalarının milyonlarca tonu bulan cürufları yollara seriliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘çevre yatırımı’ olarak nitelenen bu işlemi demir çelik patronları da ‘cesur bir adım’ olarak alkışlıyor. Uzmanlar ise işin renginin başka olduğunu dile getiriyor...
ÇEVRECİ ÇÖZÜM DİYORLAR AMA!
İzmir Büyükşehir Belediyesinin aylık olarak bastığı ve otobüslerde, metrolarda yaygın bir şekilde dağıttığı kent dergisindeki “Büyükşehirden cüruf harekatı” adlı haber, Aliağa demir çelikler bölgesindeki yılların sorununa çözüm üretildiğini ileri sürüyor. Belediyenin, demir çelik fabrikalarının atık malzemesi olan cüruflarının, yeni yolların yapımında kullanmaya başladığını aktaran haberde, fabrikaların atıkları depolamaya yer bulamadığı, bu nedenle cüruf dağları oluştuğu dile getiriliyor. Büyükşehir Belediyesinin bu cürufları parke ve bordür yapımında kullanmanın yanı sıra yollara da sermeye başladığını aktaran haberde, 6 ay içinde 305 bin ton cüruflu asfaltın Bergama, Aliağa, Kınık, Dikili gibi yollarda kullanıldığı bilgisine yer veriliyor. Belediyenin bu hamlesinin demir çelik patronları tarafından “cesur bir adım” olarak değerlendirildiğinin vurgulandığı haberde, patronların “40 yıllık çevre sorununu çözdüğü için” Başkan Aziz Kocaoğlu’ya teşekkürleri de aktarılmış.
İÇERİĞİ ANALİZ EDİLDİ Mİ?
Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Enver Yaser Küçükgül yapılan işlemi birkaç açıdan sakıncalı buluyor. Küçükgül özel sektörün kendi yarattığı bu kirliliği bertaraf etmek zorunda olduğunu belirterek, bunun belediye tarafından üstlenilmesini eleştiriyor. “Halkın vergisi ile faaliyet gösteren belediyenin demir çelik sektörünün atıklarını üstlenmesi doğru mu?” diye soran Küçükgül’ün bir başka itirazı ise kendi uzmanlık alanıyla ilgili. Yöredeki cüruf bileşiminin, yağmur sularında çözünerek toprağa, yer altı sularına karıştığını aktaran Küçükgül, “Cüruf bileşimi, tehlikeli zararlı atıklar yönetmeliğindeki esaslara göre analizlenmiş mi? Cüruf içeriğine baca külleri karışıyor mu, bu durum çok daha vahimdir. Böylesi atıkların vitrifikasyonu yapılmadan doğrudan sağa sola yayılması demek toprak, su, yer altı suyu ve hava kirliliğine yol açacaktır” diyor. 
CÜRUFLAR AĞIR METAL BULAŞIKLI
Demir çeliklerde hurda eritimi ve çelik üretimi sırasında iki önemli atık oluştuğunun altını çizen Kimya Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi Eski Başkanı Ertuğrul Barka da Büyükşehir Belediyesinin uygulamasının doğru olmadığı görüşünde. “Demirçelik fabrikalarındaki atıklar elektrikli ark ocağı tozları (EAOT) ve cüruftur. Bu tozlar ağır metallerden oluşmaktadır. Genel olarak, bir ton çelik üretiminde yaklaşık 14 kg EAOT ve 100 kg cüruf açığa çıkmaktadır. EAOT uzun zamandır Türkiye, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinde tehlikeli atık olarak kabul edilmektedir” dedi. Yöredeki esas tehlikenin elektrikli ark ocağı tozları (EAOT) olduğuna işaret eden Barka, bunların ilk yıllarda uçarak havaya karışmasınlar diye demir çelik cüruflarıyla karıştırıldığını kaydetti. Barka, “O zaman cüruflar da EAOT ile kontamine olarak, tehlikeli atık niteliği kazandı. Bölgede var olduğunu söylediğimiz milyonlarca ton tehlikeli atığın nedeni budur işte. Geçtiğimiz yıllarda altın madenciliğinde de böylesine yollara serilme yapıldığını hatırlatan Barka, “Sadece cüruf değil serilen, kurtulamadıkları, EAOT bulaşıklı cüruflar!” diye konuştu.
Eklenme Tarihi: 12 Şubat 2015


10 Şubat 2015 Salı

Çete Ayşe’nin torunları yine topraklarını koruyor

Aydın merkeze bağlı İmamköy’de yapılmak istenen jeotermal enerji santraline karşı köylü kadınların mücadelesi dikkat çekiyor
Özer Akdemir
İmamköy’de ilkokul, sağlık ocağı ve konutlara çok yakın bir konumda yapılmak istenen jeotermal santral sondajına karşı köylüler bir süredir mücadele yürütüyor. Jeotermal sondajlarının yaşam alanlarına olumsuz etkilerini önleyebilmek için bir toplantı yapan ve Köyüme Dokunma adında bir komite kuran köylüler, imza kampanyası, dilekçeler ve Aydın Valiliğine yaptıkları ziyaretlerle seslerini duyurmaya çalıştı. Özellikle köylü kadınların aktif olarak çalıştığı komite önceki gün EGEÇEP ile birlikte köy kahvesinde bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Toplantıya Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür katıldı. Köy kahvesinin sundurmasını, yoğun yağışa rağmen dolduran köylülerden özellikle kadınların katılımı dikkat çekti. Kucağında çocukları ile toplantıya gelen köylü kadınların ilgisi hiç eksilmedi. Kurtuluş Savaşı döneminin işgale karşı direnen öncü kadınlarından Çete Emir Ayşe’nin köyünde, köy kadınlarının, topraklarındaki başka bir işgale karşı aynı direnme kararlılıkları dikkat çekti. Toplantının örgütlenmesi sürecinde birçok sıkıntılar ve baskılarla karşılaşan komite üyesi kadınların bunlara rağmen geri adım atmamaları “Çete Emir Ayşe’nin torunları olmanın hakkını verdiler” yorumlarını beraberinde getirdi.
Köyüme Dokunma Komitesi adına toplantıyı açan Fatma Erkan, jeotermal enerji konusunda dünyanın kullandığı çevre kriterlerinin uygulanmasını istediklerini belirterek, “İlimiz aynı zamanda bir tarım şehri. Bu planlar yapılırken halkla görüşülmesini ve tarım alanlarının işgal edilmemesini istiyoruz. Çabalarımız sonrası bu sondajın durdurulduğu söylendi bize. Bu olumlu bir gelişme” dedi.
JEOTERMAL DOĞRU KULLANILIRSA TEMİZ
Tahir Öngür jeotermalin temiz, yenilenebilir enerji olarak bilindiğini ama bunun yapılan işin iyi denetlenmesi sonucunda doğru olduğunu söyledi. Yeraltından çekilen sıcak suyun çeşitli biçimde kullanıldıktan sonra kaynağın tükenmemesi için yeraltına geri basılması gerektiğini aktaran Öngür, iki tip santralden bu tekniği kullananın kurallara uygun yapıldığı takdirde bir zararının olmadığını söyledi. Öngür, “Pamukören’deki bir diğer tip. Gidip bakalım şimdi buhardan göz gözü görmez. Bütün çektikleri suyu Menderes nehrine salıyorlar. Suyun kimyası bile tam belli değil” dedi.
BİZE SİZ ÖLÜN DİYORLAR
Efeler Belediyesi Meclis üyesi Mehmet Vergili de “Bu yasa bize ‘siz ölün, uzun yaşamayın’ diyor. Bizi devlet korumuyorsa biz toplumsal olarak kendimizi korumalıyız” dedi. EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi Av. Berrin Esin Kaya da yaşam alanlarını koruma mücadelesinin Anayasal bir hak olduğunu belirterek, İmamköy’de kadınların bu işe ön ayak olmasının önemine dikkat çekti. Civar köylerden de gelenler kendi yörelerindeki sondajların etkileri ile ilgili endişelerini dile getirdiler. Toplantıya TEMA Vakfı ve Aydın’daki kitle örgütleri de katıldı.
Eklenme Tarihi: 10 Şubat 2015


6 Şubat 2015 Cuma

Ovacık altın madenindeki sessizliğin nedeni ne?

Özer Akdemir
Bergama Ovacık altın madeninin orman izinlerinin Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yinelenmemesi haberimizle ilgili hem şirket hem kamu kurumlarındaki sessizlik sürüyor. Bu gelişmenin ardından altın madeninde üretimin durduğu ileri sürülürken, tesislerde usulsüz bazı fiziki değişikliklerin yapıldığı iddiaları da var.
Madende uzun yıllar çalışan ve daha sonra işten çıkarılan Ersan Var, şirketin orman arazisi içindeki kırıcı üniteyi (cevherin öğütüldüğü değirmen) usulsüz bir şekilde kendi tapulu arazisine taşıdığını ileri sürerek, sessizliğin nedeninin bu olduğunu iddia etti. Madende 10 yıl Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevinde bulunmuş olan maden mühendisi Hasan Gökvardar ise, aynı görüşte değil: “Bütün tesislerin ÇED raporunda koordinatları var. Buna rağmen yeni bir ÇED süreci başlatmamak için böylesi bir yola başvururlar mı, bilemiyorum.
Tüm bu iddialar karşısında Orman İdaresinden ve Bakanlıklardan hâlâ bir ses çıkmaması ise ayrı bir merak ve eleştiri konusu oldu.

Eklenme Tarihi: 06 Şubat 2015

5 Şubat 2015 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM - Vurun zeytin ağacına - PROGRAMIN TAMAMI


5 Şub 2015 tarihinde yayınlandı
ÇEPEÇEVRE YAŞAM
"Vurun zeytin ağacına"
Aliağa yakınlarındaki Myrlia antik kenti sınırları üzerine birçok yazlık konut yapıldı. Koruma Kurulu antik kentteki bu yapı işgalini gerekçe göstererek ilk önce 200 zeytin ağacını kesmek istiyor.
Menderes Karakuyu köylüleri ise yaşam alanlarına yapılmak istenen taş ocağına karşı mücadelenin yollarını arıyorlar.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam 4 Şubat Çarşamba akşamı saat 23:00'de Hayat Televizyonu'nda..
Program tanıtım videosu:
https://www.youtube.com/watch?v=pO9uV...
İlgili haberler:
Zeytine kıymak için gerekçe çok
www.evrensel.net/haber/99019/zeytine-kiy­mak-icin-gerekce-cok
Vurun zeytin ağacına!
www.evrensel.net/haber/100579/vurun-zeyt­in-agacina
Köylü sanki taş yiyecek!
www.evrensel.net/haber/102845/koylu-sank­i-tas-yiyecek

https://www.youtube.com/watch?v=a_gujWezqfI&feature=youtu.be

Altın madeni suyu kirletti ve bu daha başlangıç

Özer AKDEMİR
İzmir
İzmir’e 20 kilometre uzaklıktaki TÜPRAG’a bağlı Efemçukuru altın madeninin bölgedeki yeraltı sularını kirlettiği bilirkişi raporuyla ortaya kondu. Davanın avukatı Arif Ali Cangı “Maden henüz 3 buçuk yılda bu kadar kirliliğe neden olduysa, 10-15 yıl çalışmasının sonuçları korkunç olur” dedi. Daha önce köyün suları içilemez olduğu için köye tankerlerle su taşınmıştı. Ayrıca, rapora göre, İzmir’in temiz tek yüzey su toplama havzası olan ve İzmir’e içme suyu sağlamak üzere bölgeye yapılması planlanan Çamlı Barajı maden çalıştığı sürece yapılamaz.
MADEN SONRASI SULAR KİRLENDİ
Altın madeninin kapasite artırımına karşı İzmir Tabip Odası, EGEÇEP, Çevre Mühendisleri Odası ve Efemçukuru köylüsü Ahmet Karaçam tarafından açılan davanın bilirkişi raporu açıklandı. Rapor, altın madeninin yeraltı sularını kirlettiğini açıkça ortaya koyuyor. Köyden alınan su, toprak ve pasa örneklerinin laboratuvar sonuçlarına göre hazırlanan raporda şu yorum yapılıyor; “Tesisin faaliyete geçmesinden bu yana ağır metal derişimleri bakımından Kokarpınar Deresi su kalitesinde bazı dönemlerde belirgin bir değişim olmuştur. İzleme sonuçlarına göre demir derişimi yedi kez ve mangan derişimi 18 kez sınır değerleri aşmıştır.”
‘3.5 YILDA BÖYLE OLDUYSA...’
Raporla ilgili değerlendirmelerde bulunan davanın avukatı Arif Ali Cangı, “Henüz 3.5 yıllık bir üretimin sonunda gelinen nokta bu. Yeraltı, yerüstü sularındaki ağır metal kirliliği olduğu belirtiliyor. Ayrıca tahlil sonuçlarının ÇED raporuyla uyumlu olmadığından bahsediliyor. Bu önlemlerin de yetersizliğini ortaya koyuyor” dedi.  
‘BARAJLAR KİRLENEBİLİR’
Cangı, “Mahkeme burada rapordaki bilgilere dayanarak iptal kararı vermesi gerekiyor. Var olan haliyle bile böylesi riskleri barındıran bir madenle ilgili başta İzmir Valisi olmak üzere tüm kurumların harekete geçmesi lazım. Kentin su havzasını korumakla görevli Büyükşehir Belediyesine de görev düşüyor. Bütün İzmirlilerin bu rapordan haberi olması lazım. Yeraltı sularının hareketleri bilinmediği için diğer barajların da kirlenebileceğini görmek gerekiyor. Bunların anlatılması için tüm yaşam savunucuları ve kurumlar acil bir kampanya başlatmalı diye düşünüyorum” dedi.
 
KÖY SUSUZ KALMIŞTI
Özellikle madene yakın Kokarpınar deresinde  yaşanan balık ve hayvan ölümleri çeşitli dönemlerde basına yansımış, bu arada Efemçukuru Köyü içme suyu kaynağı da ağır metal kirliliği gerekçesi ile uzun zaman mühürlü kalmıştı. İZSU köye tankerlerle su taşımıştı.
ÇAMLI BARAJINA MADEN İÇİN İZİN VERİLMİYORDU
Ayrıca 200-300 bin kişinin içme suyunu karşılaması düşünülen, ancak altın madeninin üretim yapabilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilmeyen Çamlı Barajı ile ilgili de bilirkişi raporu, “Barajın yapımına karar verilmesi durumunda mevcut durumun tekrar değerlendirilmesini yarar
görülmektedir” deniliyor.
SU KİRLİLİĞİNDE ARTIŞ
Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Alper Elçi, Doç. Dr. Görkem Akıncı ve Jeoloji Mühendisliği Öğretim üyesi Doç. Dr. Celalettin Şimşek’ten oluşan bilirkişi heyetinin raporuna göre, yöredeki yeraltı suyu ve derelerde madenin çalışmaya başlamasından bu yana ağır metal kirliliği bulunduğu ve sınırların aşıldığı ifade ediliyor. Raporda madeni denetlemesi gereken İzleme Denetleme Kurulu'nun bu sınır değerlerin aşımını değerlendirmeye almadığı da belirtiliyor. Rapor, Kokarpınar deresindeki sülfat değerinin de çeşitli tarihlerde 6 kez sınır değerleri aştığını ortaya koyuyor. Ayrıca, “Maden işletmesi, yeraltı suları kalitesini demir ve mangan bakımından olumsuz etkilemiştir” deniliyor. Yeraltı sularında 5-100 metre arasında düşüşler olabileceği de belirtilirken, bazı dönemlerde gerek yüzeysel sularda, gerekse yeraltı sularında arsenik, kurşun, demir, mangan değerlerinde artışların görüldüğü dile getirildi. Raporda özellikle Kadmiyum 13.997 ppm ve bakır 7.806 ppm değeri ile limit değerlerin çok üzerinde çıktığına özel vurgu yapılıyor.

 Eklenme Tarihi: 05 Şubat 2015

3 Şubat 2015 Salı

Kuito gemi değil atıktır, sınır dışı edilsin


Tüm uyarılara rağmen radyoaktif ve tehlikeli atık taşıdığı ileri sürülen Kuito adlı gemi Aliağa limanına demirledi. Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) konuyla ilgili yaptığı basın toplantısında Kuito'nun bir gemi değil atık niteliğinde olduğunu belirterek derhal sınır dışı ilan edilmesini istedi.
RAPORLARI PAYLAŞIN
İzmir Tabip Odası Konferans salonunda gerçekleştirilen basın toplantısında basın metnini EGEÇEP bileşeni Tehlikeli Gemi Sökümünü Önleme Girişimi (TGSÖG) sözcüsü Ertuğrul Barka okudu. Kuito adlı gemin için 2013 yılında düzenlenen bir raporda yoğun radyoaktif ve tehlikeli atık ile petrol atığının belirlendiğini aktaran Barka, bu iddialara karşı gemi söküm patronlarını derneği Gemisander'in yasal tüm izinlerin alındığını açıklaması yaptığını söyledi. Gemisander'in açıklamasında radyoaktif ve tehlikeli atık analizlerinin kimler tarafından yapıldığı bilgisi, uzman akredite şirketinden rapor alınıp alınmadığı, alındı ise sonuçları ve raporlarda esas alınan uluslar arası değerler belirtilmediğini aktaran Barka, bu bilgilerin paylaşılmasının kamuoyunun aydınlatılması açısından zorunluluk olduğunu belirtti. 8 yıl önce 2006 yılında, Hollanda gemisi olan Otapan’ın Türkiye karasularına girmeden önce bildirilenden asbest içerdiğinin daha sonraki kitlesel karşı çıkışlardan sonra ölçüldüğünde 77 kat fazla olduğunun ortaya konulduğunu hatırlatan Barka, "Kuito için gerekli izinlerin alınmış olması bu nedenle kaygılarımızı azaltmıyor. Öte taraftan Gaziemir'de gömülü bulunan nükleer bulaşıklı tehlikeli atıklar, Akkuyu Nükleer Santralinin kurulmasına yönelik ısrarlı girişimler, radyoaktif atık içeren gemilerin yasal olmayan yollarla ülkemize sokulmaya çalışılması kaygılarımızı daha da artırıyor" diye konuştu.
YASADIŞI TRAFİK İLAN EDİLMELİ
Yıllardır demirçelik fabrikaları, gemi söküm tesisleri ve onlarca kirletici sanayinin altında ezilen, kurulmak istenen termik santrallerle her geçen gün ölüm bölgesi haline getirilen Aliağa'nın şimdi de radyoaktif kirlilik tehdidi altında olduğunu dile getiren Barka, "Gemi tüm uyarılara rağmen Aliağa limanına demirlemiş durumda. Bir kez daha;  Geminin radyoaktivite, asbest, diğer tehlikeli ve tehlikesiz atık içerip içermediğinin bağımsız akredite bir kurum tarafından tespit edilerek raporla saptanması için yetkililerin derhal gerekli girişimlerde bulunmalarını istiyoruz. Aksi takdirde yaşanacak felaketin sorumluları olacakları konusunda uyarıyoruz" dedi. Barka, Kuito'nun artık atık niteliğinde olduğunu ve "yasadışı trafik" kabul edilerek sınır dışı edilmesi gerektiğini ifade etti.
Kuito'nun ülkeye sokulmaması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nu ve İzmir Valiliğine dilekçelerle başvuran EGEÇEP avukatı Arif Ali Cangı da "Geminin asbest envanteri yok. Hepimizin hayatı tehlikede" diye konuştu. Basın toplantısına HDP eş başkanları, TMMOB'a bağlı oda yöneticileri de destek verdi.
ALİAĞA'DA İNSAN ZİNCİRİ
Aliağa Çevre Platformu ve Foça Çevre Platormu'da, Kuito'nun gelişini protesto etmek için Aliağa liman Başkanılğına yürüdü. "Rantçı katil AKP", "Kuito defol Aliağa bizimdir" sloganları ile yapılan yürüyüşte.  
Liman Başkanlığını önünde zincir oluşturan yaşam savunucuları  adına konuşan Alçep yürütmesinden Ayşe Hamarat Ortaköy ilgili tüm kurumlardan ve ilgili meslek odalarından uzmanlarca yapılacak inceleme sonucunun kamuoyuna açıklanarak kaygıların giderilmesini istediklerini belirtti. Yaşam savunucuları bu taleplerle Liman Başkanlığına bir dilekçe ile başvurdu.  (İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 03 Şubat 2015 


1 Şubat 2015 Pazar

Bilim net konuştu: Munzur’da madencilik yapılamaz


Özer Akdemir
Dersim merkeze bağlı Geyiksuyu Köyü yakınlarında işletilmek istenen altın madenine karşı açılan davanın bilirkişi raporu yörenin canlı yaşamı açısından ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Bilirkişi heyetini oluşturan bilim insanları yörenin Türkiye olduğu kadar Avrupa’nın da en zengin bitki varlığına sahip olduğunu, nesli tükendiği varsayılan Anadolu Parsının bile bölgede yaşadığına dair işaretler bulunduğunu belirtti. Raporda net bir şekilde yörede yapılacak madenciliğin olumsuz etkisinin giderilmesinin bilimsel olarak mümkün olmadığı dile getirildi.
VALİLİK ÇED’E GEREK GÖRMEMİŞ AMA
Erzincan İliç’te altın işletmeciliği yapan şirketin bir başka kolu olan % 50 Lidya Madencilik (Çalık Holding) ve % 50 Alacer Gold’a ait Tunçpınar Madencilik tarafından yapılmak istenen altın, bakır, gümüş ve molibden işletmeciliğine karşı açılan davanın bilirkişi raporu belli oldu. Maden mühendisi Prof. Dr. Murat Erdemoğlu, Çevre mühendisi Prof. Dr. Ubeyde İpek ve biyolog Prof. Dr. Murat Özmen’den oluşan bilirkişi heyeti raporlarını davanın açıldığı Elazığ 2. İdare Mahkemesine gönderdi. Tunceli Valiliği’nin “ÇED gerekli değildir” kararı verdiği madencilik faaliyetinin yapılacağı bölgenin değerlendirildiği raporda, bölgede madenciliğin adının dahi anılmaması gerektiğinin verileri ortaya konuldu.
TÜRKİYE VE AVRUPA’NIN EN ZENGİN BİTKİ ÇEŞİTLİLİĞİ
Raporlarında madenci şirketin hazırladığı proje tanıtım dosyasının eksikliklerine dikkat çeken bilim insanları projenin çevresel etkilerinin yeterince irdelenmediğinin altını çizdi. Madencilik sonucu oluşacak asidik suların Munzur havzasındaki su kaynaklarını kirletebileceği uyarısında bulunan bilim insanları, şu görüşlere yer verdi; “Uzmanlar tarafından yapılan araştırmalar sonucu bin 518 tür saptanmıştır. Bu bitki türlerinden 227 tanesi Türkiye’ye özgü olan (endemik) bitkilerdir. Yapılan tespitler yörenin Türkiye ve Avrupa’nın en önemli bitki alanlarından birini teşkil ettiğini ortaya koymuştur. Var olan endemik bitkilerden 43 tanesi yalnızca yörede yer alan bitki türü olarak saptanmıştır. Bu durum ayrıca hem ülkemizin hem de Avrupa ülkelerinde bir bölgede tespit edilmiş olan en zengin endemik çeşitliliklerden birine işaret etmektedir.”
Mevcut endemik türlerden 7 tanesinin yörede yürütülen baraj yapımı ve aşırı otlatma nedeniyle yok olduğuna dikkat çekilen raporda, bitki türü çeşitliliği İngiltere ve Hollanda rakamlarıyla karşılaştırılıyor. Bitki türü sayısının İngiltere de toplam bin 850 ve Hollanda da toplam bin 500 tür bulunduğunun aktarıldığı raporda yörenin birçok Avrupa ülkesindeki tür sayısına eşdeğer veya daha çok çeşitliliğe sahip olduğu belirtildi. Rapor bu nedenlerle yörede 42 bin hektarlık alanın 1971 yılında Munzur Vadisi Milli Parkı ilan edildiğini hatırlatıyor.
‘BİLİMSEL OLARAK MÜMKÜN DEĞİL’
Şirketin proje dosyasındaki eksikliklerin teker teker altının çizildiği raporda yöredeki madencilik faaliyeti konusunda “söz konusu projenin potansiyel olumsuz çevresel etkilerinin giderilmesi veya azaltılması bilimsel olarak mümkün değildir” gibi net ifadeler kullanıldı.
Davanın avukatı Barış Yıldırım, bilirkişi raporun son derece önemli olduğunu ve yerinde tespitler yaptığını belirterek, Munzur Vadisinde yapılacak bir madencilik faaliyetinin nelere mal olabileceğinin açıkça ortayla konulduğunu söyledi. Yıldırım, mahkemeden de rapordaki görüşler doğrultusunda karar çıkmasını beklediklerini ve buradaki madenciliğin iptal edileceğine inandıklarını dile getirdi. 

BÖLGEDE ANADOLU PARSI OLABİLİR
Raporda, soyu tükendiği varsayılan İran Parsı ve Anadolu Parsı’nın yaşadığına dair veriler olduğunun altı çiziliyor. 2013 yılında Diyarbakır Çınar’da, 2010 yılında da Siirt Gabar Dağı yakınlarında avlanan parsların yörede bu türün varlığına işaret ettiğinin dile getirildiği raporda, bu türün mutlak koruma altında olması gerektiği kaydediliyor. Rapor ayrıca yörede nesli tehlike altında olan kaya kartalı gibi kuş türleri olduğunu da ortaya koyuyor. Yabanıl yaşam için büyük önemi olan küçük su kaynakları ve gözelerin madencilik faaliyeti sonrası yok olabileceği uyarısı da yapıldı.

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...