03 Haziran 2018 03:36
Nemli, kasvetli, sıkkın bir hava yapışıp kalmıştı sanki
Germencik Ovasının üzerinde. Ne güneş, ne bulut, ne bir yel efiltisi vardı
sokaklarda. Hıdırbeyli tarafında havada bir öbek kara bulut görünüyordu. O
bulut da, sanki ağır çekim bir film sahnesinde, durgun bir suyun dibinde
kalakalmış gri taşlar gibi hareket ediyordu.
Germencik girişinde, yolun her iki yanına dikilen uzun
tabelalarda “İncirin anavatanı, jeotermal enerji kenti” yazısındaki “enerji
kentinin” üzeri kırmızı bir boya ile karalanmıştı. Boyanan kısmın altına kalın
harflerle “HAYIR” yazılmış, tabeladaki cümle “Jeotermal HAYIR” haline gelmişti.
Germencik demek incirin ana vatanı demekti. En lezzetlisi,
en ballısı, en güzel sarı lop inciri bu topraklarda yetişirdi. Geniş ovada iç
içe geçen incir ve zeytin bahçeleri İncirliova’ya, Aydın’a, Ortaklar’a, daha
ötesinde Bağarası’na kadar uzar giderdi. Toprak, yeşilin her tonunu bağrına
basardı.
Jeotermal santraller (JES) pıtrak gibi birden Germencik
çevresinde belirene kadar bu böyleydi. JES’lerden sonra hava değişti. Bir çürük
yumurta kokusu sardı her yanı önce sonra hava gibi, toprak ve su da küstü
insanlara...
***
Germencik’te, atadan dededen incir ticareti yapan Oral
Erbay’ın dükkanında buluştuğumuz çiftçi Yusuf Kuzu “İçindeki tozdan rahatsız
olmazsanız buyurun bununla gidelim” diye aracına davet etti bizi. Otomobilin
içi gerçekten bir karış tozla kaplıydı. Yeşil bir arpa sapı, börülce filizleri
ve yarısı kopmuş mısır yaprağı düşmüştü arka koltuğa. Şoförün yanındaki
koltukta ise irice bir çekirge vardı. Keyfi yerinde görünüyordu çekirgenin.
Uzun bacaklarının birinden tutup dışarı çıkarırken bile istifini bozmadı.
Alangüllü, yarım saat önce bardaktan boşanırcasına bir
yağmurla yıkanmıştı Yusuf Kuzu’nun anlattığına göre. Bozuk asfalt yolun
çukurlarını dolduran yağmur sularından kaçınmak için zig zaglar çizen arabamız,
kalın JES boruları ile yan yana gitmeye başlamıştı. İri kıyım bir insan gövdesi
kalınlığındaydı gümüş renkli borular. Bazı yerlerde U şeklini alıyor, bazı
kısımlarda sebze bahçelerinin içine dalıyor, tarlaların, zeytin ve incir
ağaçlarının arasından geçip, etrafına buhar kusan JES tesislerine kadar
uzanıyordu.
İçinden daha düne kadar JES borularının geçirildiği,
köylülerin isyan etmelerinin ardından boruların yeraltına alındığı Alangüllü
mezarlığına geldiğimizde Kuşçamı köyünü anımsadım. Gökbel Dağı’nın Çine’ye
bakan yamacında, felspat madenleri tarafından yutulan Kuşçamı köyünün
mezarlarını anlatırken göz yaşlarını tutamayan ihtiyar teyze geldi gözlerimin
önüne. Tüm köy ile birlikte mezarlığı da satmıştı muhtar. Köylüler de
direnememişler fazla. Ölülerinin kemiklerini çıkarıp yanlarında götürmüşler,
göç etmek zorunda kaldıkları komşu köylerin mezarlıklarına gömmüşlerdi.
Yakınları sanki daha yeni ölmüş gibi, sanki cenazeleri yeni kalkmış gibi
günlerce ağladıklarını anlatmıştı ihtiyar kadın. Ağladıkları mezardaki
ölülerden çok kendi halleriydi aslında, o da biliyordu!
***
Mezarlığın karşısındaki toprak yola döndük. Yağan yağmurun
çamurlaştırdığı yolun ortasında insan boyunca otlar bitmişti. Bu toprak yolda
da JES boruları bizi yalnız bırakmadı. Arabamız, mısır tarlalarının yanındaki
dar bir patikaya saparken, borular ovanın içlerine doğru, tuhaf geometrik
şekillere girerek yoluna devam etti.
Germencikten hareket etmeden önce ön koltuktaki keyfini
bozduğumuz çekirge gibi zıplayıp seken aracımız neyse ki çamura saplanmadan zeytin
bahçesinin dibinde durdu. Yemyeşil mısır tarlasıyla komşuydu zeytin bahçesi. Bu
nedenle yeşil ve sarı renk arasındaki uyumsuzluk hemen göze çarpıyordu.
Kalın gövdesi, boğum boğum olmuş budama yerleri ile 100-150
yaşlarında gösteren zeytin ağacı dibinden en tepesindeki yaprağının ucuna kadar
sapsarıydı! Kurumuştu! Kuruyan yapraklar ve dallar olduğu gibi ağacın üzerinde
duruyordu. Sanki, daha demincek kurumuş gibiydiler.
Kırk dönümlük bahçedeki beş yüz zeytin ağacının neredeyse
yarısı iki hafta içerisinde kuruyan Yusuf Kuzu, ağaçlarının JES’ler yüzünden bu
hale geldiğini anlattı. Kuru bir zeytinin dibinde, keder ve çaresizlik yüklü
bir sesle konuşurken, belki elli metre ötesindeki JES’ten buharlar hiç durmadan
göğe yükseliyordu. “Sabahları şu arkada gördüğünüz Oyuk Tepenin üç misli kadar
oluyor bu buharlar. Yağan yağmurla, çiğle de bizim zeytinimizin, incirimizin
üzerine iniyor” dedi.
Alangüllü Ovasında dört yüz dönümlük bir alandaki ağaçlar
bir ay içerisinde sararıp kurumaya başladığında İlçe Tarım yetkililerini
çağırdıklarını söyledi. “Filiz kıran hastalığı” teşhisine ne kendilerinin, ne
de bu teşhisi koyan İlçe Tarım yetkililerinin inanmadığını da ekledi. “Bizler
doğma büyüme zeytinciyiz. Filizkıran hastalığı nedir ne değildir çok iyi
biliriz. Filiz kıran hastalığı olsa incirler neden kuruyor o zaman? Nitekim
dilekçe ile başvurduğumuz Bornova Zeytin Araştırma Enstitüsünden uzmanlar geldi
ve zeytinlerde herhangi bir hastalık ya da zararlıya rastlanmadığına dair rapor
verdiler bize”.
Yusuf Kuzu ve kendisi gibi zeytinleri-incirleri kuruyan
yirmi altı çiftçi, kuruyan bin beş yüz zeytin ve incir ağacının hakkını aramak
için dava açacak parayı denkleştirmeye çalışıyorlar şimdi.
***
Zeytin bahçesinin birkaç yüz metre ilerisindeki çiftlikte
hayvancılık yapan Kıyas Tamgüler’in 3-4 yaşlarında iki küçük çocuğu, iri kıyım
iki köpekle oynuyorlardı biz vardığımızda. Adlarını sorduğumuzda “Kaya Elif” ve
“Kaya Hüseyin” dediler. Babalarının bu isimle çağırdığı kara gözlü, elma
yanaklı iki çocuk da “r” leri söyleyemiyordu.
Kıyas, 150 koyunundan 100’ünün birkaç hafta içerisinde
öldüğünü anlattı. “Hayvanlarım ölüyorlar gün be gün. Neden olduğunu
bilmiyorduk, arkadaşların zeytinleri, incirleri kuruyana kadar. Paramız,
arkamız yok ki hakkımızı arayalım”.
Önünde, cılız, hastalıklı görünen birkaç koyun ve kuzuyla
zeytinliklerin içinden çıkıp geldi babası Mehmet Tamgüler. Biz sorduk o; “Ne
deyim ki, can ağrısı gibi bu. Ciğerim yanıyor” dedi sadece...
Dönüşte, Oyuk Tepe’nin çatalından gelen bir bulut önümüzü
kesti. Ardımızdan yetişip bir anda karşımıza geçti yağmur. İri damlalar çok
geçmeden doluya çevirdi. Sıkıntılı hava hışımla yağdı ovaya, rahatladı. Yağmur,
can ağrısı tutmuş ovadaki kurumuş zeytin ağaçlarını yıkadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder