06 Aralık 2020 04:48
Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel
Tabelasından kurşunlanan Surp Gragos Ermeni Kilisesi’ne giden dar sokağın tam ortasında derinliği 1- 1.5 metreyi bulan kocaman bir çukur vardı. Bizi gezdiren Diyarbakırlı arkadaşımız “mayın çukuru” dedi yanından geçerken. Duvarları delik deşik, pencere pervazları yerlerinden fırlamış, camlarının neredeyse tamamı kırılmış, çatıları roket mermisinin yol açtığı yanıklarla dolu savaş görmüş sokaklardan geçiyorduk. Evlerin kapı önlerinde birkaç kadın sessizce kendi aralarında konuşuyorlardı. Bazı sokakların girişleri evlerin çatılarından aşağıya sarkıtılan çarşaf ve benzeri örtülerle gizlenmişti. Karşı tarafı göremiyordunuz. Çarşafların ötesinde mahalleyi korumak için nöbet tutan yerel milislerin olduğunu söyledi arkadaşımız.
Uzun yıllar Kanada’da yaşamış, yurda dönüp ODTÜ’de öğretim üyeliği yaparken emekli olmuş Üstün Bilgen Reinart’la Batman’da katıldığımız panelin ardından Hasankeyf’e gitmiştik. Hasankeyf’i sular altına gömülmeden dünya gözüyle ilk ve son kez gördüğümüzü bilmeden Batman’a dönmüş, ertesi gün de Diyarbakır’a geçmiştik. Uçağımız bir gün sonra kalkacaktı. Diyarbakır’ı gezmek için bir günümüz vardı. Hasan Paşa Han’da kuş sütünün eksik olduğu bir kahvaltının ardından kadim kenti dolaşmaya çıkmıştık. Ulu Cami, Dört Ayaklı Minare derken Sur’u gezmek istemiştik ama o günlerde Sur’u gezmek biraz da yürek istiyordu. Sur’da barikatlar vardı ve sık sık çatışmalar yaşanıyordu.
Kurşunlu Camii’ye giden kaypak bazalt taşlarla döşeli dar sokağın köşesini döndüğümüzde sokağın kum çuvalları, kaldırım taşları ile tahkim edilmiş bir barikatla kapatıldığını gördük. Sokağın başına beyaz bir çarşaf gerilmişti. Perdenin ötesinden yüzünü göremediğimiz biri “fotoğraf çekmeyin” diye bağırdı bize doğru. Yanımızdaki arkadaşımız Kürtçe bir şeyler söyledi karşılık olarak, birkaç cümle konuştular. Arkadaşımız “Yüzlerini çekmediğimiz sürece fotoğraf çekebileceğimizi söylediler” dedi. Perdeyi geçtiğimizde yüzleri poşularla gizlenmiş 8-10 kadar yirmili yaşlarında gençle karşılaştık. Bize kuşkulu gözlerle baktılar ama herhangi bir şey de söylemediler.
Kurşunlu Camii’nin bahçesinin girişindeki demir kapıda kurşun izleri görünüyordu. Yüzlerce yıllık caminin kalın sütunları, duvarları da kurşun, roket mermisi izleriyle doluydu. Namazdan çıkan cemaatten birkaç kişiye bu cami nasıl bu hale geldi diye sorduk. Önce bir sessizlik ardından, “Çatışmalardan seken kurşunlardan” dediler sadece. Oysa gördüğümüz kadarıyla cami resmen taranmıştı!
O gün birkaç saatlik de olsun Sur’u gezebildik. Korkunun, endişenin ve öfkenin kol gezdiği sokaklarda bu gergin atmosferde büyümüş çocuklar hâlâ oyunlar oynayabiliyordu. Dip dibe evlerin demirli pencerelerinden sokağa başını uzatmış kadınlar karşılıklı sohbet ediyorlardı. Birkaç miskin adam ise güneşin ısıttığı sokakta evlerin duvarlarına sırtlarını dayamış uyukluyordu.
Bu kısa gezinti kadim Sur Mahallesi’ni de ilk ve son görüşümüz oldu. Biz döndükten bir ay kadar sonra, 2 Aralık 2015 yılında Sur’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çatışmalar gece gündüz sürdü. Kurşunlu Camii yakıldı, yıkıldı bu çatışmalarda. Bir süre sonra insanların ölülerini bile alamadığı yasak bir kent haline geldi Sur. Ve yıllarca da öyle kaldı!
Eski Sur, birkaç tarihi eser dışında tamamen yıkıldı. Otuz altı uygarlığın yaşadığı yaklaşık 9 bin 500 yıllık ilçenin üzerinden “Kentsel dönüşüm felaketi” geçti.
Geçtiğimiz yıl tam bu zamanlarda TMMOB Enerji Sempozyumu nedeniyle Diyarbakır’daydım. Sabah henüz sempozyum oturumları başlamadan erkence çıkıp kaleye gittim. Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun ve geniş savunma duvarı olarak bilinen Diyarbakır Kalesi’nin surlarının üstünden Sur’dan geriye kalanlara baktım. Korkunç bir yıkımın izleri vardı her yanda. Kelimenin gerçek anlamıyla buldozer geçmişti Sur’dan!
Mahalleye giriş yasaktı yine ve polisler nöbet bekliyordu girişlerde. Bazı yerlerde yıkım çalışmaları halen devam eden mahallenin tarihi dokusu tamamen yok edilmişti. Sempozyumda dağıtılan Sur raporuna göre ilçenin 6 mahallesinde bulunan 47 tescilli kültür eserinin izi dahi kalmamıştı geride. Yüze yakın yapı ise ağır hasarlıydı. Dümdüz edilen eski kentin üzerine ise küçük, kutu kutu evler inşa ediliyordu.
Sur’a girişin yasaklanmasının üzerinden 5 yıl geçti. Kentsel dönüşüm alanı ilan edilip “Yeni Sur” diye inşa edilen evlerin yapımı bitti. Betondan evler sıralanmıştı yan yana. Cezaevi tecrit hücrelerine benziyordu mahalleler. Sur’la ilgisi alakası olmayan ruhsuz yapılar, talan edilmiş binlerce yıllık bir tarih vardı karşımızda!
Hasankeyf’i sulara, Sur’u betona gömdüler! Sur diye önümüze getirilen beton kutulara kederlenmek kaldı bugün bize! Artık ‘ hawar’ desek neye yarar, ‘eyvah’ etsek kimler duyar! Hüznümüzü demleyelim, Sur’dan geride kalana bakarak. Öfkemizi diri tutalım her daim. Ağıtlarımızı bile sessiz yakalım, on bin yıllık ölümüzün ardı sıra!
Şimdi, susmak ve utanmak zamanı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder