31 Temmuz 2013 Çarşamba

GDO’ya kapıyı açan tohumcuya evi verir!



Özer Akdemir

Dünyanın en büyük GDO tekeli Monsanto’nun tohumculukta yeni hedefi Türkiye. Bu habere GDO’lu pirinç soruşturmasına bakanların dahli de eklenince tarımda kaygılar artıyor.

Tarım tekellerinin gözü Türkiye’de... Bu tekellerden birisi de dünyanın en büyük GDO şirketi Monsanto... Şirketin yakın zamanda açıkladığı yeni yönelimi; Türkiye tarımı ve tohumculuğunu tehdit eder nitelikte.

Monsanto AB’deki genetiği değiştirilmiş ürün başvurularını geri çektiğini açıkladı. Şirket bu geri çekmenin gerekçesini AB’deki “ticari perspektif eksikliği”ne bağlarken, birçok çevre bunu şirketin tepkiler karşısında yenilgisi olarak yorumladı. Bu kararda, AB vatandaşlarının çok büyük bir bölümünün GDO’lu ürünleri tüketmek ve çiftçilerin de GDO’lu tohum kullanmak istememesinin belirleyici olduğu ifade edildi.

Monsanto bu açıklamasının yanında Türkiye tarımını da yakından ilgilendiren yeni yönelimlerini sıraladı. Şirket Avrupa’da geleneksel tohum üzerine ticaret yapmaya konsantre olacağını, 2020 yılına kadar 300 milyon dolarlık bir yatırımla Türkiye, Fransa, Portekiz ve Romanya’daki mevcut mısır üretim tesislerini genişletmeyi amaçladıklarını açıkladı.

AVRUPA’DA YENİLDİ ROTA TÜRKİYE

Şirketin bu açıklamalarının ne anlama geldiğini konuştuğumuz Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık önemli uyarılarda bulundu. Atalık, Monsanto’nun GDO’ya direniş karşısında Avrupalı çiftçilerle bağını koparmamak için GDO’suz tohum üretimi ve ıslahına yöneldiğini belirtti. Monsanto’nun ülkemizde mısır tohumu üretimine ağırlık vereceği açıklamasının yerli tohumculuk için büyük bir tehlike olduğuna dikkat çeken Atalık şunları söyledi: “Ülkemizde mısır tohumluğu tamamıyla özel sektör eliyle üretilmektedir. Bu kapsamda Monsanto’nun bu alandaki yatırımlarını artırması yerli şirketlerimizi muhtemelen zora sokacaktır. Çokuluslu şirketler, kendilerine rakip olabilecek yerli firmaları önce batırma, başaramazlarsa satın alma yoluna gitmektedir. Tohum ihtiyacımızı yerli firmalar ve yerli çeşitlerimizin geliştirilmesi suretiyle karşılayabilmek için tohum üretiminin ciddi bir şekilde devlet tarafından desteklenmesi gerekmektedir.”

Atalık, gıda tekeli Monsanto’nun ticari tohum işine gireceği ve Türkiye’deki yatırımlarını artıracağı haberlerini yerli tohumculuğu bitirecek bir gelişme olarak niteledi. Tarım Bakanlığını da uyardı.

BAKANLIĞIN SORUMLULUĞU

GDO’LU ürünler konusunda da uyarılarda bulunan Atalık şunları söyledi: “Ülkemizde GDO’lu tohumla tarım yapmak yasaktır. Ancak, dünyanın en büyük GDO şirketinin, dünya ticaretine konu olan dört GDO’lu tarım ürününden biri olan mısır tohumunun üretimine ülkemizde ağırlık verecek olması, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın gerek ülkemizde üretilen gerekse dışarıdan getirilerek pazarlanan tohumları daha sıkı bir şekilde analiz etmesini gerektirir. Zira, mısır bitkisinin anavatanı Meksika’da GDO’lu mısır ekimi yasak olmasına karşın, mısırların yüzde 80’e yakın bölümünde bulaşma sonucu genetik yapıda değişim tespit edilmiştir. Yapılan detaylı incelemeler sonucunda ülkeye dışarıdan sokulan tohumlardan kaynaklandığı saptanmıştır.”

YASA BÜYÜK SORUN

Tohum ve biyoçeşitlilik konusunda ülkemizdeki önemli bir sorunun da Tohumculuk Yasası ile çiftçimizin kendi geliştirdiği çeşitleri, ticari amaçlı tohumları satamaması olduğunun altını çizen Atalık, yasanın çiftçinin sadece ihtiyacı kadar olanı kullanabilmesine ve bu çerçevede diğer çiftçilerle takas edebilmesine olanak tanıdığını söyledi. Çiftçinin yaklaşık 10 bin yıldır tarımsal üretimi kendi geliştirdiği tohumlarla devam ettirdiğine vurgu yapan Atalık, çiftçinin önünde bulunan bu engelle biyolojik çeşitliliğin sekteye uğradığına işaret etti. Atalık; “Biyolojik çeşitlilik doğanın ve insan sağlığının korunması demektir. Tarıma kazandırılabilecek pek çok çeşit sınırlandırılacak, pek çok yerel tohum süreç içerisinde yok olmaya yüz tutacaktır“ dedi.

TİCARİ TOHUMDA ABD LİDER

ABD yaklaşık 12 milyar dolarlık ticari tohum pazarıyla dünya lideri konumunda. Fransa 2.8 milyar dolar, Almanya 1.2 milyar dolar, İtalya 767 milyon dolar, İspanya 660 milyon dolar, Hollanda 590 milyon dolar, İngiltere 450 milyon dolar, Çek Cumhuriyeti 305 milyon ile AB’nin en büyük tohum pazarı konumunda ülkeleri.

Monsanto’nun ABD ticari soya tohum pazarındaki payı yüzde 60, mısır tohum pazarındaki payı yüzde 62 ve sebze tohum pazarındaki payı da yüzde 40’tır.

Ayrıca, AB’nin dünya ticari tohum ihracatı içindeki payı yüzde 60. Ülkemizde ticari tohumluk pazar hacmi 750 milyon dolar. Türkiye’nin ticari tohum pazarında çok uluslu şirketlerden Monsanto, Syngenta, Bayer, KWS, Limagrain gibi şirketler de yer alıyor.

LATİNLER MONSANTO’YA KARŞI

Latin Amerika’da Monsanto’nun genetik değişimli ve kimyasal temelli tarım üretimine karşı karşı köylü hareketleri ekolojik açıdan daha sağlıklı tarımsal üretim için mücadele veriyor. Köylü hareketleri, gıda üretilen ekinlerin zehirli gazlarla böceklerden temizlenmesine karşı mücadele etmiş ve aile geçiminde önemli yeri olan koka tarımını savunmuşlardır. Brezilya, Orta Amerika (özellikle Guatemala’da), Ekvador, Paraguay, Bolivya, Peru, Kolombiya ve Meksika’da, Amerikalar Arası Serbest Ticaret Anlaşması’na (ALCA) karşı mücadelede köylü hareketleri önder rolü oynamaktadır. Monsanto’nun başını çektiği tarım tekellerine karşı mücadelede, şehirlerde daha geniş “patlamalar” oluşturan hareketlerin başlamasına da katkıda bulunmuştur. Bunlar arasında Ekim 2003 Bolivya ayaklanması; Ocak 1994 Zapatista’ların ayaklanması; 2000 yılında Ekvador’daki Kongre’nin işgali ve 2000’li yıllarda Brezilya’daki toprak işgalleri sayılabilir. Belki Brezilya’daki son isyan da...

TOHUM TEKELLERİ

Dünya ticari tohum pazarı yaklaşık 45 milyar dolarlık bir hacme sahip. Bu pazarın büyük bölümü 10 tekelin kontrolünde. İşte bu 10 tekel:
1. Monsanto (ABD) % 35
2. DuPont (ABD) % 22
3. Syngenta (İsviçre) % 13
4. Groupe Limagrain (Fransa) % 8
5. Land O’akes (ABD) % 7
6. KWS AG (Almanya) % 5
7. Bayer Crop (Almanya) % 4
8. Sakata (Japonya) yüzde 3
9. DLF-Trifolium (Danimarka) % 2
10. Takii (Japonya) % 2
(İzmir/EVRENSEL)
Eklenme Tarihi: 31 Temmuz 2013

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Gezi’nin ilk tohumunu Bergama Köylüleri attı



Özer Akdemir
Toplumsal muhalefetin dibe vurduğu bir anda, Bergama’nın tütün ve pamuk tarlaları arasından filizlenen çevreci ilk köylü hareketinin romanı Bergamalı Simo. Ferda İzbudak Akıncı’nın romanı, o güne kadar topraktan başka uğraşları olmamış kadınlı-erkekli köylülerin yaşam alanlarını koruma kaygısı ile başlattıkları direnişteki düşünce evrimini de anlamaya yönelmiş. Ferda İzbudak Akıncı’yla romanını ve Bergama Köylülerinin mücadelesini konuştuk.

Bergama köylülerinin siyanürlü altın karşıtı hareketini romanlaştırmak nereden aklınıza geldi?

Bir akşam televizyon haberlerinde, tüm mahkeme kararlarına karşın, Bergama Ovacık’taki altın madeninin işletilmeye başlandığını duydum. Yerimden fırlayıp, “Biri bunu yazsın artık!” diye bağırırken buldum kendimi. Birkaç dakika sonra bilgisayarın başındaydım. Ve o güne dek benzerini yakından hiç tanımadığım Simo, Bergama Akropol’ünde yamaca yaslanmış, dünyanın en dik tiyatrosunun basamaklarından, Bergama’ya, Bakırçay Ovası’na, uzaklarda bir pırıltı gibi görünen Çandarlı Körfezi’ne bakarak kopuk terlikleriyle aşağı inmeye başladı. Romanı yazmam yaklaşık iki buçuk yıl sürdü. 2007’nin sonlarına doğru bitti ve hemen yayımlandı.

Roman kahramanları Simo ve Yadigarı yaşadıkları yerleri ve mücadele süreci içerisindeki konumlarını nasıl kurguladınız?

Sokakta yaşayan bir insanla karşılaştığımda, varsaydığım hikayeleriyle birlikte görünür gözüme. Hiçbir şey umurlarında değil gibidir, ama belki de dünyada olup biten her şeyden çok etkilendikleri için o kırılma noktasını yaşamışlardır. Simo da yakın çevresine büsbütün yabancılaşmış, bambaşka bir dünyada yaşayan bir adam. Hem oralı, her şeyiyle Bergamalı, hem de artık hiçbir şey umurunda değil. Yadigar ise sıkı sıkı tutunduğu düzenden beslenme umudunda. Hem birlikte yaşamayı seçmişler, hem birbirlerinden düşünce olarak bu denli uzak düşmüşler. Bergama’daki direnişe kayıtsız kalan milyonlarca insanın karşısına ben, dünyadan kopuk Simo’yu koydum sanırım. O haliyle bile neler olup bittiğini merak etti. Olayların bir parçası oldu. Evlerinde televizyonlarının karşısında oturup, etkisizleştirmek için medya tarafından kasten magazinselleştirilen Bergama direnişini kayıtsızca izleyen milyonlarca insanın tersine, direnişçilere katıldı Simo. Bana ne, diyenler, çoktu. Altın çıkarmanın ülke ekonomisini iyileştireceğini düşünüp altın şirketlerini, hükümetin tutumunu destekleyenler de. Bir de Bergamalı olup, kocası, oğlu iş bulsun diye direnişçilere tavır alanlar vardı. Yadigar bir anlamda onları temsil ediyor romanda. Zamanla değişti olayların seyri. Şimdi pek çok şey için alanlara dökülüyor insanımız. Bergamalı Simo’da, onun kişiliğinde benim o yıllarda gördüğüm, vermeye çalıştığım büyük değişim, ülkemizin her yanında yaşanıyor şimdi. HES’lere, nükleer santrallere, barajlara, talan edilen doğaya, kesilen ağaçlara ‘Bana ne?’ diyerek bakmıyor artık insanlar. “Yapma, yapamazsın” diyorlar. Bunun tohumu ilk olarak Bergamalı köylüler tarafından atılmıştır.

YAZARKEN UMUDA TUTUNDUM

Sizce bu köylü hareketine yönünü veren temel güç neydi?


Sanayi devrimini gerçekleştirememiş Türkiye, çeşitli nedenlerle ülkedeki tarımı imha etme çabasına girişti. Fabrikalarınız yok ve siz tarım üreticinize pirinç, şeker pancarı ekme, şuna kota koydum, bunu hiç ekmeyeceksin, ekersen genetiği değiştirilmiş mısır ekeceksin, fındığı sök yerine kivi dik, filan diyorsunuz. Emeğine değer vermiyorsunuz. Ne yapacak, neyle geçinecek o insanlar? Yine de geçinmeye çalışıyorlar. Bu kez işledikleri toprağa göz dikiyorsunuz. Madendir, hidro elektrik ya da nükleer santraldir, konuttur, yoldur, onların yaşamına zarar verecek ne varsa yapıyorsunuz. Irmaklarına baraj yapıp ormanlarını yok ediyorsunuz. Yaşamalarına olanak tanımıyorsunuz. Bu tablo içinde gelişti her şey. Bütün ülkede böyle. Fakat Bergama’da köylüler sanırım daha önce yaşamlarına bu kadar yakından, doğrudan bir müdahale hiç hissetmediler. Ekerek doydukları, üstünde torunlarının yaşayacağını umdukları toprak ölerek ellerinden gidecekti. Büyük bir tehlike, tehdit hissettiler birden. Kaygı, üzüntü, acı duymamaları olanaksızdı. Devlet yanlarında değildi. Karşılarında baş etmesi zor bir düşman vardı. Seslerini duyurmak zorundaydılar. Direnişleri böyle başladı. Romana gelince… Orada yazılmaya değer güçlü, yılgınlıktan uzak, umut veren bir halk hareketi gelişmişti, ben de bunu yazdım.

Romanı iyimser bir sonla bitirmişsiniz ama süreç Bergama açısından romanın bitişiyle pek uyumlu değil gibi. Bergama köylüleri yenildi mi?

Bütün saldırılar Bergama hareketini zayıflatmaya yönelikti. Alman Vakıfları suçlaması da çok etkili oldu. Ama bence en önemli neden, Bergamalıların ülke genelinde yalnız bırakılmasıydı. Onlara sempati duyan çok oldu. Ama sempatizan olmakla omuz vermek aynı şey değil. Örgütlü destek alamadı Bergamalılar. Yaptırım gücü olabilmesi için her şeyden önce sendikaların, partilerin Bergamalılara haklı davalarında çekinmeden omuz vermesi gerekirdi. O zaman Bergama’da ve sonrasında pek çok yerde böyle bir talanın yolu açılmamış olurdu. Ne var ki böyle davranmak, büyük sermayeye karşı tavır almak demek olacaktı. Bunu göze almadılar. Yapmadılar. Sessiz kaldılar. Kem küm ettiler. Kıvırdılar. Sonunda hemen herkes gerçeği anladı, ama geç kalındı. Bergamalıların yenildiğini asla düşünmedim, düşünmüyorum. Hiçbir onurlu direniş yenilgiyle sonuçlanmaz. Tarihteki yerini alır. Diğer yandan ben, kalemi umuttan beslenen biriyim. Yazarken acılardan yola çıksam da umuda tutunurum. Daha güzel bir dünya içinse yolculuğumuz, başka türlü nasıl davranabiliriz ki?

Romanın devamını yazmayı düşünüyor musunuz?

Bu soruyla çok karşılaşıyorum ama, Bergamalı Simo tek ciltlik bir roman. Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığım bir roman var.

ÇİÇEKLİ ŞALVARLARIYLA EYLEMCİ OLDULAR
Kadınları romanda öne çıkarmışsınız. Mücadelenin kadınlar üzerinden şekilleneceği ve ilerleyeceğine olan inancınızı da görmek mümkün. Bergama köylü hareketini bu yönüyle değerlendirirsek, kadındaki değişimlere paralel giden direnişe baktığınızda nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?

Çünkü Bergama olayında kadınlar gerçekten çok önemli bir değişim yaşadı. Alışılmışın dışında bir durumdu bu. Köy, hatta kasaba yaşamında genellikle erkeğin bir adım gerisinde kalan kadın, Bergama direnişinde erkekle omuz omuza yollara düştü. Yürüdü. Bağırdı. Hakkını aradı. Toprağı savundu. Yaşamı savundu. Çiçekli şalvarları, oyalı yemenileri, güneş yanığı çizgilerle dolu yüzleri, ışıklı gözleriyle Bergamalı köylü kadınlar yılmaz eylemcilere dönüştü. Mücadele içinde yer almak kadınların olaylar karşısında duruşunu, dünyaya bakışını değiştirdi. Acı dolu olaylar yaşarken bir yandan da hayatlarına yeni bir boyut katıldığını gördüler. Eşitliği, özgürlüğü tattılar. El ele verdikleri eşleriyle, oğullarıyla hatta torunlarıyla Bergamalı kadınlar, hep birlikte yazdıkları o destanın önünde gittiler. Korkusuzca. Bu romana da yansıdı elbette.

BERGAMALILAR TARİHE GEÇTİ
Alman Vakıflar ve Bergama Dosyası kitabının yazarı Necip Hablemitoğlu’nun bu köylü hareketinin ezilmesinde rolünü ne oldu? Hablemitoğlu’nun günümüzde Uğur Mumcu, T. Kışlalı, M. Aksoy gibi suikasta kurban gitmiş aydınlarla yan yana değerlendirilmesini doğru buluyor musunuz?

Bergamalı Simo’da, Hablemitoğlu’nun ortaya attığı Alman Vakıfları suçlaması, Bergama direnişini yıpratmaya, karalamaya yönelik olaylar arasında yerini aldı. Ama o kadar işte. Bugün herkes altın parıltısının arkasındaki karanlığı görebiliyor. Kısa sürede Bergama köylülerinin ne kadar haklı olduğu anlaşıldı. Değiştirilemez bir gerçek var artık: Bergamalı köylüler dev şirketlere kafa tutan cesur insanlar olarak insanlık tarihine adlarını not düştü. Kölelere ilk kez eşitlik ve özgürlük vaadinde bulunan Bergamalı Aristonikos gibi onlar da hep bu onurlu cesaretleriyle anılacak. Karalamaya çalışanlar, onların hikayesinde önemsiz bir ayrıntı olarak kalacak. Ve haklı mücadelelerinde, acılarında, sevinçlerinde halkın yanında olanlarla karşısında saf tutanları aynı platformlarda değerlendirme çabaları da hiçbir işe yaramayacak.
Eklenme Tarihi: 27 Temmuz 2013
http://www.evrensel.net/haber/63249/gezinin-ilk-tohumunu-bergama-koyluleri-atti

25 Temmuz 2013 Perşembe

Kozak’ın UFO’su köylülerin kabusu!



KOZAK YAYLASI ÜSTÜNDE KİMLİĞİ BELİRSİZ UÇAK GEZİYOR

Özer Akdemir 

Kozak Yaylası üzerinde 3-4 yıldır bir uçak dönüyor. Ne sivil havacılık ne orman şefliği, ne de kaymakam uçağın kimin uçağı olduğunu bilmiyor. Adeta ‘Kimliği belirlenemeyen uçan cisim’ (UFO) halindeki uçağın, fıstık çamlarını kurutan ilaç attığı endişesini dile getiren köylüler, altın madencilerinden şüpheleniyorlar.

Uçağın kimliği ile ilgili yapılan tüm girişimlerinin sonuçsuz kaldığını söyleyen Kozaklılar, geçtiğimiz yıl aralık ayında gazetemizde çıkan bir itirafın kendilerini iyice tedirgin ettiğini dile getiriyorlar.

ÇAMLAR FISTIK VERMİYOR

Ülkenin fıstık çamı üretiminin yüzde 80’ini dünya üretiminin ise yüzde 10’luk bir kısmını tek başına karşılayan Kozak Yaylası’nda son birkaç yıldır üretim önemli oranda düştü. Hem ağaçlardaki kozalak sayısı hem de kozalakların içinde fıstık olmaması nedeniyle büyük ürün düşüşü yaşadıklarını belirten Kozaklılar, bu düşüşün nedeni hakkında, yıllardır doğru dürüst bir açıklama getirilemediğinden yakınıyorlar.

UÇAKTAN KİMSENİN HABERİ YOK

Karaveliler Köyü Muhtarı Revattin Yıldız, Kozak’ın üzerinde hemen her gün dolaşan uçağın fıstık çamlarını kurutan ilaç attığı endişesi taşıdıklarını söyledi. Muhtar, 3-4 yıldır yaylanın üzerinde uçan uçağın kimliği ile ilgili yaptıkları tüm girişimlerden elleri boş döndüklerini belirterek şunları söyledi; “Şimdi Yukarıbey Orman Şefliğinden geliyorum. Orman şefi uçağın yangın gözetleme uçağı olmadığını, böyle bir uçaktan haberinin bulunmadığını söyledi.

Kaymakama defalarca şifahen ilettik şüphelerimizi. Ondan da bir ses soluk çıkmadı. Geçen yıl tayini çıkan bir karakol komutanı vardı. O da araştırdı bir sonuç çıkaramadım dedi. Bu uçaktan devlet kurumlarının haberi yok yani! 3-4 yıldır yaylanın üzerinde dolaşıyor bu kırmızı renkli uçak. Eskiden çok alçaktan uçuyordu, geçen seneden bu yana ise yüksekten geçiyor, sesini duyuyoruz sadece.”

OLAĞAN ŞÜPHELİ ALTIN MADENCİLERİ

Muhtar Ravattin Yıldız, uçağın kimliği ile ilgili Kozak’lıların şüphelendiği adresin altın madencileri olduğunu belirterek; “Kozak’ta 14 tane maden ruhsatı varmış. Bu madenlerle ilgili çalışmalar başladıktan sonra bizim kozalakların verimi azaldı. Şimdi Kozak’ta yaşayanların hepsi bu uçağın madenlerle ilgisinin olduğunu, çam kozalaklarımızın kuruması için ilaç atıldığını düşünüyor. Bunu kaymakama da söyledik. Ona da bu uçuktan kimyasal madde atıldığını düşünüyor insanlar dedik, ama bir sonuç çıkmadı.” Yaylanın etrafındaki Madra ve Yunt Dağı’ndaki kozalakların verimli ve sağlıklı olduğunu aktaran Yıldız, Kozak’taki çam fıstığı kozalaklarının ise hem üretiminin düştüğünü hem de içlerinin boş olduğunu kaydetti.

SİZİN GAZETENİN HABERİNDEN SONRA…

Yaylanın en büyük köylerinden Yukarıbey Köyü Muhtarı İlhan Çakır da, uçakla ilgili Karaveliler köyü muhtarıyla aynı düşüncede. “Uçağı bilen eden yok, hâlâ araştırıyoruz. Hava bulutlu olduğu, yağmur yağdığı zaman geliyor daha çok. Bazen sadece sesini duyuyoruz. Sivil havacılığa sorduk bizim oralarda böyle bir uçağımız yok, askeri olabilir dediler. Askeri uçak da her gün her gün ne gezer buralarda”. Çakır, Evrensel’de geçtiğimiz yıl aralık ayında “Bir fedai’nin itirafları” başlığı ile çıkan yazı dizisinde, 4 yıl çalıştığı madende tanık olduğu usulsüzlükleri anlatan Ersan Var’ın açıklamalarına dikkat çekerek, “Bu kişi Kozak’ta ağaçların kuruması için altın madencilerinin zehir attığından bahsetmişti. O açıklamalardan sonra bizi iyice tedirgin olduk” diye konuştu. Çakır, yetkililere başvurmalarına rağmen uçağı bilen, sahip çıkan olmadığını söyledi.

‘FEDAİ’NİN İTİRAFLARINDA GEÇİYOR
Koza Altın madeninde Genel Müdür Yardımcısı Hayrettin Öğüt’ün 4 yıl 3 ay şoförlüğünü ve korumalığını yapan Bergamalı Ersan Var, bu çalıştığı süre içerisinde tanık olduğu ve bizzat içerisinde bulunduğu hukuksuzlukları, kirli ilişkileri gazetemize anlatmıştı. Gazetemizde “Bir fedainin itirafları” başlığı ile 4 gün boyunca devam eden anlatımlardan bir bölümü de altın madeninin Kozak Yaylası’nda yaptığı usulsüzlükler ve çevre katliamı ile ilgiliydi. “Koza’nın Kozak’ta yaptıkları” başlığı ile verilen yazıda Var, madenin fıstık çamlarını kurutarak yöre halkını kendisine muhtaç etmeyi amaçladığını ileri sürüyordu. Var, 12 Aralık 2012 tarihli yazının “Kozak’ta ağaçları kurutuyorlar” ara başlıklı bölümünde şu iddiaları ortaya atmıştı; “Madenin politikası Kozak’taki ağacın kuruması yönünde. O ağaçlar kuruyunca, köylü verim alamayınca onlara mahkum olacak. Ağaçları kendileri kurutuyor. Düşünebiliyor musunuz, altın çıkan yer Çukuralan, ağacın kuruduğu yer ayrı bir yer. Çamavlu köyünde bir maden buldular. Bunlar da aynı kişiler aslında ama bizimle ilgisi yok diyorlar. Ağaçları kurutup, insanların muhtaç olmasını bekleyerek o yerleri o insanlardan almak istiyorlar. İlaç atıldığına inanıyorum. Bunların bu gücünü ben biliyorum.”
(İzmir/EVRENSEL)

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Gazap üzümleri… (Arşiv haber)



Özer AKDEMİR

Manisa civarında 8 Mayıs Çarşamba akşam saatlerinde başlayan yağmur ve dolu üzüm bağlarına büyük zarar verdi. Sarıgöl başta olma üzere Alaşehir, Salihli, Ahmetli ilçelerinde hasarın büyük olduğu dile getiriliyor. Sarıgöl Ziraat Odası Başkanı Ali İhsan Ülgen, birçok bankaya kredi borcu olan üreticilerin iflasla karşı karşıya olduklarını söyledi. Sarıgöl Bağ Sulama Birliği Müdürü Adnan Kanbak ise zararın sadece bu yılla sınırlı olmadığı görüşünde.

YAPRAK DAHİ KALMADI!

Dolu ve kuvvetli yağışın Sarıgöl ilçesi ve köylerindeki bağlarda ürünlere % 30 ile % 100 arasında değişen oranlarda zarar verdiği belirtilirken, 20.000 dönüm bağının zarar gördüğü dile getiriliyor. Zararın 4.000 dönüm bağ da ise % 100 oranında olduğu kaydediliyor. Geçimini bağcılıkla yapan Sarıgöl’de 50.000 ton yaş üzüm kaybının olduğu, 15-20 dakika aralıksız yağan dolu nedeniyle asmalarda yaprak dahi kalmadığını söyleniyor.

GELECEK YILIN ÜRÜNÜ DE ÖLDÜ

Sarıgöl Bağ Sulama Birlik Müdürü Adnan Kanbak afetin boyutlarının görünenden daha fazla olduğunu belirterek, “Dolu sadece bu yılı değil gelecek yılın ürününü de yok etti. Gelecek yıl üzüm verecek sürgünler de öldü” dedi. Yaş üzüm üreticisinin geçen yıl ürünlerini tüccara kaptırdığını aktaran Kanbak, bankalardan büyük oranda kredi kullanan çiftçilerin, bu kredileri ödemelerinin bu afetten sonra mümkün olmadığını kaydetti.

BANKALAR BASTIRIYOR

Sarıgöl Ziraat Odası Başkanı Ali İhsan Ülgen, çarşamba günkü dolunun ardından önceki gün akşam saatlerinde yağan yağmurun da Yaylabağı, Dadağlı, Kızılçukur, Bindallı köylerinde önemli hasar yaptığını belirterek, meteorolojinin tehlikenin henüz geçmediği uyarısında bulunduğunu söyledi. İlçe Tarım Müdürü ve Kaymakamla birlikte hasar tespiti için arazileri dolaştıklarını belirten Ülgen, “Üreticiler battı. Bütün bankalara borç var. Bugün bir banka aradı beni borçlarla ilgili, ‘ödeyecek durumumuz yok, gelin alın bağı’ dedim. Hükümetten buraların afet bölgesi ilan edilmesini ve üreticilerin borçlarını silinmesini istiyoruz. Borç erteleme sorunu çözmez, çünkü seneye de aynı zararın etkisi devam edecek” dedi. Ülgen, Pazar günü TBMM’den milletvekillerinin geleceğini, bunun ardından bazı şeylerin netleşeceğini söyledi.

AFET BÖLGESİ İLAN EDİLSİN

Sarıgöl Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanı Ahmet Aktaş da üreticinin damlama sulama, traktör, su çıkarma gibi işler için bankalardan kredi aldığını belirterek, bunların ödenmesinin artık çok zor olduğunu dile getirdi. CHP Manisa Milletvekili Hasan Ören’de yaptığı açıklamada AKP hükümetinin çıkardığı yasalarla doğal afetlerden zarar gören çiftçilere engeller çıkardığını belirterek, “Tarım sigortası yaptırmayanların zararları karşılanmamaktadır. Bu anlayıştan vazgeçilmeli ve çiftçilerin zararlarının telafisi için çözüm bulunmalıdır. Bakanlar Kurulu Manisa’yı afet bölgesi ilan etmelidir” dedi.

(Manisa/EVRENSEL)

23 Temmuz 2013 Salı

Diren Akyaka, diren zeytin ağacı!



Özer Akdemir
Muğla Akyaka’da Gökova Özel Çevre Koruma Alanındaki zeytinlik alanın Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca özelleştirme kapsamına alınması ilçeyi hareketlendirdi. Akyaka Dayanışması adıyla bir araya gelen Akyaka ve Muğla’daki yaşam savunucuları imara açılmak istenen zeytinliği korumak için mücadele başlattılar.
ZEYTİNLİK ALAN ARSA YAPILDI
Akyaka Belediyesi sınırları içinde kalan 19.300 m2’lik zeytinlik hazine arazisi Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nca özelleştirme kapsamına alındı.  Alan ayrıca Akyaka İmar Planında konut alanı olarak gösterilerek tapuya “arsa” kaydı düşüldü. Alanın üstünde bulunan zeytin ağaçlarına rağmen arazinin 3573 sayılı “Zeytin Yasası”nın koruması dışına çekilerek özelleştirilmesinin önünü açıldı.
Bu rant ve yağma girişimine karşı kamusal alan niteliğindeki zeytinliğin özelleştirilmesini ve  yapılaşmaya açılmasını önlemek için Akyaka Yerel Yönetim Platformu tarafından başlatılan mücadele genişleyerek büyüyor. Akyaka ve Muğla’dan duyarlı kuruluşların katılımı sonrası Akyaka Dayanışması çatısı altında birleşen yaşam savunucularına, Ege Bölgesindeki birçok çevre platformu da destek verdi.

KAMUSAL ALAN OLARAK KALMALI
Yarın konuyla ilgili bir basın açıklaması yapacak olan Akyaka Dayanışması, alanın özelleştirilmesinden vazgeçilmesi ve imara açılmasının durdurulmasını talep ediyor. Akyaka Dayanışması arazi üzerindeki zeytin ağaçlarına zarar verilmeden, kamusal alan olarak korunmasında ısrar ederken, imar yasasının anti demokratik özelliğine de dikkat çekti. “İmar Yasası halkın daha en başından planlama süreçlerine katılmasına elverecek biçimde yeniden düzenlenmelidir!” diyen Akyaka Dayanışması, ayrıca  TBMM gündeminde görüşülmeyi bekleyen Gökova gibi korunan alanların korkulu rüyası olan Tabiatı ve Biyo Çeşitliliği Koruma(ma) Yasa Tasarısı’nın da geri çekilmesi çağrısında bulundu.
Akyaka Dayanışmasının yarınki basın açıklamasına EGEÇEP, YEGEP, TURÇEP gibi çevre platformları da destek verdiğini açıkladı. (Muğla/EVRENSEL)


Köylünün yaşamı, madencinin psikolojisi bozuldu!



Özer Akdemir
Efemçukuru ve Kavacık köylüleri topraklarında 2 yıldır altın madeni çıkaran Kanadalı şirketin bir yetkilisi ile görüşebilmek için madenin kapısında saatlerce bekledi. Robokop giysili jandarmalarca maden tesislerine girişi engellenen köylülerin görüşme taleplerine maden yetkilileri jandarma astsubayı ile yanıt gönderdi: Psikolojimiz bozuldu. Bu ortamda görüşecek bir şey yok!
KÖYLÜLERİ BİRBİRİNE DÜŞÜRMEKTEN VAZGEÇSİNLER
Kavacık köyünden araçlarla yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki maden tesislerine giden köylüler altın madeninin tabelasının bulunduğu yere kadar davul çalıp, alkışlarla yürüdüler. Ellerinde “Afrika’yı bitirdiniz, Uşak’ı zehirlediniz, İzmir’i yedirtmeyiz”, “Efemçukuru Kavacık kardeştir, bunu bozan kalleştir”, “Yaşam altından daha değerlidir” yazılı dövizler ile yürüyen köylülere İzmir’den gelen EGEÇEP ve Gülder üyeleri de destek verdi. Yürüyüşe şimdiye kadar yapılan eylemlere destek vermeyen Efemçukuru köyü muhtarı Mustafa Özdemir’in ve köyden gençlerin de katılımı dikkat çekti. Madenin tabelası önünde, eylemi izleyen tek televizyon olan Hayat Tv, kamerasına konuşan Kavacık Köyü muhtarı Şinasi Köse, maden nedeniyle derelerin kuruduğunu, ürünlerinde büyük bir azalma meydana geldiğini söylerken, madenin köylüleri birbirine düşürmek istediğini dile getirdi.
2B ARAZİLERİNİ MADENCİLER Mİ KAPATTI
Efemçukuru Köyü Muhtarı Özdemir de, madenin köylüleri ayrıştırmasından yakınırken, 2B kapsamına alınan köy arazileri ile ilgili de çarpıcı bir iddia ortaya attı. Milli Emlakın 2 B kapsamına alınan 150’nin üzerinde ayrı parsel ile ilgili sadece 53 parseli köylülerin alımına açtığını belirten Özdemir, kalan diğer parsellerin madenin alması için bloke edildiği görüşünde. Muhtar köylülerin alımına açılan 53 parselin de madene uzak olduğunu aktardı.
GEZİ RUHU EFEMÇUKURUNDA
Bu kısa açıklamanın ardından jandarmalar tarafından korunan maden işletmelerinin giriş kapısına giden köylüler madenden bir yetkili ile görüşmek ve sorunlarını ona söylemek istediler. Jandarmanın köylülerin geçişine izin vermemesi köylülerce tepki ile karşılandı. Jandarma yüzbaşısının “ Burası onların evi. İstemiyorlarsa giremezsiniz” sözlerine köylüler “Burası bizim topraklarımız. Kanadalıları değil bizi korumanız lazım” diye tepki gösterdiler. Zaman zaman jandarma ile gergin anlar yaşayan köylülerin görüşme talebine jandarma astsubayla yanıt gönderen maden yetkilileri “Bu ortamda görüşemeyiz, psikolojimiz bozuldu” dediler. Köylü gençlerin kararlı tutumlarına yaşları daha ileri olan bazı köylüler “20 kişiyle ne yapabiliriz” diye karşı çıkarken, gençlerin Gezi Parkı olaylarını kastederek, “20 kişi dünyayı ayağa kaldırdı, biz de kaldırırız” demeleri dikkat çekti. Köylü gençlerin madenin giriş yolunu kapatarak protestolarına devam etmeleri üzerine, tesislerin içinde konuşlandığı anlaşılan robokop giysili ve biber gazı tüpleri olan jandarmalar ileri çıktılar. Köy muhtarı maden yetkililerinin ofislerinde görüşme talebini reddederken, köylüler “Biz insanca görüşmek istedik, reddettiler. Burası bizim topraklarımız. Bir dahakine daha güçlü geleceğiz” diyerek madenden ayrıldılar.

DEVLET KAPATMIYOR BARİ ÖNLEM ALSINLAR
Geçtiğimiz yıl Kasım ayında derelerindeki balık ve kurbağaların ölmesinin ardından, bu derelerden su içen 55 keçi ve bir atın da ölümü üzerine altın madenine yürüyen Kavacık köylüleri madenin kapatılmasını, ölümlerin sorumlularının cezalandırılmasını istemişlerdi. Aradan bir yıl geçmeden Kavacık köylüleri komşu Efemçukurlularla birlikte yine madenin önündeydiler. Topraklarını, sularını zehirleyen, balık ve geçimlik hayvanlarını öldüren altın madeninin devlet tarafından kapatılacağı umudunu yitirdiği gözlenen köylülerin bu son eylemdeki talepleri de farklıydı; “Maden arıtmaları çalıştırsın, köylüleri birbirine düşürme politikasından vazgeçsin, bir de muhtarı bile biz belirleriz anlayışını terk etsin”.
Köylüler, madende çalışan köylülerinin şirket yetkilileri tarafından işten çıkarılma şantajı ile kendilerine karşı kışkırtıldığını söylüyorlar. Daha madende işe başlarken köylülere işten çıkış dilekçesi imzalatıldığını, herhangi bir durumda bu dilekçe ile işlerine son verildiği de köylülerce dillendirilen iddialar arasında. (İzmir/EVRENSEL)

Siyanürcüler savaş duasına çıktı

ALTIN FİYATLARI DÜŞTÜKÇE DÜŞÜYOR
Özer Akdemir
Altında fiyat düşüşü devam ediyor. Bu gelişme altın madencilerini planlarını yenilemeye ve tasarrufa iterken, bu tasarrufların sonucunun doğaya daha vahşice müdahale olacağından endişe ediliyor. Öte yandan savaş ve çatışma ortamlarında altın fiyatının yükselmesi altıncılara adeta savaş duası yaptırıyor.
İLK PES EDEN TÜPRAG OLDU
Bu yılın başında onsu 1674 dolar olan altının keskin bir düşüşle 1300 doların da altına düşmesi altın madencisi şirketlerin kabus görmelerine neden oluyor. Ülkemizde de Kışladağ ve Efemçukuru altın madenlerinin sahibi olan El Dorado Gold bazı projelerini erteleme, bazılarında ise yavaşlama gibi önlemler alıyor. El Dorado Gold İcra Kurulu Başkanı Paul N. Wright şirketin altın arama planlarına yönelik bu yıl için ayrılan 98 milyon 500 bin dolarlık bütçenin 51 milyon dolara düşürüldüğünü açıkladı. Geçtiğimiz haftalarda Uşak Eşme’deki Avrupa’nın en büyük altın madeni Kışladağ’da yüzde 100 bir kapasite artırımına gideceklerini açıklayan şirketin bu hesabı da son düşüşlerle birlikte tutmadı. Şirketin İnternet sitesinde yer alan bilgilerde Kışladağ’da kapasite artışı ile birlikte yıllık cevher üretiminin 12.5 milyon tondan 25 milyon tona çıkarılacağı belirtilerek kapasite artırımının 2015’in birinci altı aylık döneminde tamamlanacağı dile getiriliyordu. Son açıklamada ise şirket Kışladağ’daki kapasite artırımını ertelediğini ve yüzde yüzde 35’e varan bir sermaye kesintisine gittiğini duyurdu. Yine de şirketin Kışladağ’daki çalışmalarını düşük hızlı da olsa devam ettireceği görülüyor.
ACISINI DOĞADAN ÇIKARACAKLAR
Altın fiyatının düşüşü belki de en çok Romanya ve Yunanistan’daki yaşam savunucularını sevindirmiş gibi görülüyor. Burada altın madeni karşıtı kararlı bir direnişin yanı sıra, fiyatlardaki düşüşün ardından El Dorado Gold şirketi Yunanistan ve Romanya’daki altın madeni girişimlerini 2016-2017 tarihlerine ertelediğini duyurdu. Altıncı şirketin bu kararında Avrupa Konseyine sunulan siyanürle altın üretimi karşıtı karar tasarısının da etkili olduğu sanılıyor. Zaten AB’nin 2018’den itibaren madencilikte siyanür kullanımını yasaklayan halihazırda bir direktifi var.  Hal böyle olunca altıncı şirketlerin borsadaki yatırımcılarını ürkütmemek için bu ülkelerde faaliyetlerine son vermeden önce böylesi bir ertelemeye gittikleri ardından da bu kararı gerekçe ederek tamamen çekilecekleri ileri sürülüyor.
Bu ülkelerdeki madencilik faaliyetlerini erteleyen şirketin Türkiye’deki faaliyetlerine, kısıtlama yaparak da olsa devam etmesinin nedeni olarak ise bizdeki maliyetlerin düşük olması gösteriliyor. Şirketin son açıklaması daha çok hisse senedi yatırımcılarını yatıştırmayla dönük izlenimi verse de, Türkiye’deki bütçe tasarrufunun bu şirketin doğaya daha da acımasız müdahalesi sonucunu doğuracağı endişesi hakim.

KÜÇÜK ŞİRKETLER DÖKÜLMEYE BAŞLADI
Altın fiyatlarındaki bu düşüş irili ufaklı birçok altın madencisi şirketin de planlarını değiştirmesine, sermaye indirimine ve ertelemelere gitmesine neden olacak gibi görülüyor. Kanada’lı küçük altın madencisi Orezone Gold Corp. maden arama ve geliştirme planlarını tümüyle “çöpe attı”ğını duyurdu. Victoria Gold Corp. ise iki adet üst düzey yöneticisini işten çıkartarak, bazı harcamalarında önemli kısıtlamalara gitti. Yine Kanadalı QMX Gold şirketi de Quebec eyaletindeki Lac Herbin madeninde geliştirme çalışmalarını askıya aldığını duyurdu.

‘GERGİNLİK ALTIN FİYATLARINI TETİKLER’
Altın fiyatlarındaki düşüş nedeniyle bir hayli sıkıntıda olan altın madencilerinin şimdi dört gözle Türkiye’nin komşuları ile arasındaki gerginliğin artmasını beklediklerini söylemek abartı olmaz. Altın Madencileri Derneği Başkanı Ümit Akdur geçtiğimiz yıl yaptığı bir açıklamada Türkiye ile Suriye arasındaki gerginliğin büyümesi halinde altın fiyatlarının artabileceğini ileri sürüyordu. Savaş durumlarının altın fiyatlarını arttıran sebeplerden birisi olduğunu belirten Akdur, Türkiye ile Suriye arasında çatışma olması halinde bu durumun sadece iki ülke arasında kalmayacağını, gerginliğin artmasının altın fiyatlarının artmasını da tetikleyebileceğini dile getirmişti. (İzmir/EVRENSEL)

Ağaçta ceviz derede balık kalmadı!



Özer AKDEMİR
İzmir’in içme suyunu sağlayan barajlar havzasında, kente yaklaşık 20 km uzaklıkta 2 yıldır faaliyetini sürdüren Efemçukuru Altın Madeni yakınındaki köylüler yine eylem yapacaklar. Derelerin suyunun kesildiğini, balıkların öldüğünü ve ağaçların kuruduğunu belirten köylüler, altın madeninin yaşamlarını çekilmez hale getirdiğinden şikayetçiler.

EN SON ÜZÜMLER ÖLÜRMÜŞ

Altın madeni yakınlarındaki Kavacık Köyü’nün muhtarı Şinasi Köse, geçtiğimiz yıl Kasım ayında yaptıkları eylemin bir benzerini yapacaklarını söyledi. Eylemin nedeni ile ilgili ‘geçen seferkiyle aynı sorunlar hala devam ediyor’ diyen Köse, şunları anlattı; “daha bugün derede balık ölümleri olduğunu söyledi bir köylümüz. Fotoğrafını çekmesini istedim. Aşağıdaki derede balık kalmadı zaten. Maden çalışmaları nedeniyle sular yer değiştirince dereler kurudu. Bütün balıklarda öldü. Ayrıca iki yıldır ceviz, badem ve armut ağaçları da kurumaya yüz tuttu. Özellikle armut ağaçlarında aşırı kuruma var. Bademlerin de içi boş. Ayrıca maden sondajlarının olduğu alanlarda çamlarda da kuruma başladı”. Köse, şuan için bağlarda bir zararın olmadığını dile getirirken, “Biz araştırdık en dayanıklı bitkiymiş üzüm asmaları. En son bağlara gelir dediler” diye konuştu.

MUHTARI MADEN Mİ BELİRLİYOR?

Şinasi Köse aylar önce yerel bir gazetede çıkan kendisi ve Efemçukuru Köyü muhtarının ortak şirket kurarak madene iş yapmaya başladığı yönündeki haberleri hatırlattığımızda bu haberleri yalanlayarak; “Köylülerle beraber kurduk şirketi ama madene hiçbir iş yapmadık. Hatta bu şirketi kurmamız üzerine maden kardeşimi işten çıkardı. Köylüleri topluyorum diye. Geçenlerde de madenle aram iyi değil diye bizim köyden çalışanları toplamış şirket müdürü Yaşar Dağlıoğlu. Bizim köylü 48 işçiye “Bu muhtarla olmayacak. İmza toplayıp bunu muhtarlıktan almamız lazım” demiş. Köyümüzü ikiye bölmek istiyorlar. İkna edilmem için sürekli adam gönderiyorlar. Ben de kendilerini köy 48 kişiden oluşmuyor, 250 hane. Bin nüfusu var, alabiliyorlarsa alsınlar, diye yanıt gönderdim. ODTÜ okumuş birisinin, Kanadalı maden şirketi adına böyle cahil cahil konuşması akıl mantık işi değil” dedi.

AKŞAM FİLTRELERİ AÇIYORLAR

Efemçukuru Köyü Muhtarı Mustafa Özdemir, Kavacık muhtarının anlatımlarını doğrularken, madenin su arıtma filtrelerini akşamları açarak kirli suyu doğaya saldığını söyledi. Özdemir, 21 Temmuz Pazar günü (bugün) saat 14.de madenin önünde yapacakları eyleme köylülerin de katılacağını dile getirdi.

ASİT KOKAN BALIKLAR

Kutu: Kasım 2012’de madenin önünde basın açıklaması yapan Kavacık Köylüleri, köylerinde meydana gelen hayvan ölümleri ve derelerdeki balıkların ölmesi nedeni olarak madeni işaret etmişlerdi. Balık ölümleri ile ilgili derelerde İZSU tarafından yapılan analizlerde kimyasal madde zehirlenmeleri sonucu ölümlerin meydana geldiğine ilişkin rapor hazırlamıştı. Raporda; Kokarpınar Deresinin kollarından alınan numunelerde “bazı parametrelerde değişim” tespit edilirken civa gibi ağır metallerin limit değerleri aştığı dile getiriliyordu. Ölü balıklar üzerinde 9 Eylül Üniversitesi tarafından yapılan değerlendirmede ise ölümlerin dereye salınan “asit”ten kaynaklandığı ve balıklardan asit kokusu yayıldığı belirtilmişti.

Bin pınardan damacana sulara



Özer AKDEMİR

Kazdağlarının eteklerinde, Muratlar köyü kahvesinde otururken yandaki küçük marketi gösteren köylülerden Şerafettin Özkan, “bu kahve geçen yıla kadar şişe su nedir bilmezdi. Şimdi haftada bir kamyon damacana su satıyor” dedi. Maden sondajları sonrası sularına içilemez raporu verilen köy, bir yıl önce damacana suyla tanışmış. Hem de Bin Pınarlı İda’nın eteklerinde iken!...

KEŞKE HERKES MUHTAR KADAR RAHAT OLABİLSE!

Çanakkale Bayramiç’e bağlı Muratlar köyüne altıncıların girdiği hemen belli oluyor. Köyün yan yana iki kahvesi birbirinden ayrılmış. Birbiriyle konuşmuyor aynı köylüler, selamlaşmıyor, kahvelerine dahi gitmiyorlar. İki kahveden birisine altın madeni yanlıları diğerine karşıtları gidiyor.
Geçtiğimiz haftalarda uğradığımız köyde altın madeni yanlısı olduğu söylenen kahvede otururken görüşüyoruz köy muhtarı Muharrem Yavaş’la. Köyündeki sulara içilemez raporu verilmesini soruyoruz. Keşke herkes muhtar kadar rahat olabilse!; “5 sene önceki değerlerde aynıymış sulardaki. Valla ben musluktan içiyorum. Öleceksek bundan ölelim”! diyor, umursamaz bir edayla. Bu arada suların ‘içilemez ‘ raporu hala köy kahvesinde ki panoda asılı.
Geçtiğimiz yıl köylülerin yaptığı toplantıda altın madencilerini köye sokmama, köyden kimsenin madende çalışmaması, madenden hiçbir yardım kabul etmeme gibi kararları anımsattığımızda, yine aynı umarsızlıkla elini ‘boşver’ der gibi sallıyor muhtar, “Böyle kararlar alındı ama uygulanmazdı zaten. Madende çalışmak isteyenlere girmeyin diyemem ben”.


HOCA MADENCİLERLE GELDİ

Bu yılın Mart ayının sonunda altın madencileri tarafından köyde yapılmak istenen, köylülerin tepki gösterdiği toplantıyı da soruyoruz. Ankara’dan gelen heyetin içindeki profesöre köylüler ‘yevmiyeci hoca’ adını takmışlardı. Prof. Dr. Bülent Gülçubuk’un, bu olayla ilgili altıncıları tanımadığı sözlerine şaşırıyor muhtar; “Olur mu öyle şey. Madencilerle geldi. Oturduk böyle sohbet ettik işte” diyor. Altın madeni yanlısı olarak bilinmekten rahatsız olduğunu gözlemlediğimiz muhtar fotoğrafını çekmemize izin vermiyor. 


ZMO GENEL BAŞKANINA DA ANLATTIK BUNLARI

Maden karşıtlarının kahvesinde bu toplantıyı izleyenlerden Muratlar köylüsü Şerafettin Özkan, Ankara’dan gelen ekiple madencilerin aynı grubun içinde köylerine geldiğini, iki grubun burada buluşmasının kesinlikle tesadüf olmadığını anlatıyor. “Ben altın madeninin zararlarını anlatacaklar diye gittim toplantıya. Oysa onlar, beşer inek verilim, köyü şöyle kalkındıralım gibi şeyler söylediler”. Özkan, bunları geçtiğimiz hafta içinde köylerine gelen Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı ve İstanbul ve Çanakkale Şube Başkanlarına da anlattıklarını söyledi. Kalkarken, oturduğumuz kahvenin yanındaki bakkalı gösteriyor Özkan, “Bu bakkal bu seneye kadar şişe su satmış değildi. Şimdi kamyonlarla damacana su yetiştiremiyor köye…”

Güncellenme Zamanı: 04.07.2013 11:56:30

“YANLIŞ YAPMIŞ DA OLABİLİR”


Telefonla görüşlerini aldığımız ZMO Genel Başkanı Turhan Tuncer, gazetemizde çıkan haberlerle ilgili iki şube başkanı ile birlikte Muratlar Köyü’nü ziyaret ettiğini belirterek, “Köyün facebook sitesinde odayı eleştiren ve ‘siz kimden yanasınız’ diye soran arkadaşla görüşmek, odanın mücadele tarihini anlatmak istedim. Yoktu orada. Bu olayda Bülent Gülçubuk yanlış yapmış da olabilir. Dün kendisiyle konuştum. ‘Madencilerle yan yana görülmem onları savunduğum anlamına gelmez’ dedi. Ben de kendisinin madencilerle herhangi bir ilgisinin olmadığına inanıyorum. Yoksa madenciler kendi reklamları için böyle şeyleri hep yapar tabii ki” dedi. Sürkal’dan gelen “bu etkinlik için Gülçubuk herhangi bir para almamıştır” yazısını aktaran Tuncer, etkinliğin madenciler tarafından düzenlenip düzenlenmediği ile ilgili bir bilginin kendisine ulaşmadığını ileri sürdü.

HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Bu arada Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri Nalbant, başka bir konuya daha dikkat çekti; “Gezi olaylarının ardından maden şirketlerinde bir panik ve korku havasının olduğu görülüyor. Sondajlar tamamlandı ama tesis kurma aşamasına geçemiyorlar. İşçilere izin verdiler, şu anda bir çalışma yok. Olayların yatışmasını bekliyor olabilirler. Maden şirketlerine sosyal destek sunduğunu söyleyen bir firmadan arayıp bana Gezi olayları ve sonrası ile ilgili görüşlerimi sordular, ben de “hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak” dedim”.

(Çanakkale/EVRENSEL)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Gazeteci Akdemir'e altıncı baskısı




Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP), Kazdağları’nda altın madencisi şirketler tarafından yapılan talana karşı halkın mücadelesiyle ilgili yaptığı haberler nedeniyle Evrensel Gazetesi muhabiri ve Hayat Tv Çepeçevre Yaşam programı yapımcısı Özer Akdemir'e dava açılması ile ilgili bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada “Özer Akdemir'e açılan dava hepimize açılmıştır” denildi.

Kazdağları başta olmak üzere ülkenin birçok bölgesinde yürüttüğü çevre haberciliği konusunda bilinen isimlerden biri olan, Evrensel Gazetesi İzmir Muhaberi ve Hayat TV Çepeçevre Yaşam Programı yapımcısı Özer Akdemir'e yönelik açılan dava çevre örgütlerini ayağa kaldırdı. EGEÇEP (Ege Çevre ve Kültür Platformu) tarafından açıklama yapılarak Akdemir'e destek olundu. Yapılan açıklamada, “Evrensel Gazetesi yazarı ve EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi arkadaşımız Özer Akdemir’in Kazdağları’nda madenci şirketler tarafından yapılan talana karşı halkın mücadelesiyle ilgili yaptığı haberi için hem Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tekzip kararı verilmiş hem de hakkında tazminat ve ceza davası açılmıştır. Özer Akdemir’in “Yevmiyeci Hoca” Tartışması ve Yevmiyeler Madenciden başlıklı http://www.evrensel.net/news.php?id=54072,http://www.evrensel.net/news.php?id=53673 haberlerine konu olan 'Hoca', Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bülent Gülçubuk’tur. Gülçubuk’un madenci şirket tarafından madencilere yönelik halkın tepkisini azaltmak için köylülere eğitim vermek amacıyla Bayramiç Muratlar Köyü’ne geldiğini iddia eden köylülerin tepkisini konu alan haberdeki bilgiler nedeniyle arkadaşımız Özer Akdemir hakkında ceza ve tazminat davası açılmıştır. Haberlerde iddialara karşılık Gülçubuk’un da görüşüne yer verilmesine ve haklarına saygı gösterilmesine rağmen, haber kendisi tarafından yalanlanmıştır. Oysa, Gülçubuk’un üyesi olduğu dernek tarafından bilgilerin doğrulanması halkın neden böyle tepkili olduğunun anlaşılması için yeterlidir. Amaç, kamuoyunu bilgilendirme görevi olan gazetecilerin sindirilerek halkın sesinin duyulmasının önüne geçilmesi, bilgi alma hakkımızın elimizden alınmasıdır. Bu süreç bize hiç yabancı değil. Biz yaşam savunucularına nasıl saldırıldığını biliyoruz. Biz yaşama hakkına sahip çıkanların nasıl susturulduğunu biliyoruz. Biz halkın haber alma özgürlüğünün nasıl engellendiğini biliyoruz. Biz halkın gerçekleri görmesinin önüne nasıl geçildiğini biliyoruz. Biz sermaye ve siyasi iktidar için makbul haberciliğin “penguen” habercilik olduğunu biliyoruz. Biz avukatlarımızın sanık yapıldığı, adliyede avukatların, görevi başında hasta bakarken doktorların gözaltına alındığı bir ülkede yaşıyoruz. Ve biz Başbakanı’nın bile halkının gözünün içine baka baka doğruları söylemediği bir ülkede yaşıyoruz. Her zaman yaşam hakkı mücadelesi verenlerin sesi olan Özer Akdemir’e açılan dava hepimize açılmıştır. Bu haksızlığa karşı, daha önce benzer davalarda olduğu gibi, birlikte mücadele edecek, yalanı ve talanı deşifre etmeye devam edeceğiz. Tüm yaşam savunucularını da bu mücadelede birlik olmaya ve dayanışmaya davet ediyoruz” dedi.


“Hedefteki gazetecilik”


Evrensel Gazetesi İzmir Muhabiri ve EGEÇEP üyesi Özer Akdemir, “Yövmiyeci hoca tartışması” isimli yazısının tekzip edildiğini ifade ederek, “İlk kez bir haberim tekzip edildi, hem de her satırı doğru olan bir haberim” dedi.

“15 yıldır gazetecilik yapıyorum” diyerek Evrensel Gazetesi'ne kendi haberini yapan İzmir muhabiri Özer Akdemir, “Bu sürenin 13 yılı aşkın bir kısmında genelde çevre haberlerine yoğunlaştım. 15 yıllık gazetecilik yaşamımda ilk kez bir haberim hakkında, bir mahkeme tekzip kararı verdi. Hem de her satırı, sözcüğü doğru olan bir haberimize…” dedi.

Haber başlığı tahrif mi edildi?
“Ben bu başlıklı bir haber yazmadım!” diyen Akdemir, “Tekzip kararını veren mahkeme bu kararı verirken -içeriğini okumalarını geçtim- bari haberimizin başlığını doğru okuyup yazsaydı! Haberi şikayet eden Prof. Dr. Bülent Gülçubuk ve avukatının haber başlığında yaptığı tahrifat aynen mahkeme kararında da yer bulmuş. 08.04.2013 tarihli ilk haberimizin başlığı “Yevmiyeci hoca’ tartışması” idi. Dilekçelerde ve mahkeme kararında ise haber başlığı “Yevmiyeci hoca” olarak verilmiş. Tek tırnak içinde verilen yevmiyeci hoca sözünün bize ait olmadığı, köylülerin olay karşısındaki ürettiği bir deyim olduğu haberin içeriğinden de anlaşılabiliyor zaten. Başlıktaki 'tartışması' sözcüğü de burada çok önemli. Bir olayın olgunun taraflarının iddialarını ele almıştır haber. Var olmayan, uydurulan, fantezi ürünü bir şeyi değil, somut olarak yaşanmış bir olayı konu edinmiştir. Konunun her iki tarafının da görüşleri haberde işlemiş, kararı da okuyucuya bırakacak şekilde başlığı ‘Yevmiyeci hoca’ tartışması diye verilmiştir. Haber başlığındaki tahrifatla daha başlıkta birisinin itham edildiği algısı yaratılmak istenmiş. Bunda da başarılı olunmuş!” dedi.

Yevmiyeci hoca nereden çıktı?
“Haberi uzun uzadıya aktarmayacağım” diyen Akdemir, “Özetle; Kaz Dağlarındaki altın madeni çalışmaları nedeniyle sularına içilemez raporu verilen Bayramiç Muratlar köyüne altın madencisi şirketin görevlileri ile gelen, aralarında Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) yönetim kurulundan Gülçubuk’un da bulunduğu gruba köylülerin tepkisini ortaya koyan bir haberdi. Köylüler Bayramiç Çevre Platformu Facebook grubundan bu duruma olan tepkilerini Gülçubuk’a “Madencilerin getirdiği Yevmiyeci hoca”, diyerek devam ettiriyorlardı. Telefonla konuştuğum Gülçubuk ise iddiaları yalanlıyor, madencilerle aynı masada oturmalarına ‘tesadüf’ diyordu. Haberde Gülçubuk’un iddialarla ilgili bu yanıtları da var” şeklinde konuştu

Soruları yanıtsız kaldı
“Gülçubuk ve avukatı haberimizin gerçeğe aykırı ve uydurma olduğunu ileri sürüyor” diyen Akdemir, “(Gerçek dışı, yanlı ve tutarsız) ve hatta (Tabansız) diyorlar, ama haberde geçen iddialara bir yanıtı, karşı delilleri, gerçek dışı olduğunu ortaya koyan somut verilerin hiçbirisini yazmamışlar. (Gerçek dışı) demekle bu haber yalan mı oluyor? Neresi gerçek dışıymış, niye gerçek dışıymış? Bu grubu köylere madenciler götürmemiş mi mesela? Yol ve konaklama giderlerini madenciler karşılamamış mı? Köy muhtarının, azasının, köylülerinin anlatımları yalan mı? Yalansa (Bu açıklamalar, anlatımlar, gözlemler uydurma, yalan) demeleri gerekmiyor mu? Peki, SÜRKAL Başkanı Rahmi Demir’in açıklamaları da mı ‘gerçek dışı’? Böyle bir konuşma yapmamış mı başkan benimle? (Bu etkinliği madenciler istedi, yol-konaklamayı onlar karşıladı) dememiş mi? Bunlardan hangisi (Gerçek dışı, yanlı, tutarsız ve tabansız?) ‘Yevmiyeci hoca’ tartışması haberimizden sonra Gülçubuk’a sorduğumuz 7 sorunun yanıtını alabilmiş olsaydık, ısrarla haberin doğru olmadığı serzenişlerine bir anlam verebilirdik” dedi.

ZMO genel başkanı köylülerden neler dinledi?
Akdemir, tekzip ile ilgili olarak açıklamalarında, “Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararında ikinci haberimizle ilgili hiçbir atıf yok! Neden? Oysa ikinci haberimiz ilk haberimizin içeriğinin doğruluğunu, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, tanıklıklarla ortaya koyuyor. Bu ikinci haberi görmezden gelerek böylesi bir tekzip kararı vermek hukuken, vicdanen ve etik olarak doğru mu? ZMO Genel Başkanı Turhan Tuncer geçtiğimiz günlerde Çanakkale ve İstanbul Ziraat Odası Başkanları ile habere konu olan Muratlar köyüne giderek olan biteni köylülerden dinledi. Bize aktarıldığına göre köylülerin haberimizin içeriğini doğrulayan anlatımları Genel Başkanı şaşırtmış. ZMO’nun yıllardır doğadan, emekten, hukuktan yana bir anlayışla mücadelesini sürdürdüğünü biliyoruz. Biz işimizi yapıp oda yönetiminde bulunan bir kişinin altıncılarla olan iş birliğini deşifre ettik. Gerisi ZMO’nun bileceği iştir” dedi.

Üç basit soru
Akdemir, ayrıca üç basit sorusunun halen cevap beklediğini ifade etti. Akdemir, “1. Muratlar köyü muhtarı, azası ve köylüler aralarında Gülçubuk’un da olduğu Sürkal derneği görevlilerinin köye geleceğinden haftalar önce haberleri olduğunu, maden şirketi yöneticilerinin bu toplantı ile ilgili kendilerine haftalar önce bilgi verdiğini söylüyor. Muhtar, aza ve köylüler yalan mı söylüyor? 2. Muratlar köyünün ardından gidilen üç köye de Gülçubuk’un ekibi ve madenciler birlikte gitmişler. Grubu Çan’da madenciler ağırlamış, yolcu etmiş. Bunlar da mı yalan? 3. En önemlisi Sürkal Derneği Başkanı Rahmi Demir’in açıklamalarından sonra hâlâ nasıl bizim haberimizin yalan olduğu iddia edilebilir? Ne demişti Sürkal Başkanı Rahmi Demir; (Bizden bu çalışmayı yapmamızı madenciler istedi. ‘Biz o yörede maden faaliyeti yapıyoruz. Köyde bu tür bir çalışma yapabilir misiniz?’ dediler. Biz de bunun üzerine çarşamba günü bölgeye gittik. İlçe tarım müdürü ve Kaymakamla da görüştükten sonra köylere geçtik. Yol konaklama vs, bütün masraflar madenciler tarafından karşılandı. Kendilerine yaptığımız çalışmalarla ilgili ilerde bir rapor vereceğiz)” dedi.

Gazeteciliğe devam edeceğizhttp://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=84632
“Gazetecilik, arkasında devasa maddi gücü ve siyasi desteği olan madenci şirketin köylülerin tepkisini yumuşatma amaçlı bu halkla ilişkiler çalışmasının haberini yapmak değilse nedir?” diyen Akdemir, “Biz de mi, Gezi Parkı olaylarına ana akım medyanın yaklaşımı gibi, tüm bunlar olup biterken köylülerin tepkisi yerine penguen tefrikası yapsaydık? Şimdiye kadar sayfalarımızı Anadolu’nun her yerindeki yaşam savunusu mücadelesine açtık, buna devam da edeceğiz. Tazminat ve ceza davası haberi duyulduktan sonra 'Dava bize açılmıştır' diye açıklama yapan çevre örgütleri, bilim insanları, belediye başkanları ve Kaz Dağı köylüleridir bizim haklılığımızın ve gücümüzün dayanakları” dedi.


17 Temmuz 2013 Çarşamba

Nükleer kumara karşı mücadele çağrısı



Özer AKDEMİR

İzmir Nükleer karşıtı Platform (NKP) hükümetin nükleer santral projelerine bir kez daha tepki gösterirken, Sinop’ta kurulması planlanan santralde meydan gelecek bir kazanın etkisinin Çernobil ve Fukishima’dan kat kat fazla olacağı uyarısında bulundu. Japonya ve Fransa ile imzalanan nükleer santral ihalesini kumara benzeten NKP, Türkiye’nin işsiz kalmış nükleer şirketlerin umudu olduğunu dile getirdi.

AKP TÜRKİYEYİ FELAKETE SÜRÜKLÜYOR

NKP tarafından yapılan yazılı açıklamada AKP’nin yanlış enerji politikalarının Türkiye’yi felakete sürüklediği dile getirilerek, “Hükümetin elektrik üretimi için tercihini pahalı, kirli ve tehlikeli nükleer enerji santrallerinden yana kullanması ve Sinop’a nükleer santral kurmak için Japon ve Fransız firmalarla anlaşma imzalama noktasına gelmesi bu yanlışlara bir yenisini daha ekledi. Mersin’den sonra Sinop da artık ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya. Akdeniz’den sonra Karadeniz de nükleer atıklarla, radyasyonla kirletilmek isteniyor” denildi.

SİNOPLULAR HİÇE SAYILDI

Karadenizlilerin radyasyonun, kanserin aldığı canları henüz unutmadığını belirten NKP, . 2006 yılında Türk Tabipler Birliği tarafından açıklanan raporda, Artvin Hopa'da son üç yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47,9'unun nedeninin kanser olduğunun ortaya konduğuna dikkat çekti. Sinop’ta meydana gelecek Çernobil veya Fukuşima benzeri bir
kazanın sonuçlarının 1986’dan kat ve kat fazla olacağının altını çizen NKP “Sinop’a nükleer santral yapmak isteyen hükümet belli ki Sinop’u, Karadeniz’i gözden çıkarmış, Sinop’ta nükleer santral istemediklerini yıllardır haykıran Sinopluları da hiçe saymıştır” dedi.

İŞSİZ KALMIŞ NÜKLEER ŞİRKETLERİN UMUDU

Hükümetin tek derdinin işsiz kalmış nükleer firmalara Türkiye’de iş sahası açmak olduğunu kaydeden NKP, “Öyle olmasa, Fukuşima’da yaşanan nükleer kazadan sonra bir Japon firmasıyla anlaşma yapmazlardı. Japonya’da kaza öncesi 54 nükleer reaktör vardı bugün sadece iki tanesi çalışıyor. İşte bu yüzden Japonya’nın nükleer şirketleri Türkiye’de ihale kazanmak için aylardır lobi yapıyorlar. Fransız Areva firması ise Finlandiya ve Fransa’da kurmaya çalıştığı iki reaktörde de ekonomik ve teknik sorunlar yaşadı. Fransa’daki aynı tip, son teknoloji harikası diye tanıtılan reaktörde de aynı sorunlar yaşanıyor. İnşaat gecikti, maliyetler iki katından fazla arttı” diye nükleer santral yapmak isteyen ülkelerdeki konuyla ilgili sorunlara dikkat çekti.

GELECEĞİMİZLE KUMAR OYNUYORLAR

AKP’nin Türkiye’de yaşayan insanların ve diğer canlıların sağlığını düşünmediğinin altını çizen NKP, şöyle devam etti; “Türkiye’de elektrik üretmenin yaşama zarar vermeyen onlarca yolu varken onlar en pahalısını ve en tehlikelisini seçiyor. Kalkınma Bakanlığı’nın 2013 programında bile Türkiye’nin sadece enerjiyi verimli kullanarak elektrik tüketimini yüzde 20-25 oranında azaltmanın mümkün olduğu yazmaktadır. Sadece bu bile, Mersin ve Sinop’a kurulması düşünülen iki nükleer santralin üreteceği elektrikten fazla bir miktara işaret etmektedir. Türkiye’nin nükleer santrallere ihtiyacı yoktur”. NKP, AKP hükümetinin Türkiye’deki insanların hayatlarıyla, gelecekleriyle kumar oynadığını kaydederek, Türkiye’yi bu kumar masasına oturtmak isteyenlere karşı mücadele çağrısında bulundu.
(İzmir/EVRENSEL)


Gözümüze mi inanalım ödülünüze mi?



Özer AKDEMİR
Çanakkale Biga yarımadasında demir-çelik fabrikaları, termik santraller ve tersane gibi çok sayıda sanayi kuruluşu olan İÇDAŞ firması bölgede havayı, denizi ve toprağı kirletmeye devam ediyor. Elimize geçen fotoğraflar şirket tesislerinin meydana getirdiği kirliliği su götürmez biçimde ortaya koyuyor. Bu fotoğraflardaki kirlilik ortadayken şirkete geçtiğimiz Haziran ayındaki Dünya Çevre Haftasında 3 çevre ödülü verilmesi “gözümüze mi inanlım bu ödüllere mi” dedirtiyor.

13 ÇEVRE ÖDÜLÜ VAR AMA…

Geçtiğimiz ayın başında kutlanan Dünya Çevre Haftasında “üretiminde çevreye gösterdiği duyarlılık” nedeniyle 3 farklı ödüle layık görülen İÇDAŞ, internet sitesinde yaptığı duyuruda bu ödüllerle birlikte aldıkları çevre ödülünün 13’e yükseldiğini açıkladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından “Türkiye’nin en temiz sanayi tesisi ödülü” alan şirkete aynı gün Çanakkale’de de “Çanakkale’nin en temiz sanayi tesisi ödülü” verildi. Ayrıca Kocaeli Sanayi Odası da şirkete çevre ödülü verenler arasında yer aldı.

HAVA, DENİZ VE TOPRAĞI KİRLETİYOR

Bu kadar çevre ödülü almış bir şirketle ilgili elimize geçen fotoğraflar ise durumun çok daha farklı olduğunu ortaya koyuyor. Fotoğraflar İÇDAŞ şirketinin karada, denizde ve havada yarattığı kirliliği gözler önüne seriyor. Şirketin Biga merkezinde lcd ekran tv ile canlı olduğu özellikle vurgulanan fabrika baca görüntülerinin aksine, elimize ulaşan fotoğraflarda bacalardan çıkan dumanın kirliliği açıkça görülmekte. Fotoğrafları ulaştıran kaynak, bunların gün ışığında çekildiğini, şirketin gündüz gözü ile bile kirliliği filtreden geçirmeden atmosfere vermekte sakınca görmediğini söylüyor. Geceleri durumun ise çok daha vahim olduğu dile getiriliyor.

Denizdeki kirliliği göz önüne seren fotoğraflarda ise demir-çelik fabrikası yakınlarındaki Kemer Köyünün Koyu ile fabrika arasında kalan sahil kesiminde deniz pas rengine bürünmüş. Havadan çekilen fotoğraflarda deniz kenarındaki evlerin hemen önünde, kumsala vuran denizdeki kirlilik bırakın buralarda denize girmeyi yakınında oturmayı bile olanaksız kılacak derecede yoğun.

İÇDAŞ’ın termik santralinin yarattığı doğa tahribatını gösteren havadan çekilmiş bir başka fotoğraf ise daha önce gazetemizde yayınlanmıştı.

LİMAN İÇİN DENİZ DOLDURULUYOR
13 çevre ödüllü şirketin bir başka icraatı ise büyük gemilerin yanaşabilmesi için sahili ve denizi doldurarak liman yapmak! Bu liman yazlık evlerin olduğu ve insanların denize girdiği bir bölgede yapılıyor. Liman yapılırken doldurulan denizin yarattığı tahribat ve sonrasında limana gelecek olan gemilerden kaynaklanacak kirlilik bölgede yaşayanları şimdiden kara kara düşündürüyor.

ANTİK KENTİ ‘ÖZEL MÜLK’ YAPMIŞLARDI!

Son olarak 13 çevre ödüllü şirketin önemli bir bölümü şirketin fabrikalarının altında kalan Parion antik kentinin kazı sponsoru olduğunu, antik kentte çekim yapmak isteyen gazetecileri “özel mülk, çekim yapamazsınız” diye engellediğini de belirtelim.

BAŞBAKANIN GÖZDESİ

Türkiye’nin en büyük özel sektör çelik üreticisi durumunda olan İÇDAŞ, büyük sermaye gücü, istihdam potansiyeli ve siyasi iktidara yakınlığı ile bölgenin gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse siyasi ikliminin belirlenmesinde en önemli aktör durumunda. Şirketin bu gücü bölgenin adeta bir ‘İÇDAŞ cumhuriyeti’ haline geldiği eleştirilerine neden oluyor. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz Mart ayında Biga’ya giderek İÇDAŞ’ın termik santralinin açılışını yapmış, “binlerce İÇDAŞ’a ihtiyaç var” diye şirkete övgüler dizmişti.
(İzmir/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=61892

Çevre davasına bakacak mahkeme aranıyor!



Özer AKDEMİR

Çevre Kanununa Muhalefet suçudan ülkemizde açılan ilk dava mahkeme mahkeme dolaşıyor. Erzurum Tortum Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan dava buradan Asliye Ceza mahkemesine oradan da Erzurum Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.

ÇED RAPORUNU HAZIRLAYAN MÜHENDİS YARGILANIYOR

Erzurum Tortum’da köylülerin savcılığa yaptığı suç duyurusu üzerine HES şirketi yetkilileri ve “ÇED Gerekli Değildir” kararının alınması için hazırlanan proje tanıtım dosyasının sahibi çevre mühendisi hakkında dava açılmıştı. Açılan davada hem Türk Ceza Kanunu'nun 181.maddesindeki çevreyi kasten kirletmekten hem de Çevre Kanunun 26.maddesine göre HES’çilerin yargılanmasına başlandı. HES’çiler dışında Çevre ve Şehircilik Bakanı, Erzurum Valisi, Erzurum İl çevre ve Orman Müdürü, Erzurum DSİ 8.Bölge Müdürü ve Tortum Kaymakamı hakkında da aynı suç duyurusu dilekçesi verildi. Bakan dokunulmazlığı, diğer kamu yöneticileri de İçişleri Bakanı Muammer Güler soruşturma izni vermediği için HES’çilerle birlikte yargılanmalarının önüne geçildi. Ancak İçişleri Bakanlığı’nın bu kararına karşı da Danıştay'a başvuru yapıldı.

MAHKEMELER TOPU BİRBİRİNE ATIYORLAR

Dava önce Tortum Sulh Ceza Mahkemesinde açıldı. Ancak Mahkeme, ÇED sürecindeki yanlış ve yanıltıcı bilgiler verildiğinden aynı zamanda "Özel Evrakta Sahtecilik" suçu oluştuğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyayı Asliye Ceza Mahkemesine gönderdi. Dün Tortum Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davaya çok sayıda köylü ile avukatları Avukat Eşber Yağmurdereli ve Mehmet Horuş katıldı. Prof.Dr.Beyza Üstün de davayı izleyerek yörede teknik bir inceleme gezisi yaptı. Duruşmada köylülerin müdahillik talepleri mahkemece kabul edilirken, köylülerin yörede yaşanan çevre felaketi ile ilgili olarak patlatılan dinamitler, kirlenen sular, rastgele dökülen atıklar, kesilen ağaçlar ve yaşanan heyelanlarla ilgili anlatımları dinlendi. Duruşma sonunda mahkeme kendisinin de görevsiz olduğuna karar vererek dosyanın Erzurum Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verdi.

KÖYLÜ ŞİKAYETÇİ OLUNCA BAKACAK MAHKEME BULAMIYORUZ

Köylülerin avukatlarından Mehmet Horuş, daha önceki yıllarda şirketin şikayetleri sonrası birçok köylü hakkında dava açıldığını ve cezalar verildiğini belirterek, “Şimdi şikayetçi köylü olunca bakacak mahkeme bulamıyoruz” diye konuştu. Horuş, davanın ÇED’in yanlış hazırlandığı gerekçesiyle Türkiye’de açılan ilk dava olduğunu sözlerine ekledi. Türkiye'de Çevre Kanunu'na muhalefet suçundan açılan ilk dava halen mahkemesini arıyor.

Tortum'dan duruşmaya katılan köyüler, duruşma çıkışı Taksim Gezi direnişini selamlayan açıklamalar yaptı.

(Erzurum/EVRENSEL

‘Yevmiyeci hoca’ ve hedefteki gazetecilik



Özer Akdemir 
15 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bu sürenin 13 yılı aşkın bir kısmında genelde çevre haberlerine yoğunlaştım. 15 yıllık gazetecilik yaşamımda ilk kez bir haberim hakkında, bir mahkeme tekzip kararı verdi. Hem de her satırı, sözcüğü doğru olan bir haberimize…

BEN BU BAŞLIKLI BİR HABER YAZMADIM!

Tekzip kararını veren mahkeme bu kararı verirken -içeriğini okumalarını geçtim- bari haberimizin başlığını doğru okuyup yazsaydı! Haberi şikayet eden Prof. Dr. Bülent Gülçubuk ve avukatının haber başlığında yaptığı tahrifat aynen mahkeme kararında da yer bulmuş. 08.04.2013 tarihli ilk haberimizin başlığı “Yevmiyeci hoca’ tartışması” idi. Dilekçelerde ve mahkeme kararında ise haber başlığı “Yevmiyeci hoca” olarak verilmiş. Tek tırnak içinde verilen yevmiyeci hoca sözünün bize ait olmadığı, köylülerin olay karşısındaki ürettiği bir deyim olduğu haberin içeriğinden de anlaşılabiliyor zaten. Başlıktaki “tartışması” sözcüğü de burada çok önemli. Bir olayın olgunun taraflarının iddialarını ele almıştır haber. Var olmayan, uydurulan, fantezi ürünü bir şeyi değil, somut olarak yaşanmış bir olayı konu edinmiştir. Konunun her iki tarafının da görüşleri haberde işlemiş, kararı da okuyucuya bırakacak şekilde başlığı ‘Yevmiyeci hoca’ tartışması diye verilmiştir. Haber başlığındaki tahrifatla daha başlıkta birisinin itham edildiği algısı yaratılmak istenmiş. Bunda da başarılı olunmuş!..

YEVMİYECİ HOCA NEREDEN ÇIKTI?

Haberi uzun uzadıya aktarmayacağım. Linki:http://www.evrensel.net/news.php?id =53673 .Özetle; Kaz Dağlarındaki altın madeni çalışmaları nedeniyle sularına içilemez raporu verilen Bayramiç Muratlar köyüne altın madencisi şirketin görevlileri ile gelen, aralarında Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) yönetim kurulundan Gülçubuk’un da bulunduğu gruba köylülerin tepkisini ortaya koyan bir haberdi. Köylüler Bayramiç Çevre Platformu Facebook grubundan bu duruma olan tepkilerini Gülçubuk’a “Madencilerin getirdiği Yevmiyeci hoca”, diyerek devam ettiriyorlardı. Telefonla konuştuğum Gülçubuk ise iddiaları yalanlıyor, madencilerle aynı masada oturmalarına ‘tesadüf’ diyordu. Haberde Gülçubuk’un iddialarla ilgili bu yanıtları da var.

SORULARIMIZ NEDEN YANITSIZ KALDI

Gülçubuk ve avukatı haberimizin gerçeğe aykırı ve uydurma olduğunu ileri sürüyor. “Gerçek dışı, yanlı ve tutarsız” ve hatta “Tabansız” diyorlar, ama haberde geçen iddialara bir yanıtı, karşı delilleri, gerçek dışı olduğunu ortaya koyan somut verilerin hiçbirisini yazmamışlar. “Gerçek dışı” demekle bu haber yalan mı oluyor? Neresi gerçek dışıymış, niye gerçek dışıymış? Bu grubu köylere madenciler götürmemiş mi mesela? Yol ve konaklama giderlerini madenciler karşılamamış mı? Köy muhtarının, azasının, köylülerinin anlatımları yalan mı? Yalansa “Bu açıklamalar, anlatımlar, gözlemler uydurma, yalan” demeleri gerekmiyor mu?

Peki, SÜRKAL Başkanı Rahmi Demir’in açıklamaları da mı ‘gerçek dışı’? Böyle bir konuşma yapmamış mı başkan benimle?”Bu etkinliği madenciler istedi, yol-konaklamayı onlar karşıladı” dememiş mi? Bunlardan hangisi “Gerçek dışı, yanlı, tutarsız ve tabansız?” ‘Yevmiyeci hoca’ tartışması haberimizden sonra Gülçubuk’a sorduğumuz 7 sorunun yanıtını alabilmiş olsaydık, ısrarla haberin doğru olmadığı serzenişlerine bir anlam verebilirdik.

ZMO GENEL BAŞKANI KÖYLÜLERDEN NELER DİNLEDİ?

Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararında ikinci haberimizle ilgili hiçbir atıf yok! Neden? Oysa ikinci haberimiz ilk haberimizin içeriğinin doğruluğunu, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, tanıklıklarla ortaya koyuyor. Bu ikinci haberi görmezden gelerek böylesi bir tekzip kararı vermek hukuken, vicdanen ve etik olarak doğru mu?

ZMO Genel Başkanı Turhan Tuncer geçtiğimiz günlerde Çanakkale ve İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanları ile habere konu olan Muratlar köyüne giderek olan biteni köylülerden dinledi. Bize aktarıldığına göre köylülerin haberimizin içeriğini doğrulayan anlatımları Genel Başkanı şaşırtmış.

ZMO’nun yıllardır doğadan, emekten, hukuktan yana bir anlayışla mücadelesini sürdürdüğünü biliyoruz. Biz işimizi yapıp oda yönetiminde bulunan bir kişinin altıncılarla olan iş birliğini deşifre ettik. Gerisi ZMO’nun bileceği iştir.

ÜÇ BASİT SORU

1. Muratlar köyü muhtarı, azası ve köylüler aralarında Gülçubuk’un da olduğu Sürkal derneği görevlilerinin köye geleceğinden haftalar önce haberleri olduğunu, maden şirketi yöneticilerinin bu toplantı ile ilgili kendilerine haftalar önce bilgi verdiğini söylüyor. Muhtar, aza ve köylüler yalan mı söylüyor?
2. Muratlar köyünün ardından gidilen üç köye de Gülçubuk’un ekibi ve madenciler birlikte gitmişler. Grubu Çan’da madenciler ağırlamış, yolcu etmiş. Bunlar da mı yalan?
3. En önemlisi Sürkal Derneği Başkanı Rahmi Demir’in açıklamalarından sonra hâlâ nasıl bizim haberimizin yalan olduğu iddia edilebilir? Ne demişti Sürkal Başkanı Rahmi Demir; “Bizden bu çalışmayı yapmamızı madenciler istedi. ‘Biz o yörede maden faaliyeti yapıyoruz. Köyde bu tür bir çalışma yapabilir misiniz?’ dediler. Biz de bunun üzerine çarşamba günü bölgeye gittik. İlçe tarım müdürü ve Kaymakamla da görüştükten sonra köylere geçtik. Yol konaklama vs, bütün masraflar madenciler tarafından karşılandı. Kendilerine yaptığımız çalışmalarla ilgili ilerde bir rapor vereceğiz”.

GAZETECİLİĞE DEVAM EDECEĞİZ

Gazetecilik, arkasında devasa maddi gücü ve siyasi desteği olan madenci şirketin köylülerin tepkisini yumuşatma amaçlı bu halkla ilişkiler çalışmasının haberini yapmak değilse nedir? Biz de mi, Gezi Parkı olaylarına ana akım medyanın yaklaşımı gibi, tüm bunlar olup biterken köylülerin tepkisi yerine penguen tefrikası yapsaydık? Şimdiye kadar sayfalarımızı Anadolu’nun her yerindeki yaşam savunusu mücadelesine açtık, buna devam da edeceğiz. Tazminat ve ceza davası haberi duyulduktan sonra “Dava bize açılmıştır” diye açıklama yapan çevre örgütleri, bilim insanları, belediye başkanları ve Kaz Dağı köylüleridir bizim haklılığımızın ve gücümüzün dayanakları.

evrensel.net/news.php?id=61701

Kazdağlarında beyaz mavi bir ölüm


DERELERDEKİ MAVİ SU CANLILARI ÖLDÜRDÜ

Özer AKDEMİR


Çan’a bağlı Etili köyünün bahçelerini sulayarak Biga’ya akan Kocabaş Çayı birkaç gündür Turkuaz mavisine yakın bir renkte akıyor. Bu doğal olmayan mavilik bazı yerde durgun, bazı yerde küçük kıpırtılarla akıp giden dere boyunca kilometrelerce uzaktaki Marmara Denizi’ne kadar taşınıyor. Deredeki balık, kurbağa, kaplumbağa ve su yılanı gibi yüzlerce çeşit canlının ölümünün sebebi bu mavi. Sanki akmak istemezcesine bir yavaşlıkta sessizce süzülüp gidiyor derenin suları. Bin pınarlı İda’nın yani Kaz Dağlarının diğer derelerdeki bin bir rengin ve sesin aksine, mavi bir sessizliğin büyüsünde koyu yeşil ağaçların gölgesinde yarı baygın bir halde Kocabaş Çayı. Bir tarafı ölmüş, bir yanı can çekişmekte…

MAVİ SESSİZLİK

Etili köyünün yanı başındaki bahçelerden Kocabaş deresine karışan Katrandere Çayı, incecik bir su. Etilili, iki seramik işçisi Hasan Naci Sezer ve Cengiz Keleş’le iki çayın birbirine karıştığı yere, geçit vermez çalı dikenlerinin, türlü renkte çiçeklerin, otların arasından güçlükle gidebili-yoruz. “Dün bir ajanstan geldiler balık ölümlerini çekmek için. Köprünün üstünden ölü balıkları çekip gittiler. Oysa kirlili-ğin kaynağını görmek lazım esas” diye önümüze düşüp getirdi bizi buraya Hasan Naci Sezer. Armutlu Dağlarından doğan Katrandere, sık ağaç ve otların arasından incecik bir akıntıyla geliyor. Küçük derenin Kocabaş Çayı’na karışmadan önceki son 20-30 metresini görebiliyoruz biz. Çayın hemen geliş yolu üzerinden başlıyor bu doğal olmayan beyaz-mavi renk. Turkuaza yakın. Görebildiğimiz bölümde tek bir canlı bile yok suda.

BU ÖLÜMÜN ADI NE?

Hasan Naci Sezer kirliliğin Katrandere kenarındaki kömür ocaklarından kaynaklandığı görüşünde. “Seramik ya da salça fabrikasından olsa Kocabaş’ın Etili köprüsü altındaki kısmında da balıkların ölmesi gerekirdi. Demek ki kirliliği Katrandere taşıyor çaya” diye görüşünün kaynağını açıklıyor.

Kocabaş’ın daha ileri kısımlarında, Küçük Tepe köyü civarlarında balık ölülerinin olduğunu aktarıyor Cengiz Keleş. O sudaki canlıları öldüren ‘zehrin’ Kumarlar köyünün üst taraflarındaki kurşun fabrikasından kaynaklı olabileceğini söylüyor. Başka bir ihtimal ise yörede yüzlercesi bulunan altın madeni sondaj çalışmaları. Etili köyünün suları bu altın madeni sondaj çalışmaları nedeniyle yıllardır bulanık akıyor. Yörenin en büyük köyü olan Etili’nin küçük esnaf lokantasını işleten Erdoğan Kiper, balık ölümlerinin 20 gün önce yine meydana geldiğini söylüyor.

Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri Nalbant, Çanakkale Valiliğini göreve çağıran bir açıklama yaptı. Bu zehir ve kaynağının bir an önce bulunup binlerce canlının ölümüne yol açanların cezalandırılmasını istiyor.

DERENİN DİBİ ÇÖLE DÖNÜŞMÜŞ

Cengiz Keleş motosikletine atlayıp önümüze düşerek bizi Küçük Tepe köyüne doğru götürüyor. Yolda, çaya yakın bir yerde durup tarlaların içinden geçerek suyun kıyısına iniyoruz. Mavi sessizlik burada da hüküm sürüyor. Dikkatimizi çeken bir başka şey var derede. Derenin bir karışı geçmeyen derinlikteki berrak sularından dibi olduğu gibi görünüyor. İncecik bir toz tabakası tüm derenin dibi boyunca tabana çökmüş. Derenin içindeki çakıl taşları, su yosunları, ağaç dalları sanki bir çöl görüntüsünde, incecik bir toz tabakasıyla kaplı. Burada da, gürültümüzden korkup suya atlayan bir iki kurbağa dışında yaşam belirtisi yok. Derenin, genişlediği, suların derinliğinin biraz daha arttığı bölümündeki mavilik çok belirgin. Tarlalar içinden araçlarımızı bıraktığımız yol kenarına geri dönerken, 5-10 yıl önce bu bölgenin dönümlerce biber ve domates tarlası ile dolu olduğunu anlatıyor Cengiz Keleş. 20-25 yıl tarımla uğraşan Keleş, tarlanın verimi yarı yarıya düşünce bırakmış çiftçiliği. Bunun nedenini ürünlerdeki verim düşüşüne bağlıyor “Hatalı sulama, aşırı gübre kullanımı ve 10 kilometre uzaklıktaki termik santral burada verimi iyice düşürünce benim gibi hemen herkes bıraktı” diyor.

KOCABAŞ ÇAYI ÖLÜMÜ MARMARA’YA TAŞIYOR

Küçüktepe köyünün köprüsünün altında ölü balıklar karın üzeri suda yüzüyor. Buradaki suyun dibi de ince toz tabakası altında. Görebildiğimiz kısımlarda onlarca küçük balık ölüsü vurmuş kıyılara ve suyun dibine. Bazıları da suyun kenarına gelmiş, solungaçları ve ağzı açıp kapanıyor. Nefes almaya çalışıyor, can çekişiyor. Kocabaş çayı Küçüktepe köyünden Biga’ya doğru yavaş yavaş akıyor.

Çay içinde yaşayanları öldürmüş, adeta geçtiği yere ölüm taşıyor. Kömür ocaklarından mı, kurşun ya da altın madenlerinden mi ya da yakınlarındaki seramik fabrikalarından mı kaynaklı olduğu belli olmayan ‘zehir’ Kocabaşla Marmara’ya taşınıyor.

(Çanakkale/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=61306www.evrensel.net/news.php?id=61306

Yaşam ve Çevre Politikaları Çalıştayı başladı



Özer Akdemir

Çevre mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından gerçekleştirilen Yaşam ve Çevre Politikaları Çalıştayı başladı. İki gün sürecek olan çalıştayda iktidarın enerji, maden ve su politikalarının yaşam alanları ve doğal varlıklar üzerinde yarattığı tahribat, rant odaklı kentsel dönüşüm planları gibi konular tartışıldı. Levent Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen çalıştaya yaşam yerel direnişlerden katılanlar alanlarındaki mücadele ile ilgili bilgiler verdiler. Çalıştayın ilk gününde yapılan konuşmalarda daha çok Gezi Parkı direnişi ve sonrası ile ilgili görüşler ifade edildi. Doç. Dr. Şükrü Aslan, Gezi parkı direnişinin çok çeşitli kesimlerin hukuksuzluğa olan tepkisini ortaya koyduğunu belirtirken, “Türkiyede artık bu yeni dönemde tartışma yasalara göre değil meşruiyete ve hukuka göre yapılacaktır” dedi. Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Besime Şen “kentsel siyasette sınıfsal sınırlar” konulu sunumunda, kent siyasetindeki dönüşümleri tarihsel süreci içerisinde ele aldı. İktidarların yasaları deforme ederek davranma biçiminin Özal döneminde de olduğunu belirten Şen, bunun sistematik olarak uygulanmasının 2000’lı yıllarda başladığını kaydetti.

İSTANBUL AVM SAYISINDA DÜNYA 5.Sİ!

Kent Plancısı Emrah Tuncer, iktidarın egemenliğini devamı için kentleri planlarken uyguladığı yöntemleri sıralarken, AVM’leri sermayenin gizli mekanları olarak tanımladı. Tuncer, İstanbul’un AVM sayısı itibariyle dünyada 5. olduğunu söyledi. Programın öğleden sonraki bölümünde “Doğanın talanı ve ekolojik kriz”, “Sanayileşme ve enerji politikaları” başlıklarında oturumlar gerçekleştirildi. İlk günü son oturumunda gazetemiz muhabiri Özer Akdemir, “Yaşam nöbetlerinden kesitler” adıyla, çevreci halk direnişlerini ele alan Çepeçevre Yaşam Programın bölümlerinden kısa bir film gösterimi gerçekleştirdi.

(İstanbul/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=60783www.evrensel.net/news.php?id=60783


Özer Akdemir’e açılan dava hepimize açılmıştır

Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP), Kazdağları’nda altın madencisi şirketler tarafından yapılan talana karşı halkın mücadelesiyle ilgili yaptığı haberler nedeniyle Evrensel Gazetesi muhabiri ve Hayat Tv Çepeçevre Yaşam programı yapımcısı Özer AKDEMİR'e dava açılması ile ilgili bir açıklama yaptı. Özer Akdemir'e açılan dava hepimize açılmıştır başlıklı açıklama şöyle:

ÖZER AKDEMİR’E AÇILAN DAVA HEPİMİZE AÇILMIŞTIR


Evrensel Gazetesi yazarı ve EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi arkadaşımız Özer Akdemir’in Kazdağları’nda madenci şirketler tarafından yapılan talana karşı halkın mücadelesiyle ilgili yaptığı haberi için hem Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tekzip kararı verilmiş hem de hakkında tazminat ve ceza davası açılmıştır.

Özer Akdemir’in “Yevmiyeci Hoca” Tartışması ve Yevmiyeler Madenciden başlıklıhttp://www.evrensel.net/news.php?id=54072,
http://www.evrensel.net/news.php?id=53673
haberlerine konu olan “Hoca”, Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr. Bülent Gülçubuk’tur. Gülçubuk’un madenci şirket tarafından madencilere yönelik halkın tepkisini azaltmak için köylülere eğitim vermek amacıyla Bayramiç Muratlar Köyü’ne geldiğini iddia eden köylülerin tepkisini konu alan haberdeki bilgiler nedeniyle arkadaşımız Özer Akdemir hakkında ceza ve tazminat davası açılmıştır. Haberlerde iddialara karşılık Gülçubuk’un da görüşüne yer verilmesine ve haklarına saygı gösterilmesine rağmen, haber kendisi tarafından yalanlanmıştır. Oysa, Gülçubuk’un üyesi olduğu dernek tarafından bilgilerin doğrulanması halkın neden böyle tepkili olduğunun anlaşılması için yeterlidir. Amaç, kamuoyunu bilgilendirme görevi olan gazetecilerin sindirilerek halkın sesinin duyulmasının önüne geçilmesi, bilgi alma hakkımızın elimizden alınmasıdır.

Bu süreç bize hiç yabancı değil. Biz yaşam savunucularına nasıl saldırıldığını biliyoruz. Biz yaşama hakkına sahip çıkanların nasıl susturulduğunu biliyoruz. Biz halkın haber alma özgürlüğünün nasıl engellendiğini biliyoruz. Biz halkın gerçekleri görmesinin önüne nasıl geçildiğini biliyoruz. Biz sermaye ve siyasi iktidar için makbul haberciliğin “penguen” habercilik olduğunu biliyoruz. Biz avukatlarımızın sanık yapıldığı, adliyede avukatların, görevi başında hasta bakarken doktorların gözaltına alındığı bir ülkede yaşıyoruz. Ve biz Başbakanı’nın bile halkının gözünün içine baka baka doğruları söylemediği bir ülkede yaşıyoruz.

Her zaman yaşam hakkı mücadelesi verenlerin sesi olan Özer Akdemir’e açılan dava hepimize açılmıştır. Bu haksızlığa karşı, daha önce benzer davalarda olduğu gibi, birlikte mücadele edecek, yalanı ve talanı deşifre etmeye devam edeceğiz. Tüm yaşam savunucularını da bu mücadelede birlik olmaya ve dayanışmaya davet ediyoruz.

EGEÇEP Yürütme Kurulu


Çeşme’de bilmediğimiz bir savaş mı var?



Özer AKDEMİR
Resmi Gazetede 7 Haziran günü yayınlanan Bakanlar Kurulunun İzmir’in Çeşme ilçesinde bulunan özel şahıs arazilerinin bölgede yapılması planlanan Karadağ Rüzgar Enerji için acele kamulaştırması yasası gereği kamulaştırılması bu yasanın bir kez daha tartışılmasını da beraberinde getirdi. İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel bu acele kamulaştırma kararını yazılı bir soru önergesi ile TBMM’ye taşıdı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın yanıtlaması için verilen soru önergesinde Tüzel, “Çeşme’de bir savaş mı var diye sordu?” Tüzel soru önergesinde enerji ve maden projeleri için bugüne kadar kaç tane acele kamulaştırma kararı verildiğinin de yanıtını istedi.

YURT SAVUNMASI MI SERMAYE KOLLANMASI MI?

İzmir Çeşme’de yapılmak istenen RES’lerle ilgili, üzerinde tek katlı bağlı bahçeli evlerin bulunduğu araziler hazine adına tescil edilmek üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından acele kamulaştırıldı. Bakanlar Kurulu tarafından alınan bu acele kamulaştırma kararı 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesine dayanıyor. Kanun maddesi bu kanunun “Yurt savunması ve olağanüstü durumlar” dışında “Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde” uygulanabileceğini düzenliyor. AKP hükümetleri, özellikle maden ve enerji projeleri için bu kanunu çok sıkça kullanırken, yaşam alanlarını bu şirketlere satmamakta direnen halkın arazileri bu kanuna dayanarak ellerinden alındı. İzmir Efemçukuru ve Uşak Kışladağ Altın madenleri için verilen acele kamulaştırma kararları bu duruma örnek olarak verilebilir. Hukukçular yasanın bugünkü kullanım şekliyle, yurt savunmasından çok sermaye kesiminin kollanmasına yaradığını dile getiriyor.

BU GASPTIR KABUL EDİLEMEZ!

Tüzel, soru önergesinde bu tür kararların ancak savaş ve olağanüstü hallerde alınacağına dikkat çekti. İzmir/Çeşme halkının karşı olmasana rağmen o bölgeye rüzgar güllerinin yapılmasının kamu adına, çevre adına yarar değil zarar getireceğini ifade eden Tüzel, bu durumun ilçe meclisindeki CHP ve AKP’li üyeler tarafından da kabul edildiğine dikkat çekti. Tüzel, “Buna rağmen şahıs arazilerinin, bahçeleriyle üzerindeki evleri ile kamulaştırılıp, sonradan Okman Enerji’ye devredilmesi ve Karadağ Rüzgar Enerji Santralinin kurulması, yurt savunması ihtiyacına veya aceleliği ile ilişkilendirerek gasbedilmesi kabul edilemez bir durumdur” dedi.

TÜZEL’İN TANER YILDIZ’A SORDUĞU SORULAR

TÜZEL bakana yanıtlaması istemiyle şu soruları yöneltti;
* Çeşme’de şu anda olağanüstü hal ya da halihazırda bir savaş mı vardır?
* Rüzgar Enerjisi Santralinin kurulmasının yurt savunması ile ne gibi ilgisi vardır?
* Kamulaştırma arazilerinin üzerinde kaç konut, kaç ağaç ve ne kadar yeşil alan vardır?
* Çeşme halkının o bölgenin kamulaştırılmasına ve rüzgar güllerinin yapılmasına karşı olduğu halde neden Bakanlığınız kamulaştırmada ısrar etmektedir? Bu tutum, halkın iradesini ihlal değil midir?
* İlçe Meclisi üyeleri ve belediye başkanı tarafından o bölgeye rüzgar güllerinin yapılmasının kamu adına, çevre adına yarar değil zarar getireceği ifade edildiği halde, neden dikkate alınmamıştır?
* Bir kenttin neresine ne yapılacağına o kentte yaşayan yurttaşlar karar vermeyecek ise, bu kentin ve dolayısıyla ülkenin yönetimde demokrasiden söz edilebilir mi?
* Enerji ve maden faaliyetleri için şimdiye kadar kaç acele kamulaştırma kararı verilmiştir?

(İzmir/EVRENSEL)
www.evrensel.net/news.php?id=60715www.evrensel.net/news.php?id=60715

Tanrılar kurban istedi, AKP'li başkan çiçekle koştu!



Yusuf Yavuz
Manisa'nın Gördes ilçesinde Zorlu Grubu'na bağlı META şirketince işletilen nikel madeninde kullanılmak üzere bölgeye götürülen 738 tonluk dev ayrıştırma kazanı (otoklav), AKP'li Gördes Belediye Başkanı'nın da katıldığı törenle karşılandı. Maden alanında bulunan Fundacık köylülerinin karşıladığı kazana bir de koç kurban edilirken, AKP'li Gördes Belediye Başkanı Muhammed Akyol maden şirketi yöneticisine çiçek verdi. Yemekli karşılama töreni öncesi yöredeki köylerin muhtarlarının şirket yetkililerince tek tek aranarak davet edildiği ortaya çıktı.

15 Mayıs'ta İzmir Aliağa'dan yola çıkan ve çevre örgütleriyle yöre halkının tepkilerine neden olan 'cehennem kazanı' geçtiğimiz hafta Sındırgı Gördes yolu kavşağında protesto edilmişti.

CEHENNEM KAZANINA KOÇ KURBAN EDİLDİ!

Gördes'e bağlı Fundacık köyünde düzenlenen karşılama törenine, AKP'li Gördes Belediye Başkanı Muhammed Akyol, Meta İcra Kurulu Üyesi Mustafa Kerpiçci, Meta Madencilik AŞ Gördes İşletme Müdürü Hüseyin Aydil, tesis çalışanları ile civar köylerden davet edilen köylüler katıldı. Karşılama törenine katılanlara şirket tarafından verilen yemeğin ardından bir de koç kurban edildi.

AKP'Lİ BAŞKAN: 'İKİ AĞAÇ MESELESİ DEĞİL, ÜLKENİN GELECEĞİ'

Karşılama töreninde Meta İcra Kurulu Üyesi Mustafa Kerpiçci'ye çiçek veren Gördes Belediye Başkanı Muhammed Akyol, maden yatırımcılarına da çevrecilere de teşekür ederek, "Çevre de bizim madenler de bizim. Bir eksiği varsa bu eksiği hep beraber gidermek için gayret edeceğiz. Çevrecilere duyarlılığı için teşekkür ediyoruz. Ancak burada iki ağaç meselesi değil ülkenin geleceği var. Bunu biz cehennem kazanı olarak nitelendirmiyoruz" diye konuştu.

'CEHENNEM KAZANI DEĞİL, BEREKET KAZANI'

Törende konuşan Meta İcra Kurulu Üyesi Mustafa Kerpiçci ise maden yatırımıyla bölgenin geri kalmışlık zincirinden kurtulacağını öne sürerek, "Bu kazanı bir cehennem kazanı değil, bir bereket kazanı olarak değerlendiriyorum. Biz hassasiyet gösteren tüm arkadaşlara saygı duyuyoruz. Bilimsel bir temele dayanan her türlü eleştiriye açığız" dedi.

MADEN ŞİRKETİ MUHTARLARI TÖRENE DAVET ETTİ

Çinli bir firmaya sipariş edilen ve bir Alman firmasınca nakliyesi üslenilen otoklav, yüksek ısıda basınçlı Liç yöntemiyle nikelin ayrıştırılması için kullanılacak. İzmir'in su rezervlerinin bulunduğu bölgede su kaynaklarına ve bölgenin tarımına zarar vereceği endişesiyle uzun süredir bölgede tepkilere neden olan nikel madeninin neden olacağı sonuçlar yöre halkınca yeterince bilinmediği ortaya çıkarken, karşılama şovunun ise şirket tarafından organize edildiği iddia ediliyor.

'ŞİRKET ARADI, BİZ MAKİNENİN GELİŞİNİ BEKLEDİK'

Telefonla ulaştığımız Gördes'e bağlı Kalemoğlu köyü Muhtarı Bayram Sevim, kazanın karşılanması için META şirketi yetkililerinden bir davet aldığını ve bunun üzerine bir kaç köylüyle birlikte karşılama törenine katıldığını belirterek, "Maden konusunda gelip de bize bir şey soran yok. Biz makinenin gelişini bekledik ve bir süre sonra geri döndük. Madene karşı olanlar zehirli atıkların zarar vereceğini, maden şirketi ise zararlı olmadığını söylüyor. Ben çalışma başlamadan bunun anlaşılamayacağını düşünüyorum. Burada buna karşı çıkan bir iki zengin kişi var. Bunların tuzu kuru. Garibanların da aklını çeliyorlar. Oysa köydeki işsiz gençlere iş verilse daha iyi değil mi?" görüşünü savundu.

'BEDAVA YEMEK OLUNCA NEREYE OLSA GİDİYORLAR'

Maden alanı içinde bulunan ve adını vermek istemeyen bir başka köyün muhtarı ise nikel kazanını karşılamak için aynı şirketten kendilerinin de davet aldığını ancak gitmediğini söyledi. Köylerinden yalnızca bir kişinin karşılama törenine katıldığını dile getiren muhtar, " karşılama yerinde yemek vermek için bir çadır kurmuşlar. Sıraya giren yemek almış. Zaten insanlara bedava yemek var denilince nereye olsa gidiyorlar" diye konuştu.

'KİMSE İSTEMİYOR AMA ELİMİZDEN BİR ŞEY GELMİYOR'

Köylülerin maden girişimine karşı olduğunun da altını çizen muhtar, "bunu kimse istemiyor ama elimizden bir şey gelmiyor. 'Bizim gücümüz yetmez' düşüncesiyle kimse tepkisini dile getiremiyor" ifadelerini kullandı.

'BAŞIMIZA GELMEDEN ZARARINI BİLEMEYİZ'

Maden şirketi tarafından karşılama törenine davet edilen Dutluca köyü Muhtarı Osman Efe de köyde işi olduğu için törene katılamadığını belirtti. Maden alanının köylerine 12-13 kilometre mesafede bulunduğunu söyleyen Efe, "Kimileri ağaçlara zararı olacakmış diyor ama başımıza gelmeden bir zararının olup olmadığını bilemeyiz" dedi.

KARŞILAMAYA 'TOPLAMA' KİŞİLER KATILDI

Tartışmalara neden olan karşılama töreninin ardından sorularımızı yanıtlayan Gördes Çevre Kültür ve Tarih Derneği (GÖRÇEV) Başkanı Süleyman Güven, AKP'li Gördes belediyesinin desteğiyle çevre köylerden ve beldelerden insan toplanarak bu girişimin gerçekleştirildiğini öne sürerek, "bu karşılamaya katılanlar yandaşlar ve çeşitli yollarla etkiledikleri insanlardı. Bu karşılamaya madenden etkilenen belde ve köylerin halkı katılmadı" dedi.

'BEREKETİ KENDİLERİNE OLACAKSA DİYECEĞİMİZ YOK'

Maden şirketi yetkilisinin "bereket kazanı" benzetmesine de tepki gösteren Güven, "bunun bereketle ne ligisi var. Şirketin hazırlattığı ÇED raporunda yöredeki suların, tarlaların ve doğal yaşamın çalışmalardan olumsuz etkileneceğine dair vurgular varken yöre halkını silip yalnızca kendileri için bereket kazanı olacaksa buna bir diyeceğimiz yok" şeklinde konuştu.

'BU, KENDİ CELLADINI KARŞILAMA TÖRENİDİR'

Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) Yürütme Kurulu Üyesi Gazeteci Özer Akdemir ise karşılama törenine tepki göstererek, "bu kendi celladını karşılama törenidir" dedi. Bölgedeki işsizlik ve yoksulluğunun kullanılarak insanların ikna edildiğini öne süren Akdemir, "olası zararları bilimsel olarak da ortaya konulan nikel madeni hayrına yemek verilmesini de anlayabilmiş değilim. İnsanlar ölünce de yemek verilir biliyorsunuz. Burada biraz öne çekmişler" diye konuştu.

Fotoğraflar için tıklayınız
http://wp.me/p2AUHa-HT

İlgili haberler için tıklayınız:
Çinliler yaptı, Almanlar getirdi, Türkler zehirlenecek!
www.facebook.com/photo.php?fbid=476838412391211
Ege’nin damı zehir akacak!
"Ege’nin dağları yağ, ovaları bal akıyor" sözü tarih mi olacak. İzmirliler bu gerçeğin farkında mı?
www.facebook.com/photo.php?fbid=477628445645541
video: www.facebook.com/photo.php?v=1015152790618958
‘Cehennem kazanı’ yola çıktı!
www.facebook.com/photo.php?fbid=579752615
İzmir susuzluğa mahkûm ediliyor
www.facebook.com/photo.php?fbid=593339744033715
‘Cehennem Kazanı’na halk tepkisi
www.facebook.com/photo.php?fbid=593450990689257
‘Cehennem kazanı’na karşı yaşam nöbeti
www.facebook.com/photo.php?fbid=595416977159325
Manisa Tarzanının torunları kazan kaldırdı!
www.facebook.com/photo.php?fbid=597438986957124

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...