1 Ocak 2014 Çarşamba

Ahh Tamara!..






Van’dan yaklaşık yarım saatlik bir minibüs yolculuğunun ardından geldiğimiz Gevaş’ta başka bir minibüse aktarma yaptık. Belli ki bizim gibi boynunda fotoğraf makinesi, sırt çantalı turistlere alışkın minibüs yolcuları. Göbeğinin üzerine koyduğu poşetiyle oturduğu yere sıkışmasına rağmen, ön koltuktaki köylüsüyle neşeli bir şekilde Kürtçe hal hatır eden adam, aynı güleç yüzle bize dönüp, “Akdamara mı?” diye sordu. İnerken de yol verip, sırtımızı sıvazlayarak “iyi günler” diye uğurladı.
Akdamar Adası’na yolcu taşımak için birkaç yıl önce yapılan yeni iskelede hediyelik eşya satan dükkânlar ve tekne kooperatifinin yazıhanesi vardı. Yazıhaneden çıkan birisi adaya giden teknenin yeni kalktığını söyledi bize. “Bugün hafta sonu biraz beklerseniz yeterli yolcu gelir” diye de ekledi. Yanda bir tabelada teknelerin en az 15 kişi ile kalkabileceği yazıyordu. 15-20 dakika sonra 7 kişi olan Akdamar yolcularından bazıları beklemekten sıkılınca tekne kaptanı “adam başı 20’şer lira verirseniz götürüp getiririm” teklifini yaptı. Normal ücretin iki katıydı bu para. Tekne korunağının kayalıkları üzerine oturmuş, gölün mavi sularına bakarak güneşlenmekten hiç de şikayetçi olmayan bizim bu teklife çok da istekli olmadığımızı görünce de hemen fiyat indirdi, “Hadi size 15 olsun. Diğerlerinin hepsi 20’ye razı”.
Parasından çok, diğerlerini bekletmemek için kabul edip, teknede yerlerimizi aldık. Bıyıklı, siyah gözlüklü, saçlarının önü açılmış 40-45 yaşlarında kaptanımız, alışkın birkaç manevra ile tekneyi önce geri geri hareket ettirerek küçük limandan çıkmasını sağladı. Tekne, Van Gölünün turkuaz mavisine çalan sodalı sularında sakin bir hızla Akdamar Adasına doğru yol alırken, biz de kaptanın yanı başındaki koltuğa oturup sohbete başlamıştık. Bizim dışımızdaki diğer yolcular iki katlı teknenin alt katındaki kırmızı renkli koltukları değil güneşli güzel havanın da etkisiyle üst katı tercih etmişlerdi. Bizim ise kaptana sorularımız vardı ve kaptan da bundan hiç şikâyetçi değildi.
Suat Akbaş’tı kaptanın adı. Gölün yakınlarındaki Altıntaç köyündenmiş. Bir senedir bu teknelerde çalıştığını söyledi. Tekne kendisininmiş daha doğrusu ve göldeki kooperatifte çalışan başka teknelerinin yanı sıra 3 tane de arabası varmış. Bu kadar mal mülkü edinmesinde bugünkü hükümetin payı olduğunu söyledi. “Allah Tayyip’ten razı olsun” demeyi de ihmal etmedi.
Bir süre sohbetten sonra kaptana belki de herkesin sorduğu o soruyu bizde sorduk; “Van Gölünde canavar var mı? Siz gördünüz mü?” Suat kaptan, bize biraz da bıyık altından gülen bir eda ile “Ben görmemişim ama var” dedi. “Nasıl var, görenleri mi tanıyorsunuz?” sorumuzu sesine biraz daha ciddiyet katarak yanıtladı; “Van Tatvan arasında sürekli feribot kaptanlığı yapan bir arkadaşıma sordum bende. Gölde bir şey gördün mü diye. ‘Yok’ dedi, ben de sizin gibi ısrar edince, yemin billah ederek ‘Anlatınca yalan söylediğimi düşünüyorlar ama iki kere gördüm canavarı. Birinde tek, diğerinde iki taneydiler’ dedi. Ama inanmadıkları için de artık kimseye anlatmıyormuş. Bir şey var gölde ama ne bilmiyorum”.
Biz Suat kaptanla sohbet ederken Yunus adlı teknemiz Akdamar’a doğru yaklaşmayı sürdürdü. Karşı kıyıdan da görebildiğimiz Akdamar Kilisesi her geçen dakika daha yaklaştı bize. Nihayet 15 dakikalık yolculuğun ardından adaya ayak bastığımızda yıllardır fotoğraflarda görüp büyülendiğimiz kilise tam karşımızdaydı şimdi. Bir iki yıldır devam eden yenileme ve çevre düzenlemeleri sonrası turistlerin çok daha fazla geldiği adada çalışmalar hala devam ediyordu.

Kadim Anadolu halklarından Ermenilerin en önemli eserlerinden birisi bu kilise. 908 yılında Gevaş’ta krallığını ilan eden 1. Gagik bir süre sonra başkentini adaya taşıyarak kilisenin yanı sıra, çeşitli yapılar da yaptırmış. Adada sivil yerleşimin 16. yüzyıla kadar devam ettiği biliniyor. Adadaki Surp Haç kilisesi, Kudüsten İran’a kaçırılan, 7. yüzyılda da Van yöresine getirildiği rivayet edilen “Kutsal haç”ın bir parçasını barındırmak için Kral Gagik’in emriyle yapılmış. Mimar Manuel tarafından 915-921 yıllarında inşa edilen kilise Ortaçağ Ermeni mimarinin en parlak eseri olarak biliniyor. Adada 16. yüzyıldan sonra sivil yerleşim olmamasına rağmen, yaklaşık 300 keşiş 19. yüzyılın sonlarına kadar adadaki kilise ve manastırda kalmaya devam etmiş. Ada ve manastır 1895 ve 1915 olaylarının ardından ise tamamen terk edilmiş.
Adanın adı ile ilgili efsane hüzünlü bir aşk öyküsünü anlatır. Yaygın halk inanışına göre adanın baş keşişinin güzel kızı Tamara karşı kıyıdaki bir Kürt çobana aşık olur. Geceleri karşı kıyıya ışık tutan Tamara, çobanın yüzerek adaya çıkması için işaret vermekte, gençler gizli gizli buluşmaktadır. Bu durumu öğrenen keşiş gece fırtınalı bir havada karşı kıyıya fenerle işaret gönderir. İşareti gören çoban adaya doğru yüzer ama ışık hep yer değiştirmektedir. Işığa ulaşmaya çalışan çoban fırtınanın ve dalgaların etkisiyle yorulur. Gücünün bittiği bir anda, gölün sularına gömülürken, son kez başını sudan çıkarıp haykırır “Ahhh Tamara”!...
Boğulan çobanın son nefesinden önceki sözleri gecenin karanlığında adanın kayalıklarında yankılanır. Sevdiğinin son sözlerini duyan Tamara da kendini gölün sularına bırakıp canına kıyar. Ermeni Şair Hovhannes Tumanyan’ın anlatımıyla efsaneleşen bu öykü, adanın adının işte bu ‘Ahh Tamara’ haykırışından geldiğini söyler. Bu efsanenin dışında 9. yüzyıldan beri “Ağtamar” olarak kayıtlara geçen adanın adının Arapça ĞKR kökünden, “kabartı, tümsek” anlamından gelme olasılığı çok daha yüksektir. Gerçekten de 70.000 metrekarelik alanıyla Van Gölünün 2. büyük adası olan Akdamar, gölün düz yüzeyinden basamak basamak yükselir ve 80 metrelik uçurumlar meydana getiren kayalıkları ile dorukta son bulur.
Adadaki kilise ve üzerindeki kabartmalar, tam anlamıyla görsel bir ziyafet sunuyor görmeye gelenlere. Dış cephesinin dört bir yanı bitki ve hayvan motiflerinin yanı sıra İncil ve Tevrat’tan alınma sahnelerle bezenmiş. Kilise adaya, göle kondurulmuş en güzel nazar boncuğu adeta. İşte bu güzellikleri görmemizde, yine bu toprakların yetiştirdiği en büyük yazarlardan Yaşar Kemal’in çabası var. Genç bir gazeteci iken Diyarbakır’dan sonra vapura binip Van’a geçen Yaşar Kemal, vapurda tanıştığı bir yüzbaşıdan adayı ve üzerindeki kiliseyi öğreniyor. O zamanlarda çıkarılan emir gereği memleketteki onlarca kilise için yıkım kararı çıkartılmış, yıkılacaklardan birisi de Akdamar adasındaki kilisedir. Yüzbaşının ve gazeteciliğe yeni adım atan Yaşar Kemal’in uğraşları ile araya Nadir Nadi’nin de sokulması sonrası adadaki kilisenin yıkımı Milli Eğitim Bakanı’nın talimatı sonrası durduruluyor. Türkçe edebiyatın koca çınarı aşık olduğu toprakların bu güzelliğinin yok olmasını önlemiş, yıllar içerisinde de kendini Anadolu’nun güzelliklerini anlatmaya adamıştır.
Yaşar Kemal’in “büyülü bir su, rengi sürekli değişiyor” dediği Van Gölü, Akdamar’ın en tepesinden düz, turkuaz bir halıya benziyor. Kuzu Adası biraz ileride çıplak sarışın bir baş gibi maviliklerin arasından yükselmiş. Bizi getiren teknenin kaptanının anlattığına göre yılın bir ayı kuzuların salındığı Kuzu adasında da yıkık halde bir kilise varmış. Göldeki adalarda ve çevresindeki köylerde çoğu yıkılmış onlarca kilise olduğunu söylüyor Suat Kaptan. “Yazık” diyor, “yıkmaları çok yazık”...
Adanın Batı yüzünden dimdik yükselen kayalıklardan havalanan güvercinler, kilise ve yanındaki mezarlıkların üzerinde bir tur attıktan sonra tekrar yuvalarına dönüyorlar. Bu dik kayalıkların dibinde, küçük düz bir alan olarak kalan sahilde kökünden sökülmüş koca bir ağaç devrilip kalmış. Yukarıdan, küçük çakıl taşlarının oluşturduğu tertemiz kumsalını gördüğümüz alana doğru yöneldiğimizde adanın bir başka sürprizi çıkıyor önümüze. Önce, yavaşça kayanın arkasını dolanan karartısını görüyoruz. Sonra gri bir tavşan hızla önümüzden kaçıyor. Az daha ilerlediğimizde de bu sefer grinin yanı sıra siyah renkli bir tavşan daha kayalıklara doğru kaçışıyorlar. Üçüncü bir tavşanın ise o kayalıkların tepesinden hem kaçıp giden diğer tavşanları hem de bizi merakla izlediğini görüyoruz. Adanın gerçek sahipleri işte her adımda önümüzden kaçışan küçük kertenkeleler, kayalıklarını yuva yapan güvercinler ve tavşanlar…

Sabah 11’de geldiğimiz adadan, ikindiye doğru kalkan teknelerden birisi ile dönmek için küçük iskeleye indiğimizde, olağanın dışında bir hareketlenme gözümüze çarptı. Elinde iki tane şemsiye tutan, belindeki kabarıklıktan silah taşıdığı anlaşılan, siyah gözlükle takım elbiseli genç bir adamın gerisinde yürüyen kadınlı erkekli grup kısa bir duraksamadan sonra, bizim de geldiğimiz daha düz ama kiliseye ulaşımı biraz daha uzun olan yürüyüş yolunu değil, kestirmeden giden merdivenleri tırmanmaya başladı. İskelede bekleşen tekne kaptanları ve yolculardaki sessizlikle kendini belli eden ciddiyet havası hala dağılmamışken gelen gurubun Van valisi ve Gevaş kaymakamı ile eşleri olduğunu öğrendik.
Biraz sonra dönüş yolcularıyla dolan teknemiz gölün ‘büyülü suları’nı yara yara adadan uzaklaşırken, mavi dalgalara son bir kez daha ‘Ahh Tamara’ diye fısıldayarak veda ettik adaya…


Evrensel Kültür Ocak 2014, Sayı 265

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...