Özer Akdemir
2014’e girerken bir önceki yıl halkın yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırılarının yoğunlaşmasının altı çizilmişti. Siyasi iktidar artık koruma alanı, SİT, milli park, sulak alan, su havzası, orman dinlemeden her yere gözünü dikmişti. Ama sanırım bu kadarını kimse de beklemiyordu...
SUÇ ORTAKLIĞI
Yeni yıla girilmeden hemen önce ülke gündemini sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonları yaşam alanlarına yönelik talan girişimleri ve buna karşı mücadeleler üzerinde de etkili oldu. 12 yıllık koalisyon (suç ortaklığı) bozulmuş, bir süre perde gerisinden giden soğuk savaş, açık sıcak çatışmaya dönüşmüştü. Doğanın talanı pazara sürülünce 12 yıl boyunca cemaatin şirketlerine "ne istedilerse veren" AKP, birdenbire "çevrecinin daniskası" kesildi. Cemaate yakın Koza'nın önce Kozak Çukuralan, sonra Gümüşhane, Eskişehir ve Himmetdede altın madenleri daha önce adının bile konuşulmadığı gerekçelerle durduruldu. Yıllardır üretim yapan Kozak Çukuralan'daki madenin çevre izinlerini olmadığı keşfedildi. Kaymaz, Gümüşhane ve üretim için gün sayan Himmettedeye "geçici faaliyet belgesi" verilmedi. İşte tüm bu kapatma, durdurma gerekçeleri aslında yıllardır doğaya, yaşama karşı suç ortaklığı yapıldığının da açık edilmesiydi. "Havuz medyası" da denilen AKP yandaşı medya yaşam savunucularına "bu günleri de görecek miydik" dedirten başlıklar atmaya soyundular. Altın madenlerinin değil ama özellikle Koza'nın altın madenlerinin doğayı nasıl katlettiği, yeraltı zenginliklerimizi nasıl talan ettiği, işçileri sağlıksız koşullarda nasıl çalıştırdığı vs haberler çıktı peş peşe. Öbür yandan cemaatin basını tam tersi ne kadar temiz çalıştıklarını, AKP'nin yaptığı haksızlıkları taşıdı sayfalarına.
DOLUDİZGİN BİR TALAN
AKP-Cemaat çatışmasının Koza şirketine kısmi bir zorluk dışında ülkedeki altın işletmeciliğine olumsuz bir etki yapmadı.
Hala; Erzincan İliç'te Fırat'a
Hala; Kanadalı TÜPRAG İzmir Efemçukuru'nda, kente su sağlayan barajların havzasında altın üretimine devam ediyor. Köyün içme suyu kuyuları mühürlendi. Köye tankerlerle su taşınıyor. Yine TÜPRAG'ın bir kolu Kışladağ'da Avrupanın en büyük altın madenini işletiyor. Artık eskiden duyulan kuzu ölümleri, sakat doğumlar, siyanür zehirlenmeleri haberleri bile sızdırılmıyor dışarıya.
Kazdağlarında kapıdan kovulan altıncılar bacadan girmenin yolunu arıyorlar. Karadağdan Eczacıbaşının kovulmasının sevinci yaşanmadan, hemen öbür tarafta bu sefer Koza'nın altın madeni için izin aldığı ortaya çıkıyor. Ağı Dağında, Lapseki Kocabaşlarda, Kirazlı'da, Kızılelmada, Muratlarda ve daha birçok yerde altın madencileri iptal edilen ÇED izinlerini yenilemek için kolları sıvadılar. Kazdağlarının kuzey yamaçlarındaki ovalar ve kıyılar ise termik santraller tarafından parsellenmiş durumda. Yeni çevre planı Çanakkale'nin ve Kazdağlarının adeta idam fermanı gibi.
"ACELE"LERİ VAR
Ne 83 yaşındaki Remziye Saatli, ne de Urla Ovacık Köylüleri birgün "temiz" denilen bir enerji türünün kabusları olacağını başlarına gelmeden bilemezlerdi. Tıpkı Karaburun Yayla Köylüleri, Hatay Samandağlılar, Çine Madran İbrahim kavağı Köylüleri gibi. Rüzgar Enerji Santralleri (RES) için ormanlar, zeytinlikler, meralar bir gecede acele olarak kamulaştırılıp şirketlere tahsil ediliyordu. Aslında daha önceleri Uşak Eşmelilerin, Efemçukurluların, Karadenizdeki yaylaların, derelerin başına gelenler geliyordu "temiz enerji mağdurları"nın başına da. Acele kamulaştırma kararları 2014 yılına damgasını vuran, sermayenin talanını kolaylaştırmak için AKP'nin bulduğu bir yasal boşluk olarak gündemde kaldı hep. Yüzlerce proje için Bakanlar Kurulu şirketler lehine acele kamulaştırma kararları aldı. Resmi gazete bir acele kamulaştırmaları ilan gazetesi haline geldi. Sistemin doğasına, ihtiyaçlarına o kadar uygundu ki. Hem, hiç uzun uğraşlara, çabalara gerek kalmadan halkın elindeki ne varsa alınıp yandaş şirketlere verilebiliyordu, hem de mülksüzleşen, topraksız bırakılan, tarımdan koparılan halk işçileşerek ucuz iş gücü pazarına sürülüyordu. Ucuz işgücü, ucuz iş güvenliği, bir zaman tarlada tütün, pamuk, zeytin üreten, buğday biçen rençberi Soma'da olduğu gibi yeraltına maden işçisi olarak sokuyor, sonra "fıtrat"la açıklanan bir "kaza" ile mezara gönderiyordu. "Temiz enerji" Yayla köylü Mustafa Şenbahar'ın deyimiyle "pisleşmişti". Hem doğada yarattığı tahribatla pisleşmişti, hem insanların yaşam alanlarını elinden alıp sömürüye muhtaç ettiği için...
ENERJİNİN PERDELEDİĞİ
Enerji fazlası olan bir ülke (EMO rakamları üretim 60 bin MW tüketim 39 bin MW), Avrupa'nın enerji ihtiyacı için kendi doğasının kıyımına göz yummayı marifet olarak pazarlıyordu halkına. HES'ler ve son nükleer enerji santrallerine de aynı pencereden bakmakla birlikte bunların başka özgün yönleri de vardı. HES'lerle küresel ısınma gerçeği nedeniyle her geçen gün daha stratejik olan sulara el konulmasının önü açılıyordu. Nükleer santral sevdasında ise nükleer silah üretme kapasitesine sahip olmanın hesapları vardı. Oysa daha nükleer santrali olmadan nükleer atık ve radyasyon kirliliği ile baş edemeyen bir ülke konumundaydı Türkiye. Gaziemir'de ortaya çıkan eski akü fabrikasının bahçesine gömülü nükleer santral yakıt çubuklarının nereden geldiği bile belli değil. Bunların taşınması, bertaraf edilmesi aradan geçen 1 yılı aşkın sürede hala gerçekleşebilmiş değil. Taşınma işi ÇED gereksiz raporu verilerek kamuoyunun gözünden kaçırılmak isteniyor. Öte yandan, Manisa Köprübaşı ve Söke Kisir Köylerinde, 35-40 yıl önce işletilip, hiçbir önlem alınmadan terkedilen uranyum madenlerini yarattığı radyoaktif kirlilik bilimsel verilerle kanıtlanmış durumda. Kisir köyünün adı artık "kanser köy" olarak anılıyor. Köprübaşı Kasar Köyü'ndeki radyoaktif kirlilik 10'u aşkın bilimsel rapora rağmen üzeri örtülerek geçiştirildi.
GÖZDEN ÇIKARILAN KENTLER
Dilovası'nda ağır sanayi kirliliği nedeniyle yaşanan sağlık sorunlarının çok daha büyükleri Aliağa'da yaşanıyor. Sesi, çığlığı duyulmuyor Aliağa'nın. Petro kimya tesisleri, demir çelik fabrikaları, gemi söküm, gübre sanayi, haddehanelerle adeta gözden çıkarılmış bir bölge gibi, şimdi de 7 tane termik santral kurulması ile gündemde. Tıpkı Hatay Erzin, tıpkı Amasra, tıpkı ülkenin dört bir yanındaki yerler gibi...
BİR TARİH YOKEDİLİYOR
2013, 1800 yıllık antik sağlık yurdu Allianoiyi ve 2000 yıllık Roma Köprüsü İncekemer'i baraj sularına gömen bir yıl olmuştu. 2014 Kyme'nin, Arisbe'nin, Parion'un, Priapos'un adım adım yok oluşa sürüklenmesinin yılı olarak tarihe geçti. Şu anda baraj sularına terk edilmek için hummalı bir cenaze töreni hazırlığı süren Hasankeyf gibi, Peri suyunun önündeki Pembelik Barajı suları altında kalan Alevi inancının kutsalı Gole Hızır mekanı gibi. "Şeyh Harakani'nin mezarını gölgeliyor" diye "insanlık anıtı"nı ucube ilan edip yıktıranların tek kutsalının para, yeşilin dolar rengi olması şaşırtıcı değildi elbet. Öyle ki bütün kutsal metinlerde "ölmez ağaç" olarak geçen, Kur'an da tanrının üzerine yemin ettiği iki meyveden birisi olan zeytin için eko kırım yılına dönüştü bu iki yüzlülük.
HEM CAN HEM AĞAÇ ACISI
Emek ve doğa, hem de aynı topraklarda ardı ardına katledildi. 301 işçinin diri diri gömüldüğü Soma madenlerinin üstünde, ellerinde kalan tek geçimlik tarım alanını, zeytin bahçelerini korumaya çalışan Yırca Köylüleri, Kolin şirketinin özel güvenlik elemanlarınca dövüldü. 6 bin zeytin birkaç saat içinde üzerindeki zeytinlerle kesildi. İsrailin işgal ettiği Filistin de kameralar önünde gerçekleştirdiği zeytin kıyımının aynısı Soma'da yaşandı. İşgal, acele kamulaştırma kararıyla geliyordu bu sefer. 6 bin zeytinin katledildiği gün mahkemece durduruldu termik santral projesi! Zeytinleri kesilen Yırcalılar, 301 işçisini toprağa verdikleri gün Başbakanın danışmanından tekme yiyen Soma'lılar, 83 yaşındaki Remziye teyze, 6 direk için 1000 ağacın katline karşı hızarın önüne çıkan Ovacık Köylüleri 2014 yılını hem can hem ağaç acısı çekerek gönderiyorlar. Bütün bu yaşadıklarından öğrendiklerini Yırcalı Ayşe Ürüncü şöyle anlatıyordu; "Bu düzen bozuk, değişmeli. Biz değiştireceğiz. Düzgün düzen getireceğiz"...
DİRENİŞ BAYRAĞI ELDEN ELE
2014 doğa için büyük bir eko kırım yılı idi. Yaşam alanlarına göz dikilen halk için ise biraz daha uyanma, biraz daha direnme, biraz daha acı çekme ve anlama yılı oldu denebilir. Kapitalizm kara bir yıl yaşattı doğaya, kültürel mirasa, canlı yaşamına.
Buna karşı Gerzeliler Anadolu'nun dört bir yanında süren yaşam alanlarını koruma mücadelesinin nasıl olacağının yolunu gösterdiler. Aylarca dişe diş süren yaşam nöbeti ülkenin dördüncü büyük sermaye grubunu yenilgiye uğrattı. Şimdi, vahşi madenciliğe, termik santrallere, RES ve HES'lere karşı aynı yaşam nöbetini tutan Artvinlilerin, Fatsa-Ünyelilerin, Amasralıların, Turgutlu Çaldağı mücadelesinin ve Kazdağları köylülerinin ellerinde Bergama Köylülerinin tutuşturduğu direniş bayrağı. Emeğin ve doğanın özgürleştiği güne kadar elden ele...
Eklenme Tarihi: 28 Aralık 2014
www.evrensel.net/haber/100813/doganin-kara-yili
—
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder