28 Haziran 2015 Pazar

Emektir, sevgidir yaylanın yolu (EVRENSEL pazar eki)

Özer AKDEMİR
2008 yılında bir grup bilim insanı ile Rize Fındıklı, Arılı ve Çağlayan derelerinin buzullardan damla damla doğuşu ve Karadeniz’e döküldüğü yere kadarki 1 haftalık gezimizin en zorlu etabı kuşkusuz yaylalara çıkış oldu. Sürekli kapalı yağmurlu bir havada, dumanlar içerisinde, dibi görünmeyen uçurumların kenarından arabayla 2 saatlik yoldu göze almamız gereken. İçinde çeşitli disiplinlerden profesörlerin, yöre derneği yöneticilerinin ve gazetecilerin yer aldığı yaklaşık 10 kişilik ekibi yaylalara taşıyacak araç da öyle sıradan donanımlı araçlar olamazdı. Yol çok dar, çamurlu, sarp ve taşlıydı. Dağın yamacından kıvrıla kıvrıla tırmanan, sisler arasında 15 metre öteni zor gördüğün bir yoldu gidilecek olan.  
Laz yaylalarına nasıl gidileceği konusunun da çözümünü bulmuştu Kaçkar Derneğinden arkadaşlar; AKUT’un arazi araçları. Geniş lastikli, yüksek tabanlı arazi araçlarını kullanan AKUT’lular, bu yayla yollarını avuçlarının içi gibi bildiklerini söyleyerek her tümsekte kafası tavana değen, aracın penceresinden baktığımızda lastiklerin 10 santim ötesinde başlayan uçurumdan başları dönen bizleri rahatlatmaya çalışıyorlardı. Başını arada camdan çıkarıp önünü görmeye çalışan şoförümüz “Uçakta gittiğinizi fark edin, herhangi bir şey olduğunda uçakta kurtulma şansımız ne kadarsa o kadar şansımız var” dedi, sesine ciddiyet katmaya çalışarak. Doğrusu biraz bıyık altından söylenmiş gibi gelen bu sözlerin aracımızda bulunan 8 kişinin içini çok da rahatlattığını söyleyemem!
Laz fıkraları, türküler eşliğinde çamurlu, taşlı yollara bata çıka yaptığımız yolculukta bu yayla yollarının neden daha ulaşılabilir yapılmadığı konusunu da konuştuk. AKUT’çular ve bizimle birlikte yaylalara çıkan Kaçkar Derneği üyelerinin hepsinin yaylaya daha geniş ve en azından iki aracın yan yana geçebileceği yolların yapımına karşı olması bizleri şaşırttı. Sayıları yüzün üzerinde yaylacı yaşıyordu buralarda. Ki bu yaylacılar bizler kadar şanslı da değillerdi. Onları dağın doruklarına taşıyacak bizim gibi ne arazi araçları, ne AKUT’çu tanıdıkları vardı. Hayvanlarının sırtına vurup yükleri, önemli bir kısmını da kendi omuzlarına alıp saatlerce yol yürüyorlardı yayla evlerine varmak için. Dumanı, sisi, yağmuru, soğuğu hiç eksik olmayan çile yollarıydı bu yayla yolları aynı zamanda. Yollar genişlese, en azından araçların gidişi için elverişli hale getirilse yaşamları ne kadar kolaylaşabilirdi oysa.
Bütün bu kolaylıkları ellerinin tersiyle itip, yaşadıkları onca zahmeti her sene göze almayı kabullenerek yayla yollarına karşı çıktıkları söylüyorlardı. Aslında çok basit bir nedeni vardı bunun; “Bu yaylalara zahmetsiz çıkmak demek yaylanın bir anda kirlenmesine neden olur. Yollar açılırken kesilecek ağaçlar, yok edilecek bitki örtüsü, yamaçlar bir tarafa, bu yaylalara göçülürken 1 tek iğne bile gereksizse getirilmez. İğnenin, ipliğin, kabın - kacağın, yiyeceklerin taşınması emek ister, zahmete girmek ister. Yaylada, soğuk pınarların başında içmek için içkini bile, bütün bu zahmeti göze alarak, onu saatlerce sırtında taşıyacağını bilerek yanına alabilirsin. Öyle ki getirilen her şey çok değerli olduğu için yaylalarda çöp sorunu yoktur. Çünkü çok az şey getirilir, ihtiyaç kadar. Oysa düşünün buralara kadar otomobillerin, kamyonetlerin geldiğini. Bu yollar, bu yayla evleri, bu küçücük düzlükteki otlaklar naylon poşetlerden, şişe, plastik bardak, kaşık, yiyecek artıklarından geçilmezdi.”
DOĞAYI BU YOLLA KORUYORLARDI YÜZYILLARDIR
Piknik yerlerinin, yazlıkların çevresinin içler acısı halini bildiğimizden, bu gerekçeler bizlere son derece haklı göründü. Yöre insanlarının onca zahmete katlanmayı göze alarak yollara karşı çıkması, yaylalarının temiz ve kendi doğallığında kalmasını istedikleri içindi. Doğayı bu yolla koruyorlardı yüz yıllardır. Emek verip yaylalara göçerken, yanlarına sadece ihtiyaçlarını alıp, çöp üretmeyerek, bu yaylalara ulaşmanın onu sevmekten, ona emek vermekten geçtiğini bilip doğayı, yaylaları sevmeyenin buralara gelemeyeceğine olan inançla yaşıyorlardı. Emekti, sevgiydi yaylanın yolu…
YAYLAYA SAHİP ÇIKMAYI ÖĞRETEREK GİTTİ KAZIM
Bazen çamura saplanıp kalan aracımızı ite kaka, tekerinin önüne çıkması için taşlar koya koya, ipince yağan yağmurun altında süren yayla yolculuğumuz boyunca genç yaşta kanserden aramızdan ayrılan Kazım Koyuncu’nun şarkıları eşlik etti bizlere. 2005 yılında, tam da bu günlerde, uzun zaman mücadele ettiği kansere yenik düşen Koyuncu, Karadeniz’in coşkusunu, güler yüzünü, direngenliğini ve yaylaların, dumanlı yollarının ezgilerini taşıdı kısacık yaşamı süresince. Tüm Karadeniz türkülerinde, şarkılarında olduğu gibi dereler, yaylalar, ormanlar, dumanlı dağlar kokan Kazım Koyuncu şarkıları, Laz Yaylalarının sisine, orman güllerinin kokusuna, çimenine karıştı gün boyunca. Koyuncu’nun türküsü umudun, sevdanın, emeğin, çilenin, yoksulluğun ve direnişin sesini taşıyordu. Kaçkar yaylalarının buzullarından damla damla sızan, incecik bir derecik olup, diğer dereciklerle birleşerek nehre dönen, her geçen an hızlanıp çağlayan, geçtiği yerlere sesinin heybetini bırakan, yaşam katan ve denizine kavuşan bir direnişin öyküsünü anlattı genç ömründe. Gelecek güzel günlerin yaylaya, dereye, ormana, kurda, kuşa, tüm doğaya sahip çıkmakla kurulabileceği, ekmeğin ve onurun aynı mayadan yapıldığını öğreterek koyverdu gittu bizi!
Eklenme Tarihi: 28 Haziran 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...