31 Temmuz 2016 Pazar

Cemaat ve Necip Hablemitoğlu suikastı

Cemaat ve Necip Hablemitoğlu suikastı
Özer AKDEMİR
18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde bir suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu’nun eşi, Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu “FETÖ/PDY” adı altındaki davaya müdahil olmak için başvurdu. Eşinin öldürülmesinde Gülen cemaatinin rolü olduğu konusunda yıllardır imalar dışında bir şey söylememeyi yeğleyen Hablemitoğlu, darbe girişiminin ardından cemaatin devlet içindeki gücünün ortaya çıktığını belirterek, “Şimdi neden 14 yıl boyunca sustuğumu anladınız mı?” dedi.

BERGAMA KÖYLÜLERİ VE HABLEMİTOĞLU
Hikaye uzun. AKP iktidarı ile başlayan 14 yıllık bir geçmişi var. AKP’nin tek başına iktidara geldiği 2002 Kasım ayından 1.5 ay sonra öldürüldü Necip Hablemitoğlu. Onu ölüme götüren sürecin öncesinde, Bergama Ovacık Altın Madeni ve Hablemitoğlu ilişkisi penceresinden yaşananlara bakalım;
Bergama’daki  altın madeninin kuruluş aşamasından itibaren 10 yıl boyunca Kamu İlişkileri Müdürlüğü yapmış, madenin Normandy’e geçişi sürecinde işine son verilmiş maden mühendisi Hasan Gökvardar, 2001 yılında altın madeninde dönen bütün dolapları ve hukuk dışılıkları Evrensel’e anlattı. Madenin dağıttığı rüşvetleri, usulsüz ruhsat ve izinleri, yerel ve ulusal gazeteleri nasıl bağladığını, ÇED Raporunda verilen bilgilerin nasıl çarpıtıldığını vb. bir sürü itiraf günlerce Evrensel’de çoğu manşetten verildi. Bir iki kurumun açıklaması dışında, yaprak kımıldamadı desek yeridir.
Gökvardar’ın en önemli açıklamalarından birisi de tam o günlerde yoğun biçimde kamuoyunda tartışılan, zamanın DGM’sinin ünlü savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından “Legal Alman Casusluğu” iddianamesi ile mahkemeye taşınan, Almanya’nın Bergama mücadelesini kışkırttığı iddiasını ortaya atan Necip Hablemitoğlu’nun “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” adlı kitabıyla ilgili olanlardı. Hablemitoğlu’nun madene iki kere geldiğini, bütün bilgi belgeleri kendisinin verdiğini, kitabın madenci şirket tarafından bastırılıp, posta ile binlerce protokol listesine ücretsiz ulaştırıldığını söyleyen Gökvardar’ın anlattıkları bu kitapla ortaya konan “psikolojik oyun”u deşifre eder nitelikteydi. Oyunun amacı MGK tarafından bir “Milli Güvenlik sorunu” olarak nitelendirilen Bergama Köylü Hareketi’nin bertarafı idi ve Hablemitoğlu’nun kitabı bu oyunun en önemli parçalarından birisiydi.
Sonuçta Gökvardar’ın bu açıklamalarını yazıp Evrensel’e gönderdiğim gün, haber manşetten çıkabilmesi için bir gün bekletildi. O gün Gökvardar da İzmir Barosu’nda bir grup avukata bize anlattıklarını kameralar karşısında anlatıyordu. Bizim haber ertesi gün çıkamadı, çünkü sabah güne ülke haberimizde konu edindiğimiz kitabın yazarı Necip Hablemitoğlu suikasti ile uyandı. Hablemitoğlu, akşam saatlerinde evinin önünde bir suikastçı tarafından öldürülmüştü! Hablemitoğlu’nun kitabının madenciler tarafından yazdırıldığı ile ilgili haberimiz ancak bir hafta sonra yayınlanabildi...

‘KUYUDAKİ TAŞ’ KİME İŞARET EDİYORDU?
2011 Kasım ayında Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanan “Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” adlı kitapta işte  Bergama köylülerine karşı uygulanan bu psikolojik savaş oyununu ele almaya çalıştım. Üç bölümden oluşan kitabın son bölümü tamamen Hablemitoğlu suikastına ayrılmıştı. O güne kadar eldeki veriler ve ulaşabildiğim belgelerle Hablemitoğlu’nu kimlerin neden öldürdüğü sorusunun peşine düşmüştüm.
Bir kere Hablemitoğlu son döneminde Fethullah Gülen Cemaatinin devlet içindeki örgütlenmesi ile ilgili çalışmalar yapıyordu. 2001 yılında yazdığı “Köstebek” adlı kitap, kendisinden 8-9 yıl sonra benzer konuların ele alındığı ve “dokunanın yandığı” iddiaların hemen hemen ilk dile getirildiği kitaptı. Benzer iddiaları “İmamın Ordusu” adlı kitapta yazan Gazeteci Ahmet Şık ve “Haliçteki Simonlar” kitabıyla eski emniyet müdürü Hanefi Avcı cemaatin hışmına uğrayarak kendilerini cezaevinde bulmuşlardı.
SUİKAST EN ÇOK KİMİN İŞİNE YARADI?
Peki Necip Hablemitoğlu da daha 2001 yılında bu gerçeklere dikkat çektiği için cemaatin bir kurbanı olamaz mıydı? Kuyudaki Taş’ta bununla ilgili şu cümleler yer almakta;
“Hablemitoğlu suikastından ülke içinde en karlı çıkan kesimin ise Gülen Cemaati olduğunu söyleyebiliriz.
1-Hablemitoğlu’nun ölümü ile cemaatin çok önemli bir hasmı ortadan kalkmıştır.
2-Suikast, Hablemitoğlu’nun sahte bilgi-belgelerle yazdığı ve altın madenlerine karşı direnişin Almanya’nın işi olduğu yönündeki tezleri işleyen kitabını ‘tartışılmaz’ kılmış, hatta suikastin kimler tarafından yapıldığı şüphelerini bu yöne kaydırmıştır. “
Şimdi aradan 14 yıl geçtikten sonra, ülke merkezinde Gülen cemaatinin olduğu kanlı bir darbe girişiminden kurtulup, OHAL kanunları ile yönetilir hale geldiği bir süreçte açılan davada karşımıza yeniden Hablemitoğlu dosyasının çıkması aslında sürpriz değil. Daha AKP-Cemaat çatışmasının ilk başladığı günlerde, bu çatışmanın ‘olumlu’ sonuçlarından birisinin de Hablemitoğlu suikastının aydınlatılması olabileceğini ama 14 yıldır iktidarda olup suikastın çözümü için hiçbir şey yapmayan AKP’nin o günkü yapısıyla bunu yapabilme olasılığının çok olmadığını yazmıştım.
Kabul edilen FETÖ çatı iddianamesinde savcı, Hablemitoğlu suikastını da bu grubun işi olarak ele alırken, şimdiye kadar çözülememesinin yine bu gurubun devlet içindeki yapılanmaları nedeniyle olduğunu ileri sürüyor.
 ‘ÇOCUKLARIM İÇİN SUSTUM’
Şengül Hablemitoğlu, suikastta cemaat parmağı konusunda katıldığı bir sosyal medya yayınında eskisinden daha açık bir tavır içindeydi. Suikastın işlendiği günden bugüne 14 yıl boyunca hiçbir zaman dava konusu bile edilemediğinin altını çizen, bunun nedeni olarak da Gülen cemaatinin devlet içindeki yapılanmasını gösteren Hablemitoğlu, cemaatle AKP’nin yıllar süren ortaklığına da dikkat çekerek şunları söylüyordu; “Bu dosya bu yapılanma çerçevesinde karartılmış, o yüzden kimler bunu yapmışsa bunun bulunması gerekiyor. bugüne kadar bu cümleyi neden kurmadım biliyor musunuz? 14 yıl önce 10 ve 11 yaşında olan iki kızım bugün artık kendi kanatları ile uçuyorlar ve benimle birlikte değiller. Bu örgütün ne kadar kanlı bir yapıya büründüğünü herkes anladı sanıyorum. Bugüne kadar niye birşey söylemediğimi de anlamıştır herkes.”

İnsanı ve günümüz olaylarını göz önüne aldığımız zaman son derece mantıklı bir yaklaşım. Bakalım bu sefer 14 yıllık bir siyasi suikast dosyası çözülebilecek mi? Şahsi fikrim, çözseler şimdiye çözerlerdi, çözmek istemediler ve bütün taşlar yerinden oynasa da çözeceklerini sanmıyorum. Çünkü sorumluluğu birbirlerinin üzerine atamayacak kadar iç içe geçmiş ilişkilerin olduğu bir dönemde işlendi bu suikast ve çözümsüz kalmasında da bugün birbirine düşman olan bu iki güç sorumlu.

28 Temmuz 2016 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Sahiller halkındır_Donatkent_28 temm016

Yeni Foça Donatkent halkı sahiline sahip çıktı
Anayasaya göre sahiller tüm halkındır. Gelin görün ki ülkemizde birçok sahil özel şirketler, oteller, tatil köyleri tarafından parsellenip, halka ya kapatılıyor, ya da ücret karşılığı girişe izin veriliyor.
İzmir'in Yeni Foça ilçesi Donatkent mahallesi sakinleri  yıllardır hukuksuz biçimde kullanımlarına kapalı tutulan Donatkent Plajını tekrar halkın yaptılar:
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM
28 Temmuz Perşembe 20.00'de HAYATIN SESİ'nde

Programın tanıtımı:
https://www.youtube.com/watch?v=Dl5fKwga488&feature=youtu.be
https://www.youtube.com/watch?v=8OTcmw1DTyw&feature=youtu.be

Programın tamamı:

İlgili Haber:
https://www.evrensel.net/haber/285980/yeni-foca-donatkent-halki-sahiline-sahip-cikti

24 Temmuz 2016 Pazar

Mahkeme kararına rağmen ağaçlar söküldü! (DİHA haberi)

Mahkeme kararına rağmen ağaçlar söküldü!

24 Temmuz 2016 14:24
     
İzmir Çeşme’de SİT alanı içerisinde kurulmak istenen RES için mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararına rağmen alandaki ağaçlar söküldü.  
İzmir’in Çeşme ilçesinde bulunan SİT alanlarından biri olan Germiyan Mahallesi’nde kurulmak istenen Rüzgar Enerji Santrali (RES) projesine, aksi yöndeki yargı kararları dikkate alınmadan başlandı. Projeye karşı çevre örgütleri ve ekolojistlerce açılan davaya bakan İzmir 4. İdare Mahkemesinin proje için yürütmeyi durdurma kararı verip, alınan ÇED gerekli değildir raporunu iptal etmesine rağmen, santral kurulumu için bölgedeki ağaçlar söküldü. 
‘HUKUK YAVAŞ HAREKET EDİYOR’
Ege Çevre Ve Kültür Platformu Derneği (EGEÇEP) Yürütme Kurulu Üyesi Özer Akdemir, “Yargının verdiği halktan, doğadan yana kararlar sonrası sermaye hükümetinin geliştirdiği bir taktik oldu. Bunun bir diğer işlevsel yanı da halkın fiili karşı koyuşunun da önüne geçilmesi. Yani, yaşam alanını korumak için iş makinelerinin önüne kendini siper eden vatandaşa, ‘hukuk var, ona güvenin’ denilerek direnişe engel olunuyor. O hukuk da kaplumbağa hızıyla hareket ettirilip, öte yandan hukuki süreç beklenmeden çalışmalara yol verilerek şirketlerin istediklerinin yapması sağlanıyor. Doğal olarak olan doğaya, halkların yaşam alanlarına oluyor” dedi.
‘YARGININ ZAMANINDA KARAR VERMESİ ÖNEMLİ’
Ekolojist Sergen Sucu ise yargının bu tarz konularda yürütmeyi durdurma kararını zamanında vermesinin önemine dikkat çekti. Sucu, mahkeme kararı gelene kadar yaşanan tahribatın onarımının çok zor olduğunu ifade etti. 
Doğayı talan etmeyen enerji sistemlerinin yasal düzenlemelerle de mümkün olabileceğini hatırlatan Sucu, “Ağaçlar kesiliyor bölge kurak bir pozisyonda bırakılıyor. Kesilen ağacın yeri tekrar ağaç dikilerek kurtarılmaz. O kesilen ağaçlar bir yaşam yuvasıdır. Bu nedenle bölge halkının isteği ile birlikte doğayı talan etmeyen enerji sistemleri yasal düzenlemelerle kurulabilir” dedi. 
‘ÖNLEMLER ALINMALI’
Şirketlerin bölgeye girmeden yasal önlemler alınabileceğini ifade eden Sucu, “Bu nedenle yasal düzenlemelerle birlikte sermaye bölgeye girmeden önlemler alınıp halkı ve doğayı sömürmeden enerji sistemleri kurup doğru kullanımla birlikte komünal enerji üretimleri sağlanabilir. Kapitalizmin bu tüketim çılgınlığı ile insana hiçbir enerji sistemi yetmeyecektir” dedi. (İzmir/DİHA)

Menderes’te çöplere bariyerli önlem

Menderes’te çöplere bariyerli önlem

24 Temmuz 2016 13:54
     
Devlet Su İşlerinin (DSİ) Menderes Nehri üzerinde yaptığı bariyerler çöplerin nehir boyunca taşınmasını ve Ege denizine dökülmesinin önüne geçti.
Özer AKDEMİR
İzmir 
Devlet Su İşlerinin (DSİ) Menderes Nehri üzerinde yaptığı bariyerler çöplerin nehir boyunca taşınmasını ve Ege denizine dökülmesinin önüne geçti. Kuşadası ve çevresindeki ekoloji mücadelesi veren örgütlerden EKODOSD kendi önerileri sonrasında konulan bu bariyerlerin olumlu bir gelişme olduğunu açıklarken, nehirdeki ağır metal ve kimyasal kirliliğin önlenmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da harekete geçmesini istedi. 
BÜYÜK MENDERES YAŞAM KAYNAĞI
Afyon Dinar Suçıkan’dan doğup, 584 kilometre yol katederek Ege Denizi’ne dökülen Büyük Menderes Nehri, bölge için en önemli yaşam kaynaklarından birisi durumunda. Yüz binlerce dönümlük arazilerde tarımla uğraşan binlerce çiftçi ailesinin geleceği Büyük Menderes’e bağlı olduğu gibi kuşların, bitkilerin, balıkların ve çevresindeki yaban yaşamı da Büyük Menderes’in temiz bir şekilde akmasına bağlı. 


ÇÖPÜN ÖNÜNE BARİYER
EKODOSD bir yıl kadar önce Büyük Menderes Nehri’nin Söke regülatöründe yaptığı incelemede yukarı havzalardan Büyük Menderes’e dökülen çöplerin, tarımsal sulamaların başladığı aylarda kapakların kapatılmasıyla birlikte regülatör önünde biriktiğini gözlemledi. Söke regülatörü önünde biriken bu çöpler ve hayvan ölüleri, sulama mevsiminin bitmesi sonrası kapakların açılmasıyla birlikte nehrin sularına karışmaktaydı. Bu her türden kirlilik taşıyan çöpler yüzlerce kilometre sürüklenerek Ege Denizi’ne dökülüyordu. 
EKODOSD’un bu durumu belgeleyen fotoğrafları ile birlikte kurumları bilgilendirmeleri sonrası Aydın DSİ Bölge Müdürlüğü bu konuda yüzer bariyer tesisi projesini hayata geçireceklerini açıkladı. 
Aradan bir yıl geçtikten sonra EKODOSD yöneticileri tarafından yapılan incelemelerde Söke regülatörü önünde bu bariyerin kurulduğu ve çöplerin de burada biriktiği gözlemlendi. Bu biriken çöpler belli bir zaman sonra kıyıya çekilerek kamyonlara yüklenecek. Çöpler ve hayvan ölülerinin mevsim boyunca toplanması bu kirliliğin Menderes’e ve oradan da Ege Denizi’ne taşınması önlenmiş olacak. Bu çöpler zaman zaman sulama kanallarını tıkaması sonrası tarımsal üretime de önemli zararlar veriyordu. 
AĞIR METALLER DE TEMİZLENSİN
EKODOSD tonlarca çöpün Menderes ve Ege Denizi’ne taşınmasının önlenmesinin olumlu bir gelişme olmakla birlikte bunların usulüne uygun bir şekilde bertarafının da önemli olduğuna dikkat çekti.  “Su alır götürür” düşüncesiyle insan kaynaklı olarak Menderes Nehri’ne atılan çöplere karşı su kaynaklarını çöplük gibi gören kişi ve kurumlara yaptırım uygulanmasını isteyen EKODOSD, Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen yüzer bariyer tesisinin, Söke regülatöründeki çöp sorununu ortadan kaldıracağını umduklarını aktardı. Dernek, yapılan bu projenin son derece yararlı bir gelişme olduğunun altını çizmekle birlikte başka önemli bir soruna şöyle dikkat çekti; “Büyük Menderes Nehri’ndeki su kalitesindeki kimyasal ve ağır metallerle yüklü kirlilik en önemli çevre sorunu olup devam etmektedir.

Çünkü sudaki bu tür kirlilik direkt olarak insanları ve diğer tüm canlıları olumsuz etkilemektedir. DSİ’nin yüzer atıklar konusunda gösterdiği hassasiyeti, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da su kirliliğine çözüm bulunması için göstermesini bekliyoruz”.

22 Temmuz 2016 Cuma

Yargıdan Karaburun'daki RES'lere bir durdurma daha

Yargıdan Karaburun'daki RES'lere bir durdurma daha
Yargı Karaburun’da bir RES projesine daha 'dur' dedi. Mordoğan RES kapasite artışı projesinin ÇED olumlu kararı iptal edildi.
Özer AKDEMİR
Ayen Enerji A.Ş.’ne ait Mordoğan RES'in kapasite artışı projesine verilen “ÇED Olumlu” kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açılmıştı. İzmir 3. İdare Mahkemesi oybirliğiyle verdiği ÇED Olumlu kararını iptal etti. 
15 türbini işletmeye alınmış olan Mordoğan RES projesinde, yatırımcı firma 5 türbin ilavesiyle kapasite artışı başvurusu yapmıştı. Projenin ÇED sürecinde “Halkın Katılımı Toplantısı”na  yerel halk katılmazken, yapılan açıklamada “Karaburun Yarımadası’nda mevcut kurulu RES’lere ilave olarak kurulacak yeni bir RES’in çarpan kümülatif etkiyle Yarımada’nın ve Mordoğan bölgesinin sahip olduğu doğal/kültürel/ekonomik değerlerin geri dönüşsüz biçimde yok olmasına neden olacağı” dile getirilmişti. RES projelerine karşı çıkış nedenleri de Karaburun Kent Konseyi’nce ayrıntılı raporlarla Bakanlığa iletilmişti.

BİLİRKİŞİLERDEN ÇOK NET SÖZLER
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, 30.06.2015 tarihinde “ÇED Olumlu” kararı vermesi üzerine açılan davada, mahkeme, Bilirkişi Heyeti incelemesi sonucunda hazırlanan raporun sonuç bölümünde “...bu alanda kapasite artırımı bir yana mevcut türbinlerin dahi faaliyet göstermesi düşündürücüdür ... Karaburun Yarımadası’nda faaliyete geçen tüm RES’lerin belli bir doygunluğa ulaştığı, kümülatif etki nedeniyle olumsuz önemli çevresel etkiler yaratacağı düşünülmektedir” sözleriyle RES'lere karşı net bir görüş ortaya konmuştu. Mordoğan RES kapasite artışı projesinde, türbinlerin tarım arazilerinde, zeytinlik alanlarda, konutların 150 m uzağında ve tescilli kültür varlıklarının 75 m yakınında kurulması planlanıyordu. 

Halen yarımada’nın %61’ini Karaburun RES Projesi için Lodos A.Ş. firmasına tahsis eden ÇED Kararı dahil olmak üzere, 10’un üzerinde dava sürüyor. (İzmir/EVRENSEL)
  22 Temmuz 2016

Bilimi Sermayeye Meze Yapanlar!..


"Bu bilirkişi raporlarını hazırlayanlar, bilimsel bilgileri çarpıtanlar, bilimi sermayenin çıkarları için meze yapanlar, sizler de halkın yaşamını tehlikeye atan bu raporlar nedeniyle mutlaka yargılanacaksınız..."
Durum gerçekten ciddi! Sandığınızdan da ciddi! Yok, darbe girişiminin hemen ardından sosyal medyada başlayan geyikten bahsetmiyorum. Tamamen gerçek yaşamın içinden anlatacaklarım. Darbe, OHAL gelip geçer ama benim dikkat çekeceğim konunun etkisi maalesef çok daha uzun.
Hepimiz zehir soluyoruz, çocuklarımız zehirlerin üzerinde oynuyor! Halkın sağlığı büyük bir tehdit altında. Yerel yöneticiler buna çanak tutuyor. Bunlara karşı verilen hukuk mücadelesi de hiç iyi gitmiyor.
Nasıl mı?
Önce İzmir Büyükşehir Belediyesi (İBB) aylık Kent Bülteni dergisinde kısa bir haber olarak duyuruldu. "Büyükşehirden cüruf harekatı". Aliağa-Foça arasındaki tam miktarı dahi bilinmeyen, ama milyonlarca ton olduğu belirtilen cürufların İBB tarafından bordür, yol dolgu malzemesi ve parke taşı yapıldığını anlatıyordu haber. Hem de ne kadar 'çevreci' bir şey olduğu vurgusuyla. Bu milyonlarca ton cürufu nerelere sığdıracağını bilemeyen demir çelik ve termik santral patronları en çok sevinen kesim olmuş, belediyeye bu 'cesur' kararı nedeniyle teşekkür ediyorlardı.
Gelgelelim bu cüruflar hiç de masum değildi. Taa 2006 yılında, bu cüruflarla ilgili Aliağa'da yapılan, zamanın İl Çevre Müdürü Osman Tatar, Aliağa'nın AKP'li Belediye Başkanı Tansu Kaya ve işadamlarının katıldığı toplantıda bu cürufların "tehlikeli atık" niteliğinde olduğu, ne yapılacağının bilinmediği ortaya konmuştu.
İBB'nin bu uygulamasını "Büyükşehir yollara zehir seriyor" başlığıyla Evrensel Gazetesinde haber yaptım. İBB, haberle ilgili gönderdiği açıklamada TÜBİTAK- Marmara Araştırma Merkezi tarafından atıklarda yapılan analiz sonuçlarına atıfta bulunarak, "ürünlerin insan sağlığına etki edecek şekilde kirlilik etkisi yaratması söz konusu değildir” dedi.
Oysa incelediğimizde TÜBİTAK'ın bu raporunun İBB'nin dediğinin tam aksini söylediğini gördük;
“Atık cüruf örneğinin ‘tehlikeli atık’ olduğu sonucuna varılmıştır”.
Bu kadar net! Peki İBB bu açık cümleye rağmen nasıl bu atıkların sağlığa bir etki yapmayacağını ileri sürüyordu.
Bunun nedeni şu;
Atıkların İzmir'in kuzey ormanlarının ortasındaki bir su havzası olan Gölyüzü mevkiine depolanmasının yanı sıra, parke ve bordür taşı, yol dolgu malzemesi yapılarak il-ilçe, köylere kadar yayılmasına karşı davalar açıldı. Menemen Belediyesi, Ziraat Odası çeşitli dernek ve kişiler tarafından. Mahkeme davada bu cüruflarla ilgili bilirkişi raporu hazırlanmasını istedi. TÜBİTAK uzmanları cürufların birçok farklı kesiminde örnekler alarak analiz ettiler. Raporlarını da mahkemece oluşturulan bilirkişi heyetine ilettiler.
İşte ne olduysa bu süreçte oldu. TÜBİTAK Raporu, atıkların canlı yaşamı açısından nasıl bir risk oluşturduğuna dikkat çekerek bunlar "tehlikeli atık niteliğindedir. suyla teması kesinlikle önlenmeli ve yalıtılmış bir yerde muhafaza edilmedir" diyordu.
Bilirkişi heyetini oluşturan Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Pala, aynı üniversitenin Maden Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Batar ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Avcıise bu TÜBİTAK Raporunu öyle bir ters yüz ettiler ki inanılır gibi değildi!
TÜBİTAK Raporundaki bilimsel verileri, uyarıları öyle bir yorumladılar ki sanki cürufların hiç tehlikesi yokmuş gibi bir durum ortaya koydular. Bütün bunlardan daha kötüsü ise TÜBİTAK Raporundaki "tehlikeli atık" tanımını "tehlikesiz atık" olarak değiştirme pervasızlığını gösterecek kadar ileri gittiler!
Velhasıl, mahkeme bu bilirkişi raporuna dayanarak açılan davayı reddetti. Cürufların yollara, sokaklarımıza taşınmasına yeşil ışık yaktı.
Bu bilirkişi skandalını birçok kez haber yaptım. Televizyon programında dile getirdim. EGEÇEP bu bilirkişiler hakkında "görevi kötüye kullanmak"tan suç duyurusunda bulundu.
Ama ne gariptir ki, bu kadar açık seçik duruma rağmen bilirkişilerden Prof. Dr. Ayşegül Pala aynı bölgedeki termik santrallerle ilgili açılan davalara da bilirkişi olarak atandı. Pala, bu bilirkişiliği sırasında yan yana iki parseldeki termik santrallerle ilgili iki ayrı görüş oluşturarak bilim tarihine geçti!
EGEÇEP'in suç duyurusunda ise başsavcılık takipsizlik kararı verdi. Yapılan itirazı değerlendiren İzmir 2. Sulh Ceza hakimliği "tehlikeli atık" sözünün"tehlikesiz atık" olarak yazılmasının "sehven yapılmış bir hata" olduğunu belirterek takipsizlik kararına yapılan itirazı da reddetti.
Mahkeme, TÜBİTAK ve bilirkişi raporlarının sonuç kısımlarının uyumlu olduğunu ileri sürüyor. Durum gerçekten öyle olsa biz de "evet, bir kelime yanlış yazılmış" der geçerdik. Ama öyle değil...
Her iki raporu da inceleyen Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü BaşkanıProf. Dr. Ali Osman Karababa ve aynı bölümden Doç. Dr. Raika Durusoy'un tespitleri bunun "sehven yapılmış bir hata" olmadığı yönünde. İşte o değerlendirme yazısı:
"TÜBİTAK MAM raporuna göre:
1. Atığın çok büyük oranda yapılan işe bağlı olarak inorganik özellikte,
2. Yüksek ph değerine sahip (bazik karakterli),
3. İçeriğinde çok toksik bir yapay kimyasal olan dioksin bulunduğu,
4. Ekolojik toksisite açısından (ekotoksisite testi) oldukça çok toksik olduğu ( bu analiz için en üst düzey toksisite kategorisi),
5. Curuf örneğinin "tehlikeli atık" olarak değerlendirildiği,
net olarak anlaşılmaktadır.
Curuf ekolojik toksisitesi nedeniyle açıkta depolanmaması, yağmur vb. nedenlerle sulu ortamlara karışmaması için önlem alınması gereği belirtilmektedir.
Numunenin organik içerik analizinde; yakma prosesi sonucu elde edilen cüruf olması nedeniyle yan ürün olarak açığa çıkabilecek olan çok toksik dioksin ve furan analizi de yapılmış ve 27,3 µg/kg (ppb) düzeyinde  I-TEQ PCDD/F ölçülmüştür. Rapora göre bu değer, cüruf örneğinin dioksin ile kontamine olduğunu göstermektedir. Raporda ülkemizde henüz cüruf için sınır değerlerin belirlenmediği, bu nedenle yasal sınırlar anlamında kirlilik göstergesi olarak değerlendirilemediği ifade edilmektedir. Ancak insan ve çevre sağlığı açısından çok toksik olduğu ispatlanmış bir bileşiğin henüz yasal sınır değerinin belirlenmemiş olması, o bileşiğin çevresel etkilerinin gözardı edilebileceği anlamına gelmemektedir.
Bu raporun bilimsel  açıklamasını birisi yapsın?
Mahkeme tarafından atanan bilirkişilerin raporuna göre:
1. Atıkların içindeki dioksin kontaminasyonu, ağır metal yoğunluğu ve atıkların ekotoksisitesi hafife alınmış, ayrıca TÜBİTAK MAM Raporu'nda cüruf örnekleri için belirtilen "tehlikeli atık" tanımlaması görmezden gelinmiştir
2. İşletme içindeki kuyudan alınan örnekte insani tüketim amaçlı suların kriterlerine göre arsenik, bakır, cıva, kadmiyum, krom (6+) düzeylerinin yüksek olduğu, ancak sulama suyu olarak kullanılabileceği belirtilmiştir. Ancak doğada yeraltına ulaşan suyun yalnızca sulamada kullanılabileceği insani tüketim amaçlı sulara karışmayacağı gibi bir kural yoktur. Hiç beklenmedik yerde  içme sularına karışabilme olasılığı vardır. Kaldı ki doğal döngülerde biyoakümülasyon (biyolojik birikim) olasılığı vardır.
3. Firmanın "cüruf geri kazanımı, beton parke ve bordür yapımı, dolgu malzemesi ve cüruf depolama tesisi projesi"ni atıkların zararsızlaştırılarak onlardan kurtulmanın en uygun yöntemi gibi sunması da oldukça dikkat çekicidir. Curufların zararlı etkileri parke veya bordür haline getirilince tamamen yok olacağı konusunda kesin yargıya nasıl varılmıştır bu anlaşılamamaktadır.
4. Raporun büyük bölümünün "cüruf geri kazanımı, beton parke ve bordür yapımı, dolgu malzemesi ve cüruf depolama tesisi projesi"ne ayrılmış olması da bilirkişilik göreviyle ne kadar bağdaşmaktadır ayrıca sorgulanmalıdır."
Bu uzun yazı ve en son paylaştığım uzun bilimsel alıntıdan sonra yazının en başına dönersek; durumun neden çok ciddi olduğunu umarım anlatabildim. Bu cüruflar yaşamımıza, yollarımıza, sokaklarımıza girmeye devam edecek. Bunun önünü açan "bilim insanları" da hiçbir şey olmamış gibi vicdanları rahat işlerine devam edecekler!
Bu devranın böyle gitmeyeceği son yaşanan baş döndürücü gelişmelerle bir kez daha ortaya kondu. Dünün can ciğer kuzu sarmaları AKP-Fethullah Gülen Cemaati şimdi birbirlerinin can düşmanları ve iş darbe girişimine kadar gitti. Dünün kudretlileri, dokunulmazları bugün, binler halinde gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Son söz; bu bilirkişi raporlarını hazırlayanlar, bilimsel bilgileri çarpıtanlar, bilimi sermayenin çıkarları için meze yapanlar, sizler de halkın yaşamını tehlikeye atan bu raporlara imza attığınız için mutlaka yargılanacaksınız...

21 Temmuz 2016 Perşembe

Bu raporun bilimsel açıklamasını birisi yapsın

ÇED raporunun iptali istendi
21 Temmuz 2016 04:53
     
Aliağa-Foça arasında yanyana kurulmak istenen termik santrallerle ilgili bilirkişi keşfini yapan aynı öğretim üyelerinin raporları kafaları karıştırdı
Özer AKDEMİR
İzmir
Aliağa-Foça arasında yanyana iki parselde kurulmak istenen termik santrallerle ilgili bilirkişi keşfini yapan aynı öğretim üyelerinin raporları kafaları karıştırdı. Geçtiğimiz haftalarda Enka Holdingin yapmak istediği termik santralle ilgili “çevreye, tarıma, canlı yaşamına risklerinden,  fay hattı üzerinde yer aldığından ve deprem riski” gerekçesiyle oybirliği ile olumsuz rapor veren bilirkişi heyetinden iki öğretim üyesi komşu parseldeki termik santrale ise yeşil ışık yaktı. 
MAHKEMESİ BİTMEDEN ÜRETİME GEÇTİ
Mahkeme süreci tamamlanmadan üretime geçen ve bir yılı aşkın bir zamandır çalışan İzdemir AŞ.’nin termik santrali ile ilgili yapılan bilirkişi incelemesinde bilirkişi raporu üçe iki çoğunlukla ÇED raporunun iptali yönünde bir görüş oluştu. Bilirkişi heyetinde bulunan Şehir Planlama, Arkeoloji ve Sanat tarihi uzmanı bilirkişiler santralin özellikle Kyme antik kentine ve bölgedeki arkeolojik varlıklara olumsuz etkilerine dikkat çekerek ÇED Raporu aleyhine görüş verirken Çevre Mühendisliği ve Ziraat Fakültesi’nden öğretim üyeleri ise santralle ilgili olumlu görüş verdi. 

BUNUN BİLİMSEL İZAHI YOK!
Termik santrale karşı açılan davaların hukukçusu Av. Diler Bosut Güven tarafından İzmir 2. İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilen dilekçede, bilirkişi raporunda termik santrale yeşil ışık yakan bu iki bilirkişi hakkındaki itirazlara da yer verildi. 
Davanın bilirkişi heyetinin İzdemir AŞ Termik Santraline 1900 metre uzaklıktaki komşu parselde yapımı planlanan Enka Termik Santrali’nin de bilirkişi heyeti olduğunu aktaran Güven, bilirkişi heyetinin burada, deprem fayı, çevredeki tarım arazilerinin varlığı, turizme etkisi, kümülatif etki gibi birçok gerekçe ile ÇED olumlu kararının yeterli olmadığı görüşüne oybirliği ile vardığını belirtti. Güven, aynı heyetteki iki ismin, yan parseldeki termik santrale yeşil ışık yayan bir görüş oluşturmasının bilimsel bir izahının olmadığını dile getirdi. 
Her iki bilirkişinin de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi tarafından hazırlanan kül depolama alanı ile ilgili bir rapora istinaden görüş oluşturduklarını ve bu raporun kendilerine iletilmediğini kaydeden Güven, “Davalı firmanın talebiyle taraflı hazırlanan, tarafımıza tebliğ edilmeyen, keşifte bilgiye sunulmayan bu rapora dayanarak yerinde inceleme yapma gereği duymayan bilirkişiler hukuka aykırı davranmıştır. Keşif mahallinde numune alarak yerinde inceleme yapma talebimiz hakim tarafından  reddedilmiştir. Ziraat Bilirkişisi Prof. Dr. Mustafa Bolca (Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi), komşu parseldeki Enka Termik Santralının çevredeki tarım arazilerine zarar vereceğini rapor ederken, İzdemir termik santralinin  ve atık alanının çevresindeki tarım arazilerini görmemeyi tercih etmiştir” dedi. 
BİLİRKİŞİ DAHA ÖNCEDEN DAVALIK
Keşif heyetinde bir halk sağlığı uzmanı olması yönündeki taleplerinin de hakim tarafından reddedildiğini aktaran Güven, termik santralin kül-cüruf depolama alanı olarak belirlenen Ilıpınar’daki mevcut atıkların “tehlikeli atık” olduğuna dair TÜBİTAK Raporu olduğunu belirtti. Bilirkişi heyetinde yer alan ve termik santralle ilgili olum görüş veren Dokuz Eylül Çevre Mühendisliği Bölümünden Prof. Dr. Ayşegül Pala’nın bu TÜBİTAK Raporuna rağmen bu atıkları “tehlikesiz atık” olarak yorumladığının altın çizen Güven, bu bilimdışı yaklaşım nedeniyle Pala hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu hatırlattı. Güven ÇED olumlu kararının yürütmesinin durdurulmasını ve ÇED Raporunun iptalini istedi.
‘ZEKAMIZ ANLAMAYA YETMEDİ!’
Öte yandan İzmir Tabip Odası da İzdemir termik santrali ile ilgili bilirkişi raporuyla ilgili yaptığı açıklamada, aynı bilirkişi heyetinin komşu iki parseldeki termik santrallerle ilgili farklı görüşlerine dikkat çekti. İzmir Tabip Odası açıklamasında “Yan yana ve aynı özelliklerde iki kömürlü santralin, risk açısından farklılıklarını zekamız ve bilimsel düzeylerimiz anlamaya yetmemiştir!” denildi. Açıklamada bilirkişi raporlarının ÇED süreçlerindeki eksiklikleri ortaya koyduğuna dikkat çekildi. 
‘TEHLİKELİ ÇARPITMA’DA İMZASI VAR
Her iki bilirkişi heyetinde yer alan Prof. Dr. Ayşegül Pala (Dokuz Eylül Ünv. Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi), daha önce Aliağa - Foça arasındaki cüruflarla ilgili açılan davada TÜBİTAK raporunda yer alan “tehlikeli atık” ibaresinin “tehlikesiz atık” olarak değiştirildiği raporda imzası olan isimlerden biri. EGEÇEP, Pala ve diğer bilirkişiler hakkında “gerçeğe aykırı bilirkişi raporu düzenlemek”ten suç duyurusunda bulunmuştu. Mahkeme heyeti Pala’ya bu nedenle yapılan itirazı reddetmişti. 

Bilirkişi keşfi yapılan Akkuyu’nun başı da sonu da karanlık

11 Temmuz 2016 19:11
     
Akkuyu Nükleer Santralindeki bilirkişi incelemesi sırasında eylem yapan yaşam savunucuları, 'Ölüm fermanı Akkuyu' yazılı döviz astılar.
Özer AKDEMİR
İzmir
Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli Mahallesi’nde yapımı süren Akkuyu Nükleer Santralinde bilirkişi incelemesi yapıldı. Davaya müdahil olanlar alana alındığı inceleme sırasında dışarıda kalan yaşam alanı savunucuları demirlere vurarak ses çıkarma eylemi yaptı. Keşif sırasında avukatlar bilirkişilere “Yakıtlar nasıl bertaraf edilecek?, 'Olası kazada sorumluluk kimde olacak?” gibi sorular yöneltti.
Bilirkişi inceleme yaparken santralin bulunduğu alana gelen yaşam alanı savunucuları üst aramasının ardından santral girişinin olduğu alana alındı. Jandarma geniş güvenlik önlemi alırken, yaşam alanı savunucuları da “Nükleer santral istemiyoruz”, “Nükleere inat yaşasın hayat” sloganlarını attı. İçeriye alınmadıkları için tepki gösteren vatandaşlar, dakikalarca kapılara vurarak ses çıkarma eylemi yaptı. Kapının önünde yere yatan bir vatandaş, boynuna “Ölüm fermanı Akkuyu” yazılı bir döviz astı. Bir süre yerde yatarak nükleer santrali protesto etti.
Keşif sürerken görüştüğümüz EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukat Arif Ali Cangı, kendisinin davacılardan EGEÇEP, TBB ve YSGP adına keşfe katıldığını belirterek; “Sorularımızı sorduk ve onlar da yanıtlar verdi. Prof. Dr. Hayrettin Kılıç’ın TBB adına hazırladığı proje ile ilgili rapor da orada sunuldu. Karşı tarafın yanıtları üzerine Ege Üniversitesi Halk sağlığı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa da söz alarak özellikle sağlık boyutuna dikkat çekti. Biz de Gazemir’deki nükleer atıkları gündeme getirerek, burayı bile yönetemeyen TAEK’e olan güvensizliğimizi ortaya koyduk” diye konuştu.
NEDEN İTİRAZ EDİLİYOR?
Akkuyu’da yapımı süren, Rusya ortaklı nükleer santraline verilen ÇED olumlu kararına karşı meslek odaları, ekoloji örgütleri ve yurttaşlar tarafından açılan davada Danıştay 14. Dairesi 11 Temmuz’da bilirkişi keşfi yapılmasına karar vermişti. Olumlu görüş verilen ÇED raporuna karşı özellikle nükleer atıklar, kaza durumunda ekonomik ve sosyal sorumluluğu kimin alacağı, deprem riski vs. gibi birçok konuda önemli eleştiriler getiriliyor.

ÖMRÜ 60 YIL, RİSKİ BİNLERCE YIL
2010 yılında Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan anlaşma ile Rusya’nın devlet nükleer enerji şirketi Rosatom tarafından başlanan nükleer santral kurma çalışmalarında 1 Aralık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ÇED olumlu kararı verildi. 14 Nisan 2015 tarihinde ise tesisin içindeki çeşitli yapıların temel atma töreni gerçekleştirildi. 4 üniteden oluşması planlanan nükleer santralin her bir ünitesinin 1200 megawat gücünde olması planlanıyor. Santralin işletme ömrü ise 60 yıl olarak öngörülüyor.
KEŞİF HEYETİ, NÜKLEERCİLERİN OTELİNDE KALDI
Santralin ÇED raporuna kaşı açılan dava için mahkeme 200 bin lirayı bulan önemli bir keşif bedeli belirlerken, bilirkişi heyeti ve hakimlerin, santrali yapan şirketin otelinde konaklayacak olması daha keşiften önce tartışmaları gündeme getirmişti. Yanaşlı beldesindeki 5 yıldızlı otelin sahibi olan Ulu Grup adlı şirketin aynı zamanda Akkuyu NGS’yi de yapan şirket olduğu ortaya çıkarken, geceliği 580 TL olan otelde konaklamanın kamu kaynaklarının harcanması ile ilgili kurallara da aykırı olduğu eleştirileri getirilmişti. Tüm eleştirilere karşın keşif heyetinin konaklayacağı otel değiştirilmedi.
YAKITLAR NASIL BERTARAF EDİLECEK?
Bilirkişi keşfi sırasında Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından bilirkişilere, hazırlayacakları raporlarında yanıtlanması istemiyle sorular soruldu. EGEÇEP Hukuk Komisyonu ve TBB Çevre Komisyonu Üyesi Avukat Arif Ali Cangı’nın yönelttiği sorulardan bazıları şöyle:
•  Türkiye- Rusya Nükleer Enerji Transferi Anlaşması, teknoloji transferini sağlayacak nitelikte midir?
•  Bu anlaşmaya ek olarak kurulacak nükleer yakıt fabrikasyonunda üretilecek yakıtın sahibi ve satıcısı kim olacaktır? Bu işletmede Türkiye’nin hukuki ve ticari konumu bahsedilen anlaşmaya göre nedir?
•  Nükleer santrallerde meydana gelen kazalar sonucu 3. şahıslara sorumluluk konvansiyonu diye bilinen ESPOO Konvansiyonuna Türkiye taraf mıdır?
•  ÇED raporunda radyoaktif yakıt ve kullanılmış nükleer yakıtın ne şekilde bertaraf edileceği hususu netleştirilmiş midir?
•  ÇED raporunda tesiste meydana gelecek olası nükleer kazanın neden olacağı, hasarı karşılayacak sorumluluğun hangi tarafa ait olacağına dair bilgi var mıdır?

PROF. DR. HAYRETTİN KILIÇ'IN RAPORUNDAN:
ABD'de yaşayan nükleer enerji uzmanı Prof. Dr. Hayrettin Kılıç'ın Akkuyu NGS ile ilgili hazırladığı 63 sayfalık raporda bilirkişi keşfi sırasında bilirkişi heyetine sunuldu. Türkiye Barolar Birliği'nin uzman görüşü olarak sunulan rapordan bazı paragraflar şöyle;
“Bu nükleer tesisin hem Türk Hazinesi’ne mali bir yük getirmeyeceğini hem de üretilen elektriğin satışından yüzde 20 kârın Türk Hazinesi’ne aktarılacağı öngörüsü ile Akkuyu’daki binlerce dönüm arazinin ticari değeri göz ardı edilmiştir. Başka bir deyişle, eğer bu santral kâr ederse, Türk halkına satılan elektrik üzerinden yeni ve dolaysız yoldan bir vergi eklenmiştir.”
“Akkuyu’da kurulacak nükleer santralın asıl amacının Türk halkına elektrik üretmek değil, bu bölgede kurulacak uranyum zenginleştirme ve yakıt fabrikasyon tesislerine elektrik üreteceği, bir gerçektir.”
“Akkuyu, Türkiye Cumhuriyet’inin bir toprak parçası olarak bu yüzyılın sonuna kadar küresel ticari manipülasyonun bir mekânı olacaktır.”
“Nükleer tesiste meydana gelecek ciddi bir kaza sonucunda “üçüncü taraf sorumluluğu”, yani komşu ülkelerde meydana gelecek maddi zararların sorumlusu uluslararası anlaşmalara göre Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.”
“Bugüne kadar Akkuyu’da kurulacak nükleer santralın inşaat lisansı aşamasına kadar olan sözde belgeler, izinler, yer lisansı gibi 30 yıl önce yapılmış olup, hâlâ içeriği ve 2010 yılında geçerliliği tartışma konusudur.”
“Böylece, dünyada örneği olamayan ve ilk kez Türkiye Cumhuriyeti’nin bir toprak parçası, bölge halkına referandum şansı verilmeden, başka bir yabancı devlete yani Rusya’ya, Akkuyu’da bir “nükleer eyalet” kurulması için bedelsiz bağışlanıyor. Binlerce yabancı işçinin çalışması planlanan bu proje süresince bu durumun bölgenin sosyokültürel ve ekolojik yapısına nasıl etki edeceği hesaplanmıyor.”
“Akkuyu’nun coğrafi konumu, soğutma suyu olarak kullanılacak deniz suyunun yüzde 39 tuzluluk derecesi ve yapımda kullanılacak Rus malzemesinin kalitesi göz önünde tutulursa, bu santaralın kârlı ticari ömrü zaten 15 yılı geçmeyecektir.”
“Türkiye ile Rusya arasinda veya bu bölgede meydana gelebilecek bir politik veya elektrik enerji krizi sırasında, Rus tarafının ürettiği enerjiyi kriz süresince Türk tarafına satma zorunluluğu yoktur.” 
“Rus nükleer endüstrisinin İran'da, Hindistan'da kurduğu santrallerde yaşanan ekipman ve malzeme konularında son günlerde ortaya çıkan skandallar da dikkate alınınca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni sonu açık, belli olmayan bir jeopolitik, teknolojik, ekonomik, ekolojik maceraya sürüklendiğini görüyoruz.”

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Çan’ın canı daha çok yanacak!


Çan’ın canı daha çok yanacak!

20 Temmuz 2016 04:22
     
Çanakkale'nin Çan ilçesinde 3 termik santral var, 4.'sü de yolda!
Özer AKDEMİR
İzmir
Çanakkale’nin havası en kirli ilçeleri arasında yer alan Çan’da akıllara durgunluk verecek bir gelişme ile 4. termik santral kuruluyor! Bilimsel raporlarla hava kirliliğinin özellikle kış aylarında sağlığı ciddi olarak tehdit ettiğinin ortaya konulduğu ilçede, buna karşı ne gibi önlemler alınacağı tartışılırken, 4. termik santral kurulması yörenin adeta gözden çıkarıldığı izlenimini uyandırıyor.
HAVA ZATEN ÇOK KİRLİ
Çan’da halihazırda 3 termik santral var. Çan Seramik Termik Santrali, 18 Mart Termik Santrali ve Çan 2 Termik Santrallerinin jeolojik olarak çukur bir alanda bulunan Çan ilçesinde hava kalitesini önemli ölçüde kirlettiği bilimsel olarak raporlanmış durumda. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ekim 2014’te yapılan Çanakkale Temiz Eylem Planı Raporunda Çan’daki hava kirliliği ölçüm istasyonu verileri ile ortaya kondu. Çanakkale genelinde bulunan hava ölçüm istasyonlarının ölçüm aşım değerleri tablosunda 2013 yılında kükürtdioksit (SO2) oranı 63 kez, hava kirliliğine neden olan partikül madde oranı ise 1 kez aşıldığı tespit edilmiş. 2014 yılında ise durum çok daha kötü; SO2 oranı 95 kez aşılırken, PM10 değeri ise tam 123 kez aşılmış. Raporda bu durum; “Çanakkale-Çan istasyonu hava kalitesi değerleri incelendiğinde özellikle kış aylarında SO2 emisyon değerlerinin eşik değerleri aştığı ve insan sağlığını tehdit edici boyutlara ulaştığı tespit edilmiştir. Herhangi bir önlem alınmadığı takdirde, insan sağlığını tehdit edici boyutlara ulaşılması mümkündür” diye ortaya konmuş.
PROJE ORMAN ARAZİSİNDE
Üç termik santralin etkisiyle hava kirliliğinin had safhaya ulaştığı Çan’a yeni termik santral kurulması için Helvacı köyünde halkın katılımıyla ÇED toplantısı 21 Temmuz’da yapılacak. Biga Yarımadası’nda birçok demir çelik, liman ve termik santral gibi işletmeleri bulunan İÇDAŞ Şirketi tarafından yapılacak olan Helvacı Termik Santrali Çan’ın en verimli tarım ovalarından birisi olan Helvacı Ovası’na yapılacak. İlçenin yüzde 58’i ormanlık alan iken termik santral proje alanın çoğunluğu da ormanlık alan olarak geçiyor.  

YILDA 8 BİN SAAT TAM KAPASİTE
Yılda toplam 2 milyar 160 milyon kWh elektrik enerjisi üretilmesi planlanan santralde yakıt olarak linyit kullanılacak. Santralde saatte 210 ton kömür ve 38 ton kireç taşı yakılacak olup santralin yılda 8 bin saat tam kapasiteyle çalışması planlanıyor. Buna göre santralin yıllık kömür ihtiyacı 1milyon 680 bin ton, ekonomik ömrü boyunca ihtiyaç duyulacak kömür miktarı ise 50milyon 400 bin ton olarak hesaplanıyor. Santralde soğutma suyu olarak iki ünite için saatte 16 ton, yılda ise 128 bin ton su kullanılacak. Gerekli olan su da yöredeki su kaynaklarından ve yer altından çekilecek.
HER KÖYDE ARKEOLOJİK ESER VAR
Çan değerleri sempozyumunda ilçenin hemen hemen her köyünde arkeolojik eserler bulunduğuna dikkat çekilirken, termik santralin yapılacağı yerlerde de henüz envanterlere geçmemiş önemli tarihi eserler olabileceği dile getiriliyor. ÇOMÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Reyhan Körpe geçtiğimiz yıllarda yaptıkları çalışmalar sonrası Çanakkale yöresinde 200’den fazla antik yerleşim bulduklarını açıkladı.

14 Temmuz 2016 Perşembe

Truva’nın arka bahçesine taş ocağı!

Truva’nın arka bahçesine taş ocağı!
14 Temmuz 2016 04:51
     
Dünya Kültür mirası olan Truva antik kentinin arka bahçesi olarak bilinen Skamender Vadisi-Araplar Boğazı taş ocaklarının istilası altında.
Özer AKDEMİR
Çanakkale
Dünya Kültür mirası olan Truva antik kentinin arka bahçesi olarak bilinen Skamender Vadisi-Araplar Boğazı taş ocaklarının istilası altında. Milli parka sadece 5 kilometre uzaklıkta açılmak istenen yeni taş ocakları yörenin tarihi-kültürel varlıklarının yanı sıra zengin biyoçeşitliliğine de büyük zarar verecek.
Binlerce uygarlığa beşiklik etmiş olan Anadolu, Moğol istilası dahil, tarihinin hiç bir döneminde belki de bu kadar hoyrat bir talana uğramamıştı. Ülkenin dört bir yanındaki doğa ve kültür katliamı hız kesmeden devam ediyor.
Tanrıların dağı, Bin Pınarlı İda bu kıyıma uğrayan en önemli merkezlerden biri. Dağın birçok yeri altın madeni sondajları nedeniyle delik deşik edilmiş durumda. Eteklerinde ve çevresindeki ovalarda ise termik santraller, demir çelik fabrikaları, taş ocakları korkunç bir doğa ve kültür kıyımı olarak sürüp gidiyor.
HOMEROS’TAN BUGÜNE
Homeros’ un İlyada’sında  Troya Savaşında Akha’lara karşı savaşın yaşandığı anlatılan Araplar Boğazı da bu kıyımın adreslerinden. Birçok taş ocağı bulunan bu vadide 14 Temmuz’da yeni bir taş ocağı için halkın katılımı toplantısı gerçekleştirilecek. Taş ocağı ruhsatı verilen alanın büyük bir bölümü ormanlık ve 1. derece doğal sit alanı. Şirket bu “engeli” ruhsat alanın koruma statüsü dışında kalan 10 hektarlık kısmında taş ocağı kuracağı ve sit alanına dokunmayacağı taahhüdü ile aşmayı planlıyor. Şirketin başvurusu Çanakkale 1 No’lu Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun önünde. Kurul, sit alanına herhangi bir müdahale olmaması koşuluyla ve gerekli projeyi gördükten sonra değerlendirme yapacağını belirterek taş ocağı için kapıyı aralamış durumda.

TAŞ OCAĞI TRUVA'YA 5 KİLOMETRE
Açık üretim, basamak sistemi ve patlatma yöntemi kullanılarak, yıllık ortalama 1 milyon 920 bin tonluk üretim yapılması planlanan taş ocağı sahasına saatte 500 ton kapasiteli kırma-eleme tesisi de kurulacak. Sahanın Troya Tarihi Milli Parka uzaklığı ise kuş uçuşu sadece 5 kilometre.
Bölge tarihi özelliğinin yanı sıra bölge biyoçeşitlilik açısından da son derece zengin. Kuş cenneti olarak bilinen vadinin çevresiyle birlikte korunması konusunda birçok bilimsel görüş var. Dünya Kültür Mirası Troya’nın arka bahçesi denilen vadi ile ilgili birçok antik metinde  bölgede Troyalıların yaban keçisi avına çıktığı yer alıyor. Vadide 2 antik kent ve 11 antik yerleşimin olduğu bilimsel raporlarla ortaya konmuşken, ne yazık ki bu antik kentlerin herhangi bir koruma statüleri yok.
VADİ KUŞ CENNETİ
Skamender Vadisi, Çanakkale Doğa Turizmi Master Planında ilin önemli sulak alanlarından birisi olarak gösterilmesine rağmen, koruma altına alınmamış. Koruma  statüsü önerilen planda Skamander Vadisi’nin (Araplar Boğazı) nesli tehdit altında olan şah kartalının da yaşam alanı olduğu belirtiliyor.
“Troia Tarihi Ulusal Parkı Kuş Türleri ve Habitatlarını Tehdit Eden Faktörlere Karşı Alınması Gereken Önlemler (Mehmet Serez -Lothar Gerner )” adlı çalışmada vadide 192 kuş türüne rastlandığı, ekosistemin bütünlüğünün sağlanması bakımından, Troya ulusal parkının sınırlarının genişletilmesi öneriliyor.
Vadiyle ilgili yapılan başka bilimsel çalışmalarda da özellikle çok sayıda uluslararası koruma altında bulunan kuş türlerinin varlığına dikkat çekiliyor.
ARAPLAR BOĞAZI NEDEN KORUNMALI?
ÇOMÜ Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş ise Araplar Boğazı’nın neden korunması gerektiğine dair şu görüşleri maddeler halinde sıraladı:
1) Araplar Boğazı, öncelikle, jeomorfoloji, biyocoğrafya ve biyolojik çeşitlilik açısından önemlidir ve çevresiyle birlikte korunmalıdır.
2) Troia ve yakın çevresinin arkeolojik önemi dikkate alındığında, Araplar Boğazı’ndaki taş ocakları, doğrudan Troia arkeolojik yerleşmelerini tehdit etmeseler de, Araplar Boğazı, Troia bağlantılı arkeolojik yerleşim sistemi, araştırma tarihi ve kültür coğrafyası açısından bir bütün olarak görülmeli ve bu kapsamda bir bütün olarak korunmalıdır.
3) Araplar Boğazı’ndaki her türlü taş-kum ocağı etkinlikleri ve uygulamaları, hem doğal peyzajı tahrip etmekte hem de verimli tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına yol açmaktadır. Bu durum, aynı zamanda bilimsel arazi kullanım ilkelerine aykırıdır.
4) Araplar Boğazı’nın ya da bilimsel olarak söylemek gerekirse gömük menderesli bu yarma vadinin ve çevresinin oluşumu, jeolojik-jeomorfolojik açıdan eşsiz özellikler gösterir.
5) Bu yüzden, oluşumu milyonlarca yılda gerçekleşen Araplar Boğazı, sahip olduğu eşsiz jeolojik-jeomorfolojik özelliği, peyzajı, biyolojik çeşitliliği, geleneksel tarımı, Troia ve onun kültür coğrafyası dikkate alınarak, bütüncül bir yaklaşımla ve istisnasız korunmalıdır.

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Hasankeyf Sempozyumu_14 Temmuz -21 temmuz (tekrar) 2016



Dünya kültürünün en önemli miraslarından, Kadim Anadolu'nun ilk yerleşim yerlerinden birisi Hasankeyf Ilısu Barajı'nın sularına gömülmek isteniyor.
Çepeçevre Yaşam 7-8 Mayıs 2016 tarihinde Batman ve Hasankeyf'te yapılan Hasankeyf ve Unesco Sempozyumundan sunumlarla ekranlarınızda. Hasankeyf korunsun, sonsuza taşınsın dileğiyle...
Özer AKDEMİR'in hazırlayıp sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM
14 Temmuz Perşembe 20.00'de HAYATIN SESİ'nde

Programın tanıtımı: 
https://www.youtube.com/edit?video_id=vf_Sh86vSxE

Programın Tamamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=SeJ9jmHvTaU

12 Temmuz 2016 Salı

Akkuyu nükleerinde özensiz keşif

Akkuyu nükleerinde  özensiz keşif
12 Temmuz 2016 18:44
     
Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer güç santraline (NGS) karşı açılan davaların bilirkişi keşfi tartışmalı sona erdi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer güç santraline (NGS) karşı açılan davaların bilirkişi keşfi tartışmalı sona erdi. Saatlerce süren keşif sonunda mahkeme heyeti ile avukatlar arasında tutanak ve usul krizleri yaşandı. Keşiften önce hazırlanan tutanağın imzalatılmak istenmesine karşı çıkan avukatlar tutanağı imzalamadılar. 
İTİRAZLARIMIZ HAVADA KALDI
Akkuyu’daki bilirkişi keşfine ÇED olumlu kararına karşı açılan davanın davacılarından EGEÇEP ve TTB adına katılan Av. Arif Ali Cangı, bütün gün yapılan keşif sırasında sunulan talepler, itirazlar, savunmalar ve yapılan işlemlerin hiç birisinin tutanağa geçirilmediğini aktardı. Cangı, “Yaptığmız sunumların itirazların havada kaldığı kaygısı içindeyiz. Dosyaya sunulan belgeler ve dilekçeler dışında bunları bilirkişilerin görmemesi, ilgilenmemesi riski var” dedi. 
Bazı bilirkişilerin tarafsızlığı konusunda birçok davacının itirazları olduğu, bunların da daha önceden mahkemeye gerekçeleriyle iletildiğini belirten Cangı, “Bu itirazlarımızla ilgili karar bize tebliğ edilmeden keşfe gittik. Hakim orada sözlü olarak itirazların reddedildiğini söylendi. Oysa hiç olmazsa keşfe başlarken bize bu karar bildirilmeliydi. Şimdi bilirkişiler dosyayı ilk ele aldıklarında kendi isimlerine yapılan itirazları görecekler. Bu bilirkişilerin olayı kişiselleştirmesine neden olacaktır. Mesela itiraz dilekçelerinde tüm davacıların ortak olarak itiraz ettiği Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, keşif sonunda dosyanın teslim edildiği bilirkişi oldu. Hiç olmazsa dosya ona teslim edilmemeliydi. Çünkü o bilirkişi raporun koordinatörüdür. Ana çatıyı o yazar, raporun son halinin verilmesi de o bilirkişinin elinden çıkar” dedi. 
Tüm bunların yanı sıra,  keşif sonrası yazılması gereken keşif tutanağının önceden matbu olarak yazılmış olduğunu gördüklerini ve buna itiraz ettiklerini kaydeden Cangı, “Keşiften bir gün önce hakimle yaptığımız görüşmede bu durumu aktarıp, böyle bir şeyi imzalamayacaklarını söylemiş olmalarına rağmen keşifte önlerine matbu tutanak konulduğunu dile getirdi. Cangı, “Bu tutanak bizlere imzalatılmak istendi. Bunun üzerine uzun tartışmalar yaşandı. Sonuç olarak itirazlarımız tutanağa geçirilerek imzalandı. Ancak Egeçep ve diğerlerinin davacı oldukları dosya ile YSGP’nin davacı olduğu dosyada vekil olarak, bu şekilde matbu tutanağın yasaya aykırı olduğu itirazıyla, yeniden tutanak yazılması talebinde bulundum. Bu talep reddedilince bu iki dosyada tutanak davacı tarafından imzalanmamış oldu” dedi.


BİLİRKİŞİ YEMİNİ YAPTIRILMADI
Cangı keşifteki bir diğer tartışmalı konunun ise bilirkişilerin yemin etmesi konusunda yaşandığını kaydederek; “Bilirkişiler huzurda yemin etmediler, hakim keşif mahalline gelmeden önce otelde yemin ettiklerini söyledi. Bilirkişiye yemin verdirilmesi ile ilgili maddede ”Görevlendiren mahkemece, huzurda, göreve başlamadan önce... yemin verdirilir” diye açıkça yazıyor oysa” diye konuştu.
DANIŞTAY KEŞFE GEREKEN ÖZENİ GÖSTERMEDİ
“Nükleer santral gibi 10 binlerce yıl etkisi olacak, herkesi, tüm insanlığı, gelecek kuşakları ilgilendiren bir yatırımla ilgili dava böyle görülmez” diyen Cangı, Danıştay heyetinin keşfe yeteri önemi vermeden geldiğini söyledi. Cangı, “Danıştay heyeti yazıcısı ve bilgisayarı olmadan gelmiş keşfe. Bu mahkemenin bu keşfe verdiği önemi gösteriyor” dedi. Cangı son olarak nükleer santral projesinin politik bir tercih olduğunu belirterek, buna karşı da politik mücadelenin yükseltilmesi gerektiğini söyledi.  
BİLİRKİŞİLERE YAPILAN BU İTİRAZLAR REDDEDİLDİ
1. Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan ; Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde (DOSAB) kömürle çalışacak termik santralı projesi için hazırlanan ÇED raporuna bilimsel bir referans kullanmadan uzmanı olmadığı konuda görüş bildirmesinden dolayı üniversitesi tarafından uyarma cezası ile cezalandırılmıştı. 
Düzenlediği rapor nedeniyle hakkında disiplin yaptırımı uygulanan Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan’ın bilirkişi heyetinde yer almasına itiraz edildi. İtiraz reddedildi. 
2. Prof. Dr. Niyazi Meriç Daha önce yaptığı “Devlet doğal gaza yöneliyor. Ancak o da dışa bağımlı, sorun olduğu zaman enerjisiz kalacağız. Nükleer enerjiden başka alternatifimiz yok gibi görünüyor” sözleriyle nükleer santralden yana görüş bildirmişti. Yansızlığını yitirdiğine dair yapılan itiraz mahkemece reddedildi
3. Prof. Dr. Üner Çolak; Akkuyu NGS AŞ’nin de katıldığı MÜSİAD’ın düzenlediği nükleer enerji panelinde yaptığı konuşmada “...Akkuyu Nükleer Santrali ve Sinop Nükleer Santrali Projeleri, önemli bir iş alanı yaratacak. Tedarikçi, hizmet sağlayıcı ve nitelikli iş gücü yaratmak için kritik bir aşamaya geçilecek...” diye konuşmuştu. Bu konuşması ile yansızlığını yitirdiği itirazlarına mahkeme heyeti yine olumlu görüş vermedi. 
4. Prof. Dr. Yusuf Kağan Kadıoğlu; Akkuyu NGS’nin sismo-tektonik, oşinografi, kıyı mühendisliği/tsunami risk değerlendirmesi yapabilecek özellikte bir uzmanlığı olmadığı gerekçesiyle bilirkişiliğine itiraz edildi. Başka bir uzman önerisi mahkemece kabul görmedi. 

10 Temmuz 2016 Pazar

‘Ömrüm oruç geçti bayram görmedim’ (Evrensel Pazar eki)

‘Ömrüm oruç geçti bayram görmedim’
10 Temmuz 2016 07:51
     
2 yıl oldu bu kuyuyu kazmaya başladıklarından bu yana. Şimdi en derin kuyumuzun daha derinine indiler, çıkardıklarından da zehirli tepeler yaptılar.
Özer AKDEMİR
Nevşehir Kayseri il sınırından Kayseri’ye doğru 100-200 metre içeride un fabrikası bulunan Mustafa Erdem şaşkın şaşkın başını kaşıyarak sordu; “Abi bu nasıl iş anlamadım. Bir hafta önce mahkeme izni iptal etti, şimdi yeni izin için süreç başlatıldığına dair ilan var Çevre İl Müdürlüğü sitesinde.”
Aslında iktidara yakın bir siyasi görüşü olan Mustafa’nın anlayamadığını daha mahkeme kararının açıklandığı gün telefondaki sevinçli sesini çok da bozmamaya çalışarak anlatmaya çalışmıştım; “Maden kayyuma devredilince artık devletin kontrolüne geçti Mustafa. Yani şu anki siyasi iktidarın oldu maden. İşine gelmediğinde yargı kararını ‘tanımadığını-saygı duymadığını’ açık açık söyleyen bir anlayışa karşı hukuk ne kadar dik durabilir ki? Umarım yanılıyorumdur.” Yanılmadığım 1 ay geçmeden ortaya çıktı..
Sararmış, biçer döver bekleyen buğday tarlasının hemen sınırında topraktan yığma bir tepe oluşmuş. Tarla seviyesinden belki 10 metre kadar yükselmiş tepe. Şerit şerit bir ıslaklık tepenin üstünden aşağıya doğru akıyor. Tepenin üzerinde demirden, çelikten bir ahtapotu andıran iş makineleri var. Değirmenden gelen cevheri tepeye yayıyor makine. Madenden gelen cevherli toprağın siyanürle yıkandığı liç alanı burası. Yığılan toprağa sızdırılan siyanür altını taş topraktan mucize gibi alıp çıkarmaya yarıyor.
Mustafa’nın un fabrikası madene kapı komşu. Aralarında 10 metre bile mesafe yok. Çağlar’ın kuruyemiş tesisleri de aynı şekilde, madenin siyanürlü tepelerinden iki-üç metre yükseklikteki bir duvarla ayrılıyor. Ankara – Kayseri karayolunun yanı başında, buğday tarlaları ile çevrili, dinlenme tesislerine komşu, dünyanın en vahşi yöntemiyle çalışan siyanürlü bir altın madeni!...
BOZKIRLAR YEŞERİNCE
Kayseri Hacıbektaş arasındaki bölünmüş yolun tam ortasına akasyalar dikilmiş, ıhlamurlar, zakkumlar. Üç beş yılda boy atan bu ağaçlar, sarı, kırçıl ovada üzeri beyaz çizgili bir yılan gibi kıvrılan yolu tam ortasından yeşil bir şerit gibi uzanıyor. Yazın gölgesi, güzün duldası ferahlık veriyor yolculara. Bazı tepelerde de öbek öbek yeşillikler göze çarpıyor. Bunlar bomboz tepelerin ağaçlandırılması için birkaç yıldır süren çalışmaların meyveleri. 10 bin fidan dikilmişse, belki sadece 500’ü tutmuş ama onların varlığı bile bozkırı renklendirmiş. Bir başka güzelliğe bürünür doğa, bir başka türlü sevinir sanki kırın börtü böceği, bozkırlar yeşerince…
Bir yanda binbir emek, masraf ve zahmetle bozkıra nefes alacak vahalar yaratma mücadelesi, bir yanda binlerce canlının suyunu çalan zehirli bir canavar… Yan yana düşünülünce aklın almadığı bir çelişki gibi görünüyor. Öyle de sonuçta. Bir yanı yıkarken, talan ederken kasalarına para akıtanlar, aynı yeri yeniden yapmak ve yeniden yıkmak için de plan yapıyorlar. Bu yap-boz kasalara sürekli para akıtılması için gerekli. Oysa doğa bu yap boz oyununu bozacak zamana kurmaktadır saatini. Kini yoktur doğanın, intikam duygusu, talan hırsı yoktur. Ama hiçbir şeyi unutmayan bir hafızası vardır ki, yapılan her şey o hafızada kendine yer edinip mutlaka karşılığını bulacaktır.


YOLÜSTÜ DİNLENME TESİSİ
Dinlenme tesisinin asmalarla gölgelenmiş, çakıl taşı döşeli çardağına girdiğinde karşılaştığı manzaraya bakıp ne olduğunu çözmeye çalıştı kamyon şoförü Necati. Madenin tarlaların ortasından burgu burgu aşağı doğru inen devasa açık ocağı hemen yanı başındaki dinlenme tesisine gelenlerce çok net görülebiliyordu.  Necati’nin kamyonundan inip çardağa gelişini, maden çukuruna bakıp şaşkın şaşkın dudak büküşünü izleyen ihtiyar köylü, sırtını yaslayıp oturduğu koyu gölgeden seslendi; “altın madeni o evlat”. 40 dereceyi bulan öğle güneşinin aydınlığından, birden girdiği çardağın gölgesine henüz gözü alışamayan Necati, sesin geldiği yöne döndüğünde önce bu kara kuru ihtiyar köylüyü göremedi. Köylünün ten rengi gölgeyle aynı idi adeta ve bu onu sanki gizliyordu. Gözünü kısıp kendisini görmeye çalışan Necatiye tekrar seslendi; “2 yıl oldu bu kuyuyu kazmaya başladıklarından bu yana. Şimdi en derin kuyumuzun daha derinine indiler, çıkardıklarından da zehirli tepeler yaptılar. Cehennem çukuru deriz biz oraya. Alıştık artık”. Necati köşedeki çeşmeden elini yüzünü yıkadı, boynundan hiç eksik etmediği terine bulanmış havluyla kurulandı, gitti, köylünün yanı başındaki masaya oturdu. Masada, toprak testideki suyu, metal bardağına boşaltıp iki bardak soğuk su içti. Tepesine dikilen garsona yemek söyledi. Sessizliğe bürünmüş köylüyü buyur etti masasına, “Gel baba, buyur birlikte yiyelim” dedi. Köylü, gözleri kapalı uyur gibi sessizce yaslanmış oturan köylü, başını yastıktan kaldırmadan
“Sağol oğul, niyetliyim ben” dedi.
Ramazanın ortalarında olunduğu o zaman aklına geldi Necati’nin.
“Kusura bakma baba, unuttum ramazan olduğunu” dedi ama rahatsız olmuştu.
Saatlerdir bu sarı sıcakta aç, susuz duran kendinden 30-40 yaş büyük bir ihtiyarın karşısında su içmek, yemek yemek istemiyordu. Yemekleri de söylemişti, ne yapabilirdi şimdi. Rahatsızlıkla sağa sola baktı, bir çare aradı. Köylü onun rahatsızlığını anladı, güldü,
“Oğul sen ye afiyetle, ben zaten kalkıyorum. İlerdeki bahçe benim, çapaya gidiyorum. Hem bizim buralarda insanlar ve topraklar açlığa susuzluğa alışkındırlar. Oruç tutmak bizim zaten yazgımızda var. Ben deyim ki sana ‘ömrüm oruç geçti bayram görmedim’. Var sen gerisini anla. Hadi kal sağlıcakla”…
Tomarzalı kamyon şoförü Necati, “Güle güle baba, kolay gelsin” dedi, ayağını sürüyerek çardaktan çıkan köylünün ardından. Kasketin altındaki başı iki omuzu arasına gömülmüştü adeta köylünün. Güneşin orta yerinde, kaynayan sarı sıcağın kucağına doğru ilerlerken ince bir çizgi kalana kadar takip etti köylüyü. Garsonun getirdiği yemekleri sonradan fark etti. Karşıda madenin cehennem çukuru! Bir lokma aldı etten, koydu çatalı yerine. İştahı kaçmıştı iyiden iyiye. İçinde kuru nane ve buz parçacıkları yüzen cacığını kaşıklayıp sırtını hasır yastıklara iyice bir dayadı. Gözünü kapattığında ihtiyar köylünün son sözünün bozkırları nasıl da güzel anlattığını düşünüyordu; “Ömrüm oruç geçti bayram görmedim”…

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Bafa Gölü neden can çekişiyor?

Bafa Gölü neden can çekişiyor?
04 Temmuz 2016 15:13
     
Yıllardır kirlilikle boğuşan Bafa Gölü can çekişmeye devam ediyor. Gölün suları şimdi 4. sınıf en kirli su kategorisinde
Özer AKDEMİR
Yıllardır kirlilikle boğuşan Bafa Gölü can çekişmeye devam ediyor. Bir zaman yılan balıkları, onlarca çeşit su kuşu, sucul bitkileriyle ünlü gölün suları şimdi 4. sınıf en kirli su kategorisinde. Bu kirliliğin en önemli nedeni ise insan kaynaklı yanlış uygulamalar, yanlış tarım ve su politikaları.
YAŞAM KAYNAĞI KİRLİLİKLE BOĞUŞUYOR
Kuşadası ve kıyılar, Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Havzası’nda çevre koruma odaklı çalışmalar yapan Ekodosd, Bafa Gölü ile ilgili yaptıkları gözlemleri geçtiğimiz günlerde kamuoyu ile paylaştı. Antik çağlardaki adı Latmos olan Beşparmak Dağlarına sırtını dayamış, binlerce yıllık uygarlıkların yatağı ve yöredeki canlıların yaşam kaynağı olan Bafa Gölü, ne yazık ki gittikçe büyüyen bir kirlilikle boğuşuyor. turizm ve tarım bölgesindeki göl, bu kirlilik nedeniyle aynı zamanda hem turizmi, hem tarım ve canlı yaşamını tehdit eder bir kirlilik kaynağı halini almak üzere.

DÖRT BİR YANDA KİRLİLİK GÖZLE GÖRÜNÜYOR
Ekodosd’un açıklamalarına göre, Bafa Gölü’ndeki ekolojik sorunlar gölün Menderes Nehri ile buluşmasını önleyen toprak setlerden sonra her geçen gün arttı. Su rejimi ve kalitesindeki insan kaynaklı uygulamalar, gölün hemen her bölgesinde farklı ekolojik değişimlere yol açmakta. Bu değişiklik gölün dört bir yanından gözle görülebilecek kadar belirgin. 
Serçin Gölü’nün kuzeydoğusunda gölün su kalitesinde yaşanan değişimler sonucu bazı koylarda köpüklenmeler yaşanıyor. Su çıkışının olduğu Güneybatıdaki Sakızburnu Dalyanı ise, göl kıyısındaki yavru balık üretim tesislerinden gelen atıklarla kirletiliyor. Bu alandaki kirlilik öyle bir boyutta ki suyun yanında 2 dakikadan fazla duramıyorsunuz. Bafa Gölü’nün yüzeyi, güneyinde yer alan Söke-Bodrum yolundaki kıyılara bakıldığında gözle bile görülebilen kirlilik tabakalarına rastlanıyor. Beşparmak Dağlarından gelen dere suları ve yağmur sularıyla beslenen doğu bölgesindeki Gölyaka kıyıları da ekolojik bozulmaların yoğun yaşadığı yerler arasında. 
EKOSİSTEM İÇİN ÜZÜCÜ SONUÇLAR DOĞURACAK
Sorunların her yıl artarak devam ettiği, iyileştirme için bir çalışmanın yapılmadığı, iç ve dış kirliliğin çok ciddi boyutlara ulaştığı Bafa Gölü’nde uzun yıllardır bilimsel çalışmalar yapan Yrd. Doç. Dr. Erol Kesici bu kirliliğin devamının ekosistem için üzücü sonuçlar doğuracağı konusunda uyarıyor. Kesici, gölün su kalitesinin iyi olması durumunda hiçbir müdahaleye ve masrafa gerek duymadan gölün kendisini onarabileceği görüşünde. 
Bafa Gölü’nde giderek artan kirlilik ve alınmayan önlemlerin göl tabanındaki azot ve fosfor birikimine neden olduğunu belirten Kesici, bunun alglerde patlamalara ve metan gazı artışlarına neden olduğunu dile getiriyor. Kesici; “Bafa Gölü’nde ekosistem yapısında ve fonksiyonlarında bozulmanın temel nedeni; gölün su kalitesinin kirlilikle bozulması, gölün su seviyesi ve kalitesinin korunamaması ve gerekli bilimsel önlemlerin alınmamasıdır” diyor.
‘EN KİRLİ SU’ HALİNE GELDİ
Gölün bu hale gelmesinin nedenleri ve çözüm yollarının bilinmesine ve bu konuda önemli uyarılar bulunmasına rağmen hâlâ gerekli önlemlerin alınmadığını kaydeden Kesici, bu yüzden gölün su kalitesinin Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’ne göre 4. sınıf en kirli su haline geldiğini, OECD sınır değerlerinde ‘Hiperötrofik’ seviyede olduğunu belirtiyor. 
NASIL ÖNLEMLER ALINABİLİR?
Kesici, gölün ekolojik yönden iyileştirilmesi için gerekli önlemleri de şu şekilde sıralıyor; 
* Gölün azot-fosfor deposuna dönüşen dip çamuru mekanik yöntemlerle temizlenmelidir.
* Arıtması olmayan veya çalıştırılmayan tarım-endüstriyel tesis ve alanların arıtmalarını yapması-çalıştırması ve arıtma verimliliklerini kontrol edilmesi gerekmektedir. 
* Göl çevresinde açılacak tesislerin havzadaki bitki-hayvan topluluklarına zarar vermeyecek, göl ve göle ulaşan suların su kalitesine ve miktarına zarar verecek yapılanmalara gidilmemesine dikkat edilmelidir.

1 Temmuz 2016 Cuma

Şirket ve bakanlığa rağmen Istranca'da RES'e izin yok!

Şirket ve bakanlığa rağmen Istranca'da RES'e izin yok!
01 Temmuz 2016 13:36
     
Uluslararası koruma altındaki Istranca ormanlarında, Bulgaristan sınırındaki köylerde yapılmak istenen RES'lere yargı 'Dur' dedi.
Özer AKDEMİR
Uluslararası koruma altındaki Istranca ormanlarında, Bulgaristan sınırında bulunan Dereköy-Karadere-Şükrüpaşa köyleri arasında yapılmak istenen RES'lere yargı 'dur' dedi. Edirne İdare Mahkemesi bölgede yapılmak istenen 15 RES için, Kırklareli Valiliği'nin verdiği "ÇED gerekli değildir" raporunu iptal etti.
ZİHNİYET SINIRI!
Avrupa'nın en önemli 5 doğa alanından birisi olan Istrancalar'ın başı, madencilik, taş ocakları gibi faaliyetlerin yanı sıra "yenilenebilir-temiz enerji" ambalajı ile sunulan RES'lerle de dertte. Birçok ulusal-uluslararası yasa ile korunan Istrancalar'ın, Bulgaristan tarafından kalan bölümünde ormanlık alanlara zarar verileceği gerekçesi ile çadır dahi kurulmazken, Türkiye tarafındaki manzara ise tam tersi bir durumda.

BİLİRKİŞİ RAPORU YANLIŞA DİKKAT ÇEKTİ
Dağın Bulgaristan sınırı yakınlarına, tamamı ormanlık alanlara kurulmak istenen RES projeleri, türbinlerin kapladığı alanların yanı sıra, elektrik iletim hatları, yan yollar, türbinlerin trafo merkezine bağlanması için kurulan yer altı şebeke tesisleri, türbinler arası açılan yollar, geçici inşaat alanları gibi birçok yönden doğal yaşama ve çevreye zarar vereceği bilirkişi raporlarıyla ortaya konmuş durumda. Köy Muhtarlığı, Kırklareli Kent Konseyi, birçok dernek ve vakfın yanı sıra yurttaşların da bireysel olarak  ortaklaşa açtığı davada yapılan bilirkişi keşfi sonucunda hazırlanan rapor önemli gerçeklerin altını çiziyordu; "RES lerin göçmen kuşların göç yollarında ve Orman ekosistemlerinin içine kurulmasının, Vantilatör etkisiyle düşey hava hareketinin eko sistem tabanında yaratacağı iklim değişikliğinin, Kuleler arası bağlantı yollarının habitat parçalanmasına neden olacağı, yazın kurutucu, kışın dondurucu etkisi olacağı, bunlardan dolayı da mikroorganizmalarda kaçınılmaz ve imkansız yok oluşa neden olacağı, bu yok oluşun da büyük boyutlu bitki ve hayvanlarında yok olacağı..."
BAKANLIK YİNE ŞİRKETTEN YANA
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, koruması gereken alanları yok edecek bir faaliyete karşı uyarılarda bulunan bu rapora şirket lehine itiraz ederken, Edirne İdare Mahkemesi bu itirazın gerekçelerini yeterli bulmadı. Mahkeme heyeti geçtiğimiz RES'ler için verilen ÇED gerekli değildir kararını hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle oybirliği ile iptal etti.
YAŞAMI SAVUNMAYA DEVAM
Trakya Platformu Yürütme Kurulu üyesi Göksal Çidem  Trakya’nın bir bütün olarak ekolojik, kentsel, doğal, çevresel, tarihsel, kültürel değerleriyle birlikte korunması ve gelecek kuşaklara ve zamanlara taşınabilmesi için uğraş verdiklerini belirterek, "Yaşam her şeyden daha değerlidir. Yaşamı değerli ve sürdürülebilir kılmak, yaşam alanlarını ve doğal varlıkları korumakla mümkündür. Yaşam için yaşamı savunmaya devam edeceğiz" dedi.

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...