10 Temmuz 2016 07:51
2 yıl oldu bu kuyuyu kazmaya başladıklarından bu yana. Şimdi
en derin kuyumuzun daha derinine indiler, çıkardıklarından da zehirli tepeler
yaptılar.
Özer AKDEMİR
Nevşehir Kayseri il sınırından Kayseri’ye doğru 100-200 metre içeride un
fabrikası bulunan Mustafa Erdem şaşkın şaşkın başını kaşıyarak sordu; “Abi bu
nasıl iş anlamadım. Bir hafta önce mahkeme izni iptal etti, şimdi yeni izin
için süreç başlatıldığına dair ilan var Çevre İl Müdürlüğü sitesinde.”
Aslında iktidara yakın bir siyasi görüşü olan Mustafa’nın anlayamadığını daha mahkeme kararının açıklandığı gün telefondaki sevinçli sesini çok da bozmamaya çalışarak anlatmaya çalışmıştım; “Maden kayyuma devredilince artık devletin kontrolüne geçti Mustafa. Yani şu anki siyasi iktidarın oldu maden. İşine gelmediğinde yargı kararını ‘tanımadığını-saygı duymadığını’ açık açık söyleyen bir anlayışa karşı hukuk ne kadar dik durabilir ki? Umarım yanılıyorumdur.” Yanılmadığım 1 ay geçmeden ortaya çıktı..
Sararmış, biçer döver bekleyen buğday tarlasının hemen sınırında topraktan yığma bir tepe oluşmuş. Tarla seviyesinden belki10 metre kadar yükselmiş
tepe. Şerit şerit bir ıslaklık tepenin üstünden aşağıya doğru akıyor. Tepenin
üzerinde demirden, çelikten bir ahtapotu andıran iş makineleri var. Değirmenden
gelen cevheri tepeye yayıyor makine. Madenden gelen cevherli toprağın siyanürle
yıkandığı liç alanı burası. Yığılan toprağa sızdırılan siyanür altını taş
topraktan mucize gibi alıp çıkarmaya yarıyor.
Mustafa’nın un fabrikası madene kapı komşu. Aralarında10 metre bile mesafe yok.
Çağlar’ın kuruyemiş tesisleri de aynı şekilde, madenin siyanürlü tepelerinden
iki-üç metre yükseklikteki bir duvarla ayrılıyor. Ankara – Kayseri karayolunun
yanı başında, buğday tarlaları ile çevrili, dinlenme tesislerine komşu,
dünyanın en vahşi yöntemiyle çalışan siyanürlü bir altın madeni!...
Aslında iktidara yakın bir siyasi görüşü olan Mustafa’nın anlayamadığını daha mahkeme kararının açıklandığı gün telefondaki sevinçli sesini çok da bozmamaya çalışarak anlatmaya çalışmıştım; “Maden kayyuma devredilince artık devletin kontrolüne geçti Mustafa. Yani şu anki siyasi iktidarın oldu maden. İşine gelmediğinde yargı kararını ‘tanımadığını-saygı duymadığını’ açık açık söyleyen bir anlayışa karşı hukuk ne kadar dik durabilir ki? Umarım yanılıyorumdur.” Yanılmadığım 1 ay geçmeden ortaya çıktı..
Sararmış, biçer döver bekleyen buğday tarlasının hemen sınırında topraktan yığma bir tepe oluşmuş. Tarla seviyesinden belki
Mustafa’nın un fabrikası madene kapı komşu. Aralarında
BOZKIRLAR YEŞERİNCE
Kayseri Hacıbektaş arasındaki bölünmüş yolun tam ortasına
akasyalar dikilmiş, ıhlamurlar, zakkumlar. Üç beş yılda boy atan bu ağaçlar,
sarı, kırçıl ovada üzeri beyaz çizgili bir yılan gibi kıvrılan yolu tam
ortasından yeşil bir şerit gibi uzanıyor. Yazın gölgesi, güzün duldası ferahlık
veriyor yolculara. Bazı tepelerde de öbek öbek yeşillikler göze çarpıyor.
Bunlar bomboz tepelerin ağaçlandırılması için birkaç yıldır süren çalışmaların
meyveleri. 10 bin fidan dikilmişse, belki sadece 500’ü tutmuş ama onların
varlığı bile bozkırı renklendirmiş. Bir başka güzelliğe bürünür doğa, bir başka
türlü sevinir sanki kırın börtü böceği, bozkırlar yeşerince…
Bir yanda binbir emek, masraf ve zahmetle bozkıra nefes alacak vahalar yaratma mücadelesi, bir yanda binlerce canlının suyunu çalan zehirli bir canavar… Yan yana düşünülünce aklın almadığı bir çelişki gibi görünüyor. Öyle de sonuçta. Bir yanı yıkarken, talan ederken kasalarına para akıtanlar, aynı yeri yeniden yapmak ve yeniden yıkmak için de plan yapıyorlar. Bu yap-boz kasalara sürekli para akıtılması için gerekli. Oysa doğa bu yap boz oyununu bozacak zamana kurmaktadır saatini. Kini yoktur doğanın, intikam duygusu, talan hırsı yoktur. Ama hiçbir şeyi unutmayan bir hafızası vardır ki, yapılan her şey o hafızada kendine yer edinip mutlaka karşılığını bulacaktır.
Bir yanda binbir emek, masraf ve zahmetle bozkıra nefes alacak vahalar yaratma mücadelesi, bir yanda binlerce canlının suyunu çalan zehirli bir canavar… Yan yana düşünülünce aklın almadığı bir çelişki gibi görünüyor. Öyle de sonuçta. Bir yanı yıkarken, talan ederken kasalarına para akıtanlar, aynı yeri yeniden yapmak ve yeniden yıkmak için de plan yapıyorlar. Bu yap-boz kasalara sürekli para akıtılması için gerekli. Oysa doğa bu yap boz oyununu bozacak zamana kurmaktadır saatini. Kini yoktur doğanın, intikam duygusu, talan hırsı yoktur. Ama hiçbir şeyi unutmayan bir hafızası vardır ki, yapılan her şey o hafızada kendine yer edinip mutlaka karşılığını bulacaktır.
YOLÜSTÜ DİNLENME TESİSİ
Dinlenme tesisinin asmalarla gölgelenmiş, çakıl taşı döşeli
çardağına girdiğinde karşılaştığı manzaraya bakıp ne olduğunu çözmeye çalıştı
kamyon şoförü Necati. Madenin tarlaların ortasından burgu burgu aşağı doğru
inen devasa açık ocağı hemen yanı başındaki dinlenme tesisine gelenlerce çok
net görülebiliyordu. Necati’nin kamyonundan inip çardağa gelişini, maden
çukuruna bakıp şaşkın şaşkın dudak büküşünü izleyen ihtiyar köylü, sırtını
yaslayıp oturduğu koyu gölgeden seslendi; “altın madeni o evlat”. 40 dereceyi bulan
öğle güneşinin aydınlığından, birden girdiği çardağın gölgesine henüz gözü
alışamayan Necati, sesin geldiği yöne döndüğünde önce bu kara kuru ihtiyar
köylüyü göremedi. Köylünün ten rengi gölgeyle aynı idi adeta ve bu onu sanki
gizliyordu. Gözünü kısıp kendisini görmeye çalışan Necatiye tekrar seslendi; “2
yıl oldu bu kuyuyu kazmaya başladıklarından bu yana. Şimdi en derin kuyumuzun
daha derinine indiler, çıkardıklarından da zehirli tepeler yaptılar. Cehennem
çukuru deriz biz oraya. Alıştık artık”. Necati köşedeki çeşmeden elini yüzünü
yıkadı, boynundan hiç eksik etmediği terine bulanmış havluyla kurulandı, gitti,
köylünün yanı başındaki masaya oturdu. Masada, toprak testideki suyu, metal
bardağına boşaltıp iki bardak soğuk su içti. Tepesine dikilen garsona yemek
söyledi. Sessizliğe bürünmüş köylüyü buyur etti masasına, “Gel baba, buyur
birlikte yiyelim” dedi. Köylü, gözleri kapalı uyur gibi sessizce yaslanmış
oturan köylü, başını yastıktan kaldırmadan
“Sağol oğul, niyetliyim ben” dedi.
Ramazanın ortalarında olunduğu o zaman aklına geldi Necati’nin.
“Kusura bakma baba, unuttum ramazan olduğunu” dedi ama rahatsız olmuştu.
Saatlerdir bu sarı sıcakta aç, susuz duran kendinden 30-40 yaş büyük bir ihtiyarın karşısında su içmek, yemek yemek istemiyordu. Yemekleri de söylemişti, ne yapabilirdi şimdi. Rahatsızlıkla sağa sola baktı, bir çare aradı. Köylü onun rahatsızlığını anladı, güldü,
“Oğul sen ye afiyetle, ben zaten kalkıyorum. İlerdeki bahçe benim, çapaya gidiyorum. Hem bizim buralarda insanlar ve topraklar açlığa susuzluğa alışkındırlar. Oruç tutmak bizim zaten yazgımızda var. Ben deyim ki sana ‘ömrüm oruç geçti bayram görmedim’. Var sen gerisini anla. Hadi kal sağlıcakla”…
Tomarzalı kamyon şoförü Necati, “Güle güle baba, kolay gelsin” dedi, ayağını sürüyerek çardaktan çıkan köylünün ardından. Kasketin altındaki başı iki omuzu arasına gömülmüştü adeta köylünün. Güneşin orta yerinde, kaynayan sarı sıcağın kucağına doğru ilerlerken ince bir çizgi kalana kadar takip etti köylüyü. Garsonun getirdiği yemekleri sonradan fark etti. Karşıda madenin cehennem çukuru! Bir lokma aldı etten, koydu çatalı yerine. İştahı kaçmıştı iyiden iyiye. İçinde kuru nane ve buz parçacıkları yüzen cacığını kaşıklayıp sırtını hasır yastıklara iyice bir dayadı. Gözünü kapattığında ihtiyar köylünün son sözünün bozkırları nasıl da güzel anlattığını düşünüyordu; “Ömrüm oruç geçti bayram görmedim”…
“Sağol oğul, niyetliyim ben” dedi.
Ramazanın ortalarında olunduğu o zaman aklına geldi Necati’nin.
“Kusura bakma baba, unuttum ramazan olduğunu” dedi ama rahatsız olmuştu.
Saatlerdir bu sarı sıcakta aç, susuz duran kendinden 30-40 yaş büyük bir ihtiyarın karşısında su içmek, yemek yemek istemiyordu. Yemekleri de söylemişti, ne yapabilirdi şimdi. Rahatsızlıkla sağa sola baktı, bir çare aradı. Köylü onun rahatsızlığını anladı, güldü,
“Oğul sen ye afiyetle, ben zaten kalkıyorum. İlerdeki bahçe benim, çapaya gidiyorum. Hem bizim buralarda insanlar ve topraklar açlığa susuzluğa alışkındırlar. Oruç tutmak bizim zaten yazgımızda var. Ben deyim ki sana ‘ömrüm oruç geçti bayram görmedim’. Var sen gerisini anla. Hadi kal sağlıcakla”…
Tomarzalı kamyon şoförü Necati, “Güle güle baba, kolay gelsin” dedi, ayağını sürüyerek çardaktan çıkan köylünün ardından. Kasketin altındaki başı iki omuzu arasına gömülmüştü adeta köylünün. Güneşin orta yerinde, kaynayan sarı sıcağın kucağına doğru ilerlerken ince bir çizgi kalana kadar takip etti köylüyü. Garsonun getirdiği yemekleri sonradan fark etti. Karşıda madenin cehennem çukuru! Bir lokma aldı etten, koydu çatalı yerine. İştahı kaçmıştı iyiden iyiye. İçinde kuru nane ve buz parçacıkları yüzen cacığını kaşıklayıp sırtını hasır yastıklara iyice bir dayadı. Gözünü kapattığında ihtiyar köylünün son sözünün bozkırları nasıl da güzel anlattığını düşünüyordu; “Ömrüm oruç geçti bayram görmedim”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder