31 Ağustos 2016 Çarşamba

Yalnız Efe'nin zafer bayramı



31 Ağustos 2016 12:43
Yalnız Efe'nin hukuk zaferi 30 Ağustos günü kamulaştırılmak istenen bağında kutlandı
Özer AKDEMİR
İzmir
"İzmir'in damı" denilen kente 20 kilometre uzaklıktaki Efemçukuru Köyünde bağlarını altın madenine satmamakta direnen tek köylü  "Yalnız Efe" lakaplı Ahmet Karaçam'ın kazandığı hukuk zaferi 30 Ağustos Zafer Bayramı'nda el konulmak istenen bağlarda kutlandı. Kutlama etkinliği dönüşünde maden çalışanları yaşam savunucularını taciz ettiler.
MADENE 150 METRE UZAKLIKTA 
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) tarafından gerçekleştirilen kutlama etkinliği Karaçam'ın madenin tam karşısında bulunan ve Bakanlar Kurulu Acele Kamulaştırma kararı ile el konulmak istenen bağında gerçekleştirildi. Altın madeni tesis ve galerilerine 100-150 metre uzaklıktaki bağ, bu tür tesisler için yasal zorunluluk olan sağlık koruma bandı içinde kaldığından maden açısından son derece önemliydi. Kutlama etkinliğinin yapıldığı alanla maden tesisleri ve giriş galerisi arasındaki yakınlık madenin neden ısrarla bu bağları istediğini de gösteriyordu. 

'TEK KİŞİ DE BAŞARABİLİRİN EN GÜZEL ÖRNEĞİ
EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi ve Karaçam'ın avukatı Arif Ali Cangı, bu yakınlığa dikkat çekerek Karaçam'ın direnişini aşamayan madenci şirketin projede değişiklik yapmak zorunda kaldığını ve sağlık koruma bandını geriye çektiğini söyledi. Tabii bu hukuk dışı duruma yetkililer de göz yummuşlar. Karaçam'ın direnişinin çok önemli olduğunu, ülkedeki acele kamulaştırma kararları ile ilgili hukuki literatüre girdiğini söyleyen Cangı, "tek kişinin direnişinin başarıyı getirebileceğine en iyi örnektir Ahmet Karaçam. Kendisinin avukatı olmaktan onur duyuyorum" dedi. Cangı, 8 yıl süren dava nedeniyle Karaçam'ın önemli mağduriyetler yaşadığını, bağını işleyememesi yüzünden mesleğini değiştirerek keçi çobanlığına başlamak zorunda kaldığını dile getirdi.

8 YIL BENİM BAĞIM DİYEMEDİM 
Yalnız Efe Ahmet Karaçam'da bağlarının 15 yaşından bu yana ekip diktiği bağına acele kamulaştırma kararının ardından yıllarca "benim" diyemediğini anlattı. Karaçam, keçi çobanlığı nedeniyle bağına Mayıs ayından bu yana gidemediğini, oğlunun bağla ilgilendiğini söyledi. Karaçam, madenin bağına giden yolunu kapattığı için yıllardır bağın gübrelemesini çuvalları sırtında taşıyarak yapmak zorunda kaldığını dile getirdi.
ÜRETİMİ DURDURMUYOR
 AMA... Bağda gerçekleştirilen kutlamada hazırlanan basın metinin okuyan EGEÇEP Eş Dönem sözcüsü Sevda  Budak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK) Acele kamulaştırma kararının iptalini onaylamasının önemli bir kazanım olduğunu belirterek, Bu kararın 5 yıldır faaliyetini sürdüren altın madeninin çalışmasını durdurmayacağını ancak İzmir'in suları kirletmeye devam eden madenin bu hukuksuzluğuna dikkat çekeceğini söyledi. Budak, kararla siyasi iktidarın acımasız mülksüzleştirme uygulamalarına karşı hukuki yoldan bir umut kapısı aralandığını da kaydetti. 


MADENCİ TACİZ ETTİ
Efemçukuru köyünün ünlü Alfons tipi üzümlerinin neredeyse olgunlaştığı yaz mevsiminin sonunda yapılan etkinlikte yaşam savunucuları Ahmet Karaçam'ın bağından bol bol üzüm yediler. Maden tel örgüsü boyunca yapılan çekimleri maden özel güvenliği engellemeye çalışırken, Karaçam'ın bağında yapılan hiçbir etkinliğe karışamayacakları yanıtını aldılar. Etkinlik dönüşünde yaşam savunucularının aracının park edildiği yerde toplanan 20-30 kadar altın madeni çalışanı gelenleri sözle taciz ettiler. "Ne geziyorsunuz burada, çekin gidin" gibi sözler eden maden çalışanlarına yaşam savunucuları, "Sizin bu yaptığınız suç. Eşkiya mısınız da önümüzü kesiyorsunuz? Şirkete bu kadar teslim olmayın. Kraldan çok kralcılık yapmayın. Burası hepimizin toprakları" sözleriyle tepki gösterdiler.
https://www.evrensel.net/haber/289012/yalniz-efenin-zafer-bayrami

30 Ağustos 2016 Salı

Dağları ve ovaları çürük yumurta kokulu kent


30 Ağustos 2016 04:50
Jeotermal Enerji Santralleri (JES) ve kuyularının Aydın’daki yaşamı ve tarımı olumsuz etkilediğinin örnekleri her geçen gün artıyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
Dağları ve ovaları çürük yumurta kokulu kent
Jeotermal Enerji Santralleri (JES) ve kuyularının Aydın’daki yaşamı ve tarımı olumsuz etkilediğinin örnekleri her geçen gün artıyor. Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlığının açıkladığı kuru incir rekoltesi ile ilgili açıklamanın satır aralarında, JES’lerin etkilerine yönelik uyarılar yer aldı.
2016-2017 sezonu Ege Bölgesi kuru incir rekoltesi tespit sonuçları İzmir Ticaret Borsası, Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı (GTHB) İzmir İl Müdürlüğü, GTHB Erbeyli İncir Araştırma Enstitüsü, Ege İhracatçı Birlikleri, İzmir Ticaret Odası, Beydağ Ziraat Odası gibi kurum temsilcilerinden oluşan heyet tarafından açıklandı. Açıklamada incir ağaçlarının sürgün uzunluklarının kısa kaldığı, meyve tutumlarının geçen yılın altında gözlendiğini, meyve iriliğinin bazı bölgelerde geçen yıla göre biraz daha küçük olduğunu, yüksek bölgelerde soğuk zararında artış olduğunu, güneş yanıklığının tüm bölgelerde gözlendiği gibi iklim değişikliği verilerinin yansıması şeklinde değerlendirilen tespitler yer aldı. 

JES’LER DAĞLARA DOĞRU YAYILIYOR
Son yıllarda incir üreticileri ve birçok bilim insanı tarafından önemli uyarılarla birlikte gündeme getirilen ve her geçen gün Aydın’ın en önemli gündem maddesi olma özeliliğini daha da arttıran JES’lerle ilgili heyetin açıklamalarında önemli tespitler yer aldı.
“Jeotermal enerji üretimine yönelik kuyu açma ve üretim tesisiyle bağlantılı boruların yaygınlaşmaya ve kırtaban alanlar ağırlıklı olmak üzere dağlık alanlara doğru yayılmaya başladığı görülmüştür. Buna bağlı olarak rekolte tespit çalışması sırasında özellikle kuyuların yaygın olduğu bölgelerle birlikte, uzak mesafelerde dahi jeotermale özgü koku yoğun olarak hissedilmiştir. Bunlarla ilişkili olarak tarımsal faaliyetlerin olumsuz etkilenmesi, toz ve çevresel atıkların ürün kalitesini olumsuz etkilediği örneklere rastlanmıştır.”
Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlığı hava sıcaklığının normal seyretmesi halinde bile 2016-2017 kuru incir rekoltesinin, geçen yıla oranla yüzde 3 daha az, 72 bin ton civarında gerçekleşmesini beklediklerini açıkladı.
BİLİM UYARMIŞTI
Aslında Ege İhracatçı Birlikleri Başkanlığının bu yılki tespitlerine dönük uyarılar geçtiğimiz yıllarda bölgede yapılan bilimsel çalışmalarda ortaya konmuştu. Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkilerinden Dr. Sunay Dağ’ın Germencik Alangüllü’de 2013-2014 incir sezonunda yaptığı çalışma bunlardan birisi. “Jeotermal Enerji Gerçeği ve  İncir Yetiştiriciliği” adlı bir çalışmada Dağ, Jeotermal santrallere yakın incir bahçelerinde havadaki nem miktarını -topraktaki asit miktarını- yaprak ve kuru incirdeki ağır metalleri yüksek, jeotermallerden uzaklaştıkça az olarak tespit etmişti. Yine araştırmada jeotermal santrallere yakın incir ağaçların sürgün dallarını ince ve kısa, yapraklarını daha az olarak saptamıştı. 
‘AYDIN’IN SABRI DA KAPASİTESİ DE KALMADI’
Aydın Çevre Kültür Derneği İkinci Başkanı Dr. Metin Aydın, 2013-2014 yılında ADÜ Bahçe Bitkileri Bölümünün ve 2016 yılında Ege İhracatçı Birliklerinin yaptığı araştırma sonucuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, Aydın’da jeotermal santrallerin hızlı bir şekilde artmadığına dikkat çekti. Daha önce Menderes havzasındaki birinci sınıf tarım arazilerinde, incir ve zeytin bahçelerine kurulan bu santrallerin artık Aydın’nın dağlık bölgelerine doğru yayılmaya başladığını aktaran Metin Aydın, “Kuyuların çıkardığı hidrojen sülfüre bağlı çürük yumurta kokusu Aydın dağlarına kadar yayılmıştır. Artık Aydın, dağlarından yağ, ovalarından bal akan bölge değil, ‘Dağları ve ovaları çürük yumurta kokan bölge’ haline gelmiştir” dedi. Şimdiye kadar ovalarda kurulan JES’lerin ve kuyu sondajlarının çıkardıkları akışkanlar ile yer üstü - yer altı sularını kirletirken şimdi de suların köken aldığı dağlara yayılarak Aydın’ın içme / sulama sularını kirletir hale geldiğinin altını çizen Aydın, “Mevcut durum daha fazla sürdürülemez. AYÇEP olarak çağrımızdır; Aydın’nın bir tane daha fazla jeotermal santrali kaldıracak kapasitesi ve sabrı kalmamıştır. Aydın’da yeni jeotermal sahalar, santraller, kuyular istemiyoruz. Aksi bir tutum Aydın’da tarımın, marka ürünleri olan incir-zeytin-kestanenin, yaşamın, çevrenin, doğal ve kültürel varlıklarımızın sonu olacaktır. Jeotermalde inat gelecek güvencemiz olan toprak-su varlıklarımızın yok olmasına, Aydın’ın çölleşmesine, sürdürülebilir gıda güvencesinin ortadan kalkmasına, soluyacak temiz havanın yok olmasına, temiz havanın balonlarda satılır hale gelmesine, Aydın’ın kanser ve hastalık üreten merkez hale gelmesine sebep olacaktır” dedi.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Aliağa ile Yeni Foça arasına yeni bomba!

Mevcut petrokimya ve LPG dolum tesisleri nedeniyle büyük bir risk altında yaşayan Aliağa ve Foçalılar yeni ve çok daha büyük bir riskle karşı karşıya.
Mevcut petrokimya ve LPG dolum tesisleri nedeniyle büyük bir risk altında yaşayan Aliağa ve Foçalılar yeni ve çok daha büyük bir riskle karşı karşıya.

Yeni Foçalılar Kolin'in Çakmaklı Koyu'nda yapımını sürdürdüğü sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) depolama ve dağıtım tesisine yürüdü. "Yaşamı savunuyoruz" pankartı ile Gencelli Köyü Kızılburun mevkiinde devam eden iskele çalışmalarının olduğu bölgeye yürüyen Yeni Foça Forum üyesi yaşam savunucularına EGEÇEP'liler de destek verdi. Çakmaklı benzinlik önünden faaliyetin sürdüğü Kızılburuna kadarlık yaklaşık 1 km'lik yolu "Kolin gidecek Yeni Foça yeşille güzelleşecek", " Sermayeye değil insana hizmet" sloganları ile yapılan yürüyüşün ardından burada gerçekleştirilen basın açıklamasını Foça Forum Yürütmesinden Özgür Küçüktülü okudu.
VAROLAN KİRLİLİK YETMEZMİŞ GİBİ

Ülkenin en güzel koylarından birisi olan Çakmaklı'nın yanı başında her biri ağır tahribatlara yol açan sanayi tesislerinin olduğunu aktaran Küçüktülü, bunlar yetmezmiş gibi bu kez doğrudan yaşamı hedef alan bir tehlike ile karşı karşıya olunduğunu dile getirdi. Soma Yırca'da 6 bin zeytin ağacını bir gecede kesen Kolin şirketinin, Kyme antik kentinin yanı başında Çakmaklı Koyundaki Kızılburunu gözüne kestirdiğini kaydeden Küçüktülü, şirketin burada LNG depolama ve dağıtım tesisi yaptığını belirtti. Küçüktülü, "Tesis tamamlandığında koya her yıl 250 bin m3 kapasiteli 70 tanker gelecek. İçi son derece tehlikeli sıvı LNG ile dolu olan bu tankerlerin yarattığı tehlike ve tehdit çok büyük. Zaten ağır çevre tehdidi altındaki bölgemize yaşam, tüm canlılar büyük bir riske atılacak. Zaten yok olmakta olan balıklar tamamen bitecek, turizm çökecek, 2 bin yıllık Kyme antik kenti karanlığa gömülecektir. Bu tesis bittiğinde Gencelli Koyuna Aliağa ve Yenifoçayı yok edecek bir bomba yerleştirilmiş olacaktır" dedi. Tesisin yaratacağı tehlikelerin yöre halkına anlatılmadığını ve bir oldu bitti ile karşı karşıya olduklarını aktaran Küçüktülü, Yeni Foça Forum olarak bu projenin durdurulması için savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını ifade etti. (İzmir/EVRENSEL)
29 Ağustos 2016

28 Ağustos 2016 Pazar

Kuzu

Kuzu
Özer AKDEMİR
Dereden aşağı yanında kuzusu ile yürüdü geldi. Omzunda kırma tüfeği. Yanık buğday teni, beyazlamış saçları ve bıyığı ile orta yaşı çoktan devirmiş bir Ege Köylüsü. Üzerinde kareli bir gömlek, omzuna çapraz astığı kıl heybe, kot pantalon ve lastik çizme. Arkasında birleştirdiği elleriyle sağ omzuna astığı tüfeğin dipçiğinden tutmuş, destekliyor.
Birkaç saattir yüksekçe bir tepeden, tam altlarında uzanan altın madenini kuş bakışı gözlüyordu gelenler. Aşağıda derin bir vadi, karşı yamaçta madenin binaları görünüyordu. Küçük bir havuz oluşturmuştu maden. Yeşile çalan bir su vardı içinde. Derin vadi madenin tam önünden geçip, batıya, denize doğru kıvrılıyor, ilerde çam ormanları ile kaplı tepelerin arasında kayboluyordu. Tepede, altın madeninin üst taraflarında genişçe bir pasa yığını yayılmıştı. Çevresindeki yemyeşil ağaç örtüsünün aksine kel kalmıştı burası. Ağır tonajlı kamyonlar, insan boyunu geçen tekerleklerin üzerinde maden galerisine girip çıkıyorlar. Arı gibi çalışıyordu kamyonlar…
Madenin hemen sağ tarafına bakıldığında, Çamlı Vadisinin ötesinde, koyu renk çamların üzerinden İzmir Körfezinin beyaza çalan mavisini görünüyordu. Bu kadar yakındı kente!
İzmir’i kuşbakışı gören tepelerin üzerindeydi altın madeni. Önü sıra akan dere, İzmir'e 200-300 bin kişinin içme suyunu sağlaması planlanan Çamlı barajını besleyecek en önemli su kaynağı, Kokarpınar deresiydi. Kekik kokardı suları, çam kozalağı, su püreni, yarpuz kokardı. Şimdi asit kokuyor!..
Aşağıdaki madene bakıp konuşan, fotoğraf çekenler, hemen biraz ötelerinden, o uçurum gibi derin vadiden yürüyerek yanlarına kadar gelen Yalnız Efe'yi görmediler bir süre. O da tepeye çıkınca ses etmedi hiç. Soluklandı biraz. Neden sonra önce küçük kuzu fark edildi, ardından omzunda mavzeri, çapraz fişeklik gibi gövdesine dolanan kıl örgülü heybesi ile Yalnız Efeyi gördüler. Utangaç bir gülümseme ile başı önde kendisiyle tokalaşmak için yarışanların ellerini sıktı teker teker. 'Sağolun' dedi iltifatlara. Gülümsedi, kızardı, bozardı...
"Siz bizim kahramanımızsınız" dedi beyaz saçlı emekli profesör, "sizinle tanışmak benim için büyük onur".
Başında geniş kenarlı şapkası rüzgardan uçmasın diye tutarken hararetle ellerini sıktı çevre derneği yöneticisi bir kadın. "İzmirliler size o kadar şey borçlular ki! Ama bunu bilmiyorlar". Öz çekimler, toplu, tek tek fotoğraflar alındı.
Tüm bu zaman içerisinde kuzu bir an bile yanından ayrılmadı Yalnız Efenin. Ayaklarının dibinde, küçük köpek eniği sevimliliğinde dolaştı durdu. Kendisini seveni, başını okşayanı yaladı, hüzünlü gözleriyle süzdü. Yalnız Efe'nin fotoğrafları çekilirken o da karelere girdi.  Uçurumun kenarına kadar gidildiğinde bile ayrılmadı ayaklarının dibinden. Kuzuyu sorana “annesi öldü” dedi “Yalnız Efe, Ahmet Karaçam. “Ben besledim bir süre, o da yanımdan ayrılmıyor şimdi”.
Kanadalı altın şirketinin milyonlarını elinin tersiyle itip, “Ben de cavura verecek toprak yok” diyerek aylardır direnen tek Efemçukuru Köylüsü Ahmet Karaçam’a artık herkes “Yalnız Efe” diyordu. Yalnız Efe, 8 yıl sonra Bakanlar Kurulu Acele kamulaştırma kararına karşı tek başına açtığı davayı kazanmasını kutlamak için İzmir’den gelenleri anası ölmüş kuzusuyla karşıladı. Kuzu karşıladı daha doğrusu İzmirlileri. “Kuzularınız ölmemesi için daha çok çalışmalısınız” der gibi, Yalnız Efe’nin dizinin dibinde dolaştı durdu…

************

Uşak Eşme ile Ulubey ilçelerinin tam ortasında kalan Kışladağ’da Avrupa’nın en büyük altın madeni işletiliyor yıllardır. Ovacık köyünü tamamen yutmuştu maden daha kuruluş aşamasında. Sonra sıra Söğütlü Köyüne geldi ardından Bekişli, ardından Karacaahmet Köyü toprakları bu canavar tarafından yutuldu, yok oldu. Yüzlerce yılın anıları, tarlaları, meyve ağaçları, hatta mezarları bile kalmadı köylerin… 
Kuzuları ölü ve sakat doğan çobanların derdini dinliyoruz. Kameraya anlatıyorlar yaşadıklarını. “Dereden su içen kuzular akşama can çekişerek öldüler. Başka dere yok burada, mecburuz sürüyü buradan geçirmeye ve geçirirken de su içiyor hayvanlar. Derenin suyu madenin içinden geçip geliyor. Siyanür mü karıştı bilmiyoruz”...
Bir başka sürünün çobanıyla konuşmak için yemyeşil otlarla kaplı bir düzlüğe gittik. Sürü ilerde, küçük bir ağaç öbeğinin yanında yayılıyor. Başlarında bir çoban köpeği ve biraz ilerde keçesine sarılmış oturan çoban. Hemen sürü ile bizim aramızda bir koyunun küçük bir karartıya doğru gidip geldiğini görüyoruz. Sürüye doğru gidiyor koyun, birkaç metre uzaklaşmadan acı acı meleyerek dönüp geliyor o küçük beyaz cismin yanına. Yaklaşıyoruz biraz, olayı anlamak için. Koyun bizi görünce kaçmıyor. Hatta neredeyse dili olsa ‘yardım edin’ diyecek gibi bakıyor. O küçük nesne ölü doğmuş kuzusu koyunun. O bir anne, ölü de doğsa terk edemiyor kuzusunu. Yerde uyuyormuş gibi yatan kuzunun göbek bağının olduğu yeri yalıyor. Boynunu, yüzünü, gözlerini… Bir umut canlandırmaya çalışıyor yavrusunu. “Hadi kalk kuzum” diyor, “hadi uyan!”. Kuzudan hiçbir hareket gelmeyince yine meliyor acı acı ve sürüye doğru yürüyor. Sonra tekrar meleyerek dönüyor ölü kuzusunun yanına. Meliyor, ağlıyor, öpüp, kokluyor, yalıyor kuzusunu. “Kalk” diyor, “uyan yavru…” Kuzunun yanına kadar gelip kamera çekimi yapmamıza aldırmıyor. Umar gözlerle yardım diliyor bizden. “Kuzumu uyandırın” diyor meleye meleye…
Ne kuzu uyanıyor, ne koyun terk ediyor kuzusunu. Çoban üzgün, çoban köpeği bezgin. Sürü umarsız yayılıyor. Kışladağ’ın karnı deşiliyor, toprakları zehire bulanıyor. Köyleri yutuyor altın madeni, ocaklar sönüyor birer ikişer. Ve daha kaç koyun kuzusunun ardından böyle meleyecek kimse bilmiyor…



26 Ağustos 2016 Cuma

'75. Madde devletin doğaya el koymasıdır!'

'75. Madde devletin doğaya el koymasıdır!'
26 Ağustos 2016 13:39
EGEÇEP ve ÇHD’nin ortak açıklamasında yayınlanan KHK'daki 75. Maddenin devletin doğaya el sermaye yararına koyması olduğunu dile getirildi. 
Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi yaptıkları ortak açıklamada geçtiğimiz günlerde yayınlanan KHK'daki 75. Maddenin devletin doğaya el sermaye yararına koyması olduğunu dile getirdiler. 
İki kurum tarafından yapılan ortak yazılı açıklamada 15 Temmuz darbe girişiminin daha dumanları tüterken, Gezi Parkında Topçu Kışlasının telaffuz edilmesinin  “demokrasi” adı altında gelecek çevre yıkımının habercisi olduğu dile getirildi. 
YARGI DENETİMİ ETKİSİZ KILINDI
Yatırımların önünün açılacağı müjdesi ile sermayeye göz kırpan iktidarın Çevre Bakanının çevrenin “put haline" getirildiği yönündeki değerlendirilmesine vurgu yapılan açıklamada, bu sözlerin doğa talanının psikolojik zeminin hazırlandığı dile getirildi. İktidarın son çıkardığı kanun ile doğal kültürel tüm varlıkların ve hazine arazilerinin doyumsuzca talana açıldığının belirtildiği açıklamada şu görüşlere yer verildi; "Geçtiğimiz günlerde çıkarılan KHK'deki 75. Madde devletin doğaya el koymasıdır! Bu madde ile yatırımlar için gerekli olan izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tesciller ile diğer kısıtlayıcı tüm hükümler için istisna getirilerek Bakanlar Kuruluna yetki verilmiş, idari ve yargısal denetimin etkisiz kılmanın önünü açmıştır. KHK'de 75. Maddenin kabulü bundan sonraki günlerde yaşam alanlarımızın nasıl talan edileceğini gösteriyor. Bu doğanın katliam yasasıdır. Devletin sermaye yararına doğaya el koyarak yaşam alanlarımıza yaptığı darbedir. Hiçbir şekilde kabul edilemez!"

Kurumlar ortak açıklamanın sonunda emeğin ve doğanın sömürüsüne karşı eşitliği, özgürlüğü ve yaşamı savunmak için dayanışmayı büyütme ve ortak mücadele çağrısı yaptılar. (İzmir/EVRENSEL)

25 Ağustos 2016 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_ÇAN Termik Santralleri1_25 Ağust016



ÇEPEÇEVRE YAŞAM
Adı gibi bir çukurda olan Çan ve çevresine yeni termik santraller yapılıyor. 14 yıldır termik santrallerle içiçe yaşayan Çan halkı ve civar köylüler bu yeni termik santrallerle ilgili düşüncelerini Çepeçevre Yaşam'a anlattılar.
Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Çan Termik santralleri_Can Pazarı programı 1. bölümü ile 25 Ağustos 2016 Saat: 20.00'de
HAYATIN SESİ'nde

 Programın Tanıtımı:
https://www.youtube.com/watch?v=4SxruU1hXzk&feature=youtu.be

İlgili haberler:
https://www.evrensel.net/haber/288102/can-pazari

Programın tamamı: 
https://hayatin-sesi.net/cepecevre-yasam/

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Yalnız Efe direndi ve kazandı


24 Ağustos 2016 
Danıştay Efemçukuru Altın Madeni için yapılan Acele Kamulaştırma Kararının iptalini onayladı.
Özer AKDEMİR
İzmir 
Danıştay Efemçukuru Altın Madeni için yapılan Acele Kamulaştırma Kararının iptalini onayladı. Bu karar 2011 yılından bu yana mahkeme süreçlerine rağmen üretime devam eden madenin çalışmasını durdurmasa da, Bakanlar Kurulu Acele Kamulaştırma kararına tek başına direnen, ‘Yalnız Efe’ denilen keçi çobanı Ahmet Karaçam’ın direnişinin zaferle sonuçlanması anlamına geliyor.
Yalnız Efe direndi  ve kazandı
DANIŞTAY BİR KEZ DAHA ‘ACELEYE NE GEREK YOK’ DEDİ
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK) Danıştay 6. Dairesinin Efemçukuru köylüsü Ahmet Karaçam’a ait arazilerin Bakanlar Kurulu Acele kamulaştırma kararını iptal eden kararına yapılan itirazları reddetti. 6. Dairenin kararına Başbakanlık, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yanı sıra altın madenini işleten Kanada sermayeli TÜPRAG Şirketi de DİDDK’da itiraz etmişlerdi. DİDDK konuyla ilgili yaptığı inceleme sonrasında oy çokluğu ile yapılan itirazları yerinde bulmayarak Danıştay 6. Dairesi’nin iptal kararını onadı.  DİDDK, “işletmenin biran önce faaliyete geçmesinin sadece ekonomik yarar yönünden irdelendiği, ancak acele kamulaştırma yoluna gidilmezse kamunun uğraması muhtemel zararlarının neler olduğunun ortaya konmadığı, ...olağan kamulaştırma usulü uygulanmaksızın taşınmaza el konulmasını gerektiren acelelik koşulunun gerçekleşmediği” gibi gerekçelere dayanan 6. Daire’nin kararına yapılan itirazı “usul ve hukuka uygun bulunmakta ve bozulmasını gerektirecek bir hukuka aykırılık taşımamaktadır” diyerek reddetti. DİDDK kararın temyizi için 15 günlük süre tanırken bazı Danıştay üyelerinin verilen kararın kesin olduğu ve temyiz aşamasının bulunmadığını gerekçe göstererek buna karşı oy yazdıkları görüldü. 
Danıştayın bu kararını yorumlayan Ahmet Karaçam’ın EGEÇEP Hukuk Komisyonu üyesi Avukatı Arif Ali Cangı, köyünde keçi çobanlığı yapan Ahmet Karaçam’ın acele kamulaştırmaya direnmesi ve davayı kazanmasının madenin faaliyete geçmesini engelleyemediğini aktardı. Karaçam’dan arazisini alamayan şirketin projenin sağlık koruma bandını daralttığını belirten Cangı, idarenin de buna göz yumması sonrası madenin 2011 yılından bu yana çalıştığının altını çizdi. 



ÖRNEK ALINACAK BİR DİRENİŞ ÖYKÜSÜ
Cangı, “Ancak Ahmet Karaçam’ın direnişi çok anlamlı. Birincisi ve en önemlisi, tek başına da olsa direnmesi ve 8 yıl sonra yargıdan haklı olduğuna dair karar alması tarihe not düşülmesi gereken bir olaydır. Ahmet Karaçam’ın bu tutumu alkışlanacak örnek alınacak bir direniş öyküsüdür. Bu öykünün kendisi dahi çok değerlidir, gelecek kuşaklara bırakılan eşsiz bir mirastır. O yüzden Ahmet Karaçam ne kadar övünse, ailesi onunla ne kadar gurur duysa azdır. Ben de davasını sonuna kadar götüren müvekkilim Ahmet Karaçam’ı kutluyorum” dedi.
HUKUK LİTERATÜRÜNE GEÇTİ
İşin bir başka yönünün de kararın hukuk literatürüne etkisi olduğunu belirten Cangı, “Ahmet Karaçam ve acele kamulaştırma Türkiye hukuk literatürüne geçen bir olaydır. Bu dava ile yargı acele kamulaştırma konusundaki kararları istikrar kazanmıştır. Artık idarenin kamu yararı ve acelecilik koşulunu kanıtlayamadığı acele kamulaştırmaları yargıdan iptal edilmektedir. Bu sayede, siyasi iktidarın acımasız mülksüzleştirme uygulamalarına karşı hukuki yoldan bir umut kapısı aralanmıştır” diye konuştu.
EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Sevda Budak’ta Ahmet Karaçam’ın tek başına direnmesi sonrası elde edilen bu hukuki kazanımın son derece önemli olduğunu belirterek, önümüzdeki günlerde Karaçam’ı ziyaret ederek bu direnişinden dolayı bir kez daha kendisini kutlayacaklarını söyledi.

24 Ağustos 2016

21 Ağustos 2016 Pazar

Can pazarı!.. (Pazar eki)


21 Ağustos 2016 08:34
     
Büyük İskender’in Pers ordusunu bozguna uğrattığı Granikos Vadisi ve çayı (Kocabaş Çayı) da Çan’ın termik santral yapılacak alanlarından bir başkası.
Özer AKDEMİR
Yenice Kalkım’daki kurşun madenlerinin yanından iki dere geçer; Handere ve Döşemedere.
Suları verimli Agonya Ovasını besler. Sonra da Gönen Barajına dökülür. Gönen Barajı Bandırma’nın ana su kaynağıdır. Bu iki dere, Kaz Dağı’nın kuzey yamaçlarından doğup Agonya ovasına nazlı nazlı akarken, ovanın orta yerinde kanser gibi biten iki kurşun madeninin yanından geçer. Eybek Şelalesinden coşup köpüren, köknar, ladin, su püreni, dağ kekiği kokulu berrak sular, bu iki madenin yanından geçerken kirletilir. Madenler kimyasal atıklarını bu güzelim derelere boşaltır, sularına karıştırırlar. Suların rengi değişir birden bire. Sonra akışı ve kokusu. Binlerce yıldır Agonya’ya bereket taşıyan sular zehirli bir sessizlik içinde ovaya yayılır sessiz sedasız. Kapya biberinin kırmızısında biraz da bu zehir vardır, Gönen Barajından gelen suyu yudumlayan Bandırmalı’da tadar zehri. 
AGONYANIN DERDİ
Agonya’daki kapya biberinin ekimini artık yapmak istemiyor köylüler. Öncelikle bu iki derenin madenlerce kirletilen suları yüzünden. Dert bunlarla da bitmiyor oysa ki. Taş ocakları, termik santraller, türlü türlü madencilik faaliyetleri Agonya’daki toprağın, suyun tarımın sonunu getirmek üzere. Bereketli topraklar, toprağın altını üstüne getirip, kimyasallarla kirletip, cevherini alan, buradan kazandığı parayı da Taksim’de muslukları altından oteller yaptırarak değerlendiren maden şirketlerinin talanında inim inim inliyor. 
YENİCE YOLLARI TOZ OLUR GİDER
Yenice de, antik Asartepe’nin taş ocağı yapılmasının acısı tepenin yamacındaki köylerin üzerine bir toz bulutu olarak yapışmış kalmış. Çatılar beyaz, evler beyaz, çamlar, bamyalar, fasulyeler hep toz içinde. “Yenice yolları bükülür gider” türküsündeki gibi bükülüp giden köy yolları bembeyaz bir toz bulutunun ardında kayboluyor artık.
İKİ TERMİK SANTRAL ARASINDA BİR KÖY
Yenice’den Çan Ovasına döndüğümüz de ise kocaman bir termik santral bacası karşılıyor sizi. 14 yıldır Çan’a ve çevredeki bütün canlı-cansız varlıklara kirlilik akıtan Çan-1 Termik santrali bu. Yaya Köyü bu termik santrale en yakın köy. Termik bacası ile köy arasında 300 metre mesafe var. Köylüler, tozu, dumanı, kiri pası ile 14 yıldır yan yana yaşadıkları termik santralden hiçbir fayda görmediklerini söylüyorlar. Sadece 3-4 kişi çalışıyor termik santralde köyden. Yaya Köy’lüler, birkaç ay öncesine kadar, işte bu 14 yıldır komşuları olan termik santralle kesişen yaşamlarının aslında yine de iyi günleri olduğunu bilememişler. Hemen köyün öbür tarafına da bir termik santral inşaatı başlayınca anlamışlar başlarına gelecekleri. İki termik arasında kaçış yok Yaya Köylüye.
GRANİKOS VADİSİNE GÖZ DİKTİLER
Büyük İskender’in Pers ordusunu bozguna uğrattığı Granikos Vadisi ve çayı (Kocabaş Çayı) da Çan’ın termik santral yapılacak alanlarından bir başkası. Helvacı, Maltepe, Altıkulaç Köylerinin ortasına, Granikos Çayı kenarına 4. termik santralini yapacak İÇDAŞ Şirketi. Yörede hala keşfedilmeyi bekleyen onlarca antik yerleşim yeri var. Parion antik kentinin adeta üzerine yatan İÇDAŞ, Granikos Vadisindeki envantere bile girmemiş kültür varlıklarının da en önemli tehdit kaynağı. Şimdi şirket yetkilileri çıkıp antik kent kazılarına sponsor olduklarını, çevreye ne kadar önem verdiklerini, çevre ödülleri aldıklarını söyleyeceklerdir. 
Parion antik kentinin çekimlerini dikenli tel gerisinden bile İÇDAŞ’ın özel güvenlik elemanlarının engellemesi nedeniyle yapamayan, antik kenti ‘özel mülkü’ sayan, şirketin yörenin denizinde, toprağında, kıyısında, havasında yarattığı kirlilik görüntülerini haber yapmaktan hakkında dava açılan ama aklanan bir gazeteci olarak diyoruz ki; “Git bu hikayeleri başkasına anlat”!..
ÇAN PAZARI
Çan pazarına ilçenin köylerinden ürünlerini satmaya gelen köylüler, termik santraller yüzünden ürünlerindeki azalmayı, hastalıkları, sağlıklarındaki bozulmaları anlattılar uzun uzun. Bir çanak şeklindeki Çan ilçesinin havası, ilçenin ortasında bulunan seramik fabrikasının işletmeleri ve termik santralleri nedeniyle yeterince kirliyken, ilçenin çevresine yeni termik santraller yapılmasının endişeleri hepsinin yüzünden okunuyordu.

Bayramiç beyazı, Çanakkale domatesi, kapya biberi, çalı fasulyesi Çan Pazarında alıcısını bekliyor. Bin bir emekle yetiştirilen ürünlerinin yıldan yıla bozulduğunu, topraklarının kirlendiğini gören köylüler ne yapacaklarını bilemez bir haldeler. Ekmek kapıları olan Çan pazarının, “Can Pazarı” olduğu günlerin korkusunu görme endişesi hepsinin ortak derdi, sıkıntısı olmuş. Aslında sadece Yenice değil, Çan ilçesi değil, tüm Kaz Dağı, Troas, Biga Vadisi, tüm Çanakkale adım adım can pazarına sürükleniyor!...

Hem tarih hem yaşam toz oldu

Hem tarih hem yaşam toz oldu!
Özer AKDEMİR
Çanakkale Yenice İlçesi Sofular Köyündeki antik Asartepe SİT diye köylünün elinden alınıp bir şirkete tahsis edilmiş. Köylüler şirketin AKP döneminde her taşın altından çıkan Kolin'in taşeronu olduğunu söylüyor. Şirket kale kalıntıları, tümülüsler bulunan antik tepeyi taş ocağı yapmış ama köye ve köylülere verdiği zarar sadece bununla kalmamış.
BİR PATRON PARA KAZANACAK DİYE
Yenice ilçesine 14 kilometre uzaklıktaki Sofular köyüne giderken Bekten köyünü geçtikten sonra manzara birden bire değişiyor. Yol boyunca sağlı sollu dizili bütün ağaçlar ve bitkiler sanki beyaz bir örtüyle örtülmüşler gibi! Köyün dışında hayvanlarının içmesi için su kanalı yaparken rast geldiğimiz Ali Karaman "bir patron para kazanacakta... Şurada kaç tane köy mağdur oluyor!" diyor ağaçları göstererek. "İlk yazdan beri böyle bu ağaçlar. Bahçelerimiz, evlerimiz, hayvanlar bile bembeyaz" diyor Karaman.
Yol boyu dizili ağaçların ötesindeki mısır, tütün, domates, yonca ekili bahçeler de tozdan nasibini fazlasıyla almış. 30-40 tonluk kamyonların biri gidip diğeri geliyor. Beyaz mıcır serili yoldan her kamyon geçtiğinde duman gibi bir toz bulutu havalanıp, karşıdan gelen aracın görüş mesafesini sıfıra indiriyor.
YUTTUĞMUZ TOZUN HADDİ HESABI YOK
Sofular köy meydanındaki kahvede görüştüğümüz Mehmet Emin Özkat, işi gereği her gün Yeniceye iki kere gidip geldiğini belirterek, "Kamyonlar geçerken durmak zorunda kalıyorum. Görmüyorum önümü çünkü. Başvurmadığımız, yazmadığımız makam kalmadı. Biz de insanız! Bu sene yuttuğumuz tozun haddi hesabı yok" diye konuşuyor.
TRAKTÖRÜ SABANI ALIP YÜRÜYECEĞİZ
Kuşkusuz taş ocağının yol açtığı bu toz ve kirlilikten en çok yakınanlar Sofular köyü kadınları. Cahide Özden, tarlaya, bağa bahçeye giderken tozun içinde kaldıklarını söylüyor. Meliha Eskicioğlu taşocağında dinamit atıldığını ve toz bulutunun köye indiğini belirterek, "Bahçelerimiz, ürünlerimiz hiç olmuyor"  diyor. Yetkililere yaptıkları başvurulardan hiçbir sonuç çıkmadığını belirten Eskicioğlu, "Birgün traktörü sabanı alıp toplanıp gideceğiz bakalım. Başka çaresi kalmadı" diyor.  Naciye Sağlam ise taş ocağı şirketine orada çalışmasına izin verenlere tepkili; "Kimden izin almışlarda o işi yapıyorlar. Domateslerimiz, üzümlerimiz kurudu hep. Köy yerinde çarşı domatesi, fasulyesi, sebzesi almak zorunda kalıyoruz. Taş arabaları geçtikten sonra köyün her yanı kireç ocağı gibi oluyor" diyor. Fatma Adışen, evinin yolun kenarında olduğunu, tozdan camı, kapıyı açamadıklarını söylüyor.
MISIR EKTİM İÇİNE GİREMİYORUM TOZDAN
Mehmet Emin Akcan'ın ise tarlası yolun kenarında. Mısır, fasulye, kavun, bamya gibi birçok sebze, meyvenin ekili olduğu tarlasının kamyon tozları nedeniyle ürün vermez hale geldiğini belirten Akcan, "Bahçenin bitişiğindeki tarlaya mısır ektim. İçine girilecek gibi değil, olduğu gibi toz. Şirket kazansın tamam ama insanlar burada toz solumak zorunda değil".
SOFULAR 'YARALI YÜZ' OLDU
Sofular köylülerinden Şuayip Odabaşı bir öğretmen. Altı tane yayınlanmış şiir, öykü, anlatı kitabı bulunan Odabaşı, antik Asartepe'yi tam karşıdan gören bir tepeden manzarayı göstererek; "Çocukluğum buralarda geçti. Şimdi bu durumu gördükçe içim acıyor. Asartepe bu hale geldikten sonra ben Sofular Köyüne 'yaralı yüz' demeye başladım" diyor. Sofular köyünün ve Asartepe'nin 1. derece SİT alanı olması gerektiğini kaydeden Odabaşı, "Asartepede kale kalıntıları, daha henüz el değmemiş tümülüsler var. Köyün içinden çıkan çok güzel bir heykel başı şu anda Çanakkale Müzesinde. Müzedeki haritada Sofular köyünün olduğu yere kırmızı bir nokta konulmuş, 'burası çok önemli' diye. Gelin görün ki, Müzeler Müdürlüğü kayıtlarımızda orasıyla ilgili bir bilgi yok diyebiliyor. Buradaki antik kalıntılar nedeniyle Asartepe'de arazileri bulunan köylülere tapu vermeyen devlet tepeyi bir şirkete vererek taş ocağı yaptırdı. Bu nasıl bir çifte standarttır" dedi.
SİT DİYE TAPU VERMEDİLER BİZE
Babası Mehmet Dereli'nin yıllarca Asartepe'de yaşadığını  ve  ömrünü burada tamamladığını söyleyen oğlu Ali Dereli, yıllardır işledikleri araziden kendilerine hiç birşey vermeden "Burası SİT alanı" diye çıkarıldıklarını söyledi.
Emekli öğretmen Mehmet Hakçalı ise, Asartepedeki taş ocağına giden yol üzerindeki ağaçların tozdan beyazlamış halini göstererek, "Gidin o yolda dize kadar toz vardır. Bu taş ocağına ÇED Raporu istenmeden izin verilmiş. Herhangi bir dava süreci açılmadı daha. Ama herkes şikayetçi, herkes mağdur. Bu tozun olduğu yerde hayvancılık, tarım mümkün değil. yakında insanlarda da başlar kanserler, diğer hastalıklar.
18 Ağustos 2016

Meke Çölü!

'Dünyanın nazar boncuğu' denilen Meke Gölü tamamen kurudu.
Özer AKDEMİR
İzmir
15 Ağustos 2016
Konya Ovasında bulunan ve “Dünyanın nazar boncuğu” denilen Meke Gölü’nün içler acısı hali son gelen fotoğraflarla bir kez daha gün yüzüne çıktı. Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir eski Şube Başkanı Erhan İçöz’ün gönderdiği fotoğraflarda bir zamanlar Ramsar korumasında olan Meke Gölü’nün tamamen kuruduğu görülüyor. Göl, kuruyan suyun geride bıraktığı tuz ve kireç tabakası ile çöle dönmüş durumda!
Meke Çölü!
ARTIK GÖL DEĞİL
Konya’nın Karapınar ilçesine 8 kilometre uzaklıkta bulunan Meke Gölü dünyanın ender jeolojik yapılarından birisi idi. “İdi” diyoruz çünkü Meke’nin artık göl olma özelliği kalmadı! Sönmüş bir volkan kraterinin suyla dolmasından oluşan göl ortasındaki volkan konisi, etrafındaki masmavi sularıyla gökyüzünden bakılınca bir nazar boncuğuna benzetiliyordu. 1. Derece Doğal SİT alanı olan göl, 2005 yılında da uluslararası sulak alanlarla ilgili koruma anlaşması olan Ramsar kapsamına alınmıştı. Deniz seviyesinden 981 metre yükseklikteki Meke Gölü’nün volkan konisindeki suyun derinliği 25 metreyi buluyordu.
RAMSAR’IN BİR ANLAMI KALMAMIŞ
Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir eski Şube Başkanı Erhan İçöz’ün Ulukışla’ya giderken son halini görmek için uğradığı Meke Gölü’nden gönderdiği fotoğraflar gölün tamamen kuruduğunu gösteriyor. Gölde hiç su kalmadığını söyleyen İçöz, “Sadece beyaz bir tabaka var, kireç ya da kaymak diyebileceğimiz bir tabaka” dedi. Gölün kurumasının iki önemli nedeni olduğunu belirten İçöz, “Bunlardan birisi yanlış yeraltı suyu çekimi, diğeri ise küresel ısınma” dedi. İçöz, Meke gölü için artık Ramsar korumasının bir anlamının kalmadığını kaydederek, “Ramsar’a alınmış ama uygulaması olmadıktan sonra bunun bir anlamı kalmıyor. Durum ortada, göl tamamen kurumuş” dedi.
 
DSİ KURTARMA PROJESİ YAPMALI
Gölü kurtarmak için DSİ’nin üniversitelerle ortak çalışarak mutlaka bir proje geliştirmesi gerektiğini ifade eden İçöz, “Bizim gittiğimizde Konya DSİ’den görevliler vardı ve gölün son halinin haritasını çıkarıyorlardı. Meke Gölü bölgenin en önemli sulak alanı. Mutlaka kurtarılması, korunması lazım” diye konuştu.
MEKE GÖLÜ NASIL KURTARILIR?
Meke Gölünün kurtarılmasına dönük birçok kurum tarafından yapılan kısa, orta ve uzun vadeli öneriler arasında şunlar sayılabilir:
- Konu bakanlık düzeyinde ele alınmalı. Küresel ısınmaya karşı mücadele kapsamında değerlendirilmeli.
- Gölün çevresinde buharlaşmayı engelleyecek, kuraklığa dayanıklı ve az su isteyecek türden ağaçlandırma çalışmaları yapılmalı.
- Bölgenin jeolojik yapısına göre sulama yöntemleri yeniden belirlenmeli.
- Kontrolsüz ve kaçak yeraltı su kuyusu açılmasının önüne geçilmeli.
- Yöreye uygun tarımsal üretim ve ürün deseni, özellikle su ihtiyacı az olan bitkilerle yeniden belirlenmeli.
- Modern sulama tekniklerine geçilmeli. Bunnu için çiftçilere eğitim ve maddi destek verilmeli.
- Kısa vadede ise kuruyan göle farklı kaynaklardan su transferi ve gölün tabanına geçirimsiz malzeme serilmeli.

18 Ağustos 2016 Perşembe

Halkın tepkisi ihaleyi iptal ettirdi

Halkın tepkisi ihaleyi iptal ettirdi

Aydın’ın 8 ilçesindeki jeotermal sahalarının ihalesine gelen yoğun tepkilerin ardından valilik, ihaleyi şartname yanlış hazırlandığı için iptal etti.
Özer AKDEMİR
İzmir
Aydın’da halk tepkisi jeotermal ihalesini iptal ettirdi. Aydın’ın 8 ilçesindeki jeotermal sahalarının ihalesine gelen yoğun tepkilerin ardından valilik, ihaleyi şartname yanlış hazırlandığı için iptal etti.
İhalelerin iptal edilmesi ile ilgili görüştüğümüz Aydın Çevre ve Kültür Derneği (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili, halkın tepkisinin yöneticilere geri adım attırdığını vurguladı. 

ÇEVRE NÖBETİ DE DEMOKRASİ NÖBETİDİR
Jeotermal ihalelerini öğrendiklerinden itibaren buna tepki gösterdiklerini ve yöre halkını da bu tepkiye ortak etmeye çalıştıklarını belirten Vergili, yaşam alanlarını koruma mücadelesi sırasında Aydın Emniyet Müdürlüğü ve Valiliğinin kendilerine engel çıkardığını söyledi. İhalelerin iptal edilmesini talep ettikleri dilekçeleri valiliğe ve emniyete verdiklerini aktaran Vergili, “Orada da anlattık, biz yaşam alanlarımızı koruyoruz. Anayasanın 56. maddesi bize bu hakkı veriyor. Çevre nöbeti de demokrasi nöbetinin bir parçası dedik. Topraklarımızı. geleceğimizi korumaya çalışıyoruz dedik” diye konuştu.
Köylülerin özellikle mücadeleye sahip çıktığını ve binlerce köylünün katılımı ile geniş bir eylem ve nöbet başlatmak istedikleri sırada Valiliğin “OHAL Yasası gereği 78 saat önceden haber verilmediği için böylesi bir açık hava etkinliğini yapamazsınız” diye nöbeti yasaklama yoluna gittiğini belirten Vergili, “Buna karşın Aydın’daki hemen hemen bütün meslek odaları, sivil toplum kuruluşları bizim yanımızda oldu. Bu desteğin ve kamuoyunun tepkisinin sürmesinin ardından ihalenin iptal edildiğini açıkladılar” dedi. Toplumsal baskının olduğu yerde yönetenlerin bu baskıya kulaklarını tıkayamadığını kaydeden Vergili, “Eğer sesimizi çıkarmasaydık bu ihale de öncekiler gibi geçecekti. Yine de tehlike geçmiş değil. İhale şartnamesindeki eksiklik gerekçesiyle ihaleler iptal edildi. 6 ayda bir ihale yapılıyormuş. Tekrar ihaleye çıkılabilir yani” diye konuştu.
AYDIN’I PARSEL PARSEL SATTILAR

EGEÇEP Yürütme Kurulu üyesi ve AYÇEP 2. Başkanı Dr. Metin Aydın da 2007’de çıkarılan jeotermal yasasının ardından Aydın topraklarının parsel parsel jeotermal şirketlerine satıldığını söyledi. Birinci sınıf tarım arazilerine kurulan JES’lerin suya, toprağa, havaya, tarıma ve insan sağlığına çok büyük zararlar verdiğini belirten Aydın, Aydın’ın en önemli tarımsal ürünlerinden incir ve zeytinde büyük üretim düşüklüğü yaşandığını belirtti. Aydın, tarımda ve sağlıktaki zararları ortada iken Türkiye’nin en önemli turizm beldeleri arasındaki yerlere yeni JES’ler kurulmasına yönelik çalışmaları anlamanın mümkün olmadığını dile getirdi.
18 Ağustos 2016

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Antik Asartepe taş ocağı oldu!_18 Ağustos - 8 eylül (tekrar) 2016




PERŞEMBE 20.00'de HAYATIN SESİ'nde
Çanakkale Yenice Sofular Köyü antik Asartepe SİT diye köylünün elinden alınmış. Kolin tepeyi taş ocağı yapmış! Önce doğa katledilmiş. Ardından tepedeki kale kalıntıları, tümülüsler... Toz ağaçları beyaza boyarken köylülere tozdan görünmeyen yollar, dalında kuruyan meyveler, nefes darlığı ve kanserler kalmış!

Program tanıtımı: 

Programın tamamı:

İlgili haberler:

11 Ağustos 2016 Perşembe

Troya'da son perde taş ocakları!


 

Bilim insanları Troya'yı bir tiyatro sahnesine benzetiyor

Özer AKDEMİR

Bilimin, 'Troya sadece antik kent değil, çevresiyle bir tiyatro sahnesidir' dediği günümüzde, Troya'nın çevresi taş ocaklarına tahsis edilmiş durumda. Binlerce yıllık uygarlığa beşiklik etmiş dünya kültür mirası Troya ülkesinde tepelere taş ocağı, ovasına çimento fabrikası, Skamender nehrine ise sulama göleti yapıldı!
TROYA'DA ONLARCA TAŞ OCAĞI
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş'le Troya Ovasını ve Skamander Vadisini kuş bakışı gören bir tepedeki taş ocağının önündeyiz. Günlerden pazar ama taş ocağının tonlarca yük taşıyan kamyonları, dar asfalt yolda vızır vızır işliyor. Bölgedeki onlarca taş ocağından birisi burası. Yaklaşık 200 metre genişliğe ulaşan açık ocak bir kuyu gibi metrelerce derine kıvrım kıvrım iniyor. Ocağın tepesinde iş makineleri, kamyonlar, kırıcılar...
TROYA ÜLKESİ YIKIM ALTINDA
Kazdağından beslenen Skamender (Karamenderes) Irmağı binlerce yılda önce Bayramiç Ezine arasındaki verimli tarım arazilerini oluşturdu. Daha sonra kuzeye kıvrılan nehir Pınarbaşı Köyü Çanakkale arasındaki alanı doldurarak Troya öyküsünün zeminini hazırladı.
Prof. Dr. Murat Türkeş, Skamender Irmağı ve Vadisi (Araplar Boğazı)'nın gömük menderesli bir yarma vadi olduğunu belirtirken bölgenin önemini  şu sözlerle dile getiriyor; "Dünyanın birçok yerinde bu oluşumlar tabiatı koruma alanı ya da jeopark olarak korunur. Burada ise taş ocakları istilası var. Binlerce tonluk bu taş ocağı faaliyeti çam ormanlarının, makilerin, zeytinliklerin, arıcılık ve diğer hayvancılık faaliyetlerinin yapıldığı bu yöre toz ve toprak altında. Çanakkale'nin Geyikliye kadar uzanan en verimli ovasının yanı sıra, bir yandan da Troya'nın arka ülkesi bir yıkım altında".
HİÇBİR MADENCİLİK FAALİYETİ YAPILMAMALI
Troya antik kentinin bölgenin kültürünü, yaşam tarzını etkilediğini ve bunun mutlaka korunması gerektiğini dile getiren Türkeş, "Şu anki yaşam tarzıyla, taş ocakları ve bağlantı yollarıyla bunu korumamız mümkün değil. Oysa burada hiçbir madencilik faaliyetine izin verilmemeli ve var olanlar da rehabilite edilmeli. Buranın korunması hem Troya açısından hem de buradaki yaşam alanı, biyoçeşitlilik açısından önemli" diye konuştu.
 SİT ALANI TAŞ OCAĞINA GELİNCE DURMUŞ
Karamenderes nehrinin kıyısındaki taş ocaklarından birisinin yanında konuştuğumuz Çanakkale Çevre Platformundan Reyhan Erdem taş ocağının SİT alanı ile sınır olduğunu söylüyor; "Daha doğrusu SİT taş ocağında bitiyor. Taş ocakları dışarıda bırakılarak SİT belirlenmiş. Troya Milli Parkının bu  alanları da kapsayacak şekilde genişletilmesi için çaba gösterildi ama şu ana kadar bu vadinin tamamının SİT koruması yok."
Skamender Vadisi/Araplar Boğazında, vadiye çok yakın mesafelerde taş ocaklarının kilometreler boyunca faaliyetlerine devam ettiğini aktaran Erdem, "Skamender Vadisi boyunca bir çok yeni ruhsat verildi. Sırtlar özellikle mahvolmuş durumda. Burası hem kuş zenginliği, hem de antik yerleşimler açısından çok önemli bir alan".
TROYAYI KAZ DAĞINA BAĞLAYAN TEK GEÇİT
Vadinin hemen yanında iki tane antik kent olduğunu, bunun yanı sıra bilimsel çalışmalarda bölgede 11 tane de antik yerleşimin tespit edildiğini kaydeden Erdem, "Burası Troya'ya 5-6 km.  Bu nehir, Skamender nehri somut olmayan kültür mirasıdır. Homeros nehri İlyada'da çok güzel anlatıyor. Bu vadi Troyayı Kaz Dağına bağlayan tek geçit. Troya savaşından sonra Troya'dan kaçanlar buraya sığınmış, buradaki antik kentlerde yaralarını sarmış. Kahramanlarını da buraya gömmüşler.  Hektorun, Aşilin mezarları şu ilerideki tepelerde".
HOMEROS'UN SKAMENDER'İ
Homeros İlyada da Skamender Ovasını şu söylerle anlatıyor;
"Öylece gemilerden, barakalardan pıtrak
gibi insan Skamandros Ovasına aktı yayıldı;
İnsanların, atların ayakları altında inledi toprak.
Baharda yeşeren yapraklar gibi durdu binlerce kişi
Çiçekli çayırlarında Skamandros Ovasının."
Bugün, bu ovanın ortasında bir çimento fabrikası var ve yamaçlarında ise pıtrak gibi çoğalan taş ocakları.
BİR TİYATRO SAHNESİDİR TROYA
ODTÜ öğretim üyelerince 2007 yılında hazırlanan "Troya Müzesi ön çalışmaları" başlıklı raporda, Troya'nın çok küçük bir bölümünün sergilendiğini, ziyaretçilerin ortalama 2 saat kalarak akropolü görüp döndüğüne dikkat çekiliyor. Raporda, " Söylence ile gerçekliğin bir arada olduğu Troya salt bir fiziksel olgu, kent ya da arkeolojik alan değildir. Troya Tarihi Milli Parkı’nı doğuran, yerleşmeleriyle, höyükleriyle, çok katmanlı kenti ve savaşıyla Troya olgusudur. Troya ve çevresi gerçekten bir tiyatro sahnesi olarak düşünülmelidir" deniliyor.
Milli Park sınırının genişletilmesi, Troya'nın daha geniş bir kavramsal çerçevede ele alınmasını öneren raporda, "Savaş alanı tümülüsler, mezarlar, Beşik koyu, Akha koyu (Alacalıgöl), Kesik, gibi çok sayıda Antik döneme ait nesnenin öyküleriyle ziyaretçilere gösterilmesi ve yaşatılması gerektiğine dikkat çekiliyor. Vadinin batısında 1.  derece SİT olarak belirlenen Priamos, Paris ve Hektor’un mezar höyüklerinin de Tarihi Milli Park’ın sınırları dışarısında kalmakta.

Troya günümüzde bu rapora dayanılarak bir tiyatro sahnesi olarak düşünüldüğünde taş ocakları bu sahnenin neresinde yer alır acaba?
11 Ağustos 2016

5 Ağustos 2016 Cuma

Binlerce yıllık ‘Araplar Boğazı’nın son hali…(Çanakkale Olay)




Daha önce de gazetemiz Çanakkale OLAY sayfalarında yer verdiğimiz mitolojik adı “Skamender Vadisi” olan Araplar Boğazı’nın son hali görüntülendi. Birçok bilimsel çalışmada korunması gerekliliği sık sık vurgulanan, “Kuş cenneti” de denen Araplar Boğazı’ndaki taş ocakları, bölgenin biyolojik çeşitliliğini, tarımsal zenginliklerini tehdit ediyor.


İçinden Skamandros’un (Karamenderes) deresinin geçtiği, Araplar Boğazı taş ocaklarının tehdidi altında. Mitolojiye göre Akha’ların işgaline karşı direnen Skamandros, tüm mitolojik değerleri, onlarca kuş türü, tarımsal zenginliği, florası ve faunası ile taş ocakları tarafından tabiri yerinde ise ‘istila’ edilmiş durumda. 

Çanakkale Doğa Turizmi Master Planı’nda ilin önemli sulak alanlarından birisi olarak gösterilmesine rağmen, halen koruma altına alınmayan Araplar Boğazı’nın son durumu fotoğraflara yansıyor. “Troia Tarihi Ulusal Parkı Kuş Türleri ve Habitatlarını Tehdit Eden Faktörlere Karşı Alınması Gereken Önlemler (Mehmet Serez -Lothar Gerner)” adlı çalışmada vadide 192 kuş türüne rastlandığı, ekosistemin bütünlüğünün sağlanması bakımından, Troya ulusal parkının sınırlarının genişletilmesi öneriliyor.
 
Gazeteci-Yazar Özer Akdemir’in hazırlayıp sunduğu, Hayatın Sesi TV’de yayınlanan “Çepeçevre Yaşam” adlı programın çekimleri sırasında ortaya çıkan görüntüler, Araplar Boğazı’nın da son halini gözler önüne seriyor. Binlerce yıldır bölgede ‘cennetten bir köşe’ olarak 192 ayrı kuş türüne kol kanat geren, verimli toprakları ile “Troialılardan” bugüne kadar  insanları doyuran Araplar Boğazı’nın, yakın zamanda bu ‘kutsal’ özelliklerini kaybedeceği ifade ediliyor. 

ÇOMÜ’den Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş Araplar Boğazı ile ilgili şu önemli uyarıları yapıyor;
1) Araplar Boğazı, öncelikle, jeomorfoloji, biyocoğrafya ve biyolojik çeşitlilik açısından önemlidir ve çevresiyle birlikte korunmalıdır.
2) Troia ve yakın çevresinin arkeolojik önemi dikkate alındığında, Araplar Boğazı’ndaki taş ocakları, doğrudan Troia arkeolojik yerleşmelerini tehdit etmeseler de, Araplar Boğazı, Troia bağlantılı arkeolojik yerleşim sistemi, araştırma tarihi ve kültür coğrafyası açısından bir bütün olarak görülmeli ve bu kapsamda bir bütün olarak korunmalıdır.....
3) Araplar Boğazı’ndaki her türlü taş-kum ocağı etkinlikleri ve uygulamaları, hem doğal peyzajı tahrip etmekte hem de verimli tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına yol açmaktadır. Bu durum, aynı zamanda bilimsel arazi kullanım ilkelerine aykırıdır.
4) Araplar Boğazı’nın ya da bilimsel olarak söylemek gerekirse gömük menderesli bu yarma vadinin ve çevresinin oluşumu, jeolojik-jeomorfolojik açıdan eşsiz özellikler gösterir.
5) Bu yüzden, oluşumu milyonlarca yılda gerçekleşen Araplar Boğazı, sahip olduğu eşsiz jeolojik-jeomorfolojik özelliği, peyzajı, biyolojik çeşitliliği, geleneksel tarımı, Troia ve onun kültür coğrafyası dikkate alınarak, bütüncül bir yaklaşımla ve istisnasız korunmalıdır.... 

(Seçkin Sağlam)

4 Ağustos 2016 Perşembe

ÇEPEÇEVRE YAŞAM_Troya’nın arka bahçesine taş ocağı!_4 Ağustos 016



Dünya Kültür mirası olan Troya antik kentinin arka bahçesi olarak bilinen Skamender Vadisi-Araplar Boğazı taş ocaklarının istilası altında.
Özer AKDEMİR'in hazırlayın sunduğu ÇEPEÇEVRE YAŞAM
4 Ağustos 2016 Perşembe Saat: 20.00'de
HAYATIN SESİ'nde


Programın tanıtımı: 
https://www.youtube.com/watch?v=nQ2fj20VXoo&feature=youtu.be

Programın tamamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=ne85sZBrdFo
https://www.youtube.com/watch?v=4fxpTL-gBu8   (Tv yüklemesi) İlgili haber: 
https://www.evrensel.net/haber/284983/truvanin-arka-bahcesine-tas-ocagi

1 Ağustos 2016 Pazartesi

“Mücadeleyi yürütecek olan köylülerdir, halktır”_Çanakkale Olay Gazetesi Röp.

“Mücadeleyi yürütecek olan köylülerdir, halktır”
01.08.2016         

Evrensel Gazetesi İzmir Muhabirliğini yürüten gazeteci-yazar Özer Akdemir, Çanakkale ve Türkiye’de son dönemde gelişen çevre sorunları ve mücadeleleri ile ilgili gazetemiz Çanakkale OLAY’a konuştu. Akdemir, çevre mücadelesinin başarıya ulaşması için; “Asıl mücadeleyi yürütecek olanlar o bölgenin köylüleridir, halkıdır” dedi.


RÖPORTAJ / BURHAN MERT BALCI

1998’de Zonguldak’ta gazeteciliğe başlayan ve 2000 bin yılından bu yana Evrensel Gazetesi İzmir Muhabirliğini yapan gazeteci-yazar Özer Akdemir ile Çanakkale ve Türkiye’de son dönemde gelişen çevre sorunları ve mücadeleleri hakkında konuştuk. 2000’li yıllardan bu yana özellikle yaptığı ekoloji haberleri ile dikkatleri çeken Akdemir, Türkiye ve Çanakkale’de yaşanan çevre sorunları ve çevre mücadelesinin gelişimi ile ilgili gazetemiz Çanakkale OLAY’a konuştu. İlk olarak kendini tanıtan Akdemir; “Ben 1998’den beri Evrensel Gazetesi’nde gazetecilik yapıyorum. Evrensel gazetesi muhabiri olarak Zonguldak’ta başladım ve 200 yılında İzmir’e geldim. 2000 yılından bu yana da daha çok ekoloji ya da çevre muhabirliği dediğimiz alanda çalışıyorum. Bu ekoloji muhabirliğine nereden başladım? İzmir’e geldiğim dönemde köylülerin altın madenine karşı verdiği bir mücadele vardı. 2000’li yıllarda da bu mücadele en üst seviyeye çıkmıştı. O hareketleri, onların eylemliliklerini izleye izleye bu alana girdik. O süreçten sonra da köylülerin altın madenine karşı mücadelesi bir kırılma noktası oldu. Çevrecilik orta sınıf ve küçük burjuvaların yaptığı bir uğraş gibi görülürdü. Açıkçası çok da önemsenmezdi. Ama Bergama köylülerinin altın madenine karşı yürüttüğü mücadeleden sonra Türkiye’deki çevre mücadelesi algısı değişti. Ne oldu? Bir kere görüldü ki, bir grup aydın, bir grup orta sınıf, bir küçük burjuvanın işi değil çevre mücadelesi. Köylüler de kendi yaşam alanlarını altın madenine karşı korumak için sokaklara çıkarak gece gündüz eylemlerde bulundular ve öyle değişik eylemler yaptılar ki, boğaz köprüsüne çıkmak mı dersin, çıplak olarak bildiri dağıtma mı dersin, nüfus sayımına katılmama mı dersin, dünya kadar farklı farklı çeşitli eylemler yaptılar. O dönemde Türkiye’deki demokrasinin gelişim düzeyine baktığımız zaman, o gün de günümüzde olduğu gibi bir baskı dönemi vardı ve emek mücadelesi geriletilmiş durumda. Emek mücadelesi yürütenlerin sesinin pek çıkmadığı bir ortamda Bergama köylülerinin topraklarını korumak için ayağa kalkması Türkiye demokrasisinin bir parçası oldu ve sözcüsü gibi oldu. Köylüler sadece kendi yaşam alanlarını koruma mücadelesi vermesi dışında, mesela o dönem diyelim memurlar eylemdeyseler, onlara destek veren pankartlar açmaya başladılar. Irak’ta savaş vardı ve onun ile ilgili pankart açtılar. Yani demokratik talepleri de dile getiriyorlardı. Bunlar toplumda sempati yaratmanın yanı sıra ülke dışında da bir sempati yarattı. İşte o kırılma ile birlikte ekoloji mücadelesi ve aynı zamanda sermayenin doğal alanlara, ormanlara, sulara kıyılara çeşitli gerekçelerle, madencilik, enerji, orman alanlarının yağmalanması gibi çeşitli gerekçelerle yapılan saldırılar her geçen gün daha da yoğunlaştı. Özellikle AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinin ardından bu yoğunluk her geçen gün kendisini hissettirdi. Sermayenin saldırıları HES’ler, RES’ler gib argümanlarla her geçen gün yoğunlaştıkça, bunun karşısındaki mücadele de gelişti. Yani Bergama Köylülerinin o ekoloji mücadelesi algısını kırıp, tabanı halka indirdiği mücadele bir baktık Kışladağ’da kendini buldu. Orada köylüler madenlere karşı mücadele etmeye başladı. Bir baktık başka bir yerde köylüler termik santrale karşı mücadele etmeye başladı ve bunlar halkın mücadelesi olmaya başladı” dedi. 

 “Katliamın ne boyutta olduğunu görebiliyorum”

Türkiye’de yaşanan doğa tahribatının her geçen gün giderek arttığını ifade eden Akdemir; “Bu süreçler hala daha günümüzde devam ediyor. Bu saldırılar karşısında halk kendi alanlarını korumaya çalışıyor, ama bir taraftan da hukuki bir süreci de yürütmeye çalışıyorlar. Aynı Çanakkale’de olduğu gibi. İnsanlar demokratik hukuk devletinde yaşıyorlar ve taleplerinin yerine getirilmesini istiyorlar. Onun için de davalar açıyorlar. Bir taraftan da fiili olarak mücadele ederken, bir taraftan da hukuki süreçler devam ediyor. İşte tam burada sistem kimin sistemi, partiler kimin partileri. İşte AKP sermayenin şu anda meclisteki has partisi. Bu nedenle bu gelişen süreç içerisinde sermayenin ayağına dolanabilecek her türlü yasal engeli kaldırmak için, yasaları, hukuku alabildiğine değiştiriyorlar. Bir yerde mahkemede termik santrale karşı mahkemede bir kazanım mı elde ettin, pat bir hafta sonra o yasa maddesi şirketin lehine değiştirilmiş. Ya yasa maddesi olarak değiştirilmiş, ya yönetmelik olarak değiştirilmiş. Başka bir yolunu buluyorlar. Bunu hukukçular, hukukun arkasından dolanmak olarak tarif ediyorlar. Tabi böyle olunca, insanlar hukuka güvenemeyince, hukuktan kendi varlıklarını, çocukların geleceklerini koruma gibi bir yardım göremeyince bu sefer şöyle bir durum ortaya çıkıyor, bu sefer ya fiili anlamda insanlar orada mücadele ederek devletin her türlü baskısına ve zoruna karşı yaşam alanlarını koruyorlar. Sinop Gerze’de olan budur mesela. Orada insanlar bir yılı aşkın zamandır mücadele ettiler ve oradaki saldırıyı püskürttüler.  Yuvarlakçay’da da orada bir şirket gidip dereye HES kurmak istedi. İnsanlar derenin başına çadırlarını kurdular, 6 ay boyunca kış günü direndiler. Her yerde bu direniş böyle olamayabiliyor tabi. Bazı yerlerde daha cılız olabiliyor. Mesela Kışladağ’da şu anda Avrupa’nın en büyük altın madeni var ve civarında 10-15 köy var. Sadece bir köy buna ses çıkararak mücadele etti. Bir köyün mücadelesi sonucu bunu en fazla bir yıl öteleyebilirsin. Nitekim de şu anda Kışladağ’da öyle oldu. Bölge mahvolmuş durumda. Ben dönem dönem dönem gidiyorum. Kışladağ’ın ilk halini bilirim, hatta maden için ilk kazmanın vurulduğu gün de biz oradaydık. Oradaki ormanların çalışmalar başlamadan önceki halini bilirim. Bir de şimdiki halini yanına koyunca katliamın ne boyutta olduğunu görebiliyorum” dedi. 
 
“Ağı Dağı, hasta bir canlı”
Çanakkale’de yaşanan çevre sorunlarına değinen Akdemir; “Çanakkale’ye gelirsek, Çanakkale tabi ki de çok güzel ve önemli bir yer. Hem kültür anlamında, hem coğrafi konum anlamında, hem turizm anlamında. Denizin kıyısında sessiz sakin bir kent. Türkiye’deki kültürel yapı anlamında da son derece önemli. İşte antik kentleri, Kazdağı’nın kendine has kültürü. Böyle bir yerde ne olması beklenir? Turizmin ön plana çıkması beklenir. Daha bugün okudum, bir akademisyenin araştırması var. Şu anda bilinen ve bulunan antik kentler dışında Çanakkale’de 200 tane antik kent olduğunu ve bunların envantere geçirilmediğini söylüyor. Bunlar Çanakkale’de bilinen antik kentler dışında. Çanakkale’de böyle bir kültürel zenginlikten bahsediyoruz. Burası doğal olarak da ormanlarla kaplı, bin pınarlı İda dediğimiz dağın kendine özel yapış, ormanlık alanları, orada yetişen bitkileri, orada yetişen meyve ve sebzeleri, hayvancılığı varken, onların üzerinden gidilmesi gerekirken, tam tersine bunları yok sayan, turizmi baltalayan, orada hayvancılığı, çiftçiliği, ormancılığı baltalayan yatırımlara yöneliyorlar. İşte son dönemde AKP tarafından uygulanan saldırılar. Nedir bunlar? Kazdağı’nda yapılmak istenen altın madenciliği. Kazdağı’nın her tarafına üşüştüler. Ağı Dağı’nı biliyorum. Daha önce de çokça gittim. En son gittiğimde Ağı Dağı’nda sondaj yapılmadık yer kalmamıştı. Böyle mavi borular, sondajlar arasında uzatılmış, her taraf mavi boru dolu. Ağı Dağı, hasta bir canlı yatmış, kolundan serum verilen bir hasta haline gelmiş. Ağı Dağı o bölgenin su deposu. Çanakkale’ye giden sular Ağı Dağı’ndan geliyor. Hatta bununla ilgili bir haber yaptım. Orada kurulmak istenen altın madeninin zenginleştirme tesisi, tam da oradaki su havzasının üstüne kurulmak isteniyor.  Çanakkale’nin sularının bu şirketlere peşkeş çekilmesi gibi bir şey söz konusu. Sadece bir şirkete değil, onlarca şirkete. Çoğu da yabancı şirketler. Bunlar Kazdağı’ndaki o zenginlikleri yağmalamak için şu anda üşüşmüş durumdalar. Sondaj çalışmalarına devam ediyorlar” dedi. 
 
“Gözden çıkarılmış bölgeler”
İstanbul ve çevresinde oluşan sanayi yükünün Çanakkale bölgesine taşınmak istediğini belirten Akdemir; “Bir taraftan da İstanbul ve Kocaeli’ne sıkışmış olan sanayi yükünü Çanakkale’ye, Güney Marmara’ya doğru yayılması söz konusu. Son Çanakkale-Balıkesir çevre planına baktığınızda bu çok açık belli oluyor. Mesela Balıkesir Bandırma, Çanakkale Biga, Karabiga enerji bölgeleri ve maden gölgeleri olarak görülüyor. Köprü de yapılacak ve orada üretilen enerji, İstanbul’a, oraya buraya dağıtılacak. Çanakkale’de şu anda 20 tane termik santralden bahsediliyor. Termik santralin yaratacağı etkiyi Yatağan’dan biliyoruz. Çan ile ilgili bir yazı okumuştum. Özellikle kış aylarında karbondioksit, kükürtdioksit ve partikül madde oranının sağlığa zarar verecek değerlerin çok çok üzerinde olduğuna dair Çanakkale hava kalitesi ölçüm raporlarından oluşan bir rapor okudum. Bununla ilgili çeşitli öneriler de var. Kömür değil de doğalgaz yakılsın diye. Böyle önerilerin dikkate alınması gerekirken, tam tersini yapıyorlar ve Çan’a 4’üncü termik santralin yapılması konuşuluyor. Oradaki insanlar resmen gözden çıkarılmış durumdalar. Nasıl Aliağa’da deniz, hava, su, toprak kirlenmişse, o bölge nasıl gözden çıkarılmışsa, aynı şekilde Çan, Karabiga, Biga da gözden çıkarılmış bölgelerdir. Dilovası gibi bir şey olacak. Oraları kirlettiler artık ve Ergene nehri dünyanın en kirli suları arasında. Yani orada balık adamlar üzerindeki balık adam kıyafetleri ile suya giremiyorlar. Siyanür zehirlenmesi yaşamamak için. İşte bu bölgenin kirliliğini Çanakkale bölgesine yaymak istiyorlar. Bunları yaparken, o bölgelerde binlerce insan yaşıyor. Bunların geçim kaynakları tarım, hayvancılık, turizm. Onların geçim kaynaklarını hem ellerinden alıyorsunuz, hem de yaşam alanlarını ellerinden alıyorsunuz. Şimdi kirlenince ne olacak? O bölgede gelecek nesiller yaşayamaz hale gelecekler. Bu konu ile ilgili Prof. Dr. Kenan Kaynaş’ın çok önemli araştırmaları vardır. O bölgedeki tarım, hayvancılık ve turizmden elde edilen gelirlerle, yapılacak madencilikten gelecek olan gelirleri yan yana koyup karşılaştırıyor. Yani 15 yıllık yürütülecek bir madencilikten gelecek olan gelirin, diğer ürünlerden gelecek gelirden çok daha az olduğunu ortaya koyuyor. Bu konu ile ilgili çok sayıda bilimsel araştırma olmasına rağmen, bilim insanlarının uyarısına rağmen hala termik santral yapmaya devam ediyorlar, halen maden çalışmaları yürütmeye devam ediyorlar” dedi. 
 
“Ne tarihi, ne geleceği düşünmüyor”
Türkiye’nin enerji ihtiyacından daha fazla enerji üretimi yapıldığını vurgulayan Akdemir; “Bir taraftan da yenilenebilir enerji, temiz enerji masalı ile Ayvacık’ta, Çanakkale’nin yakın bölgelerinde, Radar Tepesi’nde rüzgar santralleri kuruyorlar. Bunların etkileri de tam olarak bilinmiyor. Tam araştırılmamış, sadece santralin yüz ölçümünde değil, bunların iletim hatlarıyla orman alanlarının katliamına neden olan bir enerji üretim modelini temiz ve yenilenebilir enerji diye insanlara yutturmaya çalışıyorlar. Bir taraftan da ülkenin enerji tüketim rakamlarına baktığımızda da, enerji fazlamız olduğunu görüyoruz. Buna rağmen hala daha elektrik üretmek için nükleer de dahil, kaç tane termik, kaç tane HES, kaç tane RES yapılma çabasına baktığımızda bunun altında başka bir şey çıkıyor. Sermayenin, kapitalizmin sürekli kendini üretmesi, sürekli kar elde etme güdüsü ve bunu yaparken de ne doğayı, ne insanı, ne canlı yaşamı, ne tarihi, ne geleceği düşünmüyor” dedi. 

“Köprü de bunların üzerine tuz biber ekiyor”
Çanakkale Boğazına yapılmak istenen köprünün doğa tahribatının tuzu biberi olacağını ifade eden Akdemir; “Çanakkale’de yapılmak istenen köprü trafik yükünü daha da fazla arttıracak. İkincisi o köprünün güzergahı muhtemelen Milli Park’ın içerisinden geçecek. Çanakkale’nin her tarafı Milli Park. Savaşlardan kaynaklı ya tarihi sit alanı ya da doğal sit alanı. O yolların geçtiği güzergahlar verimli tarım arazileri. Tarım alanlarından yolları geçireceksin. Bir taraftan hem yapılaşma artıyor, bir taraftan trafik yükünün getirdiği eksoz dumanı ve diğer kirlilikler artıyor, bir taraftan da bu yolları boşuna yapmıyorlar. İstanbul ve çevresinin sanayi yükünü buraya taşıyacaklar ve burada üretilecek enerjiyi İstanbul’a ve çevreye taşımak için kullanacaklar. Çanakkale için köprünün yapılması tam bir yıkım olur. Bunu sadece ben söylemiyorum. Bursa Şehir Planlamacıları Odasının çok güzel bir raporu var. Orada özellikle Balıkesir ve Çanakkale çevre planını eleştiriyor. Onunla ilgili olarak da dava açtılar. Bu köprü yapılırsa, termik santraller, madenler açılırsa, Bandırma Balıkesir civarınca liman projesi yapılırsa ne olacağını teker teker açıklamışlar ve çok ciddi anlamda bir yıkım söz konusu Çanakkale için. Köprü de bunların üzerine tuz biber ekiyor” dedi. 

“Mücadelenin ana gövdesi köylüler olabilir”
Türkiye ve Çanakkale’de verilen çevre mücadelesine değinen Akdemir; “Çanakkale’de bunlar gelişirken bir taraftan da insanlar mücadele etmeye çalışıyorlar. Çanakkale Çevre Platformundaki arkadaşlar bir süredir oradaki mücadeleyi yürütmeye çalışıyorlar. Köylere gidiyorlar. Ben de bir çoğunda oralara gittim ve gazete ve televizyon için çekimler yaptım. Çanakkale, Kazdağı ile ilgili yaklaşık 10’u aşkın televizyon programı yapmışımdır. Tabi ekolojik mücadele içerisinde şöyle bir sıkıntı var, ülke genelindeki mücadelelere baktığımızda, bunu diğer konulardaki mücadelelere de bağlayabiliriz, bir kere bir yerde termik santral veya altın madeni yapılacaksa, öncelikle o yöredeki insanların buna karşı koymasının yolu ve yöntemlerinin bulunması lazım. Bu nasıl olacak, orada insanlar altın madeni ile ilgili bilgileri yoksa ekoloji örgütünün görevi o yöredeki insanlara bu konu ile ilgili bilgilendirmede bulunmaktır. Uzmanlar oraya gidip maden çalışmalarının etkileri hakkında bilgiler verecek. Bunları anlattıktan sonra, bu bölgedeki köylülerin mücadeleyi örgütlemeleri için kendi içlerinde örgütlenmeleri lazım. Yani ekoloji örgütleri o bölgedeki insanlar adına mücadele edemezler. Bunu yaptıkları anda, bir kere gücü yetmez. Çanakkale’de mesela nereye yetecekler? Çan’a mı yetecek? Bayramiç’e mi yetecek? Kazdağı’na mı, termiklere mi, RES’lere mi yetecek? Onlarca sorun var.  Mücadele bu köylerdeki insanlar ile birlikte olursa anlamlı ve başarılı olabilir. Başarılı olmasının tek koşulu bu. O köylüleri ekoloji örgütü olarak mücadelenin içerisine katamazsan burada bir şey yapamazsın. Hukuki anlamda destek verirsin, dava açarsın, hukuki mücadeleyi yürütürsün. Bilimsel anlamada destek verirsin. Teknik anlamda sosyal medyada da bir şeyler yaparsın o da tamam. Ama onun dışında köylüler adına gidip orada mücadelede öne geçemezsin. Oradaki mücadelenin ana gövdesi köylüler olabilir” dedi. 


“Belediyeler bu işin içinde olmak zorundalardır”
Çevre katliamına karşı yürütülecek asıl mücadelenin o bölgenin insanları tarafından verilmesi gerektiğini vurgulayan Akdemir; “Etili’de bir miting yapılmıştı. Orada mesela köylülerin katılımı çok azdı. Çanakkale’den katılım daha fazlaydı. Çanakkale Belediyesi bu konuda duyarlı. Çanakkale o açıdan şanslı. Keşke bizim İzmir Belediyesi de ekoloji mücadelelerine destek verse. Çanakkale’de Belediye Başkanının verdiği destekler çok iyi, ama belediyeler olanakları sağlayınca siz bizim için de mücadele verin diyemez. Dedikleri oranda yanlış yaparlar. Çünkü bu mücadeleyi asıl yürütmesi gerekenler ve önde olması gereken gücün belediyeler olması gerekir. O Atikhisar Barajı zehirlenir ise Ülgür Gökhan Çanakkale’ye nereden su getirecek diye düşünmek zorunda kalacak. Belediyeler bu işin içinde olmak zorundalardır. Bu işi gönüllü anlamda yapan örgütlere de destek olmalılar. Ama asıl mücadeleyi yürütecek olanlar o bölgenin köylüleridir, halkıdır” dedi. 

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...