“Mücadeleyi yürütecek olan köylülerdir, halktır”
01.08.2016
Evrensel Gazetesi İzmir Muhabirliğini yürüten gazeteci-yazar Özer Akdemir,
Çanakkale ve Türkiye’de son dönemde gelişen çevre sorunları ve mücadeleleri ile
ilgili gazetemiz Çanakkale OLAY’a konuştu. Akdemir, çevre mücadelesinin
başarıya ulaşması için; “Asıl mücadeleyi yürütecek olanlar o bölgenin
köylüleridir, halkıdır” dedi.
RÖPORTAJ / BURHAN MERT BALCI
1998’de Zonguldak’ta gazeteciliğe başlayan ve 2000 bin yılından bu yana
Evrensel Gazetesi İzmir Muhabirliğini yapan gazeteci-yazar Özer Akdemir ile
Çanakkale ve Türkiye’de son dönemde gelişen çevre sorunları ve mücadeleleri
hakkında konuştuk. 2000’li yıllardan bu yana özellikle yaptığı ekoloji
haberleri ile dikkatleri çeken Akdemir, Türkiye ve Çanakkale’de yaşanan çevre
sorunları ve çevre mücadelesinin gelişimi ile ilgili gazetemiz Çanakkale OLAY’a
konuştu. İlk olarak kendini tanıtan Akdemir; “Ben 1998’den beri Evrensel
Gazetesi’nde gazetecilik yapıyorum. Evrensel gazetesi muhabiri olarak Zonguldak’ta
başladım ve 200 yılında İzmir’e geldim. 2000 yılından bu yana da daha çok
ekoloji ya da çevre muhabirliği dediğimiz alanda çalışıyorum. Bu ekoloji
muhabirliğine nereden başladım? İzmir’e geldiğim dönemde köylülerin altın
madenine karşı verdiği bir mücadele vardı. 2000’li yıllarda da bu mücadele en
üst seviyeye çıkmıştı. O hareketleri, onların eylemliliklerini izleye izleye bu
alana girdik. O süreçten sonra da köylülerin altın madenine karşı mücadelesi
bir kırılma noktası oldu. Çevrecilik orta sınıf ve küçük burjuvaların yaptığı
bir uğraş gibi görülürdü. Açıkçası çok da önemsenmezdi. Ama Bergama
köylülerinin altın madenine karşı yürüttüğü mücadeleden sonra Türkiye’deki
çevre mücadelesi algısı değişti. Ne oldu? Bir kere görüldü ki, bir grup aydın,
bir grup orta sınıf, bir küçük burjuvanın işi değil çevre mücadelesi. Köylüler
de kendi yaşam alanlarını altın madenine karşı korumak için sokaklara çıkarak
gece gündüz eylemlerde bulundular ve öyle değişik eylemler yaptılar ki, boğaz
köprüsüne çıkmak mı dersin, çıplak olarak bildiri dağıtma mı dersin, nüfus
sayımına katılmama mı dersin, dünya kadar farklı farklı çeşitli eylemler
yaptılar. O dönemde Türkiye’deki demokrasinin gelişim düzeyine baktığımız
zaman, o gün de günümüzde olduğu gibi bir baskı dönemi vardı ve emek mücadelesi
geriletilmiş durumda. Emek mücadelesi yürütenlerin sesinin pek çıkmadığı bir
ortamda Bergama köylülerinin topraklarını korumak için ayağa kalkması Türkiye
demokrasisinin bir parçası oldu ve sözcüsü gibi oldu. Köylüler sadece kendi yaşam
alanlarını koruma mücadelesi vermesi dışında, mesela o dönem diyelim memurlar
eylemdeyseler, onlara destek veren pankartlar açmaya başladılar. Irak’ta savaş
vardı ve onun ile ilgili pankart açtılar. Yani demokratik talepleri de dile
getiriyorlardı. Bunlar toplumda sempati yaratmanın yanı sıra ülke dışında da
bir sempati yarattı. İşte o kırılma ile birlikte ekoloji mücadelesi ve aynı
zamanda sermayenin doğal alanlara, ormanlara, sulara kıyılara çeşitli
gerekçelerle, madencilik, enerji, orman alanlarının yağmalanması gibi çeşitli
gerekçelerle yapılan saldırılar her geçen gün daha da yoğunlaştı. Özellikle
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinin ardından bu yoğunluk her geçen gün
kendisini hissettirdi. Sermayenin saldırıları HES’ler, RES’ler gib argümanlarla
her geçen gün yoğunlaştıkça, bunun karşısındaki mücadele de gelişti. Yani
Bergama Köylülerinin o ekoloji mücadelesi algısını kırıp, tabanı halka
indirdiği mücadele bir baktık Kışladağ’da kendini buldu. Orada köylüler
madenlere karşı mücadele etmeye başladı. Bir baktık başka bir yerde köylüler
termik santrale karşı mücadele etmeye başladı ve bunlar halkın mücadelesi
olmaya başladı” dedi.
“Katliamın ne boyutta olduğunu görebiliyorum”
Türkiye’de yaşanan doğa tahribatının her geçen gün giderek
arttığını ifade eden Akdemir; “Bu süreçler hala daha günümüzde devam ediyor. Bu
saldırılar karşısında halk kendi alanlarını korumaya çalışıyor, ama bir
taraftan da hukuki bir süreci de yürütmeye çalışıyorlar. Aynı Çanakkale’de
olduğu gibi. İnsanlar demokratik hukuk devletinde yaşıyorlar ve taleplerinin
yerine getirilmesini istiyorlar. Onun için de davalar açıyorlar. Bir taraftan
da fiili olarak mücadele ederken, bir taraftan da hukuki süreçler devam ediyor.
İşte tam burada sistem kimin sistemi, partiler kimin partileri. İşte AKP
sermayenin şu anda meclisteki has partisi. Bu nedenle bu gelişen süreç
içerisinde sermayenin ayağına dolanabilecek her türlü yasal engeli kaldırmak
için, yasaları, hukuku alabildiğine değiştiriyorlar. Bir yerde mahkemede termik
santrale karşı mahkemede bir kazanım mı elde ettin, pat bir hafta sonra o yasa
maddesi şirketin lehine değiştirilmiş. Ya yasa maddesi olarak değiştirilmiş, ya
yönetmelik olarak değiştirilmiş. Başka bir yolunu buluyorlar. Bunu hukukçular,
hukukun arkasından dolanmak olarak tarif ediyorlar. Tabi böyle olunca, insanlar
hukuka güvenemeyince, hukuktan kendi varlıklarını, çocukların geleceklerini
koruma gibi bir yardım göremeyince bu sefer şöyle bir durum ortaya çıkıyor, bu
sefer ya fiili anlamda insanlar orada mücadele ederek devletin her türlü
baskısına ve zoruna karşı yaşam alanlarını koruyorlar. Sinop Gerze’de olan
budur mesela. Orada insanlar bir yılı aşkın zamandır mücadele ettiler ve
oradaki saldırıyı püskürttüler. Yuvarlakçay’da da orada bir şirket gidip
dereye HES kurmak istedi. İnsanlar derenin başına çadırlarını kurdular, 6 ay
boyunca kış günü direndiler. Her yerde bu direniş böyle olamayabiliyor tabi.
Bazı yerlerde daha cılız olabiliyor. Mesela Kışladağ’da şu anda Avrupa’nın en
büyük altın madeni var ve civarında 10-15 köy var. Sadece bir köy buna ses
çıkararak mücadele etti. Bir köyün mücadelesi sonucu bunu en fazla bir yıl
öteleyebilirsin. Nitekim de şu anda Kışladağ’da öyle oldu. Bölge mahvolmuş
durumda. Ben dönem dönem dönem gidiyorum. Kışladağ’ın ilk halini bilirim, hatta
maden için ilk kazmanın vurulduğu gün de biz oradaydık. Oradaki ormanların
çalışmalar başlamadan önceki halini bilirim. Bir de şimdiki halini yanına
koyunca katliamın ne boyutta olduğunu görebiliyorum” dedi.
“Ağı Dağı, hasta bir canlı”
Çanakkale’de yaşanan çevre sorunlarına değinen Akdemir;
“Çanakkale’ye gelirsek, Çanakkale tabi ki de çok güzel ve önemli bir yer. Hem
kültür anlamında, hem coğrafi konum anlamında, hem turizm anlamında. Denizin
kıyısında sessiz sakin bir kent. Türkiye’deki kültürel yapı anlamında da son
derece önemli. İşte antik kentleri, Kazdağı’nın kendine has kültürü. Böyle bir
yerde ne olması beklenir? Turizmin ön plana çıkması beklenir. Daha bugün
okudum, bir akademisyenin araştırması var. Şu anda bilinen ve bulunan antik
kentler dışında Çanakkale’de 200 tane antik kent olduğunu ve bunların envantere
geçirilmediğini söylüyor. Bunlar Çanakkale’de bilinen antik kentler dışında.
Çanakkale’de böyle bir kültürel zenginlikten bahsediyoruz. Burası doğal olarak
da ormanlarla kaplı, bin pınarlı İda dediğimiz dağın kendine özel yapış,
ormanlık alanları, orada yetişen bitkileri, orada yetişen meyve ve sebzeleri,
hayvancılığı varken, onların üzerinden gidilmesi gerekirken, tam tersine
bunları yok sayan, turizmi baltalayan, orada hayvancılığı, çiftçiliği,
ormancılığı baltalayan yatırımlara yöneliyorlar. İşte son dönemde AKP
tarafından uygulanan saldırılar. Nedir bunlar? Kazdağı’nda yapılmak istenen
altın madenciliği. Kazdağı’nın her tarafına üşüştüler. Ağı Dağı’nı biliyorum.
Daha önce de çokça gittim. En son gittiğimde Ağı Dağı’nda sondaj yapılmadık yer
kalmamıştı. Böyle mavi borular, sondajlar arasında uzatılmış, her taraf mavi
boru dolu. Ağı Dağı, hasta bir canlı yatmış, kolundan serum verilen bir hasta
haline gelmiş. Ağı Dağı o bölgenin su deposu. Çanakkale’ye giden sular Ağı
Dağı’ndan geliyor. Hatta bununla ilgili bir haber yaptım. Orada kurulmak
istenen altın madeninin zenginleştirme tesisi, tam da oradaki su havzasının
üstüne kurulmak isteniyor. Çanakkale’nin sularının bu şirketlere peşkeş
çekilmesi gibi bir şey söz konusu. Sadece bir şirkete değil, onlarca şirkete.
Çoğu da yabancı şirketler. Bunlar Kazdağı’ndaki o zenginlikleri yağmalamak için
şu anda üşüşmüş durumdalar. Sondaj çalışmalarına devam ediyorlar” dedi.
“Gözden çıkarılmış bölgeler”
İstanbul ve çevresinde oluşan sanayi yükünün Çanakkale
bölgesine taşınmak istediğini belirten Akdemir; “Bir taraftan da İstanbul ve
Kocaeli’ne sıkışmış olan sanayi yükünü Çanakkale’ye, Güney Marmara’ya doğru
yayılması söz konusu. Son Çanakkale-Balıkesir çevre planına baktığınızda bu çok
açık belli oluyor. Mesela Balıkesir Bandırma, Çanakkale Biga, Karabiga enerji
bölgeleri ve maden gölgeleri olarak görülüyor. Köprü de yapılacak ve orada
üretilen enerji, İstanbul’a, oraya buraya dağıtılacak. Çanakkale’de şu anda 20
tane termik santralden bahsediliyor. Termik santralin yaratacağı etkiyi
Yatağan’dan biliyoruz. Çan ile ilgili bir yazı okumuştum. Özellikle kış
aylarında karbondioksit, kükürtdioksit ve partikül madde oranının sağlığa zarar
verecek değerlerin çok çok üzerinde olduğuna dair Çanakkale hava kalitesi ölçüm
raporlarından oluşan bir rapor okudum. Bununla ilgili çeşitli öneriler de var.
Kömür değil de doğalgaz yakılsın diye. Böyle önerilerin dikkate alınması
gerekirken, tam tersini yapıyorlar ve Çan’a 4’üncü termik santralin yapılması
konuşuluyor. Oradaki insanlar resmen gözden çıkarılmış durumdalar. Nasıl
Aliağa’da deniz, hava, su, toprak kirlenmişse, o bölge nasıl gözden
çıkarılmışsa, aynı şekilde Çan, Karabiga, Biga da gözden çıkarılmış
bölgelerdir. Dilovası gibi bir şey olacak. Oraları kirlettiler artık ve Ergene
nehri dünyanın en kirli suları arasında. Yani orada balık adamlar üzerindeki
balık adam kıyafetleri ile suya giremiyorlar. Siyanür zehirlenmesi yaşamamak
için. İşte bu bölgenin kirliliğini Çanakkale bölgesine yaymak istiyorlar.
Bunları yaparken, o bölgelerde binlerce insan yaşıyor. Bunların geçim
kaynakları tarım, hayvancılık, turizm. Onların geçim kaynaklarını hem
ellerinden alıyorsunuz, hem de yaşam alanlarını ellerinden alıyorsunuz. Şimdi
kirlenince ne olacak? O bölgede gelecek nesiller yaşayamaz hale gelecekler. Bu
konu ile ilgili Prof. Dr. Kenan Kaynaş’ın çok önemli araştırmaları vardır. O
bölgedeki tarım, hayvancılık ve turizmden elde edilen gelirlerle, yapılacak
madencilikten gelecek olan gelirleri yan yana koyup karşılaştırıyor. Yani 15
yıllık yürütülecek bir madencilikten gelecek olan gelirin, diğer ürünlerden
gelecek gelirden çok daha az olduğunu ortaya koyuyor. Bu konu ile ilgili çok
sayıda bilimsel araştırma olmasına rağmen, bilim insanlarının uyarısına rağmen
hala termik santral yapmaya devam ediyorlar, halen maden çalışmaları yürütmeye
devam ediyorlar” dedi.
“Ne tarihi, ne geleceği düşünmüyor”
Türkiye’nin enerji ihtiyacından daha fazla enerji üretimi
yapıldığını vurgulayan Akdemir; “Bir taraftan da yenilenebilir enerji, temiz
enerji masalı ile Ayvacık’ta, Çanakkale’nin yakın bölgelerinde, Radar
Tepesi’nde rüzgar santralleri kuruyorlar. Bunların etkileri de tam olarak
bilinmiyor. Tam araştırılmamış, sadece santralin yüz ölçümünde değil, bunların
iletim hatlarıyla orman alanlarının katliamına neden olan bir enerji üretim
modelini temiz ve yenilenebilir enerji diye insanlara yutturmaya çalışıyorlar.
Bir taraftan da ülkenin enerji tüketim rakamlarına baktığımızda da, enerji
fazlamız olduğunu görüyoruz. Buna rağmen hala daha elektrik üretmek için
nükleer de dahil, kaç tane termik, kaç tane HES, kaç tane RES yapılma çabasına
baktığımızda bunun altında başka bir şey çıkıyor. Sermayenin, kapitalizmin
sürekli kendini üretmesi, sürekli kar elde etme güdüsü ve bunu yaparken de ne
doğayı, ne insanı, ne canlı yaşamı, ne tarihi, ne geleceği düşünmüyor”
dedi.
“Köprü de bunların üzerine tuz biber ekiyor”
Çanakkale Boğazına yapılmak istenen köprünün doğa
tahribatının tuzu biberi olacağını ifade eden Akdemir; “Çanakkale’de yapılmak
istenen köprü trafik yükünü daha da fazla arttıracak. İkincisi o köprünün
güzergahı muhtemelen Milli Park’ın içerisinden geçecek. Çanakkale’nin her
tarafı Milli Park. Savaşlardan kaynaklı ya tarihi sit alanı ya da doğal sit
alanı. O yolların geçtiği güzergahlar verimli tarım arazileri. Tarım
alanlarından yolları geçireceksin. Bir taraftan hem yapılaşma artıyor, bir
taraftan trafik yükünün getirdiği eksoz dumanı ve diğer kirlilikler artıyor,
bir taraftan da bu yolları boşuna yapmıyorlar. İstanbul ve çevresinin sanayi
yükünü buraya taşıyacaklar ve burada üretilecek enerjiyi İstanbul’a ve çevreye
taşımak için kullanacaklar. Çanakkale için köprünün yapılması tam bir yıkım
olur. Bunu sadece ben söylemiyorum. Bursa Şehir Planlamacıları Odasının çok
güzel bir raporu var. Orada özellikle Balıkesir ve Çanakkale çevre planını
eleştiriyor. Onunla ilgili olarak da dava açtılar. Bu köprü yapılırsa, termik
santraller, madenler açılırsa, Bandırma Balıkesir civarınca liman projesi
yapılırsa ne olacağını teker teker açıklamışlar ve çok ciddi anlamda bir yıkım
söz konusu Çanakkale için. Köprü de bunların üzerine tuz biber ekiyor”
dedi.
“Mücadelenin ana gövdesi köylüler olabilir”
Türkiye ve Çanakkale’de verilen çevre mücadelesine değinen
Akdemir; “Çanakkale’de bunlar gelişirken bir taraftan da insanlar mücadele
etmeye çalışıyorlar. Çanakkale Çevre Platformundaki arkadaşlar bir süredir
oradaki mücadeleyi yürütmeye çalışıyorlar. Köylere gidiyorlar. Ben de bir
çoğunda oralara gittim ve gazete ve televizyon için çekimler yaptım. Çanakkale,
Kazdağı ile ilgili yaklaşık 10’u aşkın televizyon programı yapmışımdır. Tabi
ekolojik mücadele içerisinde şöyle bir sıkıntı var, ülke genelindeki
mücadelelere baktığımızda, bunu diğer konulardaki mücadelelere de
bağlayabiliriz, bir kere bir yerde termik santral veya altın madeni
yapılacaksa, öncelikle o yöredeki insanların buna karşı koymasının yolu ve
yöntemlerinin bulunması lazım. Bu nasıl olacak, orada insanlar altın madeni ile
ilgili bilgileri yoksa ekoloji örgütünün görevi o yöredeki insanlara bu konu
ile ilgili bilgilendirmede bulunmaktır. Uzmanlar oraya gidip maden
çalışmalarının etkileri hakkında bilgiler verecek. Bunları anlattıktan sonra,
bu bölgedeki köylülerin mücadeleyi örgütlemeleri için kendi içlerinde
örgütlenmeleri lazım. Yani ekoloji örgütleri o bölgedeki insanlar adına
mücadele edemezler. Bunu yaptıkları anda, bir kere gücü yetmez. Çanakkale’de
mesela nereye yetecekler? Çan’a mı yetecek? Bayramiç’e mi yetecek? Kazdağı’na
mı, termiklere mi, RES’lere mi yetecek? Onlarca sorun var. Mücadele bu
köylerdeki insanlar ile birlikte olursa anlamlı ve başarılı olabilir. Başarılı
olmasının tek koşulu bu. O köylüleri ekoloji örgütü olarak mücadelenin
içerisine katamazsan burada bir şey yapamazsın. Hukuki anlamda destek verirsin,
dava açarsın, hukuki mücadeleyi yürütürsün. Bilimsel anlamada destek verirsin.
Teknik anlamda sosyal medyada da bir şeyler yaparsın o da tamam. Ama onun
dışında köylüler adına gidip orada mücadelede öne geçemezsin. Oradaki
mücadelenin ana gövdesi köylüler olabilir” dedi.
“Belediyeler bu işin içinde olmak zorundalardır”
Çevre katliamına karşı yürütülecek asıl mücadelenin o
bölgenin insanları tarafından verilmesi gerektiğini vurgulayan Akdemir;
“Etili’de bir miting yapılmıştı. Orada mesela köylülerin katılımı çok azdı.
Çanakkale’den katılım daha fazlaydı. Çanakkale Belediyesi bu konuda duyarlı.
Çanakkale o açıdan şanslı. Keşke bizim İzmir Belediyesi de ekoloji
mücadelelerine destek verse. Çanakkale’de Belediye Başkanının verdiği destekler
çok iyi, ama belediyeler olanakları sağlayınca siz bizim için de mücadele verin
diyemez. Dedikleri oranda yanlış yaparlar. Çünkü bu mücadeleyi asıl yürütmesi
gerekenler ve önde olması gereken gücün belediyeler olması gerekir. O Atikhisar
Barajı zehirlenir ise Ülgür Gökhan Çanakkale’ye nereden su getirecek diye
düşünmek zorunda kalacak. Belediyeler bu işin içinde olmak zorundalardır. Bu
işi gönüllü anlamda yapan örgütlere de destek olmalılar. Ama asıl mücadeleyi yürütecek
olanlar o bölgenin köylüleridir, halkıdır” dedi.