30 Ekim 2018 Salı

EMBA Termik Santrali davasında iklim değişikliğine dikkat çekildi


EMBA Termik Santrali davasında iklim değişikliğine dikkat çekildi
  
 30 Ekim 2018 17:10
    
EMBA Termik Santrali'nin lisansının iptal edilmesi talebiyle açılan davada, kömürlü termik santrallerin iklim değişikliğine etkisine dikkat çekildi.
Özer AKDEMİR
Adana'nın Yumurtalık ilçesindeki EMBA Termik Santrali'nin lisansının iptali talebiyle açılan davada iklim değişikliği olgusuna dikkat çekildi. Ankara 7. İdare Mahkemesi'nde görülen davada Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri (DAÇE) adına konuşan Avukat İsmail Hakkı Atal, bilimsel araştırmalara göre gezegende iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının yüzde 82'sinin kömür ve petrol tüketiminden kaynaklandığını belirtti. Kömürlü termik santraller gezegende insanlığın geleceğini tehdit ettiğini aktaran Atal, her duruşmada mahkemelere aşırı iklim olaylarından güncel örnekler verebildiklerini dile getirdi.
DURUŞMADA SUNULAN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÖRNEKLERİ
Atal, "Tufanbeyli EnerjiSA kömürlü Termik Santrali lisans iptal davasının Ankara 18. İdare Mahkemesi'nde, iklim değişikliği nedeniyle Gümüldür -Menderes-Bodrum-Alanya-Anamur'da ormanlarımızın nasıl topluca yandığını örneklemiştik. 25 Ekim tarihinde görülen Yumurtalık EMBA kömürlü termik santralinin duruşmasında da, her geçen gün sayısı ve şiddeti artan iklim değişikliği kaynaklı aşırı iklim olaylarını içimiz yanarak örnekledik" dedi.
Atal'ın mahkemede iklim değişikliği ile ilgili verdiği örnekler şunlar:
■ 24 Ekim Çarşamba günü Ankara'da hava sıcaklığı 21 dereceyken duruşmanın görüldüğü 25 Ekim Perşembe günü 7 dereceye düştü.
■ 24 Ekim Çarşamba günü "Hatay'da şiddetli dolu yağışı, narenciye bahçelerinde hasat edilmeyi bekleyen mandalina ağaçlarındaki meyveleri parçalayıp yere döktü. Çiftçi Ali Keskin: 61 yaşındayım burada daha böyle bir afet görmedim" haberi servis edildi.
■ 24 Ekim Çarşamba günü Adana'da saat 19.30'da 15 dakika boyunca ceviz büyüklüğünde dolu yağdı ve araçlara hasar verdi.
■ 24-25 Ekim  günlerinde Hata -Erzin'de Meteroloji Genel Müdürlüğü 6. Bölge Müdürlüğü'nün resmi verilerine göre metrekareye 196,4 kilogram yağış düşerken, Erzin'de ağaçlar yerinden söküldü.
■ 2018 yazında Kuzey Buz Denizi sınırında bulunan Kuzey Sibirya’da 5 Temmuz’da sıcaklıklar 32 dereceye kadar çıktı.
HEM BÖLGEYİ HEM İNSANLIĞI TEHDİT EDİYOR
Gezegen atmosferinin altında canlı yaşamının sürebilmesini sağlayan koşulların ve iklim sisteminin kömürlü termik santraller nedeniyle değiştiğine vurgu yapan Atal şöyle devam etti:
"Fosil yakıt tüketimi gezegen ekosisteminin sürdürülebilirliğini ve insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Doğu Akdeniz bölgesinde yapılmak istenilen termik santraller hem bölgemizi ve hem de insanlığın geleceğini tehdit etmekte olup, bizler Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri, Adana Barosu, Adana Tabip Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi olarak açtığımız davalar başta olmak üzere her platformda 'hepimizin aynı gemide olduğunu ve yaşayacak başka bir gezegen bulunmadığını, yiyecek ekmek, içecek su, nefes alacak hava için (termik santrallerin zarar verdiği) iklim sistemine muhtaç olduğumuzu anlatmaya devam edeceğiz" dedi.
EKOLOJİ BİRLİĞİ'NDEN İKLİM DAVALARINA DESTEK
Öte yandan, geçtiğimiz hafta sonu Ankara'da yapılan 'Ekoloji Birliği 2. Meclis Toplantısı'nda tartışılan konulardan biri de iklim değişikliği oldu. DAÇE adına Ekoloji Birliği Meclis toplantısına katılan Avukat İsmail Hakkı Atal'ın önerisi yerinde bulunarak Ekoloji Birliği bileşenlerinin açılacak bir ortak iklim davasına davacı olarak katılması kararlaştırıldı. Ayrıca, Ekoloji Birliği'nin önümüzdeki altı ay içerisinde yapmayı planladığı çalıştaylardan birinin de iklim değişikliği konulu olmasına karar verildi.
BİLİRKİŞİ RAPORUNUN ORTAYA KOYDUĞU ACI GERÇEK
Yumurtalık EMBA Termik Santrali'nin lisans iptali için açılan davada bu yılın başlarında sunulan bilirkişi raporu, nüfusu her yıl azalan  Yumurtalık'ta 2009 yılında 5 olan kanser vakasının 2014'te katlanarak 60'a çıktığını ortaya koymuştu. Ayrıca 2003 yılından bu yana çalışmakta olan ve kirlilik yaratan Yumurtalık Sugözü Termik Santrali'nin sadece 1,8 km güney-batısında inşa edilmek istenilen EMBA Termik Santralinin de yaratacağı kirliliğin halk sağlığına daha fazla olumsuz etkide bulunacağı dile getirilmişti. Yine raporda sadece Sugözü Termik Santrali'nin zehirli baca gazları, asit yağmurları, toprağa ve suya karışan radyoaktif maddeleri nedeniyle bölgede zeytin başta olmak üzere tarımda verim düşüklüğünün meydana geldiği ortaya koyulmuştu.


https://www.evrensel.net/haber/364775/emba-termik-santrali-davasinda-iklim-degisikligine-dikkat-cekildi

29 Ekim 2018 Pazartesi

Ekoloji Birliği 2. Meclis toplantısı yapıldı



  Ekoloji BirliÄŸi 2. Meclis toplantısı yapıldı
 29 Ekim 2018 14:28

Tasfiye edilen Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Ekoloji Birliği'ne davet edildi.
İkinci Meclis toplantısını Ankara'da gerçekleştiren Ekoloji Birliği, Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından tasfiye edilen Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu'nu Ekoloji Birliği'ne davet etti.
EKOLOJİ MÜCADELESİ BİRLEŞİK BİR MÜCADELEDİR
Ekoloji Birliğinin 2. Meclis toplantısı 27-28 Ekim tarihleri arasında Ankara'daki Tüm Bel Sen Genel Merkezinde yapıldı.Ülkenin çeşitli yörelerinde ekoloji mücadelesi veren 30'a yakın yerel örgütün katılımı ile gerçekleştirilen toplantının ilk gününde Ekoloji Birliği'nin ve bileşenlerinin kuruluşundan bu yana geçen altı aylık çalışmaları değerlendirildi. Açılış konuşmasını yapan Ekoloji Birliği Eş Dönem Sözcüsü Seher Ataş Ekoloji Birliği'nin tohumlarının yerel ekoloji direnişlerinde atıldığını belirterek, "Ekoloji Birliği Bergama’da başlayan bir süreçle Eskişehir’de meclisleşti. Ekoloji mücadelesini sadece çevre, doğa koruması anlamında değil, Kadın, çocuk, demokrasi, hukuk birleşik bir mücadele olarak değerlendiriyoruz" dedi. Ekoloji mücadelesinde emek veren avukatların TBB yönetimi tarafından tasfiye edilmesini kınadıklarını belirten Ataş, "Ekoloji Birliği olarak bu avukat arkadaşlarımızın yanındayız. 3. Havalimanı’da direnen işçi arkadaşlarımızın yanındayız" dedi. 
KURULUŞ TAMAMLANDI SIRA KURUMSALLAŞMADA
Ekoloji Birliği Eş Dönem Sözcüsü Özer Akdemir de Ekoloji Birliği koordinasyonunun 6 aylık faaliyet raporunu sundu. Bergama ve Eskişehir buluşmaları ile birlikleşen ekoloji mücadelesinin kuruluşunu tamamlamış olmasına rağmen kurumsallaşmasında eksiklikler bulunduğunu belirten Akdemir, "İkinci toplantımız kurumsallaşmak anlamında adımların atıldığı bir toplantı olmalı. Ekoloji mücadelesinin birlikleşerek kendi ayakları üzerinde durması, diğer toplumsal mücadelelere de önemli bir müttefikin katılması demektir."  dedi. Akdemir, TBB'nin Çevre ve Kent Hukuku Komisyonunun tasfiye etmesini ekoloji mücadelesine yapılmış bir haksızlık olarak not ettiklerini belirtti. Akdemir, 6 aylık süre içerisinde Ekoloji Birliği olarak ortak örgütlenen eylem ve etkinlikler hakkında bilgiler vererek, birlik bileşenleri arasındaki ilişki, iletişim ve dayanışmanın yeterli düzeyde olmadığını dile getirdi. 
YERELLERDE SÜREN MÜCADELELER KONUŞULDU
Daha sonra yapılan sunumlarda, ülkenin dört bir yanından gelen Ekoloji Birliği bileşenleri yerellerindeki çevresel sorunlar ve ekoloji mücadeleleri hakkında bilgiler verdiler. Bileşenler ayrıca 6 aylık faaliyetlerinin yer aldığı raporları Meclis'e sunarken, bu raporlar "Ekoloji Birliği Bileşen Raporları-1" adıyla basılarak bileşenlere dağıtıldı. Bileşen sunumlarında DAÇE adına söz alan TBB'nin tasfiye ettiği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu avukatlarından İsmail Hakkı Atal, bu tasfiyenin hali hazırda süren birçok çevre davasını da olumsuz yönde etkileyeceğini ifade etti. Atal, Ekoloji birliğinin bu tasfiyelere karşı gösterdiği dayanışmanın da son derece değerli olduğunu belirtti. 
YENİ BİLEŞENLER
Bileşen sunumlarının ardından Birlik'e bileşen olma başvurusunda bulunan örgütler kendilerini tanıtan birer sunum yaptılar. Divriği Kültür Derneği, Edremit Çevre Platformu, Karaman Ekoloji Derneği ve Artvin Çevre Platformu Meclis'te alkışlarla Ekoloji Birliği’nin yeni bileşeni olarak kabul edildiler. 
KOORDİNASYONDAN YÜRÜTME KURULU'NA
2. Meclis toplantısının öğleden sonraki bölümünde Ekoloji Birliği koordinasyonunun 6 aylık süre içerisindeki çalışmaları, eksiklikleri değerlendirilerek bunları aşmaya dönük yeni kararlar alındı. Ekoloji Birliği'nin meclis toplantıları arasında çalışmalarının yürütülmesi, planlanması ve belli kararların alınması konusunda yeni yetkiler verilen koordinasyonunun adı da "Yürütme Kurulu" olarak değiştirildi.  Yürütme Kurulu'nun Ekoloji Birliği ilkeleri doğrultusunda Meclise bilgi vermek kaydıyla karar alabileceği, Meclis'ten gelen eleştiriler doğrultusunda da bu kararını gözden geçireceği vurgusu yapılırken, eş sözcülerin yürütme ile iletişim içerisinde Ekoloji Birliğini temsil etiğinin altı çizildi. 2. Meclis toplantısında 
Ekoloji Birliği'nin bileşenleri arasındaki ilişki, iletişim ve dayanışmanın eksik olduğu tespitinin ardından bölgelerde bileşenler kurulları oluşturulması için gerekli çabanın gösterilmesi gerektiği ifade edildi.
EKOLOJİ BİRLİĞİ LOGOSU BELLİ OLDU
Ekoloji Birliği logosu
2. Meclis toplantısının ilk gönünün sonunda ise Ekoloji Birliği'nin logosu belirlendi. Birçok taslak arasından öne çıkan logolardan ikisi üzerinde yapılan oylamada Salihli Çevre ve Kültür Platformundan Mustafa Bursalı'nın çizdiği taslak Ekoloji Birliği'nin logosu olarak kabul edildi. 
TBB HUKUK KOMİSYONUNA DAVET
Ekoloji Birliği 2. Meclis toplantısının ikinci gününde ise Birlik'in iletişim araçlarının kullanımı, sosyal medya hesaplarının yönetilmesi, web sayfasının oluşturulması gibi konular ele alındı. Ekoloji Birliği'nin komisyonları ile ilgili görüşmelerde TBB’den tasfiye edilen Kent ve Çevre Hukuku Komisyonuna Ekoloji Birliği Hukuk Komisyonu olma çağırısı yapılması kararlaştırıldı. Birlik'in sosyal medya, bilim ve uluslararası ilişkiler komisyonlarının görev ve yetki tanımlaması yapılırken, bu komisyonlara yeni üyeler de eklendi. 
ALINAN KARARLARDAN BAZILARI
Ekoloji Birliği 2. Meclis toplantısı önümüzdeki 6 aylık çalışma diliminde çalıştay, sempozyum ya da panel-forum tarzı iki etkinlik gerçekleştirme kararı aldı. Ayrıca Birlik bileşenlerine açılması planlanan iklim davasına davacı olma çağrısı yapılması, Sinop'ta devam eden nükleer karşıtı davayı takip eden hukukçulara vekalet verilmesi konusunun bileşenlerce değerlendirilmesi, yerli tohumların özelleştirilmesi içerikli yürütmelik konusunda neler yapılabileceğine dair ziraat mühendisleri ve köylü sendikaları ile iletişim halinde olup, konunun TBMM'ye taşınması için gerekli girişimlerin yapılması gibi kararlar alındı. Ayrıca, çevre davalarında yurttaşlara ve ekoloji örgütlerine önemli bir mali yük getiren bilirkişi ücretlerinin devlet tarafından karşılanması konusunda da çalışma yapılmasına karar verildi. 
EKOLOJİ BİRLİĞİ
İlki Bergama’da 11-12 Kasım 2017 tarihinde gerçekleştirilen ekoloji örgütleri buluşmasına, Türkiye’nin 40 farklı yöresinden ekoloji örgütü katılmıştı. İkinci buluşmayı 24-25 Mart’ta Eskişehir’de gerçekleştiren ekoloji örgütleri ilke, program ve yapı tartışmaları sonucunda Ekoloji Birliği adı altında birleşti. Ekoloji Birliğinin açıkladığı  kuruluş deklarasyonunda, birlik bileşeni 54 ekoloji örgütünün imzası yer aldı. Deklarasyonda, "kendi yerellerimizde sıkışıp kalmamak, yaşamı savunma direnişlerimizi omuz omuza büyütmek, ülke çapına yayılan bir dayanışma ve örgütlenme zemini oluşturmak için Ekoloji Birliğini kurmaya karar verdik” denildi. (Ankara/EVRENSEL)
      


28 Ekim 2018 Pazar

Menderes olmazsa... (Pazar yazısı)



28 Ekim 2018 04:35
    
Tepekule Kongre Merkezi teras katındaki kafenin açılan kapısından içeriye 60-65 yaşlarında gösteren koyu renk takım elbiseli adamla birlikte serince bir rüzgar da girdi. Elinde ceza avukatlarının, asık suratlı muhasebecilerin ya da ‘küçük dağları ben yarattım’ edasıyla kasıntılı kasıntılı yürüyen bürokratların kullandığı türden siyah deri bir evrak çanta vardı.  Koltuğunun altında da iri bir dosya görünüyordu.
Sabah gün doğmadan başlayan altı saatlik yolculuğun ardından öğle üzeri randevu vaktine epey bir zaman kala Tepekule’ye gelen adam, demli bir çay alarak terasa çıktı. Önünde uzanan körfezin manzarasına dalıp gitti uzun zaman. Güneşli ama serin bir hava vardı İzmir’de. Denizin üzerine ince, beyaz bir pus çökmüştü. Körfez, güneşin yoğun ışıkları altında insanın gözünü kısmak zorunda bırakacak derecede parlıyordu. Karşıyaka’dan Alsancak’a doğru giden yolcu vapurunun peşine takılmış martıları bile görebiliyordu bulunduğu yerden. Martılar çığlık çığlığa bir yaşam telaşı içindeydiler.
Daha iki saat kadar vardı randevuya. Binadan çıkıp, hemen geniş bulvarın karşısında görünen sahile doğru yürüdü. Denize yakın olmak, ondan yayılan iyot ve yosun kokusunu içine çekmek istedi. Martılara atmak için de yol üzerinde bulunan, kenarlarına altın sarısına boyanmış pirinçten güller işlenmiş, kırmızı renkli seyyar büfeden gevrek almayı unutmadı. Satıcıya kırk yıllık İzmirli gibi “gevrek verir misin?” dedi, gülümseyerek.
Randevu saatinde Tepekule’ye tekrar dönüp kendisini kafeteryada bekleyen EGEÇEP’lilerle buluşan Afyon Dinar’lı Mevlüt Er, epeyce yorgun görünüyordu. Tanışma, hoş beşin ardından çantasındaki evrakları teker teker çıkardı. Çoğu sararmış dosyalar, bir kısmının uçları yıllar içerisinde zamana yenik düşerek kıvrılmış olan kalın klasörlerde gazete kupürleri, 20 yıl öncesinin Atlas Dergisi ve bir düzine kadar mahkeme tutanakları çıktı çantadan.
“Sabah 6 da yola düştüm” dedi. Kendi aracıyla ağır ağır geldiğini ve bugün de tekrar dönmesi gerektiğini söyledi. Daha konuşmanın başlarında “Ben 40 yıldır eczacıyım ama aynı zamanda bir partinin de ilçe başkanlığını yürütüyorum. Bunu açıkça söyleyeyim ki yanlış anlaşılma olmasın sonrasında. Ama bu kimliğimle gelmedim buraya. Gelecek için, çoluğu çocuğu için, memleketim Dinar’ın olduğu kadar tüm Ege için endişelenen bir yurttaş olarak geldim” dedi. Biraz sonra anlattığı şeyler endişesinde ne kadar da haklı olduğunu gösteriyordu.
Önlerden dökülmüş olan saçının ve bıyığının neredeyse tamamı kırlaşmıştı. Yorgunluktan kızarmış gözlerindeki endişe bakışlarına, göz kenarlarındaki çizgilere yansımıştı. Demli bir çay daha söyleyip arkasına yaslanarak anlatmaya başladı; “Herkes Menderes’in kirliliğinden şikayet ediyor, bu kirliliğe karşı çözüm yolu arıyor ya. Şimdi yakında buna gerek kalmayacak. Çünkü Menderes diye bir nehir olmayacak!” dedi.
Sözlerinin yarattığı etkiyi görmek için olsa gerek, bir süre için susup karşısındakilerin yüzlerine baktı. Şaşkın bakışlardaki merak onu tatmin etmiş olacak ki amacına ulaşmış birinin ses tonu ile devam etti; “Evet, Menderes yakında tarih olabilir. Çünkü tam doğduğu yere,  Eldere’ye, Türkiye’nin en büyük termik santrallerinden birini yapmak istiyorlar. Hem de koruma altında bulunan Karakuyu gölünün yanı başına!”
Atlas Dergisinin Nisan 1994 tarihli sayısında yer alan Karakuyu gölü fotoğraflarını gösterdi herkese teker teker. Arkada karlı dağlar, önde sazlıklarla kaplı geniş bir göl ve sakince suyun üzerinde duran kayıklar vardı bir fotoğrafta. Bir başkasında allı turnalar batan güneşin kızıllaştırdığı boyunlarını gölün nefti sularına doğru uzatmışlardı. Uzun, kıvrık gagaları suyun içindeydi.
En son gösterdiği fotoğraf ise bambaşkaydı. Su yoktu, kıraç bir arazide biten bozkır bitkileri ile kaplı upuzun bir düzlük uzayıp gidiyordu dağlara doğru. Biraz önce gösterdiği fotoğraflarda, göçmen kuşların keyifle gezdikleri gölün nerdeyse kurumuş yatağıydı burası...  
Sonra daktilo ile yazılmış bir resmi yazı gösterdi. Fotokopi kağıdı sararmıştı. “Her şey Süleyman Demirel’in memleketi Keçiborlu’ya gölden su götürülmesi ile başladı. Gölün suları zamanla tarlaların sulanması için binlerce kuyu açılması sonrasında da azaldı ve artık bir avuç kaldı. Ama bütün bunlardan öte Menderes’in ana kaynağı Suçıkan’ın dibine yapılmak istenen termik santral bir karabasan gibi. Günde üç bin ton su kullanılacak. Menderes’in kaynağındaki tüm suları yutacak, kirletecek. Bu Dombay’dan Söke Ovasına kadar Menderes’in suladığı tüm ovaların sonu demek. Menderes olmazsa Ege’de yaşam olmaz!” dedi.
Termik santralle ilgili çıkan gazete haberlerini uzattı önümüze. AKP’li vekillerin açıklamaları yerel gazetelerde “Dinar’a müjde” diye manşetten verilmişti. 950 milyon ton linyit yatağı olduğu, bunların değerlendirilmesi için yapılacak termik santralde 6 bin işçiye iş verileceği ballandıra ballandıra anlatılmıştı haberlerde.
“Merak edip en büyük termik santrallerin olduğu Rusya ve Çin’i araştırdık. Kaç işçi çalışıyor buralarda diye. En büyüğünde 2 bin işçi çalışıyormuş. Zaten ilk başlarda 6 bin işçi çalışacak derlerken şimdi bunu 600 kişiye kadar düşürdüler. Söylediklerinin hepsi yalan!” dedi.
Yaklaşık iki saate yakın bir zaman termik santralin yaratacağı çevre ve sağlık sorunlarından bahsetti. Dinar’da yaşamın biteceğinden, dört ovayı sulayan Menderes’in kuruması ya da daha başlangıcında kirlenmesinin yaratacağı tehlikeleri anlattı uzun uzun. Son olarak “Menderes’in Dinar’da kaynayan suyunu Işıklı Gölüne kadar nehirden alıp içebilirsiniz. Türkiye’nin en temiz su kaynaklarından birisidir. Kirlenme buradan sonra başlıyor. Şimdi ise kaynağında kirletecekler Menderes’i” diye konuştu, üzgünce.
Saatler ikindiye gelmişken izin istedi, kendisini daha uzun bir dönüş yolculuğu beklediğini söyledi. EGEÇEP’lileri Dinar’a davet etti. “Gelin, yerinde görün anlattıklarımı. Belki de abartıyorum, belki de boşuna endişeleniyorum. Ahh, keşke öyle olsa!” diye de ekledi. Güneş, Körfezin ucunda bir portakal rengini alıp denize doğru eğilmişken turuncuya kesmiş sulara son kez baktı. Akşama doğru koşar adım giden İzmir’i, vapurların peşinden çığlık çığlığa uçuşan martıları, yüzünü, saçlarını okşayıp geçen imbatı bir kez daha çekti içine derin derin.
Geldiği gibiydi giderken. Kamburunu çıkarmış, omuzları çökmüştü. Memleket hasreti, Menderes endişesi kaplamıştı içini yine. Dalgın, düşünceli ağır ağır yürüdü...


24 Ekim 2018 Çarşamba

Küçük çiftçinin tohumuna el konuluyor!


Küçük çiftçinin tohumuna el konuluyor!
  
 24 Ekim 2018 12:46

Yerel tohumlar çeşitlerinin paketlenmesi yönetmeliğini değerlendiren Ekoloji Kolektifi'nden Av. Fevzi Özlüer: Küçük çiftçinin tohumuna el konuluyor
Özer AKDEMİR
19 Ekim 2018 tarihinde yayınlanan yerel tohum çeşitlerinin paketlenmesi ile ilgili yönetmelik özellikle küçük çiftçiye ve yerli tohuma büyük bir darbe daha vuracak gibi. Ekoloji Kolektifi'nden avukat Fevzi Özlüer yönetmeliğin patent uygulaması ile küçük çiftçinin elinden üretim aracının alındığını dile getirdi.
AMAÇ GENETİK EROZYONU ENGELLEMEK AMA...
"Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi Ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik" geçtiğimiz Cuma günü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik "Ülkemizdeki tarla bitkileri, bağ-bahçe bitkileri ve diğer bitki türlerine ait yerel çeşitlerin genetik erozyonlarını engellemek amacıyla; tohumluklarının çoğaltımı, pazarlanması, yerinde idamesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili kurallar getirerek ticareti yapılacak yerel çeşitlerin kayıt altına alınması, tohumluk üretimi ve tohumlukların piyasaya arzı..."na dair esasları kapsıyor.
KÜÇÜK ÇİFTÇİNİN TOHUMUNA EL KONULUYOR
Yönetmelikle ilgili değerlendirmelerde bulunan Ekoloji Kolektifi'nden avukat Fevzi Özlüer, yönetmeliğin endüstriyel tohumu satamayan çiftçinin şimdi kendi ayırdığı tohumluğu da patentini almazsa satamayacağı anlamına geldiğini belirtti. Patent uygulamasının küçük çiftçinin elinden üretim araçlarının alınmasının bir yolu olduğunu belirten Özlüer, "Küçük çiftçi patentini kaptırdığı üreticiye telif ödemeye başlayacak. Böylece piyasada yerli türlere hakim olan tekelleri ortaya çıkacak. Endüstriyel tohumdan sonra küçük çiftçinin ürettiği tohuma da el konuluyor" dedi.
OVACIK NOHUTUNA ELVEDA!
Türkiye'nin tarımda rekabet gücünü yitirdiğini ve üretemez hale geldiğini belirten Özlüer, "Türkiye'de bu düzenlemeler çiftçinin elinde tohumu alırsa gıda darboğazı yoğunlaşır ve fiyatlar da aşırı artar. Biyolojik çeşitler tamamen şirket denetimine girer. Karlı olan ürünler üretilir" dedi. Yan yana gelen çiftçilerin yerli çeşit patenti alabileceğini, ancak pazarda rekabet gücü olmayan bu yapıların elindeki patentlerin hızlıca daha büyük şirketlere geçeceğini ileri süren Özlüer, bu kapının açılması ile birlikte Ovacık nohutu gibi birçok yerel ürüne elveda deneceğini ifade etti.
TOHUM TAKAS SİSTEMLERİ TARUMAR OLACAK
Özlüer, patentlenen yerel tohumları sahibinden izinsiz satan veya kullanana da para cezası geldiğini ve tohumlarına da el konulduğunu da aktararak, tohum takas sistemlerinin de dağılacağını iddia etti.
KİMSE TOHUM AYIRAMAZ ARTIK
Yönetmeliğin çiftçilerin ürettiği yerel tohumların üretimi, satımı ve dağıtımını da tescile bağladığına dikkat çeken Özlüer, "Bu Yönetmelik bu haliyle kalırsa ne bir çiftçi ne de toprak üzerinde faaliyet yürüten kimse tohum ayıramaz" dedi.
TOHUM VE GIDA TEKELLERİNİN SON HEDEFİ
Özlüer, "Peki bu sistem nasıl olacak bitki genetik çeşitlerini koruyacak?" sorusuna da şöyle yanıt verdi; "Liberal hukuk döneminde çıkan bu sistemin varsaydığı düzene göre çiftçiler birbiri arasında rekabet edecek ve piyasanın görünmez eli bu piyasayı yasalarla düzenleyerek bitkileri ve biyolojik çeşitliliği koruyacaktı. Ancak tohum ve gıda tekelleri bu 25 yılda tüm gıda sistemine ve hatta tarım ve sağlık sistemine de hakim oldular. Bu resim içinde son halka da küçük çiftçidir. Dolayısıyla hala pazarlardan alışveriş yapan tüketicinin boğazına sarılma vakti geldi." Bu uygulamaların tarımsal üretimi daha da aşağıya çektiğini ifade eden Özlüer, "İlla bitki çeşitleri korunacaksa kamusal müşterek haklar tanınarak tescil edilmeli. Özel mülkiyete konu edilmemeli. Bunlar ortak miras ve ortak varlık niteliğindedir" dedi.
TOHUM TEKELLERİNİN KORUNMASI AMAÇLANIYOR
Yönetmeliğin dayanağı olarak gösterilen “Yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı haklarının korunmasına ilişkin 5042 sayılı kanun”u "adrese teslim bir kanun" olarak niteleyen Tüm Köy Sen örgütlenme uzmanı Sedat Başkavak, "çıkan kanun tohum şirketinin haklarını korumak amaçlıdır. O nedenle adı bile kanunun kimin çıkarını korumak için yapıldığını göstermektedir" dedi. Yönetmeliğe dayanak yapılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunun da, çiftçilerin kendi ürettikleri yerel ürünlerden tohum ayrıştırarak başka çiftçilere satmasına yaptırımlar getirdiğine sonrasında da tarım desteğinden faydalanmayı sertifikalı tohum ekme şartına bağlayarak yerel  tohumu tamamen bitirmeyi amaçladığına dikkat çeken Başkavak, "tarım üretimini şirketlerin ürettiği tohuma mecbur bırakmaktadır. Tohum tekeli şirketlerin çıkarını korumak amaçlıdır. Kanun ve yönetmelik amacıyla yerel tohumlarında patentlenmesi ve şirketlerin dayattığı tohumların ekilmesi sonucu tohum çeşitliliğimiz azalacaktır. Bu durum Hastalık ve zararlıların artması ve tarım ilacı kullanımının artmasını da beraberinde getirecektir" dedi.
ÇİFTÇİYE DAVA VE CEZA KISKACI
Yönetmeliğin ayırdığı tohumluğa sertifika yani patent almayan çiftçi/köylüye kanuna ve yönetmeliğe aykırı hareketten soruşturma açılması ve ceza verilmesi sonucunu doğuracağını kaydeden Başkavak, bunun benzer ve daha ileri örnekleri ABD’de yaşandığını. kendi ürününden tohum ayrıştırıp etraftaki üretici köylülere veren yada satan köylülere tohum şirketleri tarafından kanuna muhalefetten davalar açıldığını aktardı.
Tüm bu kayıt ve tescil aşamalarında belirleyici olanın “yerel çeşit kayıt komitesinde” üretici köylülerin, onların temsilcilerinin ve kooperatiflerin bulunmadığına dikkat çeken Başkavak, komitenin Tarım Bakanlığına bağlı müdürlükler ve tohumcular birliğinden katılımla oluşturulduğunu,  tohumcular birliğinin de zaten şirketlerden oluştuğunu belirtti.
KARŞI DURMALIYIZ
Başkavak, "Sendikamız Tüm Köy Sen tohumun patentlenmesine karşı çıkmaktadır. Çünkü dün, bugün kullanılan yerel tohumlar binlerce yıllık tarımsal üretimin birikimi, deney ve tecrübeleri üzerinden ortaya çıkan ürünlerdir. Nesiller boyu birbirine aktarılarak yaşanan iklim koşullarına karşı kendi yereline en uygun ve direnebilen yok olmamış tohumların şirketlerin malı haline gelmesine karşı durmalıyız. Aynı zamanda tohumla başlayan bağımlılığın, üretim ve gıdada devam ederek ülkeyi bağımlı hale getiren politikalara karşı bağımsızlığı savunmak için böylesi düzenleme ve dayatmalara karşı çıkmak gerekir" dedi.  
Çiftçi Sen Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem ise yayınlanan yönetmelikle ilgili "yerel tohum sadece sağlıklı gıda için değildir, bir direniş biçimidir aynı zamanda. Tohumları siyasallaştırmaktan başka çare yok" dedi.
https://www.evrensel.net/haber/364288/kucuk-ciftcinin-tohumuna-el-konuluyor

23 Ekim 2018 Salı

Kaplumbağalar ağlarda boğularak can veriyor


KaplumbaÄŸalar aÄŸlarda boÄŸularak can veriyor
  
 23 Ekim 2018 21:18

Kuşadası sahil sitelerinde ölü bulunan çok genç iki Chelonia mydas türü yeşil deniz kaplumbağasının balıkçıların ağlarına takıldığı sanılıyor.
Özer AKDEMİR
İzmir
Kuşadası Sahil sitelerinde çok genç iki Chelonia mydas türü yeşil deniz kaplumbağası ölü olarak bulundu. Nesli tükenme tehdidi altındaki bu kaplumbağaların ölüm nedeninin yerel balıkçıların attığı ağlar olduğu sanılıyor.
Kuşadası Sahil sitelerinde bulunan otellerden yapılan ihbarlar sonrası denizden alınan ölü yeşil deniz kaplumbağaları cesetlerinde yapılan incelemelerde kaplumbağaların üzerinde herhangi bir yara ve kesi izine rastlanmadı. Çevre de bulunan vatandaşlar sitelerde oturan amatör balıkçı bazı vatandaşların kıyıya çok yakın alanlara yüzlerce metre ağ attıkları söylendi. Kaplumbağaların ölümü ile ilgili bir açıklama yapan Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), otçul bir tür olan yeşil kaplumbağaların kıyılarda bulunan deniz erişteleri ve çayırlarıyla beslendiğini belirterek, kıyıya bu kadar yakın atılan ağların, nesli tehlike altında bulunan bu canlılar üzerinde tehdit oluşturduğunu dile getirdi. EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü her iki yeşil kaplumbağanın da, kıyıya atılan ağlara takılarak öldüğünü düşündüklerini belirterek, “Özellikle genç kaplumbağaların metabolizmaları daha yüksek olduğundan nefes alışları daha sık olmaktadır. Ağa takılan kaplumbağa stres altına girdiğinden hava rezervlerini daha çabuk tükettiğinden bu tür boğulmalar yaşanmaktadır. Ölü ve yaralı deniz kaplumbağalarının alınması için EKODOSD Derneği, Doğa Koruma ve Milli Parklar Aydın Şube Müdürlüğü, Sahil Güvenlik, Jandarma, Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Park Müdürlüğü gibi kurumlar aranarak bilgi verilebilir” dedi.
BESLENMEK İÇİN KIYILARA GELİYORLAR
Deniz kaplumbağalarıyla ilgili izleme, kurtarma, ölü ve yaralı kayıtlarının tutulduğunu aktaran Sürücü, “Ölü deniz kaplumbağalarından, ADÜ Biyoloji Bölümü’nde DNA araştırması yapmak üzere doku örnekleri toplanmakta, daha sonra kaplumbağalar plastik kirliliği ve denizel atıkların deniz canlılarına olan etkilerinin araştırılması için Dalyan’da bulunan Deniz Kaplumbağaları Araştırma Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi gönderilmektedir. Caretta caretta iribaş deniz kaplumbağalarının yanı sıra, ülkemizde sadece Hatay, Mersin ve Adana sahillerine yumurta bırakan Chelonia mydas türü Yeşil Kaplumbağaların da beslenme amacıyla Kuşadası kıyılarında dolaşması, bölgemizin denizel biyolojik çeşitliliği açısından çok önemlidir. Bu canlılarla ilgili hem koruma, hem de bilinçlendirme çalışmalarına devam etmekteyiz” dedi.
HIRVATİSTAN’DA KONFERANS YAPILDI
Öte yandan, 6. Akdeniz Deniz Kaplumbağaları Konferansı 16-19 Ekim 2018 tarihinde Hırvatistan’ın Porec kentinde, farklı ülkelerden katılan 180 bilim insanının katılımıyla gerçekleşti. EKODOSD da bu toplantıya kıyılarımıza vuran deniz kaplumbağalarıyla ilgili yapılan çalışmaları gösteren poster bildirisiyle katıldı. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Oğuz Türkozan işbirliğiyle gerçekleştirilen çalışmalar bu bildiride sunuldu. 2007 ile 2018 arasında Kuşadası ve çevresinde kıyıya vuran deniz kaplumbağaları ile ilgili verilere göre, kıyıya vuran toplam 160 deniz kaplumbağasının 141’i Caretta caretta. 19’u ise Chelonia mydas türünden.

İzmir'e Sahip Çık Platformu çevre avukatlarına sahip çıktı


İzmir'e Sahip Çık Platformu çevre avukatlarına sahip çıktı
  
 23 Ekim 2018 14:33
    
İzmir'e Sahip Çık Platformu, Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonunun tasfiye edilmesine karşı avukatlarla yan yana olacağını duyurdu
Özer Akdemir
İzmir'e Sahip Çık Platformu, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre ve Kent Hukuku Komisyonunun tasfiye edilmesi ile ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi. Açıklamada TBB'nin tavrı kınanarak, İzmir'de başlayan çevre hareketini İzmir'in sahipleneceği dile getirildi.
ÇEVRE VE KENT HUKUKU KOMİSYONU TASFİYE EDİLDİ
İzmir Tabip Odasında yapılan basın toplantısında basın metnini okuyan EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya, TBB'nin gönüllü olarak görev yapan Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi 24 avukatın hiçbir gerekçe göstermeden görevlerine son vermesini kınadıklarını belirtti.
TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu'nun 2011'de kurulduğunu hatırlatan Kaya, "Kurulduğu günden bu yana ülkedeki ekoloji mücadelesinin hukuksal ayağında önemli bir boşluğu dolduran komisyonda gönüllü olarak görev alan avukat dostlarımızın, tasfiye edilmesini ekoloji, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları mücadelelerine yapılmış büyük bir haksızlık olarak değerlendiriyoruz" diye konuştu.
'SORUMLU FEYZİOĞLU MU?'
Kaya, Komisyonun tasfiyesinin, "Avukat Noyan Özkan Çevre ve Ekoloji Mücadelesi Onur Ödülü"nün Ege Bölgesindeki ekoloji mücadelesinde önemli bir yere sahip olan EGEÇEP'e verilmesinden sonra geldiğine dikkat çekti. Kaya, "TBB'nin başkanlığını yapan Metin Feyzioğlu'nun altın madencilerinin avukatlığını yapması Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu avukat dostlarımızın neden tasfiye edildiğine dair açık bir ipucu vermektedir" dedi.
'AVUKAT DOSTLARIMIZLA YANYANA DURACAĞIZ'
Kaya, "İzmir'deki çevre, ekoloji, meslek örgütü, dernekler ve diğer kuruluşlar olarak; TBB yönetim kurulu üyelerine, almış oldukları bu kararı not ettiğimizi, görevlerinden alınan dostlarımızla şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da her türlü haksızlığa karşı yan yana duracağımızı bildiriyoruz" diye konuştu.
Kaya, TBB Yönetim Kurulu üyelerine bir an önce yapılan yanlıştan dönme çağrısında bulundu. 
'ÇEVRE HAREKETİNE İZMİR SAHİP ÇIKACAK'
Basın toplantısında söz alan İzmir Barosu Genel Kurulunda başkanlığa seçilen Özkan Yücel, henüz mazbatasını almadığını belirterek bir hukukçu olarak konuştuğunu belirtti. Yücel, TBB'nin komisyonu tasfiyesinin son derece yanlış bulduklarını belirterek, "TBB'nin yapamadığını İzmir'den yapacağız. Çevre hareketi İzmir'de başladı ve biz bu harekete sahip çıkmaya devam edeceğiz" dedi.
'NOYAN ÖZKAN'A SAYGISIZLIK'
Tasfiye edilen komisyonun üyesi Avukat Şehrazat Mercan, komisyon üyesi avukatların açtığı birçok davaya şimdi TBB'nin kendi avukatlarını göstermek istediğini belirterek, yıllardır süren bu davalarla ilgili endişeli olduklarını ifade etti.
Yine tasfiye edilen komisyonun bir diğer üyesi Av. Arif Ali Cangı da tasfiye sürecinin Noyan Özkan Onur Ödüllerinin verilmesi sonrasında geliştiğini belirterek, "Bu herşeyden önce Noyan Özkan'ın hatırasına büyük bir saygısızlıktır. Yapılan şey TBB'ye yakışmamıştır. Geçen hafta sonu yapılan Baro Genel kurulunda eğer Noyan Özkan'ın ailesi de kabul ederse bu ödülü bundan sonra İzmir Barosu'nun vermesi kararı alındı" diye konuştu. 
Açıklamaya İzmir Barosu'na yeni seçilen yönetim kurulu üyelerinin yanı sıra, TMMOB, EGEÇEP ve Ekoloji Birliği temsilcileri de katılarak destek verdi.
Son Düzenlenme Tarihi: 23 Ekim 2018 14:59

https://www.evrensel.net/haber/364185/izmire-sahip-cik-platformu-cevre-avukatlarina-sahip-cikti

22 Ekim 2018 Pazartesi

ÇEPEÇEVRE YAŞAM – Başköylülerin JES’e karşı zafer şenliği (2. Bölüm)




2 ayı aşkın süre direnerek köylerine kurulmak istenen JES projesinin ÇED sürecini sonlandıran Başköylüler zafer şenliği düzenledi.




Geçim kaynakları büyük oranda incir ve zeytin üreticiliği olan Başköylüler, köyün hemen girişine yapılmak istenen JES'e karşı büyük bir direniş sergilediler. Kararlı direnişleri sonrası Tire Kaymakamı'nın JES firmasının ÇED sürecinin sonlandırıldığını açıklaması üzerini Başköylüler, başarılarını şenlikle kutladılar.
Başköylülere EGEÇEP bileşeni Ege'nin çeşitli yerlerinde mücadele eden yaşam savunucuları ve Aydın'da JES'e karşı nöbet tutan Kızılcaköylüler de katıldılar. Özer Akdemir'in hazırlayıp sunduğu Çepeçevre Yaşam Başköylülerin zafer şenliğinin ikinci bölümü ile Evrensel Web Tv'de. 
(EVRENSEL WEB TV)
Son Düzenlenme Tarihi: 22 Ekim 2018 13:46

Kaz Dağı'nda RES'lere karşı etkinlikler devam ediyor


Kaz Dağı'nda RES'lere karşı etkinlikler devam ediyor
  
 22 Ekim 2018 12:48
Kaz Dağlarına yapılmak istenen RES'lere karşı yöre halkı Edremit'te panel düzenlendi, Eybek zirvesine yürüyüş yaptı.
Özer AKDEMİR
Balıkesir Havran ilçesi Eybek Dağına yapılmak istenen 75 adet RES tribününe yönelik yöre halkının tepkileri sürüyor. Kazdağı Milli Parkı ve Kazdağı Göknarı Tabiat Koruma Alanı sınırında yer alan RES'lere karşı hafta sonu çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi. 
Etkinliklerden ilki Edremit Belediyesi Kültür Merkezinde gerçekleştirilen panel oldu. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından düzenlenen “Rüzgar Enerji Santralleri Ne Kadar Masum?” başlıklı panele konuşmacı olarak EGEÇEP Bilim kurulu üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Karaburun Kent Konseyinden Hüsnü Dilli ve Orman Mühendisi Hasan Basri Avcı katıldı.
EDREMİT'TE RES KARŞITI PANEL
Panelin açılışında geçtiğimiz yıl yaşamını yitiren RES mücadelesinin simge isimlerinden Karaburdun Kent Konseyi Başkanı İpar Buğra'yı anan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan panelin açılışında Eybek Dağında yapılmak istenen RES'lerle ilgili ÇED raporundan derlediği bilgileri sundu.
Doğan, Türkiye'de üretilen ve tüketilen enerji miktarı ile ilgili resmi verileri de aktararak, enerji üretim fazlasının olduğu bir ortamda hükümetin şirketlere kar aktarabilmek için doğa talanına yol açan enerji projelerine hız kesmeden devam ettiğini söyledi.
RES'lerin canlı yaşamı ve insan sağlığı üzerindeki etkilerine değinen Prof. Dr. Ali Osman Karababa, RES'lerin yol açtığı ses kirliliğinin insanlar ve diğer canlılar üzerinde fiziksel ve psikolojik birçok olumsuz etkilerini olduğunu aktardı. RES'lerin yerleşim yerlerine yakın olmaması gerektiğini ifade den Karababa, insan kulağının duyma eşiğinin altındaki ‘infrasound’ adlı frenkansın yol açtığı sorunlara dikkat çekti. Karababa, RES'lerin çevresel etkilerine de değinerek özellikle ağaç kesimlerinin altını çizdi.

'RES'LERİN TÜM CANLILARA ZARARI VAR'
Orman Mühendisi Hasan Basri Avcı ise konuşmasında, RES'lerin kuşlar, arılar, yarasalar ve diğer canlılar üzerindeki olumsuz etkilerine değindi. Eybek dağında kurulmak istenen RES'lerin kuş göç yollarında olduğunu ifade eden Avcı, RES'ler için yok edilen ormanların da hem ekonomik hem de ekolojik yenden bölgeye zarar vereceğini belirtti.
KARABURUN DENEYİMLERİ
Yıllardır RES'lere karşı mücadele eden Karaburun Kent Konseyi’nden Hüsnü Dilli de Karaburun'da  yürütülen hukuki ve fiili RES mücadeleleri hakkında bililer verdi. Dilli, Eybek dağına kurulacağı söylenen 75 direğin sayısının ileride kuvvetli bir olasılıkla artacağı uyarısında bulundu.
Panel sonunda konuşan vatandaşlar ve köy muhtarları RES'leri istemediklerini dile getirdi. Daha önce Bergama'ya yapılmak istenen RES'lerin Bergamalıların kararlı tepkileri sonrası Burhaniye'ye kaydırıldığını anlatan bir katılımcı ise yerel yönetimin mücadeleye yaklaşımının önemi ve halkın mücadeleye kitlesel katılımının altını çizdi. Konuşmalarda, JES şirketini topraklarına sokmayan Tire Başköylülerin mücadelesi ve özellikle kadınların direnişteki rolü de dile getirildi.
Panelin ardından katılımcılar RES projelerine yakın olan Hacı Arslanlar Köyü’ ne (Mahallesine) ve ardından Yaşyer Köyü’ ne giderek köylülerle konuştular.
RES ALANINA YÜRÜDÜLER
Öte yandan Edremit Çevre Platformu (EEDÇEP) ve doğa sporları yapan dernekler Pazar günü  Eybek Dağı’nda RES yapılmak istenen bölgeye yürüdüler. Farklı rotalardan Eybek zirvesine yapılan yürüyüşte RES projesinin yörede yaratacağı tahribatın alanını gözlemlediler.
 
Fotoğraf: Edremit Çevre Platformu
RES PROJESİNİN TEKNİK VERİLERİ
Polat Enerji Sanayi A.Ş. tarafından Duygu RES adıyla yapımını planlanan RES projesi toplam 150,1 MWe kurulu güce sahip olacak. Proje kapsamında dikilmesi planlanan 75 RES tribününden yılda azami 524.630.000 kWh elektrik üretilecek. RES'lerden 2'si Çanakkale, diğerleri ise Balıkesir il sınırları içerisinde yapılacak. 9 ay da bitirilmesi planlanan RES'lerin ön lisans sahası toplam 13.836 ha'lık bir alanı kapsıyor. Bir tribünün kapladığı alan ise yaklaşık 1.520 metrekare iken proje kapsamında 3.249 metrekare alanı kaplayacak bir de şalt sahası yapılacak. 
Son Düzenlenme Tarihi: 22 Ekim 2018 13:26

21 Ekim 2018 Pazar

Hukuksuz ülkede hukukçu olmak! (Pazar yazısı)



21 Ekim 2018 04:30
     
 

Seferihisar Teos’tan ayrıldığımızda öğle sonunu bulmuştu saatler. Urla Zeytineli köyünün içinden denize doğru kıvrılarak tırmanan, sonra hafif bir eğimle inişe geçen bir yolda, makilerle kaplı tepelerin arasından konvoy halinde ilerledik. İzlediğimiz dar asfalt yolun sonundaki Hacılar koyu gitmek istediğimiz yerdi. Koydaki deniz kıpırtısız cam gibi görünüyordu tepeden. Durgun ve masmavi...
Yemyeşil bir örtüyü üzerine çekip uyuyormuşçasına kıvrılan tepelerin içine doğru teklifsizce, bir boynuz gibi sokulmuştu koy. Maviş maviş gülümseyen deniz en fırtınalı havalarda bile sakinliğini hiç bozmadan, ikizkenar üçgen şeklindeki küçücük bir vadinin sahilinde son buluyordu. Vadinin içerisinde, kırmızı kiremitli, iki üç katlı 20-25 kadar villa göze çarpıyordu. Günlerdir kamuoyunda tartışılan, gizli telefon kayıtlarının ortaya döküldüğü, o zamanlar Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu söylenen iki villa da bu evlerin arasındaydı.
Türkiye Barolar Birliği de (TBB) çeşitli meslek örgütleri ve vatandaşlarla birlikte bu doğal sit alanına yapılan villalara karşı dava açmıştı. Seferihisar Teos’a iki günlük bir toplantıya gelen TBB Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu, hazır buralara kadar gelmişken tartışmalı villaları gidip yerinde görmek istemişlerdi.
*
Villalarla ilgili açılan davaların hukuki süreci ülkedeki hukukun geldiği noktanın bir özeti gibiydi. Koydaki 20 parselin sit derecesi 1. dereceden 3’e düşürülmüştü önce. Sit derecesinin düşürülmesini sağlayan bilirkişi raporunda imzası bulunan “bilim insanlarına” verildiği iddia edilen rüşvetin ses kayıtları internette dolaşmaktaydı. Sit kararının düşürülmesini iptal eden mahkeme hakimleri için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ‘reddi hakim’ talebinde bulunması mahkeme başkanını isyan ettirmişti. Mahkeme Başkanı Osman Ermumcu, Bakanlığın adeta villa sahipleri yerine geçerek hakimin reddedilmesini istemesini “trajik” olarak nitelemiş, bir kamu kurumuna da yakıştıramadığını açık seçik dile getirmişti. Mahkeme Başkanı bu çıkışının karşılığını almakta gecikmedi. 2015 HSYK Yaz Kararnamesi ile Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığından İdare Mahkemesi Başkanlığına düşürüldü.
**
Konvoyumuz tepeden, yılan gibi kıvrılan dar asfalt bir yolla bu villalara ulaşmaya çalışırken önümüze demirden bir kapı ve kapının etrafından bütün koyu çepeçevre sardığı anlaşılan tel örgüler çıktı. Birileri güya bütün halkın malı olması gereken sahile giden yolu demir kapı ile kapatmıştı. Demir kapının ötesinde hiç kimse yoktu. Kapının iki üç metre ötesindeki bir direğin üzerine yerleştirilmiş kameranın kırmızı ışığı sürekli yanıyor, bizim göremediğimiz birileri bütün hareketlerimizi izliyordu. İki kanadı kalın asma kilitlerle zincirlermiş kapıdan seslenip birilerini çağırmanın hiçbir faydası olmadı.
Gün akşama yaklaşmışken, demir kapıyı, tel örgüleri aşamayacaklarını anlayan hukukçular kapının önüne sıralanıp bu ‘hukuksuzluk anı’nı birkaç kare fotoğraf ile ‘ölümsüzleştirdiler’ Artvin’den, 25 yıllık Cerattepe mücadelesinin avukatı Bedrettin Kalın demir kapının tepesine çıkıp oturdu. Hukuksuzluğa bir hukukçunun verebileceği en masum tepki buydu belki de. Biri zafer işareti yaptı, birisi “Bu kapılar, kaplarınız vız gelir bize vız” diye değiştirdi çok bilindik bir şiirin mısralarını. On dakika sonrasında olacaklardan habersiz kareye giren herkes gülümsüyordu.
Konvoyumuz tam dönüşe geçerken karşıdan gelen lüks arazi araçları ile karşılaştık. Dar yolda dönmek için manevra yapan Av. Bülent Tokuçoğlu’ya bu arazi araçlarından birinden laf atılınca ortalık gerildi. Arazi araçları ile gelip hukukçulara sataşanlar villaların sahipleriymiş.
Bu gerginlikten beş dakika sonra Zeytineli köyü çıkışına gelindiğinde jandarmalar yolu kesti. Avukatlar saatlerce alıkonuldu yolda. Tüm itirazlara “gelen emir böyle” diye yanıt verdi jandarmanın başındaki komutan. Savcı izni olmadan avukatların alıkonulamayacağı, aranamayacağı, gözaltında tutulamayacağını söyledi avukatlar. Vali’nin, bakanın, baro başkanının aranması hiçbir şeyi değiştirmedi. “İhbar var” denilerek durdurulan hukukçular ve içlerindeki tek gazeteci olarak ben gecenin karanlığına kadar orada göz altında tutulduk. Hukukçular bu hukuksuzluğu tuttukları bir tutanakla kayıt altına alırken ben de durumu gazete merkezine telefonla bildirdim. Bir kez daha gördük ki, işin ucu hükümetin en tepesindeki isme dokununca ne hukuk dinleniyordu, ne yasa, ne yönetmelik...

***
Birlikte üç saat alıkonulduğumuz TBB Kent ve Çevre Hukuku Komisyonu üyesi hukukçularla daha sonra da birçok yerde karşılaştık. Ülkenin neresinde bir doğa talanına karşı mücadele varsa bu gönüllü hukukçular orada idi. Soğuk bir sonbahar sabahında Artvin Cerattepe davasının bilirkişi keşfi için Kafkasör Yaylası’nın yolunu tutan hukukçular, birkaç gün sonra bu sefer Kozak Yaylasındaki madene karşı açılan davanın duruşması için Bergama’ya geliyorlardı. Trakya’nın termik santral cehennemine dönüşmemesi, Ergene’nin açık kanalizasyon gibi akmasına son vermek için mahkeme mahkeme dolaşıyor, sayfalarca dilekçe, tutanak hazırlıyorlardı. Aydın dağlarında, Karadeniz yaylalarında, bozkırın ortasındaki bir yaşam mücadelesinde hukuktan medet uman yoksul halk onları hep yanlarında gördü. Hukuk her ne kadar siyasi iktidarın yağma sofrasına meze yapılsa da, ne onlar, ne de yurttaşlar hukuku ve adaleti talep etme cüretinden vazgeçmediler. Yaşam hakkının avukatlarıydı onlar. Talan edilen doğanın, tarihin, dilsiz taşların, kurdun, kuşun, böceğin...
Geçtiğimiz haziran ayında, Türkiye çevre hukukunun duayenlerinden İzmir eski Baro Başkanı Noyan Özkan adına verilen onur ödülleri açıklandıktan sonra TBB’nin üst yönetiminin çevre komisyonuna karşı tutumları değişti. TBB yönetimi önce ödüllerden birisinin verildiği Finike’de katledilen Büyüknohutçu ailesinin törene gelmemesini gerekçe göstererek ödül töreninin ertelendiğini açıkladı. Onur ödüllerinden diğeri kurumsal olarak EGEÇEP’e verilmişti. Töreni erteleme kararı alırken komisyona danışma, bilgi verme gereği bile duymamıştı TBB. Sonrasında ise komisyonda görev yapan hukukçulara gönderilen suçlayıcı bir yazı ile komisyon üyeliklerinin sona erdirildiği iletildi. Güya komisyon ödül yönetmeliğine uygun davranmamıştı.
Acaba, TBB’nin Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Sivas’ta altın madeni işleten Demir Export’un avukatlığını yapması mıydı esas sorun? Doğa katliamının en çok yaşandığı bir madencilik faaliyetine hukuksal destek sunan Feyzioğlu’nun başında bulunduğu TBB Çevre Komisyonu altın madenciliğine karşı yıllardır önemli bir mücadele yürüten EGEÇEP’e ödül veriyordu. Komisyonun tasfiyesi bu çelişkinin çözülmesi yöntemi miydi?
Ülke, kendini her geçen gün daha da ağır hissettiren bir hukuksuzluk ikliminden geçiyor. Ne gariptir ki, hukuksuz ülkede hukukçu olarak kalmak isteyenlere en son ceza kendi meslek örgütleri tarafından kesildi!


15 Ekim 2018 Pazartesi

Ekoloji Birliğinden, komisyonu tasfiye eden TBB'ye açık çağrı



   15 Ekim 2018 15:36

Türkiye Barolar Birliğinin Çevre ve Kent Hukuku Komisyonunun tasfiye edilmesine bir tepki de Ekoloji Birliğinden geldi.
Ekoloji Birliği, Türkiye Barolar Birliği (TBB)'nin Çevre ve Kent Hukuku Komisyonunu tasfiye etmesi ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Yıllardır ekoloji mücadelesinin hukuk ayağında önemli bir boşluğu dolduran hukukçuların gerekçesiz bir şekilde tasfiye edilmesini büyük bir haksızlık olarak değerlendiren Ekoloji Birliği, TBB'ye yanlıştan dönme çağrısı yaptı.
Ekoloji Birliğinden, komisyonu tasfiye eden TBB'ye açık çağrı
'BÜYÜK BİR HAKSIZLIK'
56 yerel ekoloji örgütü tarafından geçtiğimiz Mart ayında Eskişehir'de kurulan Ekoloji Birliğinin yaptığı yazılı açıklamada, 2011 yılında kurulan Türkiye Barolar Birliğinin Çevre ve Kent Hukuku Komisyonunun herhangi bir gerekçe gösterilmeden tasfiye edilmesini "ekoloji mücadelesine hem hukuken, hem ahlaken yapılmış büyük bir haksızlık olarak değerlendiriyoruz" denildi. TBB'nin başkanlığını yapan Metin Feyzioğlunun ükedeki ekolojik sorunların başlarında gelen, doğa talanı ve katliamının en çok yaşandığı faaliyet alanlarından birisi olan altın madencilerinin avukatlığını yaptığına dikkat çekilen Ekoloji Birliği açıklamasında "Çevre ve Kent mücadelesinde daima halkın yanında olan bu avukat dostlarımızın neden tasfiye edildiğine dair açık bir ipucu vermektedir" ifadelerine yer verildi.

'TBB, HUKUKTAN, DOĞADAN YANA OLSUN'
Ekoloji Birliği TBB'ye; "TBB'yi bir an önce yaptığı yanlıştan dönmeye, baroların hak ve görev tanımı arasında yer alan kamu yararına, tüm canlıların yaşam hakkını gözeten, hukuktan, insan haklarından, doğadan yana bir çizgiye dönmeye davet ediyoruz" çağrısında bulundu. (HABER MERKEZİ)
Son Düzenlenme Tarihi: 15 Ekim 2018 15:43
https://www.evrensel.net/haber/363649/ekoloji-birliginden-komisyonu-tasfiye-eden-tbbye-acik-cagri

14 Ekim 2018 Pazar

Kader (pazar yazısı)



14 Ekim 2018 04:30

Yaklaşık 3 saattir Bandırma Manisa yolunda ilerleyen tankerin şoförü Gördes sapağına geldiğinde bir kez daha göz kapaklarını açık tutmakta ne kadar da zorlandığını anladı. Kenara çekip birkaç saat uyumayı nasıl da isterdi ama tankerdeki yükü madene bir an önce yetiştirmesi söylenmişti kendisine. Yük çok tehlikeli, yol yılan gibi virajlıydı.

Akhisar Ovasında yeşilin tonları arasında görünen sarı sonbahar renkleri evini anımsattı. Bigadiç’in kenar mahallelerinde etrafı kavaklarla çevrili bir evi vardı. Şimdi iki küçük kızı ile cefakar eşi şu saatte uyuyor olmalıydılar. Aklına uykuyu getirdi miydi içinde tatlı bir boşluk hissi beliriyordu ki bunun çok tehlikeli olduğunu bilecek kadar deneyimli bir şofördü. Uykusunu dağıtmak için penceresini açtı. Sabahın serinliği bir anda içeriye hücum edince vücudu ürperdi. Soğuk iyi gelmişti, canlanmıştı biraz. Şunun şurasında yarım saat kırk dakikalık bir yolu kalmıştı. “Ha gayret Ramazan” dedi kendi kendine. TRT Türkü’yü açtı radyodan. Aşık Veysel kendisi için söylüyordu sanki; “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece”.

Dingiller Köyünün yol kenarındaki tabelasını gördüğünü anımsıyordu en son. Sonra nasıl olduysa gaflet basmış, uyumuştu. Bereket kamyon yolun solundaki boş tarlaya doğru gitmiş, o hızla şarampole girince de yan yatıp tarlanın içine devrilmişti. Kamyon daha şarampole girer girmez uyanmıştı Ramazan ama iş işten geçmişti. O saatten sonra frene basması kamyonun hızını azaltsa da devrilmeyi önleyememişti. Yan yatıp biraz sürüklenen kamyon, çakır dikenlerle dolu tarlanın tam ortasında durdu. Etrafı bir anda toz toprak ve kırık camların parçaları kaplamıştı. Yanı üzerinde yatan kamyonun yukarıda kalan kapısından alelacele çıkarken göz ucuyla arkadaki tanklara baktı. Hissettiği kötü koku tanklardaki sülfürik asidin kokusuydu. “Eyvah” dedi, şoför mahallinden aşağıya atlarken. Umar gözlerle etrafına baktı. Hemen yakınındaki evlerden sabah mahmurluğunu üzerlerinden atamamış köylülerin pijamaları ile kaza yerine doğru geldiklerini gördü. Elini ağrıyan başına götürdüğünde parmaklarına bulaşan kanı hissetti. Başı döndü, tarlanın ortasına oturur oturmaz yana düştü. Bayılmadan hemen önce kanlı ellerini köylülere doğru kaldırıp, “gelmeyin, asit” diyebildi.
*
Kalemoğlu köyünde gölgesi kendisinden büyük bir çınar ağacının dibine oturmuş, yere bir şeyler çiziktiriyordu Kader. Az ilerde biriken kalabalık içindeki konuşmalara vermişti kulağını. Aklından geçen binlerce sorunun kararsızlığı arasında bocalayıp duruyordu epeydir. Başında, sarı bir yağlık vardı. Buğday rengine çalan kumral saçlarının bir tutamı asice yağlığın altından fışkırmıştı. Kafasını kaldırıp kahvenin önünde biriken kalabalığa baktığında gözlerinde kararını vermiş kişilere özgü bir bakış belirdi. Çağla yeşili gözleri de, en az yağlığın altından yol bulup çıkan saçları kadar asiydi şimdi.

Hararetle bir şeyler tartışan kadınlı erkekli grubun yanına gidip tam ortalarında durdu. O böyle teklifsiz kalabalığın içine dalınca sesler birden kirp diye kesildi. Herkes şaşırmıştı. Günlerdir tartışılan konu hakkında şimdiye kadar ağzını açıp tek kelime söylemeyen Kader, şimdi kalabalığın tam ortasında, hiç kimseyi atlamadan herkesin yüzüne teker teker bakıyordu. Kahvenin önünde adeta sinekler bile vızlamayı kesmiş, köy sanki bir anda ölüm sessizliğine bürünmüştü. Sesini yükseltmeden tane tane konuştu Kader; “Bu sefer toplantıyı yaptırmayacağız, arkadaşlar” dedi. “Bize ne diyecekler ki bunlar. Şu tepemizde dikilen yüz yıllık çınarın yapraklarına bir bakın. O zaten her şeyi anlatmıyor mu?”.

Sustu bu sözlerin ardından. Kadınlara doğru baktı. Yüzündeki muzip gülümseme onlara geçti bir anda. “Akşam kadınlar bize gelsin” dedi ve yürüyüp gitti evine doğru. Yeşil yaprakları bir parmak toza bulanmış çınar ağacının gölgesinde kalan köylüler, onu evinin sokağına dönünceye kadar aynı sessizlikle izlediler. Önce kadınlar ayrıldı grubun arasından. “Akşama görüşürüz” diyen dedi, demeyenler gözleriyle anlaşmıştı zaten...
**
Kader, bir türlü aradıkları oğlanı bulamayan ana babasının ardı ardına olan 5 kızından en küçüğüydü. İki üniversite bitirmiş, arkeolojinin ardından sanat tarihi okumuş, iki yıl vekil öğretmenlik yapmıştı. Kendisiyle tekrar sözleşme imzalanmayınca dönüp köyüne geldi. Yaşı 30’dan fazla göstermiyordu ama köy yaşamının çetin şartlarının yüzündeki kırışıklıkları her geçen gün arttırdığını o da fark ediyordu.

Evlenmemişti Kader. Dul ablası ve eline aldığı erik dalını baston gibi kullanıp kendisine destek yaparak yürüse de yüzünden sağlık fışkıran kırmızı yanaklı anasıyla birlikte yaşıyorlardı. Ablaları da kendisi gibi renkli gözlü, alımlı, işçimen kadınlardı. Babaları ölmüştü uzun zaman önce.

Manisa’nın ova köylüklerinden birinde geçen iki yıllık vekil öğretmenlik yaşamından koparıldığında adeta dünyası başına yıkılmıştı. En azından emek verdiği çocukları mezun ederek okulundan ayrılmış olmanın buruk mutluluğu ile avundu bir süre. Köyüne döndükten sonra rençperlik işlerinin yanı sıra çobanlığa başladı. Önce 20 baş olan koyun sayısı zamanla 50’yi buldu.

Hiç gocunmadı çobanlık yaptığından, hiç yüksünmedi. Kim ne derse desin alnının teriyle kazanıyordu ekmek parasını. Köyün gürbüz otlu meralarında, sabahları altlarından geçerken tepelerinden incecik bir çiğin yağdığı çam ormanlarında, etrafı mor kayalarla çevrili, semizlik, ısırgan, reyhan biten yarpuz kokulu pınarların başında sürüsüyle dolaşırken, dünyanın tüm güzelliklerine sahipmişçesine sevinirdi. Kendi iç sessizliğinin, doğanın sesleriyle birleşmesindeki huzuru hiç bir şeyde bulamazdı. Ağzına bir karanfil dalı alıp gözlerini kapatır, rüzgarın çamlar arasından dolaşan fısıltısını, yanı başındaki pınarın topraktan belli belirsiz kaynayışını, koyunların taze otları çiğneyip geviş getirişlerini, kuzuların annelerine sokulan şımarıklığını, bir çamın en üst dalına yuva yapmış bülbülün şarkısını, bir sincabın eşine kur yapışını, bulutların yüzüne vuran gölgesini dinler, her biriyle bütünleşirdi.

Akşama doğru, karınları doymuş, yünleri kabarmış sürü eve koşarcasına gelirdi. Evin önünde sağılan çam püreni kokan sütten sürüye gidememiş kuzuların payları ayrılırdı. Sürünün ağılı iki katlı evlerinin tam altındaydı. Bir ray üzerinde parça parça birleşerek oluşan ağıl kapısı Kader’in içindeki bir başka dünyaya aralanıyordu.

Siyah renkli dikdörtgen kapı parçalarının her birinin üzerinde beyaz boyayla şiirler yazmıştı Kader. Nazım Hikmet’in “Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı, memleketin şarkıları ve tütünü gibi” mısralarıyla içini dökmüştü kapının üzerine. Aynı yazının altında şairin “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür...” şiirinden iki dize okunuyordu.

Yandaki siyah kapının üzerindeki şiirden yansıyan aydınlık bir başkaydı; “Dağlar, insanlar ve hata ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır”. Bu dizelerin altında “Seni dişlerinde elma kokusu, bir daha hangi ana doğurur bizi” mısraları yazılıydı.  Peş peşe sıralı 7 kapının yedisinin üzerinde de şiirler vardı. Attila İlhan, Hasan Hüseyin, Behçet Aysan ve ille de Cemal Süreya.
Bazen apansız gelip içine dolan kederi, en son kapının altına “canımla besledim şu hüznün kuşlarını” dizeleriyle anlatmıştı Kader. Yine de dikliğinden, baş eğmezliğinden ödün vermemişti, ne hüznün kuşlarına ne iki cihan tanrılarına. Yaşama tüm zorluklarına rağmen teşekkür ederken “üstü kalsın” yazmayı ihmal etmemişti...

**

Salonun kapısının önüne iki kocaman kabak getirdi kadınlar. Her birinin bir ucundan üç kadın tutarak getirdi. Tam kapının önüne koydular kabakları. Yanlarına bahçesinden demincek topladığı çamurlu domatesleri dizdi bir nine. Etrafını kadife çiçekleri ile bezedi. Mor yağlıklı, yeşil gözlü genç bir gelin koltuklarının altında sarı bir kavun ve çizgili bir karpuzla geldi. Özenle koydu bunları sebzelerin arasına. Bir başkası kan kırmızı kapya biberini, öteki kadın yeni topladığı taze cevizleri dizdi yan yana.

Sonra tüm kadınlar sıralandılar salon kapısının önüne. Omuzları birbirine değiyordu. Kadınlardan, kabaklardan, meyve ve sebzelerden kurulmuş barikatı görünce şaşırdı kendisini Çevre Şube Müdiresi olarak tanıtan uzun boylu, sivri topuklu memur. “Burada madenin bilgilendirme toplantısı yapılacaktı” diye yarım ağız sözlerine kadınların yanıtı kısa ve netti; “Bizim  madenlerimiz işte burada. Başkaca bir şey de duymak istemiyoruz”.

***

Kalemoğlu köylüleri Gördes’in yedi köyünün ortasında işletilen nikel madeninin kapasite artışı halk toplantısını yaptırmadı. Yılda bin ton sülfürik asit kullanan madene her gün onlarca tankerle Bandırma’dan sülfürik asit taşınıyor. Geçtiğimiz yıl meydana gelen dört tanker kazasında tonlarca sülfürik asit, tarlalara, derelere karıştı...
     


10 Ekim 2018 Çarşamba

Manisa'da nikel madenine ÇED toplantısı yaptırmadılar



 10 Ekim 2018 13:28

Manisa'da Kalemoğlu köylüleri, madencilik şirketinin nikel madeni kapasite artışı ÇED toplantısını engelledi.
Özer AKDEMİR
Manisa Gördes'e bağlı Kalemoğlu köylüleri, yakınlarında işletilen nikel madeninin kapasite artışı ÇED halkın katılımı toplantısını yaptırmadılar. Yaklaşık 5 yıldır faaliyette olan madenin ürünlerine büyük zararlar verdiğini ve sağlıklarını bozduğunu belirten köylüler, "Yeter artık" dediler.
KADINLAR KABAKLARLA BARİKAT KURDULAR
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Zorlu Holding'e ait Meta Nikel Kobalt Madencilik Şirketi tarafından yaklaşık 4 yıldır işletilen nikel madeni kapasite artışına gidiyor. Yılda 1 milyon ton nikel madeni çıkaran şirket bu miktarı 2 milyon 400 bin ton/yıla çıkarmak istiyor. Şirketin kapasite artışı için başlattığı ÇED sürecinde yapılması planlanan halkın katılımı toplantısı yöre köylülerinin tepkileri nedeniyle yapılamadı.
Madene komşu Kalemoğlu Köyü Çok Amaçlı Etkinlik Salonu'nda yapılmak istenen toplantı girişimine Kalemoğlu kadınlarının tepkileri damga vurdu. Öğle saatlerinde yapımı planlanan ÇED toplantısının yapılacağı salonun kapısına kendi ürettikleri her biri yaklaşık 30-40 kilo gelen iki büyük kabak koyan kadınlar, kapının hemen yanına da ürettikleri seze ve meyveleri yerleştirdiler.
'BİZİM MADENİMİZ BUNLAR'

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
Nikel madeninin çalışmaya başlaması ile birlikte ürünlerinde gözle görülür zararlar ve bozulmalar olduğunu, sularının azaldığını belirten kadınlar, masa üzerinde sergiledikleri domates, ceviz, salatalık, biber, soğan, kavun, karpuz gibi sebze-meyveleri göstererek, "Bizim madenimiz bunlar. Biz bunları üretip satarak bugüne kadar yaşadık. Çocuklarımızın da bu sağlıklı ürünlerle beslenmesini, onlara temiz bir çevre bırakmak istiyoruz. Nikel madeni herşeyi kirletiyor. İstemiyoruz"  dediler.
'YALANLARINIZI DİNLEMEK İSTEMİYORUZ'
Köylü kadınlar ellerine "Asit yağmuru ile kanser olmak istemiyoruz. Kalemoğlu Köyünde torunlarımızı büyütmek istiyoruz" , "Herkes sağlıklı ortamda yaşama hakkına sahiptir. TC Anayasası" yazılı dövizlerle toplantı salonunun önünde toplandı. Toplantı için gelen Manisa İl Çevre Müdürlüğü ve diğer kurumlardan yetkililerle, şirket görevlilerini salona sokmayan köylüler, "Biz artık yalanlarınızı dinlemek istemiyoruz. Ne anlatacaksınız bize? Gelin köyümüzde bir hafta yaşayın, madenin etkilerini görün ondan sonra bu toplantıyı yapın" diyerek salona girişe izin vermediler.
'BU DAHA BAŞLANGIÇ'
Kalemoğlu köylülerine komşu köylerin yanı sıra, Akhisar, Gördes, Turgutlu ve İzmir'den de yaşam savunucuları destek verdi. Ekoloji Birliği, EGEÇEP, TEMA temsilcilerinin yanı sıra CHP Gördes ilçe yönetici ve üyeleri de Kalemoğlu köylülerine destek için köydeydiler. Köylülerin tepkilerinin ardından toplantı yapılamadığına dair yazılan tutanağı köylülere okuyup onların da onayını alarak imzalayan Kalemoğlu Köylülerinden Kader Beyhan, "Bu daha başlangıç. Maden birçok köyü etkiliyor. Onlarla da birleyerek sağlıklı yaşam hakkımızı korumak için herşeyi yapacağız" dedi.
'SESSİZ KALIRSAK KÖYÜMÜZ YOK OLACAK'
Yetkilerin ve şirket görevlilerinin köyden ayrılmalarını alkışlarla karşılayan köylüler, daha sonra köy kahvesinde bir araya gelerek eylemi değerlendirdiler. Madene bu tepkiyi daha gündeme geldiği yıllarda vermeleri gerektiğini belirten köylüler, "Yine de zararın neresinden dönülürse kardır. Sesimizi çıkarmazsak, sessiz kalırsak ne ormanlarımız kalacak, ne toprağımız, ne suyumuz. Köyümüz yok olacak. Sülfirik asit yağmurları herşeyimizi kirletecek" dediler.​​
 
Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel
YILDA 1000 TON SÜLFİRİK ASİT KULLANILIYOR
Meta Nikel madeni Gördes'in Kalemoğlu, Kabakoz, Fundacık Hanpaşa, Dağdere, Börez, Beğer gibi köylerin ortasında 2014 yılından beri sülfirik asit tank liçi yöntemi ile üretim yapıyor. Çin'den alınıp Aliağa limanına getirildikten sonra 264 tekerli bir TIR'a yüklenerek madene 2 ayda götürülen, halkın "Cehennem kazanı" adını verdiği 738 ton ağırlığındaki otoklav adlı silindir şeklindeki tank güzergah boyunca protestolarla karşılanmıştı. Günde 1000 ton sülfirik asit kullanan madene bu asit Bandırmadaki sülfirik asit fabrikasından tankerlerle taşınıyor. Geçtiğimiz yıl meydana gelen ve kamuoyuna yansıyan 4 tanker kazası olmuş, bu kazalarda tonlarca sülfirik asit doğaya karışmıştı.
MADEN ORMAN, MERA, TARIM ALANINDA
Maden kapasite artışı ile ömrünü 10,5 yıl daha uzatmayı planlıyor. 740 hektarlık alan için ÇED izni alan şirket, sahada iki adet 400 ton/saat kapasiteli kırma eleme tesisi de kuracak. Proje alanı Çevre Düzeni Planı’na göre tarım alanları, orman alanları ve mera alanları içerisinde kalıyor. Gördes'e kuş uçumu yaklaşık 10 km uzaklıktaki maden alanı, Kabakoz Mahallesine ise sınır durumda. Saha Fundacık Köyü'ne 1, Kalemoğlu Köyüne ise yaklaşık 2 km uzaklıkta. Yıllık 8.000.000 ton malzeme çıkaracak olan maden bunun 2.400.000 ton/yıl kadar kısmı tüvanan nikel cevheri üretirken, 5.600.000 ton/yıl kadarı ise pasa olarak depolanacak. Madene en yakın su kaynağı ise 700 metre uzaklıktaki Çiçekli Göleti. Madenin 30 km çapındaki çevresinde irili ufaklı birçok baraj ve gölet yer almakta.

Son Düzenlenme Tarihi: 10 Ekim 2018 13:43
      
https://www.evrensel.net/haber/363311/manisada-nikel-madenine-ced-toplantisi-yaptirmadilar

8 Ekim 2018 Pazartesi

IPCC raporu: Küresel ısınmayı 1,5°C’de tutmanın önemi büyük


IPCC raporu: Küresel ısınmayı 1,5°C’de tutmanın önemi büyük
 08 Ekim 2018 16:40
  
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporunda 'Küresel ısınmayı 1,5 santigrat derecede tutmak için eşi görülmedik değişiklikler yapılmalı' dendi.
Özer AKDEMİR
İzmir
Küresel ısınma ile ilgili son yapılan araştırmaların ardından Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı rapor hükümetler tarafından onaylandı. Küresel ısınmanın 1.5 derecede tutulmasının önemine vurgu yapılan rapora göre bu hedefin tutturulması için “eşi benzeri görülmedik değişiklikler” yapılması lazım.
8 Ekim 2018 tarihinde Güney Kore’nin Incheon kentinde bir basın toplantısı ile açıklanan “5ºC Küresel Isınma Özel Raporu” 6 binin üzerinde bilimsel çalışmanın incelenmesinin ardından oluşturuldu. Rapor, küresel ısınmayı 1,5ºC ile sınırlandırmanın, “sürdürülebilir kalkınma ve insan refahı için” büyük önem taşıdığını ileri sürüyor.
ISINMAYI 1.5 DERECEDE TUTMANIN ÖNEMİ BÜYÜK
IPCC raporu, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) 2015’te Paris Anlaşması’nın kabul edilmesinin ardından 40 ülkeden 91 yazar ve editör tarafından hazırlandı. Halihazırdaki 1°C derecelik küresel ısınmanın sonuçlarını daha fazla aşırı hava olayları, yükselen deniz seviyeleri ve Arktik deniz buzlarının erimesi olarak şimdiden görüldüğünün belirtildiği raporda, eğer küresel ısınmayı 1,5°C’de tutarak, 2°C ve üzeri sıcaklık artışlarına göre birçok önemli iklim değişikliği etkisinin önlenebileceği ileri sürülüyor. 2100 yılında 1,5°C derecelik bir küresel ısınmada küresel deniz seviyelerindeki yükselmenin, 2°C derecelik bir küresel ısınmayla karşılaştırıldığında 10 santim daha az olacağı bu duruma örnek olarak veriliyor. Yine rapora göre mercan resiflerinin 1,5°C derecelik bir küresel ısınmada yüzde 70-90 kadar azalacağı öngörülürken, 2°C derecede ise resiflerin hemen hemen tamamının yok olacağı dile getiriliyor.
EKOSİSTEMLERİN YOK OLMASI
Rapor 1,5 derece sınırının bu derecenin üzerindeki en küçük bir artışın bile bazı ekosistemlerin yok olması gibi uzun süreli ve geri döndürülemez değişikliklerle ilişkilendirilen riskleri arttırdığı için önem taşıdığının altını çiziyor. Isınmanın 1,5 derecede sınırlanması bir yandan da insanlara ve ekosistemlere bu duruma uyum sağlamaları ve ilişkili risk eşiklerinin altında kalkabilmeleri için daha fazla zaman ve olanak anlamına gelecek.
Rapordaki iyimser bir yoruma göre küresel ısınmayı 1,5°C derecede tutmak için toprak, enerji, sanayi, bina, ulaşım da “hızlı ve geniş kapsamlı” dönüşümler yapmak gerekiyor. Aynı zamanda, insan kaynaklı küresel net karbon dioksit emisyonlarının 2030 yılı itibarıyla, 2010 seviyeleri üzerinden yüzde 45 azaltılmış olması ve 2050’de emisyonların sıfırlanmış olması gerekiyor. Raporda, küresel ısınmayı 2°C yerine 1,5°C derecede tutmanın iklim değişikliğinin ekosistemler, insan sağlığı ve refahı üzerinde zorlu etkilerini azaltacağı iddiası var.
RAPORU BAŞKA TÜRLÜ OKUMAK...
Bu bu sistem içerisinde küresel ısınmanın 1,5 derecede tutulmasının ne kadar zor olduğunu raporun satır aralarından okumak mümkün. Kritik 1,5 derece hedefinin tutturulması için “toprak, enerji, sanayi, bina, ulaşım” politikalarında yapılması gereken “eşi benzeri görülmedik değişim”ler nasıl olacak ya da bu sistemden böylesi bir değişim beklemek ne derece akılcı? Öyleyse...
ÜLKELER TAAHHÜTLERİ YENİLEMELİ
♦ İnsanlar, yeryüzünün sanayi öncesi döneme göre yaklaşık 1,0ºC ısınmasına sebep oldu.
♦ Halihazırdaki 1°C derecelik küresel ısınmanın sonuçları, aşırı hava olayları, yükselen deniz seviyeleri ve Arktik deniz buzlarının erimesi ve diğer değişimler olarak şimdiden yaşanıyor.
♦ Emisyon artışı mevcut şekliyle devam ederse, küresel ısınma 2030 ile 2052 yılları arasında 1,5ºC sınırını geçecek.
♦ Küresel ısınmayı 1,5ºC ile sınırlandırmak, ekolojik sistemler ve yaşam alanları üzerindeki birçok kalıcı etkinin önlemesi anlamına geliyor.
♦ 1,5ºC sınırını geçmemek için küresel emisyonların 2030 yılında 2010 yılına göre yüzde 45 azaltılması, 2050 yılında ise tamamen sıfırlanması (net -sıfır) gerekiyor.
1,5°C sınırlanmak için, tarım, enerji, sanayi, bina, ulaşım ve şehirlerde “hızlı ve geniş kapsamlı” dönüşümler gerekiyor.
♦ Şu anda Paris Anlaşması kapsamında verilen taahhütler, küresel ısınmayı 1,5°C’de sınırlandırmaya yetmiyor. Ülkelerin, en kısa zamanda taahhütlerini yenilemesi gerekiyor.
İklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerine gelirsek; TÜİK verilerine göre Türkiye’de afetler her geçen yıl artırıyor ve ortalama sıcaklıklar ise günümüzde 1970 yılına göre 1,5ºC daha fazla.
Son Düzenlenme Tarihi: 08 Ekim 2018 16:42


7 Ekim 2018 Pazar

Çoban Veysel'in akşamı (Pazar yazısı)



07 Ekim 2018 03:35
  
Çoban Veysel tam karşısında, ince bir pusun içinde mağrurca dikilen başı dumanlı Erciyes Dağı’na baktıkça içlendi. Hep rahmetli dedesine benzetirdi bu heybetli dağı. Yanık buğday tenine yakışan kır sakalları vardı dedesinin. Çoğunlukla güleç olan yüzü her daim efkarlıydı. Kan oturmuş gözleri bilinmez bir uzaklığa dalıp gitmişken sararmış parmaklarının arasında özenle sardığı cigarası tüterdi. Genelde sakin bir adamdı ama bazen öyle bir öfke tufanına kapılırdı ki...

Çobanlığı da, üzüm kesmeyi, bağ budamayı, tırpan sallamayı, kükürt atmayı da hep dedesinden öğrenmişti. Toprağı bol olsun iki yıl önce kalp krizinden ölmüştü. Babasını da daha bebekken kaybetmiş bir yetimdi Veysel. Hem dedesi hem anası ona baba özlemini yaşatmamak için çırpınmışlardı yıllar yılı.

O akşam, İsmail Sivrisi’nin eteğinde köyünü uzaktan gören kıraç bir tepeciğe koyunları çekti. Yayvan eteklerinden zirvesine doğru gittikçe sivrilen, uzaktan piramide benzeyen bir dağdı İsmail Sivrisi. Tam zirvesinde ise köylülerin "ermiş" dedikleri İsmail Dede'nin mezarı vardı. Adı da buradan geliyordu. Bazı günler geceyi bu dağın yamaçlarında geçirmeyi artık adet edinmişti.

Yaz günü tam da ekin biçme zamanı yaklaşmışken, koyunları ekili tarlaların arasından, içlerine girmelerini engelleyecek biçimde eve götürüp getirmek bildiğin zulümdü Veysel için. Bütün gün sürünün peşinden gitmek, sabahleyin gün doğarken koyunları önüne katarak dağa çıkmak ve yine güneş İsmail Sivrisinin sarp kayalıklarından ağır ağır yitip gitmeden önce eve dönmek epey yorucuydu ama sürüyü tarlaların arasından geçirdiği anlardaki kadar hiç gerilmiyordu sinirleri.
Doğru dürüst ne yol vardı köyle dağ arasında ne bir kuru dere yatağı. Silme tarla doluydu köyün güney tarafı. Arpa, buğday, yulaf, mercimek, nohut ekili tarlaların kelilerinden sürüyü ince bir kervan halinde geçirmek, bu sırada hayvanların tarlalara girmesini önlemek zorundaydı. Aksi takdirde muhtarlıktan şimdiye kadar iki kere yediği ceza kağıtlarından birisinin daha eline tutuşturulacağını çok iyi biliyordu.

En iyi otlar dağa çıkan yamaçlardaydı. Bozkırın her türlü otu bulunurdu bu yamaçlarda. Koyunların bayıla bayıla yediği çayır gülleri, mor tomurcuklu karanfiller, sarı sarı uzayıp giden sığır kuyrukları, yavşan otu, gelincikler dağın eteklerinde sere serpe biterlerdi.

Çoban yastıkları da boldu tepelerde. Beyaz, pembe küçük çiçekleri olan top top çoban yastıklarının üzerine kepeneğini atıp, koyunların sakince yayılışını izlemek en keyifli anıydı koca günün. Bu dinlenme zamanlarında tepelerden topladığı üzerliklerden türlü türlü işler çıkarır, süs eşyaları yapardı. Özene bezene uçlarına göz boncukları taktığı nazarlıklar, kapı pencere sineklikleri ya da atların, katırların gözlerinin önüne, alnına takılan süslemeleri herkes beğenir, bazen iyi de para verirlerdi Veysel’e.

***

Gün İsmail Sivrisi’nin doruğunu aşıp, ötelere devrildiğinde sürüyü eski çobanların yaptığı derme çatma bir ağılın içine aldı. Dört bir yanı uzun ince ağaç dalları, çuval parçaları, hasır ve sazlardan örülü, çeyrek evlek kadar bir yerdi ağıl. Tam ortasında kocaman bir kaya tuzu vardı.

Eşeğin semerini çözdü. Ağıla gidip, heybenin gözünden aldığı küçük helkenin içine süt sağdı. Kendinden önceki çobanların yıllardır kullandığı, isten kararmış iri düzgün taşlarla yapılmış ocağa topladığı tezekleri, kuru çalı çırpıları, nereden geldiğini bilemediği ağaç dallarını doldurup tutuşturdu. En yakın ağacın belki de bir kilometre ötedeki iğde çalısı olduğu bir yerde önüne çıkan bu eski, kabukları soyulmuş, renkleri beyaza çalmış, insan iskeletlerine benzeyen ağaç dallarına şaşırır kalırdı hep. Bunları yanına alır, eşeğinin terkisindeki heybeye atardı. Çok iyi yanardı bu ağaçlar.

Birinde de bir deniz kabuğu fosili bulmuştu. Denizden bin metre yüksekte bulduğu taşlaşmış ama boğum boğum katmanları belli olan bu fosili cebinde taşır, arada çıkarıp bakarak kendisini deniz kenarında, ya da dalgalar arasında yol alan bir gemide hayal ederdi.

Ocağın üzerinde sütü kaynattı. İçine peynir, yeşil soğan, taze nane ve domates koyduğu yufkayı dürüm yaptı. Dürümü ocağa yerleştirdiği ince yassı taşta kızarttı. Yufkanın içindeki peynirin eriyerek pişen domatese karışıp, soğanın ve taze nanenin kokularıyla birleşmesinden oluşan tadı çok severdi. Yanında tuzlayıp yiyeceği ekşi hardal otu da varsa tam bir ziyafet olurdu yemek Veysel için.

Yemeğin ardından kepeneğini semere yaslayıp közde demlediği dağ çayını keyifle yudumlarken önünde uzanan ovada görünen köyünün ışıklarına baktı. Güneş battıktan sonra başlayan akşam yeli serin serin esiyordu. Ovada tek tük başka ışıklar da vardı. Belki çoban ateşleri belki tarlalara girmiş biçerdöver ışıklarıydı bunlar. Köyü ile ova arasında Ankara asfaltından geçen araçların farları da bir görünüp bir kayboluyordu.

Sol yanında kalan epey uzak tepelerde aynı anda yanıp sönen kırmızı ışıklar rüzgar direklerinin ışıklarıydı. Bu direklerin dibindeki köyden bir de arkadaşı vardı Veysel’in. İlçedeki tek ortaokulda aynı sınıfta okumuşlardı Cengiz’le. O da kendisi gibi liseye devam etmedi, edemedi belki de. Çoban oldu Veysel gibi, koyunların ardı sıra gün gece bozkırı adımlayıp durdu.

Önceleri çok sevimli bulurdu bu direkleri Veysel. Cengiz, “Rüzgar direklerinin uzaktan sevimli görünmesine aldanma” demişti birisinde. “Onu gel bir de bizim köyden gör. Tepende gece gündüz homurdanıp duran bu devler, hiç susmazlar. Koyunlar bile yanına yaklaşmıyor, altlarından geçmiyorlar. Sadece köyün köpekleri çevrelerinde dolanır hep. Etraflarından kuş ölüleri toplayıp yerler.”
Onlarca kırmızı ışığın parladığı tepeye yanını döndü Veysel. Neyse ki kendi dağlarına, tepelerine gelmemişti bu devler daha. Hiç gelmesinler diye de dua ederdi Cengiz’in anlattıkları aklına düştükçe.
Göğe baktı. Gökyüzünde binlerce yıldız zifiri karanlık boşluğun içerisinden göz kırpıyor, bazıları bir anda, ardında ateşten bir kuyruk bırakarak hızla kayıp yok oluyordu. Bu yıldızların arasında sürekli hep aynı yöne doğru yavaşça hareket eden uyduları bulur, gözden yitene kadar takip ederdi. Uyku da tam o zamanda, uyduyu izlerken gelir çöreklendi göz kapaklarına.

Veysel çay içtiği metal bardağı yanına bıraktı. Akşam yeline karşı kepeneğine sokuldu. Ellerini göğsünde birleştirip dudaklarını çocuk gibi sündüre sündüre yavaşça uykuya teslim oldu.
***
Uyandığında eteğinde gecelediği İsmail Sivrisi’nin mavi dumanı henüz dağılmamıştı. Daha doğmamış olan güneş hiç acele etmeden karşıda görünen Erciyes’in beyaz doruğunu turkuaza boyuyordu. Bu arada dağın tepesinde dolanan bulutlar da pembe pamuk şekerleri haline gelmişlerdi. Erciyes, gün kuşluğa erdiğinde beyaz sakalları döşüne inen bir dede gibi ovanın orta yerine bağdaş kurup oturacaktı.

Çiğ düşmüş mine çiçeklerinin arasından çıkardığı testideki suyla elini yüzünü yudu. Islak ellerini ensesinde, saçlarının arasında, çıplak kollarında gezdirdi. Uykusu açılınca ocağa kuru ot gövdeleri, çer, çöp, tezek koyarak tutuşturdu. Akşamdan kalan sütü ısıtıp, çökelekli dürümüne katık etti. Koyunlar ağılda birbirlerine sokulmuşlar hâlâ sakin sakin uyuyorlardı.

Köpeği Garip’i aradı gözleri. Evde bıraktığı, yanına almadığı neden sonra geldi aklına. Köyün diğer köpekleri ile boğuşmuş, ayağından ciddi biçimde ısırılmıştı. Çok fena topallayan köpeği dinlensin diye o gün evde bırakmıştı.

Kahvaltısını acele etmeden yapıp kalktı Veysel. Uzun uzun gerindi. Bütün kasları dirildi, kemikleri kütürdedi. Önce ateşin üzerine toprak atıp söndürdü. Az ötede, örklediği yerde miskince yayılan eşeğine semeri vurup, kap kacağını heybelere doldurdu. Ağıla doğru yürürken önünde bir öbek halinde boy atmış hayıtları okşadı. Elini burnuna götürüp hayıtın baygın kokusunu içine çekti.
Yonca çiçeklerine basarak açtı ağılın kapısını. Çiçekler hemen sonra yeniden göğe diktiler başlarını. Acıkmış, susamış koyunlar birbirini iterek ağıldan çıkıp, tepenin eteklerinde, iki arkı lezzetli soğuk sularla dolu kır çeşmesine aşağı alıp yatırdılar.

Veysel, boyunlarındaki çan sesleri ve ayak tıpırtıları birbirine karışan koyunların meleyerek koşturmalarına mutlu gözlerle baktı. İçi huzur doluydu. Eşeğinin sırtına binerek onların ardından seğirtti. Diline ıslıkla çaldığı bir türkü gelip konmuştu.

Haberin izini sürmek (Pazartesi yazısı)

  24 Haziran 2024 04:25 Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel   Özer Akdemir Tüm yazıları Geçen senenin mart ayıydı. Gece gele...