Seferihisar Teos’tan ayrıldığımızda öğle sonunu bulmuştu
saatler. Urla Zeytineli köyünün içinden denize doğru kıvrılarak tırmanan, sonra
hafif bir eğimle inişe geçen bir yolda, makilerle kaplı tepelerin arasından
konvoy halinde ilerledik. İzlediğimiz dar asfalt yolun sonundaki Hacılar koyu
gitmek istediğimiz yerdi. Koydaki deniz kıpırtısız cam gibi görünüyordu
tepeden. Durgun ve masmavi...
Yemyeşil bir örtüyü üzerine çekip uyuyormuşçasına kıvrılan
tepelerin içine doğru teklifsizce, bir boynuz gibi sokulmuştu koy. Maviş maviş
gülümseyen deniz en fırtınalı havalarda bile sakinliğini hiç bozmadan,
ikizkenar üçgen şeklindeki küçücük bir vadinin sahilinde son buluyordu. Vadinin
içerisinde, kırmızı kiremitli, iki üç katlı 20-25 kadar villa göze çarpıyordu.
Günlerdir kamuoyunda tartışılan, gizli telefon kayıtlarının ortaya döküldüğü, o
zamanlar Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu söylenen iki villa da
bu evlerin arasındaydı.
Türkiye Barolar Birliği de (TBB) çeşitli meslek örgütleri ve
vatandaşlarla birlikte bu doğal sit alanına yapılan villalara karşı dava
açmıştı. Seferihisar Teos’a iki günlük bir toplantıya gelen TBB Kent ve Çevre
Hukuku Komisyonu, hazır buralara kadar gelmişken tartışmalı villaları gidip
yerinde görmek istemişlerdi.
*
Villalarla ilgili açılan davaların hukuki süreci ülkedeki
hukukun geldiği noktanın bir özeti gibiydi. Koydaki 20 parselin sit derecesi 1.
dereceden 3’e düşürülmüştü önce. Sit derecesinin düşürülmesini sağlayan
bilirkişi raporunda imzası bulunan “bilim insanlarına” verildiği iddia edilen
rüşvetin ses kayıtları internette dolaşmaktaydı. Sit kararının düşürülmesini
iptal eden mahkeme hakimleri için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ‘reddi
hakim’ talebinde bulunması mahkeme başkanını isyan ettirmişti. Mahkeme Başkanı
Osman Ermumcu, Bakanlığın adeta villa sahipleri yerine geçerek hakimin
reddedilmesini istemesini “trajik” olarak nitelemiş, bir kamu kurumuna da
yakıştıramadığını açık seçik dile getirmişti. Mahkeme Başkanı bu çıkışının
karşılığını almakta gecikmedi. 2015 HSYK Yaz Kararnamesi ile Bölge İdare
Mahkemesi Başkanlığından İdare Mahkemesi Başkanlığına düşürüldü.
**
Konvoyumuz tepeden, yılan gibi kıvrılan dar asfalt bir yolla
bu villalara ulaşmaya çalışırken önümüze demirden bir kapı ve kapının
etrafından bütün koyu çepeçevre sardığı anlaşılan tel örgüler çıktı. Birileri
güya bütün halkın malı olması gereken sahile giden yolu demir kapı ile
kapatmıştı. Demir kapının ötesinde hiç kimse yoktu. Kapının iki üç metre
ötesindeki bir direğin üzerine yerleştirilmiş kameranın kırmızı ışığı sürekli
yanıyor, bizim göremediğimiz birileri bütün hareketlerimizi izliyordu. İki
kanadı kalın asma kilitlerle zincirlermiş kapıdan seslenip birilerini
çağırmanın hiçbir faydası olmadı.
Gün akşama yaklaşmışken, demir kapıyı, tel örgüleri
aşamayacaklarını anlayan hukukçular kapının önüne sıralanıp bu ‘hukuksuzluk
anı’nı birkaç kare fotoğraf ile ‘ölümsüzleştirdiler’ Artvin’den, 25 yıllık
Cerattepe mücadelesinin avukatı Bedrettin Kalın demir kapının tepesine çıkıp
oturdu. Hukuksuzluğa bir hukukçunun verebileceği en masum tepki buydu belki de.
Biri zafer işareti yaptı, birisi “Bu kapılar, kaplarınız vız gelir bize vız”
diye değiştirdi çok bilindik bir şiirin mısralarını. On dakika sonrasında olacaklardan
habersiz kareye giren herkes gülümsüyordu.
Konvoyumuz tam dönüşe geçerken karşıdan gelen lüks arazi
araçları ile karşılaştık. Dar yolda dönmek için manevra yapan Av. Bülent
Tokuçoğlu’ya bu arazi araçlarından birinden laf atılınca ortalık gerildi. Arazi
araçları ile gelip hukukçulara sataşanlar villaların sahipleriymiş.
Bu gerginlikten beş dakika sonra Zeytineli köyü çıkışına
gelindiğinde jandarmalar yolu kesti. Avukatlar saatlerce alıkonuldu yolda. Tüm
itirazlara “gelen emir böyle” diye yanıt verdi jandarmanın başındaki komutan.
Savcı izni olmadan avukatların alıkonulamayacağı, aranamayacağı, gözaltında
tutulamayacağını söyledi avukatlar. Vali’nin, bakanın, baro başkanının aranması
hiçbir şeyi değiştirmedi. “İhbar var” denilerek durdurulan hukukçular ve
içlerindeki tek gazeteci olarak ben gecenin karanlığına kadar orada göz altında
tutulduk. Hukukçular bu hukuksuzluğu tuttukları bir tutanakla kayıt altına
alırken ben de durumu gazete merkezine telefonla bildirdim. Bir kez daha gördük
ki, işin ucu hükümetin en tepesindeki isme dokununca ne hukuk dinleniyordu, ne
yasa, ne yönetmelik...
***
Birlikte üç saat alıkonulduğumuz TBB Kent ve Çevre Hukuku
Komisyonu üyesi hukukçularla daha sonra da birçok yerde karşılaştık. Ülkenin
neresinde bir doğa talanına karşı mücadele varsa bu gönüllü hukukçular orada
idi. Soğuk bir sonbahar sabahında Artvin Cerattepe davasının bilirkişi keşfi
için Kafkasör Yaylası’nın yolunu tutan hukukçular, birkaç gün sonra bu sefer
Kozak Yaylasındaki madene karşı açılan davanın duruşması için Bergama’ya
geliyorlardı. Trakya’nın termik santral cehennemine dönüşmemesi, Ergene’nin
açık kanalizasyon gibi akmasına son vermek için mahkeme mahkeme dolaşıyor,
sayfalarca dilekçe, tutanak hazırlıyorlardı. Aydın dağlarında, Karadeniz
yaylalarında, bozkırın ortasındaki bir yaşam mücadelesinde hukuktan medet uman
yoksul halk onları hep yanlarında gördü. Hukuk her ne kadar siyasi iktidarın
yağma sofrasına meze yapılsa da, ne onlar, ne de yurttaşlar hukuku ve adaleti
talep etme cüretinden vazgeçmediler. Yaşam hakkının avukatlarıydı onlar. Talan
edilen doğanın, tarihin, dilsiz taşların, kurdun, kuşun, böceğin...
Geçtiğimiz haziran ayında, Türkiye çevre hukukunun duayenlerinden
İzmir eski Baro Başkanı Noyan Özkan adına verilen onur ödülleri açıklandıktan
sonra TBB’nin üst yönetiminin çevre komisyonuna karşı tutumları değişti. TBB
yönetimi önce ödüllerden birisinin verildiği Finike’de katledilen Büyüknohutçu
ailesinin törene gelmemesini gerekçe göstererek ödül töreninin ertelendiğini
açıkladı. Onur ödüllerinden diğeri kurumsal olarak EGEÇEP’e verilmişti. Töreni
erteleme kararı alırken komisyona danışma, bilgi verme gereği bile duymamıştı
TBB. Sonrasında ise komisyonda görev yapan hukukçulara gönderilen suçlayıcı bir
yazı ile komisyon üyeliklerinin sona erdirildiği iletildi. Güya komisyon ödül
yönetmeliğine uygun davranmamıştı.
Acaba, TBB’nin Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Sivas’ta altın
madeni işleten Demir Export’un avukatlığını yapması mıydı esas sorun? Doğa
katliamının en çok yaşandığı bir madencilik faaliyetine hukuksal destek sunan
Feyzioğlu’nun başında bulunduğu TBB Çevre Komisyonu altın madenciliğine karşı
yıllardır önemli bir mücadele yürüten EGEÇEP’e ödül veriyordu. Komisyonun
tasfiyesi bu çelişkinin çözülmesi yöntemi miydi?
Ülke, kendini her geçen gün daha da ağır hissettiren bir
hukuksuzluk ikliminden geçiyor. Ne gariptir ki, hukuksuz ülkede hukukçu olarak
kalmak isteyenlere en son ceza kendi meslek örgütleri tarafından kesildi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder