05 Şubat 2019
Türkiye, jeotermal enerji kaynakları açısından oldukça
zengin bir ülkedir. Jeotermal kaynak kısaca; yer ısısı demek olup, yer
kabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu kimyasallar
içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji ise; yerin
derinliklerindeki bu birikmiş olan ısının akışkanlarca taşınarak elde edilen
ısı enerjisidir. Jeotermal kaynaklar enerji, ısıtma, termal vb amaçlarla
kullanılabilirler. Jeotermal Enerji Santralleri, son bir yıldır santrallere
yakın bölgelerdeki toplu balık ölümleri, binlerce zeytin ve incir ağacının
kuruması gibi olaylarla ve geçtiğimiz ay Aydın halkının direnişiyle gündeme
geldi. Peki, yenilebilir enerjiler içerisinde sayılan Jeotermal Enerji
Santralleri’nin Türkiye hikayesi nasıl?
Türkiye'de Jeotermal Enerji Santrali
Türkiye’de ilk jeotermal kaynaklı elektrik üretimi 1983
yılında devlet tarafından kurulan Kızıldere/Denizli sahasında başlamıştır.
Elektrik üretimine uygun jeotermal kaynaklar çoğunlukla Batı Anadolu’daki
graben sistemlerinde yer almaktadır. Bugün işletmede olan JES’lerin üçte
ikisine yakın bir bölümü Aydın’da kurulmuştur.
Jeotermal kaynakların hak sahipliği ve ruhsat hukukunu
düzenleyen 5686 sayılı “Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular” Kanunu
ile MTA tarafından bulunan sahaların ihale yoluyla yatırımcıya devri mümkün
hale getirilmiştir. 2007 yılında özel sektöre verilen teşvik ve enerji alım
garantileri ile 2008-2012 yılları arasında gerçekleştirilen ihaleler sonucu 16
adet enerji üretimi için toplam 85 saha ihale edilerek özel sektöre
devredilmiştir. Bu dönemde verilen teşviklerle ihalelere saldıran şirketlerin
iş yapma yeterlilikleri sorgulanmamıştır. 2007 yılında çıkarılan teşvik yasası
ile Aydın’ın %85’i jeotermal işletmelerin kullanımına açılmış, JES şirketleri
yasaya dayanarak Aydın’da hoyratça faaliyet göstermektedirler. Aydın Germencik
ilçesinde Güriş jeotermal şirketinin mezarlık alanın 20 metre yakınına
jeotermal kuyu açması tepkiyle karşılanmış; aynı şirketin yine Germencik’teki
faaliyeti 2010 yılındaki TÜBİTAK Raporu ile incelenmiş, santralin toprak ve su
kaynaklarını etkilediği görülmüştür. Geçtiğimiz günlerde Manisa Alaşehir’de meydana
gelen jeotermal kuyu patlamasının ardından üzüm bağlarının durumu görüntülere
yansımıştır.1
Jeotermal enerji "sürdürülebilir" mi?
Jeotermal kaynaktan elektrik üretimi, en basit anlatımıyla;
yeraltına açılan sondaj ile kurulan üretim kuyusundan yüksek ısı ve basınçla
gelen jeotermal akışkanın türbin vasıtasıyla elektrik enerjisi üretilmesi ve
artık elektrik üretiminde kullanılamayacak kadar soğuyan sıvının, reenjeksiyon
kuyusu ile yeraltına geri gönderilmesidir. Teorik düzlemde yapay yollu bir çevrimi
ifade eden bu anlatım ile JES sürdürülebilir ve temiz enerji olarak
tanımlanabilir; ancak Türkiye’deki söz konusu örneklerde durumun bu tanımdaki
gibi olmadığı açıktır. Öncelikle bu döngü; yeraltından alınan (yüksek
sıcaklıklı) sıvının elektrik üretildikten sonra yeniden yeraltına geri
gönderilmesi aşamasında kırılmaktadır. Kar hırsı sebebiyle reenjeksiyon kuyusu
açmayan ya da açtığı reenjeksiyon kuyusuna ayrıca pompalama yapmak zorunda
kalacağından işletmeye almayan santraller, bu kullanım sonrası sıvıyı çevreye,
derelere vermektedir. Bu nedenle verimli toprak ölmekte, tarım ve tüm
canlıların sağlığı etkilenmektedir. Kızıldere Jeotermal Santrali, kurulduğu
1983 yılından sonra yıllar reenjeksiyon yapmadan çalışmış ve ortalama 700
ton/saat debide atık sıvıyı Büyük Menderes nehrine vermiştir. Bu bölgede yer
alan verimli ovalar ve Büyük Menderes, Gediz nehirleri işletme, sondaj-test
dönemlerinde jeotermal akışkan ve kimyasalla vahşice kirletilmiştir.
Bir diğer konu CO2 emisyonudur. Türkiye’deki jeotermal
sahalarda kurulu elektrik santralleri, sanılanın aksine sera gazı emisyonunu
azaltmamakta, özellikle Batı Anadolu’daki santrallarda CO2 çoğunlukla atmosfere
salınmaktadır. Türkiye’deki bazı JES’lere kaynak aktaran Avrupa İmar ve
Kalkınma Bankası (EBRD- Europe Bank for Reconstruction and Development) 2016
yılında “Türkiye’deki temiz enerji projelerinin çevreyi kömür santrallerinden
daha fazla kirlettiğini” ifade etmiş ve önlem alınması gerektiğini söylemiştir.
Gözden kaçırılmaması gereken bir başka husus ise; JES’ler
için açılan sondaj kuyularının atık çamurudur. Sondaj çalışması sırasında
kullanılan bentonit ve farklı kimyasalları da içeren çamur “Atık Yönetimi
Yönetmeliği” uyarınca bertaraf edilmelidir. Ancak çevre sağlığı açısından
oldukça tehlikeli ve zararlı olan bu atık da çevreye, dereye verilmektedir.
Aydın’da, Manisa’da JES’lere karşı ses çıkaranların
itirazları ve eleştirileri, kamu kurum ve yönetimleri tarafından dikkate
alınmamıştır. Santral yatırımcısı sermaye gruplarının çıkarlarını kollamayı
görev edinmiş yöneticilerin; tüm canlıların sağlığını koruma görevini yerine
getiremeyeceği aşikardır.
Kar hırsı sebebiyle; canlıların sağlığı, güvenliği, çevrenin
korunması ve kaynakların beslenmesi konularında önlem alınmamakta, uyarılara
kulak verilmemektedir. İhale süreçlerinden itibaren başlayan bu danışıklı
dövüşün faturası hepimize kesilmektedir. Tüm bu hususlar üzerine, bir kez daha
kamusal denetimin önemi ve zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi
1 https://twitter.com/ozer_akdemir/status/1091624303827800065
http://toplumcumeclis.org/index.php/basin-aciklamalari/item/446-uzumu-yakan-inciri-kurutan-o-mu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder