17 Şubat 2019 03:26
Kollarında gece boyunca geçmeyen bir ağrı ile uyandı. Bütün
gün durmadan yağan yağmurun altında incir budamanın bedeliydi bu. ‘Hamlamışım’
diye geçirdi içinden. Pek kabul etmeye yanaşmasa da yaşı ilerliyordu günbegün.
Eskiden, bir hafta boyunca kendi incir bahçesindeki ağaçlarının yanı sıra diğer
köylülerin de ağaçlarını budamaya yardım eder, ‘ıhh’ bile demezdi. Sırım
gibiydi o zamanlar. Taşı sıksa suyunu çıkaracak derecede güçlü hissederdi
kendisini. Oysa şimdi...
Şimdi küçük bir ‘göbecik’ peydah olmuştu karın
kısmında. Sonra saçlarında ve kısa sakalındaki beyazlar da her geçen gün
artıyordu. "Yaş kemale eriyor yavaştan" diye geçirdi içinden.
Penceresini açtı, hava karanlıktı hâlâ. Soğuk bir şubat
ayazı vurdu yüzüne. Köyde ışıklar birer ikişer yanmaya başlamıştı. Gökyüzünün
lacivert rengi tam karşısındaki incir ağaçları ile dolu tepenin doruğundan
başlayarak gittikçe turkuaza dönüyordu. Tepenin iki çatalının arasında ise
belli belirsiz bir kızıllık peydahlamıştı. Gökteki yıldızların bir bir
silinişini izledi havanın çivi gibi soğuğuna aldırmadan. Sonra üşüdü, pencereyi
kapattı.
Çocukları ve karısını uyandırmadan çabucak bir şeyler
atıştırıp dışarıya çıktı. Arnavut kaldırımı döşeli dar sokaklardan geçerek
derenin kıyısındaki incir bahçesine doğru yürüdü. Sokak lambalarının sarı
ışığında kaldırımların üzerine püsem püsem çiğ yağıyordu.
Bugün iş yoktu. Köylülerle birlikte minibüse doluşup Aydın’a
gideceklerdi. Geçtiğimiz gün Aydın’dan gelen arkadaşlarının bıraktığı afişleri
kahvelere asmış, toplu gidiş için köy minibüsünü ayarlamıştı. Özellikle
kadınlar gelmek istiyorlardı toplantıya.
Aydın’daki toplantıda kendileri gibi jeotermale karşı
direnen köylüler olacaktı. Ege’nin dört bir yanından dertleri kendilerine
benzeyen, halleri kendilerini andıran, efkarları kendileri gibi yüzlerinden
okunan insanlarla buluşacaklar, ortak dertlere çareler arayacaklardı.
Yolculuk sabah dokuzda başlayacaktı. Akşamdan tembih
edildiği gibi gelecek olanlar hayvanlarını sağıp, daha gün ağarmadan bahçelerin
yolunu tutmuşlardı. İncir, zeytin ve bağlarda budama sürüyordu. İlaçlama
çalışmaları da devam ediyordu. Meyve bahçelerinde sürüm, çapalama ve gübreleme
işi de başlamıştı yavaştan. Soğan ve sarımsağın yanı sıra küçük seralarda sebze
tohumlarının ekimi de bu ayın yapılacak işleri arasındaydı.
Köylük yerin işi yaz kış hiç bitmezdi aslında. Uğraşı toprak
olan, ağaç olan, su olan için doğanın verdiği dinlenme zamanları dışında tatil
olmazdı. Sağanak yağış, diz boyu kar ve ağaç dallarını eğecek derecede esen
rüzgarlarda, dışarıya, bağa, bahçeye çıkamadıkları günlerde de evlerin,
ahırların, hayvanların işleri ile uğraşılırdı.
Minibüs, Başköy’ün daracık yolunda mavi sisler içerisinde
ilerlerken, yemyeşil bir tepenin yamacına dikilen bayrağın dengine gelindiğinde
başlar o yana döndü hep. Jeotermalcilerin kuyu vurmak istedikleri yere dikilen
‘zafer bayrağı’ydı bu. Yolun tam burasından geçerken, rüzgarda dalgalanan
bayrağı her gördüklerinde topraklarını korumanın haklı gururu ile doluyordu
içleri.
**
Küçük bir saksıya kozalak dikti Melahat Nene. Minibüse
binerken, gelini elinden tutup basamakları çıkmasına yardım etti. Yaşı 80’i
bulmuştu ve vücudu hâlâ dal gibi ince de olsa yorgun bacakları artık ağırlığını
taşımakta epey nazlanır olmuştu. Minibüs bir anda doldu gelen köylülerle.
Gökbel Dağlarının, adına doğa denilen en büyük ustanın elinden çıkmış her biri
bir başka şekle bürünmüş kayalarının arasından, uzun kahverengi gövdelerinin
üzerinde bir top gibi yemyeşil açılan fıstık çamlarının gölgesinin altından
geçti minibüs, Aydın’a doğru süzüldü gitti.
**
Gözü arkada bıraktığı daha üç günlük buzağısında kalmıştı.
Sabah buzağıyı alnının ortasından öpüp ayrılırken sanki yüzüne mahzun mahzun
bakıyormuş gibi gelmişti. Anası, hâlâ sarhoş gibi ayakta durmakta zorlanan
cılız yavrusunu öpüp yalıyordu.
Köy meydanında kurulu direniş çadırında buluştular.
Çadırın içi sıcacıktı. Tam orta yerde kocaman bir sobada kuru meşe kütükleri
çatırtılar çıkararak yanıyordu. Sabah çaylarını hep birlikte içtiler; zeytine,
peynire, reçele birlikte el uzattılar.
*
Salonun yarıdan çoğu köylülerce doldurulmuştu. Şalvarlı,
kasketli, tenleri güneş ve rüzgar yanığı köylüler uzak yakın dememiş
gelmişlerdi dertlerini anlatmaya.
Her çıkan köylü “Kentliler nerede? Aydınlılar nerede?” diye
sormadan geçmedi. “Bu dertler sanki sadece bizim derdimiz. Siz o zehri
solumuyor musunuz? Siz bizim ürettiğimiz sebze, meyveyi yemiyor musunuz? Bizim
içtiğimiz su zehirlenirse sizinki zehirlenmeyecek mi? Bu yılan bizi sokmaz mı
belliyorsunuz? İncir olmazsa Aydın olur mu dersiniz? Dağ da zeytin biterse,
tarlada pamuk, tütün yetişmezse, ağaçlarımız bir bir köklenirse ovada yaşam
kalır mı sanıyorsunuz? Öyleyse nerede bu Aydınlılar? Nerede Ege’nin geri
kalanı?” diye sitem ettiler.
*
Biri Menderes’in kıyısından geldi. Binlerce yıldır bereket
dağıtan nehrin artık el sokulamayacak derece kirlendiğini söyledi. “Nehrin
doğduğu yere kuracaklar termik santrali ki o zaman Menderes de olmayacak” dedi.
Kaz Dağı’nın yaralarını anlattı bir başkası. Madenlerin
delik deşik ettiği ormanları, ‘Bin pınarlı İda’nın acılarını, Eybek Dağı’na
dikilen dev rüzgar direkleri için açılan yolların çevresinde tarumar edilen
doğayı...
“Cerattepe’ye yedi ilin polisi jandarması ile bizi üç gün üç
gece döverek çıkabildiler” dedi bir başkası. “Suna boylu çamlarımızla bezeli,
yayla gülü kokan dağlarımıza sokmuyorlar bizi artık” diye fısıldar gibi
konuştu.
“Yeşilbağcılar yok oldu, Lagina antik kentinin çocuk
mezarlarını bile kepçeleyip attılar. Zeytinliklerimizi kömür çıkarmak için
kazıyorlar. Ölüm, ağzını dev bir çukur olup açtı Leyne’ye - Turgut’a doğru
yürüyor...” diye konuştu Yatağan’dan gelen biri.
“Karaburun kan ağlıyor RES’lerden, dağda keçi kalmadı. Gediz
ovasının ortasına sülfürik asitli maden kurmak istiyorlar. Kasaba buna izin
vermez. Aliağa da Foça da yaşam, kültür, deniz, sanayinin kuşatmasında daha ne
kadar var olabilir ki?” dediler konuşmalarda.
*
Aydın’da, bir tiyatro salonundan çığlıklar atıldı karanlığa
doğru. Öfke kusuldu, umut fısıldandı.
Şubat soğuğunda bahar düşü ekildi gönüllere. “Elbet bir gün
bu kış gider yaz gelir”...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder