29 Eylül 2019
Habercinin habere konu olması çok da hayra alamet değildir
ülkemizde. Hele ki iktidara muhalif bir bakış açınız var ise. Bir yerde
yaptığınız konuşma, belki kazandığınız bir ödül ya da yazdığınız bir kitap bu
durumun istisnası olabilir ancak. Onun dışında, ülkemiz gibi basın ve ifade
özgürlüğünün yerlerde süründüğü, gazetecilerin adliye koridorları, duruşma
salonları ya da cezaevleri arasında gidip geldikleri bir yerde gazetecinin
haber olması çoğunlukla bu sayılan mekanlara yaptığı zorunlu yolculukların bir
sonucudur. Haliyle gerçekleri, emeğin, doğanın, ezilenin dilinden 25 yıldır
halka anlatma kaygısını güden Evrensel muhabirleri olarak bizler de bu
cendereden üzerimize düşeni fazlasıyla alıyoruz.
Bu nedenle haftanın ilk günü telefonla İzmir Güvenlik Şube
Müdürlüğüne ifadeye çağrıldığımda hiç şaşırmadım açıkçası. Bekliyordum böyle
bir şeyi. Bizim cenahta bütün gazeteciler böylesi telefonlara alışıktır zaten.
Aslında telefonla bile çağırmaları bir aşama sayılır ki Güvenlik Şubede ifademi
alan polis memuru üstü kapalı tehdit havasıyla bunu da söylemeden geçmedi;
“Sabaha karşı evinizden de alabilirdik, buna yetkimiz var...”
Sabaha karşı evinden alınmayıp telefonla ifadeye çağrılan
“şanslı” bir gazeteci olarak elime tutuşturulan suçlama evrakına ilk göz
attığımda şaşırmaktan öte gülme hissi geldi içimden. Evet gülme!
Güya İstanbul’dan birisi, benim yaklaşık 1.5 yıl önce
attığım bir tweette “halkı, kin ve düşmanlığa tahrik” ettiğimi düşünmüş ve
ihbar etmiş! Burada gülecek bir durum yok elbette ama bekleyin!
24 Haziran 2018 tarihinde, tam da cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin olduğu gün attığım tweette yer alan video görüntüleri ile ben
aslında bir hukuksuzluğa isyan etmişim. AKP Şanlı Urfa Milletvekili Halil
İbrahim Özsoy’un adamlarının, bellerinde silahlarla köylere gidip, toplu oy
kullandıklarını gösteren görüntülerdeki açık hukuksuzluğa ve pervasızlığa “O
sandıklar iptal edilecek, bu Vandallığı yapanlar ve göz yumanlar hak ettikleri
cezayı görecekler” yazarak tepki göstermişim. Böyle yazmakla da kalmamış, bu
hukuksuzluğa karşı Emniyet Genel Müdürlüğünü (EGM), CHP Genel Merkezini ve
Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce’yi de etiketleyerek “Gereğini yapın” demişim.
Yani EGM’yi etiketlediğim bir tweette suç unsuru bulmuşlar! Şimdi siz de
gülebilirsiniz!..
Görsel, Özer Akdemir'in attığı twitin ekran alıntısı
İki milyon mühürsüz oyun geçerli sayılması gibi bir kararla
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk turda kazanmasının önünün açıldığı
bir seçimde bu ve benzeri yüzlerce hukuksuz olayla ilgili CHP ve Muharrem İnce
gerekli girişimleri yapmış mıdır bilemem ama EGM aradan bir buçuk yıl geçtikten
sonra, savcının talimatı ile “Sen nasıl böyle bir tweet atarsın” diye beni
ifadeye çağırarak gereğini yapmış oldu! Öyle ya, hukuk mu kaldı memlekette ki
hukuksuzluğa tepki gösteriyorum! Hukukun olmadığı bir yerde hukuk aramak da
neyin nesi oluyor? Hele ki EGM’yi göreve davet etmek ne haddimize!..
Elli yıllık ömrünün büyük bir bölümünü halkların
kardeşliğini savunarak geçiren birisini “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya
aşağılama” ile suçlamak ne kadar abesse, bunu, açık bir suç ihbarı
niteliğindeki tweetten yola çıkarak kurgulamak Aziz Nesin’lik bir öykünün
konusu olabilir ancak!
Emniyette, kendisini mahkeme heyeti yerine koyarak tweetimin
suç unsuru taşıdığını ileri süren polis memuru “İyi de suç kastı olan birisi
neden emniyeti etiketlesin ki?” sorusuna fazla düşünmeden; “Kendinizi ihbar
etmişsiniz” diye yanıt verdi!.. Komik ama gerçekten!..
Silahla sandık basıp toplu oy kullananların görüntülerini
paylaşarak gereğinin yapılması için emniyeti etiketleyen bir gazeteciye
“Kendinizi ihbar etmişsiniz” diye açılan soruşturma ülkedeki hukuk yoksunluğu
ile açıklanabilir belki ama ben başkaca şeyler de olduğu kanısındayım.
Şöyle ki; gazetecilik yaşamımın büyük bölümü ekoloji-çevre
haberleri, yaşam alanlarını koruma mücadelesi verenlerin seslerini duyurma
çabası ile geçti. Ekoloji mücadelesi benim için haberini yaptığım bir alandan
öte karınca kararınca emek verdiğim bir alan oldu aynı zamanda. Gazetecinin
yaşamı savunurken tarafsız olamayacağını, kalamayacağını düşündüm ve bunun
gereği olarak mücadelenin içerisinde yer almaya çalıştım hep.
Kaz Dağları’ndaki altın madeni karşıtı mücadelenin ülke
gündemine oturduğu, Aydınlıların JES’lere karşı direnişlerinin her geçen gün
büyüdüğü, Hasankeyf’i, Murat Dağı’nı korumak için insanların yoğun çaba
gösterdiği bir süreçte açılan bu soruşturmayı, ekoloji haberlerini yapan,
hareketin örgütlenme süreci içerisinde de yer alan bir gazeteci üzerinden
kendilerine verilen gözdağı olarak yorumladı ekoloji örgütleri. Ekoloji
Birliği, EGEÇEP, AYÇEP; Samsun Çevre Platformu gibi ekoloji örgütleri bu yönde
açıklamalar yaptılar.
Ekim ayının sonunda ülke tarihinde ilk kez emek, demokrasi
ve ekoloji örgütlerinin “ekoloji odaklı” bir miting yapma çabasının içinde
olduğu, Salihli Hacıbektaşlı Mahallesi’ndeki halka yönelik polis-jandarma
saldırısına ilişkin haberde kullandığım “saldırı” sözcüğü nedeniyle gazeteden
savunma istendiği bir zamanda bu soruşturmanın gelmesi bence de son derece
manidar...
Bu tür soruşturmalar ne ekoloji mücadelesini ne de bunların
haberlerini yapmaya çalışan ve hareketin içinde mücadele eden beni elbette
yaşamı savunma çabasından geri koyacaktır. Yazmaya, mücadeleye katkı koymaya,
direnişi büyütmeye devam!..
Bilinsin ki; ne yaşamı savunmaktan ne de gerçekleri
yazmaktan geri kalacağız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder